ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

By ozcelikdilaraa

2.2M 186K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... More

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya

11.6K 1.1K 1.1K
By ozcelikdilaraa

Herkese hello ve de hello! Biraz zor bir dönem geçirdim, üzerinde çok fazla konuşmak istemiyorum. Anneannemi kaybettim ve gerçekten toparlamakta güçlük çektim. Bu sürede benim yanımda olan, desteklerini esirgemeyen orduma çok ama çok teşekkür ederim.

Bu arada ben yokken gerçekten ordu olmuşuz, milyona doğru geri sayıma başlamışız. Yeni gelen herkesi de ısırarak kucaklıyorum efendimmm. Bu bölüm herkesin beklediği o bölüm evet...

Sınırlar önce sınırlar.... 800 Yorum ve 350 oy... Geçmezseniz küserim valla küserim.

Şimdi öhöm bölümde smut içeren bir sahne var. Bazı okurlarımın o sahneleri geçtiğini biliyorum. Sahne başlangıcı * şeklinde belli. Bitişinde de yine aynı ifade var.

Bir de kitap önerim var sizeee. Benden çok öneri isteyen var, görüyorum. Kaos. isimli listeme bakabilirsiniz. Taze önerimde şu an listede en üstte duran Sude bebişimin yazdığı Khalida'nın Günleri. Bence tam sizlik öhöm smut fantastik daha ne olsun????

O halde milyonda buluşur muyuz? Sizi sonsuzluk kadar seviyorum. İmzamı sona bırakıyorum.

Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya

Düşünceler zihnimin içinde dönüp dolanıp beni uyandırdığında neler olduğunu kavramakta güçlük çektim. Nefes almakta güçlük çekiyordum, midemde korkunç bir bulantı ve rahatsız edici bir his vardı.

Endişeliydim fakat neden endişeli olduğumu hatırlayamıyordum. Zihnimin dehlizleri sanki suyla yıkanmış, şarapla kutsanmış ve beni içi boş bir kabuk halinde bırakmıştı. Kim olduğumu ya da nerede olduğumu bir an için hatırlayamadım. Fakat sonra, her şeyi hatırladım.

Onu odada görür görmez kim olduğunu anlamıştım. Daha önce defalarca onun heykelinin önünde dizlerimin üzerine çökmüş, ellerimi birleştirmiş ve ailemi kutsasın diye dua etmiştim.

Apollon.

Yardıma muhtaç olanların, hastaların, karanlıkta kalanların tanrısı. Biz ölümlü ruhların içindeki matemi hoş ninnileriyle dolduran, parlak yüzünü bizden yana dönüp ekinlerimizi kutsayan.

Apollon.

Ona hiçbir zaman gerektiği kadar inanmadığımı itiraf etmem sanırım inanmadığım gerçeğinin kendisi kadar büyük bir günah olmasa gerek. Ailemdeki herkes dindardı; belki zorlama ve içten gelerek bu yolu seçmemişlerdi ama onların ruhlarının öyle ya da böyle kurtuluşa ereceğine emindim. Bense bir günahkardım, hiçbir zaman tanrılara gerçekten inanmamış, hiçbir zaman onlar için edilmesi gereken duaları doğru düzgün hatırlayamamıştım.

Babam her sabah uyandığında ellerini göğe kaldırır, önce Titan Hellios için, ardından da Apollon için dua ederdi. Helene ve Naia daima tapınağa hediyeler götürür, civarda dilenen çocukların karınlarını doyururdu. Onların yanında, acaba bir fırsatını bulup da kaçabilir miyim diye düşünerek tapınağa gider, ben etrafı incelemeye dalmışken onlar ibadet ederdi.

Küçüklüğümden beri sorunu kendimde gördüm. Böyle olmamın bir sebebi vardı. Her neticenin bir tanrısal sebebinin bulunduğu bir ortamda ben bu bağlantıyı kurmakta güçlük çekiyordum. Bir heykelin karşısında durmak, dizlerimin üzerine çökmek bana anlamsız geliyordu. O tanrısıyla beni bunları yapmadan da duyması gerekmez miydi? Zaten çoktan içimde, ruhumun mühründe, kanımın izinde kendisine yer edinmesi gerekmez miydi?

Yine de her şeye rağmen onun heykelini defalarca gördüm bu yüzden gerçeğini gördüğümde onu tanımakta güçlük çekmedim.

Benimle konuşmuştu fakat ona bir cevap verememiştim. Kanatlarını iki yanında açmış, parlak bir ışık önce odayı sonra beni yutmuştu. Şimdiyse nerede olduğumu bile bilmiyordum.

Zihnim tüm parçaları bir araya getirip yaşananları hatırlasa da içimde hala tuhaf bir boşluk vardı. Sanki hatırlamam gereken asıl önemli şeyi hatırlamıyordum. Bir şey daha vardı ama bunu çok daha önce unutmuş, tekrar da hatırlayamamıştım.

Güneş sıcak bir şekilde tenime değip beni tamamen kendime getirirken gözlerimi açtım. Kendimi sırt üstü uzanmış, doğrudan bulutsuz göğe bakarken buldum. Ellerim iki yanımdaydı, onları hareket ettirdiğimde parmaklarım yumuşak çimenlerin arasında kayboldu.

Bir çayırlıktaydım, en azından öyle olduğumu düşünüyordum çünkü etrafta yemyeşil çimenlerden ve üzerinde bitmiş mor renkli küçük çiçeklerden başka hiçbir şey yoktu. Bir de gök vardı, parlak ve bulutsuz.

Doğrularak etrafıma baktığımda gerçekten de hiçliğin ortasındaymış gibi görünen bir çayırlıkta olduğumu anladım. Her şeyden uzaktaydım. Herkesten uzaktaydım.

Ağzım şaşkınlıkla açıldı, kendimi ayağa kalkmak için zorladım. Üzerimde bana ait olmayan uzun, yeşil bir tunik vardı. Kolumda yılan şeklinde tüm kolumu dolayacak şekilde yerleştirilmiş bir bilezik belimde ise gövdeme tam oturan kumaş bir kemer vardı.

Ayaklarım çıplaktı bu yüzden toprağı hissedebiliyordum. Kokusunu alabiliyordum. Her şey çok huzurluydu ama ben bu huzurun normal olmadığını, bir müdahale olduğunu biliyordum.

"Apollon?" Başımı kaldırıp güneşe baktım, ona seslendim fakat hiçbir yanıt alamadım. Belki bir işaret verir diye daha dikkatli bakmaya çalıştım ama gözlerim yaşarınca başka yöne bakmak zorunda kaldım.

Siktir, neredeydim ben?

Hangi yöne doğru yürümem gerektiğini bilmesem de şansımı kuzeyden yana kullandım ve sıcağın altında yürümeye başladım. Uzaklarda akan bir nehrin sesini duyabiliyordum, ona ulaşırsam en azından biraz soluklanır, ağzımdaki kuruluğu giderene kadar kana kana su içerdim.

Su sesini takip ederek kuzeye doğru yürürken bu sefer, "Rae?" diye seslendim fakat yine cevapsız bırakıldım. Burada kimsenin olmadığını hissedebiliyordum. Etraf yemyeşil ve sağlıklı çiçeklerle doluydu fakat ne yerde ne de gökte bir hayvan vardı.

Bildiğim dünyada olmadığımı anlamamak için aptal olmam gerekiyordu. Her neredeysem evden ve Rae'den çok uzaktaydım, buna emindim.

Nihayet nehri bulduğumda biraz ilerisinde ağaçlık bir alan olduğunu gördüm fakat orayı keşfetmeden önce su içmem gerekiyordu. Günlerdir su içmemişim gibi hissediyordum. Belki de gerçekten içmemiştim. Ne kadar süredir kendimde olmadığımı bilmiyordum.

Suyun kenarına çöküp hiç düşünmeden ellerimi daldırdım ve kana kana içmeye başladım. Hayatımda daha önce hiç bu kadar saf ve içimi yatıştıran bir su içtiğimi hatırlamıyordum. Dudaklarım sürekli yeni bir yudum daha arıyor, bedenim içtikçe gevşiyordu.

Suratımı ve kollarımı yıkadıktan sonra geri çekilerek ormanlık alana baktım. Yeşildi ve güneşin altında davetkar bir güzelliği vardı. Yine de içimde tuhaf bir his uyandırıyordu. Oradan hem uzak durmam gerektiğini hem de biraz daha yaklaşmam gerektiğini hissediyordum. Garip, ona yalnızca bakmak bile içimde bu iki zıt duyguyu aynı anda uyandırıyordu.

Çıplak ayaklarla bir ormana girmek mantıklı bir hareket olmasa da ben de zaten her zaman mantığıyla hareket eden bir insan olmamıştım. Sorun yoktu. Orman bana zarar verse de bununla başa çıkabilirdim.

Ayağımın altındaki çimenler dallara dönüşürken ormanın girişine ulaştım. Boydan boya, gözümün alabildiği tüm alan boyunda ağaçlar iç içe geçmiş, çayırlıkla arasına doğal bir set çekmişti. Girişi ise yalnızca iki ağacın birbirinden hafifçe ayrılmasının sonucunda oluşan oyuktan ibaretti.

İleri doğru bir adım attığında bir kadın sesi beni durdurdu. "Oradan öylece geçebileceğini mi düşünüyorsun?" Kafamı sesin geldiği yöne çevirdiğimde biraz ilerimde genç bir kadının beklediğini gördüm. "Ne tatlı."

Kadın bana doğru yürürken altın rengi tuniği zeytuni teninin üzerinde zarifçe kaydı. Bakışları da üzerine giydiği tunikle aynı renkti. Sarı gözleri dikkatli bir tavırla beni süzerken, koyu renkli dudakları memnun bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Merhaba?" Kendi sesim kulağıma yabancı gelirken kadın tam karşımda durdu. "Bana nerede olduğumu söyleyebilir misin?"

Kahkaha attığında koyu renkli saçları yüzünün önüne döküldü. "Söyleyebilirim ama söylemem." Üzerinde büyük, yakut bir yüzük olan parmağıyla ormanı işaret ederek, "Öğrenmen için hatırlaman gerekecek," dedi.

Ağaçlar davetkar bir şekilde hareketlendi, rüzgar yaprakları hafifçe okşadı. "Sen de bana eşlik edecek misin?"

Kadın gülümseyerek, "Elbette," dedi. "Bu yolu bensiz tamamlayamazsın." Ormandan içeri girmeden hemen önce bana dönerek, "Sakın peşimden ayrılma," diye uyardı. "Kaybolmanı istemem."

Tanımadığım bir kadının peşinden bir ormana girmek pek de doğru bir seçim gibi görünmese de başka bir şansımın olduğunu düşünmüyordum. Nerede olduğumu bile bilmezken elimden bu yabancı kadını takip etmekten başka bir şey gelmiyordu.

Ormanın içine girdiğimizde güneş geride kaldı, yaprakların ve dalların oluşturduğu bir koridorda, alacakaranlığın içinde yürümeye başladık. Şimdi sanki bambaşka bir diyara geçiş yapmış gibiydik.

Kadının elinde yanan bir kandil belirdiğinde derin bir nefes aldım. Onun benim gibi olmadığını, bir insan olmadığını düşünüyordum. Dalların arasında kendinden emin bir şekilde yürümesi ve duruşunun kusursuzluğu dikkate alındığında onun bir insan olmayacak kadar eşsiz olduğunu anladım.

Bir dala takılmamak için dengemi sağlamaya çalışarak, "İsmin ne?" diye sordum.

Kadının altın gözleri bir an bile kaybetmeden benimkileri buldu. "Bana Syne diyebilirsin," derken sesi şimdi daha kısık, daha mesafeliydi. "Bana bu şekilde seslenmen yeterli."

Elindeki kandili ileri doğru uzatarak yolumuzu aydınlatırken etrafa baktım, ağaçlardan başka hiçbir şey göremesem de çayırlıktaki o yalnızlık hissi artık gitmişti. Ormanın gördüklerimden çok daha fazlasını gizlediğinden emin olarak yürümeye devam ettim.

Syne bir süre sonra durdu, kandilini yukarı doğru kaldırdı. Onun neyi işaret ettiğini anlamaya çalışarak zayıf ışığın aydınlattığı ağaca baktım. Ağacın yaprakları diğerlerine oranla çok daha aşağıdaydı. Üzerine bir yük binmiş gibi dalları eğilmiş, gövdesi yamulmuştu.

Syne'nin kandili daha güçlü yanmaya başladığında ağacın gövdesine kazınmış işaretleri gördüm. "Bu ağaç," derken elini o işaretlerin üzerinde gezdirdi, huzurla iç çekti. "Aradığımız ağaçlardan ilki bu."

"Ağaçlardan mı?" Merakla kaşlarımı havaya kaldırdım. "Burada tam olarak ne yapıyoruz?"

"Göreceksin," dedikten sonra kandilini bana uzattı, elleri serbest kaldığında yapraklardan birini koparttı. Ağacın yüzeyindeki işaretler hafifçe parlayıp sönerken yaprağı bana uzattı.

Kandili ona geri verip yaprağı aldığımda içinin suyla dolu olduğunu gördüm. "Tam olarak ne yapmamı istiyorsun?" diye sorduğumda kıkırdadı, ne yapmamı istediğini anladım. "Bu suyu içmemi mi istiyorsun?"

Syne, "Sen zeki bir ölümlüsün," diyerek yanıtladı beni.

"Neden bu suyu içmem gerekiyor?"

Bir elini elimin altına koyarak yaprağı kendime yaklaştırmam için beni teşvik etti. "İç ki derinliklere doğru devam edebilelim çocuğum." Yutkundum, dudaklarımı yaprağın nemli yüzeyine dayadı. "Batıdan doğuya, aşağıdan yukarı," diye fısıldarken suyu içtim.

Sunağın taştan duvarlarının önüne geldiğimde daha fazla devam edecek yerim olmadığını biliyordum. Ayaklarımın altında ezilen yemişleri ve meyveleri hissediyor, ayak parmaklarımın arasından süzülen sularının bıraktığı izleri takip edebiliyordum.

Elbette bana yetişti. Ellerini boynuma doladı, beni kendine doğru çekti. Dudakları tenimin üzerinde gezinirken ince tuniğimin üzerinden teninin sıcaklığını hissedebiliyordum. Yaşlar gözlerimden akarken hiçbir şey yapmadan bekledim.

Dudaklar önce boynumda ilerledi sonra da dudaklarımda sonlandı. Öpüşü bundan önceki öpüşlerinden daha farklı, daha öfkeliydi. Dudaklarımı aralayan dudaklarının soğukluğu teninle tezatlık içindeydi. Büyünün işe yaramadığını düşündüm ama tenimdeki tenin hissi kesinlikle bunu söylemiyordu.

Elimde olmadan ürperip geri çekildiğimde asıl soğukluğun dudaklarından değil elinde tuttuğu şeyden geldiğini fark ettim.

Ona dönüp baktım, parmaklarının arasındaki hançeri sıkıca kavradığını gördüm. Bir tanrıya ait olan elleri şimdi gözü pek bir katilin ellerine dönüşmüştü. Parmak boğumları tutuşunun sertliğiyle kasılırken ellerinden tüm gövdesine yükselen öfkeyi görebiliyordum.

Hançeri bana doğru kaldırdı, tam kalbimin üzerine bastırdı. İnce ve itinayla bilenmiş ucu tenimi delip geçerken kanımı akıttı. "Mara, buraya kadar." Hançerin ucunu son bir kez daha sıkıca kavradı ve kalbime sapladı.

Zihnim ölümün sisli dumanları ile kaplanırken ona son bir kez baktım, hançeri kendi kalbinin üzerine yerleştirdiğini gördüm.

Hayır!

Hades'in Kharonu'nun çan sesini duyduğumda ise artık hiçbir şey görmüyordum çünkü ölmüştüm.

Bazı hikayelerin yazıya dökülmesi gerekir. Onların kulaktan kulağa dolanmaları, dillere pelesenk olmaları ardından da gömüldükleri lahitlerde açığa çıkmaları gerek.

Ben Troyalı Mara. Hem geçmişte hem de gelecekte var olanım. Size anlattığım hikaye de hem geçmişte yaşandı hem de gelecekte. Bu hikaye ikisinin şafağında, efsanelerin arafında yaşandı.

Bazı hikayelerin anlatılması gerekir. Onların mühürlü dudaklarda çırpınması, hiç gelmeyecek geleceğin şarkılarına dönüşmesi gerekir. Bazı başlangıçlar ise sonlanması için yazılır. Bazı sonların ise başlangıçları vardır.

Yaprağı elimden bıraktığımda nefes nefese kalmıştım. Rae'yi görmüştüm. Kendimi görmüştüm. Ona yaptığım şeyi, beni öldürmek zorunda kaldığı anı görmüştüm. Bunların ne zaman yaşandığını bilmesem de yaşandığına emindim. Bunların hepsi gerçekti sadece ben hatırlamıyordum.

Geri doğru düşmeden hemen önce Syne beni tuttu, kandilini suratına yaklaştırdığında altın gözlerinin parladığını gördüm. "Sakin ol çocuğum." Sesi damarlarıma karışıp beni rahatlatsa da gördüklerimi ve hissettiklerimi unutamıyordum. "Bu sadece geçmiş."

"Rae beni öldürdü," diye fısıldarken boğazım yanıyordu. Dudaklarımdan dökülen her kelime hançere dönüşmüş, her defasında beni yine hançerliyordu. "Bunu ona ben yaptırdım."

Daha önce hiç hissetmediğim kadar yoğun bir acı bedenimi ele geçirirken yere çökmeme engel olan tek şey beni tutan Syne'ydi. "Bunlar başka bir hayatın hatıraları," diyerek beni sakinleştirmeye çalışsa da kalbimde hissettiğim acıyı hiçbir söz bastıramazdı. "Bilmen ve hatırlaman gerek, geride kalan şeyler için ağlaman değil."

Rae'yi tanımıyordum, bunun farkındaydım. Olmasına ihtiyaç duyduğum anda, olması gereken yerdeydi. Bana yardım elini uzatmıştı ve o eli hiç düşünmeden tutmuştum. Ona çok çabuk çekilmiş, çok çabuk teslim olmuştum. Bunun farkındaydım. Ben aptal değildim, çoğu zaman öyle olmak istesem de değildim. İçimde her zaman bir boşluk olduğunun farkındaydım. Kendimi hiçbir zaman tam anlamıyla bulunduğum yere ait hissetmemiştim ve şimdi bunun sebebinin o başka hayat olabileceğini düşünüyordum.

Syne başımı hafifçe okşadı. "Hadi çocuğum, ziyaret etmemiz gereken başka ağaçlar, ilerlememiz gereken başka derinlikler var."

Elimi sıkıca tutup ormanda ilerlemeye devam ettiğinde ona bedenen eşlik etsem de ruhen çok başka yerlerdeydim. Gözlerimi ne zaman kapatsam Rae'nin hançeri göğsüme saplamadan önce suratında beliren ifadeyi görüyordum. Ne olmuştu, ne yaşamıştık da onu buna mecbur bırakmıştım?

Daha kısa boylu ama daha fazla yaprağı olan bir ağacın önüne geldiğimizde Syne yine yapraklardan birini kopartıp bana uzattı, titreyen ellerimle yaprağı dudaklarıma götürüp içindeki suyu içtim.

Kollarında döndüm, başımı geriye atarak suratına baktım. "Bir keresinde bana insanların gelecekte sevgililer gününü kutlayacağını ve birbirlerine hediyeler vereceğini söylemiştin," dediğimde ona uzanan elimi havada yakalayıp dudaklarına götürdü. "Peki insanlar birbirlerine doğum günlerinde de hediyeler verecek mi?" Rae başını sallayarak beni onayladığında rahatlayarak derin bir nefes aldım.

Rahatlamamı fark ederek gülümsedi. "Yoksa bana hediye mi aldın tatlı Mara?"

Dudaklarımı ısırdım. "Evet, aslında senin için bir hediyem var." Ellerimi omuzlarına dayadım. "Yarın için bir planın var mı?"

"Bu hediye meselesi giderek ilgimi çekiyor," dedikten sonra yanağını omzumdaki eline sürttü. "Anlaşılan bir planım var."

Derin bir nefes aldım. "Yarın öğlen nikahımız kıyılacak," dediğimde gözleri irileşti. Heyecanım ve içtiğim şarap dilimi dolaştırmadan, "Her şey hazır," diye devam ettim. "Sonrasında Krallar Kapısında halkın da katılacağı bir tören olacak."

Daha fazla konuşmaya devam edemedim çünkü Rae'nin dudakları benimkilerin üzerine kapanarak beni susturdu. Kolları belime sarıldı, beni terasın korkuluklarına oturtarak kendine bacaklarımın arasında bir yer buldu.

Öpüşü önce sakin sonra ısrarcıydı. Sanki söylediklerimin gerçek olup olmadığını anlamaya çalışıyor, öpüşümden bir teminat arıyordu.

Alnını alnıma dayayarak geri çekildiğinde, "Mutluyum," dedi. "Sen benim yanımda olduğun sürece de mutlu olacağım." Dudaklarını benimkilere sürttü. "Doğumumu anlamlı kılan sesin, beni ben yapan sensin."

Gülerek geri çekildim. "İyi varsın Rae," derken kendimi ona bir kez daha aşık olurken buldum. "Beni içinde bulunduğum karanlıktan çekip çıkarttığın, her zaman parlayacağını bildiğim yıldızım olduğun için teşekkür ederim."

Bu sefer çığlık atarak dizlerimin üzerine çöktüğümde beni tutmaya çalışmadı. Aksine ben ağlarken ve bağırırken benden birkaç adım uzakta kalarak beni izledi.

Onunla evleneceğimi öğrenmenin ağırlığı nefesimi keserken başımı eğdim, tırnaklarımı dalların arasından geçirip tenimde küçük kesikler açtım. Onu kaybetmiştim, nasıl olduğunu bilmesem de ben onu kaybetmiştim.

Haykırışlarım hıçkırıklara dönüşürken Syne yere çöktü, kandili küçük bir taşın üzerine bıraktıktan sonra iki eliyle suratımı kavrayarak beni ona bakmam için zorladı. "Bazı şeyleri kazanmak için bazı şeylerin kaybedilmesi gerekir. Başka yollar var mıydı, evet vardı. Ama sen sana doğru gelen yolda yürüdün, bunun için kendini suçlama."

"Onu unuttum," derken omuzlarım çöktü, başım biraz daha öne düştü. "Ne yaşadıysak her şeyi unutmuşum. Ona aşık olmuşum ama yine de onu zihnimde tutamamışım."

Yüzüme dökülen saçlarımı geri atarken suratında anlayışlı bir ifade vardı. "İşte bu sana seçim şansı verilmeyen bir konuydu Mara." Parmakları yaşlarımı yakaladı, sildi. "Kendi seçimin olmayan şeylerin pişmanlığını kalbinde taşırsan hiçbir zaman kendini affedemezsin. Kendini affetmen lazım çocuğum, yeniden özgür olmak için kendini affetmen lazım."

Derin bir nefes almak için kendimi zorladıktan sonra, "Nasıl?" diye sordum. "Kendimi nasıl affedeceğim?"

Dudaklarında hüzünlü bir gülümseme belirdi. "Hatırlayarak, kendini yalnızca hatırlayarak affedebilirsin. Kim olduğunu, nelere sebep olduğunu, neleri koruduğunu ve kurtardığını bilirsen öğrendiklerin canını o kadar da yakmaz."

Hatırladığım belli belirsiz anılar zihnimin içinde dönüp dolanırken gözlerimi kapattım. "Kimdim ben?" diye sordum bunu öğrenmek için her şeyi yapabileceğimi hissederek. Kimsem bunu öğrenmem gerekiyordu. Kendim için, Rae için bunu yapmam gerektiğinin farkındaydım. Bir şeyin daha farkındaydım. "Korkuyorum," diye itiraf ettim. "Hatırlayacağım şeylerin ağırlığından korkuyorum."

Syne'nin serin parmakları çeneme dolanıp beni ona bakmaya zorladı. "Korkmalısın," dedi kesin bir şekilde. "Fakat kim olduğundan değil, hatırlamak için geç kalmış olabileceğinden korkmalısın." Beni ayağa kaldırdı, kendimi taşıyabileceğimden emin olduğundan benden uzaklaşarak kandilini bıraktığı kayanın üzerinden geri aldı. "Hadi Mara, yolumuz daha uzun."

Artık attığım her adımda bedenimin titrediğini hissediyorum. Rae'nin sözleri, bakışları, bana dokunduğu anların hatırası her nefes alışverişimde daha da netleşiyordu. Sanki bugüne kadar hiçbir şeyi gerçekten görmemiştim.

Bu sefer önünde durduğumuz ağacın boyu benim boyumdan bile kısaydı. Yaprakları uzun ve dar, dalları sıktı. Syne'den önce ben hareket ederek yapraklardan birini çekip aldım ve o bana söylemeden önce suyu içtim. Daha fazlasını öğrenmeye ihtiyacım vardı, her yudum beni ona götürürken artık bekleyemezdim.

Kapıdan çıktığımızda sarayın tüllerle dolu koridoruna adım atmayı beklesem de öyle olmadı. Troya'nın dışındaki zeytin bahçelerinden birindeydik ve ağaçların altında bizim için hazırlanmış bir yer sofrası vardı.

Şaşkınlıkla Rae'ye döndüğümde gülümsedi. "Tanrı olmanın da bazı faydaları var." Rae yere oturduğunda bacaklarını uzattı, elleriyle kucağına vurduğunda lafını ikiletmeden bacaklarının üzerine yerleştim.

Çenesini boynuma gömerken sofradan bir üzüm alıp dudaklarıma götürdü. "Bugün özel bir gün Mara," dedi ve üzümü dudaklarımdan içeri iterken parmakları bir süre orada oyalandı.

Başımı çevirip ona baktım. "Öyle mi?"

Çenemi yavaşça okşadı, parmaklarını boynuma sürttü. "Evet," dedi fısıldadığında nefesi tenimde patladı. "Bundan birkaç bin yıl sonra insan bugünü sevgililer günü olarak kutlayacaklar."

Rüzgar estiğinde elimde olmadan titredim, Rae beni biraz daha yakınına çekti. "Daha kutlanması gerektiği fark edilmemiş bir günü mü kutluyoruz?"

Gülümsedi, gülümsemesi biraz sonra bana dokunacağının vaadiydi. "Tarihte ilk kutlayan aşıklar biziz," derken yutkundu. "Seni sonsuzluk kadar seviyorum Mara, bunu ancak bu şekilde ölçebilirim."

Kucağında hareket ederek yüzümü ona döndüm. "Sonsuzluk ölçülemez," derken suratına baktım, onun her ayrıntısını ezberlemek istiyordum.

Burnunu benimkine değdirdi. "Biliyorum," dedikten sonra yumuşak bir öpüşme için dudaklarını benimkilerle buluşturdu.

"Sonsuzluğun her iki tarafında da," diye fısıldarken yaprağı avcumun içine aldım. Bu anı sonsuza kadar saklamak istiyorum. Bir kere hatırlayınca bir daha kaybetmemek istiyordum. Her ne yaptıysam bu an içindi, bunu biliyordum. Bu an ve onun için.

Rae için her şeyi göze almışken bir daha onu kaybedemezdim, onu unutamazdım. Onunla ve varlığıyla bu kadar doluyken bir daha hiçbir şeyin onu benim zihnimden söküp atmasına izin veremezdim.

Syne, "Çağlar boyunca yaşadım," dediğinde dönüp ona baktım. Koyu renk kaşları çatılmış, altın rengi gözleri kısılmıştı. "İnsanlara yardım ederek yaşadığım tüm bu süre boyunca benim kalbimi en çok kıran aşıklar oldu." Dudaklarını birbirine bastırdı, güçlükle yutkunur gibi suratını buruşturdu. "Aşkları uğruna ölen aşıkların bunu unutması bence en iyi olanı," dedikten sonra boğazını temizleyerek kendini toparladı. "Ama senin böyle bir şansın yok Mara, sen diğerleri kadar şanslı değilsin. Hatıraların Prometheus'un kartalıyken bundan kaçamaz ya da kurtulamazsın."

Başımı sallayıp derin bir nefes aldıktan sonra, "Sıradaki ağaç," dedim. Artık bir sonrakine geçmek için hazır hatta sabırsızdım. Her şeyi hatırlamak istiyordum, en ufak ayrıntısına dahi sahip olmak istiyordum.

Syne kandilini önümüzde tutup yolumuzu aydınlatırken yaprakları kırmızı bir ağacın önüne vardık. Yapraklardan birini daha koparttım, bir yudum daha su içtim.

Rae beni sıkıca sararak sahilde yürüdü, devrilmiş bir ağacın üstüne beni oturttu. Kuma, dizlerinin üzerine çöktü, elleriyle suratıma yapışan saçlarımı itti, gözyaşlarımı tek tek öperek temizledi. "Benim arsız ölümlüm," dedi fısıldayarak. "Bana her zaman dönersin."

Parmaklarıyla çenemi kavradığında ondan önce davranıp onu ben öptüm. Dudaklarının yumuşaklığını yeniden benimkilerin üzerinde hissettiğim o an bütün bu yolculuğu yeniden yapabileceğimi anladım. Onun için tekrar denize açılır ve bir kez daha ona dönerdim.

"Yaptığım tam olarak da bu," diye fısıldarken her şey artık daha netti. "Yine ona dönüyorum, her zaman yaptığım gibi ona doğru yola çıktım."

Syne ağacın dallarını okşarken, "Teşekkür ederiz," diye fısıldadı. Ağaç sanki ona cevap verirmiş gibi titrerken suratını yapraklara bastırdı. "Her zaman yaptığın gibi," diyerek beni tekrarladı. Her zaman yapacağın gibi."

Sıradaki ağaca vardığımızda hiç vakit kaybetmedim.

Yanan yaprakların etkisiyle kendilerinden geçen halkın bunu umursamayacağını bildiğim için boynumu omzuna dayadım. Rae güldü ama gülüşü kulağa daha çok bir kükremeyi andırıyordu. Bedenimin hemen arkasındaki bedeni sertleşmiş ve ısınmıştı. "Teslim ol," diye mırıldandı. "Bana teslim ol."

Dediğini yaptım ve ona teslim oldum. Gücü parmak uçlarından akıp ikimizi de kuşatırken gözlerimi kapattım. Karanlığının beni kuşatmasına, enerjisinin içime dolmasına izin verdim.

Dudaklarını kulağıma dayadı, "Şimdi bana bir kehanet ver," dedi. "Sonra da seninle sevişmeme izin ver."

Artık kafamdaki tüm parçaların oturmaya başladığını, her şeyi hatırlamaya çok yaklaştığımı hissedebiliyordum. Onun için her şeyden vazgeçmiştim, benim için her şeyden vazgeçmişti. Kader tanrıçaları ikimizin de ipliklerini birlikte örmüştü, onu bensiz beni de onsuz düşünmek mümkün değildi.

Yaprakları siyah ağaca uzandığımda Syne elimi tutarak bana engel oldu. "Gördüğünün göründüğü gibi, duyduğunun da duyduğun gibi olmadığını unutma," diyerek beni uyardı. "Geçmişte her şeyi olduğu gibi kabul ettin, artık bunu değiştirebilirsin."

Elimi bıraktı, serbest kaldığımda dudaklarım yeni bir yudum için kendiliğinden açıldı.

Bu cevabı pencerenin önünde duran Tara'yı güldürdü. "Apollon'u zayıflatmak için gelinine tuzak kurdun." Sözleri o kadar acımasızdı ki içime oturduğunu hissettim. "Kızın zihnine sızdın, kendini ona çağırttın."

Karr dayandığı masada uzaklaşıp Rae'ye yaklaştı. "Rae bu yanlış."

Rae cevap vermeden Tara onun yerine cevap verdi. "Anlaşmaya göre kızın özgür bir seçim yapması gerekiyordu ama sen buna engel oldun. Söylesene Rae kaç yıldır Mara'nın rüyalarına sızıp onu inançsız biri haline getiriyorsun?" Ellerimle ağzımı kapattım. "Ya da ona ilk dokunan olmak için kocasını düğün yatağından çekip çıkartman-"

Rae elini öfkeyle havaya kaldırdı ve Tara'yı susturdu. "O benim için yaratıldı, bunu hepiniz biliyorsunuz."

Tara küçümseyerek ona baktı. "Bir ölümlüye aşık olmayı seçti, seni ya da onu değil bir ölümlüyü seçmişti." Tara saçlarını savurarak burun kıvırdı. "Diğer cadının zihnine sızıp kehanetlerini çalmasını sağlaman aptalca bir hataydı."

Rae'nin omuzları düştü. "Bunu yapmak zorundaydım, benim yanımda olması gerekiyor."

Karr başını iki yana salladı. "Hayır, sen sadece Apollon'a zarar vermek istiyorsun."

Hissettiğim öfke ve hayal kırıklığı derinlerde oluşsa da o zamandan farklı olarak artık onu anlayabiliyordum. Toydum ve bencildim. Atlas'ın sırtında taşıdığının dünya değil de ben olduğuma inanıyordum. Kendimi her şeyden üstün görüyor, özel olduğumu düşünüyordum.

Özeldim ama beni özel yapan şey onun içimde taşıdığım parçasıydı. Beni özel yapan şey onun beni sevme şekliydi. Beni güçlendirmiş, daima yanında tutmuş ve bana fırsat vermişti. Diğer kadınlar gibi evde dokuma tezgahımın başında kendi gözyaşlarımla iplikleri düğümlememiştim. Onun yanında savaşmış, bir kadının da savaşabileceğini herkese göstermiştim.

"Çok aptaldım," derken bunu itiraf etmesi artık eskisi gibi zor gelmiyordu. "Her şeyi bildiğimi düşünüyorum."

Syne anlayışla bana baktı. "Cesaret ve aptallık arasındaki ince çizgide yürürken kibir ölümlülerin kanındaki en büyük zehirdir." Başını hafifçe eğdi, dikkatli gözleri suratımda dolaştı. "Kibir insanları yutar, nerede durmaları gerektiğini onlara unutturur ve onlar daha ne olduğunu bile anlamadan tarih de onları unutur."

Sözlerindeki uyarı dudaklarımı sıkıca birbirine bastırsam da yine, "Peki tanrılar kibre kapıldığında ne olur?" diye sordum.

Hiç beklemeden, "Siz," diye yanıt verdi. "Siz bizim kibrimizin en büyük yansımasınız. En büyük eserimiz ve en büyük düşmanımızsınız."

İtirafı karşısında dudaklarımı birbirine bastırdım. "Sen bir ölümlü değilsin," dediğimde bunun zaten en başından beri farkında olsam da yüksek sesle dillendirmek farklı hissettirmişti.

Syne başını bir kez sallayarak beni onayladı. "Değilim çocuğum, hiçbir zaman olmadım ve olmayacağım." Elimi sıkıca tutup beni ağaçtan uzaklaştırdı. "Son bir ağaç kaldı, sonrasında özgürsün."

Serin parmaklarına ve sıkı tutuşuna rağmen kendimi uzun süredir hiç hissetmediğim kadar rahatlamış hissediyordum. Bana Kirke'yi anımsatıyordu, o olmadığını bilsem de bana yaklaşma şeklinde Kirke'ninki gibi bir karşılıksız bağ vardı. Bana yardım etmek istiyordu, bana yardım etmeye ihtiyacı vardı.

Hayatımda gördüğüm en devasa ağacın önünde durduğumuzda nefesim kesildi. Büyük, şeffaf dalları sanki suyun içindeymiş gibi hafifçe dalgalanıyordu. Yaprakları gümüş rengindeydi ve her dalga yaprakların gökyüzündeki yıldızlar gibi görünmesine sebep oluyordu.

Bu sondu, biliyordum. Geriye sadece tek bir an kalmıştı ve bundan sonra her şey dokunulmamış bir şekilde hafızama geri dönecekti. Ben ona nasıl geri döndüysem şimdi bana dönme sırası ondaydı.

Bana en yakın dala uzandım, onu selamlayarak yüzeyini okşadım. Sanki bana karşılık verir gibi dokunduğum yerler ısındı. "Merhaba Kehanet Tanrısı," dedikten sonra yaprağı elime aldım ve hiç düşünmeden son yudumumu içtim.

Çıplak bedeni suyun içinden çıkarken biraz önce sunağa döktüğüm kanım ona doğru aktı. Önce damla damla sonra da bir nehir gibi hızla. Bedeni giderek görünür kılınırken kanımdan güç alıyor, yeniden hayat buluyor gibiydi. Güçlü bedeni tamamen görünür kılındığında dudaklarını araladı. "Konuş," dedi ölümsüz sesiyle. Sesi az önce damarlarımda akan kan kadar akışkan ve sıcaktı. "Bana sunduğun şey nedir?"

Dizlerimin üzerine çöktüğümde tüm bedenim artık gözle görülebilir şekilde titriyordu. "Ben sizin gelininizim efendim," dedim.

Çıplak bedeni tam tepemde dikildiğinde gözlerimi yumdum, aklımda Kör Gelin'le ilgili anlatılan o efsane dönüp duruyordu. "Benim gelinimsin öyle mi?" Ses tonu o kadar yoğundu ki bir an kendimden geçeceğimi düşündüm. "İsmin bu mu, yalnızca gelin misin sen?" diye sordu.

Kafamı iki yana salladım. "İsmim Mara."

Elleri çenemi kavrayıp yukarı kaldırdığında ona baktım. Siyah gözleri beyaz tenini aydınlatan iki alev gibi parlıyordu. "Sanırım yanlış tanrıya kendini sundun Mara," dedi ahenkli bir sesle kelimeleri yuvarlayarak. "Ben Rae, Kehanet Tanrısı Rae."

Bu sefer her şeyi hatırlamanın verdiği rahatlıkla dizlerimin üzerine çökerken yeniden ağlamaya başladım. Artık üzgün olduğum ya da pişman olduğum için ağlamıyordum. Kim olduğumu hatırladığım için ağlıyordum. Yeniden Troyalı Mara olduğum, Rae'nin kalbindeki kadın olduğum için ağlıyordum.

Syne sırtını okşadı. "Aferin Mara," derken sesindeki övgü omuzlarımın sarsılmasına sebep oldu. "Uzun ve zor bir yolculuktu ama bunun üstesinden geldin."

Elimin tersiyle suratımı silerek ona baktım. "Teşekkür ederim Syne," diye mırıldandım. "Ama bunun senin gerçek ismin olmadığını biliyorum."

Syne geri çekildi. "Seni kandıramayacağımı biliyordum." Memnun bir şekilde başını salladı.

Doğru tahmin ettiğimden emin olarak, "Mnemosyne," diyerek gerçek ismini söyledim. "Bellek tanrıçası, hafızanın ve hatıraların koruyucusu."

Syne'nin gözleri ışıldadı. "Bu şekilde söyleyince kulağa oldukça önemli biriymişim gibi geliyor çocuğum," dedi.

Ormanın önündeki nehri hatırlayarak, "Aslında o anda bana hatırlatmaya başladın," dedim. "O nehir senin, Lethe'nin tersine akan, unutulanı hatırlatan nehrin." Gülümsedim, gerçekten rahatlayarak gülümsedim. "Şu anda yeraltı dünyasındayız."

Syne, "Doğru çocuğum," dedi. "Senin kandırması güç biri olduğunu biliyordum, Persephone beni uyarmıştı."

Persephone'nin yakınlarda olup olmadığını merak ederek, "Seni bana yardım etmen için Persephone mi çağırdı?" diye sordum.

Başını iki yana salladı. "Hayır Mara, beni o çağırdı."

Orman etrafımızda kaybolup yeniden çayırlığa ulaştığımızda Apollon'u gördüm. Kanatlarını iki yana açmış, beni izliyordu. "Her şeyi hatırladın," dediğinde sesindeki rahatlığı duyabiliyordum. "Bunun işe yarayacağını biliyordum."

Bana yaklaşıp omuzlarımı kavradığında kafamı geri atarak ona baktım. "Sen her şeyi nasıl hatırlıyorsun?"

Apollon hiç beklemeden, "Çünkü benim vizyonlarım evrenin her ihtimalini gösterir," dedi. "Sadece bulunduğumuz boyutta değil, her boyutta gücüme erişebilirim." Parmakları tuniğimin üzerinden omzumu okşadı. "Her zaman gördüm ve görmeye de devam edeceğim Mara."

Merakla kaşlarımı çattım. "Bana neden daha önce yardım etmedin?"

Syne, "Çünkü daha öncesi yok çocuğum," diyerek Apollon yerine beni yanıtladı. "Seni buraya getirdiğimiz boyuta sizi Hades yolladı, orada yaşadığını düşündüğün her şey sadece bir ihtimal ve sen o ihtimallere zaman akarken ortadan daldın. Aslında hiçbirini sen yaşamadın, o boyuttaki aksin yaşadı."

Apollon, "Yani o kadar da geç kalmış sayılmam," dedikten sonra bana sarıldığında ona karşı çıkmadım, kanatları sırtımda birleşirken suratımı omzuna gömdüm. "Sadece Syne'yi ikna etmek biraz vaktimi aldı o kadar."

Apollon beni serbest bıraktığında Syne mahcup bir şekilde, "Buna değeceğine emin olmam lazımdı," dedi. "Herkes geçmiş yaşamını hatırlamak ister fakat pek azı bunun üstesinden gelecek kadar güçlüdür." Kandili nihayet sönerek ortadan kayboldu. "Apollon bana seninle ilgili gördüğü her şeyi gösterene kadar bunu yapmak istemiyordum," diye itiraf etti. "Ama sonra, sende bunun üstesinden gelecek gücü gördüm çocuğum."

"Syne," diye söze başladığımda ne düşündüğümü anlayarak elini bana uzattı. "Teşekkür ederim," diye mırıldandıktan sonra parmaklarımı onunkilere geçirdim. "Çok teşekkür ederim."

☽☽☽

Rae'nin sarayına bakan ormanda beklerken Apollon'a döndüm. "Eve ne zaman döneceğiz?" Bana verdiği cevap derin bir sessizlik olduğu için kaşlarımı çattım. "Apollon?"

Başını iki yana salladı. "Hades'e ve Kronos'un taşına ihtiyacımız var," diyerek zaten bildiğim şeyi dile getirdi.

Sabırsızlanarak, "Her şeyi hatırlıyorum," dedim. "Bu yüzden eve ne zaman döneceğimizi soruyorum. Hades ne zaman bizi almaya gelecek?"

"Mara," diyerek söze başlasa da hemen sustu, sıkkınlıkla derin bir nefes aldı. "Pek yakında olacakmış gibi durmuyor, Persephone Hades'in nerede olduğunu bilmediğini söyledi."

Yüreğim korkuyla sıkışsa da, "Tamam," dedim. "Önce Rae'nin de hatırlamasını sağlayacağız sonra da bu sorunun üstesinden geleceğiz."

Apollon gülümsedi, gözleri parlarken gerçekten de güneşin bir nabız gibi etrafımızda attığını hissedebiliyordum. "Seni yeniden görmek güzel Mara," dedikten sonra bir adım geri çekildi. "Kardeşim her şeyi hatırladıktan sonra tapınağıma gelin, sizi orada bekliyor olacağım."

"Şimdi gelmeyecek misin?"

Başını iki yana salladı. "Hayır," derken sesi kulağa neşeli gelse de aslında pek de öyle hissetmediğin anlayabiliyordum. "Bu an size ait, bunu hak ettiniz."

Ben ona başka bir şey söyleme fırsatı bulamadan gözden kaybolduğunda umutla saraya baktım. Oradaydı, her şeyi hatırlamaktan bir adım uzaktaydı.

Ben sarayın kapılarından geçmeden Rae tam karşımda belirdi, karanlığı beni çekip ona yaklaştırırken öfkeli gözleri suratımda gezindi. "Mara." Sanki gerçekten karşısında olup olmadığımı anlamaya çalışırmış gibi suratıma dokunduğunda yüzümü avcuna bastırdım. "Geri döndün."

Karanlığı etrafımızı sararken, "Her zaman geri döndüm," diye yanıtladım onu.

Gücü bizi Rae'nin küçük mağara odasına getirdiğinde suratını omzuma gömerek derin bir nefes aldı. "Bir ay," diye fısıldarken dudakları boynuma değdi. "Ortadan kaybolmanın üzerinden bir ay geçti."

Yeraltı dünyasında akan zaman farklı olduğu için buna şaşırmadım. "Bir keresinde Kirke'nin adasına gittiğimi ve beni üç ay boyunca bulamadığını biliyor musun?"

Başını kaldırıp suratıma bakarken koyu gözleri kısıldı. "Zihninden geçenlerin ne olduğunu bilmiyorum Mara," derken kafası karışmış gibi duruyordu. "Daha önce Kirke'nin adasına hiç gitmedim, sen de gitmedin."

Suratını ellerimin arasına alıp onun hafifçe öptüm, gergin dudakları bana karşılık verse de zihninin içinin sorularla karmakarışık olduğunu biliyordum. "Gittin, gittim Rae," dediğimde dudaklarımı bir kez daha onunkilere hafifçe sürttüm. "Sana bir hediyem var, bu hediyeyi kabul eder misin?"

Ellerini belimin iki yanına koyarak beni kendine çekti. "Mara," dediğinde sesinden bunu kabullendiğini anlamıştım.

Gözlerimi kapattım ve yapmam gereken şeyi yaptım. Syne'nin bana gönüllü olarak kopyalattığı gücünü parmaklarımın ucunda hissederken alnımı onunkine dayadım. Gözleri dehşetle açıldı, dudakları şaşkınlıkla aralandı. Gözlerindeki yıldızlar canlanırken sırtındaki evrenlerin hareketlendiğini biliyordum.

Benim olanı korumuştum, benim olanı hatırlamış ve onu bir kez daha almıştım.

Ondan alınan hatıraları tekrar ona dönerken parmakları tenime battı, kollarımın arasına yığılacağını düşünsem de o dimdik ayakta kalmaya devam etti.

Parmaklarımdan çatırdayarak ona doğru akan güç nihayet durduğunda gözlerini kaldırıp bana baktı, o gözlerde kendimi gördüm. Nefesimi tutarak bir şey söylemesini beklerken dudakları hafif bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Birbirimizi bulduk," dediğinde onun her şeyi hatırladığını anladım. "Benim arsız ölümlüm."

Alnımı onunkine dayamadan önce dudaklarımı saçlarının tepesine bastırdım. "Sonsuzluğun her iki tarafında da birbirimizi bulduk."

*

Sonra ikimizin de artık konuşmasına gerek yoktu. Rae'nin elleri belimden omuzlarıma çıkarken benim ellerim onun tuniğinin yakasını buldu, hiç düşünmeden kumaşı tutan tokayı yerinden çıkarttım.

Gövdesi tamamen çıplak kaldığında geri çekilerek ona baktım. Bedeni hala parlıyor, gözlerinden yıldızlar kayıyordu.

"Sen her şeye değersin," dediğimde gülümsedi, onu o gülümsemesinden öptüm. Bir süredir onunla olsam da aslında benim için ne ifade ettiğini bilmiyordum. Şimdiyse bunu biliyordum ve dillerimiz birbirine dolanırken bu ana sahip olduğum için ne kadar şanslı olduğumun farkındaydım.

Tuniğim çıplak göğsüne sürterken kalçalarımı kavrayarak beni havaya kaldırdı ve hiçbir şey söylemeden odadaki masaya ilerledi. Beni masaya oturttuğunda dizleriyle bacaklarımı aralayarak arasına girdi.

Suratıma dökülen saçlarımı parmaklarıyla severken, "Seni özledim," diye mırıldandı. "Seni tahmin ettiğinden de daha çok özledim Mara."

Başımı çevirip elini tuttum, parmak uçlarını teker teker öptükten sonra işaret parmağını yavaşça ağzımın içine alarak emdim. "Bana beni ne kadar özlediğini göster."

İnleyerek başını geriye attığında parmağını hafifçe ısırdım, bedenini bana bastırdığında sırtımı geriye atarak ona yer açtım.

Rae beni gücünü kullanmadan, tamamen çıplak kalana kadar soyarken sabırsız bir şekilde bekledim. Geri çekilip hiç acele etmeden bakışlarını üzerimde gezdirdiğinde, "Fazla giyiniksin," diyerek gülümsedim. Tuniğini tamamen çıkarttığımda ayağıyla kumaşı itti. "Şimdi daha iyi."

Tekrar öpüşmeye başladığımızda ellerini kalçama koyarak sıktı ve beni kendine çekti. Masanın üzerindeki parşömenlerin altımda ezildiğini bilsem de bunu umursamadım. Şu anda Rae dışında hiçbir şey umurumda değildi.

Alt dudağımı dişlerinin arasına alıp çektiğinde memnuniyetle gülümsedim. "Tadını özledim Mara." Dudakları önce çeneme oradan da boynuma indi. Öpücükleri aceleci ve sertti. Yavaş olmasını istemiyordum, bir an önce onunla yeniden bir bütün olmak için sabırsızlanıyordum.

Dili meme ucuma değerek etrafında gezindiğinde ellerimi masanın kenarlarına dayadım. Meme ucumu dişlerinin arasına alıp ısırırken bakışlarını bana doğru kaldırdı, yavaşça kafasını geri çekerken tenim de onunla birlikte gerildi.

Hissettiğim acı ve arzu birbirine karışırken Rae dizlerinin üzerine çöktü, nazik elleri bacaklarımı araladığında hiç düşünmeden isteğine karşılık verdim. Bir bacağımı alıp omzunun üzerine attığında bir anını bile kaçırmak istemeyerek onu izlemeye devam ettim. Dudakları üzerime kapandıktan hemen sonra geri çekilip, "Tatlı Mara," dedi ve hemen ardından dili içeri girdi.

Kendimi geri bırakıp özlemini duyduğum dokunuşunu hissederken dilinin yerini iki parmağı aldı, dudakları acı verecek bir yavaşlıkla beni emmeye başladığında iç çektim. "Benimle oynuyorsun."

Gülümsediğinde nefesi beni neredeyse getiriyordu. "Evet."

Doğrulup kafasını tuttum ve onu yukarı çıkana kadar zorladım. Yeniden yüz yüze geldiğimizde, "Oyun bitti," dedim.

Alt dudağını yavaşça yalayarak suratıma baktı, bir an sonra tekrar öpüşüyorduk. Çenemi sıkıca tutup başımı onun isteği dışında hareket ettirmemi engellerken elimi aramıza uzatarak aletini kavradım ve onu tam da olmasına ihtiyaç duyduğum yere doğru yönlendirdim.

Rae inleyerek isteğime karşılık verirken bacaklarımı biraz daha araladım. Bu hayatta, bu bedende daha önce böyle dokunulmadığım için bedenlerimiz birleştiğinde keskin bir acı hissettim ama Rae'nin parmakları birleştiğimiz noktayı okşadığında acı dindi, yoğun haz tüm bedenimi sardı.

İçime tamamen yerleştiğinde göze göze geldik. "Seni sonsuzluk kadar seviyorum," dediğimde kendini geri çekip bir kez daha itti.

Çok yavaşça kendini çekerken, "Artık sonsuzluğa da karşı koyabildiğimizi biliyoruz," diyerek çıldırtıcı bir yavaşlıkla tekrar benimle buluştu. "Seni seviyorum Mara, her ihtimal ve zamanda, seni seviyorum."

Konuşmayı bıraktığımızda geride sadece ayrılıp birleşen bedenlerimizin bıraktığı ses kaldı. Rae'nin hareketleri belli bir ritim yakalayıp kendinden emin bir hal alırken topuklarımı kalçasına dayadım.

Homurdanarak, "Bu yeterli değil," dedi. Benden uzaklaştığında hayıflanarak ona karşı çıkmaya hazırlanmıştım ki beni kaldırıp yüzü koyun bir şekilde masaya yatırdı. Ellerimi masanın üzerinde duran parşömenlerin arasına daldırdığımda boynumu tutarak üst bedenimi kendine çekti.

Bir kez daha içime girdiğinde bağırarak tutunacak bir şey aradım. Bacaklarım titreyerek uzun zamandır hissetmediği, bu ihtimalde hiç hissetmediği doluluğa şaşırırken Rae beni boynumdan tutmaya devam etmeseydi öne doğru düşeceğimi biliyordum.

"Böyle daha iyi." Sesi kulağımın dibinde yankılandı, kulak mememi hafifçe yaladıktan sonra elleri memelerimi bulup sıktı. Her hareketine ve darbesine karşılık verirken bir yandan da bedenimi taşımaya çalışıyordum.

En sonunda kendimi taşımayı bıraktım ve suratımı kağıtların serin yüzeyine dayadım. Rae'nin elleri belimi tutup hızlandığında parmak uçlarımda kalktım. Her hareketi masayı duvara vuruyor, bir parça taşın toza dönüşerek dökülmesine sebep oluyordu.

Aletine parmakları da eşlik etmeye başladığında sınırda olduğumu anladım, nefes almaya çalışarak ağzımı açsam da dudaklarımdan sadece tiz bir çığlık döküldü. Gövdesi sırtıma dayandı, yanağı benimkine yaslandı. "Mara," dediğinde sesinde duyduğum arzu daha fazla dayanamayacağımı anlamamı sağladı.

Hissettiğim yoğun zevkle gözlerim kapanırken Rae'nin de bana eşlik ettiğini anladım.

Bir süre boyunca kendime gelmeye çalışarak derin nefesler aldım. Rae saçlarımı çekerek ensemi öptü, beni kendine çekerek kucakladı.

Ona dönmenin bir yolunu her zaman bulacağımı bildiğim için artık gelecekten korkmuyordum. Çünkü artık ne olursa olsun ona kavuşacağımı biliyordum.

*

☽☽☽

Tatlı bir rüzgar suratımı okşarken gözlerimi açtım. Syne, gülümseyerek tam karşımda bekliyordu. Etrafa baktığımda boyum kadar uzun başakların arasında olduğumu fark ettim. Hava sarı, biraz daha ağırdı. "Syne?" Sesim de en az hissettiğim kadar şaşkındı.

Bana doğru yürüdüğünde başaklar iki yana açılarak ona yol verdi. "Bunu yapmamam gerektiğini biliyorum," derken elleriyle ona yol veren bitkileri okşadı. "İlk hayatın sonlandığında anılarını saklamam için bana verdiler, onları yerin yedi kat dibine gömdüm, Demeter üzerine yedi kat ekin ekti. Verdiğim yemini bozmak istemesem de artık bozmam gerek."

Beklentiyle omuzlarımı dikleştirdim. "Sana hatıralarımı kim gömdürdü?"

"Bence kim olduğunu biliyorsun."

Tam karşıma gelip durduğunda, "Zeus," dedim, başını sallayarak beni onayladı. "Peki, neden?"

İşaret parmağını alnımın ortasına bastırırken, "Göreceksin," dedi ve haklıydı.

Gördüm ve hatırladım.

Her şeyi hatırladım.

Uyandığımda hava aydınlanmak üzereydi. Rae'yle küçük mağara odasının zemininde, birbirimize sarılarak yatıyorduk. Bacaklarım onunkilere dolanmışken başım göğsüne yaslanmıştı.

Kafamı kaldırarak uyuyan suratına baktım ve hafifçe gülümsedim. "Rae," diye fısıldadığımda gözleri anında açıldı. "Gitmemiz lazım."

Beni kendine çekerek homurdansa da gitmemiz gerektiğini o da biliyordu. "Sabah ayini," derken suratını bulaştırdı. "Kendimi bu ihtimalde bir rahip yaptığıma inanamıyorum."

Gülerek tuniğime uzandım ve elleriyle bana engel olmaya çalışmasına rağmen üzerimi giyinmeyi başardım. Hala çıplak bir şekilde uzandığı yere eğilerek dudaklarını öptüm ama hemen geri çekildim. "Tapınakta görüşürüz rahip Restos."

Kimsenin beni görmediğinden emin olarak odama döndüm ve rahibe kıyafetlerimi hızla giyinerek bir kez daha odadan çıktım.

İkiz tapınakların önüne geldiğimde Rae'nin tapınağı yerine Apollon'unkine girdiğimde tanrı beni içeride bekliyordu. "Mara," diyerek beni selamladığında arkama baktı, kaşları çatıldı. "Rae nerede?"

Omuzlarımı dikleştirdim. "Önce bizim konuşmamız lazım," derken gücümün bedenimin etrafında dalgalanmaya başladığını biliyordum. "Her şeyi hatırlıyorum Apollon," dedikten sonra ona doğru bir adım attım, tapınağın içinde gerilemesini keyifle izledim. "Her şeyi." Parmaklarımı havaya kaldırdığımda gücüm uçlarında titreşti. "İlk Mara'nın hatıraları da artık bende. Tanrıların ozanı artık benimle ve ben her şeyi biliyorum. Ne yaptığını biliyorum."

-Kaos.

Continue Reading

You'll Also Like

209K 18.7K 55
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...
749K 17.3K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
30.4K 714 23
"Oyun oynamayacaksak ne yapacağız?" "Ben seni sikeceğim o kadar. İstediğin bir sex türü varmı kedicik?"
23.6M 1.4M 78
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...