GERİ DÖNEN

By matmazelin_perisi

430 263 222

"O, Aşkı İçin Ölmeye Değil, Ölmemeye Söz Verdi " Rose , New York'dan, çoğu kişinin hayalini süsleyen "Işıklar... More

┊❝ GİRİŞ ❞┊
┊❝ SOKAKLARIN SIRRI ❞┊
┊❝ ÖLÜMDEN DÖNMEK ❞┊
┊❝ RAYLARIN ÇIĞLIĞI ❞┊
┊ ❝ KANUN KAÇAĞI ❞┊
┊❝ GERÇEĞİN TOZLARI ❞┊
┊❝ DAVETSİZ MİSAFİR ❞┊

┊❝ OYUN BİTTİ ❞┊

25 16 32
By matmazelin_perisi

Vücudum artık zihnimle olan bağlantısını yitirmiş gibiydi. Ayağa kalktım ve hayalete doğru yürüdüm. Ya kütüphanede halüsinasyon görüyorum ya da önümde duran adam bir hortlak, diye düşündüm. Her iki açıklama da Jules'un koskoca metro Treni ile kafa kafaya çarpıştıktan sonra tek parça hâlinde kurtulmakla kalmayıp üstüne bir de hiç yara almamış olması ihtimalinden çok daha gerçekçi gözüküyordu.

Bir iki metre kadar yanına yaklaştığım zaman geldiğimi fark etti, bir an için ne yapacağını bilemezmiş gibi duraksadı. Sonra yüzünde bomboş bir ifadeyle bana doğru döndü.

"Jules!" dedim hemen, heyecanla.

"Merhaba," dedi o da gayet sakin. "Sizi tanıyor muyum?"

"Jules, benim Rose. Vincent'la beraber atölyene gelmiştik hatırladın mı? Sonra seni o gün; kazanın olduğu gün metro istasyonunda görmüştüm."

Boş yüz ifadesinin yerini rahat, sıradan bir ifade aldı. "Üzgünüm, ama beni biriyle karıştırdınız sanırım. Benim ismim Thomas ve Vincent adında kimseyi de tanımıyorum."

Thomas'mış , sen onu külahıma anlat, diye düşünürken onu tutup adamakıllı şöyle bir sarsmak istedim. "Jules. Sen oluğunu biliyorum. O korkunç kazayı geçireli daha şurada ne kadar oldu, bir aydan biraz fazla mı?"

Üzgünüm , der gibi başını iki tarafa sallayıp omuz silkti.

"Jules, bana neler olduğunu söylemek zorundasın."

"Dinle, neydi, Rose? Neden bahsettiğin hakkında en ufak bir fikrim bile yok, ama istersen seni şu banka götürüp oturmana yardımcı olayım. Herhalde sinirlerin çok gerilmiş ya da hırpalanmış." Beni dirseğimden tuttu ve banklara doğru geri götürmeye yeltendi.

Kolumu sertçe silkerek çektim ve yumruklarımı sıkarak tam karşısına geçtim. "Sen olduğunu biliyorum. Ben deli değilim. Neler döndüğü hakkında hiçbir fikrim yok. Ama Vincent'ı senin ölümünü umursamayıp kaçtığı için kalpsiz olmakla suçladım. Şimdi birde bakıyorum ki hayattasın."

Sesinin gitgide yükselmekte olduğunu ancak güvenlik görevinin bize doğru meylettiğini görünce fark ettim. Jules'a gözü dönmüş gibi hırsla, hiddetli bir bakış fırlattım; durumdan bihaber olan adam yürüyerek yanımıza geldi ve "Bir sorun mu var burada?" diye sordu.

Jules sakin sakin güvenlik görevlisinin gözlerinin içine bakarak "Sorun yok, efendim. Beni birisiyle karıştırmış herhalde.'"

"Kanştırmadım!" Solumamdan resmen tıslama sesi çıktı. Sonra yanlarndan ayrılıp çabuk adımlarla çıkışa yürüdüm. Arkama dönüp Jules'un da güvenlik görevlisinin de hâlâ bana baktıklarını görünce kendimi bir çırpıda müzenin dışına attım ve yürüyen merdivenlerden koşar adımlarla indim.

Gidebileceğim bir tek yer vardı.

Bizim mahalleye geri dönüşteki tren yolculuğu hiç bitmek tükenmek bilmeyecekmiş gibi geldi, ama sonunda kendimi metronun merdivenlerinden, batmakta olan güneşin ışığına doğru ve oradan da Vincent'ın evine son hız koşarken buluverdim. Üzüm asmaları sarkan büyük duvarın önünde durup kapı zilini çaldım. Tepemde bir ışık yandı, yukarı, güvenlik kamerasına baktım,

"Qni?' diye sordu birkaç saniye sonra bir ses.

"Ben Rose. Ben..." bir an için cesaretimi kaybedip duraksadım. Ama Vincent'a son söylediğim sözlerdeki gaddarlığı anımsayarak yeni bir kararlılıkla konuşmaya devam ettim. "Ben Vincent'ın bir arkadaşıyım."

"Evde değil." Tuş takımının en altındaki minik hoparlörden gelen erkek sesi metalik bir hışırdamayla çıkmıştı.

"Kendisiyle konuşmam lazım. Bir mesaj bırakamaz mıyım?"

"Sizde telefon numarası yok mu?"

"Hayır."

"Ama arkadaşısınız?" Seste bir kuşku hissediliyordu.

"Evet, yani hayır. Ama onunla konuşmam lazım. Lütfen!"

Bir an sessizlik oldu, sonra bir çıt sesi duydum, kapının kilidi açılmıştı. Kapı yavaş yavaş içeri doğru salınmaya başlayınca avlunun karşı tarafında, açık sokak kapısının eşiğinde dikilen bir adam gördüm. Adamın Vincent olmadığını anlayınca uğradığım düş kırıldığıyla yüreğim hop etti.

Arnavut kaldırımı taşların üzerinden adamın yanına doğru çabuk çabuk yürürken bir yandan da ona beni delinin teki sanmaması için söyleyebileceğim uygun ve mantıklı bir şeyler bulmaya çalışıyordum. Fakat yanına vardığım zaman aklımdaki bütün sözcükler uçup gitti. Altmışlarında görünüyor olmasına rağmen, gözleri asırlarca yaşamış gibi bakıyordu.

Ağarmış uzunca saçları geriye doğru yatırılmıştı ve suratı uzun, kemerli, asil görünüşlü bir burunla âdeta mühürlenmişti. Yüzünde ve kıyafetlerinde anında Fransız aristokrasisinin işaretlerini yakalamıştım.

Bu tiple dedemin antika meraklısı müşterileri arasında çoklan karşılaşmamış olsaydım bile, onun belli başlı özelliklerini her Fransız şatosu ve müzesinin duvarlarında asılı duran Fransız asilzadelerinin portrelerinden tanıyabilirdim. Köklü aile. Köklü zenginlik. Bu saray gibi ev onun olmalıydı.

Sesi, düşüncelerimi böldü. "Vincent'ı görmeye mi geldiniz?"

"Evet... Yani evet mösyö."

Hâlimi tavrımı onun yaşına ve mevkisine yaraşır şekilde düzeltince tasvip ederek başım öne doğru salladı. "Evet, üzülerek bildiririm ki, daha önce de belirttiğim gibi, kendisi burada değil."

"Ne zaman geleceğini biliyor musunuz?"

"Birkaç güne kadar, öyle sanıyorum.

Ne diyeceğimi bilemedim. İçeri girmek üzere arkasını döndü, hiç yakışık almayacağını hissede hissede gene de ağzımdan pat diye çıkıverdi, "Şey, en azından ona bir mesaj bırakabilir miyim?"

"Nedir ileteceğiniz mesaj?" diye kuru kuru sordu, bir yandan da jilet gibi kusursuz, bembeyaz koton gömleğinin yakasındaki ipek fuları düzeltiyordu.

"Acaba... Acaba yazabilir miyim?" içimden yükselen dönüp gitme isteğiyle mücadele ederken kekeleyerek konuştum. "Vaktinizi çaldığım için çok özür dilerim, efendim ama sizin için bir sakıncası olmazsa ona bir mesaj yazabilir miyim?"

Kaşlarını kaldırdı, kısa bir süre için yüzümü okumaya çalıştı. Sonra, arkasındaki kapıyı açarak beni içeri buyur etti vc "Hayhay," dedi.

Görkemli hole girdim, ardımızdan kapıyı kapatmasını bekledim. "Beni izleyin," dedi ve beni bir arka kapıdan Vincent'ın bana çay ikram ettiği odaya aldı. Masa ve sandalyeye doğru eliyle yol gösterdi.

red ederek "Çekmecede kağıt ve dolma kalem bulabilirsiniz,' dedi. "Benim yanımda olacaktı, teşekkür ederim,' diyerek kitap çantama dokundum.

"Bir fincan çay göndermemi arzu eder miydiniz?"

Ne yazacağımı düşünmek için biraz vakit kazanmak anacıyla başımı öne doğru salladım. "Evet, teşekkür ederim."

"O hâlde Jeanne size çayınızı getirir, daha sonra da sizi geçirir. Vincent'a yazdığınız notu kendisine teslim edebilirsiniz. İyi günler matmazel" Bana sertçe başını öne eğerek selam verdi ve ocadan çıkıp kapıyı kapattı. Rahat bir nefes aldım.

Çantamdan defter kalem çıkardım, bir sayfa kopardım, yazmaya başlamadan önce tam bir dakika boyunca öylece boş kağıda baktım. Vincent, diye başladım.

Her şeyin her zaman göründüğü gibi olmadığını söylediğin zaman ne demek istediğini şimdi anlamaya başlıyorum. 1968 yılına ait ölüm ilanları arasında senin ve arkadaşının resimlerinizi buldum. Sonra, hemen akabinde Jules'u gördüm. Canlıydı!

Bütün bunların ne anlama geldiğini hiç anlamıyorum, ancak bana o kadar nezaketle muamele ettikten sonra sana karşı sarf ettiğim o çirkin sözler için özür dilemek istiyorum. Sana seni bir daha görmek istemediğimi söylemiştim. Anlamadığım o kadar çok şey var ki...

En azından neler olup bittiğini anlamama yardım et ki günlerimin geri kalanını ölü insanları sayılayıp durarak geçirip sonunda bir yerlerde akıl hastanesini boylamayayım.

Rose.

Kağıdı katladım. Jeanne hiç gelmemişti. Büyük sarkaçlı saatin, tik taklarını dinlerken her geçen saniye ile birlikte gerginliğim git gide artıyordu. En sonunda, acaba benim mi Jeanne'i bulmam gerekiyordu diye düşündüm. Belki de çayımla mutfakta beni bekliyordu. Hole çıktım. Ev sessizdi.

Ama baktım karşı tarafımdaki kapılardan biri aralık. Usul usul oraya doğru yürüdüm, göz ucuyla içeriyi dikizledim. "Jeanne?' diye yavaşça seslendim. Yanıt gelmedi. Kapıyı itip açtım ve kendimi biraz önce geldiğim odanın neredeyse tıpkısı başka bir odada buldum. Köşede, Vincent'ın bana çay getirirken kullandığı küçük kapının aynısından vardı. Hizmetkâr girişi burası herhalde? diye düşündüm.

Bu küçük kapıyı açınca karşıma uzun, karanlık bir geçit çıktı. Yüreğim ağzımda, geçidin sonundaki, pencere gözlerinden ışık sızan camlı kapıya doğru yürüdüm. Çarpma kapı geniş ve derin bir mutfağa açıldı. İçeride kimse yoktu. Kendi kendime bir oh dedim ve o ana kadar aslında evin sahibiyle tekrar karşılaşmaktan korktuğumun farkına vardım.

Notu çıkıştaki posta kutusuna bırakmaya karar vererek tünele benzer boşluğa geri döndüm. Bu kez mutfaktan gelen ışığı arkamı alınca, uzun koridor boyunca sıralanmış pek çok kapı olduğunu gördüm ve bir tanesinin hafif aralık durduğunu fark ettim, içeriden sıcak bir ışık süzülüyordu. Belki de kâhya kadının odası burasıydı. Alçak sesle "Jeanne?" diye seslendim. Gene cevap yoktu.

Bir an hareketsiz durup kaldım, sonra engellenemez bir dürtüp ileri doğru âdeta çekildiğimi hissettim. Ne yapıyorum ben diye düşünürken eşiğe adımımı atıverdim. Diğer odalarda olduğu gibi burada da ağır ve tok kumaştan perdeler dışarıdan gelen ışığı kestiği için Tek aydınlık, etraftaki alçak sehpaların üzerine serpiştirilmiş birkaç ufak lambadan geliyordu.

Odaya girdim ve sessizce kapıyı kapattım. Bunun delilik olduğunu biliyordum. Ama beynimin makul ve mantıklı olan tarafı mücadeleyi kaybetmişti, artık otomatik pilottaydım ve sırf merakımı gidermek için bir başkasının mahremiyetine tecavüz ederek evinde izinsizce dolaşıyordum. Etrafa bakınmaya başladığımda, derimin üzerine sanki milyonlarca minik adrenalin iğnesi batırılıyormuş gibi hissediyordum.

Sağımda gri mermerden bir şömine ve çevresinde dc kitaplıklar vardı. Şömine rafının üst tarafındaki duvarda kabzalarından çaprazlanarak asılmış iki dev gibi kılıç duruyordu. Öteki duvarlarda, bazıları siyah beyaz, bazıları renkli, çerçevelenmiş fotoğraflar bulunuyordu. Hepsi de portreydi, ve hepsi de erkekti.

Bu koleksiyonda hiçbir tutarlılık ya da anlam bütünlüğü varmış gibi görünmüyordu. Resimlerdeki kimi insanlar yaşlıyken kimileri gençti. Bir kısım fotoğraf elli yıl önce çekilmiş gibi dururken bir kısmı gayet çağdaş görünüyordu. Hepsini bir araya getiren tek ortak özellik, habersiz çekilmiş olmalarıydı: Kişiler o sırada fotoğraflarının çekilmekte olduğunu bilmiyorlardı. Tuhaf bir koleksiyon, diye düşünerek bakışlarımı odanın öbür tarafına yönelttim.

Bir köşede, üstünden tül gibi şeffaf beyaz örtüler sarkan kocaman, dört direkli bir karyola duruyordu. Daha yakından bakmak için oraya doğru yürüdüm. Kumaşın ardında, yatakta yatan bir erkek sureti seçebildim. Yüreğim yerinden fırlayacakmış gibi oldu.

Nefes almaya cüret dahi etmeden perdeyi kenara doğru çektim.

O erkek, Vincent'tı. Yatak örtüsünün üstüne tamamen giyinik, kolları iki yanda, sırtüstü uzanmıştı. Uyuyormuş gibi görünmüyordu. Ölmüş gibi görünüyordu.

Elimi uzatıp koluna dokundum. Bir vitrin mankeni kadar cansız, sert ve buz gibiydi. Geriye doğru sıçrayarak haykırdım. Vincent! Kıpırdamadı. "Aman Allah'ım" diye dehşet içinde fısıldadım, sonra gözlerimi yatağının yanındaki komodinin üzerinde duran resim çerçevesine kilitlendi. Fotoğraf, bu odada bulunan tek kadın fotoğrafıydı. Fotoğraftaki bendim.

Göğüs kafesimin içinde kalbim atmayı bıraktı sanki, elimle boğazımı tutarak geri geri yürürken omzum mermer şömineye çarpınca birden irkilip korku dolu bir çığlık koyverdim. Tam o sırada çat diye kapı açıldı ve tavandaki ışık yandı. Jules. odanın girişinde dikiliyordu. "Selam Rose," dedi uğursuz uğursuz, sonra ışığı tekrar kapatarak başını öne doğru salladı ve şöyle dedi, "Öyle görünüyor ki oyun bitti Vincent."

Continue Reading

You'll Also Like

148K 6.7K 47
Saplantılı bir aşkın yorgun bir kalbe uğramasıyla korkunun ve bağımlılığın iki kişilik deliliğe dönüşümü. +18 ‼‼‼‼🔞Ağır cinsellik, toxic ilişki, şid...
670K 38.3K 63
4: Balım Hanım biz mi sizi aldırtalım, siz mi kendi ayaklarınızla paşa paşa gidersiniz? Keşke anlasaydım ne olduğunu. 6: Bacım neyi anlamadın acaba...
2M 79K 42
𝙺𝙰𝙽 & 𝙶𝙾̈𝚉𝚈𝙰𝚂̧𝙸 𝚂𝙴𝚁𝙸̇𝚂𝙸̇ 𝙸𝙸 𝐾𝑎𝑛 & 𝐺𝑜̈𝑧𝑦𝑎𝑠̧𝚤 𝑆𝑒𝑟𝑖𝑠𝑖𝑛𝑖𝑛 𝑖𝑘𝑖𝑛𝑐𝑖 𝑘𝑖𝑡𝑎𝑏𝚤𝑑𝚤𝑟 𝑣𝑒 𝑡𝑎𝑚𝑎𝑚𝑙𝑎𝑛𝑚𝚤�...
17.1K 2.2K 15
İbne Efe: Koduğumun homofobiği sikicem lan seni Homofobikpiç: Sikmekten çok sikilen biri için fazla iddialı konuşuyorsun sanki