Mr. perfectly fine ✓

By cxharnel

206K 22.3K 13.5K

Jungkook, açtığı canlı yayında gösterdiği eski arkadaşının kore'nin aranan bir numaralı seri katili olduğunu... More

one
two
three
four
five
six
seven
eight
nine
ten
eleven
twelve
thirteen
fourteen
sixteen
seventeen
eighteen
nineteen
twenty
twenty one
twenty two
twenty three
twenty four
twenty five
twenty six
twenty seven
twenty eight
twenty nine
thirty (son)

fifteen

4K 442 218
By cxharnel

Elimde ki poşetlerle bilmem kaç katı çıkıp - asansör doluydu ve bekleyecek sabrım gerçekten hiç yoktu- kendimi sonunda eve attığımda kelimenin tam anlamıyla bir an için yere yığılıp kalacağımı düşünmüştüm. Nefes nefeseydim, hızlı hareket ettiğim için başım hafif hafif sızlıyordu çünkü migrenim, sinüzitim ve arada unutup durduğum iyi huylu kistim, hepsi ben yorulduğumda devreye giriyordu. Gerçekten abartmıyordum, kalbim yerinden çıkacak gibi atarken abartamazdım da zaten.

Poşetleri içinde ne olduklarını umursamadan, koridora bırakırken emindim ki bir kaç şey hasar almıştı, yine de bu benim şu an ki durumumdan daha önemsizdi. Ölüyordum ve hala daha kimseden çıt çıkmamıştı.

Taehyung, yokum diye delirirken şu an hiçbir tepki vermiyordu mesela. Garipti bu, ben olsam kapının açıldığını duyar duymaz koşuşturup gelirdim.

Anlamıyorum, sanırım benimle oynuyordu.

Kapıyı kapatmış ve ellerimi dizlerime koyup nefesimi düzene sokmaya çalışmıştım, şimdilik yapabileceğim ve odaklanmam gereken şey buydu. Onun hakkında düşünemezdim, bu zaman kaybı olurdu.

"Ah, kook!" Ve duyduğum sesle kaşlarım çatıldı. Görüş açımın algıladığı kısım, eğik olduğumdan dolayı sadece koridorun benim özel seçimimle döşenmiş beyaz fayansını ve biraz ilerisini kavrıyordu, o yüzden bana seslenen kişinin kim olduğunu şu an kestiremiyordum.

Taehyung'un olamayacak kadar basit bir ses tonuydu bu ama aynı zamanda jimin'in olamayacak kadar da kalındı.

Pekala hafızam kötü değildi çünkü bir çevrem yoktu, gerçekten yoktu. İliklerime kadar yalnızdım, canlı yayınımdan edindiğim hayranlarım vardı onlar da evimi bulamayacağına göre... ama şu an bu kişinin kim olduğunu çıkaramamak beni geriyordu. Korktuğum şeyse kim olduğunu hala daha anlayamamaktı.

Gerçekten çok yorulmuştum ve henüz tam anlamıyla kendimde değildim, doğrulup bana seslenen kişiye bakamıyordum bu yüzden de kafamda kurup duruyordum.

Ama şöyle detaylı bir şekilde düşününce taehyung ve jimin dışında korece konuştuğum kim vardı ki benim? Namjoon hyung dışında kimse yoktu.

Bir dakika... Namjoon hyung?

Evet.

Kim Namjoon.

Bunu kavrayınca "Hyung!" diye gereksiz bir heyecanla çığırmıştım ve sonrasında başımı kaldırarak onunla göz göze gelmiştim. O da benim bu tepkime sırıtarak cevap vermiş ve kafası karışmış şekilde bana bakmıştı. Pekala, neydi bu gereksiz tepkim? Merak ediyordum açıkçası ama yine de bu beni rahatlattı.

En gergin anımda birinin elimi tutup, beni rahatlatması gibi hissettirdi ya da bir çocuğun ilk okul gününde ailesinin ona eşlik etmesi gibi... Yani gerici, heyecan verici, stresli ama bir o kadar da elini kavrayan bir el var, rahatlatıcı.

Deneyimlediğim bir şey değildi ama kelimelerle aram iyiydi .

Derin bir nefes verdim ve gerçekten güldüm. Uzun zaman sonra gerçekten. Hoş gerçekten gülmek neydi bilmiyordum ama onu yapıyordum işte . Aynı zamanda düşünmeyi bırakıp bu adama odaklanmam gerekiyordu ve eklemeliyim ki hala daha ellerim dizlerimde, eğilmiş bir şekilde duruyordum.

Yani gerçekten odaklanmam gerekiyordu.

Ama odaklanınca... Ne? Diye kalakaldım. Namjoon mu? Hani şu alt komşum olan namjoon, geçenlerde bana koca bir dehşeti yaşatan kabusumun başrolü namjoon.

Yazar olan kim namjoon.

Az biraz hoşlandığım, kim namjoon.

Burada ne işi var?

Sikeyim.

Eğilmiş bir şekilde, ağzım artık beş karış açık bi halde öylece ona bakarken, aklımda artık tamamen ne doğrulmak, ne odaklanmak vardı. Kim olduğum bile yoktu!

Hiçbir şey yoktu. Sadece korkmaya başlamıştım. Bu düştüğüm bok çukurunun içine hiçbir suçu olmayan, onu çekemezdim. Bu işlere girmesini istemiyordum, onu buna alet etmek istemiyordum.

Sırf benim yüzümden, benim komşum diye, onu tanıyorum diye, azıcık hoşlanıyorum diye... Ona bir şey olacak mıydı?

Aman tanrım, gerçekten burada ne işi vardı, kim almıştı onu? Kafayı yiyecektim. Bu sefer panikle tamamen doğrulup ona ilerlerken, etrafa bakmadan duramıyordum. Tanrıya şükür taehyung ve jimin balkonda sigara içiyordu ve sırtları bize dönük bir şekilde derin bir şey konuşuyor gibiydiler. Namjoon'un da hiçbir yerinde bir şey yoktu ve keyifli görünüyordu.

Onun bileğine yapışıp, biraz daha kapının eşiğine doğru çektim. Bu şekilde onların görüş açısında değildik ve rahat rahat tüm endişemi onu azarlayak çıkarabilirdim.

"Burada ne halt ediyorsun?!" Korece konuşmadığım için bir süre afalladı ve kaşlarını çatsada bana ayak uydurdu.

Evet, taehyung'un lisedeyken İngilizceyle arası kötüydü ve ben geliştirmediğine emindim. Bizi duyarsa pekte bir şey anlamayacaktı basit kelimeler sonucunda. Jimin'e gelirsek... Saf bir aptala benziyordu o yüzden çok düşünmeyecektim bunun hakkında.

"Ah, anahtarımı unutmuştum..." Karşımda ki bu adam bana kocaman bir gülümseme veriyordu, bu beni garip bir şekilde yatıştıyordu ve ister istemez gözüm gamzelerine takılıyordu. Oradan iri dudaklarına, çene hattına. Pekala.

Neden böyle hissettiğimi bilmiyordum, bir an için bu şekilde onu izlemeye devam edersem taehyung üzülecek gibi geldi ve ben sadece yutkundum. Neden birini aldatıyor gibi hissediyordum ki? Dürüst olmak. gerekirse neden o biri taehyungdu ki?

Bir ses, biraz daha yaklaşın dediğinde, istemsizce onu kendime bir tık daha çekmiştim. Evet, şimdi kimse ama kimse bizi göremezdi. Yasak bir şey yapıyor gibi hissetmekten kendimi alamıyordum ama Kim namjoon gerçekten farklı bir boyuttu.

Çok uzundu, bir cehennem gibi yakışıklıydı. Edebiyatla ilgileniyor olması, yazıları beni kendine iyice çekiyordu. Gamzesi, gri saçları, esmer teni, iri omuzları...

"Kapıyı açmalarını beklerken de seni ziyaret etmek istedim. Bilirsin, görüşmeyeli uzun zaman olmuştu."

Yani... Biz zaten çok görüşmezdik ki? Arada denk gelir, konuşurduk. Birbirimize yaptığımız şeyleri ikram ederdik, bazen dertleşirdik, bazen sessizce beraber yürürdük. Bu kadardı ve bunun temel sebebi bize yabancı olan bu koskoca ülkede ikimizinde koreli olmasıydı. Aynı dili paylaşıyorduk sonuçta, istemsizce yakın hissederdik çünkü buraya yabancıydık ve bu apartmanda ne şanssa tek ikimiz koreliydik. Gergince derin bir nefes verdiğimde, kaşlarını iyice çatmıştı.

Beni inceleyecekti.

Bunu yapabilirdi tabii ama ben bana soru sormasından korkuyordum çünkü gerçekten, ağlamak için tek bir kelimeye ve onun yanında sıcak bir omuza ihtiyacım vardı. Ben aynı zamanda onun bir yazar olduğunu unutuyordum. Bir sürü karakteri olduğunu unutuyordum, onlara yaşam verdiğini, her şeylerini bildiğini unutuyordum. O küçük bir tanrıydı sonucunda, bunların getirisi olarak insanları inceleme yönü oldukça fazla gelişmişti. Ben bunu unutuyordum... aslında ben sadece bu özelliğini benim üstümde kullanmaz sanıyordum.

Tamamen yanılmışım. Bana içimi görür gibi bakıyordu, görüyordu da ve bunu kanıtlamak için omzumu tuttu, sanki bilmiyordum.

"İyi misin Kook? Anlat hadi." Gülmek istedim. Deli gibi kahkaha atmak istedim, bir omuza ya da soruya ihtiyacım yoktu delirmek için benim. Bunu net bir şekilde anladım ve açıkçası bu rahatsız etti. İhtiyacım olan şey bu değildi.

Ben bir omuz aramıyorum, bir kelimeye bakmıyorum ben sadece eski hayatıma geri dönmek istiyorum. Bunlarla uğraşmak istemiyorum, yansıtamıyorum ama geberiyorum. Bu duygularımın hiçbir tarifi yok benim, ne olduğunu hala kestiremiyorum. Çok fazla ani geliyor her şey ve namjoon sürekli tekrarlıyor.

Keşke çenesini kapatsa.

"İyi misin?" Öfkeleniyordum. Ne biçim soru bu, diye bağırıp omzumu tutan güzel elini başka bir tarafa savuşturmak istiyordum. Ne biçim soru bu diye çığlık atıp ona buradan defolup gitmesini söylemek istiyordum. Ne biçim bir soru bu, diyerek ağlamak istiyordum.

Defolmalıydı, kaçmalıydı.

Ah, ben...

Ben gerçekten iyi değilim. Nasıl olabilirim ki? Kim bekleyebilir bunu benden? Tanrı bile bir haber gibi hissettiriyordu şu an bana bu yaşadığım şeylerden. Koskoca tanrı, tanrım yabancı geliyordu bana. Bence beni bilmiyordu, çıkış yolumu kapatıyor, beni unutarak ne yapacağım hakkında bana fısıldamıyordu oysa önceden bunu yapardı.

Beni hiçbir zaman yanıtsız bırakmamıştı.

Tanrı bana, ona baş kaldırışlarıma inat, şeytanı yollamış gibiydi çünkü ben çok diklenirdim. Şeytana verdiğin şansı bana da ver, insanları değiştireceğim derdim.

Emindim, yapardım.

Yapardım ama kim Taehyung karşısında çok çaresizdim, o benim... Karanlık tarafımmış meğer.

O yüzden ben iyi değilim.

Dengesizleşiyorum, saçmalıyorum, kopuk kopuk yaşıyorum. Evet, çok bir zaman olmadı ve ben nasıl bu radeye geldim, bilinmez. Hayat ama bu, ne yapabilirdim ki?

Benden cevap bekleyen, parlak gözlere baktım ama ona ne diyebilirdim, ne anlatabilirdim hiçbir fikrim yoktu. Yani balkonda duran adamlardan biri katil, ben bunu bilmiyordum çünkü kendisi lisedeyken taptığım biriydi... Diğeri de sanırım polis ve arkadaşı. Öyle yani, şimdi de buradalar işte.

Böyle mi diyecektim ona?

Bana deli demezdi, garip garip bakmazdı. Güzel kurgu der ve evine giderdi, aslında çok ağır şey söylermiş.

"Bir şey yok hyung, yorgunum sadece." Başımla istemeden balkon tarafını işaret ettim. "Onlarla tanıştın mı?"

"Jimin ve taehyung'dan mı bahsediyorsun?" Evet demesine bile gerek yoktu bu cevabından sonra. Resmen yıkılmıştım, bir ihtimal küçücük bir ihtimal keşke benden bağımsız tanışsalar hatta namjoon da onlara ortak olsa diye düşündüm ama dediğim gibi, tanrı bana şeytanın yollamış ve sırtını çevirmişti ona hiçbir şey yapamadığım halde.

Bunu kabullenecek, başımı salladım.

"Evet. Aslında... Koreyle hiç alakan kalmadı sanıyordum, ilk geldiğimde şaşırdım. Akrabaların falan mı? Çok iyi sohbetleri var açıkçası ya da ben uzun zamandan sonra kendi ülkemden birilerini görünce, özlemden böyle hissettim ama dikkat çekici auroları var, özellikle jimin'in."

Pekala.

Karşımda dikilen bu koca adamın, otuzlarına az kalmıştı, kaç yaşında olduğunu bilmediğim hatta sadece ismini bildiğim jiminden bahsederken liseli bir aptal aşık gibi dudağını ısırmasını ve garip bir şekilde sırıtmasını görmezden gelebilirdim tabii ki, yani gelebilirdim değil mi?

Çünkü... Dürüst olmam gerekirse biraz canım sıkılmıştı. Ona ciddi misin demek istiyordum, bunu gerçekten sormak, yanağımı dişlemek ve asabice beni daha önce tanıdın demek istiyordum. Ben daha önemliydim, ben daha görünendim ama hiçbir şey yapamadım, sadece onu cevapladım.

"Sadece tanıyorum." Evet sadece tanıyorum. Bu kadardı, ne eksik ne fazla. Biraz acıtıyordu, bunu söylerken aklıma gelen taehyung, küçüklüğümüz çok acıtıyordu açıkçası çünkü ben sadece tanıyordum.

Tanıyordum, bilmiyordum.

Bu yabancı birini tanımakla aynı şeydi, bu çok acı verici ve can sıkıcıydı.

Herkesi bilemezdim ama herkesi tanırdım. Herkesi tanırdım ama bildiğim birini aslında bilmiyor olmam, sadece tanımam... Tanrım, çok acıtıyor.

Ve işte böyleydi artık namjoon içinde kendim içinde yapabileceğim bir şey yoktu, kalmamıştı. Sahip olduğum tek şey korkuydu.

Deli gibi korkuyordum.

Taehyung'dan olmasa bile babasından, babası olmasa bile onun suçlarından. Gerçekten, her şeyden, bazen kendimden bile çok korkuyordum.

Namjoon benim yüzümden zarar görecek ve bunun önüne geçebileceğim, engel olabileceğim hiçbir şey yok elimde, zavallıyım düşüncesi beni yine her şeyden soyutlarken hiç yaşamamış olmanın ya da sorunsuz yaşam süren birinin yerinde olmanın tadının nasıl olduğunu düşünüyordum.

Küçük bir ısırık almak ve yer değiştirmek istiyordum, küçük bir tat istiyordum.

Kendi ailenin olması nasıl bir şeydir acaba? Sıcacık bir yatağa sahip olmak, her gün alacağın iyi geceler kucaklaşması, günaydın öpücüğü, leziz yemekler, okuldan sonra koşa koşa geleceğin bir yuva, bir ev, deli gibi eğlenilen, bir sürü sohbet dönen bir salona sahip olmak... Nasıldır?

Bir anneye sahip olmak nasıl bir şeydir acaba? Koşa koşa ona geleceğin, nazlanacağın, her şeyini anlatacağın... İlk aşkını, ilk acını, ilk sevincini, tüm ilkelerini anlatacağın bir anneye sahip olmak, nasıldı ki?

Veya bir baba, bir baba nasıldı? Sana tüm her şeyi öğretecek, karakterini alacağın o baba nasıldı? Bir babaya sahip olmak nasıldı?

Taehyung gibi acı verici miydi yoksa çok mu güzeldi? Nasıldı ki?

Neden bunlardan yoksundum, neden böyle bir yaşam sürüyordum, bilmiyorum. Bunun hakkında düşünmekten hep kaçtım, kaçmazsam... Intihar eşiğine gelirdim.

Hoş, bir ailem vardı benim. Bir evim vardı, konuşacak kimsem yoktu ama bir sürü kişi vardı, onlar benim ailemdi, beni seviyorlardı. Her gün açtığım yayınları o insanları görmezden gelemezdim, bencil değildim.

Durmalıydım.

Kendime gelmeliydim

Belki bir - iki saat önce Taehyung'a bir şans verme düşüncesine oldukça yakınken artık buna uzak gibiydim ve aynı zamanda ona güvenmiyordum, hiç güvenmiyordum.

Her şey bir anda değişirken, nasıl körü körüne güvenebilirdim ki?

Araştırmam gerekiyordu, onu bilmem gerekiyordu. Tanımam değil, iyice bilmem gerekiyordu ki güvenebileyim.

Yine de emindim, olduğu kişi değişmezdi, büyütülüş tarzı onun karakteriydi. Bunu kabullenmek istemesemde, bu canımı çok yaksa da ve o ne kadar inkar etsede babasının oğluydu, bunun aksine inanmak benim için çok zordu ve bunu dile getirmekte.

O, babasının oğlu.

Tamamen böyle.

Belki kuruntu yapıyordum, belki ilham perilerim yine iş başındaydı ve kafamda bir sahne oynatıyordu, belki gördüğüm kabus yüzünden böyle düşünüyordum,belki yanlış biliyordum. Belki ve belki diye devam ediyordu bu ama yine de bildiğim tek bir gerçek vardı.

Ben, kabullenmesi zor olsa da uzakta yakında, kenarda köşede herhangi bir yerde namjoon'a karşı minicik bile olsa bir şeyler hissediyordum. Yani tüm endişem, tüm korkularım, tüm bu çıkmazlarım bu yüzdendi. Bu yüzden deliriyordum, bu yüzden yolumdan sapıyordum.

Ve balkondan ben farkında olmasam da, onun beni görmesi imkansız olsa da, beni izlediğine emin olduğum kim taehyung, donuk yüzüyle sanki ben her şeyi biliyorum, diyor gibiydi.

Artık yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

Yayın açmak dışında,

ya da bir şeyler paylaşmak?

Ama yapmak istemiyor gibiydim, kötü hissediyordum. Kararsızdım, neden böyleydim ki? Namjoon'a, yerde ki poşetleri, park jimin'i ve kim taehyung'u siktir edip kendimi hızlı adımlarla odama attım, kapımı kilitledim, iç çamaşırım hariç her şeyi çıkardım ve kendimi yatağa attım.

Taehyung'un kokusu her yerimi kaplamıştı.

Evet, ben buydum. Ben buydum, Jeon jungkook'tum. Koca bir kabusun içindeydim, uyuyacak ve uyanacak sonrasında her şeyi geride bırakacaktım.

Küçükken böyle olurdu, ben hala küçüktüm ama bu sefer... Uykuya daldıktan sonra, bir daha asla uyanmak istemiyorum.

15 yaşındaysan, birinin seni sevdiğine inanırdın... Ah, koca bir aptallık.

Taehyung, beni sevmemişti.

O sadece her şeyi biliyordu,

ve gerçekten artık yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

Tanrım, umarım bu sonsuz bir uykudur...

Continue Reading

You'll Also Like

6.1K 500 8
Mafya lideri Kim Taehyung vurulunca hastaneye kaldırılır fakat onu tedavi eden doktorunda bir sorun olduğunu anlar...
8.9K 1.1K 6
Su altında sakin bir yaşam süren deniz erkeği Jeon Jungkook, Kral Kim Taehyung'a hediye olarak götürüleceğinden habersizdi. "Aşk bazen hiç olmadık b...
179K 18.7K 31
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
2.4K 223 14
! DEVAM EDİYOR ! Jeon Jungkook, Kim Taehyung için her şeyi yapmaya hazırdı. semekook uketaehyung angst değil! düz yazı! yaş farkı yok!