Hayalet kız, cep problem ve v...

By sayonararara

63.6K 8.7K 7.6K

Öldüm. Ve gözlerimi açtığımda bir çocuk taciriydim. "E ebesinin a-" ~ Daha önce hiç öldükten sonra yeni bir h... More

1》Hayalet kız olmanın getirileri
C sınıfı kötü adamların öğretileri
Azılı seri katil farelerin katilleri
Kalpten daha önemli şeylerin hırsızlığı
Çaldığım çocukların dosyaları
Müge Anlı çağırma çemberleri
Tatlı küçük turtalı Josef'in hediyeleri
Babamın pasta yapamamasının tüm sonuçları
Antik mısırdaki satanist atalarımın laneti
Murphy'nin Kiti olmama izin vermediği bir dünya
Tarihteki en berbat şovun patlayan yıldızı ve büyülü patatesler
Level 40 haydut vs level 1 profesyonel yalancı
Çalınan malın geri alınamadığı sözleşmelerin ihlali
Bir zamanlar fakir ama gurursuz bir genç vardı
Şeytanın ayağından pabucunu çalanlar
Az gidince uz gidilemeyen bir yolculuk
Linda Hanım'ın geçmişinden kareler
Bela geliyorum diyebilir ama saatini söylemez
Aç kurtlar sofrasına bırakılan kuzu şiş
Beyaz atlı prenslerin sahneye girişi
Her elanın bir bela olduğu teorisi
Binbir gibi hissettiren bir gecenin sabahı
Pek de açık olmayan bir artırma
Mal bulanındır diyenlerin hesaba katmadığı her şey
Niyetlerin amellere göre olmadığı istisnalar
Sözün bittiği kavşaktan 3. çıkış
Uzun ince yolun sonundaki uçurum
Sahipsiz evlerdeki davetsiz misafirler
Her masaldaki lanetli ormanın açık adresi
Uyananlar ve yananlar
Bahtsızlar ve tahtsızlar
⋘ 1. partın sonu ⋙
Röportaj
2》Unutulunca geçenler hatırlanınca geçirirler
Evdeki bulgurun bağlı olduğu kritik kararlar
Sadece hikâyemi biliyorsun adımı değil
Doğru söyleyenin onuncu köyde başlattığı isyan
Misafir ruhlar ve kiracı bedenler
Tarihin ilk nihilist feministi ve düzenin fedaileri
Krallar, kurallar ve kumrallar
Tesadüfler tecessüsleri doğurur
Bazı haklar helal edilmez
Bazı yüzleşmeler yüzsüz gerçekleşirler
Bütün iyi insanlar delidir
Ser verip sırrı peşin yollayanların yolu
Peşin verilen sırların gizli ödenen taksitleri
Kraliçeler ile tanışmanın en sıcak noktası
Okeye dördüncülerin ve nikâha beşincilerin masası
Zuhur eden zehirler ve zamazingolar
Melekler, şeytanlar ve boş gelip boş gidenler
Ay ışığının sefası mı yoksa cefası mı?
Oysa herkes dolandırır sevdiğini
Bazı kabuslar uyandığınızda başlar
Eyşan'lar ölmez şekil değiştirir
Bayan Mokoko ve şeytani ikizi
Lara'nın günahkar vedası
Atla aşağı Rapunzel, takla da at
Sahtelerin ardındaki gerçekler
Altın kafesteki materyalist bülbül
Salata, Brütüs ve meyve bıçağı
Ölümcül oyunlar ve ölümlü oyuncaklar
Solucan sarrafı Berkecan'ların deforme soyu
Dost bildiğin tostlar bol kaşarlı çıkarlar
3》Tanrının evine bekçidir dolandırıcılar
Küçük insanlar ve büyük aksaklıklar
Vadeli sırların son taksitleri
Tehlike göbek adımız değil alın yazımızdı
İntikam müessesenin ikramıdır
Sır perdesi belki de betona bakan camdadır

İçeride yatanlar ve ayakta uyuyanlar

487 83 135
By sayonararara

Helööö bayram şekeriniz geldi! Türk milletinin hepsinin a... ramazan bayramı mübarek olsun. Bayramınızı enişten dileklerimle kutlarım😍🙏🏻 Anca üçüncü gününe gelebildim ama 3 iyidir zaten.

Bu bölümü özellikle muhterem bir kişilik olmak için hazırlık yaptığım bayram gezmesinden yazıyorum. Sırf muhafazakar baba tarafım için ojemi sildim, tırnağımı kestim ve en mülayim kıyafetlerimi giydimsowpwplsps salonda geçen hiçbir siyaset konuşmasına girmedim, bu bayram gerçekleşecek her gereksiz tartışmadan kaçınacağım geçen bayramki etekli şovumdan sonra çileden çıkaracak bir yorum almama neden olabilecek her şeyin boşa zaman kaybı ile sonuçlanacağını anladım çünkü. Enerjimi başka tartışmalara ve başka kişilere ayırıyorum. İç ve dış kılık değiştirmemi hallettiğim için kafam rahat. Evet sadece görünüş olarak da değil genel olarak başka bir karaktere dönüştüm. Her -5 IQ'dan çıkma düşünceye he diyip geçiyorum hayat bu be.

Neyse baba tarafı bayram evinden devam edelim, tüm kadınlar balkona geçince konuşurken eltiler birlik oldu görümceyi öyle bir çekiştirdi ki üfff bir yıllık dedikodu günahımı bayramın ilk günü kullandım. Ama fena bir şey görseniz tüm sülale elden geçirildi ya canım yengelerim ♡ Baba tarafı kadınları ile mutfakta yapılan dedikodu>>>  Ayrıca bu kadınlar baba tarafımın erkek olan tarafından daha zekiler gerçekten mantıklı konuştuğumu fark edince sessizce kabullenebiliyorlar. Baba tarafı bayram ziyaretimden daha ne kritik yapsam acaba? Ah 4 yıldır görmediğim kuzenimle tanıştım. Tanıştım diyorum çünkü tanımadık birbirimizi. İyi insanmış ama he sohbeti sarıyormuş.

Neyse şu an daha fazla kimseye çay koymamak için bir köşeye çekildim bu bölümü yazdım. Amcamlar kendileri kalkıp çay koysun aw kolları mı yok bunların? Çayı bile niye kalkıp ben koyuyorum? Üstelik çay koymam için ta balkondan çağırdılar beni. Kendilerine çay koysalar yemin ediyorum daha az efor harcarlar. Zaten bilerek döktüm 🤗 Talihsiz bir kazaydı, hepsi öğleden sonra ıslak pantolonla gezmek zorunda kaldı. Gerçekten orada oturup küçük bir feminist başkaldırışında bulunacaktım ama... Uğraşmaya değmez. Bir maymunla yarışa girerseniz kaybedersiniz çünkü maymun neden yarıştığını bile anlamazken masadan kalkıp muzu bulduğunda kendini kazanmış sayar ama siz ona aslında satranç oynadığınızı anlatamazsınız kapiş?

Nerede o eski bayramlar ama değil mi?

(Dip not: Bazen acaba erkeklerden nefret ediyor gibi mi konuşuyorum acaba? Birkaç okuyucusu olan bir yazar olarak ben de kendimi bir kitlenin yöneticisi sayarsam yanlış yönlendirmek istemem sizleri. Ben genel olarak herkesten nefret ederim. Erkek nefretim yok yani. Hatta hayatımdaki nefret ettiğim insanları bir daire grafiğinde göstersem 300 derecesini kızlara ayırırım. Belli bir sınıfa nefretim yok. Erkekler, vejetaryenler, müezzinler ya da fransızlar örneğin... Saygısız, cahil, ön yargılı ve toplumun süregelen kalıplaşmış düşüncelerini bir kez olsun sorgulamadan benimsemiş insanlara nefretim var. Başkalarına saygı duymayan kimseye saygı duymuyorum.)

♡♡♡♡♡♧♡●○■°■♡♧♡♤■♡□♡♡

Ve tam da bundan sonra mantıklı hareket edeceğimi söylemiştim değil mi?

Şu an yerdeki fare ile ölümcül bir bakışma içindeyim. Gözlerini ilk kaçıran kuru ekmek parçasından vazgeçmek zorunda kalacak. Burada sadece bir tane kazanan-

Koğuş arkadaşım biz amansız bir mücadelenin içinde değilmişiz gibi yere uzandı ve yeni getirilen ekmek parçasını aldığı gibi ağzına attı.

Ama ama...

Fare ile ikimiz de bu beklenmedik atak ile kısa bir an duraksadık. Saldırı beklemediğimiz yerden gelmişti. Üstelik tam da bu bölgede üstünlük savaşının ortasındaydık!

Tamam şimdi biraz geri gidip olanları açıklamam gerekiyor. Ama bilirsiniz hep ne oldum değil ne olacağım demeli bu yüzden birkaç saat öncesinin çok da bir önemi yok. Efendim? Bunu kendi başarısızlığımı örtmek için mi söylüyorum? Alakası yok!

Tam olarak ne oldu? Batırdım. Öyle fena batırdım ki bana ufacık da olsa bir hoşgörüsü olduğunu düşündüğüm ve torpil geçeceğine inandığım kral beni bu zindana yollayan kişi oldu. Vini'yi savunmaya çalıştığımı anlatmaya çalışmış olsam da bir işe yaramadı. Tüm yalan becerilerimi kullandığım hâlde!

Karşımda kraliçe vardı ve açıklamam ne olursa olsun onun sözüne biat edilecekti. Üstelik bu olanları Vini'ye haber vermeme de izin vermediler! Vini olsa bir şekilde beni kurtarır ama tek başımayım. En azından hâlâ yaşıyorum değil mi?
Haha. (Bu gülme ironiydi yalnız.)

Başıma ne geleceğine dair hiçbir fikrim yok. Belki de yarın beni idam edecekler. Etmezler değil mi? Hay, ben şu dilimi s...

"Evlât sen neden buraya düştün?" Benim de rızkımı gocunmadan yiyen saçı sakalı birbirine karışmış amcaya bir bakış attım. Buradaki tek kişi o olmasa ekmeğimi yediği için trip atacak ya da ona dayılanacak cesarete sahip olabilirdim lakin ikisine de sahip değildim. Zaten tekrar düşününce yerdeki ekmeği yeme düşüncesi midemi kaldırmıştı.

"Biraz aksilik yaşandı. Şimdi buradayım işte. Sen?" Anlatmaya üşendiğimden sorusunu geçiştirdim. Özellikle prenslere ve prenseslere laf soktuğum için buraya düştüğümü anlatmaktan kaçınmıyordum. Sadece üşengeçlik...

İç çekti. "Kader mahkûmuyum." Böyle diyenler de hep cinnet geçirip birilerini doğrayanlar oluyor genelde. Ona şüpheli bir yandan bakış fırlattım. Criminal offensive side eye*...

Sinirini bozarsam beni de doğramaz değil mi? Kucağına kadar uzanan sakalı ile tam da ermiş tipi vardı halbuki. Her an bana hayatımı tamamen değiştirecek bir nasihat verebilirmiş gibi duruyor. Zaten buna çok ihtiyacım var! Normal zamanlarda aklımı kullanabiliyor olsaydım o çocuklara öyle bir tavır sergilemezdim. Elbette sözlerimde ileri gittim, kim olduklarını bilmeden aptallık ettim. O an doğru düzgün düşünemiyordum! Vini bir prensken ona zorbalık yapanların da en az bir prens seviyesinde olması gerekiyordu. Biraz düşünsem bunu görürdüm. Ancak bilmek neyi değiştirirdi ki? O an o çocukların kim olduğu umrumda değildi. Vini'ye öyle davranmaları o kadar sinirlendirdi ki kendimi kaybettim. Bir kraliçenin çocuğu olsun ya da olmasın, gözüm dönmüştü. Normalde böyle davranmam. Galiba...

Omuzlarımı düşürerek koğuş arkadaşıma döndüm. Belki de onunla konuşmayı deneyebilirdim. Ama kesinlikle konuşma denememi buraya düşme nedeninden yana kullanmayacağım. Başka bir şey gerek...

"Hey, şeytanlar hakkında ne biliyorsun?" Açıkçası ben de aniden ağzımdan böyle bir şeyin çıkmasını beklemiyordum. Aslında adama başka bir şeyi sormayı düşünüyordum ama zihnimi meşgul eden meseleler oldukça fazla olduğundan bazen böyle karışıklıklar yaşanıyordu işte. Yaşlı adamla oturduk ve bu rastgele soruma şaşırdık. Nereden çıktı ki şimdi bu? Gerçi geldiği yerden bundan daha çok var.

"Şeytanlar mı? Bunu her yerde konuşmasan iyi olur." Sesine gizemli bir ton katıp bir de üstüne çevreyi kontrol ettiğinde kendimi gerçekten nihai amacını sonunda öğrenecek olan bir keşiş gibi hissettim. Aslında hayır sadece İsmi lazım değil, kim olduğunu bilirsin sen 'Voldemort'un arkasından konuşuyor gibi hissettim. Çünkü amcanın bakışlarından gizli gizli söyleyecek bir şeyleri olduğu belliydi. Öksürerek söze girdiğinde beni yanıltmadı da. Hevesle öne eğildim ve ona daha da yaklaştım.

"Onlar... En kirli zihin oyunlarının mutlak kazananıdır." Birkaç saniye tepkisizce ona baktım.

Amca... Amca şimdi bu ne demek oluyor? Nasihat kitabının altın kurallarında birinci madde: hiçbir şeyi açık söylemeyin. Bırakın millet düşüne düşüne kafayı yesin. Hele kehanet falan veriyorsanız aman ha! Sakın doğruca bir mesaj vermeyin. Oturalım Divan Edebiyatındaki arapça gazelleri çözümler gibi gizli mesajı çözümleyelim.

"Tehlikelidir. Şeytanlar çok tehlikelidir çünkü sen ne olduğunu anlayamadan zihnini kendi belirledikleri sınırlara hapsederler. Gerçekle oynayabilen tek yalan onların büyüsüdür." Fısıldayarak bana gizli gizli bir şeyler anlatan amcaya baktım. Neden bu kadar moda girmişti ki? Ne gerek var bu ucuz sembolik mesajlara? Sence durup bunu anlayacak kadar zeki olsaydım burada mı olurdum?

Bak benim asabım bozuldu. Ben de hevesle öne eğilmiş bir şey bekliyorum. Kıssalardan hisseler ya da bilmecelerden seçmeler değil!

"Biraz salağa anlatır gibi anlatır mısın? Anlamadım çünkü böyle şifreli olunca." Açık açık söylemesini umarak ona baktığımda o da öne eğildi. İkimiz de öne eğilmiş ortada fısıldaşıyorduk şimdi. Zaten tuvalet kabini boyutundaki zindanda böyle şeylere gerek de yoktu işte ama anın aksiyonu başımıza vurmuştu.

"Neden buradayım biliyor musun?" Ben nereden bileyim be?

Hâlâ fısıldayarak sesine gizemli bir tutum katarken 'kehaneti veren ermiş ak sakallı dede' tavırlarına devam etti. Ben ise dikkatimi gözlerine vermeye çalışıyordum ama bakışlarım sürekli ağzına kayıyordu. Tam ortadaki sararmış ön dişi dikkatimi dağıtıyordu. Mesela neden çevresindeki dişler değil de sadece öndeki sararmıştı?

"Kara büyüye bulaştım." Gözlerim irileşti.

Kara büyü mü?

Ayrıca bu adamın dişleri ne kadar yamuk!

"Üzerimde yasaklanan büyünün izine rastladılar. Bu sana kara büyünün ne kadar korkutucu olduğunu göstermeye yeter mi? Büyünün kendisini bile bulmadılar ancak artığı buraya düşmeme yetti." Şeytanlar hakkında bildiğim birkaç şey vardı. Onlarla anlaşma yapanların kara büyü kullanabildiğini biliyordum. Yani bu adam bir şeytanla anlaşma mı yapmıştı? O kadar şaşırmıştım ki bakışlarımı ağzından çekip gözlerine çevirdim. Bana oldukça ciddi bakıyordu. Göz göze geldiğimizde bakışlarımda ne gördü bilmiyorum ama kafasını salladı onaylayarak.

"Ancak aptallık bende. Acele edip tüm izleri silmem gerekirdi." Elini ceketinin cebine atıp bir şey çıkardı. "Şunu görüyor musun?" Boş bir kutu. "Bunlardan onlarcası vardı ama bir tane bile yeterli olurdu. Zamanında izleri silemedim." Elinde tuttuğu küçük tüp boştu ama sallamasıyla içindeki tuhaf parıltıları fark ettim. "Melek kanı." Dedi sanki ne düşündüğümü anlamış gibi. Ne düşündüğümü ben bile anlayamazken bu oldukça iddialıydı. Neden oturmuş bana bunları anlatıyor anlamasam da kafamı sallayıp ciddiyetle dinlemeye devam ettim. Sanırım tahmin edemeyeceğim kadar uzun süredir buradaydı ve fareler ona pek de muhabbet ortağı olamamıştı.

"Sadece zehri dökmeye odaklanırsan buharın sindiği duvarı gözden kaçırırsın. İzleri silmen gerekir." Yine şifreli konuşmaya geçtiğinde gözlerimi devirdim. Çocukken şair olmak istemiş de 'Boş ver yeğenim oku, oku da memur ol.' demişler gibi edebi sanatların hepsine başvurarak imgelerle cümleler atıyordu ortaya.

Tamam aslında o kadar da şifreli konuşmuyor ama beynimi biraz olsun çalıştırıp yoracağım kendimi diye ödüm kopuyor.

Zehir derken büyüden mi bahsediyordu? Yani büyü, uygulanan kişi kadar kullanan kişide de mi iz bırakıyordu? Sarımsak gibi sadece bıçakta değil elinde, ağzında ve odasında bile kokusu mu kalıyordu? Olay bu muydu? Eğer buysa neden direkt dememişti ya sabır! Anlamadığım şey bu işte. Direkt ana fikri vermek yerine beni yoruyor.

"Yalnızca melek kanı kara büyünün izlerini yok eder. Dikkat et. Senin de üstüne sinmiş." Ben hâlâ önceki bilmecesini çözümlemeye çalışırken daha beter bir şey ortaya attı.

"Ne?" Ağzımdan kaçan ufak çaplı çığlık ile neredeyse şaşkınlıktan düşüp bayılacaktım.

"Merak etme benim dışımda kimse fark edemez. Bu içinde gizlenmiş. Zehri ciğerlerine çekmişsin." Ya sen ne diyorsun ya!

"Anlamadım? Üzerimde kara büyü izinin olduğunu mu söylüyorsun?" Bir yaşıma daha girdim galiba. Ben ne ara kara büyüye bulaştım? Geçen şarkı söylerken yakalanmıştım yoksa cidden bilmeden büyü mü yapmıştım? Eyvahlar olsun! Anca benim başıma gelir zaten böyle şeyler. Lisede de arapça kopya yazmaya çalışırken cin çağırmıştım. Zaten o günden sonra kopyalarımda ingilizceyi kullanmıştım.

"Üstünde değil içinde. Bu yüzden daha kimse fark etmemiş." İçimde? Kafamı eğip göğsüme baktım istemsizce. Belki de insan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçeği görebilirdi. İçimde büyü mü var?

Neredeyse kafam ağrıyacaktı ama biraz daha beynimi kullandım. Bugün yaptığı mesainin ödülünü verecektim elbet.

Büyü yapmadım ama içimde kara büyünün izi olduğunu söylüyor. Kara büyünün kullanılan kişide de iz bıraktığı düşünülürse... Ben nasıl kara büyü ile içli dışlı oldum? Bu...

"İris zehri! Birkaç gün önce zehirlenmiştim. Onunla ilgisi olabilir mi?" Hayretle bana baktı.

Kara büyü kullanmadığıma göre kullanılan kişi bendim. Bunu mu demek istemişti?

"İlk defa iristen sonra sağ kalabilen bir insan görüyorum." Durumum ilgisini çekmiş olacak ki gözleri parladı. "Panzehiri nasıl buldun? Söylesene zehirlendikten sonra nasıl hissettin? Ne zaman bilincini kaybetmeye başladın? Koku ve tat duyuların yerinde miydi? Bir acı duyuyor muydun? Vücudun yanmaya başladı mı? Damarlarındaki kanın kaynadığını hissettin mi? Panzehiri ne zaman aldın? Zehri benden alınan şeytan kanı ile mi oluşturdun? Nu-" Nefes almadan konuşmaya devam ediyordu ki duyduklarımla kaşlarımı çattım.

"Bekle, ne? Senden alınan mı?" Onu bölüşümle rahatsızca kıpırdandı.

"Bu çevrede benden başka satıcı bulamazlar. Yüksek ihtimalle benden alındığını düşündüm. Yakın bir zamanda oldukça iyi bir fiyata şeytan kanı sattığımı hatırlıyorum." Gözlerim büyüdü.

Bu çevrede başka satıcı tanımıyorsa dediği gibi muhtemelen ondan alınmıştı. Şeytan kanı... İris zehri... Ben...

"Ben zehirlendim. Senin yüzünden." Kafamda birleşen parçalarla hayretle ona baktım. Zehirlenmeme doğrudan ya da dolaylı sebep olan adam karşımdaydı. Hızla ayağa fırladım ve onun yakasına yapıştım. Daha doğrusu omuzlarına tutunup onu sarsmaya başladım.

"Kim? Kim aldı? Şeytan kanını kime sattın?" Gerçekten zehirlendim üstelik kaynağını bu adam verdi. Öyleyse kim beni zehirledi? Neden zehirledi?

"Söyleyemem." Kafasını iki yana sallayıp elimden kurtulmaya çalıştı. Ne diyor bu adam?

"Ne demek söyleyemem? Senin yüzünden zehirlendim!" Çıldırmış gibi onu sarsmaya devam ettim.

"İstesem de söyleyemem. Müşterilerim her zaman kimliklerini gizler." Durup dediklerini tartarcasına ona baktım. Yalan mı söylüyordu, yoksa...

"Nasıl- maskeyle mi?" Kafasıyla beni onayladı.

Aragon sayesinde bildiğim bir şey de ses değiştiren ve yüzü gizleyen maskelerdi. Öyle biri gelip aldıysa kim olduğunu anlayamaması normaldi.

"Dikkatini çeken bir şey oldu mu? Kadın mıydı erkek miydi?" Boyundan ve hatlarından az çok cinsiyetini anlayamaz mıyız? Bu şüpheli sayısını yarıya indirir. Doğrusu daha ortada şüpheliler listem bile yok ama...

"Erkekti." Erkek miydi?

Kraliçeler ile masada oturduğum gün zehirlenmiştim. Kesin olmasa da kraliçelerden biri olma ihtimali yüksekti. Koskoca kraliçenin bizzat zehir almaya gidip kendini riske atmayacağı da ortada. Onun bir astı da olabilir. Yani kraliçelerden birinin erkek bir çalışanı ya da... Gizli bir görevli olabilir mi? Sadece kirli işleri için çalıştırdığı birisi... İstesem de o kişiyi bulamam. Bulsam da bulmasam da ne önemi var ki? Kraliçe'nin karşısında hiç şansım yok. Belki kraliçelerle bir alakası bile yoktur. Hiçbir fikrim yok.

Ben düşüncelere kapılmış giderken konuşarak beni gerçekliğe döndürdü.

"Yine de dış görünüşün seni yanıltmasına izin verme. Gözlerine inanmamalısın çünkü en kolay onlar yanılır." Konuştu küçük prens. Benimse yine tepemin tası attı.

"Sana da şifrene de başlayacağım ha! Açık açık söylesene! Niye havalı gözükmek için tuhaf cümleler kuruyorsun?" Güldü. Sanki bu halim komikmiş gibi güldü!

Sakinleşmek için ellerim saçımda küçük yerde bir tur attım. İşe yaradığı söylenemez. Tekrar konuşmaya başladığında baygın bakışlarımı ona çevirdim.

"Hiçbir şey bilmiyorsun. Mümkün olabilecek hiçbir şeyi bilmiyorsun." Gözlerimi kırpıştırdım. Bu da ne demek şimdi?

"Başlangıç ve bitiş noktası olmana rağmen tek bilmeyen sensin." Bu sefer şaşkınlığını seslice gösterdim.

"Ne?" Bu amca aniden ne dökmeye başladı ortaya? 50 bölüm sonrasının spoilerını almış okuyucu gibiyim. Neyden bahsettiğine dair hiçbir fikrim yok ama kesinlikle bir şeyler oluyor. Kafam o kadar allak bullak oldu ki şu an! Az önce şifreli konuştuğunu söylemiştim ama 'asıl şifreyi gör sen' diyerek her cümlesinde seviyeyi daha da yükseltiyor anlaşılan!

Kafa karışıklığı içinde amcaya bakmaya devam ederken zindanın bulunduğu koridora açılan kapıdan önce tıkırtı sesleri geldi. Demir gıcırtısından eski, paslı kapının açıldığı ortadaydı. Biri geliyordu. O da fark etmiş olacak ki sanki birileri engel olmadan söylemeyi kafasına koyduğu her şeyi söylemek zorundaymış gibi sözlerine devam etti.

"Gerçeğin yansıması gökyüzünde kırılır, yalnızca gölgesi yeryüzüne düşer." Gülerek kafasını iki yana salladı. Demek artık tamamen rastgele ilerliyordu. Ne bu kutsal mâni falan mı?

"Karanlıkta kalan her şey kendine aldatıcı bir kılıf diker." Anahtar kelimeleri ortaya fırlat ama gerisi önemli değil yani? Sırayla bile gitmiyor ki! Ne ara bu konuya geçtik?  Bihter neyi itiraf edecek Firdevs Hanım? Bunun Behlül'le ne ilgisi var?

"Işık apaçık gölgede tutunamaz bu yüzden çağrılır müritler." İflas eden beynimle sessizce onu izliyordum artık. Varsın konuşsun.

Diyeceğini demiş gibi sırıtarak arkasına yaslandığında nefes vererek omuzlarımı düşürdüm.

Anlaşılan şimdi sıra bende.

"Dinle." Ona yaklaşarak dostane bir tavırla elimi pis omzuna koydum. Üstündeki bu paçavrayı ne zaman yıkadığını düşünmek bile istemiyorum. Benden daha eski görünüyor. Yine de yüzümü buruşturmadan bilge bir tavırla sözlerime devam ettim.

"Zamanın birinde işlediği bir suçtan dolayı bir adam kralın huzuruna getirilmiş. Adamı dinleyen kral kendisine son bir şans verebileceğini söyleyerek bir kapı göstermiş. 'Bu kapıdan gir, bir süre sonra karşına iki yol çıkacak. Yolun birisi kurtuluşa diğeri ölüme çıkıyor. Bu yolların önünde iki muhafız var: bir tanesi ölse dahi doğru, diğeri ise ölse dahi yalan söyler. İkisinden birine tek bir soru sorma şansın var.' der ve adamı yollar. Adam karşısına çıkan muhafızlardan birisine bir soru sorar ve aldığı yanıt üzerine kurtuluş yolunu bulur.  Sence adam ne sordu?" Kısık bir sesle konuşmayı bitirdiğimde yakınımdaki yüzünü izledim ilgiyle.

Önce hiçbir tepki göstermedi ve kaşlarını çatarak dediklerimi düşünmeye başladı. Daha sonra kaşları yay gibi gerildi ve gözlerini bana çevirdi. Göz göze geldiğimizde kaşları tekrar çatıldı.

"Bu neydi şimdi?" Tam bu sırada zindanımızın kapısı açıldı ve benim adım pis duvarlarda yankılandı. Beni çağırıyorlardı.

Sırıtarak kapıya ilerlerken arkama dönüp yaşlı adama son bir bakış attım.

"Sen de bunu düşün dur pezevenk." Sadece ben mi bilmece düşünerek geçireceğim gecemi? Haha!

Yüzümdeki bozmadığım gülümsemeyle sırıtarak kapıdan çıkıyordum ki arkamdan sesini duydum.

"Seninle tanışmak bir zevkti. Veronica'ya selamımı iletirsin." Hâlâ yüzümde asılı kalan gülümsemeyle arkama dönüp cevap verecektim ki ağır kapı büyük bir gürültü ile ardımdan kapandı.

Beni almaya gelen muhafız koluma girerek çıkışa sürüklemeye başladı.

Tam da o sırada duyduklarımın ne anlama geldiğini fark etmemle şokla açılan gözlerimle arkama döndüm.

"Ne?" Ancak gittikçe kapıdan uzaklaşıyorduk. Kolumu muhafızdan kurtarmaya çalıştım. "Bekle bir saniye en heyecanlı yerinde girdin. Tam da en şok edici spoileri alıyorduk. Bekle! Ya dursana! Hemen geri döneyim ne olur! Ya bırak. Off! Amcaaa sesimi duyuyor musun? Ne demek istedin amcaaa? Veronica'yı nereden-"

"Kes sesini. Ses çıkarmaya devam edersen kafanın boynunun üzerinde kalmasını sağlayamayız." Duyduğum sesle hızla yanıma döndüm. Karanlıkların içinden bir yerden Conall çıktı. Lan senin burada ne işin var? Neler oluyor şu an?

Muhafız da beni sürüklemeyi bırakmış sessizce Conall'a selam vermişti. Conall ile kısa bir süre bakıştılar ve muhafız yanımızdan ayrıldı. Sadece bakışarak anlaşmışlardı anlaşılan.

"Neler oluyor?" Bu sefer sorumu, kolumdan tutup beni sürükleyen kişinin yerini alan Conall'a yönelttim. Onun burada ne işi vardı hiçbir fikrim yoktu. Her şey çok kısa bir süre içinde gerçekleşmişti ve olayları takip edemiyordum.

"Beni takip et." Yüzüme bile bakmadan beni geldiği karanlığın içine doğru sürüklemeye başladı. Merhaba karanlık, benim eski dostum*...

"Nereye gidiyoruz?" Ayaklarımın altındaki zemini hissetsem de gözlerim karanlıktan dolayı hiçbir şey göremiyordu. Sadece kolumdan tutan Conall'a güvenmiş boşluğa doğru adımlar atıyordum.

"Sadece sessiz olup beni takip eder misin?" Biraz sinirli gibiydi. Sinirli olması gereken kişi benken üstelik!

"Önce geri dönüp o amca-" Aniden arkasına dönüp ateş saçan gözleri ile bana baktı. Ovv...

"Sen inatla ölmek mi istiyorsun? Lanet olası o çeneni kapatıp seni kurtarmaya çalışmamıza yardımcı olacak mısın?"

"Ha?" Tam tekrar bir şeyler soracaktım ki sessizce onu takip etmenin daha mantıklı olduğuna karar verdim. Biraz sinirli duruyordu. Fark etmemiş olabilirsiniz ama biraz gergin cidden.

Tökezleye tökezleye onu takip etmeye devam ettim. Önce sarmal bir merdivenden aşağı indik. 7 kere falan düşme tehlikesi atlattım ancak Conall sağ olsun hiçbiri ciddi omurga kırıkları ile sonuçlanmadı. Ayağım bir kez daha boşluktaki bir şeye takıldığında oflayıp beni kucağına aldı. Gözlerimi kırpıştırdım.

"Sen nasıl önünü görebiliyorsun?" İç çekerek kollarında beni zıplatıp daha sıkı tuttu. O an düşmemek için benim de çaba göstermem gerektiğini fark ettim. Kollarımı boynuna sarıp beni prenses gibi taşımasına izin verdim. Babam ve doktorlarım dışında hiçbir erkek beni böyle taşımadığı için bu bir ilkti. Hastanede kanserin ağır evrelerinde inat edip tek başıma yürümeye çalıştığım çoğu seferde yeri boylardım ve kalkamazdım da. O yüzden kucakta, sedyede ya da tekerlekli sandalyede taşınmaya alışmıştım. Yine de ilk defa normal bir sebeple kucakta taşınıyorum. Pek normal olmasa da... Zifiri karanlık içinde yol almaya çalışıyor olmasak karşı da koyardım aslında. Öyle herkes beni kucağına alamaz! Hele kadın düşkünü sapıklar asla!

"Büyü ile."

"Ha? Sen büyü ile önünü görüyorsun ve sürekli düştüğüm için beni mi suçluyorsun yani?"

"Suçlamıyorum." Benimle uğraşmak istemiyor gibiydi. Sadece gideceğimiz yere ulaşmaya odaklanmıştı.

"Ofladın! Kendimi beceriksiz gibi hissediyorum senin yüzünden." En azından az kalsın hissedecektim. Sakar birisi değilim bu yüzden üzerime hakaret kabul etmiyorum. Nasıl hiçbir şey göremezken hızla sarmal merdivenlerden inmemi beklersiniz benden? Ayrıca bu adam nasıl hem beni taşıyıp hem merdivenden inebiliyor? Gerçi şaşırmamak gerekir kadınları kucağına almaya alışkın duruyor. Dur bir saniye, tehdit altında hissetmeli miyim?

"Hissetme. Sadece sessiz ol. Seni kucağımda taşıdığım için minnettar olmalısın." Az kalsın içimden geçirdiklerimi duyduğunu düşünüp kendi tükürüğümde boğulacaktım ki beceriksiz hissetmemle ilgili konuştuğunun farkına vardım. Ayrıca ne diyor bu sapık? Minnettar mı olmalıymışım?

"Sen olmalısın. Aksi takdirde beni kucağına alacak bahanen olmazdı."

"Seni kucağıma almak için bahane üretmiyorum."

"Tabii ne demezsin. Hayatında kadın eli tutmamış körpecik bir adam olduğun için hemen inandım buna." Güldü. Bana sessiz olmamı tembihlerken kendisi utanmadan duvarlarda yankılanan bir kahkahaya sebep oldu! Çifte standartın böylesi! Tamam çok komik bir kızım ama biraz çaba ya! Biraz çaba ve gayret! Tutun kendinizi.

"Çapkın olduğumu reddetmiyorum. Ama sana yürümüyorum. Zaten bunun için aklımı kaçırmış olmam gerekir."

"Ne? O ne demek? Aklı yerinde olanlar bana yürüyemez mi?" Sinirle ona baktım ama cevabını bekleyemeden geldiğimiz daha aydınlık bölüm ile dikkatimi çevreye verdim. Artık duvarlarında meşaleler olan toprak bir tüneldeydik. Buraya ne ara gelmiştik ve neden gelmiştik sorularını bir kenara bırakıp Conall'ı dürttüm.

"Beni şurada indir köle. Bu kadar yeterli." Söylediklerime göz devirerek beni yavaşça yere bıraktı. Ayaklarım üzerine indiğimde üstümdeki elbiseyi silkeledim. Beyaz, dizlerimde biten tuhaf bir parçaydı. Beni o zindana atmadan önce üstümdeki her şeyi çıkarmamı istemişler ve bunu giydirmişlerdi zorla. Kolyem dahil üzerimde hiçbir şey yoktu. Uyuduğum anda böbreklerimi alacaklar gibi hissediyordum.

Nedensiz yere kendimi elin adamına taşıtacak kadar geniş olmadığım için gözümün görebildiği yolu yürüyerek gitmeyi tercih ettim. Açıkçası hiçbir efor harcamadan kucakta ulaşım da rahattı ama daha fazla bir sapığa kendimi emanet edecek halim yok. Veronica'nın bedeni olsa dahi o kadar da delirmedim. Galiba...

Yanımda sessizce ilerleyen Conall'a küçük bir bakış attım. Harbiden biz nereye gidiyoruz?

"Nereye gidiyoruz?" Tekrar şansımı deneyip nereye gittiğimizi sormaya karar verdim. Umarım beni celladıma götürmüyordur gizli gizli. Zaten ölmemi istediğine eminim. Başka bir seçeneğim olmadığı için mecbur dediklerine uyuyorum ama endişelenmedim değil.

Sorumu duymazdan gelen Conall sessizce ilerlemeye devam etti. Gözlerimi devirdim.

"Az önce neden cevap vermedin? Ne demekti o aklım yerinde değilse cevabı?" İç çekti.

"Aklı yerinde olan kimse kralın yeni favorisine göz koymaz çünkü." Aniden ayağım tökezlediğinde ve Conall beni tutamadan yere uçtuğumda gözlerim şokla açılmıştı. Ne yere yapışmam umrumdaydı ne de bedenimdeki ağrı. Bana uzanan elini umursamadan hiddetle ayağa kalktım.

"Bu da ne demek?" Sinirle bağırdığımda bunu beklemiyor gibiydi.

"Gerçekten fark etmemiş gibi mi yapacaksın? Kral seninle ilgileniyor."

"Ondan bahsetmiyorum. Ne haddine benimle böyle konuşursun? Yeni favori falan... Sen kimsin ya? Karşında oyuncak bir bebek mi var?" Kullandığı kelimeler bana nasıl hissettirmişti! Şerefsiz.

Bu kadar hiddetlenmemi beklemiyor olacak ki geri adım attı.

"Tamam sakin, sakin. Öyle demek istemedim."

"Sözlerine dikkat et. Demek isteyeceğin şeyi farklı şekillerde de ifade edebilirsin. Benim asabımı bozacak şekilde değil!" Kral seninle ilgileniyor da diyebilirdi. Neden en berbat kelimeleri seçmişti ki? Neydim ben süs bitkisi? Oyuncak bebek? Hazine? Yeni favori ben miydim? Sikerler!

"Bu kadar asabi olmak senin zararına olur. Kral'a da mı böyle karşı geleceksin?" Öfkeyle güldüm. Hâlâ ne saçmalıyor bu?

"Bence yanlış anladığın bir şey var. Kral benimle düşündüğün kadar ilgilenmiyor. Öyle olsaydı şu an burada olmazdım." Kralın bana karşı en ufak bir ilgisi olsa beni zindana yollayan kişi o olmazdı. Conall aklını kaçırmıştı galiba. Ayrıca böyle imalar alacaksam beni zindana yollaması daha da iyiydi! Ya ceza almasaydım? Direkt resmi metres yaparlardı herhalde!

"İyi misin sen? Şu an hâlâ yaşıyorsan bunu krala borçlusun! Zindana gitmenin tek sebebi kral!" Öfkeyle soludum.

"Tamam işte ben de onu diyorum. Kim hoşlandığı kadını zindana yollar ki?"

"Hâlâ anlamıyor musun? Zindana yollamamış olsaydı darağacına yollanacaktın! Karşında bir kraliçe vardı. Üstelik Birinci Kraliçe! Kral normalde kraliçelerin işlerine burnunu sokmaz. Özellikle saray meselelerine karışmaz. Şu an araya girip Kraliçeye rağmen seni yaşatıyorsa tek sebebi seni çoktan..." Aniden susup sözlerini sonlandırdığında hayretle ona baktım.

"Beni çoktan ne?" Gözlerini kaçırdı. Israrla ona bakmayı sürdürdüğümde iç geçirip sessizce konuştu.

"Kralı reddedemezsin Revianca."

"Ne?" Cevap vermedi. Şaka mı yapıyordu? Sinirle güldüm. Conall kafayı yemiş olmalı. Sıyırmış! Deli bu adam! Sadece aşağısı ile düşündüğü için yukarıda kullanacağı bir beyin kalmamış!

"Abartıyorsun. Kim bir çocuğu ittiği için öldürülür ki? Yanılıyorsun." Kafamı iki yana salladım. Prens bile olsa mümkün değil. Öyle olsa Vini de yanımdaydı, o çocukların kim olduğunu biliyordu, bana engel olurdu. Olamasa bile daha sonrasında uyarırdı. Bana kaçma planları bulmaya başlardı!

Neymiş ölürmüşüm. Neymiş kral benimle ilgileniyormuş. Neymiş Kraliçe beni öldürecekmiş.... Hangi masalı anlatıyor bu?

"Sarayda işlerin nasıl yürüdüğünü hiç bilmiyorsun değil mi? Sadece Prens Vincent ve Prens Adrian ile vakit geçirdiğin için unutmuş olmalısın. Onların hepsi asil. İsteseler hiçbir şey yapmasan bile seni öldürtebilecek olan asiller... O mahkemede Kral'ın bir ilk yapıp kraliçenin işine karışıp seni yaşatması ne demek peki biliyor musun? Artık resmi olarak Kralın sevgilisisin." Gözlerim büyüdü.

"Saçmalama!" Conall beni umursamadan yürümeye devam etti. Yaşadığım hayretle peşine takıldım.

"Üstelik artık zorundasın. Kraliçe eline geçen her fırsatta seni öldürmek isteyecek. Bundan emin olabilirsin. Arkanda kimse yok. O mahkemeden sonra artık sarayda yalnızca kralın sevgilisi olarak yaşayabilirsin. Aslında bu bile şüpheli." Önümde ilerlerken ve aynı zamanda bana söylenirken duyduğum şeyleri sindirmeye çalışarak onu takip ediyordum. Sanki başka seçeneğim yokmuş gibi konuşuyordu.

"Giderim saraydan." Madem artık sarayda yaşatmazlardı... Öyleyse ben de çekip giderdim. Vini bile beni koruyamazsa giderdim. Vini'yi de alır giderdim! Bu sarayda birilerinin sevgilisi olarak korunmaya ihtiyacım yoktu. Hele de 4 karılı kralın...

"Kral seni bırakır mı sanıyorsun? Ne kadar erken kabullenirsen o kadar iyi. Ya burada öleceksin ya da kralın metresi olacaksın." Ha? Ne diyor bu dümbük? Neşeden uzak bir gülümsemeyle onu izledim.

"Kimsenin metresi falan olmuyorum! Delirdin mi sen?" Durup bana döndü.

"Eğer onun yeterince hoşuna gidersen 5. Kraliçe bile olabilirsin. Sana tavsiyem-" Yanağında patlayan tokatla sözlerine devam etmedi. Neden ona tokat atmıştım emin bile değildim sadece sinirden titriyordum.

"Kraliçe kıskançlığından beni öldürecek mi? Kral onu reddedersem yaşatmaz mı? Tamam! Öyle olsun! Ölürüm daha iyi!" Ne sanıyordu? Tamam diyip kaderime boyun mu eğecektim? Benim fikirlerimi bile önemsemeyen ve bana seçim şansı bırakmayan birinin oyuncağı mı olacaktım? Gururumu ayaklarımın altına alıp kralın 5. karısı mı olacaktım? Bunların hangisi ölmekten daha iyi bir seçenekti? Asıl o zaman mezarda ters dönerim be!

"Kimse bana zorla bir şey yaptıramaz. Kimsenin metresi de beşinci eşi de olmam." Onu arkamda bırakıp sinirle toprak yolda ilerlemeye devam ettim. Sonunda karşıma bir sarmal merdiven çıktığında oyalanmadan yoluma devam ettim. Arkamdan koşarak bana yetişti. Burada ışık olduğu için bir kez olsun düşmeden hızla yukarı çıkıyordum. Nereye gittiğimi de bilmiyordum ama koşarak çıkmaya devam ettim.

"Aptallık etme." Güldüm. Yine neşeden uzak bir gülüştü.

"Tam şu anda öldür beni daha iyi." Merdivenden çıkıp başka bir koridora girdim. Nereye gittiğime dair hiçbir fikrim yoktu. Önümde ağır bir kapı vardı. Ağır olduğunu da bilmiyordum aslında sadece tahmin ediyordum. İttim ama açılmadı. Evet, ağırmış.

Nasıl hızlı gitmişsem bana anca yetişen Conall nefes nefese yanıma geldi. Arkama dönüp ona baygın bakışlar attım.

"İşin ciddiyetinin farkında değilsin. Şu an korktuğun için böyle fevri kararlar veriyorsun. Saçmalama." Anın harareti ile altından kalkamayacağım büyük laflar ettiğimi mi düşünüyordu? Yanılıyordu. İsterse tüm dünya karşıma çıkıp beni zorlasın. Ben istemediğim bir şeyi yapmam. Yaptıramazlar! Ölürüm daha iyi! Ölmeyi bayılmak falan sanmıyorum! Gerekirse ölürüm! Bir kez öldüm!

"Umrumda değil. Emin ol ölümü senden daha iyi biliyorum." Bana laf anlatmak yerine bakışlarını arkamdaki kapıya çevirdi. Elini cebine atıp bir anahtar çıkardı.

"Geldik. Şu an mantıklı düşünemiyorsun. İçeride düşünmek için bolca zamanın olacak. O zaman yapman gerekeni anlarsın." Ha? Hâlâ saçmalamaya cesareti var yani?

Beni omuzlarımdan ittirdi. İçine girdiğim odaya bir bakış bile atmadan geri ona döndüm.

"Ancak şunu aklından çıkarma. O kral, istediği her şeyi alır. Kimleri karşına alacağını unutma ve aptalca şeyler yapma. Fazla toysun. Hayatının gerçek bir cehenneme dönüşmesine neden olma." Gözlerini bende gezdirip sözlerine devam etti.

"Buraya gelmeni kral istedi. Bir süre burada kal,  ortalık sakinleşene kadar. Doğru olanı yapacağına inanıyorum." Sevgili Kralcım beni daha kaliteli bir odaya sevk etmişti demek! Gözlerimi devirdim.

"Vini'ye haber ver. O beni kurtarır." Çaresiz değildim. Vini vardı. Belki Veronica ve Aragon da vardı. Hiç olmazsa ben vardım. Çaresiz değildim. Yalnız değildim. Güçsüz değildim. En kötü ihtimalle ölürdüm yine de boyun eğmezdim. Ayrıca içimden bir ses Vini'nin beni kurtaracağını söylüyordu. Vini bir şekilde kurtarırdı. Nasıl bilmiyorum ama yapardı. Zehirlendiğimde bile o tuhaf adamı çağırıp beni kurtarmıştı. Korkmuyordum.

"Vini hiçbir şey yapamaz. Anla bunu. Öleceksin. Belki de işkencelerle... Seni uyardım. Acısız yolu seçmek senin elinde." Derin bir nefes vererek ona baktım.

"Conall..." Neden hiçbir şey yapamayacağımı düşünüyordu ki? Neden benden daha umutsuzdu?

Sessizce bakıştık. Onu tekrar konuşmaya iten şey ne oldu bilmiyorum ama bana yaklaştı yavaşça.

"Tamam... Açık olacağım. Seni sevmiştim o yüzden bir iyilik yapacağım." Sesini kıstı. Bakışlarını çevrede gezdirip yeniden bana döndü. Anlamsızca onu izliyordum.

"Beni iyi dinle Revianca. Kral bizzat benden sana buraya kadar eşlik etmemi söyledi. Bir süre bu konforlu kulede kalacaktın güya... Sana müjdeli haberi vermemi de istedi. Seninle ilgileniyor... Aslında bunu onu daha çok pohpohlayarak anlatacaktım ancak yapamıyorum. Seni kandıramam. Kralın seninle ilgilendiği doğru ancak bu hiç de iyi bir haber değil. Sanki metres olursan her şey çok iyi olacakmış gibi konuşmam istendi ama... Yapamam...." Sıkıntıyla yüzüme baktı. Ne düşüneceğimi bilmeden sessizce onu dinliyordum. Evet, bir şeyler yanlıştı. Tuhaftı.

"Metres olursan muhtemelen öleceksin Revianca. Kral seni yanında istediği için öyle konuşmamı istedi. Metres olmanın en iyi seçenek olduğunu düşünmeni istedi... Ancak 4 kraliçe de acımasız avcılar olarak gözlerini sana dikti. Bir metres olarak bile yaşayamazsın. Arkanda kimse yok. Sadece kralın sevgisi ile korunamazsın. Öyle olsaydı senden önceki favori, kralın 5. karısı ölmezdi."

"Ne?" Kralın 5. Karısı mı? Ulan beşinci de mi vardı?!

"Onun da kraldan başka arkasında kimse yoktu ama kraliçeler saray hayatını cehenneme çevirdi. Her gün defalarca kez ölmeyi dileyeceği bir cehenneme... Yetmemiş gibi kral onu sadece yatak süsü olarak gördü. O Vincent ve Adrian'ın annesiydi..."

"Ne?" Aa bir dakika ikinci bir şok geliyor, okeeey.

Ben daha duyduğum şeyleri sindirememişken konuşmaya devam etti. Bugün herkes el birliği ile beni delirtmeye yemin etmiş olmalı. Herkes üstüme oynuyor arkadaş!

"Bunu sana kimse demeyecek o yüzden seni son kez uyaracağım. Kraliçeler senin şeytanların olacak ve hayatını cehenneme çevirecek. Kral ise cehennemin kralı... Tıpkı yıllar önce 5. Kraliçenin tam da bu odada dayanamayıp canına kıyması gibi... Seni de tüketecekler. Metres olman sadece daha fazla tehdit yapacak seni gözlerinde. Hele eşi olursan..."

"Revianca... Keşke elimden bir şey gelseydi. Seni sadece olacaklara hazırlayabilirim. Şimdi gitmem gerek. Merak etme Kral kendini bir tutsak gibi hissetmemen için sana burayı ayarladı. Burada güvenle ve huzurla birkaç hafta geçireceksin. Sonra seni alacak. Bu sırada kimse gelemeyecek." Son söylediklerinin içime su serpmesi mi gerekiyordu? Tuhaf tuhaf ona baktım.

Ancak başka hiçbir şey söylemedi. Sadece geri çekilip ağır kapıyı gürültüyle yüzüme kapattı. Kilitte dönen anahtarın sesi kulağıma ulaştığında öylece boşluğa bakıyordum ve...

Hayatı sorguluyordum.

♡□°■○□°■♡♧■°■°

Ta ta ta tam!

Continue Reading

You'll Also Like

69K 3.8K 29
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...
192K 8K 15
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
2.4M 76.7K 54
Babasının borcu yüzünden genç kızı alı koyan Karahan başına büyük ama tatlı bela alır... Genç kız Karahandan küçük olmasına rağmen yalnız adama eş ol...
1.8M 97.6K 49
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...