Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf Dövme...

By Savaniris

109K 8.1K 3.3K

Karanlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyor... More

T a n ı t ı m
1|Dövmeci Dükkanı
2|Garip Şeyler Oluyor
3|Fabulasium
4|Yine ve Yeniden
5|Düşmanlarla Yemek
6|Kaçış
7|Son Partisi
8|Yeni Birileri
9|Sürpriz
10|Zorlu Bir Görev
11|Değişim
12|Topaz Köy
13|Beklenmedik
14|Kötü Bir Sürpriz
15|Parlak
16|Tehlike Çanları
17|Kayıp
18|Mesaj
19|Şüphe
20|Küçük Bir İttifak
21|Acı
22|Gerçek Aynaları
23|Sandık
24|Yeni Sırlar
25|Tuhaf Bir Karşılaşma
26|Sargas Yıldız Geçidi
27|Prensesin Uykusu
28|Not
29|Arena
30|Yüzleşme
31|Büyük Bir Hata
32|Günlüğün Sırları
33|Ejderhanın İzinde
34|Sör Bukalemun'un Laneti
35|Kaosa Beş Kala
36|Mektup
37|Zor Bir Gece
38|Tehdit
39|Karanlık Ruhlar Evi
40|Kısa Bir Soluk
41|Korku
42|Hapsolmuş
43|Karanlık Ruh
44|Hesapta Olmayan Bir Plan
45|Kaçak
46|Ejderhayla Dans
47|Kara Kutuya Yolculuk
48|Hazırlık
49|Şatoya Dönüş I
50|Şatoya Dönüş II
51|Tavan Arası Sırları
52|İzciler'in İzinde
53|Karmaşa
54|Çınar Köşkü
55|Tören
56|Acı Bir Gerçek
57|Savaşın Ayak Sesleri
58|Savaş
59|Sonsuz

60|Son

847 59 28
By Savaniris

Finale hoş geldiniz!
Uzun bir bölüm oldu. Keyifli okumalar!

Dövmemi yaptırırken bu kadar acı olaya şahit olacağımı bilseydim yine de yaptırır mıydım? Belki bunu söylediğim için aptal gibi görünecektim fakat sanırım yaptırırdım çünkü bu bir yıl içinde acının yanında aşkı ve gerçek dostluğu da öğrenmiştim. Güvenli kafesimin sınırlarından taşmış, hayatımın sırlarının içine girmiştim.

Şu an ölümün kollarında nefes almaya çalışırken bile dövmeyi yaptırdığım için en ufak bir pişmanlık hissetmiyordum.

Fabulasium'dan gerçek dünyaya düşüşüm, düşündüğümden daha acı dolu olmuştu. Annemle babam beni hazır beklemiş, düşüşü yumuşatmak için bir bez germişlerdi fakat sırtımdaki kurşuna en küçük bir temas bile ruhumu söküyordu.

"Simay, çok iyi olacaksın kızım. Sakın kendini bırakma. Seni hastaneye yetiştireceğiz." Annem ağlayarak zorlukla benimle konuşurken babam hızla beni sedyede yan çevirip yaramla ilgilenmeye başlamıştı. Yüzündeki ifadeyi kontrol etmek için kendini çok zorladığını görebiliyordum.

"Ayça, sakin ol ve bana yardım et. Hadi." dedi babam sertçe.

"Onu hemen buradan çıkarmamız gerekiyor!" diye bağırdı annem.

"Çıkaracağız ama kurşunun içerdeki durumunu kontrol etmemiz gerek. Çok uzun bir süre vücudunda kaldı. Labirentler çok karmaşık, çıkana kadar dayanmasını sağlamamız gerekiyor."

Acıdan hissizleşmeye başlarken Alkın da dönmüştü. Kızarmış gözleri önce boşluğa takıldı, sonra yavaşça bana döndü. Ayakta zor duruyor gibiydi.

Dişlerimi sıkarak "Onları bul Alkın. Beni merak etme." dedim zorlukla.

Ruhsuz bir sesle "Seni bırakamam. Onlar gibi gidersin." diye karşılık verdi.

Gözlerim dolarken "Gitmeyeceğim. Söz veriyorum." dedim.

Alkın beni dinlemeyerek elimi kavrarken "O da öyle demişti." diye mırıldandığında tavanda bir kapı açıldı ve içinden Korkut Çınar, yani Kara Yılan düştü. Sarı saçları dağılmış, yüzünde kara lekeler oluşmuştu. Zorlukla nefes alıyordu.

"Dede!" İdil'in endişeli sesini duyduğumda bakışlarımı anneme çevirdim. Onun gözleri kısa bir an Korkut Çınar'a takılmış, ardından sırtıma dönmüştü.

İdil koşarak dedesinin yanında diz çöktü. Ardından düşmanca bana ve Alkın'a baktı. "Bunu ona siz mi yaptınız?" diye sordu.

Alkın soğuk bir şekilde gülümsedi. "Evet. Beğendin mi?"

İdil hırsla ayağa kalkıp "Seni öldürürüm-" diye başladığında babam "İdil yeter!" diye bağırdı.

İdil yumruklarını sıkarak bir adım attığında dedesine benzeyen gözlerini bana dikti. "Umarım ameliyatta masada kalırsın."

Annem tehditkâr bir tonda "Ne dediğine dikkat et!" derken babam "İdil kes sesini! Kardeşin o senin!" diye uyardı. Açıkçası ne dediği hiçbir şekilde umrumda değildi. Çektiği acı da öyle.

Onlar yüzünden Eris ve Ayhan'ı kaybetmiştik.

Alkın dişlerini sıkarak "Eğer böyle bir şey olursa seni ölmek için yalvartırım. O çeneni kapat!" dedi. Yüzünde çok nadiren gördüğüm korkutucu bir ifade vardı. Ölürsem bunu gerçekten yapacak gibi duruyordu.

İdil öfkeden kızarırken biraz arkasında yukarıda yine bir kapı açıldığında kaşlarımı çattım. Yukarıdan bir beden daha yere sertçe düştü ve hepimizin bakışları ona döndü.

Beyaz bir elbise içinde uzun kahverengi saçlı bir kadın, morarmaya başlamış teniyle yerde hareketsizce yatıyordu. Bu kadın çok tanıdıktı.

"Verda?" Babamın şokla kadına baktığını gördüm. Kanımla kaplanmış elleri titremeye başlarken ona doğru bir adım attı.

Annemin eli hızla ağzına kapandı ve gözyaşları yanaklarına akmaya başladı. İdil ise başını önce kadına sonra babama, sonra tekrar kadına çevirdi.

Yukarıdan düşen kadın Beyaz Gül'dü. İdil'in annesi, babamın aşık olduğu kadın. Ve Kara Yılan'ın Yaşam Çiçeği'ne feda ettiği en değerli varlığı.

Yaşam Çiçeği ile olan bağı koptuğu için feda ettiği kızı da dünyaya dönmüştü fakat ne yazık ki ölü olarak. Şaşkınlıkla neredeyse videoda izlediğim haliyle aynı olduğunu fark ettim. Hiç yaşlanmamıştı.

İdil "A-annem mi?" diye kekeledi.

Babam koşarak yerde cansız bir şekilde yatan kadının yanına gitti ve dizlerinin üzerine çöktü. Bedenini kucağına doğru çektikten sonra "Verda? Uyan. Sen- Nasıl? Nasıl orada olabilirsin? Verda yalvarırım uyan." dedi boğuk bir sesle. Kanlı elleriyle yüzünü okşuyordu.

İdil yavaşça babamla annesine yaklaşıp diz çöktü. Kısık sesle "Anne?" diye seslendi fakat hiçbir karşılık alamadı. Hıçkırarak "Nasıl ya?" diye sorduğunda çekinerek elleriyle annesinin ellerini tuttu. "Çok soğuk. Öldü mü?"

Babam hiçbir cevap vermeyerek önce nabzına baktı. Ardından yüzünü sevdiği kadının saçlarına gömüp ağlamaya başladı. Bu İdil için yeterli bir cevap olmalıydı. Annemin sessiz iç çekişlerini duyarken gözlerimin yavaşça kapanmaya başladığını hissediyordum. Uyumamam gerekiyordu fakat daha fazla dayanabileceğimi sanmıyordum.

Yarı açık göz kapaklarımın ardından İdil'in hızla ayağa kalktığını ve belinden bir bıçak çıkardığını gördüm. Ardından koşarak dedesinin yanına gitti ve titreyen elleriyle bıçağı havaya kaldırdı.

"İdil... Bunu yapmak zorundaydım..." Korkut Çınar zorlukla konuşurken elini hafifçe havaya kaldırdı. İdil'i engellemek istiyor gibiydi fakat buna gücü yoktu.

İdil dişlerini sıkarak "Neden?" diye sordu.

"Annen..." dedikten sonra öksürdü. "Her şeyi mahvedecekti. Birlikte çok güçlü olabilirdik... ama o istemedi. Beni engellemeye çalıştı."

"Sen de onu öldürdün mü?"

Korkut Çınar başını hafifçe yana çevirip kızının cansız bedenine baktı. "Feda ettim. O, çok önemli bir amaç uğruna öldü." dedi.

İdil elini saçlarına götürüp çekiştirerek geriye attı. "Ölmedi. Öldürüldü. Babası tarafından. Güç uğruna." derken öfkeden titriyordu.

Korkut Çınar yüzünü buruşturdu. "Senin de istediğin güç uğruna." dedi ve boğulur gibi bir ses çıkardı. Aldığı her nefeste yüzündeki kara lekeler büyüyordu.

İdil, soğuk yeşil gözlerini dedesine dikti. Dudakları öfkeden gergin bir hâl almıştı. "Benim istediğim güç değildi dede. Beni bir kez olsun gerçekten sevmen ve önemsemendi. Güçlü olursam beni görmeye başlarsın, eziyetlerine bir son verirsin sanmıştım. Yanılmışım." dedi. Biraz önce indirdiği bıçağı tekrar havaya kaldırdı ve hızla dedesinin kalbine sapladı.

"İdil! Yapma, dur!" diye bağırdı babam fakat İdil delirmiş gibi bıçağı tekrar çekip tekrar sapladı.

"Hepsi senin yüzünden! Annemi benden çaldın! Öl! Yaşamayı hak etmiyorsun! Öl!" diye çığlık atıyordu. İdil'in yanında beliren bir beden onu belinden sıkıca kavrayarak dedesinden uzaklaştırdı. Bu kişi, bu köşke ilk getirildiğimde merdivenlerde karşılaştığım tuhaf çocuktu.

İdil çığlık atıp ağlayarak ondan kurtulmaya çalışırken İdil'e arkasından sıkıca sarıldı. "Dur artık. Bitti." dediğinde İdil güçsüzce yere yığıldı.

"Bana bunu nasıl yapar? Kızına bunu nasıl yapar?" diye sayıklarken ilk defa onu böyle güçsüz ve tüm sınırlarından arınmış olarak görüyordum.

Göz kapaklarım yavaşça aşağı inerken yüzümde bir el hissettim. "Simay?" Alkın'ın endişeli bir şekilde bana seslendiğini duyuyor fakat tepki veremiyordum.

"Simay! Uyan! Beni bırakma! Söz verdin."

Sesler iyice boğuklaştığında gözlerimi açabilmek için son kez çabaladım fakat başaramadım.

<<<•>>>

Egehan

Gerçek dünyaya dönmekten korkuyordum fakat işte, korktuğum gerçekliğin tam da içindeydim. O lanet olası evrene gitmeden önce hapsedildiğim hücreden çıkarılmış, diğerlerini ararken nasıl başardıysam köşkteki labirentlerden dışarı çıkmıştım. Geri dönemeden Fabulasium'a gittiğim için şu an köşkün dışındaki büyük bahçedeydim.

Bir süre hareketsizce etrafı izledim çünkü ne yapacağımı bilmiyordum. Beynim durmuş gibiydi. Sonra her şey teker teker zihnime düştü ve elim ayağıma dolaşmaya başladı. Eris ve Ayhan... Acilen onları bulmam gerekiyordu. Onları kurtarmam ve hastaneye yetiştirmem gerekiyordu. Sonra da Pelin ve Simay'ı bulmalıydım. Simay...

Aklıma Eris'in söyledikleri geldi. Simay vurulmuştu! Hâlâ içerideyse fazla zamanı kalmamış olmalıydı. Telaşla köşke doğru koşarken adımlarım yavaşladı. Eris'in diğer evrendeki yüzünü hatırlayabildiğimi fark ettim ve bu hiç iyi değildi. Dünyada, sadece artık o evrende yaşamayanların yüzleri hatırlanırdı. Gözlerim dolarken eğilerek ellerimi dizlerime koydum. Tuhaf bir şekilde nefes almakta zorlanıyordum.

"Egehan!" Duyduğum sesle doğrularak arkamı döndüm. Pelin, saçı başı dağılmış halde ağlayarak bana doğru koşuyordu. Üzerindeki kıyafetlerde yer yer yırtıklar ve çamur lekeleri vardı. Boynuma atladığında dengemi sağlayamayıp geriledim fakat onu sıkıca sardım. İyiydi, benim için kendini feda etmişti fakat şükürler olsun ki ölmemişti.

Saçlarının kokusunu içime çekerken "Ölmedin. Buradasın." diye fısıldadım. Artık neyin burada, neyin diğer evrende yaşandığını karıştırmaya başlamıştım.

Titreyen bir sesle "Buradayım. İyiyim. Sen de iyisin değil mi? Bir şeyin yok?" diye sorarken sıcacık avuçları yanaklarımı bulmuştu. Kızarmış mavi gözleri endişeyle yüzümdeki ifadeye odaklanmıştı.

"Ben iyiyim, sanırım."

"Simay nasıl? Çıktı mı oradan?" diye sordu ve beklentiyle yüzüme baktı. Ona ne diyebilirdim? Simay'ın vurulduğunu öğrendiği anda onu tutamayacağımı biliyordum.

Zeminde bir çarpma sesi yankılanırken bakışlarımı Pelin'den çekip sağ tarafa çevirdim. Önce gördüklerimi algılayamadım. Yerde bir beden yatıyordu. Yavaşça birkaç adım attım. Hayır, iki beden. Elleri birbirine bağlı iki beden.

Sertçe yutkunarak derin bir nefes almaya çalıştım. Gördüklerimin hayal olmasını istiyordum. Yaklaştıkça her şey daha net olmaya başladı. O iki beden, ne yazık ki Eris ve Ayhan'a aitti.

Hızla yanlarına giderek dizlerimin üzerine çöktüm. "Ayhan? Eris?" Onlara seslendim fakat ikisi de sessizliklerini korudular. Yüzlerinde hafif bir morarma vardı.

Eris'in başı Ayhan'a, Ayhan'ın başı da Eris'e dönüktü. Gözleri kapalıydı fakat birbirlerine baktıklarını ve hep bakacaklarını biliyordum. Nabızlarını kontrol ettim fakat hiçbir şey hissedemedim. Kendimi tutamayıp hıçkırmaya başladığımda "Eris... Hadi uyan. Sen uyanırsan o düşük çenenle Ayhan'ı da uyandırırsın. Hadi, cadı." dedim. Belki çok konuşursam rahatsız olup uyanır ve bana sövmeye başlardı.

İkisinden de bir tepki gelmedi. Pelin, yanıma oturup kollarını bana sardığında sessizce ağladığını fark etmiştim.

"Ayhan? Uyan ne olur. Sen uyanırsan yanındaki pırasa saçlı cadı da uyanır. Asla yalnız bırakmaz seni." derken boğazımdaki düğümler arttı. Ellerim titreyerek Eris'in saçlarını ve Ayhan'ın omzunu buldu. Hiçbir tepki yoktu. Umutsuzlukla geri çekildim. Her şey bitmiş miydi?

Gözyaşlarımı silerek hemen çevreme göz attım. Toparlanmam ve onları hastaneye götürmem gerekiyordu. Belki hâlâ bir şansları olabilirdi. Pelin'e dönerek "Yanında telefon var mı Pelin?" diye sordum.

Pelin kızarmış gözleriyle başını iki yana salladı. "Maalesef."

"Burada bekle. Hemen geliyorum." diyerek köşke doğru koşmaya başladım. Mutlaka bir araba ya da telefon bulmalıydım. Gidemezlerdi. Buna kolay kolay izin vermezdim. Kapıya ulaştığımda biriyle çarpışıp geriye sendeledim.

"Ah! Egehan?" Yaprak'ın sesini duyduğumda refleksle kapattığım gözlerimi açtım.

"Lütfen yanında telefon olduğunu söyle."

Yaprak ciddi bir ifadeyle hızlıca beni süzdü. "Bende yok ama Yekta'da bir haberleşme cihazı var." dedikten sonra arkasına baktı. Saniyeler sonra kapıdan çıkan Yekta nefes nefese yanımıza ulaşmıştı.

"Bir sorun mu var?" diye sordu.

"Hemen ambulansı aramamız gerek. Eris ve Ayhan-" derken boğazımdaki düğümden dolayı yutkunmak zorunda kaldım. Yekta'nın yüzünde hüzünlü ve umutsuz bir ifade belirdiğinde kaşlarımı çattım.

"Şöyle bakmayı kes! Onları kurtaracağız. Bana hemen bir araba ya da telefon gerekiyor." dedim sertçe.

Yekta başını salladı. "Korhan amca ve Meltem teyzeye hemen haber vereceğim. Köşkün içindeler ama kendileri gelemese bile ekiplerinden birini gönderirler." diyerek cebinden küçük, tuhaf bir cihaz çıkardı ve üzerindeki minik düğmelere basmaya başladı.

Hissettiğim panik artmaya devam ederken sakinleşebilmek için derin bir nefes aldım. Her şey şu an sikik bir kâbus gibiydi. Ya da karabasan. Daha fazla dayanamayarak arkama dönüp tekrar Eris ve Ayhan'ın yanına koştum. Pelin başlarında oturmuş, ağlamaya devam ediyordu. Gittiğimden beri daha mı çok morarmışlardı sanki? Bedenlerini uygun bir açıya getirerek kısa süre önce öğrendiğim ilk yardım bilgilerini uygulamaya çalıştım fakat yanlış bir şey yapma korkusu beni tereddütte bırakıyor ve zaman kaybettiriyordu.

Bana oldukça uzun gelen bir süre sonunda Yaprak iki adamla yanıma geldiğinde bu adamlardan birinin Ayhan'ın, diğerinin de Eris'in babası olduğunu fark ettim. Metin amca oğlunu gördüğünde önce nefesini tuttu. Ardından dizlerinin üzerine çöküp Ayhan'ın başını kucağına alarak "Oğlum!" diye bağırdı.

"Eris..." Eris'in babasının acı dolu fısıltısı kulaklarıma ulaştı. Fazla beklemeden diz çökerek kızını kucağına almaya çalıştı fakat Eris ve Ayhan'ın elleri bir daha ayrılmamak üzere birbirine sıkıca bağlanmış gibiydi.

Yanımıza birkaç kişi daha geldi. Eris ve Ayhan'ın ellerini zorlukla ayırıp ikisini de hızla kaldırdılar ve köşkün bahçesine yeni park edilmiş pikaplara doğru taşımaya başladılar. Yerimden hareket edemiyordum. Onlarla gitmem gerekiyordu fakat tüm güç bedenimden çekilmiş gibiydi. Beni buraya bağlayan bir şey vardı. Önemli biri. Simay.

Omzumda küçük bir el hissettim. "Egehan... Onlarla gitmek istediğini biliyorum. Simay'ı ben bulacağım, merak etme. Git hadi." dedi Pelin yumuşak bir sesle.

Bu zamana kadar içerdeydi. Dayanabilmiş miydi ki? "Pelin." Çatlayan sesimi düzeltmek için boğazımı temizledim. "Simay'ı benim bulmam gerek. Sen lütfen eve git ve güvende ol. Seni tehlikeye atmak istemiyorum."

"Saçmalama, tabii ki sizi bırakıp hiçbir yere gitmiyorum. Ne yapacaksan benimle yapacaksın." Gözlerini kocaman açmış, kararlı bir ifadeyle bana bakıyordu.

"Simay vuruldu Pelin. O-onu kaybetmiş olabiliriz. Bunu görmeni istemiyorum." Söylemiştim işte.

Pelin şokla "Ne?" dediğinde acı dolu bir kadın çığlığı duyuldu. Bakışlarımız hemen köşkün alt tarafındaki çıkışa döndü.

"Toprak!" Meltem teyze haykırarak ağlarken adımlarım otomatik olarak o tarafa doğru ilerledi. İki adamın taşıdığı bir ceset torbasının baş tarafı açılmış, Toprak'ın bembeyaz yüzü açığa çıkmıştı. Şakağından yanağına doğru inen kan kurumuştu.

Ne hissettiğimi bilmiyordum. Bu kadar şok sanırım bünyeme fazla gelmişti. Çok yakın bir geçmişe kadar en iyi dostum olan fakat ölümüm için planlar kuran kişi şu an önümde ölü yatıyordu.

Meltem teyzenin yanında duran Yaprak'ın yüzünde donuk bir ifade vardı. Gözleri ikizinin yüzüne kenetlenmişken ne hissettiğini anlayamamıştım. Sağ gözünden bir damla yaş süzüldüğünde aynı şekilde bakmaya devam etti. Toprak'ın ölümü hepimizde karmaşık duygular uyandırmıştı.

"Simay'ı bulmam gerek." diye şokla mırıldandı Pelin. "Ölmüş olamaz, yaşıyordur. Değil mi?"

"Pelin-"

"Benim yüzümden. Hepsi benim suçum. Onu bu işlere ben bulaştırdım. Dövme yaptırmasaydım o da yaptırmayacaktı." Omuzlarından sertçe kavrayıp sarstım.

"Senin hiçbir suçun yok Pelin. Olacakları hiçbirimiz engelleyemeyiz. Ona hiçbir şey olmayacak, tamam mı?" dedim ve omuzlarını bırakarak kapıdan içeri girdim. Bu söylediğime benim de inanmaya ihtiyacım vardı çünkü daha fazla dayanacak gücüm kalmamıştı.

Lambaları yanıp sönen koridorda ilerlerken koridorun sonundaki hareketlilikle durduk. Küçük bir kalabalık hızla buraya doğru hareket ediyordu. Önce İzciler olduğunu düşünerek gerildim ve Pelin'in önüne geçtim fakat öndeki kişiyi tanıdım. Korhan amca endişeyle arkasına bakarak yürüyordu ve arkasında da Simay'ın babası ve dağılmış haldeki Alkın vardı. Yüzlerindeki ifade neyle karşılaşacağımı bildiriyordu. Sonra sedyeyi ve üzerinde bilinçsizce yatan Simay'ı gördüm ve zaman benim için tekrar durdu. Yüzündeki tüm renk gitmişti. Sedyeden sarkan kızıl saçları bile eskisi gibi canlı değildi sanki.

"Simay!" Pelin acı bir şekilde bağırıp öne atıldığında onu tutmak için hareket edemedim. Önümden geçerek binadan çıktıklarında da yerimde durmaya devam ettim. Ben gerçekten berbat bir koruyucuydum. Bu dünyada bari bir işe yarasaydım fakat onu da başaramamıştım. En yakın dostum ölüyordu.

Orada ne kadar durdum bilmiyordum fakat bir süre sonra duyduğum adım sesleriyle başımı tekrar karanlık koridora çevirdim. İdil sarhoş gibi yürüyordu. Arkasında da daha önce yanında gördüğüm İzciler'den biri vardı.

İdil beni fark etmemiş gibiydi ve gerçekten bok gibi görünüyordu fakat umrumda değildi. Önüne çıkıp durmasını sağladım. "Sen mi yaptın?" diye sorduğumda boş boş yüzüme baktı. "Simay'ı sen mi vurdun?"

Güler gibi bir ses çıkarmaya çalıştı fakat daha çok acı dolu bir inleme gibi olmuştu. "Simay... Senin için hiç onun kadar önemli oldum mu acaba?"

"Ne saçmalıyorsun? Kız vuruldu, ölüyor! O benim dostum, tabii ki benim için önemli olacak." dedim öfkeyle.

"Ben de ölüyorum! Yıllardır ölüyorum ama görmüyorsun. Hiç görmedin." derken kızarmış yeşil gözlerinden yaşlar süzüldü fakat sahte olduklarına kalıbımı basardım.

Sertçe "İdil kes dramayı! Nasıl biri olduğunu ve nelere yol açtığını ikimiz de biliyoruz!" diye karşılık verdim.

"Böyle biri olmaktan kurtulabilmek için tek umudumun sen olduğunu da biliyor muydun peki? İlişkimiz boyunca sana içinde olduğum durumu anlatmaya çalıştım ama senin tek yaptığın teselli etmek oldu. Ben seni tehlikeye atmamak için olabildiğince az detay vermeye uğraşırken sen ne yaptın? Yaşadıklarımı basit bir ergen bunalımı olarak gördün. Bana gerçekten değer verseydin beni anlardın. En azından anlamaya çalışırdın. Ben ortadan kaybolduktan sonra yaptıklarının ne yazık ki hiçbir anlamı yok." dediğinde sadece yutkunabildim.

Gerçekten söylediği gibi mi olmuştu? Farkında değildi ama ben de çok acı çekmiştim. "İdil, belki zorunluluktandı ama sen benimle hiç açık konuşmadın ki. Seni anlamamı nasıl bekleyebilirsin? Benden herhangi bir şekilde yardım isteseydin tehlike umrumda olmazdı çünkü senin sandığının aksine ben sana çok değer veriyordum. Bana hiçbir şey anlatmamakla şu anki duruma sebep olan sensin."

İdil hıçkırdığında kaşlarımı çattım. İçeride onu yıkan şeyler yaşanmış gibi görünüyordu. Derin bir nefes alarak "Simay'ı sen mi vurdun?" diye sordum.

"Merak etme, çok değer verdiğin kardeşime bir şey yapmadım." diye cevap verdiğinde içimde küçük bir rahatlama baş göstermişti.

"İyi." dedikten sonra arkamı döndüm.

"Dedemi öldürdüm!" diye bağırdığında duraksadım. Bir zamanlar içimi döktüğüm ve İdil'in kaybında bana dövmeleri sevdiren adamı düşündüm. Her şey bir yalandan ibaret olsa da o günleri bir daha yaşayamayacağım için ufak bir üzüntü hissetmiştim fakat ölen kişinin amacı zamanında beni iyi hissettirmekten çok uzaktı.

"Adalet yerini bulmuş." dedim ve yüzüne bakmadan binadan ayrıldım. Geride acıyla ağlayan ama oldukça acımasız olan bir kız bırakmıştım.

<<<•>>>

Simay

Rahatsız edici bir uykudan uyanmaya başlamışken zihnim karmaşık kabuslardan sıyrılmaya çalışıyordu. Uyanmayı başarmış olmama henüz sevinemiyordum çünkü tuhaf bir uyuşukluk içindeydim.

"Simay?" Annemin mutluluk ve rahatlama dolu sesini duyduğumda gözlerimi kırpıştırdım. Boğazım kurumuştu ve dudaklarım sanki bir arı sokmuş gibi uyuşuktu.

"O iyi mi?" Alkın'ın kısık sesi kulaklarıma dolduğunda gözlerimi sol tarafa çevirdim ve gördüklerim beni şaşırttı. Hayranı olduğum yeşilimsi mavi gözleri tüm canlılığını yitirmişti. Dudakları düz bir çizgi halini almış, kara saçları dağınık bir şekilde alnına dökülmüştü. Gözlerinin altında bir süredir olduğunu düşündüğüm torbalar vardı. Zayıflamıştı.

"İyiyim." demeye çalıştım fakat sesim pek çıkmadı. Alkın'ın gözleri anneme döndüğünde ben de ona çevirdim.

Annem değerlerimi kontrol ederken büyük bir mutlulukla başını sallayarak "O iyi Alkın. Atlattı. Çok daha iyi olacak." dedi.

Alkın başını hafifçe salladı ve aniden yere yığıldı. Panikle gözlerim büyürken yerimden doğrulmaya çalıştım fakat sırtıma şiddetli bir ağrı girince hareketsiz kaldım. "Alkın!" diye seslendim.

Annem koşarak onun yanına giderken "Simay sakın doğrulma! Merak etme, bir şeyi yok. Sadece çok yoruldu. Neredeyse hiç uyumadı ve ağzına bir şey sürmedi." dedi ve yatağımın yanındaki düğmeye basarak hemşireyi çağırdı.

Merak etmememi söylemesi gerçekten komikti çünkü kendime geldiğim andan beri -hatta kabuslarımda bile- merak ettiğim ilk kişi oydu. Odaya bir hemşire geldi ve kısa süre sonra başka bir hemşire sedye getirdi. Onu dikkatle odadan çıkardıklarında kalbim kulaklarımda atıyordu.

Çok kötü görünüyordu. Onu pek çok kez üzgün görmüştüm fakat bu sefer başkaydı ve nedenini çok iyi biliyordum. Eris ve Ayhan. Onları dünyada son kez görememiştim bile. Acaba cenazeleri yapılmış mıydı? Aileleri ne durumdaydı? Bu işin sorumlusu olan o korkunç adama ne olmuştu?

Ne kadar süredir uyuduğumu bilmiyordum bile. Annem odaya geri döndüğünde endişeyle "Alkın iyi mi?" diye sordum.

Annem gülümseyerek "Hiçbir sorun yok. Serum takıldı, kısa sürede kendine gelecektir." diye cevap verdi.

Derin bir nefes verdim. "Ne kadar süredir uyuyorum?"

Annem elini saçlarından geçirip yanımdaki tekli koltuğa oturdu. "Bugün altıncı gün. Öncesinde iki kez uyanmaya çalıştın ama kendini toparlayabilmen için seni uyuttuk." dedi. Altı gündür beni mi beklemişti Alkın? Daha önce bayılmamış olması bile mucizeydi.

"Neler oldu anne?" diye sorarken annemin bizi tuttukları mahzende söyledikleri ve yaptıkları aklıma gelmeye başlamıştı. Konuşacak o kadar çok şeyimiz vardı ki.

Annem öne doğru eğildi ve tebessüm etti. "Çok şey oldu canımın içi. Hepsini konuşacağız ama önce kendine gel."

"Şimdi konuşalım. Bilmeye ihtiyacım var."

Annem iç çekti. "Çok yorulmadan ufak ufak başlayabiliriz belki." dediğinde başımı salladım. "Ne öğrenmek istiyorsun?"

Ona onunla ilgili olan kısmı soracaktım fakat önce arkadaşlarımdan başlamam gerekiyordu. "Eris ve Ayhan öldüler mi gerçekten?"

Annem duraksadı. "Hayır, yaşıyorlar ama komaya girdiler ve..." Derin bir nefes aldı. "Durumları ne olacak, pek bilemiyoruz."

Gözlerim kocaman açıldı. "Y-yaşıyorlar mı? Gerçekten mi?" Komaya girmeleri çok kötüydü ama hâlâ bir umut vardı. Buna inanamıyordum. Başarabilirlerdi. Bize geri dönebilirlerdi.

"Sorunun ne olduğunu kimse tam olarak anlayamıyor ama araştırıyoruz. Elimizden geleni yapacağız."

Gözlerim dolarken gülümsedim. "İnanıyorum. Uyanacaklar. Peki diğerleri nasıl?"

"İyiler. Yani fiziksel olarak. Yoksa hepsi sizin için çok endişeli. Pelin ve Egehan her gün burada. Gece de kalmak istiyorlar ama onları evlerine gönderiyorum çünkü onlar da hiç kolay şeyler yaşamadılar. Alkın zaten buradan ayrılmıyor. Babası eve götürmek için her yolu denedi ama başaramadı." dedi.

"Yaprak ve Yekta?"

Annemin gözleri kısa süre yüzümü turladı. "Onlar da iyi ama Yaprak... Bir sinir krizi geçirdi. Şu sıralar sakinleştirici veriliyor."

"Neden?" diye sorarken cevabı aslında biliyor gibiydim.

"Toprak öldü." dediğinde yutkunmaya çalıştım. Ölmüştü. Beni de yanında götürmeye çalışmış olsa da ölümü beni sandığımdan daha çok etkilemişti.

Boğazımdaki düğümle "Annesi nasıl?" diye sordum. Meltem teyzenin durumunu tahmin edemiyordum.

"Kötü. Çocuğunu kaybetti ama kızı için ayakta durmaya çalışıyor. Onun da bu süreçte çok desteğe ihtiyacı olacak." Biz Toprak'a kızgındık fakat Meltem teyze, o ne yaparsa yapsın onu sevmekten asla vazgeçemezdi.

"Toprak'ın bana ve diğer kişilere yaptıkları korkunç olsa da ölmesini istemezdim sanırım. Keşke iyileşebilseydi." dedim. Annem kalkıp saçlarımı okşadı. Ardından elimi tutup öptü.

"Meltem Hanım'la empati yapıyorum da... Onun yerinde olsam ölürdüm. Buna çok yaklaşmıştım zaten. Sakın bana bir daha bu korkuyu ve acıyı yaşatma Simay. Kaldıramam." derken kahverengi gözleri yaşlarla kızarmıştı.

Parmağımla elini okşadım. Ardından "Babam nerede anne?" diye sordum. Annem kısa süre hareketsiz kalırken ne söyleyeceğini düşünüyordu.

"Lütfen yalan söyleme ve benden bir şey saklama. Nerede?"

Annem sıkıntıyla nefes verdi. "Gitti. Seni hastaneye yetiştirdi ama ameliyattan çıkmanı bekleyemedi. İdil ortadan kaybolmuştu. Onu bulmaya gitti. En son aradığında onunla birlikteydi."

Gözümden bir damla yaş akarken "Bizi terk etti yani." dedim. Yaptığı şey zoruma gidiyordu.

"Simay, ne hissettiğini biliyorum bir tanem ama İdil de onun kızı. Seni nasıl yalnız bırakmak istemiyorsa onu da bırakmak istemiyor. Senin yanında ben varım ama onun artık kimsesi yok ve o çok kötü durumda. Annesini o hâlde gördü, dedesi de öldü." dediğinde o mahzende yaşananlar bir bir zihnime doldu. Annesi ölü bir şekilde dünyaya dönmüştü ve İdil dedesini öldürmüştü.

Gözyaşlarımı durdurmaya çalışırken "Bir daha dönmeyecek mi?" diye sordum.

"Tabii ki dönecek Simay. Seni çok sevdiğini biliyorsun. Sadece ikisine biraz zaman ver, olur mu?"

"Peki sen? Sen ne yapacaksın? Kocan kızıyla uzaklara gitti." derken onun canını yakmaya çalışıyordum çünkü gereğinden fazla sağduyulu davranıyordu.

"En doğrusu ondan boşanmam olur. Olaylar bir yatışsın, boşanma davası açacağım." derken üzgün görünüyordu. Annem babama gerçekten aşıktı ama babamda bu aşkın karşılığı yoktu ve şimdi görüyordum ki hiçbir zaman da olmamıştı.

"Neden babamla evlendin anne? Seni sevmediğini bile bile..."

Annemin gözleri dolarken omuzlarını kaldırıp indirdi. "Çünkü aşıktım. Aşk mantıklı bir şey değil."

"Bana tüm hikayeyi anlatır mısın?" diye sordum yorgun bir şekilde.

"Dinlenmen gerek Simay."

İhtiyaçla "Öğrenmek istiyorum. Daha fazla bekleyemem. Bunca yıldır bir sırrın içinde yaşamışım. Artık gizleme benden." dedim.

Annem yorgun bir şekilde bana baksa da hikayelerini anlatmaya başladı. "Ben, Korkut Çınar'ın üvey kızıydım. Bir yetimhaneden beni beş yaşındayken evlat edinmişti."

"Ama benim bir anneannem vardı?"

Gülümsedi. "Zamanında o evde çalışan bir kadındı. Onu annem gibi sevmiştim." dedi ve devam etti.

"İlk zamanlar çok mutluydum. Verda ile kız kardeş ve arkadaş olmuştuk. Babası da bana iyi davranıyordu. Sonra zaman geçtikçe Verda ve babasının araları açılmaya başladı. Sürekli kavga ediyorlardı. Korkut Çınar da bana gelip kızının hiç söz dinlemediğinden yakınıyordu ama bunu öyle usta bir şekilde yapıyordu ki Verda onun sözünü dinlemediği için onu sevmediğine inanmaya başlamıştım. Üzerimdeki ilk manipülasyonu bu oldu. Zamanla onun istediği her şeyi yapmaya ve bununla gurur duymaya başladım."

"Onun dediklerini yapmazsan sevilmeyeceğinden korkuyordun, değil mi?"

Annem başını salladı. "Ailesiz büyüyen çocukların en büyük korkularından biridir onaylanmamak. Seni evlat edinen kişinin sevgisini kazanmaya çalışırsın çünkü kendini yetersiz görürsün. Ben de o adamdan övgü dolu sözler duyabilmek için önce onun beni istediği gibi eğitmesine izin verdim. Sonra da yavaş yavaş istediği görevleri yapmaya başladım. En korkuncu da sonunda insanların zarar gördükleri o görevlerin bana oyun gibi gelmesiydi. Verda beni hep uyarmaya ve neyin içine düştüğümü göstermeye çalıştı. O benim gibi aptal ve korkak değildi. Babasının planlarını çözdü ama ben o sırada çoktan Cellat olmuştum."

Bir süre duraksadığında yaşadıkları gözünün önünden geçiyor gibi dalmıştı.

"Sonra yaptıklarım ve aldığım övgüler bana sahte gelmeye başladı. Ters giden şeyleri fark ettim. Verda'nın çok da haksız olmayacağını düşündüm. İnsanların dövmeleri alınırken nasıl işkenceye maruz kaldıklarını gördüm ve kendime geldim. Evden kaçmaya karar verdiğimde bana yardım eden Verda oldu. O sırada da Erdem'le tanıştım. Verda'ya sırılsıklam aşıktı ve onu çok güzel seviyordu. Verda da onu. Birbirleri için yaratılmışlardı ve bunu gördüğüm için Erdem'e aşık olmaya başlasam da bunu asla dışa vurmadım. Onu hep uzaktan sevdim. Ta ki Verda'nın ölümüne kadar."

"Babam onu o kadar çok seviyorsa neden seninle evlenip bir de çocuk yaptı?" Bunu asla anlayamamıştım.

Annemin gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. "Onu ben ikna ettim. Aslında en zor zamanında onu kandırdım diyebilirim. Acıdan ne yapacağını bilmiyordu. Verda'yı uzun bir süre görememişti ve sonra da öldüğünü öğrenmişti. Cesedine bile ulaşamamıştı. Çok üzgün ve öfkeliydi. Öfke insanlara hata yaptırır. Ben de onun hatalarından biri oldum."

"Ben de." derken acıyla gülümsedim.

Annem hızla başını iki yana salladı. "Hayır Simay, sen ikimiz için de yeni bir başlangıç oldun. Bizim en değerlimiz oldun. Benim bu hayatta tutunabileceğim tek varlık sensin ve baban da seni tahmin edemeyeceğin kadar çok seviyor. Sadece hayatında artık senin kadar çok sevdiği bir kızı daha var."

İdil'i benden daha çok sevdiğini biliyordum. Bir şekilde bunu hissediyordum ama bu şaşırılacak bir şey değildi. İdil, ne kadar kötü biri olursa olsun, sevdiği kadının kızıydı ve bu yüzden babamda kredisi sonsuzdu.

Umarım ona duyduğu sonsuz sevgi İdil'in iyileşmesine yardımcı olurdu çünkü bundan sonra sevgisiyle iyileştirebileceği sadece bir kızı vardı. Beni kaybetmişti. Benim de en az İdil kadar ona ihtiyacım olabileceğini düşünemiyordu. 

Annem saçlarımı okşayarak "Hadi uyu bir tanem. Çok yorgunsun." dediğinde ona baktım. Aklımı kurcalayan bir şey daha vardı.

"O adam kesinlikle öldü, değil mi anne?" diye sordum. Her an bir yerden çıkıp hayatımı tekrar mahvedeceğinden korkuyordum.

"Kesinlikle öldü. İzciler de yakalandı. Artık bunun için endişelenmene gerek yok. Köşk yakıldı ve altındaki hücreler yok edildi. Bir daha kimsenin canı yanmayacak." dedi gülümseyerek. Eski bir İzci olsa da ona güveniyordum. Bana anlatması gereken her şeyi anlatmıştı.

Gözlerimi kapatırken artık daha huzurluydum.

<<<•>>>

"Hadi uyan artık, çok uyudun."

"Uyandırma. Bırak uyusun, iyileşmesi gerek."

"Tabii sen onu uyanıkken gördün, senin için sorun yok. Bana ne, ben de göreceğim. Uyansın."

Omzumda bir baskı hissederken gözlerimi araladım.

"Günaydın Uyuyan Güzel. Bıraksak bir yüz yıl daha uyuyacaktın herhalde." dedi Egehan. Yüzünde neşeli sayılabilecek bir ifade vardı ve bu beni gülümsetti.

Üzerimdeki ağırlıkla "Bıraksan sonsuza kadar uyuyacakmışım gibi hissediyorum." dediğimde Alkın elimi tuttu ve "Hayır, o kadar uzun uyumak yok. Bir daha buna yeltenmene izin vermeyeceğim." diyerek elimi öptü.

"Beni çok endişelendirdin Alkın. Aniden yere yığılınca çok korktum. İyi misin?" dediğimde gülümsedi ve gözleri kısıldı.

"Senin beni endişelendirmelerinin yanına bile yaklaşamamışımdır eminim. Sen uyandın ya ben çok daha iyiyim artık." dedi.

Egehan "Boğucu romantizminizi bölüyorum ama bir yere gitmemiz gerek." dedi. Elindeki telefona bakıp cebine koyarken yüzü ifadesizdi.

Alkın'la aynı anda "Nereye?" dedik ve Alkın "O hiçbir yere gidemez." diye ekledi.

"Tekerlekli sandalye diye bir şeyin varlığından haberin var mı?" diye karşılık verdi Egehan. Sonra da doğrulmama yardımcı oldu. Açıkçası burada günlerce yattığım için yatakla bir bütün haline gelmiştim ve artık kalkmak istiyordum.

Sandalyeye yerleşirken Alkın Egehan'a ters ters bakıyordu. Birden aklıma gelen şeyle kaşlarımı çattım. "Biz o günden sonra hiç Fabulasium'a gitmedik, değil mi?"

Alkın iç çekti. "Biz gittik ama sen gelemedin. Derin bir uyku hâlinde olduğun için evren seni çağıramadı. Artık tam olarak uyandığına göre yakın zamanda gidebilirsin. Hazırlıklı olmamız gerek."

Yutkunarak "Bebeğimiz nasıl?" diye sordum. Egehan bu sırada beni odadan çıkarmıştı. Alkın ise tam yanımda yürüyordu.

Alkın hoş bir gülümsemeyle "İyi ama seni arıyor. Seni çok özledi. İlginç bir şekilde her şeyin farkında gibi. Bu yüzden ağlamıyor, sadece seni bekliyor." dediğinde burnum sızlamaya başladı. Ben de onu özlemiştim ve ondan ayrı kalmak zorunda olduğum için kendimi suçlu hissediyordum.

Burnumu çektim. "Az kaldı, kavuşacağız." diye fısıldadım.

"Şu sümüklerini sil." dedi Egehan. Duygusallıktan haberi olmayan bir ayı gibi davranmasının sebebini tam olarak bilmesem de sanırım daha fazla ağlamamı istemiyor olmalıydı.

Koridoru döndüğümüzde ileride bekleyen Pelin'i görerek kocaman gülümsedim. Onu çok özlemiştim ve attığı çığlığa bakılırsa o da beni özlemişti. "Sonunda seni yatak dışında görebildim! İyi misin kızılım?" derken bana sıkıca sarılmıştı.

"Turp gibiyim. O kadar çok uyudum ki bundan sonra bir beş yıl uyumam sanırım."

"İkimiz de bulduğun ilk fırsatta uyuyacağını biliyoruz." derken sırıttı. Mavi gözleri ışıl ışıl parlarken bakışlarını Egehan'a çevirdi ve başını hafifçe eğdi.

Birlikte tekrar ilerlemeye başladığımızda Alkın kaşlarını çattı. "Simay'ı buraya getirmeli miyiz, emin değilim. Bence geri dönelim." dedi durgun bir şekilde.

"Burada ne var ki?" diye sordum fakat kimse cevap vermedi. İlerlemeye devam ettik ve bir kapı açıldı.

İçeride yan yana iki yatakta oturan Eris ve Ayhan'la gözlerim kocaman açıldı. İkisi gülümseyerek bize bakıyordu. Alkın "Eris..." diye mırıldandığında Eris ona kocaman gülümsedi. "N-ne zaman uyandınız? Neden haberim olmadı?" Sinirli bakışlarını Egehan'a çevirdiğinde Egehan omuz silkti.

"Hiç bana bakma. Eris cadısının planıydı her şey."

Alkın bu sefer Eris ve Ayhan'a baktı. "Sen de mi plana alet oldun Ayhan? Seni akıllı ve mantıklı biri sanırdım."

"Benim aklım bir tek Eris'i takip eder." diye cevap verdiğinde Eris güldü ve uzanıp onun elini tuttu.

Eris bakışlarını Alkın'a çevirdi. İkisi de benim gibi çökmüş ve yorgun görünüyorlardı. Yeni uyanmış olmalıydılar.

"Karşına iyi bir şekilde çıkmak istedim Alkın. Ayhan da bana hak verdi. Ne kadar kahrolduğunu biliyoruz. Uyandığımız anda yanımızdan ayrılamayacaktın. Zaten çok yorgunsun, daha da yorulmanı istemedim." dedi Eris fakat Alkın'ın sinirinde herhangi bir azalma olmamıştı.

Egehan araya girerek "Sonuç olarak uyandılar. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, Eris ve Ayhan'ın dünyaya döndükleri yerde bulunuyor olmam büyük şansmış, doktor öyle söyledi. Yani ben Eris cadısının hayatının en büyük şansıyım. Bu da böyle bilinsin." dediğinde Eris gözlerini devirdi.

"Bunu ömrümün sonuna kadar yüzüme vuracaksın değil mi?"

Egehan yüzünde bilmiş bir gülümseme ve gururla "Evet." diye cevap verdi.

Ayhan gülerek "O zaman ömrümün sonuna kadar kendimi seni korumakla görevlendireyim." dediğinde "Bu ona verebileceğin en büyük hediye olur. Beni de bu yükten kurtarmış olursun." dedim ve Egehan'a bakarak sırıttım.

Egehan biraz bozulsa da Ayhan'a dönerek "Makul bir karşılık. Bunu değerlendireceğim." dedi.

Alkın Eris'in yanına gidip kolunu omzuna sararken "Peki nasıl kurtuldunuz? Yaşam Çiçeği'nin gücü can alacak kadar kuvvetlidir." dediğinde Eris dudaklarını büktü.

"Bunu bilmiyoruz ama sanırım benim Ayhan'la birlikte atlamam bazı şeyleri değiştirmiş gibi görünüyor. Sadece Ayhan atlamış olsaydı ölmüş olacaktı ama ben feda edilenin feda edileni gibi bir şey olarak döngüyü bozmuş olabilirim." diye açıkladı kaşlarını hafifçe çatarak.

Pelin ellerini birleştirerek "Ya da aranızdaki aşk ölmenizi engellemiştir." dedi hayran bir şekilde.

Eris kızarırken Ayhan güldü ve başını salladı. "Bence de bizi kurtaran aşkımızdı."

"Ya da çiçek, Eris cadısı gibi bir yemek istemediği için midesi bulanmıştır ve ikinizi de kusmuştur. Bu daha mantıklı bence." dedi Egehan. Gülmemek için dudağımı ısırırken Eris arkasındaki yastığı Egehan'a doğru fırlattı fakat iyi nişan alamadığı için yastık benim suratıma çarptı.

Şaşkınlıkla inlediğimde Eris "Pardon." diyerek kötü kötü Egehan'a bakmaya devam etti.

Egehan "Elinin ayarını s-" diye başladığında Ayhan ve Pelin'den onaylamayan bakışlar alarak cümlesini "Sevsinler." diye bitirdi.

Alkın Eris'in omzuna hafifçe vurduğunda Eris omuz silkti. Yağlanmış olduğunu fark ettiğim saçlarımı yüzümden çekerken "Peki dövmeleriniz?" diye sordum.

Ayhan iç çekerek "Silindi. Artık o evrene gidemeyeceğiz." diye cevap verirken biraz üzgün görünüyordu.

Egehan "Ne? Beni nasıl koruyacaksın o zaman?" diye sorduğunda Eris alayla "Kendini korumayı öğrenmek için bir sebep daha işte." diye karşılık verdi.

Alkın sıkıntıyla "Orada olmanızı çok isterdim ama önemli olan yaşamanız. Oradaki yokluğunuzla baş edebilirim sanırım." dedi.

Omzum yanmaya başladığında aklıma bir fikir gelmişti fakat söyleyemeden Fabulasium'a yükselmeye başladım.

<<<•>>>

Yaşam Çiçeği'ne yakın bir yerde belirdikten saniyeler sonra Alkın da geldi. Yeşilimsi mavi gözleri beni bulduğunda dudaklarında mutlu bir gülümseme vardı. "Sonunda buradasın sevgilim." dedi ve hızla yanıma gelerek dudaklarımı tutkuyla öpmeye başladı.

Ona özlemle karşılık verdim. Parmaklarım yumuşak saçlarının arasında süzülürken beni kendine daha çok çekti. Sonunda nefessiz kaldığımda zorlukla ondan ayrıldım. "Seni çok özledim. Oğlumuzu da." dediğimde saçlarımı okşadı.

"Biz de seni çok özledik. Seni onun yanına götüreceğim." dedi.

Bakışlarımı son olayların yaşandığı çevrede gezdirirken "Hep burada mıydın?" diye sordum.

Başını salladı. "Evet. Her an uyanabilirsin ve buraya dönebilirsin diye hazır olmak istedim." diye cevap verdi. Gözlerim zemini bulurken yere serilmiş çiçekleri fark ettim. Benim için çiçeklerden bir yatak hazırlamıştı.

"Çok güzel." dedim büyülenerek.

"Eğer burada uyanırsan diye zemine göre daha yumuşak bir yerde uyanmanı istedim." dedi. Her gün onları yeniliyor olmalıydı çünkü çiçekler tazeydi.

Elimi yanağına koydum ve içtenlikle "Teşekkür ederim. İyi ki varsın." dedim.

"Sen de iyi ki varsın güzel eşim. Şimdi, gidelim mi? Oğlumuz bizi bekliyor." dediğinde heyecanla başımı salladım. Alkın benden biraz uzaklaşarak ejderhaya dönüştüğünde vakit kaybetmeden sırtına tırmandım. Koca kanatlarını çırparak havalandıktan saniyeler sonra hızla gökyüzünde süzülmeye başladı.

Rüzgârı yüzümde ve saçlarımın arasında hissederek gözlerimi kapattım. Bu hissi sanki senelerdir tatmıyor gibiydim. Pamuk şekerini andıran bulutların arasından aşağı doğru inmeye başladığımızda evimiz olan şatoyu görerek gülümsedim. Dakikalar içinde şatonun bahçesine inmiş, büyük kapıdan el ele içeri girmiştik. Sabırsız bir şekilde etrafa bakarken taht salonuna girdik ve oğlumu Egehan'ın kucağında görerek durdum.

Onu görmeyeli birkaç gün olmuştu fakat o neredeyse bir yaşındaki bir bebek gibi görünüyordu.

Egehan bizi fark ettiğinde "Niye gelmeniz bu kadar uzun sürdü? Çocuk durmuyor." dediğinde bakışlarımı kucağında tuhaf bir şekilde yamuk tuttuğu oğluma çevirdim. Sessiz ama bıkkın bir şekilde bize bakıyordu. Gayet de duruyordu.

"Bence o değil de daha çok sen durmuyor gibisin." dedim. Küçük prens sesimi duyduğu an gülümsemeye başlayıp minik ellerini bana uzatmaya başladı. Gülerek ona doğru ilerlerken ellerinden birini Egehan'ın koluna çarptı ve Egehan acıyla inledi.

Dişlerini sıkarak "Babası kılıklı. Bir de halası var tabii. Burada olmasa bile seni kötü etkiliyor." dedi sinirle. Gülerek oğlumu kucağıma aldığım an bana sokulmaya başladı.

Beni özlediğini tuhaf bir şekilde her hücremde hissediyordum. Dudaklarımı kara saçlarına bastırdım. "Buradayım bebeğim. Artık ayrılmayacağız."

Alkın arkamdan ikimize sarıldığında gülümsedim.

Egehan yüzünü buruşturarak bize baktı. "Cadı ve Amedeo olmadan bu cıvıklığı nasıl kaldıracağımı bilmiyorum."

"İstersen sen de gelebilirsin." dediğimde Alkın kollarını hafifçe sıkıp "Hayır, tabii ki gelemez." dedi ve tehditkâr bir şekilde Egehan'a baktı.

"Ona sarılacağıma krallığındaki bok canavarına sarılırım daha iyi." dediğinde iğrenerek yüzümü buruşturdum.

Duyduğum ayak sesleriyle başımı arkama çevirdiğimde Alkın benden hafifçe uzaklaştı. Yekta gülümseyerek salona girerken Yaprak da uzun yeşil elbisesinin içinde durgun bir şekilde onu takip ediyordu.

Yekta canlı bir şekilde "Uyanmana ve buraya dönmene çok sevindim Prenses Meira. Başaracağını biliyordum." dedi.

"Teşekkür ederim Büyücü. Hep birlikte başardık." derken bakışlarım Yaprak'ta durmuştu. "Başın sağ olsun Kyra. Senin için yapabileceğim bir şey var mı?" diye sordum.

Yaprak yutkunarak "Teşekkür ederim. Yapılabilecek hiçbir şey yok. Ben... İyiyim. Kötü olan her şeyi geride bıraktım." diye cevap verdi fakat sesi hafifçe titremişti. Onu üzdüğümü fark ederek canım sıkıldı.

Yekta elini onun beline sardı. "Her şey gibi bu da geçecek. Hepimiz iyi olacağız. Corvina ve Amedeo'dan haber var mı?" diye sorduğunda gülümsedim.

Alkın "Uyandılar ama dövmeleri silindiği için artık buraya dönemiyorlar." diye cevapladı.

Yaprak tebessüm ederek "Uyanmalarına çok sevindim." dedi. Yekta ise şaşırmıştı.

"Çok güçlü ve büyük bir büyüye karşı gelmişler. Bu gerçekten inanılmaz." derken gözleri parlıyordu. Bahse girerim bu kadar heyecanlanmasının nedeni araştıracak yeni bir konu bulmuş olmasıydı.

Yaprak'ın bakışları kucağımdaki oğluma kaydı. "Onun için bir doğum seremonisi düzenleyecek misiniz? Adının evrene yazılması gerekiyor."

"Bunu en kısa sürede yapacağız." dedi Alkın fakat çok istekli bir şekilde söylememişti ve nedenini biliyordum.

"Ama Corvina ve Amedeo'nun da görmesini isterdin, değil mi?" diye sordum. Alkın iç çekerek başını belli belirsiz salladı.

"Sanırım bunun için yapabileceğimiz bir şey olabilir." diyerek bakışlarımı Egehan'a çevirdim. O ise bana anlamsız bir şekilde bakıyor ve niyetimi anlamaya çalışıyordu.

"Niye bana öyle bakıyorsun? Benimle ne ilgisi var?" diye sorduğunda gülümsedim.

"Yeni Dövmeci'miz sen olacaksın."

<<<•>>>

Dünyaya dönmeden önce Egehan'ın ne saçmaladığımla ilgili uzun tiradını dinlemiş, hiçbir cevap vermeden oğlumla yukarı çıkıp onu ilk kez emzirmiştim. Daha önce süt annelerin sütüyle beslenmişti fakat neyse ki artık buna ihtiyaç kalmayacaktı. Prensimin elleri beni hiç bırakmak istemezmiş gibi saçlarımda ve elbisemde dolaşırken onun karnını doyurmuş, ardından uyutarak bakıcılara teslim etmiştim.

Çok tuhaf ama farklı bir deneyimdi. Bebekle aramdaki bağın daha da kuvvetlendiğini çok net bir şekilde hissedebiliyordum.

Şatoda küçük bir gezintiden sonra Kraliçe Audra'yla kısaca sohbet etmiş, ardından dünyaya dönmüştük. Kraliçe Audra doğum seremonisi hazırlıklarına hemen başlayacağını büyük bir heyecanla söyleyip yanımızdan uzaklaşmıştı. Sanırım bebeği torunu gibi görüyordu ve bu ilginçti. Ayrıca artık bana daha sıcak davranıyordu ve bu daha da ilginçti.

"Simay, uyurken beynini yemiş olabilir misin?" diye soran Egehan'a baktım.

"Hayır, hâlâ eskisi kadar beyinliyim. Neden sordun?"

Egehan kaşlarını çatarak "Yeni Dövmeci'miz sensin de ne demek?" diye sordu. Alkın'ı eve uyumaya göndermiş, hastane odasında Pelin ve Egehan'la birlikte oturuyorduk.

"Yeni Dövmeci'miz sensin demek. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Dövme yapmayı sevdiğini biliyorum. Dövmeci olmak da seçilmekle alakalı değilmiş, bunu öğrenmiş olduk. Senden daha iyi kim yapabilir ki bu işi?" dedim.

Pelin başını salladı. "Simay'a katılıyorum. Bunu çok güzel bir şekilde halledersin. Ayrıca... Eğer istersen sana yardım ederim. Yani dükkânda."

Egehan'ın gözleri parladı. "Gerçekten mi? Bunu ister misin cidden?"

Pelin gülümseyerek "Seninle her şeyi büyük bir zevkle yaparım Egehan. Eminim çok eğlenceli olur. Bence bir düşün." diye karşılık verdi.

"Düşündüm bile. Tamam, kabul ediyorum." dedi Egehan salakça gülümserken. Pelin kıkırdarken kollarımı göğsümde kavuşturup yavaşça arkama yaslandım. İyi ki Pelin yanımızdaydı yoksa Egehan nazlanmaya devam edecekti.

"Bu arada Orkun'a ne oldu? Bilen var mı?" diye sordum. Neden aniden aklıma geldiğini bilmiyordum fakat hâlâ azıcık da olsa huzursuz hissetmemin nedeni o olmalıydı.

"Güzel anların içine limon sıkma huyu geliştirmeye başladın, farkında mısın?" diye sordu Egehan. Sorumdan rahatsız olmuştu.

Omuz silkerek "Merak ettim." dedim.

Pelin'in bakışları boşluğa dalmıştı. "Orkun... Öldü. Kötü bir şekilde. Beni tren raylarına bağlamıştı, sonra da telefonu çaldı ve beni çözdü. Ondan kaçmaya çalışırken biraz hırpaladı. O sırada başka bir İzci gelip bana silah doğrulttu ve Orkun ona engel oldu. Sonra kavga etmeye başladılar. Ben korkudan ne yapacağımı bilmiyordum. O yüzden sadece izledim. İkisi kavgaya o kadar dalmıştı ki gelen treni fark edemediler. İkisi de trenin altında kaldı." Şu an o ânı yaşıyor gibiydi ve şahit oldukları gerçekten korkunçtu.

"Pelin..." dedim fakat başka ne söyleyeceğimi bilmiyordum.

Egehan önünde diz çökerek ellerini tuttu. "Neden daha önce bana anlatmadın?"

Pelin yutkundu. "Bir sürü şey yaşandı. Simay'ı, Eris'i ve Ayhan'ı o halde görünce sadece onlara odaklandım. Sonra Toprak da var..."

Şimdi geriye baktığımda gerçekten de çok büyük şeyler yaşadığımızı görüyordum ve bunu bir şekilde atlatmıştık ya da en azından atlatmaya çalışıyorduk fakat yaşananların izleri hayatımız boyunca bizimle olacaktı.

<<<•>>>

Bir hafta sonra yeni normalimize alışmaya başlamıştık. Hepimiz sonunda hastaneden ve o iğrenç yemeklerden kurtulmuş, bunu bir kebapçıda kutlamıştık.

Artık her şey hem eksik hem de olması gerektiği gibiydi. Babamın yokluğunu ara sıra hissediyor olsam da bunu zihnimin derinliklerine gönderiyor, anneme ve arkadaşlarıma sığınıyordum. Alkın hep benimleydi ve mutluydu. Benim için önemli olan da buydu. 

Egehan Dövmeci olmayı kabul ettikten sonra ilk fırsatta dükkana gitmiştik. İçerisi bıraktığımız gibiydi. Zaman burada durmuş gibi. Mobilyalardan duvardaki boyanın rengine kadar her şey bize o korkunç adamı anımsattığı için iç tasarımını değiştirme kararı almıştık.

Egehan'ın bu süreçte birkaç müşterisi olmuştu ve şaşırtıcı derecede iyi bir iş çıkarmıştı. Aslında Egehan bir süre kimseyi kabul etmek istemiyordu fakat Eris asla onun ilk müşterisi olmayacağını söyleyerek tavrını net bir şekilde ortaya koymuştu.

Doğum seremonisi yaklaştığı için de Egehan başkalarına dövme yapmaya başlamak zorunda kalmıştı. Eris en sonunda ikna olduğunda Egehan ona ve Ayhan'a kataloğu gösterdi.

"Aslında buna hiç gerek yok çünkü sen cadıdan başka bir şey olamazsın ama prosedür gereği bunu göstermem gerekiyor." diyerek dövmelerle kaplı kollarını göğsünde kavuşturdu.

"Burada cadı dövmesi yok." dedi Eris. Hepimiz eğilerek kataloğa baktık.

"Şövalye dövmesi de yok. Yaşam Çiçeği onları yok etmiş olmalı." dedi Ayhan. İlginç olansa dövmelerin kendiliğinden katalogdan silinmiş olmasıydı.

"Ayrıca," dedi Eris. "Kapı bizi tekrar kabul edecek mi?"

Başımı tavana çevirdim. Herhangi bir hareket yoktu.

Ayhan nefesini bırakıp "Belki de sadece yaşadığımıza şükredip bu işin peşini bırakmalıyız." dediğinde Alkın kaşlarını çattı.

"Hemen pes mi edeceksin?"

"Belki de henüz oraya gitmeye hazır değilsinizdir." dedim. Kapı gerçekten her anlamda hazır olan kişileri seçiyordu. Belki psikolojileri oraya gitmeye elverişli değildi çünkü tam anlamıyla ölümden dönmüşlerdi. Hatta o evrende ölmüşlerdi.

Dediğim gibi de oldu. Birkaç gün sonra Eris aniden dükkana gitmeye karar verdi. Geri döndüğünde omzunda gümüş renkli, çemberin ortasında kristal olan bir dövmesi vardı. Ayhan ise biraz daha sonra dövmesini yaptırmayı başarabilmişti.

Eris bir Yakut Perisi olmuştu. Yakut taşlarından doğan perileri koruyan ve onlara liderlik yapan biriydi. Prens Dorian'ın krallığıyla bağlantılı bir bölgedeydi. Ayhan'ın görevini ise henüz bilmiyorduk.

Egehan Pelin'e de dövme yapmak istemişti fakat Pelin dükkanda kalmayı daha uygun bulmuştu. Onun gelmesini de çok isterdim fakat Pelin hâlâ orada yaşananları rüyasında gördüğünden ve ölüm anını hissettiğinden bahsediyordu. O evren onu rahatsız ediyordu ve hepsi Dövmeci yani Kara Yılan yüzünden olmuştu.

Anlattığına göre Egehan için bileğine dövme yaptırdıktan bir süre sonra başlamıştı her şey. Gün içinde aniden uykuya dalıyor ve bunu uyandıktan sonra fark ediyordu. Uykuya daldığında o evrene gidip İngra'nın bedeninin içine giriyordu fakat uyandıktan sonra her şey karmaşık bir rüya gibi geliyordu. Bunu da stresten yaşadığını düşünmüştü.

Onu anlayabiliyordum. Zihnini karıştıran bir şeyin içinde bulunmak istemiyordu.

Fabulasium'a sonraki gidişimizde bu sefer bizimle Ayhan da geldi ve hepimiz görevini öğrenmiş olduk. O artık bir madenciydi ve işin ironik kısmı, Eris'in yakut madeninden taş çıkarması gerekiyordu. Evren ikisine tuhaf bir oyun oynamaya karar vermiş gibiydi.

İkisi arasında olası bir savaş başlamadan önce doğum seremonisini gerçekleştirmeyi başardık. Çevre krallıkları ve savaşta yanımızda olan herkesi kutlamaya davet etmiştik. Böylece yıldız prensesi Evanora'yı bir kez daha görebilmiştim.

"Artık başka bir diyarda yaşıyorum. Sevdiğim adamla birlikte." derken kocaman gülümsedi. Şatonun bahçesinde küçük bir yürüyüşe çıkma vaktimiz olmuştu. Bebeği Eris almak istediği için bu kısıtlı vakti değerlendirmeye karar verdik. Akşam kutlama vardı.

"Senin adına çok sevindim Evanora. Baban sorun çıkarmadı mı?" diye sordum. Kral Balder'i birazcık tanıma fırsatım olmuştu ve kızıyla olan o karmaşık ilişkisine şahit olmuştum.

"Tabii ki çıkardı ama ona onun silahıyla karşılık verdim. Krallıkta küçük bir isyan başlatıp onunla birebir dövüşme imkanı buldum. Sonra onu yendim ve eğer sorun çıkarırsa onu ışık kuyusuna hapsedeceğimi söyledim. O da bana büyülenmiş gibi bakıp benimle gurur duyduğunu söyledi. Sonra peşimi bırakacağına söz verdi."

Şaşkınlıkla dudaklarım aralanırken "Bu... Harika." dedim. Sanırım öyleydi.

Evanora heyecanla bana döndü. Lila renkli cildi hafifçe parlıyordu şimdi. "İşin en iyi yanı da artık gerçek bir yıldız gibi kayabiliyorum! Sarayın duvarlarını aşağı indirmiyorum yani."

Gülerek "Seninle gurur duyuyorum Evanora." dedim. Bu olay onun için gerçekten önemliydi.

Hevesle "Teşekkürler. İstersen senin çocuğuna da öğretebilirim." dediğinde gülümsemem yüzümde dondu.

"Iıı... Çocuğum henüz buna hazır olmayabilir." Daha çok ben hazır değildim. "Ama yine de teşekkürler. Bir gün kaymaya karar verirse ilk olarak senin haberin olacak." Bir yıldız olmadan nasıl kayacağını düşündüğünü bilmiyordum.

Günün sonunda büyük salonda herkes toplandığında basamakların üzerinde kucağımda oğlum ve yanımda Alkın'la birlikte duruyordum. Bu güne özel kırmızı kabarık bir elbise giymiş, Eris'in yaptığı ve Alkın'ın hediye ettiği yakut bir kolye takmıştım. Başımda da yakuttan bir taç vardı.

Küçük prensimin üzerinde lacivert bir kıyafet, Alkın'ın üzerinde ise altın işlemeli siyah bir kaftan vardı. Yekta iki basamak çıkıp önümüze geldiğinde elindeki kırmızı kuşakla üçümüzün ellerini sardı. Mırıldandığı bir büyüyle kuşak hafifçe parladı.

Ardından "Ejderha Krallığı ve Fabulasium'un yeni çocuğu, sağlıkla ve sevgiyle büyü. Karşına çıkan her sorunda önce canlıların hayatlarını düşün. Yardıma ihtiyacı olanlara yardım et ve karanlığın karşısında dur. Prens Aeternum, adın kutlu olsun!" dedi.

Derin bir nefes alıp bebeğimin başını öptüm. Onu kehanetten ve karanlıktan uzak tutmak için ne gerekiyorsa yapacaktım.

Önce Yaprak, sonra da diğer su perileri iyi dileklerini ilettikten sonra sıra diğer periler, yıldız çocukları ve cücelerle devam etti.

Egehan nereden bulduğunu bilmediğim bir çeyrek altını oğluma taktığında şaşkınlıkla ona baktım.

Alkın "Prenses Meira'nın özel korumasısın ama bir çeyrek altın mı takıyorsun gerçekten?" diye sorduğunda Egehan kibirle onu süzdü.

"Çocuğu lükse alıştırmıyorum. İstesem tam altın da takardım ama çocuk paragöz biri olabilirdi. Ben çocuk eğitiminden anlıyorum ama gördüğüm kadarıyla sen onu maddiyata düşkün biri olarak yetiştireceksin." dedi.

Alkın sinirle gülerken Eris ve Ayhan yanımıza gelip oğlumu kucağımdan aldılar. "Çocuk daha fazla bu asker bozuntusuna maruz kalmasın." dedi Eris yüzünü buruşturarak Egehan'a bakarken.

"Bana bak cadı-"

"Ben artık cadı değilim seni balık hafızalı."

"Sen benim için her zaman meymenetsiz bir cadı olacaksın."

"Felix, sevdiğim kadınla böyle konuşma."

Alkın'ın elini tutup omzuna yaslandım ve gülümseyerek tartışan üçlüyü ve başını üçü arasında masa tenisi maçı izler gibi gezdiren oğlumu izledim.

Hayatta kaybettiğim şeyler vardı fakat bu aileyi kazanmıştım. En önemlisi de birbirine düşmanlık besleyen kişiler arasında çok değerli ve güçlü bir dostluk bağı oluşmuştu. Bu bağ, ölümü bile aşmayı başarmıştı ve bir gün her şey son bulana kadar devam edecekti.

<<<•>>>

Sevgili defter,
Sana tam bir yıl sonra tekrar yazıyorum. Bu sefer anlatacaklarım da var üstelik. Bu dükkana ilk geldiğimde hayatta ne yapacağını bilmeyen, bu yüzden de sadece ders çalışmaya odaklanan bir kızdım. Benim için önemli olan tek şeyin hayallerimdeki bölümü kazanmak olduğunu sanıyordum.

Ama sonra fark ettim ki hayallerim bile aslında bana ait değildi. Annem ve babamın bana dayattıkları, beni korumak adı altında oluşturdukları içi boş bir hedefti sadece. Ben o hedeften saptım ve esrarengiz bir bataklığa saplandım. Bu bataklık öyle bir yerdi ki önce bana masallar gibi parlak bir hayat verdi. Sonra aşk ve yeni dostluklar hediye etti. Ardından bu hayatta kimsenin göründüğü gibi olmayabileceğini öğretti.

Bu bataklık, hangi evrende olursam olayım tüm insanların ortak dertlerinin olduğunu gösterdi. Sonra karşıma bir canavar çıkardı. Öyle bir canavardı ki türünün en tehlikelisiydi çünkü hepimiz gibi görünüyordu. Onun aslında ne olduğunu ayırt etmek çok zordu. Gerçekten bakmadan kimse anlayamazdı ve ben de gerçekten bakamamış, onu görememiştim.

Doğru bildiğim yalanların başında o canavar geliyordu fakat her canavar gibi zayıf bir noktası vardı. O, sevgiden yoksundu ve bu, onun sonu oldu. Tıpkı kendisi gibi yetiştirdiği yaralı bir canavar tarafından alt edildi. Fakat umarım o yaralı ve hırçın canavarın yaralarını sarmak için bir şansı olur.

Ben de yaralıydım. Onun yaralarından çok farklı olsa da benimkiler de acıtıyordu ama beni seven insanlar o yaraları bir daha açılmamak üzere kapattılar. Hepsine minnettarım.

Şimdi o bataklık çok güzel bir çiçek bahçesine dönüştü. Artık oraya gitmekten korkmuyorum. Aksine gitmek için can atıyorum çünkü beni bekleyen minik bir kelebek var. O kelebeğin çiçek bahçesinde uçmaya devam edebilmesi için ne gerekiyorsa yapacağım.

Biliyorum, tarih tekerrürden ibaret. Karşımıza her zaman bahçeyi bataklığa çevirmek isteyenler çıkabilir ama artık onlara nasıl karşı koyacağımı biliyorum. Yanımda sevdiklerim varsa benden güçlüsü yok.

Not: Yeni Dövmeci'nin zevki hakkında biraz konuşmamız gerekecek. Kırmızı ve kahverengi duvarlar hiç uyumlu görünmüyor.

NotNot: Tavan hareket etmeyi neden bıraktı?

Belki tekrar görüşürüz,

Simay.

________________

Bir serüvenin sonuna geldik! Benim için veda etmek zor olacak çünkü karakterlerin hepsine çok alıştım.

Hikayenin sonuna kadar gelmiş olan okurlarım, hepinize çok teşekkür ederim. Sizleri çok beklettim ve belki de sinirlendirdim ama okumaktan hiç vazgeçmediniz. İyi ki varsınız. Yorum yapan ve oy veren herkese kocaman sarılıyorum ve çok teşekkür ediyorum. Bir hatam olduysa ve sizi kırdıysam özür dilerim.

O zaman gitmeden sorayım: en sevdiğiniz karakter kimdi?

Başka maceralarda görüşmek dileğiyle.

Hoşça kalın!

Continue Reading

You'll Also Like

627K 53.5K 42
abilerim kurgusu, erkek versiyon. Bu kurgu reenkarnasyon içerir! Yᴇɴɪᴅᴇɴ ᴅᴏɢ̆ᴅᴜᴍ ʟᴀɴ! Tᴜ̈ɴᴇʟɪɴ ᴜᴄᴜ ʙᴏᴍʙᴏᴋ ʙɪʀ ʏᴇʀᴇ ᴄ̧ıᴋᴛı! 🛸Küfür ve argo içerir.🚀 ...
31.9K 2.5K 24
Genç kız kaymaya devam etti. Üşüyordu ama bunu sorun etmiyordu. Üşümek istiyordu. Ayağının altındaki kaygan zemin, ona iyi geliyordu. Fakat bu sefer...
62.1K 5.8K 27
Ben bir cadıyım ve bu hayatımın en korkunç gerçeği. Hayatım boyunca bu gerçekten, kendimden korktum çünkü ben bir canavardım, en azından kendimi buna...
1M 41.6K 69
İntikam hırsıyla yanan bir kız. Karanlığın içine batan bir kız. O sonradan kötü olmadı. O hep kötüydü. Her zaman acımasız , kötü bir kızdı. İnsan...