C sınıfı kötü adamların öğretileri

2K 186 80
                                    

Ölmeden önce atanamayan ingilizce öğretmeniydim. Bunda da gayet iyiydim, profesyonel bir şekilde atanamıyordum. Okuldan mezun olduğumda atanamamıştım, neredeyse benim dışımdaki tüm okul arkadaşlarım atandığında da ve hatta Hatice Teyzenin barajı bile geçemeyeceğini düşündüğümüz zar zor bir öğretmenliği tutturabilen sümüklü kızı atandığında bile ben hâlâ atanamamıştım.

Öğretmenlik dışında bir mesleğe ne hevesim ne de enerjim olduğundan profesyonel bir şekilde atanamadığım bu yıllarda ev paraziti olarak aileme yapışmıştım. Kan emici nuriyenin (kendisi isminin büyük harfle yazılmasını da kesme işareti almayı da hak etmiyordu) aksine milletin değil ailemin sırtından geçinen bir tek hücreli olarak biraz da olsa yüzüm vardı en azından. Kan emici nuriyeye ise sonra değineceğim, zira kendisi şu an burada olmamın sebebi olan kanser türünün insansı biçimi olma suretiyle hayatımı bana zindan edenlerin başını çekiyor.

Atanamayan öğretmenlik kariyerimi yaptığım sıralarda ki ölmesem muhtemelen doktora alırdım bu konuda, ailemin sırtından geçinmemin getirdiği utançtan olsa gerek çok fazla harcama yapamazdım. Hobilerim yoktu mesela çünkü para gerektiriyordu. Üniversiteden tanıdığım bir arkadaşımın antikalara olan tutkusu, diğerinin plak koleksiyonu öbürünün gezdiği ülkelerden magnet toplama takıntısı olsun, arkadaşlarımdan hepsinin hobileri vardı. Fakirin hobisi evde oturup para harcamamak olduğundan ben onlar gibi klas değildim. Yurdun dışını geçtim mahallenin dışını bile son 6 yılda hiç görmemiştim. Hayatı boyunca gün yüzü göremeyen benden de fazlası beklenemezdi zaten.

Hiçbir uğraşım ve hobim olmadığını, şu an içinde bulunduğum odanın ederini hesaplayamadığım için kendime olan sinirimden dolayı yüzüme vuruyorum. Benim de bir antika uğraşım olsa şu an bu üst üste yığılmış parçaların değerini biçer ona göre satabilirdim. Hatırlatın bu konuda daha sonra biraz daha hayıflanayım.

Neden bu evde odalar dolusu üst üste yığılmış rastgele antikalar olduğu sorusu da doğal olarak aklıma geldi. En kötü ihtimalle bir hırsız olmalıydım ki bu da neden işim ya da dostum olmadığını açıklardı. Ben hırsız olsam, galiba öyleydim zaten, insanlarla çok yakın olmazdım. Bu şekilde de berbat bir hırsız olurdum çünkü kasabada bir şey çalındığında sakinleri güvendikleri komşularından değil de yıllardır hayalet gibi kasabada yaşayan gündüzleri yüzünü bile göstermeyen garip benden şüphelenirdi. Yani ya berbat bir hırsızdım ya da hırsız değildim. Berbat bir hırsız olmayı hiç tercih etmediğimden diğer türlü olması için dua ettim.

Benden öncekinin ( eğer öyle biri varsa tabii) koleksiyoncu olması için bildiğim tüm duaları sıraladım. Ancak buna da çok ihtimal vermiyordum çünkü gerçekten odalar dolusu antika toplayacak kadar ciddi bir koleksiyoncu olsam, onlara bu şekilde bakmazdım. Rastgele odaya dağıtılmış, üst üste ve sıkışık koyulmuş, toz içinde bırakılmışlardı. Bu yüzden galiba üzülerek berbat bir hırsız olduğumu kabul etmek zorundayım.

Bu berbat hırsız olma konusunda o kadar uzman olmalıydım ki toz içinde odalarda oturduklarına bakılırsa çaldığım antikaları satamamıştım bile.

Profesyonel atanamayan öğretmenden uzman berbat hırsıza doğru parende atarak yön değiştiren kariyerim birkaç saniye yaşadığım farkındalıktan dolayı beni şoka uğratsa da kendime gelebilmiştim.

Leş birisi olduğumu öğrenmiştim ama hayat bir şekilde devam ediyordu. Her zaman daha kötüsünün de olduğu bu dünyada kendime yıkılma hakkı vermiyordum. Ayrıca gerçekten de berbat bir hırsız olduğumdan emin değildim. Antikaların her zaman başka bir açıklaması olabilirdi. Belki de benden önce bu dünyada ne hayalet kız ne bu ev ne de antikalar vardı. Benim gibi onlar da aniden boşlukta belirmiş olabilirlerdi.

Hayalet kız, cep problem ve var olmayan babasıKde žijí příběhy. Začni objevovat