Babamın pasta yapamamasının tüm sonuçları

1.3K 217 45
                                    

"Hediyeleriniz için çok teşekkür ederim! Kesinlikle sizin için de Josef'in o tombul sevimli yanaklarını öpeceğim." Heyecanla dükkandaki kalabalığa el salladım.

"Lütfen bunu yap! Josef'in mutlu olduğundan emin ol" Neşeyle gülümseyen dükkan sahibi Durad'a baktım.

"Emin olacağım." Son bir kez daha gülümseyerek onlara bakıp koşarak uzaklaştım.

Bu kasabadakiler düşündüğümden daha enayi çıkmıştı.

Josef yalanını uydurmamın sonrasında dükkan sahibi birkaç tanıdık kişiye ve diğer dükkanlara hikayeyi anlatmış ve ne olduğunu anlayamadan 20'ye yakın kişi Josef'e hediye göndermek için sıraya girmişti.

En sonunda ise tam 8 koca kutu hediye ile dükkandan ayrılmıştım. Üstelik hiçbirine ben para vermemiştim. Aslında hazır oradayken annesinin de bunalımda olduğunu söyleyip kendim için de alışverişi aradan çıkartmayı düşünmüştüm ancak bir güne tek bir yalan yeterdi muhtemelen.

Her neyse benden öncekinin öğrenmesi gereken çok şey var. Soygun dediğin böyle olur.

Boşuna 2 sezon 'La casa de papel' izlemedik sonuçta.

Dükkanın sahibi Durad Bey'e biraz acımıştım açıkçası. 2 koca kutuyu kendisi hediye etmişti. Meslektaş benzeri olduğumuzdan mıdır bilinmez (ne de olsa ben çocuğu, o da kıyafetini satıyordu) içimde bir sempati vardı ona karşı.

En son bu kutuları tek başıma taşıyamayacağımı anlayıp bana el arabası türevi bir şey vermişlerdi. Aslında önce kendileri taşımayı teklif etmişlerdi ancak onları evin yakınına götürmek istememiştim. Kafamdan geçen senaryoların hepsi camdan tesadüf eseri kadın kıyafetleri içindeki Vini'yi görüp dehşete düştükleri, ihtimaller dahilindeki kabus gibi görüntülerle sonuçlanıyordu.

Arabayı zorlukla iterken belki de her şeyi göze alıp yardımı kabul etmem gerekiyordu diye düşünüyordum. Bu tepeyi bu arabayla nasıl aşacaktım ki? Bakışlarım önümdeki kutulara döndü. 'Hay maşallah ramazan kolisi gibi mübarek.' Karnım aç, vergilerimi ödeyemiyorum diye dilensem bir kişi bile yardım etmez. İş böyle sosyetik problemlere gelince herkes iyilik meleği kesiliyordu başımıza. Ya da ben Türkiye ile karıştırıyordum ve burada duyarlı bir halk vardı.

Her neyse zordu ama bir şekilde arabayı tepeye çıkardım çünkü ben kimseye ihtiyacı olmayan güçlü bir kadınım. Tabii bu sırada götümden bile ter akmıştı ancak bu hoş detayları kendime saklamayı tercih ederdim.

Eve ulaştığımda kapıyı çalıp 'kim o' sorusunu  beklemeye başladım ve beklediğimle kaldım.

Ah, gerçekten ama! Bu çocuk nerede kaldı böyle? Bir anahtarım bile yok!

Sinirle yerdeki paspasa bir tekme attığımda kulağıma dolan metal sesiyle şaşkınlıkla duraksadım. Kafamı çevirip yere baktığımda benimle alay edercesine bir anahtar öylece yerde güneşleniyordu. Bu evin anahtarı olamaz herhalde değil mi? Bu çok fazla olur.

Yine de 'Ya tutarsa' diyerek anahtarı aldım ve deliğe soktum. Şaşırtıcı bir şekilde kilide yerleşti ve zorlanmadan kapı açıldı. Vay be! Bugün şanslı günümde miyim?

"Ben geldiiiim." Karşılık alamadım. Yani bu normaldi. Stockholm sendromu olmayan her insan kendisini kaçıran kişiyi kapıda karşılamak yerine daha mantıklı şeyler yapardı. Mesela az biraz aklı varsa bu sürede kaçmaya çalışı- bekle bir saniye... Siktir!

"Viniiiğ! Nerdesin belasını... Nerdesin cep boy probleeğm?!" Sinirden İstanbul Türkçem kaymış görünüyordu.

Koşarak önce salona sonra mutfağa baktım ancak bulamadım. Yerini yadırgayıp bodruma inmeyecek olduğuna göre son çare yukarı bakmaya karar verdim. Hızla merdivenleri çıkarken odamdan çıkan Vini ile karşılaştım. Üzerinde hâlâ benim verdiğim gecelik vardı.

Hayalet kız, cep problem ve var olmayan babasıWhere stories live. Discover now