Zemheri | Tamamlandı

Od yericeryazar

3.9M 232K 74.2K

Yaşadığı travmalar yüzünden ailesi tarafından şımartılarak büyütülen Ahsen'in, yolu diktatör bir yüzbaşı ile... Viac

Giriş.
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm
45.Bölüm
46.Bölüm
47.Bölüm
48.Bölüm
49.Bölüm
50.Bölüm
51.Bölüm
52.Bölüm
53.Bölüm
54.Bölüm
55.Bölüm
56.Bölüm
57.Bölüm
58.Bölüm
59.Bölüm
60.Bölüm
61.Bölüm
62.Bölüm
63.Bölüm
64.Bölüm
65.Bölüm | FİNAL
Yeni Hikaye.

36.Bölüm

58.3K 3.5K 662
Od yericeryazar

Gece Tülin'den, Cahit ile birlikte kalmıştık. Cahit bana gelmeyi ya da benim ona gitme teklif etmişti ama yorgun olduğu her halinden belliydi. O yüzden ikimizinde eve gitmesini söylemiştim.

Sabah sanki yorgun olan benmişim gibi çok uyuyup, geç kalmıştım.

Lokanta uzun bir zaman sonra bu kadar yoğundu. Sanki herkes bu gün buraya gelip yemek yemeğe yemin etmiş gibiydi. Bir masa boşalmadan, başka bir müşteri gelip oturmuştu. Ve gün boyu böyle devam etmişti.

"Şimdi bayılacağım." Diye söylendi Sibel.

Elimde ki paspası yerine bıraktıktan sonra zar zor masaya geri dönüp oturdum. Burası günün kritiği yapılan masaydı. İşimiz geçte bitse, erkende bitse illa ki oturup bu masada çay içiyorduk. Ama genel de çok yorulduğumuz günlerde daha çok oturuyorduk. Çünkü kimsenin kalkıp gitmeye hali kalmıyordu.

"Hadi bir çay içelim." Dedi Huriye abla. Herkes masada oturuyordu ve birbirine bakmaya başladı.

Derin bir nefes alıp ayağa kalktım.

"Ben koyarım."

Mutfağa gidip hepimize çay koyduktan sonra masaya geri döndüm.

"Ne gündü." Diyerek oturdum yerime.

"Evet baya yorucu bir gündü." Dedi Davut'da.

Çayımdan bir yudum alıp bardağı masaya bıraktıktan sonra cebimden telefonumu çıkarıp Cahit'e mesaj attım.

Siz : Hayatım. (23:21)
Siz : Ne yapıyorsun? (23:21)

Bu gün sadece bir kere konuşabilmiştik. O da sabahtı. Lokantaya gelince haber vermek için aramıştım. Evden hızla çıkınca uğrayamadığım için.

Ama zaten uğrasamda bulamazmışım. Cahit benden önce evden çıkmış.

Diktatör Yüzbaşı : Şimdi karakola geldik güzelim. (23:23)
Diktatör Yüzbaşı : Sana haber verecektim bende. Eve geçtin mi? (23:23)

Siz : Yok daha lokantadayım. (23:23)

Diktatör Yüzbaşı : Bu saatte çıkmış oluyordun. (23:24)

Siz : Daha yeni bitti işimiz. Birazdan çıkarım, çay içiyoruz. (23:24)

Diktatör Yüzbaşı : Tamam ben alırım seni. (23:24)

Siz : Sen ne zaman çıkacksın? (23:25)

Diktatör Yüzbaşı : Şimdi çıkıyorum ama hastaneye uğrayacağım. (23:26)

Kalp atışlarım bir anda hızlandı. Heyecandan değil korkudan. Sanırım bu alışmam gereken bir korkuydu.

Derin bir nefes aldım ve hemen cevap yazdım.

Siz : Ne hastanesi? (23:24)
Siz : Bir şey mi oldu? (23:24)
S

iz : Cahit yaralandın mı? (23:24)


Rehbere girip Cahit'i arayacakken mesaj geldi.

Diktatör Yüzbaşı : İyiyim ben merak etme.(23:24)

Mesajı okuduktan sonra tekrardan rehbere girip Cahit'i aradım. Meşgule attı. Ardından hemen mesaj geldi.

Diktatör Yüzbaşı : Açamıyorum şimdi. (23:25)
Diktatör Yüzbaşı : Ben iyiyim. (23:25)
Diktatör Yüzbaşı : Fuat yaralandı. (23:25)

Siz : Ne oldu? Ciddi bir şey var mı? (23:25)

Diktatör Yüzbaşı : Ciddi bir şey değil. Yanımda zaten, önce onu hastaneye bırakacağım sonra sana gelirim. (23:25)

Seni almaya gelirim yerine sana gelirim yazması içimi bir hoş etmişti. Zaten Cahit'in bir bakışı bile içimin hoş olmasına yetiyordu.

Siz : Tamam o zaman. (23:25)
Siz : Dikkat et kendine. (23:26)

Diktatör Yüzbaşı : Sende yavrum. (23:26)

Telefona bakarak gülümserken lokantanın kapısının açıldığını düşündüm. Çok kısa bir an Cahit bu kadar kısa sürede gelmiş olamaz diye düşünmüştüm ki lokantanın içinde Tuğçe'nin sesi yankılandı.

"Selam!"

Başımı kaldırıp kapıya baktım. Tülin ve Tuğçe gelmişti. Sadece Tülin gelmiş olsa sevinirdim. Fakat Tuğçe'nin de gelmesi olmayan enerjimi, imkânı varmış gibi daha da düşürmüştü.

"Selam." Dedi Sibel. Sanırım Sibel, Tuğçe konusunda Hande gibi düşünmüyordu. Zaten Hande sadece kendisinin böyle dediğini de söylemişti. Bir konu da Hande'ye sonuna kadar katılıyor olmak çok tuhaf hissettiriyordu. Ama bu konu da Hande'ye sonuna kadar katılıyordum.

Tuğçe'nin göründüğü gibi saf, masum biri olduğunu düşünmüyordum. Masumum ayağına yatıyordu ama gözlerinden belliydi sinsi bir olduğu. Ayrıca dün gece de duyduğum telefon konuşması, bu düşüncelerimi adeta onaylamıştı. O telefon konuşmasının sıradan bir şey olduğunu düşünmüyordum. Bir şey çıkacaktı altından. Buna adım kadar emindim. Hissediyordum.

"Hoşgeldiniz." Dedi Huriye abla.

"Hoşbulduk." Dedi Tülin. "Biraz hava alalım diye dışarıya çıkmıştıkta, yanınıza uğrayalım dedik."

"İyi yapmışsınız." Dedi Huriye abla. "Biz de çay içiyorduk, hadi oturun."

Tülin ve Tuğçe yanımıza gelip masaya oturduktan sonra Sibel onlarda çay getirdi.

"Ee Tuğçe, sen uzun süre burada mısın?" Diye sordu Huriye abla.

Teşekkürler Huriye abla, sen sormasan ben soracaktım. Ve almak istediğim cevap tabii ki de belliydi.

"Bilmiyorum ki." Dedi Tuğçe. "Ne zaman döneceğim belli değil ama buralardayım."

"Burada burada." Diye onayladı Tülin kardeşini. "Zaten gelemiyor her istediğinde. Ee bende gidemiyorum. Gelmişken kalsın."

"Aynen." Dedi Tuğçe.

Bu kızın ağzı başka söylüyordu, bakışları başka söylüyordu. Abartılı abartılı şeyler söylüyordu, sonra yüzüne bakınca söylediğinin tam aksini düşünür gibi bir hali oluyordu.

Şimdi de öyleydi. Ablasıyla kalmak istediğini söylüyordu ama bakışları ablasına bir dakika bile tahammül edemiyor gibiydi.

Belki de sürekli göz devirdiği için bana öyle geliyordu bilmiyorum. Ama eğer öyleyse de saçmaydı. Niye sürekli göz devirip duruyordu?

Burada zorla tutulmuyordu sonuçta. Kendi isteği ile gelmişti. Kendi isteği ile gidebilirdi. Hatta bunu şuan en çok ben istiyordum.

Böyle düşününce bakışlarım Hande'ye kaydı.

Sanırım bir de Hande bunu çok istiyordu.

Masada oldukça sıkıcı bir muhabbet dönerken aklımdan geçen tek şey Cahit'in ne zaman gelecek olmasıydı.

Tuğçe'nin çalan telefonu, muhabbeti kısa bir an böldü. Masada duran telefonunu alıp mutfağa doğru gitti Tuğçe.

Tuğçe'den bir kaç saniye sonra da Hande de kalktı.

Telefonumu alıp saate baktım. Cahit ile konuşalı yarım saat olmuştu. Her an gelebilirdi. Çok yorulmuştum bu gün. Ve sevgilimi çok özlemiştim.

Cahit'i görünce, ona sarılınca bütün yorgunluğumun geçeceğini biliyordum.

Lokantanın kapısı açılınca içeriye Cahit girdi.

Sarılmaya bile gerek kalmamıştı. Göz göze geldiğimiz an bütün yorgunluğum uçup gitmişti.

"Selamın aleyküm." Diyerek kapıyı kapattı Cahit ve bize doğru gelmeye başladı.

"Aleyküm selam oğlum. Hoşgeldin."

"Hoşbulduk Huriye abla." Dedi Cahit. "Tülin, sizde mi buradaydınız?"

"Evet. Öyle dolaşıyorduk, buraya uğradık."

"Hayırdır, sen neden geldin?" Diye sordu Huriye abla gülerek.

"Ben sevgilimi almaya geldim." Dedi Cahit ve bana doğru eğilip yanağıma bir öpücük bıraktı. Bu aslında beni bu kadar çok heyecanlandıracak bir öpücük değildi. Ama Cahit hiç duraksamadan, sevgilim deyince, öpünce ve herkesin bakışları bizi bulunca kalp atışlarım bir anda hızlandı.

"Sevgilin mi?" Dedi Huriye abla hızla.

"Evet." Dedi Cahit. Yanıma sandalye çekip oturdu.

"Senin haberin yok muydu abla?" Diyerek araya girdi Tülin.

"Yoktu."

"Ben Sibel ve Davut'a söyledim ama." Dedim çekinerek. "Huriye ablaya söylememiştim henüz."

"Ayıp kız insan ilk bana söyler."

"Biz aslında başlarda kimseye söylemeyecektik ama." Dedim gülerek.

"Burada işler böyle Ahsen'ciğim." Dedi Davut. "Herkesin, her şeyden haberi var."

"Biraz öyle gerçekten."

"Benim yokmuş işte."

"Kusura bakma abla ya." Dedim. "Ben söyleyecektim sana gerçekten."

"İyi hadi bu seferlik affedeyim." Dedi Huriye abla gülümseyerek. "Hayrlı olsun, çok sevindim sizin adınıza."

"Teşekkür ederiz." Dedikten sonra Cahit'e döndüm. "Çay içer misin?"

"Olur."

Cahit'e çay koymak için masadan kalkıp mutfağa girdim.

"Kiminle konuşuyordun sen?" Diye sordu Hande.

"Sanane?" Dedi Tuğçe hızla.

Benim geldiğimi fark etmemişlerdi.

Hande, Tuğçe'ye doğru bir adım attı.

"Söyle Tuğçe." Dedi sinirle. "Kimdi o? Duydum konuştuklarınızı."

"Ne konuşmuşuz?"

"Yerini söyleyeceğim dedin. Kimin yerini kime söylüyorsun?"

Hande oldukça sinirliydi.

"Sanane diyorum ya sanane?" Dedi Tuğçe.

"Ne oluyor?" Diye sorarak varlığımı belli ettim. "Ne konuşması Tuğçe?"

"Hah!" Dei Tuğçe sinirle. "Birdiler, iki oldular."

"Anlamadım?"

"Bir şey yok Ahsen." Dedi Tuğçe. Daha sonra Hande'ye döndü. "Bir şey yok!"

Hande'nin yanından geçip gidecekken, Hande sertçe kolunu tuttu.

"Sana bir soru sordum."

Tuğçe kolunu çekip konuştu. "Cevap vermiyorum!"

"Vereceksin ama."

"Sanane kızım sanane?" Diye bağırdı Tuğçe. "Kimsin de ben sana hesap vereceğim?"

"Sen bu seferde bir tatsızlık çıkar bak o zaman göreceksin sen benim kim olduğumu." Dedi Hande sert bir şekilde.

Tuğçe bir şey söylemeden yanımızdan geçip mutfaktan çıktı.

"Ne oluyor Hande?" Diye sordum merakla.

"Bir şey yok."

"Hande." Dedim hızla.

"Telefonda konuşurken duydum. Ben sana yerini söyleyeceğim falan dedi. Beni görünce de panik oldu, bir şey saklıyor belli. Yine bir bela getirecek başımıza."

"Daha önce de mi getirdi?"

"Sence Ahsen?" Dedi göz devirerek. "Ama her seferinde işin içinden sıyrılıyor. Kimse farkında değil, bu kız sağlam pabuç değil!"

"Ben farkındayım." Dedim.

"Ne fark eder?" Dedi ve yanımdan geçip mutfaktan çıktı.

Derin bir nefes alıp çay koydum ve masaya geri döndüm.

Cahit çayını içtikten sonra bana döndü. "Kalkalım mı artık?"

"Olur."

Cahit ayağa kalktıktan sonra bende ayağa kalktım. "Eşyalarımı alayım."

Çantamı ve ceketimi almak için arka tarafa giderken, Cahit'de Tülin ve Tuğçe ile konuşuyordu.

Yanlarına geri dönünce onlarında bizimle geldiğini anladım. Neyse ki mesafe kısaydı da Tuğçe'ye daha fazla katlanmak zorunda değildim.

Sibeller ile vedalaştıktan sonra lokantadan çıktık.

Arabanın ön koltuğuna yöneldiğim sırada, Tuğçe benim önüme geçip kapıyı açtı ve ön koltuğa yerleşti.

Diğer tarafta kapıyı açan Cahit ile kısa bir an göz göze geldik. Derin bir nefes aldım ve arka kapıyı açıp arabaya bindim.

Sakin ol Ahsen. Sakin ol.

Hareketlerinden de anlaşılacağı üzere, daha çocuk o.  Büyük insan sayıp boşuna sinirlenme. Sakin ol.

"Sende arabayı hala değiştirmemişsin Cahit abi." Dedi Tuğçe, Cahit arabayı çalıştırırken.

"Öyle bir düşüncem yoktu zaten." Dedi Cahit.

"Abi olsun bence." Dedi Tuğçe. Sanki bu konuda karar vermek ona kalmış gibi konuşmaya devam etti. "Arabanın kapısını tutsan elinde kalır."

"Yo." Diyerek araya girdim. "Ben çok beğeniyorum Cahit'in arabasını."

Tuğçe arkaya dönüp bana baktı.

"Abim arabayı değiştirmeden önce sana mı soracak?" Deyince alayla güldüm. "Sana mı soracaktı?"

Tuğçe bir şey söylemeden, göz devirerek önüne döndü.

Daha sonrasında sessiz olan araba yolcuğumuz bitti ve apartmanın önünde durduk.

Kapıyı açıp arabadan indim hemen. Hep birlikte apartmana girdikten sonra Tülin'e bakarak "İyi geceler." Dedim.

"İyi geceler."

Onlar merdivenlere yönelince Cahit'e döndüm. "Gelsene bana."

"Geleyim." Dedi ve bana doğru bir adım attı. "Ne ikram edeceksin bana?"

"İkram?"

"Ee misafir çağırıyorsun, bir şeyler ikram etmen gerek."

Gülümsedim.

"Yanlız burada misafir olan sen değilsin benim." Dedim.

Kaşlarını çattı. "O ne demek?"

"Ee ev sahibi sensin." Dedim. "Apartmanın sahibi de sensin."

Aramızda ki mesafeyi kapatıp elimi tuttu.

"Benim yüreğimin sahibi de sensin."

Yüzümde ki gülümseme iyice büyüdü.

"Yani bu saydıkların, aynı zamanda senin de oluyor."

"Kiracın değilim yani artık?" Diye sordum gülerek.

"Değilsin." Dedikten sonra kendi evinin kapsını gösterdi. "Hatta hemen karşı daireye taşınabilirsin."

Dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Teklifiniz için teşekkür ederim ama ben şimdilik almayayım."

"Neden? Bence gayet güzel bir teklifti."

Gözlerimi kısarak yüzüne baktım. "Bir şey söyleyeyim mi? Sen çok fırsatçı olmuşsun."

"Bulduğum her fırsatı değerlendirmem gerek." Deyince küçük bir kahkaha attım.

"Ciddi misin sen?"

"Evet." Dedi gayet ciddi bir şekilde.

"Sana taşınmamı istiyorsun?"

"Böyle bir şeyi istememem mümkün mü sence?" Diye sordu. Ben cevap vermeden kendisi devam etti. "Ama merak etme biliyorum. Daha erken. Her şey zamanla."

"Her şey zamanla." Diyerek onu onayladıktan sonra ondan uzaklaşıp kapıyı açtım.

Birlikte içeriye girdikten sonra Cahit koltuğa oturdu.

"Ne içersin?" Diye sordum ceketimi üzerimden çıkarırken.

"İstemiyorum bir şey, zahmet etme."

"Sevgilim niye zahmet olsun?"

"Yeterince yorgunsun zaten, uğraşma gel."

Eşyalarımı dolaba bıraktıktan sonra yanına geldim.

"Güzel yapamayacağım için mi böyle diyorsun?"

"Hayır." Dedi başını sağa sola sallayarak. "Seninle olan her saniyemi, yanyana geçirmek istediğim için böyle diyorum."

Cahit trip atmama bile izin vermiyordu. Tabii ki bu konu trip atılacak bir konu değildi. Ama izin vermiyordu işte.

"Tamam o zaman." Diyerek yanına oturdum. "Ne yapalım?"

"Bilmem. Hiç bir şey yapmadan öylece dursak bile benim için yeterli."

"O zaman ben sevgilime kocaman sarılayım." Diyerek ona doğru yaklaştım ve kollarımı sırtına sarıp başımı göğsüne yasladım. "Hem belki bu yorgunluğunun geçmesine sebep olur."

Bir elini belime sararken, diğer eli saçlarımın arasına gitti.

"Çok uzun zamandır." Dedim uzun bir sessizlikten sonra. "Bu kadar huzurlu hissetmiyorum."

"Bende." Dedi Cahit ve saçlarıma bir öpücük bıraktı.

"Böyle devam eder mi?" Diye sordum. Çünkü bu soru kafamın içinde dönüp duruyordu.

"Nasıl?"

"Böyle işte." Dedim. "Böyle huzurlu, mutlu, güzel devam eder mi?"

"Edecek."

Kollarımı çekerek ondan uzaklaştım ve doğrulup yüzüne baktım.

"Ya etmezse?" Dedim gözlerinin içine bakarak.

"Ahsen." Diyerek ellerime uzandı ve ellerimi tuttu. "Ben bir kere tuttuğum eli bırakacak adam değilim."

"Biliyorum. Ama bahsettiğim şey o değil."

"Ne bahsettiğin şey?"

"Ya hayat bizi ayırırsa? Biz hiç istemeden ayrılmak zorunda kalırsak?"

"İstemezsek ayrılmayız." Dedi kesin bir şekilde. "Eğer ayrılırsak, ikimizden biri bunu istemiştir."

"Ya ayrılmadan ayrılırsak. Yani uzaklaşırsak, sen gidersen ya da ben gidersem. Zorunda kalırsak yani?"

"O ayrılık sayılmaz." Dedi. Elini kaldırıp kalbinin üzerine koydu ve konuştu. "Sen tam buradasın. Ben nereye gidersem gideyim, benimlesin."

Tebessüm ettim.

"Sende öylesin."

"O zaman bende, sen nereye gidersen git seninleyim."

Ona doğru uzanıp dudağının kenarına bir öpücük bıraktım.

"Kızmıyorsun değil mi bana?"

"Neden kızayım sana?"

"Böyle şeyler soruyorum diye." Dedim.

Ben sadece aklımdakileri söylemek, bir türlü halledemediğim şeyleri beraber halletmek için ona söylüyordum.

Çünkü benim bin cümlem ile dağılmayan kötü düşünceler, Cahit'in tek kelimesi ile uçup gidiyordu.

"Yavrum tabii ki kızmıyorum." Dedi hemen.

"Ben daha önce hiç böyle bir şey yaşamadım Cahit." Dedim. Bunu bir çok kez söylemiştim, söylemeye de devam edecektim. "Sana hissettiğim duyguları daha önce kimseye karşı hissetmedim. Böyle gerçek şeyleri daha önce hiç yaşamadım. O yüzden korkuyorum."

"Biliyorum." Dedi gözlerimin içine bakarak. "Anlıyorum seni. Ama ben yanındayken hiç bir şeyden korkma tamam mı?"

Gülümseyerek başımı salladım.

"Tamam."

"Ben her şeyden seni korurum."

"Her şeyden mi?"

"Her şeyden." Dedi. "Sen bana git demediğin sürece ben gitmeyeceğim Ahsen. Hayatına giren diğer insanlar gibi seni bırakmayacağım."

Bir anda gözlerim doldu.
Hayatıma giren herkes, bir noktada beni bıraktığı için Cahit'de bırakacak gibi geliyordu. Bu güzel şeyler son bulacak, ayrılacakmışız gibi geliyordu.

"Bırakma." Dedim. "Çünkü dayanamam."

Elini kaldırıp yanağıma yerleştirdi ve daha göz yaşlarım akmadan, göz yaşlarımı sildi.

"Ya sen beni bırakırsan?" Dedi usulca. "Ya sen gitmek istersen, bitirmek istersen?"

Başımı hayır anlamında sağa sola sallayarak "Bırakmam." Dedim. "Bana böyle güzel hissettiren, beni böyle güzel seven bir adamı bırakmak şu hayatta kendime yapacağım en büyük kötülük olur. Ve ben kendime böyle bir kötülük yapmam."

"Yapma." Dedi. "Çünkü buna bende dayanamam."

Tekrardan yaklaşıp, başımı göğsüne yerleştirdim.

Cahit kolunu omzuma atıp beni kendine doğru iyice çektikten sonra elimi tuttu.

"Sence izler geçer mi?" Diye sordum bileklerimde ki izlere bakarak.

"Duymak istediğini mi söyleyeyim yoksa gerçeği mi?"

"Gerçeği." Diye mırıldandım.

"Geçmez."

Hafifçe tebessüm ettim.

"Hep benimle kalacak yani?"

"İzler geçse gidecek mi?"

Başımı hayır anlamında salladım. İzler sadece daha sık hatırlamama sebep olacaktı. İzler olmasa da unutmayacaktım.

"Gitmeyecek." Dedim. "Ama olsun. Çok sevdiğim biri bana izlerin hatıra olduğunu, hatıralarında hayatın ta kendisi olduğunu söylemişti. Unutursak ölürmüşüz."

"Daha tanımadan sevdim o tanıdığını." Deyince güldüm.

"Artık bende çok seviyorum."

"Eminim o da seni seviyordur."

"Seviyor." Dedim gülümseyerek. "Gözlerine her baktığımda anlayabiliyorum bunu."

"Ne güzel." Dedi ve derin bir nefes aldı. "Bu devirde sadece gözlerine bakarak sevildiğini anlamak zor."

"Öyle ama ben çok şanslıyım."

"Bende çok şanslıyım."

"Öyle mi?" Diye sordum. "Sen neden çok şanslıymışsın?"

"Çünkü hayatıma bir kadın girdi. Siyah beyaz olan hayatıma, renkleriyle birlikte geldi."

Gülümsedim.

"Aynı senin dediğin gibi, sadece gözlerine bakarak sevildiğimi hissediyorum." Dedi. "Gözlerinde o sevgiyi görmesem de, gözlerinde ki ışık bile yetiyor mutlu olmama."

"O ne demek?" Diye sordum merakla. Tam olarak ne demek istediğini anlayamamıştım.

"Gözlerinde bana olan sevgiyi henüz göremiyorken de bir bakışı beni oldukça mutlu ediyordu demek."

Başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım.

"Öyle mi oluyordu?"

"Öyle oluyordu."

Başımı eğip tekrardan göğsüne yasladım.

"Benim de bazen olduğu oluyordu."

"Bazen?"

"Bazen." Dedim. "Arada sırada."

Yüzünü görmüyordum ama güldüğünü hissettim.

Başımı göğsüne iyice yerleştirip, yerime de iyice yerleştim. Şuan hem çok rahat hem de çok huzurluydum.

Bu da doğal olarak uykumun gelmesine sebep olmuştu.

Gözlerim yavaşça kapanırken duyduğum son şey Cahit'in kulağıma doğru fısıldayarak "Seni seviyorum." Demesiydi.

Geceden böyle güzel uyuduğum için mi bilmiyorum ama sabah çok güzel uyanmıştım. Yani tam olarak uyandığım söylenemezdi. Henüz gözlerimi bile açamamıştım ama kendimi dinlenmiş hissediyordum.

Bir kaç dakika sonra gözlerimi aralayıp etrafıma bakındım. Oturma odasında ki L koltuğun uzun tarafında yatıyordum. Üzerimde de neredeyse boğazıma kadar çekilmiş battaniye vardı. Fakat yanımda Cahit yoktu.

Yavaşça doğrulup telefonumu ararken, orta sehpanın üzerinde duran not kağıdı gözüme çarptı.

Elime alıp üzerinde yazanı okudum.

"Erken çıkmam gerekiyordu, uyanmanı bekleyemedim. Uyandırmaya da kıyamadım. Uyanınca beni ara."

Kocaman gülümsedim.
Düşünceli sevgilim.

Ama sonuna beni ara yazmıştı. Düşünceli ama diktatör sevgilim...

Telefonumu alıp Cahit'i aradım. İki kere çaldıktan sonra açtı.

"Sevgilim." Dedim hemen.

"Yavrum, uyandın mı?"

"Uyandım canım." Dedim. "Neden uyandırmadın beni giderken?"

"Çok erken çıktım, boşu boşuna uyanma dedim."

"Boşu boşuna mı?" Diye sordum. "Ya seni görecektim."

"Erken çıkarım ben gün, alırım seni."

"Dünde alacaktın ama yine vakit geçiremedik."

"Onu da halletmeye çalışacağım."

"Tamam o zaman."

"Sen işe gittin mi?"

"Hayır." Dedim. "Uyanır uyanmaz seni aradım."

"O zaman hadi kalk çünkü geç kalacaksın."

Telefonu kulağımdan çekip saate baktım. "Tamam o zaman kapatıyorum."

"Görüşürüz güzelim."

"Görüşürüz sevgilim." Dedim ve telefonu kapattım.

Battaniyeyi kaldırdıktan sonra hızlıca üzerimi değiştirip hazırlandım ve evden çıktım.

Apartmandan çıkmış lokantaya doğru yürürken arkamdan biri bana seslendi.

"Ahsen."

Arkamı dönüp sesin sahibine baktım. Tuğçe bana doğru geliyordu.

"Tuğçe?"

"Günaydın." Dedi yanıma gelince. Nefes nefese kalmıştı.

"Günaydın." Dedim. "Bir şey mi oldu?"

"Yok ya, bende seninle geleceğim."

Kaşlarımı çattım. "Benimle mi geleceksin?"

"Evet."

"Neden?" Diye sordum. "Yani işin mi var?"

"Hayır. O yüzden geliyorum zaten." Dedi rahat bir şekilde. "Ablam amcamın yanında duruyor gündüzleri. Bende evde tek başıma sıkılıyorum diye yanınıza geleyim dedim."

Keşke bana da söyleseydin canım ya...

"Ne bakıyorsun öyle şaşkın şaşkın?"

Derin bir nefes aldım.
Tam Hande bitti derken Tuğçe başlamıştı. Hande'ye çok fazla dayanmıştım. Tuğçe'ye o kadar dayanabileceğimi hiç sanmıyordum.

"Keşke bana da haber verseydin." Dedim. "Sonuçta işe gidiyorum ya bende."

"Ya ona mı takıldın? Sibel ile konuştum ben, sorun yok." Dedi.

"İyi." Diyerek yürümeye devam ettim.

Zaten Tuğçe'nin bana bir şey sorduğu yoktu. Zahmet edip bilgi veriyordu sadece.

Lokantaya geldikten sonra Tuğçe boş bir masaya oturup akşama kadar yerinden hiç kalkmamıştı. Bende evde boş oturmak yerine seninle geleyim deyince, herhalde bir şeyler yapacak diye beklemiştim.

Neyse ki lokanta, dünün aksine oldukça sakindi. Normalden çok daha erken bir saatte işimiz bitmişti. Hava bile kararmıştı daha.

Yine dün ki gibi hepimiz bir masaya oturmuş, çay içiyorduk.

"Bu gün de, dün ki gibi olsaydı kaldıramazdım." Dedim. Gerçekten dün fazla yoğundu.

"Aynen bende." Diyerek bana katıldı Davut.

Sohbet ederken masada çalan telefon sohbeti yarıda kesti. Tuğçe masada duran telefonu alıp kalktı ve masadan uzaklaştı.

Bakışlarım ister istemez Tuğçe'ye doğru döndü. Hem yemekte olduğumuz gece hem de dün dikkat çeken telefon konuşmaları yüzünden şimdi de ister istemez dikkatimi çekiyordu.

Tekrardan masaya doğru çevirdim bakışlarımı. Anından Hande ile göz göze geldik.

İnanması zordu ama içimden bir ses, Hande ile aynı şeyleri düşündüğümüzü söylüyordu.

Tuğçe bir kaç dakika sonra masaya döndü ve yerine oturmadan konuştu. "Ben çıkayım artık."

"Nereye Tuğçe?" Diye sordum hemen. "Beraber gideriz."

"Yok ben eve gitmeyeceğim."

"Nereye gideceksin?"

Kısa bir an duraksadı.

"Bir arkadaşım varda burada, onunla görüşeceğim."

"Ablanın haberi var mı?" Diye sordum. "Sonuçta benimle çıktın evden."

"Çocuk muyum canım ben." Dedi hızla. "Ayrıca ablamın haberi var, tabii ki var."

"İyi tamam o zaman."

"Görüşürüz." Diyerek sandalyenin arkasında duran ceketini ve çantasını alıp kapıya yöneldi.

Başımı çevirince Hande ile göz göze geldik. Bir kapıya baktı, bir bana. Daha sonra gözleriyle kapıyı işaret etti. Kaşlarımı çattım. Tekrardan gözleriyle kapıyı işaret ettikten sonra ayağa kalktı.

"Benim de bir işim vardı. Çıkmam gerekiyor."

Montunu alırken tekrardan bana baktı. "Görüşürüz."

Hande lokantadan çıktıktan sonra kapıya baktım ve derin bir nefes aldım.

Bunu yaptığıma gerçekten inanamıyordum. Ama yapmasam içimde kalacaktı.

"Ben de gideyim." Diyerek ayağa kalktım.

"Sen nereye?"

"Benim de evde işlerim var. Zaten burada işimiz bitti. Görüşürüz."

"İyi görüşürüz."

Eşyalarımı alıp hızla lokantadan çıktım ve etrafıma bakındım.

"Ahsen!"

Sola döndüm. Hande bana bakıyordu. Hızlı adımlarla yanına gittim.

"Ne var? Ne oldu?" Diye sordum merakla.

"Bu taraftan gitti." Deyince kaşlarımı çattım.

"Ne?"

"Keyfimden mi çağırdım kızım seni?" Dedi hızla. "Tuğçe'nin peşinden gideceğiz."

"Peşinden gideceğiz?"

Derin bir nefes aldı.

"Gelmeyeceksen gelme. Ben sende benim gibi düşünüyorsun diye dedim. Yoksa meraklın değilim."

Göz devirdim.

"Tamam." Dedim. "Gelirim."

"Hadi o zaman." Dedi ve yürümeye başladı. Bende arkasından gittim.

"Yavaş ol yavaş." Dedim. "Önümüzde kız, görecek."

"Asıl sen hızlı yürü, izini kaybedeceğiz."

"Kabak gibi önümüzde, nasıl kaybedeceğiz?"

"Sen hiç kimseyi takip etmedin mi?" Diye sordum sitemle.

Kaşlarını çatarak bana baktı.

"Sen ettin mi?"

"Evet." Dedim gayet rahat bir şekilde. "Bir dakika."

Çantamı açıp içini hızlıca karıştırdım. Çıkardığım gözlüğü ona uzattım.

"Al."

Uzattığım güneş gözlüğünü aldı.

"Bu havada yanında güneş gözlüğü mü taşıyorsun? Hem de iki tane?"

"Of Hande, konumuz bu mu şuan? Yürü hadi."

Yarım saatlik bir yürüyüşün ardından Tuğçe bir çay bahçesine gelmişti.

"Şuraya girelim." Dedi Hande çay bahçesinin yanında ki boş arsayı göstererek. "Bak hem duvara yakın oturdu."

Boş arsaya girip, duvarın yanında ki ağacın dibine geldik.

"Ya Hande ya!" Dedim çamur olan ayakkabıma bakarak. Hande çoktan duvara yaklaşmış, üstünden çay bahçesine bakmaya çalışıyordu. "Ayakkabım çamur oldu!"

Omzunun üzerinden bana kısa bir bakış attı.

"Tüh ya! Buraya kadar geldik ama ayakkabın çamur olduysa geri dönelim."

"Biz buraya niye geldik ki?" Diye sordum. "Belki gerçekten arkadaşı ile buluşacak?"

"Orasını arkadaşı gelirse görürüz." Dedi çay bahçesine doğru bakarak.

"Gelmedi mi?"

"Şuan tek başına oturuyor."

"Bakayım."

Ellerimi duvarın üstüne yerleştirdim ve destek alarak kendimi yükselttim.

"Nerede?"

"Bak, ikinci masada."

"Ee tek başına oturuyor. Şu içeriye giren kız mı acaba?"

Dediğim kız, Tuğçe'nin masasının yanından geçip gitti.

"Değilmiş."

Aradan neredeyse 10 dakika geçti. Duvara tutunmaya çalışmaktan ellerim acımış, ağaca yaslanmıştım.

"Yok mu daha bir şey?"

"Yok."

"Of ben gidiyorum o zaman." Diyerek doğruldum.

Tam bir adım atacakken Hande sinirle "Vay orospu!" Dedi.

"Ne oldu?" Dedi hemen. Çantamı ağacın dibine atıp duvarın dibine geldim.

Tuğçe'nin karşısına bir adam oturmuştu.

"Kim o? Tanıyor musun?"

Hande şaşkınlıkla oraya bakıyordu.

"Hande." Dedim ve koluna vurdum. "Tanıyor musun?"

"Tülin'in eski kocası." Deyince gözlerim kocaman açıldı. "Ne?"

Hemen başımı çevirdim.

"Gerçekten orospu!" Dedim. "Ne diye oturuyor o adamla?"

"Ben dedim ama, bu kız belasız gelmez dedim."

Gerçekten demişti...
Ama yeni tanışmamıza rağmen bende anlamıştım bir şeyler olduğunu.

Zaten o bakışlarından, tavırlarından anlaşılıyordu bir şeyler olduğu.

"Ne konuşuyor ki?"

"Duyulmuyor."

"İçeriye mi girsek?"

"Görürler ki."

"Masayı basalım direkt."

"O zaman da kimseye ispat edemeyiz." Dedi.

"Doğru. Cahit'i arayayım?"

"Gelene kadar giderse yine bir işe yaramaz."

"O zaman fotoğraf." Dedim ve cebimden telefonumu çıkartıp kameraya girdim. Tam çekmek için tuşa basmıştım ki dengemi kaybettim ve telefonu yere düşürdüm.

"Ay Allah kahretmesin!" Dedim sitemle.

"Dur dikkat et." Dedi Hande ve kolumdan tutup son anda beni de düşmekten kurtardı.

Hava tamamen kararmıştı. Telefonumun nereye düştüğünü görmek için yere çöktüğüm sırada yüzüme birden bir ışık geldi.

"Ne oluyor orada?" Diye bağırdı bir adam.

Yüzüme fener tutmasa, yüzünü görebilirdim.

"Sizi hırsızlar!"

Gözlerimi kocaman açtım.

"Biz hırsız değiliz!" Dedim hemen.

"Bahçeme girmişler, hırsızlar." Diye söylenerek yanımıza doğru gelmeye başladı.

"Amca biz hırsız değiliz." Dedi Hande.

"Meyvelerimi çalacaktınız değil mi?"

Bir anda diğer elinde bir baston belirdi.

"Yok amca, biz senin meyvelerini falan çalmayacaktık." Diyerek kendi savundum.

Ama pek işe yaramışa benzemiyordu.

"Çalamazsınız zaten!" Dedi. "Polisi aradım, geliyor!"

"Ne polisi amca?"

"Sus bakayım! Amca falan deme bana."

"Para aldı!" Diye bağırdı Hande bir anda. Hemen ona döndüm. Tekrardan hangi ara duvara dönmüştü. "Ne parası?"

"Adamdan para aldı!"

Konuşacakken amca koluma bastonla vurdu.

"Amca dur iki dakika zaten ortalık karışık." Dedim. "Emin misin para aldığına?"

"Evet. Aldı çantasına koydu."

"Para falan istemem! Siz hırsızsınız, polise haber verdim ben."

"Amca hırsız falan değiliz. Bak duruyor meyvelerin yerinde."

"Duracak tabii ki yakaladım sizi."

"Kalktı. Gitmemiz lazım."

Yerden hemen telefonumu aldım.
Tam gidecekken yaşlı adam bastonunu önümüze koydu.

"Amca çekilir misin?" Dedi Hande. "Gitmemiz lazım."

"Yok öyle, sen hırsızlık yap sonra git."

"Anlamıyor musun be adam! Hırsız falan değiliz. Meyvelerin yerinde duruyor."

Hande kendini savunmaya çalışırken bir anda karanlık olan arsayı kırmızı mavi ışıklar aydınlattı.

"Burada! Burada hırsızlar!"

Yanımda duran Hande'ye döndüm. "Polis mi onlar?"

"Evet."

"Ne yapacağız?"

"Hiç bir fikrim yok."

Biz Hande ile yaşananların şokunu atlatmaya çalışırken yanımıza gelen polis arabaya binmemiz gerektiğini söyledi.

"Beyefendi." Diyerek ona döndüm. "Bakın biz hırsız falan değiliz!"

"Derdinizi karakolda anlatırsınız hanımefendi."

"Derdim yok!" Derken Hande lafa atladı. "Bu adamın derdi var. Biz bir şey yapmadık."

"Yapmadıysanız gelirsiniz karakola, orada anlatırsınız."

"Ya bir şey yapmadıysak durduk yere niye karakola gidelim?" Diye bağırdım hızla.

Adam diğer polislere döndü ve bizi işaret ederek "Alın hanımları." Dedi.

Kolumu tutmaya çalışan polisten hızla uzaklaştım. "Nereye alıyorsun? Bir şey yapmadık diyoruz!"

"Götüremezsiniz bizi!"

"Tak kelepçeyi, bindir arabaya."

"Adam mı öldürdük ne kelepçesi?" Diye bağırdım korkuyla. "Yapmış bile olsak iki elma armut için insan bu muameleyi gösterir mi ya? Sende bırak kolumu."

Ne kadar dirensem de resmen bileklerime kepelçeyi taktılar.

"Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?" Diye sorduktan sonra duraksadım.

Acaba Ahsen Kara olduğumu mu söylesem yoksa Yüzbaşı Cahit Balaban'ın sevgilisi olduğumu mu söylesem karar verememiştim.

Zaten kimse de benim karar vermemi beklememişti.

Hande'nin peşinden lokantadan çıkıp, Tuğçe'nin peşinden giderken başımıza bir şeyler geleceğini tahmin etmek zor değildi. Fakat bu kadarını bende tahmin etmemiştim...

Merhabalar💜

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yorumlara yazmayı ve vote vermeyi unutmayınnn❤️

Instagram / yericeryazar

Yeni bölümde görüşürüz💓

Pokračovať v čítaní

You'll Also Like

Ölçü | Texting Od m.

Tínedžerská beletria

1.3M 57.9K 44
Siz: 88-67-114 Siz: Buyur Sevgi teyze Siz: Öve öve bitiremediğin vücut ölçülerim. Siz: Umarım elbise cumartesi gününe kadar yetişir Yoksa yeni bir el...
25.2M 900K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
Ruhların Düğümü Od Bellatrix

Tínedžerská beletria

1M 60.1K 41
Ayağa kalkıp göz yaşlarımı sildim. Gözlerim son kez baktı ardından. Son kez seslendim adını. Bana öyle bir yara bırakmıştı ki, asla affetmeyecektim o...
Lilith'in Gözyaşları Od Anna 🕯

Tínedžerská beletria

952K 59.5K 39
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, cinsel istismar, psikolojik ve fizik...