KIZIL GECE +18

By DuruMavii

3.6M 299K 182K

Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediğ... More

KIZIL GECE
1.BÖLÜM : "Arayış"
2. BÖLÜM: "Safir Mavisi"
3. BÖLÜM: "Kehanet"
4. BÖLÜM: "Kızıl Esaret"
5. BÖLÜM: "Zincire Vurulan Ruh"
6.BÖLÜM: "Kaderdeki Zelzele"
7. BÖLÜM: "Büyü"
8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"
9. BÖLÜM: "Yargısız İnfaz"
10. BÖLÜM: "Geçmeyen Geçmiş"
11. BÖLÜM: "Sahipsiz Ruhlar Mezarlığ
12. BÖLÜM: "Ceza Muhakemesi"
13. BÖLÜM: "Gece Kraliçesi"
14. BÖLÜM: "İtirazlar"
15. BÖLÜM: "Kurbanlar"
16. BÖLÜM: "Efsunkar"
17. BÖLÜM: "Vecalar"
18. BÖLÜM: "Bilinmezin Bilineni"
19.BÖLÜM: "Kimpras'ın Soluğu"
20. BÖLÜM: "Kayıp Parçalar"
21. BÖLÜM: "Kırık Geceden Kaçış"
22. BÖLÜM: "Zamanın Pençesi"
23. BÖLÜM: "İzsiz Suretler"
24. BÖLÜM: "Sessizlik Alfabesi"
25. BÖLÜM: "Tehlikenin Surları"
26. BÖLÜM: "Zihnin Ölümcül Duvarları"
27. BÖLÜM: "Kızılın Kıvılcımı"
28. Bölüm: "Ruhların Savaşları"
29. BÖLÜM: "Gecenin İntiharı"
30/ Birinci Kitap Finali: "Kırık Dökük Nefesler"
31. BÖLÜM:"Ruhun Sancısı"
32. BÖLÜM: "Kızıl Göl Ve Siyah Çakıltaşı"
33. BÖLÜM: "Kabuk Tutmayan Yaralar"
34. BÖLÜM: "Sarmaşıklar"
35. BÖLÜM: "Dokunuş ve Doğuş"
Kızıl Gece 1 Kapak!
36. BÖLÜM: "Bağlılık Yemini"
37. BÖLÜM: "Zaman Tutulması"
38. BÖLÜM: "Karmaşa"
39. BÖLÜM: "Uçan Balonlar"
40. BÖLÜM: "Aşk ve Geçit"
41. BÖLÜM: "Kraliçe'nin Perileri"
42. BÖLÜM: "Zamansız Döngü"
43. BÖLÜM: "Bir Tutam Sarı Saç"
44. BÖLÜM: "Pembe Küpeler"
45. BÖLÜM: "Alaz"
46. BÖLÜM: "Bebek Kokusu"
48. BÖLÜM: "Kavuşma Ve Ölüm"
49. BÖLÜM: "Bağ"
50/ İkinci Kitap Finali: "Yol Ayrımı"
Kitaplarımız
Kızıl Gece 2 Kapak!
51.BÖLÜM; "İki Dünya Arasında"
52. Bölüm; "Zamanın Kuytusu"
53. BÖLÜM; "Döngü"
54. BÖLÜM; "Ruha Dönüş"
55. BÖLÜM; "Labirent"
56. BÖLÜM; "Cam Kırıkları"
57. BÖLÜM; "Tutsak"
58. BÖLÜM: "Dönüş"
59. BÖLÜM: "Geleceğe Dönüş"
60. BÖLÜM: "Anne"
61. BÖLÜM; "Kapıyı Aralamak..."
62. BÖLÜM: "Yeniden Merhaba"
63. BÖLÜM; "Her Şeye Rağmen..."
64. BÖLÜM: "Dün Ve Bugün"
65. BÖLÜM; "Ruhların Tuzakları"
66. BÖLÜM; "Birkez Daha..."
67. BÖLÜM: "Kan Ve Kurşun"
68. BÖLÜM: "Acı Mucize"
69. BÖLÜM; "Tutkuyla Dans"
70/Üçüncü Kitap Finali; "Sanrılar ve Sancılar"
Kızıl Gece Şarkı Ve Kapak🖤
71. BÖLÜM: "Başka Bir Evren"
72. BÖLÜM; "Seni Buldum"
73. BÖLÜM; " Kayboldum Bebeğim"
74. BÖLÜM; "Küreyi Arayanlar"
75. BÖLÜM; "Geçiş Kapısı"
76. BÖLÜM: Safornikon'a Açılan Kapı"
18 yaş üstü okurlarımın dikkatine!

47. BÖLÜM: "Tuzak"

28.3K 3.2K 751
By DuruMavii

Selam canımın içleri.

Bu sefer biraz geciktim. Sebebini bilenler biliyor :)

Ne! , diyeceğiniz güzel bölüm getirdim. Lütfen oy ve yorum bırakmayı unutmayın, olur mu?

Satır arası yorumları okumaya bayılıyorum.

Soomone~ Tous Les Deux

Keyifle okuyun.

🖤

Çekilmez anlar vardır.

Bir de çekilmez insanlar…

Bazı iyi insanlar çekilmez anları silip atar.

Bazıları ise hem çekilmezdirler hem de çekilmez anları peşinden sürükler.

Kraliçe Nivera ve Leydi Diana o insanlardan ikisiydi.

Onlardan nefret ediyor değildim. Onlara karşı herhangi bir duygu beslemiyordum. Kafalarını duvara sürterek kıvılcım çıkarma isteğim düşüncelerime dahildi.  Bu yüzden zihnimde suratlarına çarpı attığım o ikisini görme düşüncesi bana hiçbir zaman cazip gelmeyecekti.

“Anneme yalnız gelmesini söyle. Aksi halde torununu görmeyi ertelemek zorunda kalacak.” diyen Biran’a katılmayacak olmam düşüncelerimin aksineydi.

“Bence gelmeliler.”

“Kraliçe?”

“Kesinlikle gelmeliler.” diye tekrar ettim. “Hatta… Steven’ı ve Temur Alizen’i de davet edelim.”

Bana dönen bakışlarında beni anlamayan ifadesi yatıyordu. “Bizde bir söz var.” Gülümsedim. “Gelecekleri varsa, görecekleri de var.”

“Aklından ne geçiyor?”

Benden şüphe etmekte haklıydı.

“İşimizi kolaylaştıracak şeyler…” Zihnimde, planımı detaylandırmaya çalıştım. “Lider, izninle Diana’yla birlikte annenin de elini tutacağım. Bir süre için…”

Aynı tehlikeli gülümseme usulca onun da dudaklarında yer etti. Eğildi ve dudaklarıma sert bir öpücük bıraktı. Perla, aralanan dudaklarını da alıp gözden kaybolurken, “Zekan…” diye konuştu Biran, alçak bir sesle. “Daha seksi görünmene sebep oluyor.”

Hımm… Bence beni seksi bulmak için kafanda bahaneler üretiyorsun.”

Bakışları hırkamın açık yakasından göğüslerimin görünen üst kısmına kaydı. “Vay canına…” diye mırıldandığını duydum. Bana cevap vermek sonra aklına geldi. “Hiç sanmıyorum.”

Onu ittiğimde birkaç adım geri çekildi ve fırlattığım yastığı havada yakaladı. “Yüzüme bakmaya ne dersin?”

Benı duyduğundan emin değildim. Elini baktığı yere uzattığı esnada Alaz yüksek sesle ağlamaya başladı. Takip eden saniyelerde babası bozularak daha fazla uzaklaştı. Kaşlarını çattı ve yatağın ortasında ağlayan oğlumuza karşısında büyük bir insan varmış gibi baktı. “Seninle böyle konuşmamıştık, ufaklık. Anlaşmamıza uymuyorsun.”

Oğlumu kollarıma alırken, Biran’a gülümsemeden edemedim. Kardeşi, annesi tarafından daha fazla ilgi gördüğü için öfkelenen bir oğlan çocuğuna benziyordu. “Acıkmış olmalı.” Sırtımı başlığa yaslayıp emzirme pozisyonu aldım.

“Hiç doymuyor ki.”

“Biran…” dedim son heceyi uzatarak. “Annesinin göğsündeyken kendini huzurlu hissediyor.”

Yarım bir gülümseyişle başını eğdi. “Ben de annesinin göğsündeyken kendimi huzurlu hissediyorum.”

Edepsizsin!”

Fırlattığım yastığı bir kez daha havada yakaladı. “Konu sen olunca aksini söylemiyorum zaten.”

Odağımı ondan alıp oğlumu emzirmeye başladım. Kısa süre önce doyasıya emmesine rağmen aceleyle emmeye çalışıyordu. Fazla süt gelince de öksürüp kızarıyordu. Onun bu şapşal hali içimi sıcacık yapmaya yetiyordu.

“Ben acıktım.”

Üzerini değiştirmek için dolabınına doğru ilerledi. “Nihayet kendin de aklına geldin.” Siyah bir pantolon ve aynı renk gömlek aldıktan sonra giyinmeye başladı. “Yarım saat içinde masa hazır olur.” Onu süzmemek için kendimi tutmaya çalışsam da başarılı olamadım. Pantolonunu, üzerinde sadece boxerin olduğu sıkı, uzun ve kaslı bacaklarına geçirdikten sonra siyah, kemik atletini çıkardı. Broz gövdesi kabarıktı ve omuzları o kadar pürüzsüzdü ki ışıldıyordu. Kazağını kollarından geçirirken, “Seyre kısa bir mola.” dedi. Hemen başımı çevirdim. 

“Seni seyretmiyordum.”

Kapıdan çıkmadan önce bana göz kırptı. “Eminim öyledir.”

Ona fırlatabileceğim fazladan bir yastık daha yoktu.

Yaklaşık bir saat sonra koruma misafirlerimizin geldiğini bildirdi.

Sevgili misafirlerimiz…

Hala yemek masasındaydık ve Alaz hala kollarımdaydı. Ancak bebeğimi, o iki cadıya göstermeye hiç niyetim yoktu. “Mirel, onlara gidene kadar Alaz’a bakar mısın?”

Ağzına götürmekte olduğu çatalı havada duraksadı. “Ben mi?”

Başımı sallayarak karşılık verdim. “Perla’nın burada olması gerekiyor. Düşündüm ki sen ve Mestan ona bir süre için göz kulak olabilirsiniz.”

Mirel net bir kadındı. Onun için evet ya da hayır vardı. Siyah ya da beyaz… Ancak tam da şu an gri de oyalandığını görebiliyordum. Sanırım Mirel’e de, Biran’a yaptığımın aynısını yapmam gerekecekti. Oturduğum yerden kalkmadan Alaz’ı Mirel’e uzattığımda, ne yapacağını bilemez bir şekilde kollarını açtı. Ona güveniyordum. O güven canımı kollarına bırakmamı sağladı. Mirel’in mavi gözleri heyecanla açılırken, Mestan bir ıslık öttürdü.

“Bu kadar yakışacağını hayalimde bile göremezdim.”

Mirel o kadar heyecanlıydı ki Mestan’ı duyamadı. “Ulu güçler adına… Çok sıcak.” Alaz, kara gözlerini açıp Mirel’in suratına dikti. Yalanan dudaklarıyla baloncuk yaparken, Mirel’i sakinleştirmeyi kısa sürede başardı. “... ve çok tatlı.”

“Acıkırsa ne yapacağım?”

“Yeni emzirdim. Bir süre acıkmaz. Hatta muhtemelen kısa süre içinde uykuya dalacaktır.”

“Hayır.” dedi Mestan. “Uyumasın. Seveceğim ben onu.”

Anlayışla başımı salladım ve oğluma baktım. “Duydun mu bebeğim? Sakın uyuma. Bu şaşkın yetişkinler seninle oynamak istiyor.”

Alaz anlamış gibi uzun bir baloncuk çıkarırken, Mirel dikkatle ayağa kalktı. “O zaman biz gidiyoruz.” Mestan’a doğru göz kıptı. “Uslu bir çocuk olursan onu senin kucağına da verebilirim.”

Koridora girerlerken arkalarından seslendim. “Hey! O gerçek bir bebek, unutmayın.”

Buruk da olsa keyifle geçen vakit buraya kadardı. Kapı çalındığı andan itibaren gergin dakikaların bizi beklediğini biliyorduk.

“İçinden nasıl geliyorsa öyle davran.” dedi Biran.

“Kraliçe olduğumu unutmamamı mı söylüyorsun?”

“Karım olduğunu unutmamanı söylüyorum.”

Biran kapıyı açtı. Kraliçe Nivera ve Leydi Diana tüm kibriyle oradaydı.

“Oğlum.”

Biran, belli belirsiz bir baş selamıyla karşıladı. “Anne, hoşgeldin.”

Nivera ince, kiremit rengi dudaklarını gererek, “Yalnız gelmedim.” dedi ve bir adım gerisindeki Diana’ya baktı. Diana bu bakışla birlikte kraliçenin yanındaki yerini aldı.

“Merhaba lider.” dedi Diana ve sadece bundan bile büyük bir rahatsızlık duydum.

Yerimden kalkmamakla kalmayıp ağzıma büyük bir lokma attım. Ağır ağır çiğnerken, onlara önemsiz birer detaya bakıyormuş gibi bakıp gülümsedim.

“Afiyet olsun kraliçe.” dedi Nivera, tekli koltuğa oturmadan hemen önce.

“Teşekkür ederim, kraliçe.” dedim, yeni bir lokmayı daha mideme göndermeden hemen önce.

Diana da ona en yakın koltuğa oturdu. Sessizdi. Sessiz kalmasına izin vermeyecektim.

“Siz de hoşgeldiniz, leydi.”

Bana bakmadan “Hoşbuldum.” dedi.

Oturduğum sandalyede onlara doğru dönüp, bir bacağımı diğerinin üzerine attım. Üzerimde yavru ağzı renginde saten pijama ve sabahlık vardı. Nivera onu bu şekilde karşılamamı hoş karşılamamıştı ve bu durumdan son derece memnundum.

“Kusura bakmayın lütfen. Oğlumu en rahat bu şekilde emzirebiliyorum.”

İkisinin de göz bebekleri büyüdü. Buna saniye saniye şahit oldum. “Mühim değil.” Nivera bakışlarıyla arandı. “Nerede o?”

“O, diye bahsettiğiniz kişi oğlum mu?”

İki eliyle tuttuğu çantasını dizlerine çekti. “Torunum…”

“Uyuyor.” Biran, annesinin çaprazına oturdu. “Bir şey içmek ister misiniz?”

Perla içeri girip her iki kadını da selamladıktan sonra onlara istedikleri içecekleri hazırlamak üzere mutfağa gitti. Kısa süre sonra iki sıcak içecekle geri geldi. Servis etti ve oturduğum yemek masasındaki sandalyelerden birine yerleşti.

Biran ve annesi bir süre genel konular hakkında konuştu. Dahil olmadım. Çünkü bakışlarımı Diana’nın üzerinden ayırabilmiş değildim. Onu buraya geldiğine pişman etmeye kararlıydım. Üstelik bu kez kılımı bile kıpırdatmadan yapacaktım bunu.

Nivera’nın, “Baba olduğun için mutluyum.” dediğini duydum.

“Sağol.”

Rahatsız bir sessizlik oldu. Ardından kraliçe, “Uyurken de getirebilirsiniz.” diye buyurdu.  “Böylece uyanmış olur.”

Düşüncesizliği karşısında suratımı buruşturmamak için çabaladım.

“Uyku düzeni henüz oturmadı. Rahatını önemsiyoruz.”

Nivera, teklifinin oğlu tarafından kabul görmemesine bozulduysa da belli etmemek için elinden geleni yaptı. “Torunumun uyanmasını beklerken, buradaya geliş nedenimi
açıklayayım o halde.”

“Buraya oğlumu görmek için geldiğini sanıyordum, anne.”

“Elbette o nedenle geldim. Yalnızca başka bir neden daha var. Hoşuna gideceğini düşünüyorum.”

Biran arkasına yaslandı. “Seni dinliyorum.”

Kraliçe, Perla’yı süzmeye başladığında, iyi şeyler söylemeyeceğini anlamıştım. “Perla… O, bizlere annesinin emaneti…” Kesinlikle samimi değildi. “Mutlu ve doğru bir evlilik yapması için soylu bir beyefendi araştırıyordum. Nihayet öyle birini buldum.”

Perla, boşluğuna darbe yemiş gibi irkilirken, sakin olması için elimi elinin üzerine koydum.

“Senden böyle bir şey istediğimi hatırlamıyorum.” dedi Biran, beklediğim gibi. “Ayrıca kardeşimin evlenmek için yaşı küçük.”

“Küçük mü?” Kraliçenin kalınlaşan sesi bu işte kararlı olduğunun habercisiydi. “Karın kardeşinden yalnızca birkaç yaş büyük. Üstelik çocuğunu doğurdu.”

“Karımı ve kardeşimi kıyaslamazsan sevinirim..”

“Doğru.” diyerek araya girdi Diana. “Lider ve karısının durumları çok farklı kraliçem.”

“Kesinlikle size katılıyorum, leydi.” Oturduğum yerden kalktım. Yavaşça onlara doğru yürüdüm ve Biran’ın oturduğu koltuğun başına ilişirken, elimi onun omzuna bıraktım. “Kraliçe Nivera, sevgili Perla için mantık çerçevesinde bir evlilik uygun görmüş. Oysa bizimki, aşk evliliği.”

Diana’nın pembe yanakları gerilerek şişti. “Elbette..”

Ona zayıflayan sesinin neresine kaçtığını sormak isterdim.

“Her ne ise.” dedi kraliçe. “Biliyorsun ki Perla’nın sorumluluğu bende ve ben bu şekilde uygun görüyorum.”

“Yıllardır benim gözetimimde yaşıyor.” Biran sinirlenmişti. Omzumdaki elimi ellerinin arasına alarak sakin kalmaya çalıştı. “Onu hiç aramadın.”

“Bu hiçbir şeyi değiştirmez. Lidere ilk erkek evlat veren kadın kraliçedir ve kraliçe, liderin tüm çocuklarından mesuldür. Bunu sen de gayet iyi biliyorsun. Pera, uygun gördüğüm soylu ile kısa zamanda hayatını birleştirecek. Kardeşinin iyiliğini düşünüyorsan, senden bu kararımı desteklemeni bekliyorum.”

Alaz’ın ağlama sesi duyulduğunda, Nivera merakla sesin geldiği koridora baktı.

“Rozelin” Adımı söyleyen Biran’a baktım. Sert bakışları annesinin üzerinden ayrılmadı. “Bebeğimizi emzirir misin?”

Memnuniyetle başımı salladım. Ayağa kalktığımda Biran da benimle birlikte hareket etti.

“Bebeğimizin karnının doyması tahmininizden uzun sürüyor. Sizi daha fazla bekletmeyelim.”

Nivera sesli bir şekilde yutkundu. Diana hiç görmediğim kadar şaşkındı.

Biran açıkça annesini kovuyordu.

Nivera ancak durumu hazmedebildiğinde koltuktan kalktı. Diana onun için kapıyı açtığında, oğluna bakmadan konuştu. “Yakın zamanda Perla’yı soylu aileye tanıtmak için aldıracağım. Tanışma süreci en az torunumun emme süresi kadar uzun sürecek.”

İki kadın kapıdan çıkmak üzereyken, planımın bozuk bir ampül gibi kafamın içinde yanıp sönmeye başladı. Seri adımlarla ona doğru yürüdüm. Planım her ikisinin de elini tutmaktı ama ani gidişleri bana bu şansı tanımayacaktı. Birini seçmeliydim. Öte yandan bebeğimi doğurduğumdan beri bunu hiç yapmamıştım. İşe yarayacağından emin değildim. Yalnızca denemeye değerdi. Bakışlarım Nivera ve Diana arasında gidip geldi. Bunu şansa bırakamazdım. Başka bir zamana bırakamazdım. Yanlarına ulaştığım an en yakınımdaki eli tuttum.

İnce parmaklı yumuşak el Leydi Diana’ya aitti.

Parmaklarım parmaklarının arasından geçtiği an zihnimde bir sarsıntı hissettim. Gözümün önüne kapkara bir perde indi. Bedenim olduğu yerde dururken, uzun zaman sonra ruhumun yeniden uzay boşluğuna fırlatıldığını hissettim.

Kara perdenin önünde üç kara kart sıralandı.

İlk kart açıldı; orada Diana dizlerinin üzerine çökmüş ağlıyordu. Elinde rengi soluk sarı bir harita vardı.

Kafamın içinde sürekli çizilen devasa bir yazı tahtasının varlığını hissettim. Giderek daha fazla artan çizilme sesi başımı duvara vurarak parçalamak isteyeceğim kadar rahatsız ediciydi.

İkinci kart açıldı; Diana’nın kızıl ormanda yürüdüğünü gördüm, Lenoran sınır çizgisine basarak durdu. Önü aydınlandı ve dudaklarında ölümcül bir gülüş belirdi.
Çizilme sesini Diana’nın gülüşü aldı. Kahkahası kulaklarımda büyüdü, büyüdü. Sonra sesine bir başka ses karıştı, bir erkeğin sesi… Tanıdıktı ama kimse ait olduğunu bilmenin imkanı yoktu.

Son kart açıldı; Gece vaktiydi. Diana, bedeninin her köşesini örten siyah başlıklı bir elbiseyle küçük bir çuvalı çekiştirip duruyordu. Görüntü yok olurken, çuvalın içinde her ne varsa hareket ettiğini gördüm.

Bedenimdeki tüm tüyler aynı anda ayağa dikildi. Hissettiğim şey,  bir buzulun üzerine çırılçıplak yuvarlanmakla eş değerdi.

“Kraliçe!”

Ruhum hızla yaklaştı ve ancak bedenime çarparak durabildi Sarsılarak gözlerimi açtığımda, Diana elini elimden kurtarmaya çalışıyordu.

“Kraliçe Rozelin, elimi bırakacak mısınız artık?”

Elimi hemen geri çektim. Başımda, giderek dağılan barbat bir ağrı vardı. Göz kapaklarımı açık tutmakta zorlanıyordum.

“Ben…” Yutkunarak kendime gelmeye çalıştım. Gördüklerimi hatırlamaya ve anlam yükleme çalışmak başımın dönmesine, midemin bulanmasına sebep olmuştu.

“Bu ara baş dönmeleri yaşıyor.” Biran hızır gibi yetişerek kolunu belime sardı ve ağırlığımı benden aldı. “Emzirmeden kaynaklı olduğunu düşünüyoruz. Alaz fazlasıyla iştahlı.”

Diana başını kaldırdı, bakışlarındaki kıskançlık avaz avaz bağırıyordu. “Demek adını Alaz, koydunuz.”

“Evet.” dedim, biraz olsun kendime gelebildiğim ilk an. “Oğlumuzun adı Alaz.”

Diana yeni bir şey söyleyecekti ama Nivera izin vermedi. “Leydi, gidelim.”

Diana gözlerindeki kıskançlığı üzerimizden çekip aldı. Kraliçe ve leydi evimizden çıkıp gittiğinde, geriye büyük bir bilinmezlik ve endişe kalmıştı. Bir de Perla'nın yağmur bulutuna dönüşen gözleri…

Alaz'ı besleyip uykuya dalmasını sağlamam bir saati geçti. Onu, ana kucağına benzeyen küçük sepetine koyduktan sonra girişe doğru ilerledim.  Biran ve bizimkiler bir süre önce yemek masasının etrafında toplanmıştı ama henüz hiç birinin sesini duymamıştım. Sessizliğe son vereceğimi umarak yaklaştım ve sepeti masasının ortasına koydum. Uykusunu alana kadar hiçbir sesin bebeğimi uyandırmayacağını artık biliyordum.  Biran'ın yanı benim için boş bırakılmıştı. Oraya otururken, bakışlarım Perla ve Efraim arasında gidip geldi. Perla düşünceli bir şekilde boşluğa bakıyordu. Efraim’in ifadesinde gördüğüm duygu ise yalnızca üzüntü değildi. Aynı zaman da öfke de vardı. Buna rağmen bana bakmayı başarabildi.

“Elini tuttuğunda ne gördün?”

“Düşünmedim Efraim.” Alaz’ı emzirdiğim her an bizim için çok özeldi. Karnını doyururken kurduğumuz göz temasını seviyordum. O büyülü anlarda düşüncelerimde dahi başka bir şeye yer vermek istemiyordum. Özellikle de Diana’ya…

“Şimdi düşün.” dedi Biran. “Ya da anlat, birlikte düşünelim.”

Önce başımı salladım. Sonra da gördüğüm ilk kartı belleğimden ayıkladım. “Diana, ağlıyordu. Elinde bir harita vardı.” Gözlerimi kapatıp, görüntüyü detaylandırmaya gayret ettim. “Haritanın bazı yerleri kırmızıyla işaretlenmişti. Sanırım bir mühür…”

“Yazılar net mi?”

“Hayır.” cevabını verdim Mestan’a. “Net olan hiçbir şey yok. Sadece haritanın rengini hatırlayabiliyorum. Sarı, soluk sarı.”

Gözlerimi açtığımda, anlattıklarımın Mestan tarafından not alındığını gördüm. “Büyücülere danışacağım.” diye açıkladı. “Çözemediklerimizi çözmeleri için…”

“Anladım.” Şimdi ikinci görüntüden bahsetmem gerekiyordu. “Diana’yı, Kimpras ve Lenoran’ı bağlayan sınırda gördüm. İlk görüntünün aksine orada mutluydu. Sanki… Bir zafer kazanmış gibi…”

“Bu yetersiz.” Biran, kollarını masaya koyup dikkatle bana baktı. “Başka bir şey yok mu?”

Hafızamı zorladım ama ikinci görüntü için söyleyebileceğim fazladan bir şey yoktu. “Hayır.”

“O halde son görüntü.”

Sıkıntıyla soludum. O saniyelerde, Biran’ın eli masanın üzerinde öylece duran elimin üzerine kapandı. “Kendine nazik davran, hatırlayacaksın.”

Bakışlarımda onlarca teşekkür vardı. Her birini safir mavisi gözlere armağan ettim. “Son görüntüde üzerinde siyah bir elbise vardı ve her yanı o elbiseyle örtülmüştü. Bir şeyden gizleniyor gibiydi. Ve… Bir şeyi çekiştiriyordu, bir çuvalı.”

“Bir çuvalı mı?” diye sordu Mirel. “Bildiğimiz çuval mı?”

“Evet. Dahası var, görüntü kopmadan önce çuvalın hareket ettiğine eminim.”

“O çuvalda canlı bir şey olduğunu mu söylüyorsun?”

Perla’dan aldığım bu soruya kadar, çuvalın içindekiyle alakalı bir tahminde bulunmamıştım. Kendi kendime bile… Şimdi dolan gözlerim ise yaptığım ilk tahminin sonucuydu. O çuvaldaki…” Burnumun direği sızlamaya başlayınca içimi çektim. “O çuvaldaki…”

Biran elimi daha sıkı tuttu. “Tamam, kendine eziyet etmeye son ver.”
“Başka bir şey.” Mirel merakla masaya eğildi. “Mutlaka başka bir detay hatırlamalısın.”

“Mirel.” Biran uyarıcı bakışlarını ona çevirdi. “Bu kadar yeter.”

Mirel vazgeçerek geri çekilirken, gözlerimi kapattım ve kendimi son kartı gördüğüm ilk ana götürdüm. Diana, siyah elbisesi, çekiştirdiği çuval, hepsi oradaydı. Parmaklarım Biran’ın elini sıkarken, var gücümle dikkatimi kullandım. Çuval samanlarla dolu bir zeminin üzerindeydi.

Gözlerim ardına kadar açılırken, “Saman!” diye bağırdım. “Çuval samanların üzerindeydi. Yani rüyam doğru, kardeşim bir tavlada!”

Biran elini elimden ayırdı. Avucunu masaya çarptıktan sonra ayağa kalkıp küfürlü homurtular çıkardı. “Bu kadarına nasıl cesaret eder. Hesabını sorarken, cinsiyetini umursamayacağım.”

“Biran! Hadi, gitmediğimiz o son tavlaya gidelim.”

Kendini sakinleştirmeye çalışarak yanıma geldi ve parmaklarını kollarıma sardı. “Bebeğim, sana söylemiştim. Akşam üzerini beklemeliyiz. Anne ve baba Alte, Alte Orman’ından çıkmadan oraya giremeyiz.”

Çaresizce başımı salladım. Beni yerime oturtup, Alaz’ın kayan pikesini yukarı çekti.

“Bunu nasıl başardı?” Yaşadığı şokla gözleri tek bir noktaya kilitlenmişti Mirel’in. “Neyi feda etti?”

Umrumda değildi. Kardeşimi bulmaktan başka hiçbir şeyi düşünemiyordum.
“Belki de sır haritadadır.” Mestan elindeki notu salladı. “Büyücü Bor’dan öğrenmeye ne dersin?”

“Tamam.” dedi Mirel. “Öğrenelim.”

Gitmek üzerine ayaklandıkları sırada Efraim ve Perla’nın gözlerindeki hüzün beni dile getirdi. “Durun, konuşmamız gereken önemli bir konu daha var.”

“Sırası değil. Önce kardeşi-”

“Sırası Perla.” diyerek böldüm sözlerini. “Akşam üzerine daha var. Konuşalım şunu.”

Mestan ve Mirel yaniden yerlerine yerleştiler. Bir süre sessizce düşündük. Akıllıca plan ve hamleler yaparak içinden çıkacağımız bir mevzuydu. Çünkü Nivera’nın kasten böyle bir şey yaptığını biliyorduk; derdi Perla değildi. Derdi, hak ettiğini düşündüğü saygı ve itaati oğlundan ve benden görmekti.

“Kuralı değiştirmek için üç büyüklere gitsek…” diye önerdi Mirel. “Belki yapılacabilecek bir şeyler vardır.” derken bile sesinde hiç umut yoktu.

“Yer etmiş kurallar değiştirilemez, sen biliyorsun.” Mestan, sevgilisinin masada duran elini sıvazladı. “Kurallar.. Dün böyleydi, yarında böyle olacak.”

“Bu nasıl bir saçmalık!” demekten kendimi alıkoyamadım. Keza ilk duyduğumda da aynı tepkiyi vermiştim. “Kraliçe ile Perla’nın arasında hiçbir kan bağı yok. Biran ise onun ağabeyi… Şu durumda nasıl söz sahibi kraliçe olabilir?”

Mirel omuz silkti. “Kraliçe, kocasının tüm çocukları üzerinde söz sahibindir. Kendi doğurmadıkları da dahil… Saçma ama böyle… Bu yüzden çok canlar yandı. Bazı kibirli kraliçeler, diğer kadınlara olan öfkelerini onların çocuklarından çıkardı.”

“Korkunç…” Yok saymaya çalışarak başımı iki yana salladım. “Çok korkunç…”

Kötüydü ama kural buydu. Yapılabilecek bir şey vardıysa bile yemek masasının çevresindeki kimse bilmiyordu.

Perla, "Ben… evlenemem." dedi ağabeyine yalvaran gözlerle bakarak. "Evlenmek istemiyorum."

Biran, oturduğu yerden kalktı.  Kapının önünde adımlamaya başladı. Düşünüyordu ve beyninin içinde olmak istediğim zamanlardan biriydi. Üçüncü turunun ortasında durdu, kardeşine doğru döndü. "Evlenmeyeceksin. En azından kraliçenin uygun gördüğü biriyle."

Merakım Perla’dan önce sormaya itti. “Nasıl olacak?”

Biran, alakasını çözemediğim bir şekilde Efraim’e baktı. Ellerini belinde kilitlerken, yüzünde şimdi söyleyeceklerinin hoşuna gitmeyen şeyler olduğunu ele veren bir ifade belirdi.

“Kraliçe seni evlendiremeyecek. Çünkü zaten evli olan biri evlenemez.”

Efraim’in kaşları çatıldı. Perla’nın da… Mirel ve Mestan’ında…

Ben ise aklından geçenleri okuyarak gülümsedim. Kısa süre önce zekama olan hayranlığını dile getirmişti. Onun için çok daha fazlasını düşünüyordum.

“Bu… Bu ne demek?” Efraim şaşkınlıkla yerinden kalkarken, Biran bir şeylerden emin olmak istermişcesine onu süzdü.

“Kardeşimle gizlice evleneceksin. Bunu yaptığın için kırk gün zindan cezasına çarptırılacaksın. Göze alabilirsen…”

Efraim’in gözleri parıldadı. Zindan cezası kısmını duyduğundan bile emin değildim. Perla’ya heyecanla bakarken yutkundu ve “Evet!” dedi. Gömleğinin zaten düzgün olan manşetlerini düzeltirken, olduğu yerde duramıyordu. “Vay canına, bir liderden evlenme teklifi olacağımı hiç düşünmemiştim.” Biran’ın gülmediğini görünce o da yüzünden gülümsemeyi silmeye çalıştı. “Yani kardeşi için…”

“Sadece evlilik teklifi etmedim.” dedi Biran. “Kırk gün zindan cezası da teklif ettim. Kırmızı bölge.”

“Olur.” dedi Efraim yeniden ve kocaman gülümseyerek. “Sonuna bir sıfır bile koysan, yine olur.”

Biran kardeşine baktı. Perla mutluydu ama bir o kadar da utanmıştı. “İster misin?”

Perka, kızaran yanaklarıyla birlikte “İsterim.” dedi. Sonra da hızla yanımızdan ayrılarak koridora girdi.

Mestan ve Mirel, haritayı çözmek için büyücünün yanına giderken, sevinçten yerinde duramayan Efraim’i de yanlarında götürdüler. Biran aldığı karardan kesinlikle memnun değildi. Ancak Efraim’e güvendiğini net bir şekilde görebiliyordum. Hala uyuyan bebeğimi masada bırakıp, koltuğa çöken Biran’ın yanına gittim.

“Doğru karar verdin ama annen delirecek.”

“Umrumda değil.” Sesi cümlesini destekledi. “Tek istediğim Perla’yı rahat bırakması.”

Onun gibi koltuğun ucuna oturdum. Onun yaptığı gibi sol ayak bileğimi sağ dizime koydum ve yine onun yaptığı gibi sadece önümüze baktım. “Bir karar daha vermen gerekiyor.”

“Ne olduğunu biliyorum.” dedi.

“Bildiğini biliyorum.” dedim.

“İstemiyorum.”

“Biliyorum.”

“Israr edeceksin.”

Başımı salladım. “Daha fazlasını yapacağım.”

“Biliyorum.”

Bakışlarını yüzümde hissettim. Beni ikna edemeyeceğini sanıyordu ama bilmiyordu ki o bana öyle bakarken, onun için yapamayacağım hiçbir şey yoktu. Bu yüzden, ikna olmamak için o bakışlara karşılık vermedim. “Bildiğin bir şey daha var. Tek başıma halledebilirim. Gelmeni istemiyorum Rozelin.”

“Hayır. Gülnur orada, biliyorum. Biliyorum beni bekliyor. Kurtarılırken yüzümü görmesine ihtiyacım var. Bunu benden esirgeme.”

Sustu. Bu konu üzerinde başka bir şey söylemeyecekti. Bana döndü. Elini yüzüme uzattı ve başımı kendisine çevirerek bakışlarımızı buluşturdu. “Seni koruyacağım. Her ne olursa olsun, önce seni koruyacağım.”

Ona sıkıca sarıldım. Başımı boynuna gömdüm ve kendimi tüm evrenin en korunaklı kısmında hissettim. Bu duygu o kadar güçlüydü ki, saatler geçip Alte ormanına ulaştığımızda bile içimde varlığını koruyordu.

Tepeden tırnağa siyahlar içindeydik. Dışarıdan bakıldığında kimse aslında kim olduğumuzu anlayamazdı. Sıfatlarımız şu an bizimle değildi. Perla ve Efraim evde öpüp koklayarak bıraktığımız bebeğimize bakarken, Lovangos eyalatine girdiğimiz andan itibaren gözden kaybettiğimiz Mirel ve Mestan’ın aslında çok yakınımızda olduğunu biliyorduk.

Biran’ın son gelişinde keşfettiği gizli geçitten Alte şotosunun arkasında kalan Alte ormanına ulaşmayı başardık. Ormanın girişinde çok fazla muhafız vardı ancak Mestan ve Mirel bir şekilde onları oyalamayı başarmıştı. Alacakaranlık havanın avucunda kalan orman neredeyse beş metre boyunda birçok ağaca ev sahipliği yapıyordu. Sarı yapraklarla bezeli zeminde tek bir yabani ot bile yoktu. Soylu bir aileye ait olduğunu sadece buradan bile anlaşılabilirdi.

Ağaçların arasından ilerlerken, bir adım gerisinde olmama rağmen Biran’ın eli elimdeydi. Gözlerin sürekli oradan oraya savruluyor, kardeşime ait bir emare arıyordu.

“İşte orada.” Adımları bir noktada kesilen Biran’ın arkasında durdum, gösterdiği noktada büyük, ahşap bir tavla vardı. “Bu noktadan sonra daha sessiz olmalıyız. Tavlanın civarında seyis olabilir.”

Kapşonumun altından başımı salladım. İlerlemeye devam ettik. Tavlaya ulaştığımızda, etrafta ne seyis ne de başka biri görünmüyordu. Yalnızca Alte ailesinin inzivaya çekildiği çiftlik evi vardı ve orasıda yeterince hareketsizdi.

Biran tavlanın çift kanatlı kapısını zorladı. “Kilitli”

“Kıracak mıyız?” diye fısıldadım. Aynı saniyelerde cebinden birkaç pirinç anahtar çıkardı ve gülümsedi.

İlki kilidin yarısına kadar ulaştı. İkincisi girmedi bile. Ancak üçüncüsü tam olarak kilide oturdu. Çevirdi ama anahtar kilidin içinde dönmedi. Endişeyle ne yapacağını beklerken, cebinden parmak uzunluğunda bir tel çıkardı ve kilidin küçük boşluğundan içeri ittirdi. Tek seferde kuvvetlice çektiğinde kapı açıldı.

“Başardın!”

Başını çevirdi ve göz kırptı.

Yeniden elimi tutup bizi tavladan içeri soktu. Koşup saman balyalarını devirdim. Atlarından arasından geçtim ve girintileri yokladım. Burada değildi. Kardeşim burada değildi!

Boğazımda koca bir yumruyla Biran’a sığınmak üzereyken, yerde gördüğüm çuval olduğum yerde buz kestirdi. Son kartta gördüğüm, Diana’nın çekiştirdiği çuvaldı. Yerden alıp burnuma yaklaştırdım, kardeşimin kokusunu içinde buldum.

“Buradaymış! Etrafımda dönerken, dolan gözlerim yanaklarımı ıslattı. İçim içimi yiyordu. Her seferinde yaklaşıyordum ama ellerim bomboş kalıyordu. Bu beni mahvediyordu.“Hala burada, hissediyorum.”

Biran beni kendine çekti, sakinleşmem için başımı göğsüne bastırdı. “Nefes al, daha bitmedi. Çiftlik evine bakacağız.”

İsteğini yapmak için göğsümü derin bir nefesle doldurdum. O nefesi özgür bırakamadan dışarıda bir hareketlilik oldu. Başımızı çevirdiğimiz tavla kapısı aniden üzerimize kapandığında, Biran silahına davrandı ve beni balyaların arasına itti.

“Biran!”

Kapıyı zorladı. Kuvvetle itti, tekmeledi ancak açılmadı. Üzerimize kapatan her kimse arkasına sağlam bir şey koymuştu. Balyaların arasından çıkıp onunla birlikte kapıyı zorladım. Hiçbir işe yaramıyordu.

“Ne oluyor!”

Kollarımdan tutup eğilmemi sağladı. “Dizlerinin üzerinde kal. Halledeceğim.”

Karşılık vermeme zaman tanımadan tavlanın içinde dolaşıp bir çıkış aramaya başladı. Elimde boş bir çuvalla bizim için bulacağı çıkışı beklerken, kapının altından süzülen duman o kadar vaktimizin olmadığını haykırdı.

“Yangın! Tavlayı yakıyorlar!” Onunla göz göze geldik. “Biran, bizi yakıyorlar!”

🖤

Nasıl buldunuz??

Dünya'ya gitmemize çok az kaldı, yazmak için heyecanlıyım.

Kesit ve görseller için Instagram'da takip edebilirsiniz/ DuruuMavii

Lütfen oy verirken önceki bölümde verip vermediğinizi de kontrol edin. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Continue Reading

You'll Also Like

1K 178 12
Bir odaya girdiğimde etraf oldukça karanlıktı bu yüzden hızlıca pencereyi bulup pereleri kapattım ve hemen ardından ışıkları açtım. Ama doğru odaya g...
10.1M 338K 26
Ailesinin baskısından bunalıp evden kaçan kuzeninin yanına yerleşmeye başlayan Elis Aktaş gittiği şehrin kuralsız davranışlarına ayak uyduramamışken...
34.3K 8.4K 129
🍃The Luzia Design🍃 •İstek Alımları Açık•
143K 6.2K 14
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...