Siz İstediniz! (Eski hali)

By saribal21

141K 4.8K 1.6K

Basılmış olan SİZ İSTEDİNİZ! kitabının ilk hali. More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm
45.Bölüm

40.Bölüm

706 27 3
By saribal21

Ya ölmek yada öldürmek istersin. Bu bir kuraldır. Ya da benim hayata bakış açımdan ibaretti. Ölüm ve yaşam arasında mekik dokunduğum o ince çizgide durdum ve dakikalarca düşündüm, belkide saatlerce. Ölmek isteyen insanlar korkaktır, sadece savaşmayı bilmeyen, kendine yenik düşen aciz varlıklar ölmek isterdi. Onlar için tek kurtuluş buydu. Ölüm. Karanlık. Sonsuzluk. Kurtuluş... İşte aylar öncesinde yatarken düşündüğüm dört kelime. Ben aylar öncesinde ölmek isteyen aciz bir korkaktım.

Kokusunun bile midemi bulandırdığı yerde yatarken aylar sonrasında tekrar o kabusu görmüştüm. Nefret ettiğim hastane duvarları, pişmanlıklarla dolu beni süzen iki çift göz, sonradan üzerime örtülen beyaz bir çarşaf.. Ve kabusun bitmesiyle alnımda oluşan küçük su damlacıkları...

Ama ben değişmiştim. Ben ölmemek için öldürmeyi tercih ettim!

"Bana şöyle bakmayı keser misiniz artık? Can sıkıcı olmaya başladı." dedim gözlerim devirerek. Emre gözlerimin içine bakıp yüksek sesle bir kahkaha attı. Sinir bozucu gülüşünün sebebini anlayamazken gözünden akan yaşları fark ettim. Oturduğu tekli koltuktan kalkıp yanıma geldi ve kafasını boyun girintime sakladı. Kollarını iki yanımda o kadar sıkı sarıyordu ki kazada moraran yerlerim sızlamaya yüz tutmuştu. Ama Emre'yi kendimden ayırmak istemedim. Alçılı kolumdan destek almaya çalışıp diğer kolumu boyuna doladım. Sol omzumda ki ıslaklığı hissediyordum. Bu kadar şiddetli ağlamasıyla dolan gözlerim sırtıma ki acı ile birleşti. Yanaklarımda hissettiğim gözyaşlarımı kimseye göstermeden ayıcık figürlü pijamamın koluna sildim. "Korktum. Bir şey olacak sandım Ilgın."

Kendimden ayırıp baş parmağım ile yanaklarından süzülen damlaları sildim. "Kim demiş erkek adam ağlamaz diye? Köpek gibi de ağlar işte."

Dedikleri bile dudaklarımın yukarı kıvrılmasına yetiyordu. "Bir şey olmadı. Korkma. Artık gidip uyuyun gözlerinizin altında ki morluklar benim canımı daha çok acıtıyor." dedim Duygu ve Cenk'e bakarak. Okuldan çıktıktan hemen sonra yanıma gelip beni oyalandırmaya çalışıyorlardı. Geç saatlere kadar ayakta kalarak film izliyorduk. İlk hafta okula gitmek istememişlerdi ama anlattıklarına göre annem bizzat kendisi bırakmıştı okula. Onlar içeri girene kadarda beklemişti. Tam sınav haftasına girmişken devamsızlık yapmalarına karşıydı. İki haftalık süre boyunca onlar okuldayken bende belirli internet sitelerinden videolar izledim. Eksik konularımı tamamlayarak sınav stresini üzerimden atmıştım.

"Ben seninle yatacağım." deyip omuz silken Duygu'ya kafamı sallayarak onay verdim. O sırada kapım iki kere tıklandı ardından annem içeri girdi. Dudaklarını alnıma bastırıp ateşimi ölçtükten sonra iki haftadır istisnasız her gün yuttuğum ilacı çıkarıp dudaklarıma yerleştirdi. Suyu eliyle dudaklarıma yaklaştırmasıyla onu durdurup sağ elimle bardağı aldım. "İyiyim ben anne." Zaten hastanede yeterince harap olmuştu birde onu bu şekilde yormak istemiyordum. Ayrıca kendimi kötü falan hissetmiyordum ki. "Kuzum, yarın okula gitmek istediğinden emin misin?" diye sordu kuşkuyla. "Evet anne, gerçekten iyiyim. Böyle yaparak kendimi kötü hissetmemi sağlıyorsunuz. Yarın işe gideceksin artık uyur musun lütfen?"

Kafasını sallayıp Emre ve Cenk'e döndü. "Çocuklar siz yine misafir odasında kalın. Hazırladım orayı. Sabah birlikte gidersiniz okula." dedi ve iyi geceler dileklerini iletip çıktı. On ikiye gelen saati gözlerimle işaret edince Cenk ve Emre yatağımın kenarından kalktılar. Cenk saçlarıma bir öpücük kondurup "Bücür." derken Emre "İyi geceler." dedi kısık bir sesle.

"Yarın okula gitmek iyi bir fikir değil bence." diyen Duygu'ya anlamsızca bakmaya başladım. "Hani kolun alçıda ya, yorulma diye şey etmiştim."

"Bari güzel bir neden uydur Duygu." dedikten sonra gülümseyerek gözlerimi devirdim. Omuz silkmek ile yetindi. "Işığı kapatta uyuyalım."

**

Komidinin üzerine koyduğum telefonun çalmasıyla gözlerimi aralayıp gün ışıklarının görüşüme girmesine izin verdim. Alarmı kapattıktan sonra kafamı sağa çevirip bana vantuz gibi yapışmış olan Duygu'ya çevirdim. Yan durmuş, kafasını göğsüme koymuştu. Canımın acımasına rağmen kollarını üzerimden çekmedim. Kapım tıklandıktan sonra Emre kafasını içeri soktu. Cenk'in arkasından ittirmesiyle ikisi de odanın içine düştü. Kahkaha atarak onları izlerken Duygu'nun kıpırdandığını fark ettim. Sargıda olan bileğimin üzerine dönmesiyle istemsizce boğuk bir inleme çıktı. Emre ve Cenk de odanın ortasında gülmeyi kesip iyi olduğumu öğrenmek istercesine yüzümü süzdüler. Pekte hoş olmayan mimiklerimi görünce ikiside yanıma koştu.

Duygu uykulu sesiyle "Ne oluyor ya?" deyince Cenk sesini yükseltip "Kalk kızın üstünden." dedi. Duygu tekrar bana bakınca gözlerini ovuşturup görüşünü netleştirmeye çalıştı. "Pa-pardon bir şeyin var mı?" Korkuyla kekeleyince gülümseyip yataktan ayrıldım. Günlük rutinlerimi hallettikten sonra Emrelere odadan çıkmaları için göz kaş işareti yapmaya başladım. Anlamayıp salak salak yüzüme bakınca "Bir çıkında giyinelim isterseniz." dedim şakayla karışık bir ses tonuyla.

Siyah deri taytımın üstüne siyah kazağımı giydikten sonra telefonumu elime alıp aşağıya indim. Kahvaltı masasında gazetesini okuyan babam ve omleti çevirmeye çalışan annemle birlikte oluşan bu klasik görüntüye tebessüm ettim. "Günaydııın."

"Baba arabamın anahtarını bulamıyorum."

"Bundan sonra araba kullanmayacaksın." deyince yüzüne anlamsızca bakmaya başladım. "Anlamadım?"

Neyi anlamadın Ilgın? Oyun oynamıyoruz! Hastanede neler yaşadık haberin var mı senin! Benim yüzümden orada yatman canımı nasıl acıttı tahmin bile edemezsin! Hala gelmiş arabanın anahtarını istiyorsun! Bu kadar şımarıklık yeter!" diye bağırmaya başlamasıyla gözlerim doldu. Karşımdaki babam olamazdı o bana bağırmazdı ki. "Bak belki ben iyi bir baba olmayı başaramıyorum ama deniyorum kızım. Benim tek varlığım sensin. Hangi baba benim yaptığım hatayı yapar? Henüz on sekiz yaşına gireli bir kaç ay olan kızının ölümüne neden olur ki? Altına son model bir araba alan bendim. Bu kadarı çok fazlaydı. Zaten ben izin versem bile kullanman doktorların dediğine göre mümkün değil."

Merhamet dolu bakışlarını bana attıktan sonra ağzını tekrar araladı. "Evet bedeninde kalıcı bir hasar yok ama doktor psikolojik olarak yaşadığın tramvadan sonra bir daha araba sürebilme ihtimalinin yok denecek kadar az olduğunu söyledi." deyince gözlerimi şaşkınlıkla açıp babama bakmaya devam ettim. "Nas.. Nasıl?" diyebildim titrek sesimle birlikte. Duygu'ya ve hemen arkasında merdivenin başında olan Emreler döndükten sonra onlarında bildiklerini şaşırmamalarından anlamıştım. Harika! Beni bir salak yerine koymaları gerçekten harika!

"Kullanamayacağım öyle mi? Dördüncü yaş günümde bana oyuncak araba alıp plastik bebeklerin aptal olduğundan bahseden babam bana bunu söyleyemez. Basit bir trafik kazasıydı!" derken basit kelimesinde sesimi kıstım. Basit olmayabilirdi ama bu araba kullanamayacağım anlamına gelemezdi. "Travmaymış! Psikolojik baskıymış!" diye söylendim kendi kendime. Alçıda olan kolumla Duygu'yu dürtmemle bana döndü. "Gidelim mi artık!"

Ona sert olmak gibi istediğim yoktu ama bu durumu bilipte söylememesi gerçekten güven kırıcıydı. Bunu iki hafta önce söyleseydi de kabullenmeyecektim ama bu kadar şaşırmayacağıma adım kadar emindim. Evden çıktıktan sonra Emre ve Cenk'in yüzüne çevirdim kafamı. Emre ve Cenk mahcup bir edayla baktıktan sonra gözlerini kaçırdıklar. Hadi ama en azından onlar söylemeliydi! Gözlerimi bir kaç saniyeliğine yumdum. Hazmedemeyeceğim tek şeyin yalan olduğunu biliyorlardı. Çevremde yalan söyleyen insanları istemiyordum ben.

Kabullenmeyecektim! Zoraki bir gülümseme gönderdikten sonra, saate bakıyormuş gibi yapıp "Derse geç kalacağız. Hadi gidelim artık." dedim olağan üstü bir oyunculukla.

Emre'nin arabası ile gitmeyi tercih ettim. Yol boyunca arabada çıkan tek ses kolumdan dolayı takamadığım emniyet kemerinin uyarı sesinden ibaretti. Gittikçe sinir bozucu bir hal alan yolculuk okulun bahçesinde durmamızla son buldu. Kapımı açıp indikten sonra etrafımı süzdüm. İki hafta olmuştu ama özlediğim söylenemezdi. Okul kesinlikle özlenilenecek bir yer değildi! Baktığım ilk yer Mertcanların her zaman oturduğu bank olmuştu. Beşide gözlerini dikmiş bana bakıyorlardı ama içlerinde en çekici olanı tartışmasız oydu. Yeni çıkmaya yüz tutmuş sakalları, dağınık saçlarıyla birleşince ortaya çıkan muazzam görüntüyü süzmemek elde değildi. Mertcan da fazla oyalandığımı fark edince kafamı diğer banklara çevirdim. Bir kaç kişi daha bakıyordu ama bana değilde daha çok koluma odaklandıklarını fark ettim.

Kaşımdaki yara bandının üzerinde parmaklarımı gezindirdikten sonra tam yapıştığına emin oldum ve Emrelere bakmadan okulun girişine yöneldim. En azından onlara tavır koyabilirdim değil mi? Merdivenleri çıkarken sol boşluğuma giren sancıyla birlikte istemsizce gözlerimi yumdum. Sağ kolumu iğne gibi batan, katlanması zor yere bastırınca kafamı eğip yüzümü ekşittim. Cenk koşarak yanıma gelirken Emre arabadan daha yeni iniyordu. Karşımdaki kapının camına daha da dikkatli bakınca Mertcan'ın ayağa kalktığını gördüm. Gözlerimi tekrar yumup canımın yanmasını umursamadan merdivenleri çıkmaya devam ettim.

Cenk ve Emre iki koluma çoktan girmiş beni kızlar tuvaletine sokmuşlardı. Cenk suratıma bile bakmadan taytımın üstüne giydiğim kazağın eteklerini sıyırıp yarama baktı. Göbeğimde ki yara izleri kabuk bağlamış, varlığını hissettirmiyordu. Sol tarafıma saplanan ağrı ise bir son bulmuştu. "Dikişlerini zorladığından ağrıdı. Eve gidelim." deyince sadece göbeğimin gözükmesini sağlayan kazağs vurup elinin arasından kaymasını sağladım. "Gitmiyorum. Okulu çok sevdiğimden değil, hatta buradan nefret ediyorum. Ama ne zamana kadar evde duracağım? Buna bir son verelim. Kötü bir şeyim yok."

Sınıfa giren matematik hocası sınıf defterini alıp yoklama listesindeki isimleri okumaya başladı. Adımın okunmasıyla burada demek yerine elimi kaldırmayı tercih ettim. Defteri kapattıktan sonra beyaz örnüğün cebini yoklayıp bir kağıt çıkardı. "Ahmet, Sıla, Ilgın ve Mertcan diğer ders telafi sınavına gireceksiniz. Bunu da kaçırırsanız bir daha sizin için asla yeni bir sınav kağıdı hazırlamakla uğraşmam. Kopya çekmeye çalışan olursa.." Gözlerini üzerimizde gezdirip cümlesini tamamladı. "Olmasın, önermem."

Ders sonuna kadar hocayı dinlemek yerine tuttuğum notları açtım ve göz gezdirdim. Bir çok konudan emindim. İyi geçecekti, en azından iki hafta boyunca sadece yatmamıştım. Tenefüs zilinin çalmasıyla defterimi kapatıp on beş dakikada olsa kafamı sıraya koydum ve gözlerimi dinlendirmeyi tercih ettim.

Elinde siyah çantasıyla sınıfa giren matematik hocası ayağa kalkmamızı beklemedi. Ne kadar rahat bir okul olsakta ilk geldiğinde denemeyi ihmal etmemişti, baktı kalkan kimse yok bir daha denemeye tenezzül etmedi. Öğretmen masasının önünde ki sırada oturanlara dönüp "İlk iki sırayı boşaltın. Diğer ders adını söylediklerim gelsin, zaman kaybetmeyin." dedi. Mertcan'a bakınca umursamazca telefonla ilgilendiğini gördüm. Arda omzuyla sertçe dürttünce ayağa kalktı. En önde yerini almış kızın yanına oturmaya hazırlanıyorken hoca işaret parmağı ile durdurdu ve "Sen arkaya." dedi tehditvari sesiyle. Bu kadından gerçekten nefret ediyorum. Muşmula suratlı kadın ben Mertcan'ın yanına oturunca sınavı başlattı. Kağıtları dağıttıktan sonra on soruluk klasik sınav kağıdını süzdüm. Sandığımdan daha kolay sorular vardı, bu kadından bu soruları beklemiyordum. İsmimi yazınca zaman kaybetmeden soruları çözmeye koyuldum.

Son bulduğum cevabın altına iki çizik atıp gülümsedim. Yapamadığım tek bir soru vardı ama onunla ilgilenmeyecektim. Gözlerim istemsizce Mertcan'ın kağıdına kaydı. Bom boştu. Kalem değen tek yer kağıdın başındaki isim ve soyisimden ibaretti. Ve o bunu umursamıyordu bile. Gözümün ucuyla hocaya bakınca tahtaya bir şeyler yazdığını gördüm. Kağıdıma yazdığım adımı istemeyerekte olsa silip Mertcan'ın adını yazdım.

Hocayı son bir kez daha kontrol ettikten sonra el çabukluğu ile kağıtları değiştirdim. Şaşkınca bana bakan Mertcan'a hiç dönmeden yakalanma korkusuyla kağıda kendi ismimi yazdım ve doldurmaya başladım. Hayatından ilk kez kopya çeken bir kıza göre gayet iyiydim bence. Eğlenceli ve adrenalin dolu bu hissi oldukça çok sevmiştim. "Hocam?" dedim ve yeni doldurduğum kağıdımı uzattım. Benim ardımdan Mertcan da uzattı.

Omzumda elini hissedince ona dönmek zorunda kaldım. "Neden yaptın?"

"Heyecanlı olsun diye." deyip gözlerimi devirdim. "Neden olabilir sence? Kağıdın bomboştu."

Dudaklarının kıvrılmasıyla sol yanağında ki gamze kendini belli etti. "Teşekkür etmeli miyim?" diye sorunca alayla "Sen teşekkür etmeyi biliyor musun?" dedim.

Alçıda ki kolumu sıranın üzerinden çekerken kalemim yere düştü. Eğilip almaya çalışmak gibi bir salaklık yapmam sonucu boşluğumda ki ağrı yine baş gösterdi. Gözlerimi yummuş elimi boşluğuma yerleştirirken kendimi kastım. Bu gerçekten canımı acıtıyordu. Kısa bir süre sonra elimin üzerinde başka bir el daha hissettim. "Ilgın? İyi misin?" deyip elini boşluğuma koydu. Canımın yanmasını unutarak dokunuşlarına odaklandım. Korkarak ovmaya başlamasıyla diken üzerinde otururmuş gibi heyecanlı, bulutların üzerindeymiş rahat hissediyordum. Elimi elinin üzerine koydum ve bir kaç saniye bekledim. Gözlerimi yumduğumu fark etmemiştim bile. Tarif edemediğim bu duyguyu yaşayacağımı tahmin etmiyordum. Elimi çekmeden "Teşekkür ederim." dedim fısıltı denilecek kadar kısık bir sesle. Aramızdaki büyü zilin çalmasıyla sona erdi. Kalkmasak olmaz mıydı? En azından bir kaç dakika daha?

Altıncı derse başlayan tarih hocasının yüzüne iğrenç bir mimikle bakmaya başladım. Bir insan nasıl o soruları bulabilirdi? Ordan bakınca Edison'un kızına mı benziyordum? Bana inat o kazık soruları bulmadıysa ismimden bile şüphe duyardım. Bu kadından gerçekten nefret ediyorum. Aslında fark ettimde ben bütün hocalardan nefret ediyormuşum. Dersin ortalarına doğru kapının çalmasıyla bütün gözler içeri giren Ertuğrul'a döndü. "Selma hocam Ilgın'ı alabilir miyim? Sınav olacak."

İçimden sonunda biri bu kadının iğrenç sesinden kurtuldum diye sevinç gösterileri yaparken ön sıralarda bir kız "Hocam bizde daha olmadık son ders zaten beden eğitimi değil mi?" deyince kaşlarımı kaldırarak ona bakmaya başladım. Sanane orangutan suratlı! "Onu erkenden alacağım. Müdürün haberi var. Ilgın topla eşyaları gel." deyince zaferle gülümsedim, telefonu arka cebime yerleştirip kot çantamı omzuma taktım ve sınıf kapısına doğru yürüdüm. Kolumdan tutup bana yardımcı olan Ertuğrul sınıfta ki hocaya gülümseyerek baktıktan sonra ardımdan kapıyı kapattı. "Zamanlaman harika ama neden çıkardın beni?"

"Hastaneye bir kaç kez geldim ama seni göremedim sonrada eve almışlar. Merak ediyordum iki haftadır. Hazır dersim boşken senide çıkarayım dedim. Kötü mi yapmışım?" deyince gülümseyip "Acıktım." diyerek konuyu başka yere çektim.

Spor salonuna inince spor hareketlerini yaptığımız mavi minderlerin üzerine oturduk. Aldığım karışık tostumdan bir ısırık alıp meyve suyumu içtim. "Nasıl oldu kaza? Okuldakiler bildiği kadar biliyorum, anlat."

"Okuldakiler ne biliyor?" diye sorunca "Frenlerinin tutmadığını, iki gün yoğun bakımda kaldığını." dedi. İçtenlikle kahkaha atıp yanıma oturan Ertuğrul'a döndüm. "Benden daha fazla şey biliyorlarmış."

Konudan sapıp ciddiyetle "Neden bu okula geldin Ertuğrul? Para kazanmak için gelen bir insan müdüre rüşvet vermeyeceğine göre başka bir amacın var? Ayrıca benden üç yaş büyük olduğuna göre üniversiteye gitmen lazım?" diye sordum. Bu gerçekten merak ettiğim bir konuydu. Bunun altında yatan sebep neydi? Rahatsızca yerinde kıpırdanması cevabı öğrenme isteğine bir adım daha ittirdi.

"Peki. Bunu kimseye söylemem konusunda kesin bir olay vardı ortada ama senin bilmende bir sakınca olacağını düşünmüyorum. Hakan, yani müdürünüz aslında benim amcam. Onun torpili ile çalışmaya başladım. Bu durum yayılırsa amcamın başı derde girer. Üç yaş mevzusuna gelince o biraz farklı bir durum. Aslında ben yirmi beş yaşındayım sanada öyle demiştim ama o sırada, o çocuk yüzünden o kadar içten ağlıyordun ki beni yanlış anladın. Bende bu beyaz yalanı devam ettirdim. Üzgünüm."

Şaşkınlıkla ona bakıyordum. Bana yalan mı söylemişti? Hemde uzun bir süredir. "O gün.." dedim ve sustum. Kafamda birleştirmek istemediğim ama birleştirmeye engel olamadığım puzzle parçaları teker teker yerine oturuyordu. "O gün müdürün yanındaki aslında sendin. Dalga geçtiğini, müdürle yani amcanla gülüşmelerinizi.. Daha sonra sırf kendimi koruyabilmek için cevap verdim diye disiplin sözleşmesi imzalatışını.. Soyadımın 'Aksoy' olduğunu öğrenince susup sadece odadan kovuşunu.. hatırlıyorum. Her şeyi hatırlıyorum o sendin!"

Ayağımdan destek alıp yüzüne bile bakmadan mavi minderden kalktım. Bir iki adım atmıştım ki bileğimden tutup kendine çevirdi. "Bırak!"

"Ilgın bir dakika dinlesene. Bilmiyordum!"

Alayla yüzüne baktım. "Kolumu bırakır mısınız, hocam!" dedim son kelimenin üstüne basarak. Kolumu çekmeye çalıştıkça daha çok sıkıyordu. Canım acıdıkça yüzüm daha çok buruşuyordu. "Ya beni de anlamaya çalış. Bunu yaşayacağımı bildiğim için söyleyemedim. Sonra yaptıklarıma pişman oldum."

"Bırak kolumu, canını yakarım!" dedim. Cümlenin altındaki tehdit açıkça belliydi. Ne kadar dövüş hocamda olsa onun zayıf noktalarını çok iyi biliyordum. Karşısında dalga geçtiği ezik kız yoktu!

"Koçum, bırak diyor anlamıyor musun?"

Arkamdan gelen ilahi sesle birlikte yüzümü ona çevirdim. Duvara yaslanmış, ellerini pantolonunun ceplerine koymuştu. Aramızdaki yaklaşık on adımlık bir mesafeye rağmen deli gibi 'Ben tehlikeliyim' imajı veriyordu. Onunla kavgaya girmek istemezdim. Karşısında Ertuğrul da olsa onu alt edeceğine emindim. Ama benim yüzümden kavga etmesi isteyeceğim son şeydi. Aslında bu duyguyu daha önce hiç tatmamıştım. Denemeden bilinmez değil mi?

"Sanane lan!" deyince kavga çıkacağını anlamıştım. Buna engel olmak için ya Ertuğrul ile birlikte bu salondan çıkıp Mertcan'ı tek bırakacaktım, yada Mertcan ile birlikte gidecektim. İç sesim deli gibi ilkini yap derken, kalbim yine beni yönetmeyi başarmıştı. Tuttuğu bileğime gücümü verip kolunu ters çevirdim. Elini üzerimden çekerken "Bu hareketi öğrettiğin için saol. Bana kattığın tek şey bundan ibaret. Bundan sonra sadece öğretmenimsin. Sadece." demeyi ihmal etmedim.

Mertcan ise hiç istifini bozmadan çıkış kapısının hemen yanındaki duvara yaslanmaya devam ediyordu. Ertuğrul'u arkamda bırakarak çıkışa doğru yürüdüm. Mertcan ile aramızda ki mesafe gittikçe azalırken, arkamdan Ertuğrul'un "Ilgın." demesini ile bir saniye duraksadım. Daha sonra duymamazlıktan gelip adımlarımı hızlandırdım. Bileğimin ikinci kez tutulmasıyla Mertcan yaslandığı duvardan hırsla ayrılıp bileğimi Ertuğrul'dan kurtardı. "Eğer bir kez daha dokunmaya cesaret edersen, seni pişman ederim. Dokunmayacaksın! Kırarım elini!"

Şaşkınlıkla Mertcan'a bakarken elimi elinin arasına nazikçe alıp kapıya yöneltti. Bunu Ertuğrul'a inat yaptığına emindim. Nefes alış verişim hızlanmış, kalbimin ritmi bozulurken beyaz kapıya ulaştık. O sırada Ertuğrul'un sesi beni beş saniyelik hayal dünyamdan alıp gerçek dünyaya itti. "İki ay öncesinde seni bu salonda 'Ezik' deyip ağlatan çocukla şimdi el ele çıkacak kadar düşük bir karakter değilsin sen Ilgın. Her bir göz yaşında intikamla dolduğunu söyleyen sendin. Sana kuracağım son cümle bu olsun, kendine gel!"

Mertcan elini elimden ayırınca gözlerimi yumup yumruğumu sıktım. Her ne kadar onu şuanda öldürmek istesemde haklıydı. Her bir harfine kadar haklıydı. "İki ay öncesinde amcasıyla birlikte beni küçük düşüren, insanlara rütbesine göre muamele eden birinin sözlerini ne kadar kaale alacağımı düşünüyorsun?"

Bir kaç saniye yerimde durduktan sonra hiç bir şey olmamış gibi sınıfa çıktım.

**

"Anne lütfen." diye tekrarlayarak derin bir nefes aldım.

"Hayır diyorum Ilgın zorlama. Daha yeni iyileşmeye başlıyorsun tek başına ne yapacaksın orada!" dedi katı bir sesle. Annemin gittikçe sertleşen yapısına ayak uydurmakta zorlamaya başlamıştım.

"Neden anlamıyorsun anne!" dedim sesimi yükselterek. Daha sonra bağırdığım için pişman oldum ve daha uysal konuşmaya çalıştım. "Sadece iki gün duracağım. Lütfen."

İsteksizce "Bu benden istediğin son şey olsun Ilgın." deyince gülümsemem yüzüme yayıldı. "Teşekkür ederim annecim. Seni seviyorum." deyip yanağına bir öpücük kondurdum.
Dağ evinin anahtarını elimde sallayıp zaferle gülümsedim. Hafta sonunu orada yanlız başıma geçirme düşüncesi gerçekten mükemmeldi. Telefonumu çıkarıp Emreler ile açtığımız konuşma grubuna girdim. "Hafta sonu sizden tek isteğim benim yüzümden vakit ayıramadığınız insanlara ayırmanız. Öpüldünüz!"

Emre ve Cenk benim yüzümden Yağmur ve Aslı ile görüşemiyordu. Ne kadar saçma olsada bu durum suçlu hissettiriyordu. Mesajı gönderdikten sonra telefonumu uçak moduna aldım. Komidinin hemen yanında duran sırt çantamı yatağın üzerine koyup içine bir tişört, kot pantolon, kulaklık ve cüzdanımı rastgele yerleştirdim. Çekmeceden bir tane ağrı kesici koymayı ihmal etmedim. Gri bulutların kapladığı havada hasta olmamak için siyah kabanımı giyip çantamı taktım ve aşağıya indim.

Çağırdığım taksinin gelmesiyle anneme kapıdan "Çıkıyorum been." diye seslenmeyi unutmadım. Şuanda kendi arabamla gidiyor olabilirdim. İstediğim hızda, istediğim müzik eşliğinde ve yanlız başıma.. Babam ne derse desin deneyecektim. Psikolojim bozuk falan değildi benim ve bunu onlara kanıtlayacağım. Siyah topuklu botlarımla taksinin arka koltuğuna yerleşip gideceğim adresi verdim. Kulaklığımı takıp kafamı taktıktan sonra kafamı cama yasladım ve beyaz çizgilerin hızla geçişini seyretmeye başladım.

Mertcan'ı düşündüm yol boyunca. Elimi tutuşunu, koruyuşunu.. Mertcan, yediğim bir avuç çekirdeğin arasında çıkan acı tattan ibaretti. Yada daha çok sigara gibiydi. Bağımlı edici, aynı zamanda öldürücü.. Bir insan öleceğini bile bile uçurum kenarına koşar mıydı? Ben koşuyordum. Öleceğimi bile bile koşuyordum. Pişman olacağımı bile bile.. Herkesin hayatına onu tam anlamıyla değiştirecek bir insan çıkardı. Kiminin karşısına iyi kiminin kötü. Benim dönüm noktam sanırım Mertcan'dı. Onu hem seviyor hemde nefret ediyordum. Aşk insanın içinde bu iki duyguyu aynı anda barındırabilir miydi?

"Geldik." diye bağıran adama anlamsızca bakmaya başladım. "Söyledim bir kaç kez kulaklıktan dolayı duymadınız sanırım."

Taksimetrede yazan miktarı cüzdanımdan çıkardıktan sonra gülümseyerek kır saçlı, elleri buruşmuş adama uzattım. Para üstünü cebinden çıkarıp bana geri uzatırken "Dikkat et kızım burası ıssız biraz. Korkmayasın." dedi değişik bir şive ile.

"Yok amcacım onun için geldim zaten."

Taksiden indikten sonra aniden bastıran yağmurla birlikte kabanımın şapkasını kapatıp koşarak kapıya gittim. Bir anda neden bu kadar şiddetli yağıyordu ki? Anahtarı deliğine sokup üç kez çevirdikten sonra kolunu indirip içeri girdim. Tek oda olsada büyüktü içerisi. Sol en köşede dik konulmuş tek kişilik bir yatak, sağ köşede onu kesen şömine vardı. Şöminenin tam karşısına konulmuş iki yeşil minder ve kahverengi kareli battaniye vardı. Yerdeki simetrik kilim ahşap duvarlara uyum sağlamış hoş gözüküyordu. Burası kafa dinlemek için en ideal yerdi. Sırt çantamı yatağın üzerine koyup ellerimi birbirine sürterek ısınmaya çalıştım.

Bir işe yaramayacağını anlayınca tahta kapıyı açıp dağ evinden çıktım. Yağmur şiddetini giderek artırmış, yere düşen su damlacıkları yerde daha tok ses çıkarıyordu. Dağ evinin arkasını dolanıp şömine için kucağımı kalın odunlarla doldurdum. Tekrar ön tarafa geçince şaşkınlıktan topladığım odunlar birer birer elimden düştü. O yağmurun altında deri ceketi ile ıslanırken, ben çatının köşeleri sayesinde yağmurdan korunuyordum. Islanan saçları eski şeklini kaybetmişti ama gayet hoş gözüküyordu.

"Mertcan?" dedim dudaklarımın titremesine engel olamayarak. "Burada ne işin var?"

"Özür dilerim. Her şey için. Yaptığım her pislik için. Hayatını mahvettiğim için. Biliyorum özür dilemek bir şeye yaramayacak ama ben çok pişmanım Ilgın. Kelimeler anlamını yitirmiş, cümleler dilime dolanıyor, konuşamıyorum."

Ona doğru ilerleyip yağmura teslim ettim kendimi. "Unutturmuyor. Yaptığın her şey bana yaşattıklarını iliklerime kadar hatırlatıyor. Dileme, benden özür dileme."

Yüzüme yapışan ıslak saçlarımı çekip kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Bırak unutturayım. İzin ver telafi edeyim. Sen.." dedi ve sustu. "Sen aklımdan bir türlü çıkmıyorsun. Ben bu duyguyu hiç yaşamadım Ilgın. Annemin ölümünde zincirledim bütün hislerimi. Ama sen farkında olmadan kırıyorsun. Sen farkında olmadan beni kendine bağladın. Seni seviyorum Ilgın. Seni çok seviyorum!"

İçimde dediklerini defalarca tekrarlayıp hazmetmeye çalıştım. Sarılma istediğime engel olup omzundan sertçe ittirdim. "Ne değişti? Yada, neden değiştim diye? İticisin, sana bakınca iğreniyorum. Sende dış görünüşe bakarak hareket etmedin mi? Dikkatini çekebilmek için değişmem gerekiyordu değil mi? İğrenç."

Yağmurun altında kalan küçük bedenimle Mertcan'a bakıyordum. Dişlerimin titrerken birbirine çarpmasıyla çıkan ses, su damlalarının arasına karışıyordu. Söylediğim gerçeklere karşılık boş gözlerle bana baktı. Ondan nefret ediyorum, aynı zamanda anlatamayacak kadar çok seviyorum. Hem ona karşı kin tutmaya çalışıyorum, hemde durup dururken sarılmak istiyorum. Hem intikamımı almak istiyorum, hemde deli gibi vazgeçmek istiyorum. Duygularımdan ben bile emin değilim. Beni karma karışık yapıyordu.

"Ben dış görünüşüne değil sana aşık oldum. Araba sürüşüne, bana karşı gelişine, kavga edişine.. Yanlış biliyorsun Ilgın. Ben senin özgüvenine aşık oldum!"

İki senenin acısını şimdi çıkarmak istiyorum ama sanki bana inatmış gibi gittikçe şiddetlenen yağmur hiçte yardımcı olmuyordu. Sesimi yükselttim, sinirimi ona bağırarak atacaktım. "Senden nefret ediyorum. Bana yaptıklarına rağmen sana karşı koyamadıkça çıldırıyorum. Engel olamıyorum kendime! Alamıyorum kendimi senden. Sanki her yerdesin, evde, televizyonda, büfe de her yerde. Ama nefret ediyorum. Cidden nefret ediyorum. Hala seni deli gibi sevmeye, yanında olma isteğimi bastıramamaya, hayal kurmaya engel olamamaktan nefret ediyorum! Ama hiç bir sebep seni sevmeme engel olmuyo-" Cümlem yarıda kesildi bir anda. Şaşkınlıktan yerime çivilenmiştim. Hareket edemiyordum.

Islak kıyafetlerime rağmen, bedenimi deli gibi yakan tek şey Mertcan'ın sıcak dudaklarıydı.

Continue Reading

You'll Also Like

86.9K 5.4K 21
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
1.1M 77.2K 57
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
1.1M 15K 37
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
YUVA By _twclr

Teen Fiction

728K 35.8K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...