Zemheri | Tamamlandı

By yericeryazar

3.8M 231K 73.8K

Yaşadığı travmalar yüzünden ailesi tarafından şımartılarak büyütülen Ahsen'in, yolu diktatör bir yüzbaşı ile... More

Giriş.
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm
45.Bölüm
46.Bölüm
47.Bölüm
48.Bölüm
49.Bölüm
50.Bölüm
51.Bölüm
52.Bölüm
53.Bölüm
54.Bölüm
55.Bölüm
56.Bölüm
57.Bölüm
58.Bölüm
59.Bölüm
60.Bölüm
61.Bölüm
62.Bölüm
63.Bölüm
64.Bölüm
65.Bölüm | FİNAL
Yeni Hikaye.

40.Bölüm

41.1K 3.6K 1.1K
By yericeryazar

Ne zaman bu sefer oldu desem her seferinde karşıma bir şey çıkmıştı.

Her seferinde yol düzeldi dediğimde ya büyük bir taş çıktı karşıma ya yol bozuldu ya tekerim patladı ya da başka bir şey oldu. Ama illa ki bir şey oldu.

Bu sefer çok emindim. Yolda bozulsa, tekerde patlasa Cahit yanımda olacaktı. Önüme yuvarlanacağım yokuş çıksa Cahit elimden tutacaktı. Ne olursa olsun bu sefer emindim.

Ben Cahit'den çok büyük şeyler beklerken, Cahit düz yolda bırakmıştı elimi.

Hak vermeye çalışıyordum. Mesleği onun için çok önemliydi. Laf söyletmek istemiyordu. Yanlış bir şey yapmak istemiyordu. Bu yüzden bana inanmayabilirdi. Buraya kadar haklıydı.

Ama neden beni herkesin vurduğu yerden vurmuştu? O da mı beni olduğum gibi kabul etmek istemiyordu?

İstemiyormuş demek ki. Kabul etmemişti sonuçta. Bitmişti her şey.

Gerçekten hayatımda ilk defa bu böyle hissettiğim için mi bilmiyorum ama canım çok yanıyordu. Sanki Cahit giderken içimden bir şeyleri söküp gitmişti. Öyle büyük bir acı vardı içimde.

Ve işin kötü yanı bu yaşananların sebebinin çok saçma bir şey olmasıydı.

Eğer hak ettiğim bir şey olsaydı. Ya da ne bileyim başka bir şey yüzünden kavga etseydik o zaman bu kadar üzülmezdim belki.

Böyle olması gerekiyormuş der susardım. Ama şimdi böyle olması gerekiyormuş diyemem. Çünkü öyle olması gerekmiyordu.

Cahit beni yanlış anlamıştı. Ya da ben gerçekten söylemeyi becerememiştim. Buraya kadar her şey normalken Cahit yersiz yere kalbimi kırmıştı. Hak etmediğim şeyler söylemişti. Belki her hangi birine söylese canını acıtmazdı. Ama o sözlerin benim canımı ne kadar yakacağını biliyordu. Benim burada olmamın sebebi zaten o sözlerdi.

Herkes beni olduğum kişiden vuruyorken, Cahit beni böyle kabullendi sanmıştım.

Buraya ait olmamama rağmen, buraya yabancı olmama rağmen Cahit beni böyle kabul etmişti. Böyle sevmişti. En azından öyle söylemişti.

Değiş dememişti. Seni seviyorum ama bunu değiştir, böyle olma, şöyle ol dememişti. Olduğum gibi kabul etmişti.

Aramızda bir şeyler olmaya başladığından beri ben kendim gibiydim. Evet değişen taraflarım olmuştu. Zaten Kars'ta yaşamam benim için başlı başına bir değişiklikti. Buraya uyum sağlamıştım. Değişmiştim.

Fakat bunların hiç biri Cahit için olmamıştı. Ben öyle istediğim için olmuştu. Zaten Cahit'de benden böyle bir şey istememişti.

İstememişti ama neden ilk kavgamızda yüzüme bunu vurmuştu?

Her şey yolundayken bir anda o kadar karmaşık bir hal almıştı ki.

Bitmiş miydi yani şimdi? Bitsin demek ile bitebiliyor muydu ki?

Ben Cahit'e kızdım, kırıldım, o bana sinirlendi. Bu kadar mı? Bitti mi yani şimdi?

Bitmedi...

Bitmedi biliyorum ama nasıl devam edecek onu biliyorum. Böyle bitemez evet ama nasıl devam eder?

Cahit ne düşünüyor mesela şimdi? Neden böyle bir şey yaptı mı diyor? Ben ilk günden beri mesleğimin hassasiyetini söylerken o şimdi neden böyle bir şey yaptı mı diyor? Benim onu suçladığım gibi o da beni mi suçluyor?

"Suçlayamaz!" Dedim kendi kendime.

O suçlu. Ama ben suçlu değildim. Cahit'in benim için söylediği şeyleri yapmak benim aklımın ucundan bile geçmemişti. Geçmezdi.

Ben öyle biri değildim. Evet başımı çok kez saçma sapan şeylerden belaya soktum. Şımarıklıklar yaptım. Yapmaya devam ediyorum. Kafama göre hareket ediyorum. Kimseyi dinlemiyorum.

Evet ama Cahit'in söylediği çok daha fazlasıydı. Ben ne bir askere iftira atacak biriydim ne de canım istedi diye böyle saçma sapan bir yalan söyleyecek biri.

Demek ki Cahit'in gözünde öyle biriydim.

Oflayarak koltukta geriye doğru yaslandım.

Belki de haklıydı. Bu zamana kadar olan vukuatlarım yüzünden böyle bir şeyi de yüzüm kızarmadan yapabileceğimi düşünüyordu. Ama yapmazdım işte bunu anlaması gerekiyordu. Düşünse bile ben söylediğimde inanması gerekiyordu.

"Güvenmiyor mu bana?" Diye sordum tavana bakarak.

Düz beyaz tavanın dillenip bana cevap vermesini istedim. Çünkü her zaman olduğu gibi yanımda kimse yoktu. Her zaman olduğu gibi göz yaşlarımı kendim akıtıp yine kendim siliyordum.

"Sevmedi mi?" Dedim gözlerimi kapatırken. Göz kapağımın kapanmasıyla iki gözümden de yaşlar yanaklarıma doğru süzüldü.

Sevmemiş olamazdı. Sevmiyor olamazdı...

Sırf şimdi kalbimi kırdı diye gözlerinde gördüğüm o sevgiyi, aşkı görmezden gelemezdim.

Evet çok uzun bir süre değildi. Ama zaten Cahit ile tanışalı da yıllar olmamıştı.

Ben hissetmiştim Cahit'in beni sevdiğini. Ona da onu nasıl sevdiğimi hissettirmiştim. Kısa süre de olmuştu belki ama biz birbirimize sevgimizi, aşkımızı hissettirmiştik.

Ben belki de hayatımda ilk defa biri tarafından böyle sevildiğimi hissetmiştim. Belki de ilk defa biri beni gerçekten, hiç bir sebebi, hiç bir çıkarı olmadan sevmişti. Belki de o yüzden Cahit'in sevgisine bu kadar inanıp güveniyordum.

Koltuktan kalktım ve banyoya girip elimi yüzümü yıkadım. Aynaya bakarken gözlerim tekrardan dolmaya başladı.

Ağlamak istemiyordum. Ama elimde değildi. Göz yaşlarım benden bağımsız hareket ediyordu. Önlerine geçemiyordum.

Derin bir nefes aldım ve yüzüme tekrardan su çarptıktan sonra banyodan çıkıp yatak odasına girdim.

Hızlıca üzerimi değiştirdikten sonra yatağa yattım. Yattım fakat sabaha kadar gözüme bir gram uyku girmemişti.

Düşünmek istemiyordum çünkü düşündükçe üzülüyordum. Bu yüzden uyumak en mantıklı şeydi. Fakat onu da becerememiş sabah kadar bir an bile uyuyamıştım.

Saat dokuza geliyorken daha fazla yatakta bir oraya bir buraya dönmeye dayanamadım ve sinirle yataktan kalktım.

"Of!"

Şimdi de sinirden dolan gözlerimden bir iki damla yaş aktı.

Her şey o kadar karışmıştı ki. Düşündükçe daha çok karışmıştı.

Canım acıyordu. Ama acının önüne daha büyük bir şey geçmişti.

Barışacak mıyız düşüncesi...

Barışacak mıydık yoksa bu kadar mıydı? Bu kadar olamazdı. Olmamalıydı.

Ama bu saatten sonra nasıl olurdu, nasıl devam ederdi hiç bir fikrim yoktu.

Cahit'in söyledikleri gece boyu kulağımda yankılanıp durmuştu. Tek bir harfini bile bir an olsun unutamamış, aklımdan çıkaramamıştım.

Barışır mıydık, devam eder miydi bilmiyordum. Ama çok iyi bildiğim bir şey vardı. O da Cahit'in çok pişman olacağıydı. Bana söylediği şeyler yüzünden pişman olacaktı. Buna adım kadar emindim.

Ve umarım pişman olduğunda her şey için çok geç olmazdı.

Odadan çıkıp oturma odasına geldim. Koltuğun üzerinde duran telefonu aldım ve aklıma gelen ilk şeyi yapıp Bursa'ya gitmek için kendime bir uçak bileti aldım.

Cahit'i görmek istemiyordum. En azından kızgınlığım geçene kadar. Kırgınlığım onu görmeden, benden özür dilemeden geçmezdi. Kırgınlık ile konuşabilirdim fakat kızgınlık ile konuşamadım.

Çünkü eminim şuan o da bana sinirliydi. Sinirli olmamasının imkanı yoktu. Dün ne düşünüyorsa şuan da aynısını düşünüyordu buna emindim. Eğer geceden sabaha fikri değişecek olsa dün gece hiç öyle şeyler söylemezdi.

Ve eğer ikimizde sinirliyken konuşursak -ki bu konuşma değil kavga olurdu- iş çok daha kötü bir hal alırdı. Buradan dönerdi fakat bir kavga daha edersek, oradan dönmezdi.

Bu yüzden en iyisi şuan buradan gitmekti. Ne kadar uzun sürerdi bu gidiş bilmiyordum. Belki bu gün gidip yarın gelecektim. Belki Cahit arayacaktı. Belki de ben özleyip arayacaktım. Bilmiyordum.

Şuan mantıklı düşündüğümü de iddia etmiyordum. Ama gitmek burada kalıp yanlış şeyler söylemekten, dönüşü olmayacak yollara girmekten daha iyiydi.

Eğer bedenen gidersem bunun dönüşü olurdu. Fakat burada olup bir kalpten gidersem işte onun bir daha asla dönüşü olmazdı.

Ben dönüşü olmayan bir şey yapmak istemiyordum.

Çok kızgındım. Çok kırgındım. Ama Cahit'den ayrılmakta istemiyordum. Evet şuan bitti demiştik ama bitmediğini biliyordum. Çünkü hiç bir şey, hiç bir zaman bitti dendiğinde bitmezdi.

Telefonu orta sehpaya bıraktım ve koltuğa uzandım. Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama tam uykuya dalmıştım ki kapı çalmaya başladı.

Cahit mi gelmişti?

Hızla yerimden kalktım ve kapıya koştum. Kapıyı açmadan önce delikten baktım.

Cahit değildi...

Sesimin düzgün çıkmasına dikkat ederek konuştum. "Tülin şimdi müsait değilim, sonra konuşsak olur mu?"

"Olur." Dedi Tülin hemen. "Olur da bir şey mi oldu?"

"Yok yok. Bir şey olmadı. Biraz işim var da."

"Tamam anladım. Önemli bir şey demeyecektim zaten, yukarıya gel diyecektim."

"Müsait olursam gelmeye çalışırım."

"Tamam canım."

Tülin gittikten sonra yatak odasına geçtim. Tülin'i böyle göndermek istemezdim ama kapıyı açmam demek Tülin'den gelecek bir sürü soru demek oluyordu. Ve ben şuan bırak soru cevaplamayı kimseyle konuşmak bile istemiyordum.

Cahit'e kızgındım. Cahit'e kırgındım. Bu halde olmamın tek sebebi Cahit'di. Aynı zaman da konuşmak istediğim tek kişi de Cahit'di...

Dolaptan bir çanta çıkarıp içine lazım olabilecek şeyleri hızlıca yerleştirdim. Daha sonra üzerimi değiştirdim.

İç çekerek çantamı kapının yanına bıraktıktan sonra saate baktım. Uçağa üç saat vardı.

Telefonumu alıp evi son kez hızlıca kontrol ettim ve evden çıktım. Daha gitmek için erkendi. Zaten bende havaalanına gitmeyecektim. Gitmeden önce Tülin ile konuşmam gerekiyordu.

Yukarıya çıkmadan önce Cahit'in kapısına uzun uzun baktım. Ayakkabıları yoktu, yüksek ihtimalle evde değildi.

Derin bir nefes aldım ve bakışlarımı çekip üst kata yöneldim.

Zili çaldıktan bir kaç saniye sonra Tülin kapıyı açtı.

"Ahsen ho-" dedikten sonra duraksadı. Gözleri şaşkınlıkla büyüdü. "Ahsen! Bu halin ne?"

"Dur, bağırma." Dedim hemen. İçeri de Asım amca vardı. Kimseye telaşlandırmak istemiyordum. Zaten o yüzden gelmiştim buraya. Kimseye söylemeden gitsem, hem merak edeceklerdi hem de onlara çok büyük haksızlık etmiş olacaktım. Sonuçta Cahit ile kavga etmiştim. Diğerleri ile değil.

"Ahsen bir şey mi oldu? Birine mi bir şey oldu?"

"Hayır kimseye bir şey olmadı." Dedim onu sakinleştirmek için. "Ayrıca o kadar kötü müyüm?"

"Cin çarpmış gibisin."

Hafifçe güldüm.

"İyiyim." Dedim tekrardan. "Biraz konuşalım mı seninle?"

"Konuşalım canım." Dedikten sonra başını içeriye çevirip seslendi. "Amca ben bir karşıya geçiyorum geleceğim."

Asım amca tamam deyince birlikte Tülin'in evine girdik.

"Ne oldu?" Diye sordu Tülin tekrardan.

İç çekerek "Ayrıldık." Dedim.

"Ne?" Dedi bağırarak. "Ne demek ayrıldık? Kimden ayrıldık? Neden ayrıldık?"

"Tülin kimden ayrılabiliriz?" Diye sorduktan sonra ekledim. "Benim de kafamı karıştırdın. Kimden ayrılabilirim? Cahit ile ayrıldık."

"Neden?"

"Yanlış anlamalar diyelim." Dedikten sonra konuşmaya devam ettim. "Tülin ben bunu söylemek için gelmedim. Yani bu da var tabii ama bu bizim aramızda olan bir şey, seni ya da başka birisini araya katmam."

"Biliyorum güzelim." Dedi Tülin anlayışlı bir şekilde.

"Ben Bursa'ya gideceğim."

"Ne demek Bursa'ya gideceğim?"

"Basbayağı." Dedim.

"Ahsen saçmalama." Dedi Tülin hızla. "Bursa'ya gideceğim ne demek ya? Sen Cahit için mi geldin ki onun için gideceksin? Hem sen gidersen biz ne yapacağız burada?"

Gözleri hemen dolmuştu.

"Dur Tülin dur." Diyerek araya girdim. "Temelli gitmiyorum."

"Ay." Dedi ve elini göğsüne getirdi. "Onu baştan söylesene! Bende dedim ki gidiyorsun tamamen."

"Gitmiyorum. En azından şimdilik. Her şey çok yeni. Ne yapacağımı bilemeyince en mantıklı şey Bursa'ya gitmek gibi geldi."

"Anladım. Cahit'e söyleyecek misin?"

Tebessüm ettim. Acının tatlı tebessümü diyebilirdik buna.

"Benimle konuşacağını sanmıyorum."

"Cahit?" Dedi sorgularcasına. "Seninle konuşmayacak?"

"Evet." Dedim.
Çünkü şuan Cahit'in gözünde onun mesleğini ciddiye almayan, birine iftira atarak yalan söyleyen bir eski sevgili konumundaydım.

"Ama gittiğini duyarsa çok üzülür."

"Sanmıyorum."

Üzülecek olsaydı dün gece onları söylerken üzülürdü.

"Ahsen aranızda ne geçti bilmiyorum ama Cahit'den bahsediyoruz. O seni çok seviyor."

"Beni sevmiyor demiyorum Tülin. Ama şuan beni görmek istemeyeceğine de, özlemeyeceğine de eminim."

"O ne demek kız? İnsan sevdiğini özlemez mi?"

İç çektim. İnsan sevdiğine inanmaz mı Tülin?

"Barışırsınız siz." Dedi Tülin uzun bir sessizlikten sonra. "Üzülme."

"Ayrıldık diye üzülmüyorum ki." Dedikten sonra duraksadım. Söyledikleri yüzünden üzülüyordum.

"Kalbini mi kırdı?"

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Yüzünde anlayışlı bir ifade ile bana bakıyordu.

Konuşmak yerine başımı usulca salladım.

"Cahit bu." Dedi hızla. "Sinirlenince ne söylediğini bilmiyor."

"Bilmiyor gerçekten."

"Sana ne söylediyse bir anlık sinirle söylemiştir." Diyerek kuzenini savundu Tülin. "Gerçekten söylemek istediği şeyler onlar değildir."

Bunu bende biliyordum. Ama bu bana inanmadığı gerçeğini değiştirmiyordu.

"Ne fark eder Tülin? Söyledi mi söyledi?"

"Sende haklısın. Ama Cahit kısa sürede fark eder hatasını. Affettirir kendini."

"Göreceğiz." Diye mırıldandım.

"Görürüz görürüz." Dedi heyecanla. "Ama sen buraya gelirsen görürüz."

"Ne?"

"Çok durma Bursa'da. Kafayı toparla gel."

"Ya kafayı çok uzun sürede toparlarsam?"

Gülmeden edemedi.

"Ahsen'sin kızım sen." Dedi gururla. "Öyle bir toparlasın ki kendini. Cahit bile şok olur."

Tülin şuan komik görünüyordu fakat içimden gülmek gelmiyordu.

'Tabii sen koskoca Ahsen Kara'sın!'

Cahit'in söyledikleri yankılandı kulaklarımda.

Nasıl çıkacaktı aklımdan, bu sesler kulaklarımdan nasıl gidecekti hiç bir fikrim yoktu.

Uçak saat yaklaşana kadar Tülin ile birlikte oturmuş, sohbet etmiştik. O ne kadar beni teselli etmeye çalışsa da pek bir işe yaramamıştı.

"Taksi gelmiş." Diyerek camdan uzaklaştı Tülin.

Ayağa kalkınca hemen yanıma geldi. "Görüşürüz." Dedi dolu gözlerle.

"Tülin geleceğim geri. Neden ağlıyorsun?" Dedim. Ama sonlara doğru benim de sesim titremişti.

"Sanki geri dönmeyecekmişsin gibi geliyor."

"Saçmalama!" Dedim hızla. "Ben bundan sonra sizsiz yapamam."

"Yapamazsın değil mi?"

"Yapamam." Dedim ve sıkıca sarıldık.

Tülin ile vedalaştıktan sonra evden çıkıp aşağıya indim. Son merdivenden adımımı atmıştım ki apartmanın kapısı açıldı ve içeriye Cahit girdi.

Cahit ile göz göze gelince, kısa bir an her şeyi unuttum. Dün geceyi, bana söyledilerini, sabaha kadar düşündüklerimi. Her şeyi unuttum.

Ama Cahit'in sert bakışları unuttuğum her şeyi hatırlamama yeterli olmuştu. Bakışları sertdi ama biraz bakınca, derinden derinden kırgın baktığını görebiliyordum. O da bana mı kırgındı.

Bakışlarımı hiç çekmeden gelmedi içimden.

Veda mı ediyordum şimdi Cahit'e? Bu kapıdan çıkıp gidecektim ve bu son mu olacaktı? Bir daha görmeyecek miydim onu?

Derin bir nefes almayı denedim ama boğazımda bir yere takılıp kaldı nefesim.

Son değildi. Biliyordum ama bir daha ne zaman eskisi gibi olurduk bilmiyordum.

Gözlerini ilk çeken Cahit olmuştu. Bende bakışlarımı çekince elini fark ettim. Kanıyordu.

Her şey uçup gitti aklımdan.

"Elin." Dedim hemen. Ona doğru gidip eline, elimi uzatınca elini geriye çekti.

"Bir şey yok." Dedi sertçe.

Başımı kaldırıp yüzüne baktım.
Gerçekten şuan o mu tavır yapıyordu bana? Benim onun yüzüne bakmamam gerekiyorken, o mu benim yüzüme bakmıyordu?

Gözlerim hemen doldu. Ben bu kadar kolay ağlayan bir değildim oysa ki. Cahit sayesinde bir sürü yeni özelliğimi keşfetmiştim.

"Peki." Dedim ve yanından geçip kapının önüne geldim.

Çıkmadan önce, elim kapıdayken durdum ve son kez arkama baktım.

Cahit bana bakmıyordu. Olduğu yerde duruyordu. Eve girmiyordu ama bana da bakmıyordu.

Elimde valiz ya da büyük bir çanta yoktu. Her zaman kullandığım çantalardan biri vardı. Gittiğimi bilmiyordu. Anlayamazdı. Evin kapısında yazmıyordu 'buradan çıktı, gidiyor.' Diye. Benim alnımda da yazmıyordu.

Ben de Cahit ile konuşmamak için gidecekken, dönüp ona gidiyorum diyemeyeceğim için Cahit şuan gittiğimi bilmiyordu.

Öğrendiğinde pişman olur muydu?
Tam şuan arkasını dönüp bana bakmadığı için pişman olur muydu?

Umarım olurdu.
Çünkü olmazsa, biz de bir daha olamazdık...

Derin bir nefes aldım ve önüme dönüp apartmandan çıktım.

Aynı Tülin gibi içimden bir ses buraya geri dönmeyeceğimi söylüyordu. Kars macerası buraya kadar diyordu.

Ama başka bir seste bu kadar çabuk bitmeyecek diyordu.

İkincisi daha yüksek ihtimal geliyordu. Çünkü şuan sevgilisinden ayrılmış, üzgün biri olarak hareket ediyordum. Hareketlerim de mantık arayamazdım. Bu halde büyük bir kararda veremezdim.

Taksiye bindikten sonra göz yaşlarımın akmasına engel olamadım.

Cahit ile daha dün aramızda hiç bir sorun yokken şimdi yarasına bakmamı istemeyecek kadar kötü olmamız canımı yakmıştı.

Taksi havaalanının önünde durunca ücreti ödeyip arabadan indim.

Kars'a ilk defa geldiğimde bile bu kadar az eşya yoktu yanımda. Şuan sadece bir çanta ile gidiyordum. Ama sanki sırtımda kilolarca yük varmış gibi hissediyordum.

Uçak yolculuğu rahat ama benim içsel sıkıntılarım yüzünden oldukça rahatsız geçmişti.

Uçak Bursa'ya inip, havaalanından çıkınca bir an sudan çıkmış balık gibi hissetmiştim kendimi.

Doğduğumdan beri yaşadığım bu şehir, sanki hiç gelmediğim bir yer gibiydi. Oysa sadece bir kaç aydır yaşadığım Kars buz gibi havasına rağmen nasıl sıcak hissettiriyordu.

İlk defa Bursa'ya gelmiş gibi salak salak etrafa bakmayı bırakıp bulduğum ilk taksiye bindim.

Evin adresini söyleyince adam duraksayıp dikiz aynasından bana baktı.

"Emin misin abla?" Diye sorunca kaşlarımı çattı.

"Neyden emin miyim?" Dedim saf saf.

Kafam zaten allak bullaktı. Bir de taksicinin soracağı saçma sapan soruları, yersiz muhabbetini duymak istemiyordum.

"Oraya taksiyle gideceğinden."

"Evet."

"Abla ilk defa mı geldin Bursa'ya?"

"Sanane kardeşim ilk defa mı geldim ikinci defa mı geldim?" Dedim sinirle.

"Buradan orası çok tutar." Deyince derin bir nefes aldım.

"Tutsun kardeşim." Dedim onun bana abla demesine inat kardeşimin üstüne basa basa. "Senin cebinden mı çıkacak sanki parası?"

Adam bakışlarını dikiz aynasından çekip yola çevirdi.

"İyi ben baştan uyarayım da sonra yok param yok, yok neden bu kadar tuttu falan deme."

"Demeyiz!" Dedim sinirle. "Sür artık hadi!"

Uzun bir yolculuğun ardından eve gelmiştik. Çantamdan cüzdanımı çıkarıp açtım. Cüzdanda ki kart bana göz kırparken takside kart geçiyor olması için dua ettim.

"Kart geçerli mi?"

"Ablacım!" Diye yükseldi bir anda adam. "Ben sana daha arabaya biner binmez ne dedim?"

Allahım çattık!

"Paramız mı yok dedik? Kart geçiyor mu dedik?"

"Alışveriş merkezinde miyiz? Geçmiyor kart falan!"

Bir şey söylemeden arabadan indim.

"Hop hop nereye abla?"

"Hay ablan kadar başına taş düşsün." Diye söylenerek arabadan indim.

Büyük bahçe kapısının önünde duran koruma beni görünce duruşunu dikleştirdi.

"Ahsen hanım?"

"Abla paramı ver paramı!" Dedi taksi.

Derin bir nefes aldım.

"Hoşgeldiniz."

"Hoşbulduk." Dedim. Bu adam uzun zamandır bizim evde koruma olarak çalışıyordu ama adını hala hatırlayamıyordum.

"Şu taksinin ücretini ödeyebilir misin?"

"Tabii efendim." Dedi ve hemen yanıma gelip taksinin ön camına yöneldi.

Bahçe kapısını açıp içeriye girince duraksadım. Olduğum yerde durup eve baktım.

Ne kadar uzağa gidersem gideyim, benim dönüp dolaşıp geldiğim yer burası oluyordu.

İlk 17 yaşında çıkmıştım bu evden. Liseyi bitirince bir yurt dışı tatili için abimi zar zor ikna etmiş ve soluğu Fransa'da almıştım.

Hayallerim orada kendime kısa sürede bir düzen kurmaktı. Ben kısa sürede kendime güzel bir düzen kurarsam, ailem orada kalmama, onlardan uzak ve ayrı olmama hiç bir şey diyemezdi. Beni dönmem için zorlayamazlardı.

17 yaş böyle bir şeyi başarabilmek için oldukça erken bir yaştı. Zaten bende başaramamıştım.

Daha doğrusu ben başaramamış değildim, hayat buna izin vermemişti.

Gideli iki hafta olmadan dedemin bir anda kalp krizi geçirmesi, benim de apar topar Bursa'ya gelmeme sebep olmuştu.

Daha sonra dedemin iyileşme sürecinde bütün aile aynı evde olması sebebiyle kaos dolu geçen iki ayın ardından kendimi üniversite okumak için İstanbul'da bulmuştum.

Tamam demiştim. İstemeye istemeye üniversiteye başladım, her şey karmakarışıktı ama bu sefer tamam dedim.

Üniversite kendime bir düzen kurmak için oldukça doğru bir zamandı.

Tam bir şeyler oluyor derken, peşimizi bırakmayan sağlık problemleri yine gün yüzüne çıkmıştı. Dedemin tekrar rahatsızlanması, abimin bir anda çıkan motor tutkusunun ardından geçirdiği bir kaza derken üniversitenin neredeyse iki yılını her hafta Bursa'ya gidip gelerek bitirmiştim.

Çabuk pes eden biri değildim.
Üniversitenin bitmesine daha iki sene vardı. Bu da yeterliydi.

Fakat bu seferde ben bunu düşünecek halde değildim. Bir anda tekrardan görmeye başladığım kabuslar, gecelerimi zehir edince kendimi yine tam şuan olduğum yerde bulmuştum.

Bursa'da ki psikologum ile sık sık görüşürken, kabuslarım azalmıştı. Fakat bu sırada üniversiteden de mezun olmuştum.

Benim düzen kurma, ailemden uzaklaşma hayalleri de suya düşmüştü.

Bursa'ya temelli döndükten bir kaç ay sonra abim ile başka bir evde yaşamak istediğimi konuşmuştum. O da pası dedeme atmıştı. Dedemin de izin vermeyeceğine adı kadar emindi. Bursa'da başka evde yaşama hayalleri de böylelikle suya düşmüştü.

Hayallerim tek tek suya düşerken, bende bir şekilde hayatıma devam etmeye çalışıyordum. Ailemden uzak olmayan çalıştıkça kendimi burada buluyor olmak iyice sinirimi bozuyorken, ben hiç bir şey umrumda değilmiş gibi davranıyordum.

Her gün başka mekanda kahvaltı, başka mekanda akşam yemeği, eğlence, alışveriş diyerek uzun bir süre devam eden hayatım abimin çalışmam için bir ajans ile konuşmasıyla sakinlemişti.

Abimin yaptığı emrivakiyi kabul etmiştim. Fakat unuttukları bir şey vardı ki ben Ahsen Kara'ydım. Bir şey ya olmazdı ya da benim istediğim gibi olurdu. En azından o zamanlar öyleydi.

Ajans ile konuşup İzmir'de ki şirketlerinde çalışmaya başlamıştım.

Bu sefer hiç bir sorun çıkmamıştı. Ne dedem hastalanmıştı, ne abim bir kaza geçirmişti. Bu sefer her şeyi berbat eden kendim olmuştum. Olaylı bir şekilde İzmir'den dönünce bende bu evde yaşamayı kabul etmek zorunda kalmıştım.

Bu saatten sonra kabul etmesem ne değişecekti? Zaten 24 yılım bu aile ile çürüyüp gitmişken, bu saatten sonra bir şeyler değişemezdi.

Sanırım o zamanlar ne olduğu hakkında hiç bir fikrim olmasa da murphy kanunları hayatımızın büyük bir kısmını oluşturuyordu.

Tam vazgeçmişken, istediğim şeyin olması için çabalamayı bırakmışken bir şeyler olmuştu ve ben kendimi Kars'ta bulmuştum.

İki gün diyerek gittiğim Kars, bana öyle kapılar açmıştı ki ben bile hayret etmiştim.

İki gün, iki hafta olmuştu, iki hafta, iki ay olmuştu.

Murphy kanunlarında olduğu gibi ; "Bir şeyin olma olasılığı, isteme olasılığı ile ters orantılıdır."

O kadar çok isterken yapamamıştım fakat hiç beklemediğim bir anda kurmak istediğim düzeni kuruvermiştim.

"Ne zaman bir şeyden vazgeçseniz, vazgeçtiğiniz o şey size geri gelir."

Fakat murphy kanunları sadece bunlardan oluşmuyordu. Şuan hayatımın ortasına bomba gibi düşen bir kural daha vardı.

"Her şey yolunda gidiyorsa kesin bir terslik vardır."

Tam her şey yolunda derken, bu sefer başardım derken kendimi yine burada bulmuştum. Tam burada. Bu evin girişinde, bu kapının önünde, bu taşın üstünde...

Kafamın iyice bulunmasına sebep olan düşünceleri bir kenara -mümkünse kapıdan dışarıya- bırakıp kapıya doğru yürümeye başladım.

Derin bir nefes aldım ve zile bastım.

Kapıyı çalışanlardan biri açar diye beklerken, kapıyı babaannemin açması kadını şoka sokmuştu.

"Babaanne?" Dedim bir süre tepki vermesini bekledikten sonra.

"Ahsen?" Dedi şaşkınlıkla.

Babaannemin beni gördüğüne bu kadar şaşıracağını düşünmezdim.

"Sürpriz!" Diye bağırdım yalandan bir heyecan ile. Bağırışım bütün evi kapıya toplamama sebep olmuştu.

"Kim gelmiş?" Diyerek babaanneme soran dedem görüş alanına ben girince gözlerini kocaman açtı. "Ahsen!"

"Dede."

"Kızım sen nereden çıktın?"

"Sürpriz dedeceğim." Dedim.

Sevgilimden ayrıldım dedeciğim de diyebilirdim ama bunu söylemeyi tercih etmedim.

"Gel buraya deli kız gel." Diyerek kollarını açınca dedeme sarıldım.

"Babaanne?"

Merdivenlerin başından abimin sesi duyuldu. Derin bir nefes aldım. En çok onun tepkisini merak ediyordum. Yüksek ihtimal babam için geldiğimi sanacaktı.

"Gel oğlum gel." Dedi babannem gülerek.

"Bir şey mi oldu? Ne bu sesler?"

Abim konuşarak merdivenlerden inerken, beni gördü.

"Abi." Dedim o bir şey söylemeden önce.

"Kardeşim?"

Merdivende ki son basamağı inince hızlı adımlar ile aramızda ki mesafeyi kapatıp sıkıca abime sarıldım.

Aramızda ne yaşanırsa yaşansın, abim benim sırtımı dönemeyeceğim biriydi. Kavga da etsek, sürekli farklı da düşünsek işin sonunda birbirimizi saran yine biz oluyorduk. Aynen şimdi olduğu gibi. Çünkü bizim bizden başka kimsemiz yoktu.

Ben var sanmıştım.

Ailem bile yıllarca böyle bir şey dememe sebep olamamışken, Kars'ta bir kaç aydır tanıdığım insanlar bunu dedirtmişti bana.

Her sıkıntımda yanıma koşan Tülin, daha beni tanımadan yardım eden Sibel ve Huriye abla, Davut, Asım amca, Alparslan. Hatta Hande bile.

Ve Cahit...

Orada bir ailem olmuştu benim. Bunu sonuna kadar hissetmiştim. Hala vardı. Ama ailenin en sevdiğiniz üyesi sizi üzünce, kırınca ya da gidince o aile sizin için hiç bir zaman eskisi gibi olmuyordu.

Annem gitmişti. Ailem kalmamıştı. Babam zaten yoktu. O hiç bir zaman olmamıştı. Ama benim ailem annem gidince yıkılmıştı.

Şimdi de Cahit gitmişti. Soğuk bir şehirde, kendimi içinde bulduğum ailede gitmiş miydi?

Annem geri gelemezdi. Cahit gelebilirdi. Ama gelir miydi bilmiyorum. Giden, gelecek olsa gider miydi?

"Güzelim." Diye konuştu abim.

Gözlerim dolmuştu. Düşünmek istemiyorum dedikçe daha çok düşünüyordum.

"Ne zamam geldin sen?"

Abimden ayrılıp konuştum. "Şimdi. Yani Bursa'ya da yeni geldim."

"Neden haber vermedin kızım?" Dedi babaannem.

"Adı üstüne sürpriz babaanne."

"Bana niye haber vermedin?" Diye sordu abim. "Almaya gelirdim seni."

Derin bir nefes aldım.

"Haber vermeye vaktim olmadı." Dedim abime bakarak.

"O ne demek?" Diyerek araya girdi dedem. "Bir şey mi oldu? Yüzün de solgun zaten."

Abimin de bakışları yüzümü buldu ve kaşlarını çattı.

"Hayır ya." Dedim hemen. "Ben gayet iyiyim. Sadece buraya gelmek benim de aklımda yoktu, bir anda karar verdim. Dolayısıyla haber vermeye vaktim de olmadı."

Kısa bir sessizlik olunca tekrardan konuştum. "Ee sevinmediniz mi beni gördüğünüze?"

"Gel buraya gel." Diyerek beni tekrardan kendine çekti abim. Gülerek ona sarılırken babaannem de telaşla konuştu. "Ben hemen söyleyeyim akşam yemeğini hazırlasınlar. İstediğin bir şey var mı kızım?"

Hayır anlamında başımı salladım. Şuan yemek yemek bile istemiyordum.

Fakat bunu babaanneme söylemek ve üstüne ikna etmek imkansızdı. Çalışanlara masayı hazırlamalarını söyledikten hemen sonra herkesi aramış, benim geldiğimi söylemişti.

Bu da demek oluyordu ki akşam yemeği oldukça kalabalık olacaktı.

Yatağıma uzanmış boş boş tavana bakarken odanın kapısı tıklatıldı.

"Gir."

Kapı açıldı ve içeriye abim girdi.

"Güzelim? Ne yapıyorsun?"

"Uzanıyorum." Dedim.

"Yorgun musun?"

"Biraz."

Kapıyı kapatıp yanıma geldi ve yatağın ucuna oturdu.

"Ahsen."

"Efendim abi?"

"İyi misin sen?"

İç çekerek doğrulup abime baktım.

"İyiyim."

"Ama iyi gözükmüyorsun."

"Yorgunum."

"Başka bir şeyler var gibi." Dedi.

Abim de bir şeyi anlamasa şaşarım zaten.

"Ama yok."

"Niye yanında bir şey getirmedin?" Diye sorunca kaşlarımı çattım.

"Ne?"

"Niye yanında sadece ufak bir çantayla geldin?"

"Eşya getirmeme gerek yok ki, burada her şeyim var." Dedim. "Ayrıca o ne alaka?"

"Apar topar gelmiş gibisin."

"Sana öyle gelmiş abi. Gayet iyiyim ben." Dedim ama abim bunu kabul etmemekte ısrarcıydı.

"İyi falan değilsin Ahsen. Az önce babaannem yanında babamı arayıp yemeğe davet etti, sende hiç bir şey söylemedin."

Evet bu gerçekten sorgulanacak bir şeydi.

"Abi tepki göstersem de babaannem çağıracaktı."

Yataktan kalkıp tekrardan konuştum. "Duş alacağım, sonra hazırlanır aşağıya inerim."

"Peki. Öyle olsun."

Abim odadan çıktıktan sonra bende duş almıştım.

Aynadan son kez kendime baktım. Beyaz kumaş pantolon, üzerine de lacivert kısa kollu bir tişört giymiştim. Nisan ayında olmamıza rağmen Kars hala soğuktu. Fakat Bursa da havalar ısınmaya başlamıştı.

Sürekli iyi misin sorularına maruz kalmak istemediğim için de hafif bir makyaj yapmıştım. İçim de fırtınalar kopuyor olabilirdi, bunu dışarıdakilerin fark etmesine gerek yoktu.

İşim bitince telefonumu da alıp odadan çıktım. "Ahsen?" Dedi üst katın merdivenlerinden inen abim.

"Abiciğim?"

"Bu ne hal güzelim?" Diye sordu. "Güneşi görünce hemen yazı getirmişsin."

"Evin içi sıcak abi."

"Olsun, üzerine bir şey alsaydın. Hastalanırsın."

"Bir şey olmaz." Dedim umursamaz bir şekilde ve merdivenlere yöneldim. Birlikte salona inince masanın çoktan hazırlandığını gördüm. Dedem ve babaannem de her zaman olduğu gibi, bahçeye bakan boydan camın önündeki berjerler de oturuyorlardı.

"Güzel kızım gel bakayım sen böyle dedenin yanına." Diyerek ayağa kalktı dedem ve yanına oturmam için diğer koltuğa oturdu. Bende gülümseyerek yanına oturdum. Dedeme sarılırken saçlarıma bir öpücük bıraktı. "Güzel torunum benim."

"Güzel torunun gelince, yakışıklı torunun pabucu hemen dama atılıyor dede." Dedi abim karşımıza otururken.

Dedemin konuşmasına fırsat vermeden ben konuştum. "Atılır tabii, dedemin en sevdiği torunu benim."

Dedem ve babaannem güldü.

"Öyle değil mi dede?"

"Öyle tabii."

Gülerek dedemin göğsüne yatırdım başımı.

Kapı çalınca hepimiz ayaklanmıştık. Benim keyfim yavaştan kaçmaya başlarken gelenlerin babamlar değil amcamlar olduğunu görmüştüm. Kısa bir sarılma faslının ardından babaannem sitemle konuştu.

"Yemeğe geçeceğiz hala gelemediler. Saat kaç oldu?"

"Babamlar geç gelecekmiş babaanne." Dedi abim. "İşi varmış biraz."

"Ne işi varmış?"

"Bilmiyorum ama önemli dedi."

Babaannemin "Kızı gelmiş, kızından daha önemli ne işi olabilir?" Demesiyle büyük bir kahkaha atmam bir oldu.

"Babaanne sende." Dedim alayla. "Oğlunu bilmiyormuş gibi konuşuyorsun."

Ortama oluşan gerginlik benden başkasını güldürmemişti.

"Ee hadi o zaman geçelim sofraya." Dedi yengem.

Hep birlikte masaya oturduk. Zehra yanıma oturmuştu. Bu da yemek boyunca beni darlayacağı anlamına geliyordu.

Herkes tek tek benimle konuştuktan sonra abimler arasında iş ile ilgili bir şey konuşmaya başlamıştı. Bizim için aile yemekleri bundan ibaretti işte. Önce toplanmamıza sebep olan konu konuşulur daha sonra da konu bir şekilde dönüp dolaşıp işe gelirdi.

"Ahsen." Dedi yanımda oturan Zehra sessizce.

"Efendim?"

"Neden geldin?" Diye sordu fısıldayarak.

"Neden gelmeyeyim?" Dedim bende aynı onun gibi fısıldayarak.

"Telefonda gelmeyeceğim demiştin?"

"O zaman gelmeyecektim çünkü."

Kaşlarını çattı. "Bir şey mi oldu?"

İç çektim.

"Cahit ile mi bir şey oldu?"

"Nereden anladın?"

"Ben anlarım." Dedi kendinden emin bir şekilde. "Kavga mı ettiniz?"

"Ayrıldık." Dedim.

"Ne?" Diye bağırdı bir anda.

Ben korkuyla yerimde sıçrarken, masadakilerin bakışları bizi buldu.

"Ne oldu kızım, niye bağırıyorsun?" Dedi amcam.

"Bir şey yok baba." Dedi Zehra hemen.

"Neden bağırıyorsun o zaman?" Diye sordu Emrah.

"Sanane?" Dedi Zehra sitemle. "Bağırmak istedi canım, bağırdım."

"Bu kız gerçekten sorunlu." Diyerek önüne döndü Emrah.

Diğerleri de tekrardan konuşmaya başlayınca ayağım ile Zehra'nın ayağına vurdum.

"Herkese söyleseydin."

"Şaşırdım bir an ya." Dedi. "Neden ayrıldınız?"

"Sanane?"

"Sana bir şey söyleyeyim mi?" Dedi gözlerini kısarak. "Sen çok kötü bir kuzensin."

"Teşekkürler canım benim."

Yemeğimi yemeğe devam ederken telefonum çalmaya başladı. Ekranda yazan Hande yazısını görünce kaşlarımı çattım. Telefon elimde masadan kalkarken babaannem konuştu.

"Kızım yemek yiyoruz. Daha sonra konuşamaz mısın?"

"Konuşamam." Dedim.

"Çok mu önemli?"

"Çok önemli." Diyerek sandalyeyi itip masadan uzaklaştım.

"Efendim Hande?" Dedim telefonu açıp.

"Ahsen, nasılsın?"

Hande'nin halimi hatırımı sormak için arayacağını sanmıyordum.

"İyiyim. Sen nasılsın?"

"Bende iyiyim." Dedikten sonra sesli bir şekilde nefes alıp verdi.

"Bir şey mi oldu?"

"Cahit ile ayrılmışsınız."

Bir an lisede sevgilin ile kavga edince, yakın kız arkadaşı 'tatlım bir bakar mısın' diye mesaj atmış gibi hissetmiştim.

"Tülin mi söyledi?" Diye sorarak iyimser yaklaşmaya çalıştım.

"Yok, Cahit söyledi."

Cahit yemeyip içmeyip koşa koşa sana gelip ayrıldığımızı mı söyledi Hande?

"Daha doğrusu ben sordum. Alparslan ile lokantaya uğradı, kötü olduğunu görünce sordum. Israr edince söylemek zorunda kaldı."

"Kötü müydü?"

"Yani Cahit ne kadar kötü olabilirse."

"O ne demek?"

"Daha çok sinirliydi."

"Anladım. Sen bunu söylemek için mi aradın?"

"Hayır. Sen nasılsın diye sormak için aradım."

"Ben nasılım diye mi?"

"Merak ettim işte Ahsen." Dedi hızla.

Bu da hem arıyor, hem gururuna yediremiyor.

"İyiyim."

"Konuşmak istersen gelebilirim."

"Gelemezsin." Dedim. "Yani evde değilim."

"Neredesin?"

"Bursa'dayım."

"Bursa'da mı?"

"Evet."

"Temelli gitmedin değil mi?"

"Bu seni sevindirmez mi?"

"Aramızda ki sorunları hallettiğimizi düşünüyorum."

"Hallettik Hande hallettik." Dedim.

Acaba Cahit ile de sorunlarımızı halledebilecek miydik?

"Döneceğim tekrar Kars'a. Burada biraz işlerim vardı."

"İşlerin mi vardı?" Diye sordu. "Yoksa Cahit'den mi kaçtın?"

"Bilmiyorum artık orasını."

"Ahsen, bir şeye ihtiyacın olursa." Dedikten sonra duraksadı. "Yani senin gibi birinin benden bir şey isteyeceğini sanmıyorum ama belki konuşmak istersen, ben buradayım."

Gözlerim şaşkınlıkla büyüdü, dudaklarım aralandı ama bir şey söyleyemedim.

Hande'den böyle bir destek beklemiyordum...

"Teşekkür ederim ama ben sen Cahit'in yanında olursun diye düşünürdüm."

"Sence Cahit yanında olmamıza izin verecek kadar sakin biri mi?" Dedi. "Ayrıca Cahit suçludur."

"Nasıl yani?"

"Cahit'i tanıyorum Ahsen. Eminim o haksızdır."

"Hiç dinlemeden?"

"Hiç dinlemeden." Dedi gülerek.

Kısa bir sessizlikten sonra tekrardan konuştum.

"Ama sen yine de konuş Hande. Yalnız kalmasın."

"Sesinden, bir anda Bursa'ya gitmenden belli ne kadar kırıldığın ama hala onu düşünüyorsun."

İç çektim.

"Ne yapayım Hande?"

"Çok seviyorsun değil mi?"

"Evet."

"İçin rahat olsun Ahsen." Dedi. "Ben daha önce Cahit'i hiç böyle görmedim. O da seni çok seviyor."

"Öyle ama artık bu bir işe yarar mı bilmiyorum." Diye mırıldandım.

"Saçmalama."

"Bence sen bunları Cahit'e söyle."

"Söyleyeyim mi? Tam karşımda şuan."

Gözlerim kocaman açıldı.

"Karşında mı?"

"Evet. Şimdi geldi içeriye, seninle konuştuğumu bilmiyor."

"Hande, Bursa'da olduğumu söylemesen olur mu?"

Tülin'den de rica etmiştim bunu.

Küçük bir kahkaha attı.

"Ay tabii ki söylemem, sürünsün paşam."

Bende güldüm.

"Görüşürüz o zaman."

"Görüşürüz."

Tam telefonu kapatacakken "Hande." Dedim.

"Efendim."

"Eli." Diye mırıldandım. "Eli yaralıydı. Ona da bak..."

Merhabalar efendim.

Bölümü nasıl buldunuz?
Hande'ye mi şaşırayım yoksa Ahsen'e mi karar veremedim jahsjwjc

Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi yorumlara yazmayı ve vote vermeyi unutmayın lütfen 💖

Instagram / yericeryazar

Yarın yeni bölümde görüşürüz💓

Continue Reading

You'll Also Like

5.7M 189K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
139K 12K 39
Bebekliğinden beri kendi elleriyle büyüttüğü çocuğun yaramazlıkları ile uğraşan bir adam.
452K 20.4K 15
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
2.9M 184K 56
Adelya: Kötü çocuklar iyi kızlara aşık olur Adelya: ama bir problem var Adelya: benim iyi hiçbir tarafım yok amk ebu cehilin premium üyesiyim