┊❝ GİRİŞ ❞┊

132 57 40
                                    

Bütün muhteşem hikayeler hikâyeler iki şekilde başlar ; ya biri bir yolculuğa çıkar yada şehre bir yabancı gelir. ❞

~Tolstoy~
━─━────༺༻────━─━

Yabancı bir şehirde yaşama hayali, tanıdığım çoğu on sekiz  yaşındaki gencin rüyalarını süslüyordu. Oysa annemle babamın ölümünden sonra New York'dan Paris’e taşınmak, bir rüyanın gerçekleşmesinden başka her şeye benziyordu; daha çok bir kâbus gibiydi.

Nerede olduğumun hiç önemi yoktu, gerçekten fark etmezdi; çevreme karşı tamamen kör olmuştum. Eski hayatımdan kalma en ufacık hatıra kırıntılarına bile çaresizce tutunarak geçmişte yaşıyordum. Nasıl olsa hep sürecek sandığım. kıymetini bilemediğim bir hayattı o.

Annemle babam, ben ehliyetimi aldıktan sadece on gün sonra bir trafik kazasında hayatlarını kaybettiler. Bir hafta sonra Noel günü, ablam Jennifer babamın Fransa'daki anne babasının yanına taşınmak üzere ikimizin Amerika’dan ayrılmamıza karar verdi. Yaşadığım büyük şokun etkisiyle hâlâ öyle sersem gibiydim ki mücadele edip karşılık vermeye mecalim yoktu. Aslında direnmek istemememin asıl nedeni benimde New York'dan ayrılmak istemem. Anılar öyle üzerime geliyordu ki bazen nefes alamadığımı hissediyorum. Evin her köşesi bana acıdan başka bir şey vermeyen anılarla dolu. Her köşede annem ve babam var, her duvarda onlardan bir fotoğraf.

Ocak ayında taşındık. Kimse bizden hemen okula dönmemizi beklemiyordu. Bizde günlerimizi kendi bildiğimiz yolla, çaresizce bu durumun üstesinden gelmeye çalışarak geçirdik. Ablam, yaz tatili ziyaretleri sırasında edindiği arkadaşlarıyla tekrar buluşmuştu ve çılgınlar gibi her gece onlarla dışarı çıkarak üzüntüsünü bastırmayı çalışıyordu. Bense sokağa çıkmaya korkar olmuştum. Tam bir enkaz hâline gelmiştim.

Bazı günler evden dışarı adımımı attığım oluyordu, ama en fazla caddeye kadar yürüyebiliyordum. Sonra hemen kendimi, dönüp evimize sığınmak için son sürat koşarken buluyordum. Dışarısı öyle kasvetliydi ki bir an önce içeri kaçmak istiyordum, sanki gökyüzü üstüme üstüme kapanıyormuş gibi geliyordu. Diğer zamanlarda ise kahvaltı masasına kadar yürümeye bile zar zor yetecek bir enerjiyle uyanıp sonra da günün geri kalınını acı ve hüzünle karışık bir baygınlık hâliyle yatakta geçiriyordum.

öyle ki sonunda babaannem ve dedem, yazlık evlerine gidip orada birkaç ay geçirmenin bizim için iyi olacağında karar kılmışlardı. "Hava değişikliği iyi gelir” diyordu babaannem, ben de buna karşılık hiçbir hava değişikliği New York ile Paris arasındaki kadar dramatik olamaz diye söylenmeden edememiştim.

Ama her zamanki gibi babaannem haklıydı. İlkbaharı dışarda, açık havada geçirmek bize çok iyi gelmişti; artık o eski cıvıl cıvıl hâlimizden eser kalmamış olsa bile haziran sonu itibarıyla Paris’e ve “gerçek hayata" dönebilecek kadar ayakta durur hâle gelmiştik. Tabii o saatten sonra bir daha hayata “gerçek” denebilirse... En azından, her şeye yeni baştan başlayacağım yer, sevdiğim bir yerdi.

Haziranda Paris’ten başka bulunmak isteyeceğim bir yer olamaz. Bebekliğimden beri her yazı burada geçirmiş olmama rağmen, hâlâ ne zaman yaz mevsiminde Paris sokaklarında yürüsem şehrin o canlı ve hareketli görüntüsü beni her seferinde etkisi altına almıştır. Bu şehirde ışık diğer her yerdekinden farklıdır. Tıpkı peri masallarından öylece çekilip alınmış sihirli bir değneğin ucundan dökülen pınltılar gibi size pekâlâ her an her şeyin olabileceği ve buna hiç de şaşırmayacağınız hissini verir.

Oysa bu kez farklıydı. Paris her zaman olduğu gibiydi, ama ben değişmiştim. Şehrin ışıl ışıl parlayan havası bile, tenime sanki zamkla yapıştırılmış gibi nüfuz ettiğini hissettiğim o karanlık örtüyü delip geçemiyordu. Paris'in bir diğer adı da “Işıklar Şehri'dir". Benim içinse Paris, âdeta bir “karanlıklar şehri" olup çıkmıştı.

GERİ DÖNEN Όπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα