KIZIL GECE +18

By DuruMavii

3.8M 311K 185K

Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediğ... More

KIZIL GECE
1.BÖLÜM : "Arayış"
2. BÖLÜM: "Safir Mavisi"
3. BÖLÜM: "Kehanet"
4. BÖLÜM: "Kızıl Esaret"
5. BÖLÜM: "Zincire Vurulan Ruh"
6.BÖLÜM: "Kaderdeki Zelzele"
7. BÖLÜM: "Büyü"
8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"
9. BÖLÜM: "Yargısız İnfaz"
10. BÖLÜM: "Geçmeyen Geçmiş"
11. BÖLÜM: "Sahipsiz Ruhlar Mezarlığ
12. BÖLÜM: "Ceza Muhakemesi"
13. BÖLÜM: "Gece Kraliçesi"
14. BÖLÜM: "İtirazlar"
15. BÖLÜM: "Kurbanlar"
16. BÖLÜM: "Efsunkar"
17. BÖLÜM: "Vecalar"
18. BÖLÜM: "Bilinmezin Bilineni"
19.BÖLÜM: "Kimpras'ın Soluğu"
20. BÖLÜM: "Kayıp Parçalar"
21. BÖLÜM: "Kırık Geceden Kaçış"
22. BÖLÜM: "Zamanın Pençesi"
23. BÖLÜM: "İzsiz Suretler"
24. BÖLÜM: "Sessizlik Alfabesi"
25. BÖLÜM: "Tehlikenin Surları"
26. BÖLÜM: "Zihnin Ölümcül Duvarları"
27. BÖLÜM: "Kızılın Kıvılcımı"
28. Bölüm: "Ruhların Savaşları"
29. BÖLÜM: "Gecenin İntiharı"
30/ Birinci Kitap Finali: "Kırık Dökük Nefesler"
31. BÖLÜM:"Ruhun Sancısı"
32. BÖLÜM: "Kızıl Göl Ve Siyah Çakıltaşı"
33. BÖLÜM: "Kabuk Tutmayan Yaralar"
34. BÖLÜM: "Sarmaşıklar"
35. BÖLÜM: "Dokunuş ve Doğuş"
Kızıl Gece 1 Kapak!
36. BÖLÜM: "Bağlılık Yemini"
37. BÖLÜM: "Zaman Tutulması"
38. BÖLÜM: "Karmaşa"
39. BÖLÜM: "Uçan Balonlar"
40. BÖLÜM: "Aşk ve Geçit"
41. BÖLÜM: "Kraliçe'nin Perileri"
42. BÖLÜM: "Zamansız Döngü"
43. BÖLÜM: "Bir Tutam Sarı Saç"
44. BÖLÜM: "Pembe Küpeler"
46. BÖLÜM: "Bebek Kokusu"
47. BÖLÜM: "Tuzak"
48. BÖLÜM: "Kavuşma Ve Ölüm"
49. BÖLÜM: "Bağ"
50/ İkinci Kitap Finali: "Yol Ayrımı"
Kitaplarımız
Kızıl Gece 2 Kapak!
51.BÖLÜM; "İki Dünya Arasında"
52. Bölüm; "Zamanın Kuytusu"
53. BÖLÜM; "Döngü"
54. BÖLÜM; "Ruha Dönüş"
55. BÖLÜM; "Labirent"
56. BÖLÜM; "Cam Kırıkları"
57. BÖLÜM; "Tutsak"
58. BÖLÜM: "Dönüş"
59. BÖLÜM: "Geleceğe Dönüş"
60. BÖLÜM: "Anne"
61. BÖLÜM; "Kapıyı Aralamak..."
62. BÖLÜM: "Yeniden Merhaba"
63. BÖLÜM; "Her Şeye Rağmen..."
64. BÖLÜM: "Dün Ve Bugün"
65. BÖLÜM; "Ruhların Tuzakları"
66. BÖLÜM; "Birkez Daha..."
67. BÖLÜM: "Kan Ve Kurşun"
68. BÖLÜM: "Acı Mucize"
69. BÖLÜM; "Tutkuyla Dans"
70/Üçüncü Kitap Finali; "Sanrılar ve Sancılar"
Kızıl Gece Şarkı Ve Kapak🖤
71. BÖLÜM: "Başka Bir Evren"
72. BÖLÜM; "Seni Buldum"
73. BÖLÜM; " Kayboldum Bebeğim"
74. BÖLÜM; "Küreyi Arayanlar"
75. BÖLÜM; "Geçiş Kapısı"
76. BÖLÜM: Safornikon'a Açılan Kapı"
18 yaş üstü okurlarımın dikkatine!
77. BÖLÜM; "Ayrı Dünyalar"
Dertleşebilir miyiz?
78. BÖLÜM; "Efsunlu Yağmurlar"

45. BÖLÜM: "Alaz"

29.7K 3.6K 1.3K
By DuruMavii

Selam.


Dimash ~ S.O.S

Lindsey Stirling~ Carol Of The Bells

Keyifle okuyun.

🖤

Dünya'nın başıma yıkılışı birkaç saniye içinde gerçekleşti. Ancak sonrası, sonsuzluk kadar uzundu. Biran beni tutuyor olmasaydı dizlerim bedenimi taşıyamazdı. Yere öyle sert düşerdim ki, içimde kartopu gibi büyüyen acı toprağı çatlatır, bedenimi yerin altına hapsederdi.

"Gülnur..." Adı, dilimden bir feryat gibi düşerken, parmaklarım küpenin üzerine kapandı. Onu hissettim; yemin ederim, onca zaman sonra kardeşimi avuçlarımda hissettim. "Kardeşim... Karde-"

Biran bana sıkıca sarıldı. Bana kemiklerimi kırmak ister gibi sarıldı. Koca avucunu saçlarıma bastırarak, yüzümü boynuna gömdü. Bir süre öylece kaldık; belki bir saniye, belki saatlerce.

Sonra Hualp'in sesini duydum. "Sorunun ne olduğunu bilmiyorum ama elimden geleni yaparım."

Biran düşündü. Ne düşündüğünü bilmiyordum ama sonunda "Bizi büyücü Bor ile görüştür." dedi. "...ve ona söyle. Soracağım soruları cevaplamak için elinden gelenin fazlasını yapsın."

Başımı Biran'ın boyunundan kaldırabilmiş değildim. Gözlerimin ötesi de ruhumun ötesi de kapkaranlıktı.

Birkaç metre öteden bir telsiz cızırdaması duyuldu. "Büyücü Bor'a ulaşın ve lider Biran'ın geleceğini söyleyin. Derhal."

Biran beni omzunun altına alarak Hualp'e döndü. O saniye lordun yüzündeki ciddiyeti ve bir adım arkasında duran Lena'nın şaşkınlığını gördüm. Her ikisi de bize anlamaya çalışan gözlerle bakıyordu.

"Gelmem gerekiyor mu?" diye sordu Hualp.

Biran ona cevap vermeden önce telsizini çıkardı ve Mestan'ın kodunu söyledi. "1045!"

"1045 dinlemede."

Biran telsizin mandalına kuvvetle bastırarak ikinci kez dudaklarına yanaştırdı. "Mentro'ya ne kadar uzaklıktasın?"

Cevap neredeyse aynı saniyede geldi. "Yakınım. Yirmi dakika sonra eyalette olabilirim."

"Git." diye emretti. "Birazdan sana ne yapman gerektiğini söyleyeceğim."

Birkaç saniye içinde "Yoldayım." karşılığını verdi Mestan'ın telsizden yükselen mekanik sesi.

Biran, bizi arabasına götürken, "Duydun, adamım yakıdaymış." dedi Hualp'e. "Gelmene gerek yok."

"Pekala." Lord telsizini gösterdi. "Bir şey olursa kodumu biliyorsun."

Lena bir adımla lordun yanına geldi. "Elimden ne gelir bilmiyorum ama... İhtiyacınız olursa ben de buradayım."

Biran arabaya önce beni bindirdi. Arabanın ön kısmından dolaşarak sürücü koltuğuna ulaştığında, başını son kez Hualp ve Lena'ya çevirdi. "Sağolun."

Biran eğilip emniyet kemerimi bağladıktan sonra gaza yüklendi. Onu daha önce de hızlı araba kullanırken görmüştüm ancak hiç birinde bu kadar süratli değildi. Telsizi çıkarıp tekrar Mestan ile iletişim kurdu ama ne söylediğini idrak edebilecek durumda değildim.

Başımı geriye yaslamıştım. Yola bakıyordum. O yolun beni kardeşime yaklaştırmasını umut ediyordum. Gözyaşlarımın akmasına izin veriyordum. İçimdeki karanlıkla başa çıkmaya çalışıyordum.

Küpelere tekrar bakmamak için gözlerimi kapattım. Açtığımda büyücü Bor'un çadırının önündeydik. Mestan'ın arabası da buradaydı ancak kendisi içinde değildi. Kemeri çözüp kendimi dışarı attığım an Mestan dışarı çıktı. Beni bakışlarına yayılan hüzün yutkunmasına sebep olurken, "Büyücü Bor aradığınız kişinin bir eşyası gerektiğini söyledi." dedi.

Biran yanıma geldi. "Tamam. Büyücüye geldiğimizi haber ver."

Mestan yeniden içeri girdi. Kaybetme korkusu, avucumdaki küpelere bakacak cesareti verdi. Güç aldığım küpelere veda edecek olmak umudumu benden çekip almaya çalışıyordu. Ağladım.

Biran ellerini bana uzattı. Göz bebeklerinde ele avuca sığmayan bir hüzün vardı. "Bana bak." Nefes nefese ağlarken, başımı ellerinin arasında tutmaya çalışıyordu. Endişeliydi. Endişesinin kaynağı bendim. "Bebeğim, bana bak."

"Bana kardeşimi getir Biran." dedim yalvarırcasına. "Bana Gülnur'u getir."

Bakışlarımızı buluşturmayı başardı. Yaşlı gözlerim, bana onu buzlu bir camın ardından gösteriyordu.

"Bunun için sana bir kez söz verdim. Yine veriyorum." Başımı göğsüne bastırıp saçlarımın arasında konuştu. "Söz veriyorum, kardeşimizi bulacağım."

"Lider." Mestan çadırdan rüzgar gibi çıkarak, "Büyücü Bor sizi bekliyor." dedi.

Biran, basım hala ellerinin arasındayken, gözyaşlarımı baş parmaklarıyla sildi. "Gel." dedi. "Bor bizi kardeşine götürecek."

Elimden tutup bizi büyücünün çadırına soktu. Büyücü kadın kazanının başına oturmuş fokurdayan suya bakarken, muhtaç adımlarla ona yaklaştım.

Kardeşimi uzun zamandır ayrıydım ancak güvende olduğunu biliyordum. Ailemin güvende olması, onları göremesem de benim için en büyük teselliydi. Şimdiyse içlerinden en küçük ve en savunmasız olanı hem benimle değildi hem de büyük bir tehlikedeydi. Başına ne geldiğini, ne geleceğini bilmiyordum. Bunu düşündükçe canımdan can kopuyordu.

"Küpeyi bana ver." Bor, elini uzattı. Avucumda ki küçük, kalpli küpeye son kez baktım. Yanağımdan süzülen bir damla yaş küpenin üzerine düştü. Küçüğümün eşyasından dahi ayrılmak istemeyecek kadar özlem dolu ve telaşlıydım.

Gözlerimi ve avucumu eş zamanlı olarak kapattım. Acı içimde çığır açıyordu. Ancak birkaç saniye sonra gözlerimi açtım ve küpeyi Bor'un nasırlı avucunun ortasına bıraktım.

Küpeyi yumruğunun arasında sıkıştırdı, başını eğdi ve bir şeyler fısıldamaya başladı. Bu bir süre devam etti, o sürenin sonunda küpeyi kaynayan suyun içine gönderdi. O saniyeden itibaren gözleri açılabildiği kadar açıldı. Suya yaklaştı ve orada her ne oluyorsa izlemeye başladı.

"Küçük kız... Korkuyor." dedi, bir an sonra. "Çok korkuyor."

Kardeşimin korkusu korkumu körükledi. Göremeyeceğimi bile bile suya bakıp "Nerede o!" diye sordum. "Nerede benim kardeşim?"

Kazana biraz daha yaklaşmasını çatılan kaşları takip etti. Hızlanan kalp atışlarımın birer çiviyi dönüşerek göğüs kafesimi deldiğini hissediyordum.

"Kardeşin aydınlık bölge Lenoran'da değil. Burada, yanıbaşında... Yalnız..."

Suskunluğu benim için dayanılmazdı. "Ne! Ne yalnız?"

Onu alıkoyan tek bir kişi değil." İşaret parmağını kaldırdı. "Bir erkek." Orta parmağını kaldırdığında, gösterdiği sayı iki oldu. "Diğeri ise bir kadın..."

Zihnimde beliren binlerce soru dudaklarımı araladı. Dudaklarım tek kelime dökemeden titremeye başladığında, kendimi yeniden Biran'ın kollarında buldum. "Bize onları tarif et."

Büyücünün başını iki yana salladığını gördüm. "Tarif yok. Görebildiğim yalnızca siluetleri, bir de..." Suya yeniden bakıp kaşlarını çattı. "Hisleri... Hisleri iyi değil. Akıllarından kötü şeyler geçiyor. Çok kötü..."

Bedenimki kolları birer kütük gibi sertleşirken, burnundan sabırsız soluklar veriyordu. Kendini güçlükle dizginlediğini hissediyordum. "Kimpras da olduklarından emin misin?"

"Kızıl bölgedeler, lider. Bölgendeler."

"Onları nasıl bulacağız?" diye sorabildim, iyiden iyiye cılızlaşan sesimle. "Kimpras çok büyük. Neresinde olduğunu nasıl anlayacağız?"

Büyücü elini kaynayan suya daldırdı. Küpeyi bulup çıkardı ama son gördüğüm gibi değildi; rengini ve formunu yitirmişti. Artık erimiş bir kurşun parçasına benziyordu. Saniyeler içinde o görüntü de kaybolmaya başladı. Kardeşimin kapli, pembe küpesi büyücünün avuçlarından buharlaşarak uçup gitti. "Sana daha önce de söylemiştim, kraliçe. Hislerin, senin yolunu aydınlatacak yegane şey hislerindir."

"Nasıl!" Biran'ın kollarından ayrılarak büyücüye yaklaştım. "Bebeğimi doğurduğumdan beri güçlerimi kullanamıyorum. Hiçbir tehlikeyi ön göremiyorum. Şu durumda nasıl hislerime güveneceğim?"

"Kendini dinleyeceksin. Güçlerin kaybolmuş değil. Bebek onları senden almadı. Sadece nasıl kullanacağını bilmiyorsun."

Anlayamamıştım. Anlayabilecek durumda değildim. Ellerimi yüzüme götürüp, her şeyi daha şeffaf görmeyi umarak sıvazladım.

"Mestan," dedi gözünü benden ayırmadan. "Ne kadar adamımız varsa emir ver. Bölgenin her yerini karış karış arayacağız."

Mestan başını indirip kaldırarak emri aldı. "Nasıl birini arayacağız, lider?"

Biran'ın bakışları şefkatle yüzümde dolaşırken, "Küçük, sarı saçlı bir kız çocuğu... Aradığımız, karımın küçüklüğü..."

*

Orman evindeydik. Efraim, Mirel, Mestan, Perla, ben ve lider...Yaklaşık iki saattir, yuvarlak yemek masasının etrafında, sarı ışıklı siyah sarkıt avizenin altında çözüm arıyorduk. Hala bir haber çıkmamıştı ve çok fazla ihtimal vardı. Zaman geçtikçe daha fazla gerilen sinirlerim beni o ihtimallerin altında hırpalarken, Biran'ın yanımda olduğunu bilmek en büyük gücü veriyordu.

Büyücü Bor'un verdiği bilgiler ışığında elimizde iki veri vardı.

Bir, kardeşimin Kimpras da olduğu...

İki, onu biri kadın diğeri erkek iki kişinin alıkoyduğu...

İhtimaller fazlaydı; Temur Alizen, Steven Alte, Diana Alte... Hatta Kraliçe Nivera... Hatta Zeliha...

"Benim aklıma başka birileri geliyor ama..." Gözler bunu söyleyen Perla'ya çevrildiğinde, Perla her kimin adını verecekse daha fazla tereddüt etti. "Ya da boşverin. Şu an bana da mantıklı gelmedi."

"Söyle." dedi ağabeyi. "Her ihtimalin peşinden gideceğiz."

Perla başını sallayarak, "Lord Hualp Koran." dedi. "...kadın ise Lena. Lord garip biri, bir türlü çözemiyoruz. Ayrıca bu ara Lena ile sürekli dip dibeler. Bunun da bir sebebi olmalı."

"Evet, lord garip biri ama..." Mirel düşünceli bir şekilde başını iki yana salladı.. "Neden böyle bir şey yapsın ki... Ayrıca yanyana olmalarının biri sebebi var, bence birbirlerine ilgi duyuyorlar."

"Yine de bir ihtimal." dedi Efraim. Bıkkınca arkasına yaslanırken kollarını göğsünde topladı. "Yani bir ihtimal daha..."

"Evet." Biran, ellerini masanın üzerinde birleştirirken, gözleri şüpheyle kısıldı. "Listeye lord ve Lena'yı da ekliyoruz."

"Bence önceliğimiz Temur Alizen olmalı. Daha önce Rozelin'in kardeşi konusunda tehdit savurmuştu. Şimdi eyleme dökme olasılığı çok yüksek."

"Öncelik konusunda yanılıyorsun, Mestan." dedi Mirel. "Temur Alizen'in bir çocuk kaçırıp, izinsizce kızıl bölgeye girmesi onu bitirecek bir hamle olur. Bunu göze alabilir mi sence? Ayrıca ona eşlik edebilecek bir kadın tanımıyoruz."

"Bence Steven ve Zeliha yaptı." dedi Efraim. "Düşünün, hem kızıl bölgedeler hem de Rozelin'e düşmanlık beslemeleri için nedenleri var."

"Kraliçe Nivera'nın da var..." Perla, bunu inanarak söylemişti. "Özür dilerim ağabey ama böyle bir şeyi o da yapmış olabilir."

"En büyük neden Diana'nın elinde. Son olanları düşünün, Rozelin'den yediği tokattan sonra-"

"Hayır Mirel." Ayağa kalktım. "Bana düşman olması için sebebi yok. Çünkü o tokadı bana zorla attırdı. Nivera'nın da yok, çünkü ona da bir kötülüğüm dokunmadı." Sinirlerim alt üst olmuştu. Dolan gözlerimi elimin tersiyle silerken, "Hualp ve Lena'nında yok. Hatta Temur'un da... Kimsenin yok. Kimsenin beni canımla tehdit etmesi için hiçbir sebebi yok..."

Odama gitmek için hamle yaptığımda Perla ve Mirel de ayaklandı. "Siz kalın." Onları durduran Biran oldu. "Rozelin'in dinlenmeye ihtiyacı var."

Dinlenmeye değil, kendimle başbaşa kalıp, içimdeki acıyı kendi gayretimle bastırmaya ihtiyacım vardı. Biran'ın sözlerinde değilse bile gözlerinde yatan anlam buydu. Odama gittim. Yastığımın altından siyah çakıl taşını alırken, büyücü Limpyas'ın verdiği deniz kabuğu kolye gözüme ilişti.

Ülkene dönmek istiyorsan kolyeyi tak ve canından bir can feda et.

Yastığı kolyenin üzerine indirip, çakıl taşını iki avucumun arasına sıkıştırdım. Sonra da ellerimi başımın altına koydum. Gülnur'un şu an nerede, ne halde olduğunu düşünmeye çalıştım ama o kısım koca ve tehlikeli bir boşluktu. O boşlukta nefessiz kalıyordum. Gözlerimi kapatıp, uykunun beni almasını beklerken, dudaklarımda küçüğümün adı vardı.

Gülnur, bebeğim, bul beni. Ablan burada, seni bulmak için her şeyi yapacak. Her şeyi...

Karanlık.

Ucu bucağı olmayan namütenahi bir karanlık.

Ruhumda çatırdayan bir şeyler var ve üzerimde karanlığa meydan okuyan karanlık bir elbise. ..

Çıplak ayaklarımla siyah suda yürürken, gözlerim karanlıkta dolaşıyor.

Hiç bir şey yok.

Hiç bir şey yok.

Bir şey var, bir hıçkırık sesi.

O sesi tanıyorum. Nefes alışını bile tanırım.

Yürüyorum. Adımlarım hızlandıkça ayaklarımın dövdüğü su bacaklarıma sıçrıyor. Daha hızlı yürüyorum. Daha fazla sıçrıyor.

Ses daha yakın. Bir çocuk ağlıyor. Bir kız çocuğu ağlıyor. O kız Gülnur. O küçük kız benim kardeşim.

"Gülnur!" diye bağırıyorum, dört bir yanımdaki karanlığa. "Bebeğim neredesin!"

Ses yükseliyor ama görebildiğim hiçbir şey yok. Deli gibi etrafımda dönüyorum. "Gülnur!" diyorum en az onunki kadar ağlamaklı bir sesle. "Korkma, buradayım. Ben buradayım! Bulacağım seni!"

Koşuyorum. Siyah elbisemin etekleri sırılsıklam oluyor. Gülnur'un sesi var, kendisi yok. Çatlayacakmış gibi hissediyorum. Ağzına kadar dolduğu halde doldurulmaya devam eden bir sürahi gibi...

Nefesim kesiliyor. Kesilen nefesim dizlerimi karanlık suyla buluşturuyor. Ayağa kalkmak, onu bulana kadar kilometrelerce koşmak istiyorum ama ayaklarımı hissetmiyorum. "Gülnur!" diyorum, artık çıkmayan sesimle. "Bir işaret gönder! Seni bulabilmem için bana bir işaret gönder!"

O anda bir elin enseme yapıştığını hissediyorum. Başımı çeviremeden beni alıp boşluğa fırlatıyor. Gözümü kırpıyorum, açtığımda, Lavangos eyaletindeyim!

Ürperen bedenimi ayağa dikiyorum. Lavangos da akşam vakti; parlak tüylü atlar gezinti için tavlalarından çıkarılıyor. Her yer yemyeşil, tertemiz ve uzaklarda çok az insan var. Ne tarafa gideceğimi bilemez etrafıma bakarken, tavlasından çıkan bir at beni görünce duraksıyor. Ona bakıyorum; bakışları puslu, bakışlarında kelimeler dolaşıyor. Bana anlatmak istediği bir şeyler var, hissediyorum. Başını çıktığı tavlaya çeviriyor, bana bir şey göstermek istiyor... Bacaklarım doğrudan o ata doğru yürüyor. İyice yaklaşıyorum ama at koşarak tavlasından uzaklaşıyor.

Geriye o ağlama sesini bırakıyor. Çok yakında, yanıbaşımda!

Koşarak tavlaya giriyorum. Gülnur, benim küçük kardeşim, orada, tavlanın bir köşesinde, samanların arasında, başını dizlerine yaslamış ağlıyor.

"Gülnur!" diyorum, bu kez sevinçle. Beni duymuyor. Bunu bilmeme rağmen içim parçalanıyor. Başını kaldırınca benimle kavuşamayacağını bilmek içinde bulunduğum an da kıyamet gibi üzerime çöküyor. "Sana sarılacağım." diye mırıldanıyorum.

Yaklaşıyorum. Çok yaklaşıyorum. Gülnur, küçüğüm, tıpkı küpesi gibi gözümün önünden buharlaşarak uçup gidiyor...

Avucumdaki zonklamayla gözümü açtım. Kalp çarpıntısıyla doğruldum. Yumruğumdan kan süzülüyordu. Zihnim bulanıktı. Rüyanın bir köşesinde mi yoksa gerçeklikte miydim? Odamın kapısı hızla açıldı. Göğsü panikle inip kalkan Biran karşımdaydı. Bana baktı. Avucumdan süzülen kanı gördüğünde kaşları gördüğüm en çatık halini aldı. İki koca adımla yanıma gelip önümde diz çöktüğünde, peşinden gelen diğerleri odamın kapısından belirdi. Biran yumruğumu nazikçe avucuna aldı. Parmaklarımı yavaş yavaş açmaya başladığında, çektiğim acı boğazımda bir uğultuya sebep olmuştu.

"Tedavi kutusunu getirin." Parmaklarımın hepsini açtığında, o da ben de gördüğümüze inanamadık. Çakıl taşını öyle sıkmıştım ki, taş avucuma gömülerek kendi ebatında kanlı bir çukur oluşturmuştu.

Perla tedavi kutusunu ağabeyinin yanına bırakırken, avucumu görüp korku dolu bir ses çıkardı. Sonra elini ağzına kapatarak uzaklaştı. Biran kutudan cımcıza benzeyen uzun bir demir çıkardı. Ucunu steril ettikten sonra çakıl taşını dikkatle avucumdan aldı. Yaramı temizleyip sardı.

"Buna sebep olanlar hesabını verecek." Dudaklarını sargının üzerinden avucuma bastırdı. Sonra kırağının kapladığı bakışlarını bakışlarıma dikti. "Yemin ederim, verecekler."

"Biz de gelebilir miyiz?" diye sordu Mirel. Cevabı beklemeden o ve Perka yatakta her iki yanıma oturdu. Efraim ve Mestan da Biran'ın yanında diz çöktü. Perla önce omzumdan öptü, ardından başını omzuma yasladı.

"Yanındayız." dedi Mestan.

"Kardeşini bulmak için her şeyi yapacağız." dedi Efraim.

"Çünkü o hepimizin kardeşi." dedi Mirel.

Gözümden birkaç damla yaş düşerken, "Teşekkür ederim." diyebildim. "Galiba ben onun nerede olduğunu gördüm."

Biran ayağa kalktı. Ağzımdan çıkacak tek kelimeyi beklerken, ben de yerimden kalktım. "Lavangos Eyaleti'nde. Onu bir tavlanın içinde saklıyorlar."

Saniyeler içinde evden ayrıldık. Dakikalar içinde Lovangos'un dört bir yanına dağılmış, tüm tavlaları kontrol ediyorduk. Saatler geçti, kardeşimi bulamadık.

"Bakmadığımız son dört tavla kaldı." Son olarak Efraim ve Perla da eli boş dönmüştü. Her biri yorgun ancak umutlu görünüyordu. En az benim kadar...

"Gördüğün yerin Lovangos olduğuna emin misin?"

Soruyu soran Mirel'e doğru başımı salladım. "Burada. Bundan eminim."

"Eğer kardeşin buradaysa, onu kesinlikle Steven kaçırmış olmalı."

Biran, "Bunu sonra konuşacağız." dedi. "Gülnur'u bulduktan sonra... Şimdi kalan tavlalara bakalım."

Hep birlikte eyaletin doğusuna doğru yol aldık. Burası daha çok bir köye benziyordu: daha yeşil ve daha az insan barındırıyordu. Tıpkı rüyamda gördüğüm gibi...

Belli aralıklarla dizilen dört tavlayı gördüğüm an koşmaya başladım. Eş zamanlı olarak kontrol etmek için diğerleri de diğer tavlalara doğru yol aldılar. Biran benimleydi. Ayaklarım bizi en solda bulunan tavlaya götürdü. O saniyeden itibaren ruhum gördüğüm rüyanın surlarına ulaştı ve o an ne hissediyorsam aynısını hissetmemi sağladı.

"Gülnur!" Tavlanın eski, ahşap kapısına yapıştım. Kapıyı açtığım an karşımdaki gözler, rüyamda gördüğüm atın gözleriydi. Bana aynı hüzünle baktı. O hüznü alıp, tavladaki kardeşimin yokluğuyla harmanlayarak içimin baş köşesine koydum ve içeri doğru yürüdüm.

"Sen de beni gördün mü?" Atın başını sıvazlarken, gözlerime bakmaya devam ediyordu. "Neden rüyamdaki gibi bana kardeşimi vermedin?" Islanan yanağımı yanağına yasladım. Gözlerimi kapatmak üzereyken, samanların arasındaki atkı gözüme ilişti.

"Gülnur."

Koşarken, "Rozelin." dedi Biran. "Bekçinin atkısı olabilir."

Olabilirdi. Bir kız çocuğunun takabileceği türden değildi. Siyah ve oldukça eskiydi ama tutunabileceğim bir şeye ihtiyacım vardı. Samana bulanmış atkıyı aldım. Burnuma götütürken, gözlerimi kapattım.

Beklediğim umut şimdi bir kokuydu. Atkıda küçüğümün bebek kokusu vardı!

"Biran!" Heyecanla ona döndüm. "Buradaymış! Gülnur buradaymış!"

*

Atkısı boynumdaydı.

Kokusu burnumdaydı.

Kendisi yoktu.

"Belki birkaç saat önce oradaydı." İçimi çektim. Gözyaşlarım bir süre önce iç çekişlere dönmüştü. "Belki birkaç dakika önce... Geç kaldım."

Onun yatağında, onun göğsündeydim. "Geç kalmadın." dedi burnunu şakağımda dolaştırırken. "Yaklaştın, yaklaştık."

"Annem ve babam perişan olmuştur." Bunu düşünmek beni apayrı bir yerde üzüyordu. "Önce ben şimdi de..."

"İkinize de kavuşacaklar." Çenemi tutup başımı kendisine doğru kaldırdı. "Kendine gel Rozelin Nuh, oturup hayıflanan bu kadın sen değilsin."

"Çok zor. Sürekli korku içinde yaşıyorum. Sürekli sevdiklerimle sınanıyorum. Sanırım gücümü tüketen bu..."

"Yorulduğun yerde bana yaslan." Kaşları çatıktı ama gülümsemekten geri durmadı. "Daima yaslan. Benim omzum senin başını kucaklamak için yaratıldı."

Aynı gülümseme şimdi benim ıslak dudaklarımdaydı. "İyi ki varsın ve iyi ki..."

Aynını alnıma yasladı. "... ve iyi ki?"

Gözlerimi kapatırken, "İyi ki benim kocamsın." diye fısıldadım. Bunu tüm kalbimle söylemiştim.

"Üzgünüm kraliçe, bunu senden önce söyledim." Dudakları burnuma dokundu, ruhu ruhuma. "Her gün söyledim. Şimdi sen de duyacasın." Alnıma uzun bir öpücük bıraktı. "İyi ki karımsın."

"Teşekkür ederim."

Mavileri dudaklarıma düştü. "Sözsüz bir teşekkürü tercih ederim."

Bana iyi geleceğini biliyordum. Bu yüzden onu öpmeye yeltenirken tereddüt etmedim. Ancak kapının tıklatılmasıyla dudaklarım dudaklarına değemeden uzaklaştı. Gelen Efraim'di ve oldukça sebebini hemen öğrenmek isteyeceğim kadar görünüyordu.

Biran'a baktı. "Lider!" Bana baktı. "Roz!" Göğsünü derin bir nefesle şişirdikten sonra "Fanus!" dedi.

İkimiz de ayağa fırladık.

"Fanus çatlamaya başlamış. Bebeğinize kavuşmanızın zamanı geldi."

Yol boyunca ağladım. Gülnur'un acısı içimde bir yerde dururken, gözyaşlarımın sebebi sevinçti. Zamanı geliyordu. Aylarca bedenimde taşıdığım oğlumu nihayet kollarıma alabilecektim!

Biran'ın ilk kez araba kullanırken şaşırdığına şahit olmuştum. Elini ayağını nereye koyacağını, hangi yola sapacağını bilemiyordu. Hızını bir türlü ayarlayamamıştı. Şatonun dik yokuşunu çıkarken, arabayı iki kez istop ettirdi. Sonunda şatoya ulaştığımızda ise ben köprüye doğru koşar adım ilerlerken, peşimden gelmediğini fark ettim.

"Ne oldu?" Köprüye attığım ilk adımı isteksizce geri alıp arabanın başında duran Biran'a baktım. "Neden gelmiyorsun?"

Elini ensesine götürdü. Ovaladı. Ne diyeceğini bilemedi.

"Biran, ne oldu?"

Konuşacakmış gibi yapıp başını salladı ama yine bir şey söylemedi. Şatoya koşup merdivenleri üçer beşer çıkmamak için kendimi zor tutuyordum.

"Sen git." diyebildi sonunda. "Geleceğim."

"Neden şimdi değil?"

Bir şatoya bir de bana baktı. "Git, geleceğim."

Kalıp sorgulamak istemedim. Bir bildiği olduğunu düşündüm. Peşimden geleceğinden emindim. Önce hızlı yürüdüm, yetmedi. Koşar adımlarla yürüdüm, bu da yetmedi. Koştum. Peşimde biri varmış gibi nefes nefese koşup merdivenleri saniyeler içinde tırmandım.

Kapı açıktı. Fanusun önünde üç büyükler ve ellerinde büyük kitaplar tutan iki şifacı vardı. Şifacılar beni selamladıklarında, ancak üç büyükleri selamlamayı akıl edebildim.

"Hoşgeldin, kraliçe." dedi bir üç büyük. "Yaklaş, bebeğin uyanıyor."

Hızlanan kalp atışlarımla birlikte adımlarımı onlara doğru yaklaştırdım. Hem bir an önce bebeğime kavuşmak istiyordum hem de ne yapacağımı bilemeyecek kadar heyecanlıydım.

Sanırım Biran'ı şimdi anlıyordum.

Sakin ol." dedi, bir diğeri. "Seni hissettiğinde, oradan çıkması daha kolay olacak."

Üç büyükler ve şifacılar fanusun önünden çekildi. Fanus derin çatlaklar içindeydi. Çatlaklardan az da olsa çıplak bedenini görebiliyordum.

Esmerdi.

Tıpkı babası gibi...

Bu detay kalp atışlarımı daha da hızlandırdı.

"Ben..." Orada yalnızca ikimizin olduğunu düşündüm. Sonra öyle hissettim. "Ben geldim." Dudaklarımı çatlaklardan birine yaklaştırdım. "Sen de gelir misin bebeğim?"

Fanus titredi. Bir parça kırılıp yere düştü.

O minik ayağını gördüm; zar gibi tırnaklarını ve pembe topuklarını...

Fanus titredi. Bir parça daha düştü.

Şişkin göbeği, bilinçsizce hareket ettirdiği elleri ve karnına çektiği bacakları gözlerimin önüne serildi.

Fanus titredi. Bu kez büyük bir parça düştü.

Bebeğim ağlamaya başladı; kıpkırmızı dudaklarını açtı, esmer teninde hayretle karşılanacak pembe yanaklarını bana çevirdi. Daha şimdiden kıvırcık olacağı belli olan siyah saçları ıslak gibiydi.

Kalbim, hiçbir acıya yer vermeyecek kadar aydınlandı.

Ağlarken gülümsemeye başladım.

Bebeğim her şeyiyle babasına benziyordu.

Babasınının gözlerini üzerimde hissediyordum.

"Çok, çok güzelsin."

Şifacılardan biri kollarıma beyaz bir örtü bıraktı, kadının yüzüne bakamadım ama ne dediğini duydum. "Kollarınıza gelmek için sabırsızlanıyor, kraliçem."

Küçücüktü ama yenidoğan sesi tüm şatoyu saracak kadar kuvvetliydi. Kollarımı ona uzattım ve bebeğimi dikkatle beyaz örtünün içine alıp üşümemesi için sardım. Onu göğsüme yaklaştırdığımda, ağlaması azalarak dindi. İlk kez gözlerini açtı ve simsiyah gözlerini benimkilerle buluşturdu.

"Teşekkür ederim." dedim, gözyaşlarım beyaz örtüsüne damlarken. "Beni bırakmadığın için, dayandığın için, şu an kollarımda olduğun için çok teşekkür ederim."

Arkamdan yaklaşan adımlar, üç büyükler ve şifacıları bizden uzaklaştırdı. Geriye kollarımdaki bebeğim ve belimi saran güçlü kollar kaldı. Biran, başını omzumdan uzattığında, gördüğüm ilk şey bebeğimizle buluşan puslu gözleriydi.

"Nihayet tanışabildik," dedi, çatlak bir sesle. "Baştan anlaşalım, sarışın benim."

Gözünden bir damla yaş süzülürken, elini uzatıp oğlumuzun siyah saçlarına dokundu. "Hoşgeldin oğlum." Dudaklarını şakağıma yasladı ve bana minnet dolu bir buse verdi. "Hoşgeldin, Alaz."

🖤

Detaylar ve kesitler için beni Instagram'da takip edebilirsiniz. Duruumavii

Sizden ricam oylamadığınız önceki bölümleri oylamanız. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere ...

Continue Reading

You'll Also Like

13.1K 2.8K 29
23 Mayıs 2000. Doğumum benim kıyametimdi. Çok sevdiğim o doğum günlerim, şimdi bana cehennemdi. Kendimin en büyük düşmanı yine bendim. Ben, kendimi b...
ELIYS (+18) By Duru

Mystery / Thriller

167K 10.1K 55
Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye nefret ettiği, öte yandan da, yüzyıllarca...
13.9K 1.6K 90
Hayallerinize sınır koymayın ! Kendini yazarak anlatan, hayallerini artık zihnine sığdıramayarak satırlara döken yazarlarım için elimden geldiğince h...
1.1M 69.4K 85
Hiç bilmediğiniz bir yerde, tanımadığınız varlıkların arasında bir şeytana bağlı olduğunuzu öğrenseniz, ne yapardınız? Üstelik tüm varlıkların soyu s...