Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf Dövme...

By Savaniris

103K 7.6K 3.2K

Karanlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyor... More

T a n ı t ı m
1|Dövmeci Dükkanı
2|Garip Şeyler Oluyor
3|Fabulasium
4|Yine ve Yeniden
5|Düşmanlarla Yemek
6|Kaçış
7|Son Partisi
8|Yeni Birileri
9|Sürpriz
10|Zorlu Bir Görev
11|Değişim
12|Topaz Köy
13|Beklenmedik
14|Kötü Bir Sürpriz
15|Parlak
16|Tehlike Çanları
17|Kayıp
18|Mesaj
19|Şüphe
20|Küçük Bir İttifak
21|Acı
22|Gerçek Aynaları
23|Sandık
24|Yeni Sırlar
25|Tuhaf Bir Karşılaşma
26|Sargas Yıldız Geçidi
27|Prensesin Uykusu
28|Not
29|Arena
30|Yüzleşme
31|Büyük Bir Hata
32|Günlüğün Sırları
33|Ejderhanın İzinde
34|Sör Bukalemun'un Laneti
35|Kaosa Beş Kala
36|Mektup
37|Zor Bir Gece
38|Tehdit
39|Karanlık Ruhlar Evi
40|Kısa Bir Soluk
41|Korku
42|Hapsolmuş
43|Karanlık Ruh
44|Hesapta Olmayan Bir Plan
45|Kaçak
46|Ejderhayla Dans
47|Kara Kutuya Yolculuk
48|Hazırlık
49|Şatoya Dönüş I
50|Şatoya Dönüş II
51|Tavan Arası Sırları
52|İzciler'in İzinde
53|Karmaşa
54|Çınar Köşkü
55|Tören
56|Acı Bir Gerçek
57|Savaşın Ayak Sesleri
59|Sonsuz
60|Son

58|Savaş

482 33 36
By Savaniris

Oy ve yorumlarınız için çok teşekkür ederim❤️

Keyifli okumalar!

     Birine güvenmek bu hayatta alınabilecek en büyük riskti çünkü güvenmek, kendini teslim etmek demekti. Ben Dövmeci'ye güvenerek fark etmeden hayatımın en büyük riskini almış ve kaybetmiştim.

Her şey yalandan ibaretti. En başından beri.

Bana güven dolu bir baba gibi yaklaşması, akıl vermesi ve beni önemsiyormuş gibi davranması, hepsi koca bir yalandı. Bir süre babamdan bile çok ona güvenmiştim, onun için endişelenmiştim ve şimdi kendimi bir aptal gibi hissediyordum.

Korkut Çınar'ın yeşil gözleri soğuk bir şekilde hepimizi inceledikten sonra tekrar benim üzerimde durdu ve yavaşça bana yaklaşıp çenemi kavradı. "Gözlerindeki hayal kırıklığı ve hüzün benim başka biri çıkmamdan dolayı değil, Dövmeci'yi kaybettiğin için değil mi Simay?" diye sorarken Dövmeci'nin o yumuşak, huzur verici sesini kullanmıştı.

Dişlerimi sıkarak ondan uzaklaşmaya çalışırken Alkın "Elini ondan çek!" diye hırladı.

Ona aldırmadan çenemi tutmaya devam etti. O kadar sıkı tutuyordu ki uzaklaşamıyordum. "Onu hâlâ kaybetmiş sayılmazsın. Benim yanımda ol, seni korumaya devam edeyim." dediğinde kaşlarımı çattım.

"Dede ne diyorsun sen? Onu korumak da ne demek?" İdil sonunda şoktan sıyrılıp konuşmayı başarmıştı.

Dedesi torununu dikkate almayıp bana bakmaya devam ederken "Neden senin yanında olayım ki? Benim diğerlerinden ne farkım var? Onlara neden bunu teklif etmiyorsun?" diye sordum. Amacını anlayamıyordum.

Korkut Çınar gülümsedi. "Sen özelsin. Seninle aramızdaki bağ her zaman diğerlerinden daha farklı oldu. Bunu hiç fark etmedin mi?" dediğinde yutkundum.

"Sana diğerlerinden daha çok güvendim aptal gibi. Bundan bahsediyorsan, haklısın. Benim zihnime girmen daha kolay olmuştur." dedim.

Başını iki yana salladı. "Hayır Simay, alâkası yok. Diğerleri de bana güvendi, hatta bütün müşterilerim bana kayıtsızca güvenmeyi seçti. Tüm sırlarını benimle paylaştılar fakat sen diğerlerinden farklıydın. Beni önemsedin ve korumaya çalıştın. Bu çabanı yok sayamam. Amacın farklı olsa da."

Tiksintiyle "Bunu nasıl yapabildin?" diye sordum. Açıkçası bizimkilerden birinin bunu sormasını bekliyordum fakat dillerini yutmuş gibi davranıyorlardı.

Çenemi bırakarak derin bir nefes aldı. "Başarılı olmamın tek yolu Dövmeci olmaktı ve ben bunu uzun yıllar önce keşfettim. İnsanlar Dövmeci'yle sohbet etmeyi seviyorlardı. Yaşadıkları olayları paylaşmayı bir terapi olarak görüyorlardı. Böylece istemeseler de bazen çok önemli sırları açıklayabiliyorlardı. Ben de bir süre Dövmeci'yi gözlemledim. En büyük şansım, kapının beni seçmesiydi." derken güldü.

"Onunla dost oldum. Ona yalanlar söyledim ve bu süreçte nasıl çalıştığını öğrendim. En beklemediği anda da ondan kurtuldum. Sonrası kolaydı. Sadece dövme yapıp insanlarla sohbet edecektim. Zaten olay Dövmeci'de değil, malzemeler ve dükkandaydı. Ben sadece aracıydım." Tüm bunları günlük rutinini anlatıyormuş gibi rahatça açıklaması çok rahatsız ediciydi. Ona güvenen insanları nasıl sırtından bıçakladığını açıklıyor ve bunu yaparken de en ufak bir suçluluk hissetmiyordu. "Dövmeci olduğumu İzciler'den gizledim çünkü böylece kimin dost kimin düşman olduğunu da görebiliyordum. Böyle kaç tane fareden kurtuldum bilemezsiniz." dedikten sonra güldü.

Ağlamak istiyordum. Sanırım bu, yaşadığım en yıkıcı andı. "Korkunç birisin. Hastanın tekisin sen." dedim. Titremeye başlamıştım. Büyük ihtimalle şoktandı.

"Bakış açısı Simay. Bakış açını değiştirirsen yaptıklarımın aslında o kadar da yanlış olmadığını göreceksin."

Başımı sol tarafıma çevirdim ve bir süredir beni izleyen Alkın'a baktım. Gözlerinde hiçbir ifade yoktu. "Sana 'ona nasıl bu kadar çok güvenebiliyorsun' diye sormuştum, hatırlıyor musun?" diye sorduğunda başımı eğdim. "Güvenebileceğin tek kişi benim Simay. Bunu artık anlamışsındır umarım."

"Annesini kurtaramamış bir çocuk mu söylüyor bunu?" diye sordu Korkut Çınar.

Alkın dişlerini sıkarak "Sakın annemden bahsetmek gibi bir hata yapma." dedi. Öfkeden boynundaki damarlar belirginleşmişti.

Yaşlı adam soğuk bir şekilde tebessüm ederken gözleri parladı. "Onun nasıl acılar içinde kıvrandığını duymak istemez misin gerçekten?"

Alkın kendini kasarak ona bakmaya devam ederken "Kes şunu!" diye bağırdım.

"Eğer teklifimi kabul edersen bunu düşünebilirim." dedi bana bakarken. Neden bu kadar ısrarcı olduğunu anlayamıyordum. Neden özellikle beni istiyordu?

"Onu yanına almak için cesedimi çiğnemen gerek." Duyduğum tanıdık sesle başımı merdivenlere doğru çevirdim fakat gördüğüm kişinin burada olması çok saçmaydı. Annemin burada olması gerçekten imkansızdı fakat ona fazlasıyla benzeyen kadın bakışlarını benden ayırmıyordu. "Simay, iyi misin kızım?" diye sordu endişeyle. Gerçekten annemdi.

Tepki vermediğimi -daha doğrusu veremediğimi- görünce öfkeli bir nefes vererek elinde olduğunu fark etmediğim silahı Korkut Çınar'a doğrulttu. "Onu kaçırmakla o kadar büyük bir hata yaptın ki. Seni öldüreceğim...Baba." dedi tiksintiyle.

Ağzım bir karış açıldığında Korkut Çınar anneme baktı ve iç çekti. "Uzun zaman olmuştu kızım."

Egehan yanımda "Ne oluyor lan?" diye fısıldarken ben tek bir uzvumu bile hareket ettiremiyordum. Bütün bunlar kabus olmalıydı. Sanırım İdil de benimle aynı şeyi düşünüyordu çünkü yüzündeki dehşet daha da büyümüştü.

Annem elindeki silahı daha sıkı kavrarken "Çocukları serbest bırakacaksın. Yeter artık, sınırı fazlasıyla aştın." dediğinde Korkut Çınar başını iki yana salladı.

"Bunu yapmayacağımı biliyorsun Ayça."

Annem tuhaf bir ifadeyle gülümsedi. "Öyle mi? O zaman ben de sana ait olan her şeyi yok ederim. Bana öğrettiğin gibi. Eski kimliğimi hatırlıyorsun değil mi? En iyi Cellat'ındım. İnan bana o günlere dönmem saniyelerimi alır. Kızımı ve arkadaşlarını bırakacaksın."

Annem bir Cellat mıydı? Artık neye şaşıracağımı şaşırmıştım. Ortada iğrenç sırlar vardı. Annem İdil'in annesinin kardeşi miydi? Peki babam bunu biliyor muydu? Bilerek mi annemle evlenmişti? Bir süredir beni tutan omzumdaki el sıkışmaya başlarken kaşlarımı çatarak başımı arkama çevirdim. Maskedeki göz boşluklarından görünen tanıdık iki ela göz anneme odaklanmıştı. Demek babam da buradaydı fakat bu ne yazık ki bana iyi hissettirmiyordu. Aslında artık iyi hissedebileceğimi düşünmüyordum.

Ailem de bir yalandan ibaretti. Tıpkı Dövmeci gibi.

Alkın sessizce "Simay? Bana bakar mısın? Simay, lütfen." dese de ona bakamadım.

Korkut Çınar anneme doğru bir adım attığında annem "Sakın yaklaşma!" diye bağırdı öfkeyle. "Önce o küçük yardakçılarını sonra da seni delik deşik ederim." Annemi daha önce hiç böyle hırslı ve öfkeli görmemiştim. Onun yüzünde de görünmeyen bir maske vardı ve o maske yeni düşüyordu.

"Sen eskiden mükemmeldin. Neden kendini sınırlamaya çalışıyorsun?" diye sordu Korkut Çınar.

Annem aniden gülmeye başladı. "Mükemmel mi? Ben bir canavardım. Senin yarattığın bir canavar." dedikten sonra kahverengi gözleri önce bana, ardından arkamdaki kişiye odaklandı. "Ama sonra hayatın öldürmekten ibaret olmadığını fark ettim. Yaşamak için bir neden buldum." derken bakışları yeniden bana çevrilmiş ve gözle görülür şekilde yumuşamıştı.

"Sen de diğer aptal kızım gibi aptalca bir seçim yaptın."

"Verda aptal değildi, aptal olan bendim. Sen öz kızına kötü davranıp üvey kızına daha çok değer verdin. Bu yüzden ondan senin istediklerini yapmasını bekleyemezdin. Gerçi senin verdiğin değer de yalanmış. Beni kullanmak için iyi davrandın bana." dedi annem. Artık duyduğum hiçbir şeyi algılayamıyordum. Başım dönmeye başlamıştı.

"Hâlâ bir şansın var Ayça. Kızınla birlikte bana katılın. Simay tıpkı İdil gibi benim torunum ve torunuma düşman olmak beni üzer." Tüm başlar bana döndüğünde midemin bulandığını hissettim. Bedenim artık yaşananları kaldırmakta güçlük çekiyordu. Omzumdaki el biraz daha sıkılaşırken titrek bir nefes alıp kendime gelmeye çalıştım.

Annem nefretle "Asla. Kızımı kullanmana asla izin vermeyeceğim. Bunun için gerekirse eski kimliğime dönerim." dedikten sonra elindeki silahla tek tek maskelileri vurmaya başladı.

Bundan sonrası ise küçük bir kıyamet gibiydi.

Vurulan İzciler'in yerini hızla başkaları alırken küçük bir grup annemi tutmaya çalışıyor fakat başaramıyordu. Babam artık arkamda değildi. Onun yerine bir başkası gelmiş, bizi zorla ayağa kaldırarak sürüklemeye başlamışlardı.

Annem takip edemediğim bir hızla karşısına çıkan herkesi devirirken "Simay!" diye bağırdı.

Ben ise kısık sesle "Anne." diyebilmiştim çünkü şu an konuşmaya gücüm yoktu.

"Ona bir şey yaparsanız burayı yakarım!" Annemin bağırışları artık daha uzaktan geliyordu çünkü bizi hücrelerimizin olduğu koridora sokmuşlardı.

"Simay!" Bu kez seslenen kişi Alkın'dı. "Sakın kendini bırakma. İyi olacağız." İyi falan olmayacaktık. Kurtulsam bile hayatıma kaldığım yerden devam edebileceğimi sanmıyordum.

Yine de onu endişelendirmemek için başımı salladım. Yay şeklini alan koridora girdiğimizde grubumuz yavaşça hücrelerinin olduğu koridorlara dağılmaya başladı. Benim hücrem en sondaydı. Benim dışımda herkes gitmeye dirense de ben hiçbir şey yapmayıp kaderime boyun eğmeyi tercih etmiştim. Sanırım birini zayıflatmanın en kolay yolu, ona inandığı her şeyin bir yanılsamadan ibaret olduğunu göstermekti.

Hayal kırıklığı en acı zehirdi ve o zehir şu an damarlarımı ele geçiriyordu.

Belirsiz bir süre sonra tavana yakın bir delikten içeri gaz dolmaya başladığında aynı acıyı yaşayacağımı anlamıştım fakat sanırım artık umurumda değildi. Diğer hücrelerden yükselen acı dolu çığlık seslerini duyarken omzum yanmaya başladığında kendimi yatağa bıraktım ve gözlerimi kapattım. Şimdi hangisinin daha çok acıttığına karar vermeye çalışıyordum: omzumu dağlayan gaz mı yoksa gerçekler mi?

<<<•>>>

Gözlerimi açtığımda Fabulasium'daydım. Odağımda, dağların ardında yükselmeye başlayan güneş vardı. Prenses Evanora görünürde yoktu, büyük ihtimalle şato halkıyla bir aradaydı.

"Meira." Alkın'ın yumuşak sesini duyduğumda arkama döndüm. Yüzünde endişeli bir ifade vardı. Sanki bir cam gibi kırılmamdan korkuyor gibi bakıyordu.

Gülümsemeye çalışarak "Hoş geldin." dedim.

"Canın çok yandı mı?" diye sordu hızla. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak sorduğunu anlamıştım. Yeşilimsi mavi gözleri gözlerime odaklanmıştı.

"Hâlimden belli değil mi?" diye karşılık verdim.

İfadesi sertleşirken "Sana bunları yaşatan herkesi öldürmek istiyorum." dediğinde iç çektim.

"Bunun ne bana ne de sana bir faydası olur. En iyisi boş verelim." derken sesim duygusuz çıkmıştı.

Yanıma yaklaşırken "Sakın kendini benden uzaklaştırma. Bakışların beni endişelendiriyor." dedi ve ellerini yanaklarıma koydu.

Dikkatle bakan gözlerinden bakışlarımı kaçırarak "Bence endişelenmen gereken daha önemli şeyler var." dedim.

Kaşlarını çattı. "Benim için hiçbir şey senden önemli değil." Kapı tıklatıldığında ondan hafifçe uzaklaştım ve "Girin." dedim.

Kapıyı açıp içeri giren Eris, önce Alkın'a sonra da bana baktı. Koyu gözleri bende daha uzun süre kalırken "Sen iyi misin?" diye sorduğunda başımı salladım.

Alkın derin bir soluk vererek "Ne oldu Corvina?" diye sorduğunda Eris "Hazırlıklar tamamlandı. Gitme vakti, tabii siz de hazırsanız." diye cevap verdi.

Artık ne olacaksa olsun diye düşünerek "Hazırım." dedim fakat Alkın bir süre cevap vermeyerek bana bakmaya devam etti. Yeşilimsi mavi gözleri yavaşça karnıma indiğinde "Bebek çok büyümüş. Doğum yakın olmalı. Senin bizimle gelmen doğru olmayabilir Meira." dedi.

Ellerimi karnıma koyup hafifçe okşadığımda küçük prens tekme attı. Derin bir nefes alarak "Hayır, biz de orada olacağız." diye karşı çıktım. "Kurtarmamız gereken bir evren var."

"Meira..."

"Israr etme lütfen. Ben de geliyorum."

Alkın beni ikna edemeyeceğini anlayarak "Dediklerimin dışına çıkmayacaksın. Kahramanlık yapmak yok, anlaştık mı? Yoksa seni şatoya geri gönderirim." dediğinde başımı salladım. Karşı çıkarsam işi yokuşa sürerdi.

Dakikalar sonra aşağı indiğimizde şatonun içinde daha önce hiç görmediğim bir kalabalık vardı. Şaşkınlıkla "Bu kadar kişi nasıl hemen bir araya gelebildi?" diye sorduğumda Egehan yanıma gelerek "Burada işler biraz hızlı ilerler. Karnındaki küçük canavardan da anlamadın mı?" diye karşılık verdi.

Ona ters ters bakıp "Çocuğuma canavar diyemezsin." dedim.

"Bence o büyüleyici bir bebek olacak." Evanora'nın neşeli sesini duyduğumda gülümseyerek başımı sol tarafa çevirdim.

Kollarımı açıp ona sarılırken "Burada olmana o kadar sevindim ki. Seni bir daha göremeyeceğimi düşünüyordum." dediğimde bana sıkıca sarıldı. Biraz fazla sıkı. Nefesim daralmaya başlarken benden ayrıldı. 

"Neden? Babamın beni ışık kuyusuna hapsedip öldüreceğini mi düşündün yoksa?" diye sorarken ışık boşluğundan oluşan gözlerini büyüttü.

Yanlış anlamasından korkarak "Hayır, tabii ki-" diye başladığımda güldü.

"Şaka yapıyorum şaşkın prenses. Neden her şeyi ciddiye alıyorsun?"

Egehan gülerek "Onun şaka kapasitesi pek geniş değil." dedi. Koluna sertçe vurdum.

"Yine bir canavarın avuçlarında saatler geçirmek istiyorsun sanırım." dediğimde yüzünü buruşturdu.

"Sen ne ara bu kadar cani oldun acımasız kadın?" diye sordu Egehan. Omuz silktiğimde kollarından birini omzuma atarak beni kendine çekti ve kulağıma eğildi. "Eğer iyi hissedeceksen bana istediğin kadar işkence edebilirsin. Gıkımı çıkarırsam şerefsizim. O an sana destek olamadım, özür dilerim ama şoktan ağzımı açamadım."

Gülümseyerek "Sorun değil, hepimiz şoktaydık. Merak etme, ben iyiyim." diye karşılık verdim.

"Değilsin Meira, görebiliyorum. Yaşananları reddediyorsun ama yapma. Bu şekilde atlatamazsın." Egehan'ın endişeli gözleri yüzümü tararken derin bir nefes aldım.

"Reddetmiyorum, sadece düşünmek istemiyorum çünkü düşünürsem aklımı kaybetmeyeceğimin garantisini veremem."

"Buna izin vermem. Hep yanında olacağım." Bir kez daha Egehan gibi bir dostum olduğuna şükrederek gülümsedim.

"Biliyorum. Ben de seni asla yalnız bırakmam." dedim. Yanımıza yaklaşan Sorin, Ahren, Vesper ve Casper ile konuşmamız bitmiş oldu.

Komutan Ahren "Hazırlıklarımız tamamlandı. Bu sabah krallığınızdan beş yüz asker buraya ulaştı. Sizin de canavarları büyük oranda kontrol edebildiğinizi düşünüyorum." dedi. Evet, sanırım büyük oranda bu konuda başarılıydım.

Egehan "Büyük oranda mı? Bana neler yaptığını görmediniz mi? Düşmanları çiğ çiğ yer." diye söylendiğinde gülümsedim.

Ahren soğuk bir şekilde beni süzüp "Umarım." demekle yetindi.

"Bunu hakaret olarak kabul ederim komutanım." dedi Sorin.

Egehan ensesine bir tane patlatarak "Sana ne oluyor lan?" dediğinde Sorin'in yüzü asıldı. Bu çocukta ilginç bir şey vardı. Bana hayranlık duyuyormuş gibiydi ve bunu hiç çekinmeden gösteriyordu. Alkın'dan da çekinmemesi oldukça tuhaftı.

"Bunu ben de merak ediyorum." Alkın'ın sert sesini duyduğumda ona döndüm. Bakışları da sesi gibi keskindi ve Sorin'i hedef almıştı.

"Tamam Dorian, sakin ol. Bir şey yok." dedim ve yanına sokuldum. "Ne zaman yola çıkıyoruz?"

Alkın bir süre daha Sorin'e baktı. Ardından "Birazdan. Umarım askerlerin hazırdır." dedi.

Sorin başını dikleştirerek "Prensesimize hizmet etmek için her an hazırız. Merak etmeyin." diye karşılık verdiğinde Alkın dişlerini sıkıp "Bana kendini öldürtmeye çalışıyorsan başarmak üzeresin." dedi ve elimi tutarak beni yanında sürüklemeye başladı. "Toprak bitti bu başladı." dedikten sonra bir küfür mırıldandı.

"Biraz abartmıyor musun?"

Alkın bana dönüp kaşlarını kaldırarak "Abartıyorum öyle mi? Kendini benim yerime koy. Biri benimle bu şekilde konuşup sana göz dağı vermeye kalksaydı sen ne hissederdin?" diye sordu. Düşünmeye başladığım an içimde ani bir öfke açığa çıktı.

"Tamam, hoş değilmiş." diye cevap verdiğimde sinirle güldü.

"Hoş değil miymiş? Ben bunu bu şekilde tanımlamazdım. O herifi yanında her gördüğümde ne yapmak istediğimi söyleyeyim: onu kazıktan geçirip alevimle yakarak uçurumdan aşağı atmak istiyorum." Bunu söylerken kanundan bir madde okur gibi ciddi olduğu için işi şakaya vuramadım. Zaten şaka yapmaya da halim yoktu.

"Seni anlıyorum ama sence ben ona ilgi göstermedikten sonra onun ne yaptığının ne önemi var? Benim gözüm senden başkasını görmüyor ve görmeyecek de yakışıklı prensim." dedim ve yanağına küçük bir öpücük kondurdum.

"Seni çok seviyorum." derken gözlerime sevgiyle bakıyordu.

"Ben de seni."

Eris ve Ayhan'ın yanına ulaştığımızda Eris biraz gergin bir şekilde "Büyücü ve periler yola çıktı. Yolu koruma büyüleriyle kaplıyorlar. Kara Yılan'a karşı pek işe yaramaz ama en azından onun askerlerini engeller." dedi.

"Diğer liderler de ordularıyla ayrılmaya başladılar. Bizden sonra en son cüce orduları şatodan ayrılacaklar." dedi Ayhan.

Aniden yanımızda belirip ödümü koparan Prenses Evanora "Ben de ekibimle size eşlik edeceğim." dediğinde kaşlarımı çattım.

"Ekibin mi? Lütfen babanın askerlerini getirdiğini söyleme." dedim korkuyla. Kral kıyameti koparırdı.

Evanora başını omzuna eğdi. "Lütfen ama, bana bu kadar çok mu güvenmiyorsun? Babam işin içinde yok ve olmayacak da. Tedirgin olmayı bırakın."

Umarım dediği gibi olurdu çünkü yeni bir soruna karnımız toktu.

<<<•>>>

Sonunda kafileler eşliğinde yola çıkmayı başarmıştık. Koşarak, yürüyerek, uçarak ve atlarla giden farklı farklı gruplar vardı ve gerçekten ilginç bir görüntü oluşmuştu. Alkın, ben, Egehan ve Ayhan şimdilik atlarla ilerliyorduk. Eris, asker ejderhalardan birinin üzerinde yolculuk ederek gökyüzünden ileriyi takip ediyor, aynı zamanda da Büyücü ile iletişim sağlıyordu.

Evanora ve yıldız çocuğu askerleri hızla koşmayı tercih etmişlerdi çünkü prensesin söylediğine göre koşmak ısınmalarını sağlıyordu. Böylece daha kolay parlayabileceklerdi. Kendi ülkeleri dışında parlamak onlar için fazladan enerji harcamak demekti.

Her bir lider kendi ordusunu komuta ederken şimdiden iyi bir yol almıştık. Büyülü varlıklarla ilerlemek düşündüğümden de hızlı oluyordu.

"Her şey yolunda mı? İstersen durup dinlenebiliriz." dedi yüzüncü kez Alkın.

İç çekerek "Daha önce de dediğim gibi: çok iyiyim. Bir sorun olursa söyleyeceğimden emin olabilirsin Dorian." diye cevap verdim.

Alkın'ın yeşilimsi mavi gözleri karnıma inerken "Karnının büyüklüğü beni endişelendiriyor." dediğinde gözlerimi devirdim.

"Şu an doğurmayacağıma eminim."

"Ben değilim." diye araya girdi Egehan. Yüzünde bıkkın bir ifade vardı ve bu bana üçümüzün birlikte yol aldığı zamanları hatırlatmıştı. O zamanlar sinir bozucu bir cüceydi tabii.

Ayhan gülerek "Endişelenmeyin. Öyle bir durum olursa çok hızlı bir şekilde çadır kurarız." dedi.

Suratımı asarak "Öyle bir durum olmayacak. Beni strese sokmayın." diye söylendim. İleride bir gün gerçek dünyada doğum yaparsam yanımda olmayacaklarından emin olacaktım çünkü üçü de hamile birinin ihtiyacı olan desteği vermeye çok uzaklardı.

"Yakında dinlenmek için duracağız zaten. Doğuracaksan haber verirsin." dedi Egehan. Sanki tuvalete gidecekmişim gibi davranıyordu.

Ona şimdi bir doğurma şakası yapardım da ne yazık ki hiç sırası değildi çünkü bu şakayı gerçek sanacak bir ordu vardı.

"İnsan anatomisine çok uzaksın değil mi?" diye sordu Alkın. "Doğumdan belli bir süre önce kasılmalar olur. Çocuk aniden çıkmaz yani."

Egehan kaşlarını çatarak "Sen nereden biliyorsun lan?" diye sorduğunda Alkın gülümsedi ve "Ben baba olacağım. Bir zahmet bileyim." diye cevap verdi.

Hissettiğim yumuşamayla Alkın'a dönerek "Yaaa, sen doğumun nasıl olacağını mı araştırdın?" diye sorarken gülümsedim.

Egehan "Iyy." derken Alkın "Evet bebeğim. Şu an senden bile daha çok şey biliyor olabilirim." dedi. Sona doğru yüzü biraz buruşmuştu.

"Çok tatlısın." dedim. Şu an gözlerimden kalp fışkırdığından emindim.

"Biliyorum ama seksi olduğum gerçeğini de es geçme."

"Şu konuşmalarınıza şahit olacak ne günah işledim acaba?" diye söylendi Egehan. "Düşmanken her şey daha güzeldi."

"Bir de bana sor." diye mırıldandım. Alkın'ın yanındayken Alkın'dan kaçmaya çalışmak ve bunu Egehan'la yapmak oldukça zor bir tecrübeydi.

Asker ejderha ile alçalan Eris bize yaklaştı. "Büyücü'nün söylediğine göre kalkanlara ufak çapta saldırılar düzenlenmiş ama şimdilik her şey yolundaymış. Bunun oyalamak için yapıldığını düşünüyor."

"Ya da belki de dikkat dağıtmak için." dedi Alkın düşünceli bir sesle.

Ayhan sarı gözlerini kısıp "Ne demek istiyorsun?" diye sorduğunda Alkın kaşlarını hafifçe çattı.

"Bir savaş taktiği okumuştum. Tüm odağı kalkanlarda tutup başka bir yerden saldırı düzenleniyordu. Kitapta su kaynakları kullanılmıştı çünkü kalkanlar element değişikliğine ayak uyduramıyordu." diye açıkladı. Gözleri dalgın bir şekilde atın yelesine bakıyordu.

Egehan omuz silkerek "Etrafımızda bir su kaynağı olmadığına göre endişelenmemize gerek yok, değil mi?" diye sordu.

Ve o an yer sallanmaya başladı.

Eris gözlerini büyüterek "Bu kadar şom ağızlı olamazsın, değil mi?" diye sordu. Ardından toprak yarılmaya başladı.

Egehan sıkıntıyla inledi. "Öyleymişim."

Atlar huzursuzlukla hareket etmeye başladıklarında Alkın hızlıca atından inip bana yaklaştı ve ellerini bana doğru uzatarak "Hadi sevgilim. Seni güvenli bir yere götürelim." dedi.

Alkın'a tutunup dikkatle atımdan indim. "Bence burada yardımı en çok dokunabilecek kişilerden biri benim." dediğimde Alkın kaşlarını çattı.

"Meira, istersen dünyanın en faydalı insanı ol, yine de burada durmana izin veremem. Hadi, gel benimle." diyerek elini uzattı fakat tutmadım. Onun yerine pelerinimin cebindeki taş kesesini elime alarak içindeki taşlardan birini elime aldım.

"Canavarları şimdi kullanmayacaksam bir daha ne zaman kullanacağım ki? Lütfen Dorian, engel olma...ya da ol. Umrumda değil, o canavarları şimdi kullanacağım." diye karşı çıkarken ona meydan okuyarak bakıyordum.

Alkın dişlerini sıktı. "Beni şu an zorlamak istemezsin. Sana bir şey olursa her şeyi yakarım ve bu pek iyi olmaz, değil mi? Şimdi sözümü dinle ve benimle gel."

"Üzgünüm, ben her istediğini yapan biri değilim ve sen bunu çok iyi biliyorsun." dedikten sonra toprakla ilgili olan canavarın taşını havaya kaldırdım. Aynı anda zemin yarılmaya başladığında hızla kenara çekilip havada asılı kalan taşın kenarına parmaklarımı sürttüm.

Ortalık hızla karışıp kafile dağılmaya başlarken yerin altından taştan yapılma askerler çıkmaya başladı. Çin'deki Terra Cotta Askerleri'ni andırsalar da bu askerler gri renkli kayalardan oluşuyorlardı.

Alkın belime sarılıp beni sürüklemeye çalıştığında ortaya çıkan canavarı zeminden yükselen askerlerin üzerine sürdüm. "Dorian, başarabilirim. Sadece bekle. Bir şey olmayacak." dediğimde Alkın sinirle hırladı.

"Müdahale etmem gerekiyor ama sen ortalıkta açık bir hedef gibi dururken bunu yapamam. Şu an savunmasız olduğunu neden anlamıyorsun?" diye sordu öfkeyle.

Egehan taşların üzerinden atlayıp nefes nefese yanıma geldiğinde "Tamam sen git. Ben hallederim." dedi ve pelerininin arasından bir çakı çıkardı.

Alkın kaşlarını çatarak "Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" diye sorduğunda yeşilimsi mavi gözleri hafifçe kızıllaşmaya başlamıştı.

"Adam gibi adam çakımı hafife alamazsın, aldırtmam!" diye bağırdı Egehan. Bakışlarım çevreyi tararken kafiledeki her kişinin ayrı ayrı dövüşmeye çalıştıklarını fakat oldukça zorlandıklarını fark ettim. Acilen harekete geçmemiz gerekiyordu.

"Burada durup insanların ölmesini beklemeyeceğim. Felix, askerleri topla. Ben canavarları yönetirken bana kalkan oluşturacaklar. Dorian, sen de kendi askerlerini komuta edeceksin ve hiçbirimize bir şey olmadan, sağ salim yolumuza devam edeceğiz." dedim sertçe.

Zemindeki sarsıntı devam ederken Alkın beni belimden tutup dudaklarımı sertçe öptü. "Sana hayranım ama eğer kendine bir şey olmasına izin verirsen bunu çok fena bir şekilde ödetirim." dedikten sonra benden uzaklaşarak ejderhaya dönüştü ve kafilenin başına doğru uçmaya başladı.

Gülümseyerek önüme döndüm ve derin bir nefes aldım. İşte, başlıyorduk.

<<<•>>>

Taş askerler gerçekten güçlüydü ve güçlerinin kaynağını tahmin etmek zor değildi. Kara Yılan bizim için ciddi bir hazırlık yapmıştı.

Etrafta uçan bedenlerin arasından geçerek olabilecek en sakin bölgede durdum. Yanımda Felix, Ahren, Sorin, Mohan, Vesper ve Casper vardı. Toprak canavarı, açık zeminden yeni askerlerin çıkmasını engellemekte başarılı sayılırdı fakat çoktan çıkmış olanlar için bir şeyler yapmam gerekiyordu.

Darbeyle kırılmıyorlardı ve sadece bazı büyüler üzerlerinde etkili olabiliyordu. Şu an dövüşenlerin yarısından fazlası kendi canlarını kurtarmaya çalışıyordu. Önümüzde set kuran askerler, kalkanlarıyla taş orduyu tutmaya çalışsalar da bu çok uzun sürmeyecekti. Cadılar, periler ve Büyücü'nün ise desteğe ihtiyacı vardı.

Kesenin içindeki taşlara baktım. Hepsini aynı anda yönlendirmem mümkün değildi. Taşları sadece ben en etkili şekilde kullanabilirdim, bu yüzden yanımdakilerden yardım alamazdım.

"Ne yapmayı düşünüyorsunuz majesteleri?" diye soran Ahren'e tereddütle baktım. Açıkçası bilmiyordum.

"Emin değilim. Biraz daha zamana ihtiyacım var." diye cevap verirken elimi kesenin içinde gezdirdim. Taşların farklı dokuları tenimi çizerken kollarımdaki damarlar olduğundan daha çok kararmaya başladığında yutkundum. Bir terslik vardı.

Bir şeyler oluyordu ve bunun şu an hiç sırası değildi. Kesenin içindeki açık avucuma aniden iki taş çekildi ve ben daha neler olduğunu kavrayamadan taşlar iç içe geçmeye başladı.

Egehan endişeyle "Meira? Neler oluyor? İrislerin kararmaya başladı. İyi misin?" diye sorduğunda titrek bir nefes aldım.

"Bilmiyorum." diye cevap verirken içimde yükselen bir tuhaf hisse anlam vermeye çalışıyordum. Kesede iç içe geçmiş taş aniden havada yükseldiğinde parmaklarım kontrolümün dışında taşın çevresinde hareket etmeye başladı.

Ve ortaya daha önce hiç görmediğim bir canavar çıktı. Yer yer metal alaşımları olan, uzuvları bitkinin kökleri gibi uzayabilen tuhaf bir yaratıktı.

Canavarı nasıl yaptığımı anlayamadığım bir şekilde hareket ettirdiğimde yüzüme doğru şiddetli bir rüzgar esip saçlarımı dalgalandırdı. Canavar ileri atılıp taş orduya ilerlerken herkes şaşkınlıkla bana ve yaratığa bakıyordu.

Kararmış parmak uçlarımla taşın üst ve alt kısmına üç kez dokundum ve canavarın kolları esneyerek on tane taş askeri sardı. Ardından uzvundaki metaller yavaşça eridi ve taş askerleri hareketsiz kıldı.

Uçan ejderhalar diğer taş askerlere alev püskürtürken bir ejderhanın sırtında olan Eris bana doğru yaklaşıp yere indi ve kocaman gözlerle "Sen bunu nasıl yapıyorsun?" diye sordu.

Cevap vermek için ağzımı açtığımda konuşamadığımı fark ederek yutkundum.

"Durdur şunu Meira! Bu yaptığın çok tehlikeli!" dedi sertçe Eris.

Egehan kafası karışmış bir ifadeyle bakarak "Neden tehlikeli ki? Bence harika gidiyor." diye karşı çıktığında Eris öfkeyle ona döndü.

"Karanlığın gücünü kullanıyor. Nasıl bir yan etki yapacağını bilmiyoruz." dedi.

Karanlığın gücünü ben kullanmıyordum. Daha çok o beni kullanıyor gibiydi. Hiçbir şey yapmadığımı söylemek istedim fakat bir güç konuşmama engel oluyordu.

Eris kaşlarını çatarak beni inceledi. "Neden bir şey söylemiyorsun?" diye sorarken gözleri kollarımdaki kararmış damarları buldu. "Olamaz. O...o seni yönetiyor."

Sanırım kimden bahsettiğini anlamıştım. Karnımdaki bebek yönetimi erkenden devralmaya karar vermiş olmalıydı fakat şu an bedenimde kurduğu hakimiyet bir çeşit diktatörlüktü çünkü bana söz hakkı tanımıyordu.

Askerler endişeyle bana bakarken Egehan telaşlanmaya başlayarak "Ne yapacağız? Bir şey yap cadı!" diye bağırdı.

Eris sinirle Egehan'a bakarak "Ben ne yapabilirim? Daha önce hiç böyle bir olayla karşılaşmadım ki!" diye karşılık verdi.

Egehan derin bir nefes aldı. "Tamam. Ben halledeceğim." diyerek bana yaklaştı ve karnıma doğru eğildi. "Dayısı...Bırak ananı çocuğum. Bak yaramazlık yapıyorsun, ııııı, kızarım sana." derken işaret parmağını tehditkâr bir şekilde karnıma doğru sallıyordu.

Konuşabilsem bile ne söyleyeceğimi bilemediğim bir andaydım. Egehan'ın beyin fonksiyonlarımı durdurma gibi bir özelliği vardı.

Eris başını hafifçe omzuna eğmiş, hayatındaki en garip canlıya bakar gibi Egehan'ı izliyordu. Aynı şey askerler için de geçerliydi.

Vesper'in "O hep böyle miydi?" diye mırıldandığını duydum. Casper ise "Hiç bu kadar tuhaf olmamıştı." diye karşılık verdi.

Gökyüzünden süzülerek yanımıza inen Alkın, insan formuna dönüp bize yaklaşırken bir tuhaflık olduğunu anında fark etmişti. "Ne oluyor burada?"

Egehan doğrularak "Çocuğun staja başladı. Anasını yönetiyor." diye cevap verdiğinde gülmek istesem de yüz kaslarımı oynatamadım.

Alkın ise gülmekten çok uzaktı. Telaşla yanıma gelip yanaklarımı kavradığında yeşilimsi mavi gözleri gözlerime kenetlenmişti. "Meira? Beni korkutuyorsun. Konuş benimle." dediğinde kontrol tamamen benim dışımda olduğu için tepki veremedim.

Gözlerindeki endişe büyürken bakışlarını Eris'e çevirerek "Corvina bana Büyücü'yü getir! Çabuk!" diye seslendi.

Bakışlarımı büyük bir ilerleme kaydeden canavara çevirdim. Taş askerlerin çoğunu etkisiz hâle getirmeyi başarmıştı. Geri kalanlarla cüce orduları ve yıldız çocukları ilgileniyordu. Göründüğü kadarıyla diğer birliklerde büyük sorunlar yoktu fakat yaralılar vardı. Her lider kendi askerlerinin bulunduğu alanlara dağılmıştı.

Gözlerim uzaktaki bir noktaya takıldığında ağzım istemsizce hareket etti. "Geliyorlar." Sesim yankılı çıktığında kaşlarımı çattım.

Herkes başını baktığım noktaya çevirirken Büyücü aniden yanımda belirerek alnıma bir şey yapıştırdığında tüm gücüm boşalmış gibi hissederek Alkın'ın kollarına yığıldım.

Alkın beni sıkıca kavrarken "Geçti, iyisin sevgilim." diye mırıldanıyordu.

"İleride birileri var." dedim güçsüzce. Bebek bizi uyarmaya çalışmıştı. Eğer Büyücü biraz daha geç gelebilseydi tehlikenin ne olduğunu daha net görebilirdim.

Havayı yaran bir ses duyulurken Egehan aniden önüme geçince tepki veremeden bir çarpma sesi duydum. Gözlerim korkuyla büyüdü ve "Felix!" diye bağırdım.

Nefes nefese kalmış bir halde önümde duran Egehan'a bakıyordum. Büyücü hızla onu kontrol etmek için yanına gittiğinde şaşkınlıkla ona baktı.

"Felix ne oldu? İyi misin?" diye sordum korkuyla. Alkın beni daha sıkı tutarken Egehan'a ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Eris hızla bir koruma kalkanı büyüsü yaptığında Egehan hafifçe yana döndü ve avucunda hareketsiz yatan İngra'ya baktı. Küçük bedenine bir ok saplanmıştı.

Elim ağzıma kapanırken gözlerim doldu. İngra kendini Egehan için feda etmişti. Egehan'ın elleri titremeye başlarken Büyücü yavaşça İngra'yı onun avuçlarından alarak yere bıraktığında Egehan dizlerinin üzerine çöktü. Ona alıştığını, daha da ötesi bağlandığını biliyordum.

Alkın'ın eline dokunarak kollarından ayrıldım ve zorlukla Egehan'ın yanına çöktüm. "Çok üzgünüm Felix." Ellerim kolunu kavrarken titrediğini hissedebiliyordum.

"Bu...bu olamaz. Ölmemiştir." dedi boğuk bir sesle.

İngra'nın vücudu ışık saçarken gözlerimi acıtan ışıkla başımı çevirdim. Saniyeler sonra tekrar baktığımda İngra'nın yerinde bir beden yatıyordu. Pelin'in bedeni.

Egehan "Pelin!" diye haykırdığında şoktan hareket edememiştim. Pelin'in burada ne işi vardı? Bu nasıl olabilirdi? O dövmelilerden biri değildi ki.

Pelin'in gözleri hafifçe aralandığında doğrudan Egehan'a bakarak gülümseyip "Hayattasın." dedi kısık sesle.

Egehan Pelin'in bedenini kavrayıp kucağına çektiğinde "Senin burada ne işin var? Sen İngra mıydın? Bunca zamandır benimle miydin?" diye sordu telaşla. Gözleri Pelin'in yüzünü dolaşırken titrediğini fark ettim.

Pelin zorlukla gülümserken "Evet, seninle yolculuk etmek sandığımdan zormuş." dedi. Gülerken öksürmeye başladığında korkuyla elini tuttum.

"Pelin? Sen dövmeli miydin?" diye sorduğumda mavi gözlerini bana çevirerek elimi sıkmaya çalıştı.

"Hayır ama bir şekilde buraya geliyorum. Sadece...dünyaya döndüğümde buraya geldiğimi hatırlamıyorum." dedikten sonra bakışları Egehan'a döndü. "Aslında bu dünyada gözlerimi Egehan'la açtım."

Yanımızda olduğunu fark etmediğim Ayhan "Dövmeci onu lanetli bir yaratığın içine hapsetmiş olmalı." diye mırıldandı dalgınca.

"Pelin iyi olacaksın. Söz veriyorum, lütfen dayan." dedi Egehan. Sesindeki çaresizliği ilk defa duyuyordum ve aynı çaresizliği iliklerime kadar hissediyordum. Ona bir şey olamazdı.

"Büyücü bir şeyler yap, onu kurtar." dedim korkuyla. Pelin'in yüzü gittikçe daha çok beyazlıyordu ve benim kalbim panikle hızlanmaya başlamıştı.

Yekta hüzünle Pelin'e bakarken başını iki yana salladı. "Üzgünüm."

Pelin güçlükle nefes alıp "Ben...görevimi tamamladım. Sıra...sizde." dedikten sonra öksürdü. Bakışları zorlukla yüzüme çıkarken "Kendine dikkat et kızılım." dediğinde hıçkırdım.

Gözlerimden yaşlar akarken Egehan "Gidemezsin. İzin vermem." dedi ve hıçkırdı.

Pelin titreyen elini Egehan'ın yanağına koydu. "Seni dünyada bekliyorum. Bana geri dön." diyerek gülümsedi ve gözleri yavaşça kapanmaya başladı.

Ağlayarak "Pelin!" diye seslensem de tepki vermedi. Saniyeler sonra vücudu toz parçalarına dönüşerek rüzgâra karıştığında Egehan ağlayarak Pelin'in adını haykırdı.

Egehan'ın boynuna kollarımı dolayarak sessizce ağlarken Alkın belime sarılarak beni ayağa kaldırdı. Bu sırada Ayhan da Egehan'a destek olmuştu.

Havadan süzülerek metrelerce ötemize inip dönüşen bedenle birlikte öfkeyle kasıldım. Orkun keyifli bir şekilde bizi izliyordu. Ne yazık ki onu Egehan da fark etmişti. Ayhan'ın kollarından hızla kurtulup öne atıldığında Alkın "Corvina kalkan!" diye bağırdı.

Eris hemen bir kalkan büyüsü yaparken Egehan daha önce görmediğim bir öfkeyle kalkana vurarak "Çek şunu önümden!" diye bağırdı.

Eris de "Hiçbir yere gidemezsin aptal! Dur durduğun yerde!" diye bağırarak karşılık verdi.

Orkun sırıtarak "Bırakın küçük enişteyi!" dediğinde Egehan kalkana bir kez daha sertçe vurdu.

"Yaptığın şeyin bedelini ödeyeceksin. Peşini bırakmayacağım! Sen öldün! Duydun mu beni orospu çocuğu!" diye bağırdığında Orkun alayla "Çok korktum. Beni sen mi öldüreceksin vasıfsız asker?" diye karşılık verdi.

"Onu öldürmek istiyorum." diye fısıldadığımda Alkın "Merak etme sevgilim. Onu küle çevireceğim." dedi sakince.

"Neyi bekliyorsun?" diye sorduğumda şaşkınlıkla bana baktı fakat gülümsedi.

"En savunmasız anını. Ve inan bana o an hiç uzakta değil." diye cevap verdi. Kendinden emin gibi görünüyordu.

Orkun'un arkasında yavaş yavaş bir ordu belirmeye başladığında beklediğimiz fırsatı yakalayıp yakalayamayacağımızı merak ediyordum.

<<<•>>>

Bulunduğum hücreye sertçe düştüğümde odaya tekrar gaz dolmaya başlamıştı. Acıdan hareket edemiyordum fakat bu çok da umrumda değildi.

Şu an aklımda tek bir kişi vardı: Pelin. Yüzünü nasıl hatırlayabildiğimi bilmiyordum fakat sanırım artık o evrende yaşamadığı içindi.

Onun iyi olduğunu görmem gerekiyordu. Onu kaybedersem bir daha asla toparlanamazdım. Toparlanacağıma dair hâlâ bir umudumun olması da trajikomikti.

Acıdan kusup hissizleşmeye başlamam ne kadar sürmüştü, bilmiyordum. Kulaklarımda acı dolu çığlıklar varken zaman benim için fazlasıyla yavaş akıyordu.

Babamdan ümidimi tamamen kesmiştim fakat zihnimin bir köşesinde hep 'acaba beni kurtarmak için hiç uğraştı mı' sorusu geziniyordu. Yoksa gözü sadece İdil'i mi görüyordu? Bence annem bile umrunda değildi.

Umutsuzluk beni yorgun düşürürken kabuslarla dolu bir uykuya daldım.

Bana beş dakika gibi gelen bir süre sonra çalan sirenle gözlerim yavaşça açıldı. Yüksek ses beynimin içine kadar işliyor, başımda korkunç bir ağrıya sebep oluyordu.

Kapım zorlanmaya başladığında uzandığım yerden güçlükle doğruldum ve ayağa kalkmaya çalıştım. Kapı sertçe açıldığında Yekta alnı terle parlarken endişeyle bana bakıyordu. "Simay! İyi misin?"

"Sen hücrenden nasıl çıktın?" diye sordum şaşkınlıkla. Hızla içeri girip koluma girdi.

"Açıklamaya vakit yok. Korhan Amca ve Meltem Teyze bir ekiple içeri girmeyi başardılar. Önce benim yanıma ulaştılar, şimdi diğerlerini çıkarmaya gittiler. İkimizin hücresi birbirine yakın olduğu için seni ben çıkardım." dedi ve beni dışarı sürüklemeye başladı.

Beynim o kadar bulanıktı ki hiçbir şey düşünmeden sadece Yekta'yı takip etmeye çalışıyordum fakat dengemi sağlamakta zorlanıyordum. "Nasıl çıkacağız buradan? İzciler bizi öldürürler."

Yekta kısaca bana bakıp loş koridorda ilerlemeye devam etti. "Şu an uğraşmaları gereken başka sorunları var. Şimdi beni dinle. Sana bir anahtar vereceğim ve sen sıradaki kapıyı açacaksın. Benim de vakit kaybetmeden diğerine gitmem gerekiyor. Bunu yapabilirsin değil mi Simay?" dediğinde yavaşça başımı salladım. Yapmak zorundaydım çünkü başka fırsatımız olmayabilirdi.

Elime bir anahtar tutuşturduğunda omuzlarımı kavradı. "Sen çok güçlüsün. Yıkılmayıp buradan çıkmayı başaracaksın. Biraz daha dayan." dedi. Gülümseyerek elimi eline götürdüm ve "Teşekkür ederim. Dikkatli ol." dedim.

Son kez bana bakıp hızlıca başka bir koridora saptığında vakit kaybetmeden önünde durduğum kapıyı açmaya çalıştım. Kilidi çevirmek oldukça zor olsa da sonunda ağır kapıyı aralamayı başardım.

İçeride Eris vardı ve yerde sol kolunun üzerinde yatıyordu. Telaşla koşmaya çalışarak içeri girdim. "Eris!" diye seslendiğimde hiçbir tepki vermemişti.

Yanına çöküp onu sırt üstü çevirdim ve yüzüne gelen saçları geri ittim. Cildinde ter damlacıkları vardı. Acıdan bayılmış olmalıydı. "Eris. Uyan. Buradan çıkmamız lazım. Kendine gel, lütfen." diyerek hafifçe sarstım. 

Eris hafifçe inlediğinde ona tekrar seslendim. Koyu gözleri yavaşça açıldığında "Bitti mi? Dayanamıyorum artık." dedi kısık sesle. 

"Bitecek. Çok az kaldı. Buradan çıkmamız lazım. Tutun bana, hadi." diyerek kollarından onu kavrayıp kendime doğru çektim. İçime anlamsız bir güç dolmuştu. Şu an tek amacım Eris'i sağ salim buradan çıkarabilmekti. 

Eris bana tutunarak yavaşça ayağa kalkarken sendeledi. Bileğinde hâlâ sıkıntı olmalıydı. "Biraz daha dayan. Seni buradan çıkaracağım." dedim beline sarılırken.

Hücreden çıktığımızda "Sen nasıl çıktın? Beni nasıl buldun?" diye sordu. Gözlerindeki korkuyu gördüğümde yutkundum. 

"Beni Yekta çıkardı. Korhan amca ve Meltem teyze gelmişler. Hücreler birbirinden uzak ve karışık olduğu için hepimizi çıkaramamışlar." diye cevap verdim. Umarım Korhan amca Alkın'a ve diğerlerine ulaşmayı başarırdı. 

"A-Ayhan? O nerede?" diye sorduğunda "Maalesef bilmiyorum ama eminim onu çıkaracaklardır." dedim. Eris'i güvenli bir yere götürecek, eğer hiç kimse yoksa tekrar içeri girecek ve diğerlerini bulacaktım. 

"Nereye gideceğimizi biliyor musun?" diye sordu. Ayağının üzerine tam basamadığı için güçlükle ilerliyorduk. 

"Hayır ama çıkışı bulmadan durmayacağız." dedim kendimden emin bir şekilde. Başka bir koridora daha sapıp bir süre ilerledik ve mahzenin girişinin bulunduğu demir parmaklıklarla çevrili geniş alana girdik. Burası hücrelerimize götürülmeden önce hep birlikte durduğumuz ve tüm o ağır gerçekleri öğrendiğimiz yerdi. 

Mahzenin girişinde sesler duyduğumuzda Eris'i karşımızdaki koridora yönlendirdim. Tam dönmek üzereyken biri adımı seslendi. Yavaşça arkama döndüğümde Toprak ruhsuz bir ifadeyle bana bakıyordu. Kıvırcık saçları dağılmış, göz altları şişmişti. Sonunda ortaya çıkmaya karar vermişti demek.

"Eğer çıkmamıza yardım etmeyeceksen git buradan Toprak. Yüzünü bile görmek istemiyorum." dedim öfkeyle. 

"Gidersem kurtulabileceğini mi sanıyorsun?" diye sorduğunda cevap vermedim. Onunla herhangi bir şekilde iletişim kurmak istemiyordum ve sanırım o da bunu anlamıştı. "Artık kurtulmanı istemiyorum zaten." diyerek belinden bir silah çıkarıp bana doğrulttu. 

Eris panikle nefesini içine çekerken Toprak'a son kez bakıp Eris'e döndüm ve ellerini tuttum. "Eris, şimdi buradan gidiyorsun ve diğerlerine ulaşıyorsun. Onun derdi benimle, sana bir şey yapmayacaktır." diye fısıldadım. 

"Saçmalama Simay. Seni burada bırakmam." dedi sertçe. 

"Burada kalman hiçbir işe yaramayacak. Merak etme, iyi olacağım. Sen birilerine haber ver." dedim ve onu koridora doğru hafifçe ittim. 

"Ama-" 

"Hadi, çabuk ol." diyerek tekrar Toprak'a döndüm. Silahı hâlâ bana doğrultuyordu. 

"Birileri gelene kadar her şey bitmiş olacak sevgilim." dediğinde yüzümü buruşturdum. 

"Senin sevgilin falan değilim. Kes şu saçmalığı." dedim.

"Merak etme, tek başına gitmeyeceksin." dedi bana aldırmayarak. "Ben de arkandan geleceğim ve sonunda aramızda hiçbir engel kalmamış olacak." Kesinlikle son gördüğümden beri daha çok delirmişti. Bakışlarındaki ruhsuzluk ve kararlılık beni ürkütse de yavaşça ona yaklaştım. 

"Aramızda asla kurtulamayacağın bir engel var: Alkın'a olan aşkım."

"Beni kışkırtmak istediğine emin misin?" diye sordu. Gözlerinin çevresi kızarmaya başlamıştı. Fazlasıyla öfkelendiğini biliyordum fakat buna rağmen elindeki silahı titretmeden tutabiliyordu.

"Seni kışkırtmaya çalışmıyorum ki. Sadece gerçekleri söylüyorum. Hiçbir zaman kabul etmek istemediğin gerçekleri." 

Toprak sertçe yutkunurken bana doğru bir adım attı. "Birazdan bu gerçeğin hiçbir önemi kalmamış olacak. Ya benimsin ya da benim, Simay. Başka yolu yok." Ondan nefret ediyordum fakat şimdi kendimden de nefret etmeye başlamıştım. Onun bu yüzünü nasıl en başından beri görememiştim ki? 

Alkın'ın uyarılarını dinlemem gerekirdi. Ben büyük bir aptaldım. Toprak'ın bu kadar ileri gidebileceğine ihtimal vermemiştim. 

"Simay!" Alkın'ın sesiyle arkama döndüm. Dağılmış görünüyordu ama ayaktaydı. Onu gördüğüme hiç bu kadar sevinmemiştim. Yeşilimsi mavi gözleri hızla beni baştan aşağı süzdü ve gözleri arkama takılarak endişeyle büyüdü.

Her şeyi unutup ileri atılarak "Alkın! İyi misin?" dedim ve ona ilerlemeye başladım. 

Alkın telaşla "Simay dur!" dese de durmadım. Sonunda ona kavuşmuştum. 

Gülümseyerek "Seni çok-" diye başladığımda silah sesini duydum. Saliseler içinde sırtımda büyük bir acı hissederken "...özledim." diye fısıldadım.

Alkın'ın gözleri hızla dolarken başını iki yana salladı. "Yapma, hayır." Bana doğru koşup beni kavradığında birlikte yere çöktük. Sırtımdaki korkunç yanmaya rağmen gülümsedim. Sonunda kollarının arasındaydım. Güvende olduğum tek yerde. Ve burada ölmek beni hiç mutsuz etmezdi.

Bir silah sesi daha duyulduğunda ikimiz de bakışlarımızı birbirimizden ayırmadık. Gözyaşları yanağına inerken "Sakın beni bırakma." dedi acıyla. "Sen ölürsen ben de ölürüm." Başını boynuma yasladığında sağ tarafıma baktım. Toprak yerde hareketsiz bir şekilde yatıyordu.

Alkın sırtıma bastırdığında acıyla inledim. Başını boynumdan çekip hızlıca "Hiçbir şey olmayacak. Dayanman lazım. Seni buradan çıkaracağım. Söz veriyorum." diyerek yarama daha çok bastırdı. 

Bakış açıma koridordan hızla dönen babam girdiğinde gözümden bir damla yaş süzüldü. Babamın gözleri beni buldu ve korkuyla irileşti. "Simay?" 

Alkın boğuk bir sesle "Vuruldu! Kurtar onu!" dediğinde babam telaşla yanıma geldi ve eğilerek sırtıma baktı. 

Eli saçlarımı okşarken "Bir şey yok kızım. Geçecek, merak etme." dedi fakat sesi titriyordu. Parmaklarını yarama bastırdığında dudaklarımı ısırdım.

Aklıma gelen düşünceyle irkilerek Alkın'a baktım. Elim karnıma giderken "Ona bir şey olmuş mudur?" diye sordum zorlanarak. Artık aldığım her nefes benim için bir işkenceye dönüşmeye başlamıştı. 

Alkın derin bir nefes almaya çalıştı. "Hayır güzelim, olmamıştır." 

Babam dişlerini sıkarak "Onu hamile mi bıraktın?" diye sorduğunda halim olsaydı utanırdım. Ayrıca babam şu an çok yanlış bir şeye takılıyordu. 

Alkın sertçe "Bu dünyada değil." dedi. "Bir şeyler yap artık." 

"Onu hemen çıkarıyoruz-" derken üzerimizde açılan kapıyla cümlesi yarıda kesildi. 

Alkın korkuyla yukarı bakarken "Hayır, şimdi olmaz." dediğinde ikisinin kolları arasında yükselmeye başladım.


Continue Reading

You'll Also Like

53K 1.4K 77
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi
400K 21.7K 47
Bitmiş bir hayatı ancak o hayatının katilinden alınmış soğuk bir intikam canladırır. Peki bunu Kristen,hayatını saran onca sırlar arasında ne kadar b...
971K 50.8K 82
#1 kurtadam 21.04.2020 #1 vampir 29.01.20 #3 macera 21.05.21 Annesinin ve babasının ayrılması üzerine Laura ne kadar babasına düşkün olsa da annesini...
3.8K 83 12
Annesi kaçmış, baba dayağıyla büyümüş, 5 yaşında kardeş acısıyla tanışmış bir çocukluktan, fahişelerin ve devrin en büyük kabadayısının yanında geçen...