┊❝ OYUN BİTTİ ❞┊

25 16 32
                                    

Vücudum artık zihnimle olan bağlantısını yitirmiş gibiydi. Ayağa kalktım ve hayalete doğru yürüdüm. Ya kütüphanede halüsinasyon görüyorum ya da önümde duran adam bir hortlak, diye düşündüm. Her iki açıklama da Jules'un koskoca metro Treni ile kafa kafaya çarpıştıktan sonra tek parça hâlinde kurtulmakla kalmayıp üstüne bir de hiç yara almamış olması ihtimalinden çok daha gerçekçi gözüküyordu.

Bir iki metre kadar yanına yaklaştığım zaman geldiğimi fark etti, bir an için ne yapacağını bilemezmiş gibi duraksadı. Sonra yüzünde bomboş bir ifadeyle bana doğru döndü.

"Jules!" dedim hemen, heyecanla.

"Merhaba," dedi o da gayet sakin. "Sizi tanıyor muyum?"

"Jules, benim Rose. Vincent'la beraber atölyene gelmiştik hatırladın mı? Sonra seni o gün; kazanın olduğu gün metro istasyonunda görmüştüm."

Boş yüz ifadesinin yerini rahat, sıradan bir ifade aldı. "Üzgünüm, ama beni biriyle karıştırdınız sanırım. Benim ismim Thomas ve Vincent adında kimseyi de tanımıyorum."

Thomas'mış , sen onu külahıma anlat, diye düşünürken onu tutup adamakıllı şöyle bir sarsmak istedim. "Jules. Sen oluğunu biliyorum. O korkunç kazayı geçireli daha şurada ne kadar oldu, bir aydan biraz fazla mı?"

Üzgünüm , der gibi başını iki tarafa sallayıp omuz silkti.

"Jules, bana neler olduğunu söylemek zorundasın."

"Dinle, neydi, Rose? Neden bahsettiğin hakkında en ufak bir fikrim bile yok, ama istersen seni şu banka götürüp oturmana yardımcı olayım. Herhalde sinirlerin çok gerilmiş ya da hırpalanmış." Beni dirseğimden tuttu ve banklara doğru geri götürmeye yeltendi.

Kolumu sertçe silkerek çektim ve yumruklarımı sıkarak tam karşısına geçtim. "Sen olduğunu biliyorum. Ben deli değilim. Neler döndüğü hakkında hiçbir fikrim yok. Ama Vincent'ı senin ölümünü umursamayıp kaçtığı için kalpsiz olmakla suçladım. Şimdi birde bakıyorum ki hayattasın."

Sesinin gitgide yükselmekte olduğunu ancak güvenlik görevinin bize doğru meylettiğini görünce fark ettim. Jules'a gözü dönmüş gibi hırsla, hiddetli bir bakış fırlattım; durumdan bihaber olan adam yürüyerek yanımıza geldi ve "Bir sorun mu var burada?" diye sordu.

Jules sakin sakin güvenlik görevlisinin gözlerinin içine bakarak "Sorun yok, efendim. Beni birisiyle karıştırmış herhalde.'"

"Kanştırmadım!" Solumamdan resmen tıslama sesi çıktı. Sonra yanlarndan ayrılıp çabuk adımlarla çıkışa yürüdüm. Arkama dönüp Jules'un da güvenlik görevlisinin de hâlâ bana baktıklarını görünce kendimi bir çırpıda müzenin dışına attım ve yürüyen merdivenlerden koşar adımlarla indim.

Gidebileceğim bir tek yer vardı.

Bizim mahalleye geri dönüşteki tren yolculuğu hiç bitmek tükenmek bilmeyecekmiş gibi geldi, ama sonunda kendimi metronun merdivenlerinden, batmakta olan güneşin ışığına doğru ve oradan da Vincent'ın evine son hız koşarken buluverdim. Üzüm asmaları sarkan büyük duvarın önünde durup kapı zilini çaldım. Tepemde bir ışık yandı, yukarı, güvenlik kamerasına baktım,

"Qni?' diye sordu birkaç saniye sonra bir ses.

"Ben Rose. Ben..." bir an için cesaretimi kaybedip duraksadım. Ama Vincent'a son söylediğim sözlerdeki gaddarlığı anımsayarak yeni bir kararlılıkla konuşmaya devam ettim. "Ben Vincent'ın bir arkadaşıyım."

"Evde değil." Tuş takımının en altındaki minik hoparlörden gelen erkek sesi metalik bir hışırdamayla çıkmıştı.

"Kendisiyle konuşmam lazım. Bir mesaj bırakamaz mıyım?"

GERİ DÖNEN जहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें