"Anlat bakalım Natalie,"dedi Andrew kucağındaki Atilla'yı öpmemeye özen gösteriyordu. "Annene yaptığın misafirlik nasıldı, Kontes Jennifer nasıl bakalım?"
Natalie gülümsedi,"Her zamanki gibiydi baba."
Süleyman ve Gracia da gülümsediler. "Ne güzel bir kızınız var Lord Andrew,"
Gracia küçük kızı gerçekten de çok güzel bulmuştu. Süleyman sordu,"Sanırım annesine benziyor."
Andrew,"Evet,"dedi. "Annesine benziyor."
Atilla kıkırdadı. Andrew bu sesi duyunca oğluna kafasını eğerek,"Sense bana benziyorsun koca oğlan."dedi.
Natalie çenesini kaldırıp,"Kontes Jennifer çok güzel bir kadındır."dedi Süleyman'a. "Ona benzediğim için çok şanslıyım. Tıpkı Harry'nin babama benzemesi gibi, o da şanslı çünkü Leydi Daisy'e değil de babama benziyor."
Süleyman ile Gracia gözlerini şaşkınlıkla açarken Andrew dişlerini sıktı.
Salonda bir sessizlik oldu.
Bilge düşündü. Bu kız sekiz yaşına girecekti. Küçüktü ama öyle bir devirdeydiler ki İngiltere de on dört yaşında evlenen leydiler, Osmanlı'da köylüler gördü. Kendi zamanındaki çocuklarla konuştuğu gibi konuşmak belki de hataydı. Bu yüzden tarzını biraz değiştirecekti.
Kaşlarını hafifçe kaldırdı ve gözlerini biraz kıstı,"Neden Natalie?"dedi. Jennifer'ın zehirlediği bu kızı seviyordu. "Beni çirkin mi görüyorsun yoksa?"
Natalie çenesini hiç indirmedi bile. Bilge ile göz teması da kurmuyordu. Yani ondan üstün olduğunu beden diliyle net bir şekilde ifade etmeye çalışıyordu. Bilge göz teması kurması için bekledi ve dilini dişlerine bir kere sürttü.
Natalie,"Kontes Jennifer 'dan güzel değilsiniz Leydi Daisy."dedi.
Andrew tam konuşacaktı ki yanında oturan karısı onun koltuğun üstündeki elini uyarıyla tutarak engelledi.
"Çoğu zaman Natalie,"dedi. "Nezaket ve görgü kuralları fincan tutup dantel örmekten öte daha farklı bir şeydir."
Natalie, sarı kaşlarını çattı. Bilge devam etti,"Annen Kontes Jennifer benden güzel olabilir, nitekim çok alımlı bir kadın. Ancak görgü kurallarına ve yumuşak bir kalbe sahip olmadıktan sonra kimsenin o güzelliği gerçekten göreceğini düşünüyor musun ?"
Natalie,"Kontes Jennifer hakkında düzgün konuşun lütfen. Ben laf attırmam Kontes'e."dedi. Annesinin ona ezberlettiği kelimeleri öylece söylüyordu.
Süleyman ile Gracia birbirlerine baktı.
Olaya çok Fransız kalmışlardı.
Andrew tekrar ağzını açtı ama Bilge elindeki eliyle yine baskı yaparak engelledi.
Genç adam Atilla'ya odaklanmaya çalıştı.
"Güzel Natalie, kontes Jennifer 'a laf atmadım. Aksine, bana laf atan, kalbimi kıran sensin."
"Siz annemden daha çirkin olduğunuz için onu kıskanıyorsunuz."dedi Natalie.
Annesi özellikle bu cümleyi kurmasını ondan istemişti. "Oğlunuz size iyi ki de benzememiş. Yüzünüze her baktığımda kendimi hasta hissediyorum."
Bilge'nin kalbi kırılıyordu gittikçe. Onun bir çocuk olduğunu ve annesinin ona bunları demesini bizzat istediğini anlamıştı, susuyordu. Ama hamilelik, hormonlar, Natalie'nin kalbini kırmasına yardım ediyordu sanki.
"Ne acı ki,"dedi Bilge. "Seni hasta ediyorum." Hüzünle gülümsedi. "Üzgünüm leydim,"
Natalie,"Lordum izninizle ben gidiyorum."diyerek eteklerini savurarak arkasını döndü. "Daha fazla bu barbarlarla kalmak istemiyorum."
Andrew,"Natalie."dedi sert bir sesle. "Laflarına da hareketlerine de dikkat et. Kırarım o çeneni."
Natalie 'nin babasının lafıyla gözleri doldu. Bayan Hawkins 'e baktı ve dudak büktü.
Bayan Hawkins kıza ayıplar gibi bakıyordu. Kafasını çevirip önüne döndü ve hızla bahçeye doğru çıktı.
O çıktığı gibi Bilge yanağına düşen göz yaşlarını gülümseyerek sildi.
Babası ve annesine bakıp,"Evet ne diyorduk?"dedi sesini canlı çıkartmaya çalışıp.
Gracia,"O daha çocuk Bilge, belli ki annesinin dolduruşuna çok maruz kalmış."dedi. Ağladığını hepsi görmüştü.
Bilge,"S-sorun değil anne, biliyorum."dedi. Sesi istemsiz titreyince boğazını temizledi.
Süleyman Andrew 'e baktı.
Andrew dişlerini de yumruklarını da öfkeyle sıkıyordu. Süleyman ile göz göze gelince aniden ayağa kalktı ve Atilla'yı Bilge'nin kucağına koydu.
Atilla aniden annesine gidince dudak büktü ve birden ağlamaya başladı.
Andrew o kadar öfkeliydi ki bebeği duymadı ve yeni yardımcısı Martin'e,"At arabasını hazırla."dedi.
**
"Lordum?"dedi Jennifer büyük bir mutluluk ile. Yeni yeni yürümeye başlamıştı.
"Sizi görmek ne güzel."
Andrew, önce kızın konağına ve kızın odasına gelmişti bir de. Bu ne demek biliyordu Jennifer.
Andrew gülümsedi,"Nasıl oldu ayakların?"
Jennifer, Andrew'in onu merak ettiğini düşündü.
"Daha iyiler lordum."
Andrew kafasını salladı.
Kız yatağının baş ucundaki uzun pudra oturuyor Andrew ise hemen pencerenin oradaki tekli berjerde oturuyordu.
"Ne mutlu sana değil mi?"
Jennifer gülümsedi,"Sağ olun tekrar. Buraya kadar gelmeniz beni onure etti."
Andrew,"Evet, geldim. Bir şey alıp, konuşmak için."dedi. Jennifer yeşil gözleri parladı. Almak.
Ne alacaktı?
"Dinliyorum Lordum."
"Natalie birkaç gündür seninle birlikteydi Jennifer."
Sarışın kadın kafasını sallayarak,"Evet benimleydi. Kızımı çok özlemiş olduğumu söylemek istiyorum Lordum. Tekrar izin verdiğiniz için teşekkür ederim."
"Ancak bugün geri geldi ve Natalie, benim tanıdığım Natalie değildi."
Jennifer anlamadı,"Nasıl yani Lordum?"
Andrew gülümsedi ve birden,"Ayağa kalk Jeni."dedi. Jennifer afalladı,"Sebep lordum?"
"Ayağa kalk!"diye bağırdı Andrew.
Jennifer yutkunarak ayağa kalktı. "Ne olduğunu anlamıyorum sevgili lordum,"
"Ben Jenni,"dedi Andrew ve berjerin iki kolundan tutunup ayağa kalktı. "Bir kadına vurmaktan asla çekinmedim zira benim annem sadece sopadan anlayan aşiftenin tekiydi ve ailemde kadına saygı sıfır denilecek kadar azdı."
Burnunu çekti sertçe. "Ancak ben, adalet veyahut terbiye getirmeyecek dayağa her zaman karşı oldum."
Jennifer'a yaklaştı.
Jennifer kafasını kaldırıp adamın lacivert gözlerine baktı,"Biliyorum Lordum."dedi.
Andrew tebessüm etti. Elini yavaşça Jennifer'ın yanağında ki bir tutam saça götürdü ve iki parmağı arasına usulca aldı.
"Saçların Jenni, bana ipekten bir yatak örtüsünü anımsatıyor."
Jennifer korksa da şimdi yumuşadı ve gülümsedi. "Teşekkür ederim."
Andrew kızın saçlarını yavaşça okşamaya başladı. Jennifer gözlerini yumdu ve kendisini ona bıraktı.
Derken Andrew birden ensesinde ki saçları kavradığı gibi sertçe çekti ve Jennifer acı içinde çığlık attı.
Lord Brandon başına böyle bir şey geleceğini tahmin ettiğinden kızının kapısında bekliyordu ve duyduğu çığlıkla belindeki tabancayı çekerek kapıyı açmaya çalıştı ancak KAPI KİLİTLİYDİ.
"LORD ANDREW!!"diye bağırdı kapıyı itelemeye, kırmaya çalışırken.
Andrew kapıyı kilitlemişti.
Genç adam acı içinde çığlık atan kıza,"Natalie'yi her kışkırttığında senden bir şeyini söküp alacağım."diye tısladı öfkeyle. "Ve gittikçe daha da acımasız olacağım."
Daha fazla güç verip tuttuğu tüm saçları bir halatın kopmasıyla çıkan o gürültü ile söktü.
Kızın saçlarının yarısı adamın elindeydi.
Bıraktığı Jennifer ağlayarak yere düştü ve titreyen elleriyle saçlarını,yolunan saçlarını, tutup ağlamaya başladı.
Andrew elindeki peruk büyüklüğündeki sarı saçlara bakarak güldü,"O kadar acınasısın ki Jennifer. Bazen gerçekten ölün dirinden daha mı iyi diye düşünüyorum."
**
Andrew yatak odasına girdiği gibi onu merakla bekleyen karısını gördü.
Bilge,"Saat ne kadar geç oldu farkında mısın?"diye sordu yataktan kalktığı gibi.
Andrew iç çekerek,"Sadece üç saat yoktum."dedi.
Elindeki saçları hiç bırakmamıştı.
Üstünü çıkartmadan Jennifer'ın saçlarını odasındaki masaya koydu ve Bilge yüzünü ekşiterek,"Bu da ne?"diye sordu.
"Jennifer 'ın saçları,"dedi Andrew önemsiz bir detaydan bahseder gibi. Üstünü çıkartmaya başladı.
Bilge,"Ne?"dedi önce. "Saçmalama."
Andrew gömleğini de çıkartıp,"Gerçek bu Bilge."dedi ve kaşlarını çattı.
Bilge yüzünü ekşitti ve masanın üstündeki sarı saçlara baktı.
Aman Allahım.
Midesi çok kötü bulanmıştı,
Bu durumu iğrenç bulmuştu.
Yedikleri ağzına geldiğinde hafifçe öğürdü. Eliyle ağzını kapatarak yüzünü iyice ekşitti ve kafasını iki yana salladı.
Andrew şaşkınlıkla Bilge'ye baktı.
"Ne oldu?"
Bilge tekrar saç aklına gelince kusacağını fark ederek odadan hızla dışarı çıktı.
Bilge istemsiz yine öğürdü ve koridorları dolan gözleriyle geçmeye, banyoyu bulmaya çalıştı.
Andrew arkasından yarı çıplak bir şekilde koşuyordu. Birkaç çalışana koşarken çarptı Bilge.
Aman Allahım,
Elinde saçla,
Canlı bir insanın saçıyla eve, yatak odasına, hamile karısının yanına gelmişti!
Derken Bilge daha fazla tutamadı ve koridorda asılı devasa, değerli, Leonardo da Vinci 'nin Kayalıklar Bakiresi adlı eserinin ucuna midesindekileri aniden çıkardı.
Andrew kızın durmasıyla yanına varmıştı ve Bilge'nin kustuğunu görünce,"Bilge!"diye telaşlandı.
Koridorda onları izleyen çalışanlara,"Leydinize bez getirin!"diye emir verdi.
Yere diz çökmüş Bilge'nin yanına eğilip,"Sevgilim iyi misin?"diye sordu hemen.
Bilge öfkeyle ittirdi adamı.
Andrew onu ittiren kızla şaşırıp, olayın şokuyla tanımadığını düşündü. "Bilge benim sevgilim,"tekrar kızın omuzlarını tutmak istedi ancak Bilge öyle bir ittirdi ki arkaya doğru düştü.
"Git!"dedi Bilge öfkeyle. "Ruh hastası!"
Olivia çalışanlardan duyduklarıyla,"Siz burada kalın!"diye emir vererek elindeki temiz bezlerle leydi ve Lordunun olduğu yere gitti.
Geceliğini giyip uyuyacaktı oysa,
Bu, ne olmuştu birden?
Andrew şaşkınlıkla ayağa kalkıp yere nefretle tüküren karısına baktı. Bilge yere tükürdükten sonra elinin tersiyle ağzını sildi.
Ayağa kalktı ve,"Bilge,"dedi. "Neden böyle yapıyorsun ne oldu sevgilim?"
Bilge,"Sen kadının saçını yolmuş, sanki bunu ben istemişim, bu bana bir lütufmuş gibi bana getirmişsin!!!"diye çığlık attı. "Sen kadının saçını başından yolup bana getirmişsin!!"
Olivia yanlarına daha varmadan koridorda çınlayan çığlıkları duymuştu.
"Bilge,"dedi Andrew ama ne diyeceğini bilmiyordu. "Ben onu sana hediye etmek için getirmedim, elimde kaldığının bile farkında değildim, kafam çok dal-"
"Sus!"diye bağırdı Bilge. "Sus!"
Olivia koşmaya başladı.
Andrew kızın gözlerinden ateş püskürdüğüne yemin edebilirdi. Ne yapacağını bilemedi. "Be-ben özür dilerim. Böyle etkileneceğini bilseydim kesinlikle çok dikkatli olurdum."
Ona yaklaşmaya çalıştı, Olivia,"Bez getirdim efendim."diyerek Bilge'ye baktı.
Kadının kan çanağı gözleri ve geceliğine bulaşmış kusmuk parçalarını inceledi.
Andrew de yarı çıplaktı.
Onlar iş üstündeyken bir anlaşmazlık olduğunu sanmıştı.
Bilge,"Kadının önce bacaklarını kırdın!"diye işaret parmağını uzatarak bağırdı. "Sonra felç kalmamasına sinirlendin! Durdurmasaydım Jennifer 'ı felç bırakacaktın! Şimdi ise!" Ağlayarak Olivia 'ya baktı. "Kadının tüm saçını yolmuş bana getirmiş Olivia teyze!" Hıçkırdı. "Bildiğin!" Titreyen ellerini önüne kaldırdı,"Avuç avuç saçı yolmuş bana getirmiş!! Sapsarı saçların açık renk köklerindeki kanlar hâlâ duruyordu!!"
Olivia dudağını korkuyla dişledi. Andrew 'in yüzü bembeyaz olmuştu.
Bilge onu korkutmuştu.
Onu kaybetme korkusu, Andrew 'i bitirmişti.
"Ben Olivia, elimde olduğunun farkın-farkında bile değildim."diye açıklama yaptı.
Olivia,"Lordum,"dedi ancak ne diyeceğini de bilmiyordu.
Bilge ağlayarak,"Bana vurduğun zamanları her hareketinde hatırlatmak zorunda mısın?"diye sordu ve hıçkırdı. "Neden böyle bir adamsın,"
Andrew kaşlarını hüzünle ve kırgınlık içinde çattı. "Nasıl bir adam?"
Bilge onu gösterdi. "Böyle işte!" Eliyle göğsüne vurdu. "Kalbimi söküp çıkar ama bana da başkasına da şiddet uygulama!"
Andrew omuzlarını düşürdü. "Bilge ben özür dilerim."
Bilge kafasını iki yana salladı. "Dileme!" Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. "Görmüyor musun Andrew! Kızın sen böyle yaptıkça benden nefret ediyor! Sen böyle yaptıkça ben benden nefret ediyorum! Benim yüzümden bir kadın sürekli olarak şiddet seviyesi maksimumda olan hasarlar alıyor gibi hissediyorum!!!"
Ellerini boynunu atıp tırnaklarıyla tüm boynunu, gerdanını ve yakasından göğüslerinin görünen kısmını tırnaklarıyla kazıdı. "Yapma Andrew!! Yapmaya!!!" Çığlık atarak yere çöktü. Ayakları daha fazla onu tutamadı.
Andrew nefes alamıyordu.
Bilge hiç acımadan tüm boynunu tırnakları ile kazımıştı.
"Olivia,"dedi durgunca. "Git ve odamdaki saçları al ve çöpe at."
Olivia kafasını sallayıp,"Emredersiniz Lordum."dedi ve Bilge'nin yanına gidip elindeki bezle kızın yüzünü sildi.
"Ağlama güzel kızım,"dedi fısıldayarak. Bilge kırmızı gözlerini yanına eğilmiş yüzünü silen kadına dikti. "Ben bu adamdan yine hamileyim." O da fısıldadı.
Olivia duyduğu ile şaşırıp sürdü ve Bilge'ye baktı."Hamile karısına bunu yaşatıyor Olivia teyze." Bilge tekrar ağlamaya başladı. "Bana yaşattığı şey bu," hıçkırdı.
Olivia kızın alnına bir öpücük kondurdu ve,"Metanetli ol."diyerek kalktı.
Onlara bakan Andrew 'e hızla bir selam verdi ve koşarak onların odasına gitti.
Giderken yolda gördüğü bir çalışana,"Kova ve bezini al Kayalıklar Bakiresi tablosunun orayı temizle. Seri!"diye bağırdı.
Andrew ağlayan karısına yaklaştı ve yavaşça yanına oturdu.
"Bilge,"dedi küçük bir çocuk gibi. "neden bana böyle yapıyorsun?"
Gözleri doldu. "Ben seni üzmek istemedim."
Bilge şaşkınlıkla adama baktı,"Andrew, görmüyor musun?" Hıçkırdı. "Ben dövüşmeyi biliyorum diye böyle şeyleri normal görecek değilim, ben şiddeti sevmiyorum. Ben şiddetten nefret ediyorum. Annem ve babam," kafasını iki yana salladı,"Gözlerimin önünde kurşuna dizildiler!!"
Andrew kızın çenesine akan göz yaşını yavaşça sildi. "Özür dilerim,"
"Yapma!"dedi Bilge. "Özür dileme! Sadece yapma!"
Andrew kafasını salladı,"Tamam, yapmayacağım. Yemin ederim ki,"
Bilge burnunu çekti. "Bana sarıl ne olur."dedi Andrew yalvararak. "Ne olur Bilge,"
Bilge adamın böyle olmasına şaşırdı ve ağlayarak ona sarıldı.
**
Andrew kızın dudaklarını usul usul öperken dokunuşlari ile iyi bir insan olduğunu kanıtlamaya çalışır bir tavrı vardı.
Bilge ise sadece aşkına sığınıyordu.
"Affet,"diyerek alınlarını birbirine bastırdı Andrew. "Yalvarıyorum."
Bilge gözünden şakaklarına akan yaşı boş vermeye çalıştı.
Bilge,"Dur."diyerek hıçkırdı.
Andrew gözlerini yumarak derin bir nefes aldı ve kızın boynunu öpmeyi kesti.
Kendisini kızın yanına attığında sinirden delirecek gibi hissetti.
Öfkeyle ayağa kalktı ve,"Aaağhhh!"diye bağırarak komidine tekme attı ve arkasına bile bakmadan odayı terk etti.