ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

By ozcelikdilaraa

2.2M 186K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... More

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne

10.2K 1K 1.4K
By ozcelikdilaraa

Hello ordum da ordummmm. Bu hafta size aşık bir giriş yapayım dedim. Gerçi hep aşığım sdklfbdsf Başta konuşunca beni ciddiye alıyonuz. Ciddi Kaossss

Sınırlaaaaar. 300 oy ve 900 yorum sınırından devam benim minik fındık farelerim. Geçen hafta sınırı baya geçtiniz hırtlarım sizi severken. Bu nasıl bir kelimeyse sdslfjpds. Bölüm 5 K kısa diyen kurşunu getirsin ssdnlşsşjdfp

Önemli duyuru. Sınırı geçerseniz ki bence geçersiniz haftaya bölüm 1 Ocak pazar 20.45'te, 21.00'da Bir Damla Brh+ ilk bölüm geliyor. Buradan oraya gelmezseniz valla çok fena şeyler yaşatırım Rae'ye acımam he sdkfıhd. Bundan sonra her hafta cuma ve cumartesi iki ayrı kurguyla sizi kaosa doyurmaya geliyorum oleeeeey

Bölüm sonundan sonra buraya uğrayın dslfjsdfds

Sizi sonsuzluk kadar seviyorum. İmzamı bölüm sonuna atıyorum.

  Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne

  Suyun kenarına bıraktığım tuniğimi üzerime giyerken ellerim titriyordu. Tutkunun zihnimde ve bedenimde yarattığı sarsıntılar sona erdiğinde çok geçmeden hiçbir şeyin yoluna girmediğini fark ettim. Rae fiziksel olarak beni affetmiş olabilirdi ama ruhu hala acı içindeydi ve benim ona ulaşmamı istemiyordu. Bunu sırtı bana dönük olan çıplak bedeninden ve omuzlarındaki rahatsız diklikten anlayabiliyordum. Beni seviyor ve özlüyordu ama affetmek onun için şu an söz konusu bile değildi.

  Onu huzursuz ediyordum, varlığım onu huzursuz ediyordu. Ona hak veriyordum, aynı şeyi yapmaya beni zorlayan o olsaydı onu hemen affedemezdim. Ben sırf beni kandırdığına inandığım için ondan kaçmış ve aylarca Kirke'nin yanına sığınmıştım. Şimdi ondan sırf geri döndüğüm için beni hemen affetmesini bekleyemezdim. Affetmesini istiyordum ama onu bunun için zorlayacak kadar bencil olamazdım.

  Islanan saçlarımı örerek uçlarını birbirine bağladım, arkaya attım. Tüm cesaretimi toplamaya çalışırken kesinlikle Kirke'nin bunun için de bir karışımı olmasını diliyordum. "Hiçbir şey değişmeyecek, değil mi?" Bir anlığına sesimin kaynak suyunun fokurtuları tarafından yutulduğunu düşündüm çünkü Rae hiçbir cevap vermeden hala suya bakmaya devam ediyordu. "Rae?"

  Sonunda bana döndüğünde az önce onu affetmemi beklememi söyleyen adam yerine öfkeli bir tanrı buldum karşımda. "Ne dememi istiyorsun Mara?" Dudaklarını birbirine bastırdığında öfkesini yatıştırmaya çalıştığını anlayacak kadar iyi tanıyordum onu. "Bir buçuk sene, sensiz, seni öldürdüğümü düşünerek bir buçuk sene geçirdim ben. Değiştirmek istediğim çok şey var ama yapamıyorum."

  Nihayet yüzünü bana döndüğünde kıyafetleri üzerinde belirdi. Onunla yine böyle bir günde tanışmıştım, su onu daima bana getirmişti. Fakat bu sefer su bile onun bende kalmasına yeterli gibi durmuyordu.

  Kaynak suyunu çevreleyen kayalardan birine oturdum, yüzeyi de en az suyun kendisi kadar sıcaktı. "Bana her şeyin bittiğini mi söylüyorsun?" Sorum dudaklarımdan dökülür dökülmez orada zehir gibi bir tat bıraktı, ağırlığı önce kalbimi sonra da tüm bedenimi kuşattı. Cevabını almaktan korktuğum sorudan nihayet ortadaydı.

  Rae hafifçe gülümsedi. "Yine kaçacak mısın?" Gülümsemesi öfkeli bir kahkaha ile sonlandı. "Yine bencil davranacak mısın?"

  Ellerimi kucağımda birleştirerek çenemi dikleştirdim. "Ben ne yaptıysam senin ve Troya'nın iyiliği için yaptım."

  Rae'nin karanlığı patlayıp zemini titrettiğinde neredeyse kayadan tekrar suya düşüyordum ama son anda tutunmayı başardım. Tavandaki sarkıtların bir kısmı bizden uzağa yere düşerken Rae karşımda belirdi. "Ben hiçbir zaman senden benim için kendini feda etmeni istemedim Mara." Sesi gücünün öfkeli tavrının aksine kontrollüydü. "Ben sana hiçbir zaman yeniden tek parça olmak istediğimi söylemedim."

  Cesaretim, neredesin? "Ben yapılması gerekeni yaptım ve bundan pişman olmadığımı da söyledim."

  Rae kollarını iki yanımdan kayaya dayadı, konuşmadan önce diliyle alt dudağını ıslattı. "Yapılması gereken benim yanımda kalmandı. Yapılması gereken benimle evlenmen ve bir aile olmamızı sağlamandı. Yapılması gereken, sikeyim Mara, yapılması gereken tek şey bizi diğer her şeye tercih etmendi." Başını iki yana salladı, öfkeli gözlerinde yıldızlar patladı. "Sen benden sadece seni almadın, sen benden ailemi, Rayen'i aldın."

  Genzim yanmaya başladı, bakışlarımı onunkilere kaldırdım. "Bana bir cevap vermedin," diyerek onu zorladım. Suratını çevirdiğinde çenesini sıkıca tutarak tekrar bana bakmasını sağladım. "Bana her şeyin bittiğini mi söylüyorsun Rae?"

  Çenesinin üzerinde duran elimi kavradı. "Bitmesini mi istiyorsun?" Karanlığı ikimizin de etrafına dolanırken artık kaynak suyunun sıcaklığı yoktu, etraf buz gibiydi. "Onu mu istiyorsun?"

  Sorusu beni o kadar şaşırttı ki ona verecek uygun bir cevap bile bulamadım. "Rae," diyerek onu uyardığımda elimi bıraktı.

  Geri çekilerek benden uzaklaştı, karanlığı bir kez daha yeri titretti. "Onun zihnini gördüm Mara, ona sarıldığını, onun kollarında ağladığını gördüm." Karanlığı kaynak suyuna çarptı, su büyük bir güçle etrafa yayılırken ikimizi de sırılsıklam etti. "Sana dokundu, seni yıkadı ve sana baktı." Tüm bedeni titrerken gözleri korkutucu bir gümüş renge dönüştü. "Kendini ona açtın, benim yanımda her zaman güçlü olmaya çalışırken onun yanında güçsüz olmayı umursamadın."

  Nihayet kayadan kalktım, benimle birlikte tuniğimden akan sular ıslak zemine damladı. "Yeter artık!" Bağırışım kendi içimdeki gücü uyandırdı, parmaklarımın sıcaklıkla damgalandığını hissettim. "Apollon'un ne düşündüğü umurumda bile değil. Çok merak ediyorsan benim zihnime bak, Rae. Bütün mesele benim ne düşündüğüm mü yoksa onun ne düşündüğü mü?"

  Sert bir sesle, "Hayır," dedi, bir adım geri çekildi.

  Gücüm parmak uçlarımdan sızdı, çatırdadı. "Neden?"

  "Çünkü orada göreceğim şeyden korkuyorum."

  İkimiz de sustuk, güçlerimiz birbirini selamlamak için iç içe geçse de anlaşılan biz onlar kadar bağışlayıcı olamıyorduk. En sonunda bu ıstırap dolu sessizliği bozmak için, "Lethe'nin suyundan içecektim," dedim, Rae'nin karanlığı geri çekildi. "Hades seni hatırlayarak daha fazla acı çekmemem için bana Lethe'nin suyundan verdi."

  Başını iki yana salladı. "Yani ben unutmayı tercih edecektin." Hızla yeniden karşıma dikildi, kollarımı sıkıca tuttu. "Ben her günümü senin acınla geçirirken sen acını mı dindirecektin?"

  O bana karşı çıkamadan suratına dokundum ve o istese de istemese de düşüncelerimi ona akıttım. Ona, yeraltı dünyasında yaşadıklarımı, Hades'e Rae'ye onu sevdiğimi söylemesi için yalvarışımı gösterdim. Ona, ölümden döndüğümde aklıma gelen ilk şeyin o olduğunu, Apollon'un bana onun için ağladığım zamanlarda teselli etmek için sarıldığını, bozulan yeminin beni nasıl ateşler içinde bıraktığını gösterdim. Her şeyi, içimde ne varsa ona gösterdim. Kirke'nin bana söylediklerini, onu büyülemekten başka bir çarem olmadığını. O acı içinde dizlerinin üzerine çökene kadar da göstermeye devam ettim.

  "Dur artık," dediğinde bile durmadım, kalbimin derinliklerine gömdüğüm her şeyi ona gösterdim. Artık ben de dizlerimin üzerine çökmüştüm ve yaşadığım her şeyin acısından bedenim titriyordu. Fakat yine de durmadım, görmesini istediğim ne varsa hatta daha fazlasını bile gösterdim ona.

  Gelinleri, yeniden bir bütün oluşumu, onun için nasıl her şeyi feda ettiğimi gösterdim. Gösterdim ki acısı biraz dinsin, tek acı çekenin kendisi olmadığını bilsin.

  En sonunda ellerimi suratından çektiğimde nefes nefese kalmıştım. "Gördün işte," diye fısıldadım. "Her şeyi gördün."

  Sular bir kez daha yükselip üzerimize yağarken Rae'nin omuzları çöktü, parmakları yere sıkıca battığında orada elinin şeklinde çukurların oluştuğunu gördüm. "Mara," diyerek söze başlasa da devamını getirmeyip sustu.

  "Başkasıyla evliyken bile, seni gördükten sonra kimseyi istemedim." Derin bir nefes alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. "Bizi birbirimize bağlamasaydım, başkalarının kolları bana zevk verebilecek olsaydı bile bunu yapmazdım."

  İkimiz de dizlerimizin üzerinde durarak birbirimize bakarken Rae'nin ne düşündüğünü anlamak için zihnine sızmaya çalıştım ama beni gücünden bir kalkan karşıladı, hızla geri çekildim. "Geri dönmemiz lazım." Söylediği tek şey buydu ve ayağa kalkarak etrafına bakındı, mağaranın tavanında bir delik oluşturduğunu fark edince suratını buruşturdu.

  "Söyleyeceğin tek şey bu mu?" diye sorduktan sonra ben de ayağa kalktım. "Sadece geri dönmemiz gerektiğini mi söyleyeceksin?"

  Sakin bir sesle, "Gördüm ve bildim," dedi. "Ama hala zamana ihtiyacım var Mara. Şimdi sadece kendi yaptıklarımı değil senin de yaşadıklarını sindirmem gerek." Gücü beni kavrayıp ona çekti, yanaklarımı sıkıca kavradığında beni öpeceğini düşünsem de alnını alnıma dayamakla yetindi. "Ve bitmedi." Suratımı kaldırdığımda benden uzaklaştı. "Geri dönelim."

  Üst kata, kaya tapınağa çıktığımızda tuniğimin ıslaklığı beni üşütmüştü. Elimde olmadan kollarımı bedenimin etrafına doladığımda Rae yanıma gelerek ellerini kıyafetimin ince kumaşında gezdirdi, kumaş saniyeler içinde kururken suratında tembel bir gülümseme belirdi. "Güçlerin arttı mı?" diye sorarken bir yandan da kuruyan elbiseme bakıyordum.

  Dışarı çıkmam için elini bana uzatırken, "Tahmin bile edemezsin," dedi ve elimi sıkıca tutarak beni de beraberinde dışarı çekti.

  Harabeler ve ormanın sınırına ulaştığımız anda ise onu gördüm. Apollon oldukça gergin bir tavırla bir ağacın gövdesine yaslanarak bizi bekliyordu. Rae'nin, benim olanı istediğini gördüm diyen sesi zihnimde yankılanırken onun yanımdaki bedeni rahattı. Sanki orada, suyun içinde bana adını andığım için kızmamış gibi, bana dokunduğu için onu öldüreceğini söylememiş gibi rahat bir tavırla başını eğerek Apollon'u selamladı.

  Apollon bir kaşını kaldırarak, "Rae," dedikten hemen sonra gözleri bana ve koluma döndü. "İyileşmişsin." Apollon kolumu tutmak için uzandığında Rae'nin ona engel olan elleriyle karşılaştı.

  Kehanet tanrısı suratında sakin bir gülümsemeyle ikizine bakarken, "Bu arada," dedi ve Apollon'un elini sert bir şekilde itti. "Ona bir daha dokunacak olursan bu kadar sakin davranmam."

  Apollon alayla onu süzdü. "Bu sakin halin mi kardeşim," derken bir adım geri çekilmişti bile.

  Rae de aynı alaycı bakışla ona karşılık vererek, "Sakin olmayan halimi görmeni tavsiye etmem," dedi.  "Ne kadar acımasızlaşabileceğimi en iyi sen biliyorsun."

  Aralarındaki gerilim midemden tüm bedenime yayıldı, Apollon'la göz göze geldik. "İyileşmene sevindim Mara," dediğinde ifadesi yumuşamış, anlayışlı bir hal almıştı. "İstersen hana geri dönebiliriz."

  "Gerek yok," dedi Rae, hafifçe koluma dokundu. "Yeniden saraya yerleşeceksin." Apollon'a döndü. "Ve sen de."

  Apollon başını sallayarak onu onayladı. "Sen nasıl istersen kardeşim," diyerek sorun çıkartmasa da aralarında büyük bir sorun olduğunu biliyordum. O sorun bendim ve bundan nefret ediyordum.

☽☽☽

  Rae'nin sarayındaki yeni odamda yalnız kaldığım ilk anda yatağın üzerine çökerek etrafa baktım. Bir yanım beni yeniden kendi odasına kabul etmesini ummuştu ama anlaşılan bu umut boşa çıkmıştı. Ona istediğini verecektim, ihtiyacı olan tüm vakit onundu. En azından saraya geri dönmem bile onun için bir gelişmeydi, bunun farkındaydım bu yüzden onu daha fazlası için zorlamadan önce yeniden burada olmama alışmasına izin vermeye karar verdim.

  Saraya döndüğümüz anda Ephi ve Dora bizi karşılaşmıştı. Dora her zamanki gibi mesafeli olsa da Ephi'nin suratındaki ifadeden neler olduğunu anlamaya çalıştığını ve bocaladığını görmüştüm. O da Troya halkının kalanı gibi benim bir hain olduğumu düşünüyordu ve anlaşılan nasıl olup da saraya geri döndüğümü merak ediyordu.

  Rae genç rahibenin şaşkınlığını fark etse de onlara beni doğu kanadında bir odaya yerleştirmelerini, Apollon'u ise de batı kanadında bir odaya yerleştirmelerini söylemişti. Apollon Rae'nin bizi iki ayrı kanada yerleştirdiğini duyduğunda ise sadece gülmüş ve odasının olduğu kanada doğru gitmek üzere Dora'yı takip etmişti.

  Apollon'la konuşup Rae'nin zihninde gördüğü neyse netleştirmem gerektiğinin farkındaydım ama bunu hemen yapabileceğimi düşünmüyordum. İstesem de istemesem de ölümden döndükten sonra bana arkadaşlık etmiş, benimle ilgilenmişti. Bazen bir şeyi bilmekle karşındaki kişiden o şeyin gerçek olduğunu duymak orasında fark olurdu, kelimeler sanki onu daha gerçek kılar ve artık geri dönülmez bir yola girerdiniz.

  Apollon'la konuşursam onun arkadaşlığını kaybedeceğimi biliyordum ve henüz benim için yaptıklarını ona bir şekilde geri ödemeden bu arkadaşlığın bitmesine hazır değildim. Ne olursa olsun benim için çok fazla şey yapmıştı, işin aslını ondan duymaya ve başa çıkıp çıkamayacağımı görmeye hazır olmadan önce onunla yüzleşmeye hazır değildim.

  Ephi'yle konuşmadım, kendimi bir kez daha açıklamaya da hazır değildim bu yüzden odamda beni tek başıma bırakıp çıkmaması için ona hiçbir şey söylemedim. Kimseyle yüzleşmek, başımdan geçenleri defalarca anlatmak istemiyordum, odamın sessizliğine sığınmak şu an için en iyisiydi.

  Oda neredeyse Troya'ya ilk geldiğim zamandaki odamın aynısıydı. Küçük yatağa yayılarak derin bir nefes aldığımda her şeye rağmen gülümsedim çünkü evimdeydim. Sanırım rahatlamayla kendimden geçmiş olmalıyım çünkü odamın kapısı açıldığında hava kararmıştı.

  Gelen kimse odaya adımını atar atmaz tüm mumlar yanmıştı ve ben onun suratını görebilmiştim. Karr gülümsemeyerek yatağın ucuna oturduğunda doğruldum. "Tanrılar, bir daha seni bu sarayda göremeyeceğimi düşünüyordum."

  "Ben de," diyerek itiraf ettikten sonra uyurken karışarak suratıma yapışan saçlarımı düzeltmeye çalıştım. "Burada olmayı özlemişim."

  Eğilip kafamın tepesindeki bir düğümü çözmeme yardım ederken, "Konuşabildiniz mi?" diye sordu. "Rae o kadar da öfkeli durmuyordu, yani en azından sana karşı."

  Ellerimi kucağıma indirdikten sonra ona harabelerde yaşadıklarımızı belirli ayrıntılar dışında özetledim. Fısıldayarak, "Sence bu mümkün olabilir mi?" diye sordum. "Apollon," diyerek söze girdim ama devamını getiremeden sustum.

  Karr ellerini iki yanına dayayıp hafifçe arkaya yaslandı. "Mara, hala önceki hayatını hatırlamıyorsun değil mi?"

  Başımı iki yana salladım. "Bence Lethe'nin suyundan içtim," diyerek tahminimi onunla paylaştım. "Hiç yeraltı dünyasına inmesem de o yaşamımı hatırlamamanın sebebinin bir şekilde bu olduğunu düşünüyorum. Bence biri bana her şeyi unutmam, Rae'yi unutmam için Lethe'nin suyundan içirdi."

  Karr'ın gözleri bir değerlendirme yapar gibi kısıldı. "Bu mümkün de olabilir, olmayabilir de," dedikten sonra boğazını temizledi. "Mara, peki neden Apollon sana yardım etti?"

  Uzanıp elimi tuttuğunda başımı bilmediğimi belli etmek için salladım. "Emin değilim, sanırım ondan ben yardım istemişim."

  "Neden o yardımı özellikle ondan istedin?"

  Bir süre sessiz kaldım ama içim içimi yiyecekse konuşmaya karar verdim. "Apollon'un eğer doğruysa, o zamandan beri bana karşı bir şeyler mi hissettiğini düşünüyorsun?"

  Karr elini çekip tekrardan yatağa koydu. "Bilmiyorum, sadece tahmin yürütüyorum. Hepimiz onun seni kaçırdığını düşünüyorduk ama bir şekilde seni korudu. Bunu bana sen anlattın, bir şekilde Apollon seni Rae'yi öldürmesi gerektiğini söylemeye zorlamış. Eğer böyleyse, sana bunları yaptırdıysa neden yardım istediğin kişi o olsun ki?"

  Rae gününde tapınağa gitmiştim ve orada gördüğüm şeyi hala net bir şekilde hatırlıyordum.

"Söyle," dedi. "Şarkını söyle."

  Aldığım komutla birlikte dudaklarım aralandı. "Verilmesi gereken karar verildiğinde, şerrin gazabı geç kalmışların üzerine. Kardeşlerin kanı döküldüğünde, ödenecek bedeller bunun üzerine." Sessizlik her yeri kapladı. "Fısıldadı gökteki kartal öbür kardeşe, sapla hançeri göğsüne diye. Sapla ki öldüremesin seni, dökemesin kanını titanların üzerine. Yer yok aynı zamanda ikinize de, gün mutlaka boğulur gecede. Ve öldürdü onu güneş bir kez daha düşünmeden, sapladı hançerini tam göğsüne. Haykırdı tanrı öfkeyle, neden diye. Yükseldi Apollon'un öfkesi Rae'nin üzerinde, cevap verdi ona ben yaşayayım diye."

  Selene'nin şarkısının Apollon'un hükmettiği dudaklarımdan döküldüğünü duyduğumda dizlerimin üzerine çöktüm. Bu güçsüzlüğüm Apollon'u keyiflendirdi, beyazlar içindeki halim ortadan kaybolurken bana yaklaştı. "Tanrıların ozanı," dedi keyifle mırıldanarak. "Bana sen söyledin ne yapmam gerektiğini. Rae'nin şarkısı dudaklarından döküldüğü anda artık çoktan ölü tanrının şarkısına dönüşmüştü."

  Vicdan azabı beni bir tokat gibi vururken Apollon'un durmaya niyeti yoktu. "Senin ne olduğunu ben biliyorum kadın," derken kanatları hemen karşımda yükseliyordu. "Sen ne bir ölümlüsün ne de bir tanrıça." Elinin tersiyle suratımı okşadığında ona sertçe vurdum ama bu onu yalnızca güldürdü. "Sesi tatlı bir ozansın ama aslında olduğum kişinin kim olduğunu bilsen Troya'nın duvarlarını tek başına bile yıkarsın."

  Ellerimle ağzımı kapattı. "O zaman biliyordu," dedim gerçeği fark ederek. "Zeus'un beni özellikle yarattığını, kendine bağlı olması gereken kusursuz insanlığın ilk üyesi olduğumu biliyordu."

  Karr'ın çenesi kasılırken odadaki mumlar titreşti. "Biliyordu Mara ama asıl önemli soru bunu nasıl bildiği."

  Kafam iyice karışarak, "Bunu ona benim anlattığımı mı düşünüyorsun?" diye sordum.

  Karr dalgın bir tavırla çenesini okşadı. "Apollon'un seni götürmesiyle Medusa'ya gitmen arasındaki zaman boyunca ne olduğunu bilmiyoruz." İşaret parmağını çenesine dayadı. "Keşke o zamanlarda neler olduğunu hatırlamanın bir yolunu bulsaydık."

  "Bu neden bu kadar önemli sence?"

  Bana bakışında tatsız bir şeyler vardı. "Mara, olduğun kişiden çok farklısın. Ben konuşunca genelde taşak geçiyorum sanıyorsunuz ama gerçekten de ölüm sana yaradı, yani geçen sefer. Geri döndüğün kadınla gittiğin kadın aynı değildi." Gözlerini devirdi, sanki doğru kelimeleri bulmakta güçlük çekiyor gibiydi. "O zamanlar daha farklıydın, daha soğuk ve daha bencil. Bazen bakışlarındaki mesafeleri görebilirdim, benimle hiçbir zaman düzgün bir ilişki geliştirmeyi denememiştin bile."

  Ne demek istediğini anlayarak gözlerimi kapattım. "Benim bir şeyler gizlediğimi düşünüyorsun," diye fısıldarken tüm kalbimle bunun olmaması için dua ediyordum. "Benim o zamanlarda zaten bir şeyleri bildiğimi düşünüyorsun."

  Karr tekrar elimi tuttu. "Belki de bunu kendine sen yapmışsındır, belki de sen kendine her şeyi unutturmuşsundur. Bir şeyi ya da birini korumak için bunu yapmış olabilirsin." Durdu, sözlerinin bende oluşturduğu etkiyi izledi. "Belki de bu yüzden Apollon'dan yardım istedin."

  "O zaman mutlaka geçmişi hatırlamanın bir yolunu bulmam lazım."

  Karr elimi güven verircesine sıktı. "Bunu bir araştıracağım ama bence şimdilik bu aramızda kalsın çünkü Rae Apollon'un adını her duyduğunda sinirden kendinden geçiyor." Yataktan kalkarken rahatlamış hatta gülümsemeyi bile başarmıştı. "Bazı şeyler hiç değişmiyor değil mi? Yine aynı yerdeyiz işte, Rae yine Apollon'u dünyanın sonuna kadar kovalamak istiyor." Ona bir cevap vermeme fırsat tanımadan odanın içinde dolanıp pencereye yaklaştı. "Helene gitti," derken sırtını pencereye verip yüzünü benden yana döndü. "Çoğu kişi gitti, Phoiniks bile."

  Göğsüm hüzünle kalkıp indi. "Tara da gitti."

  Karr'ın gülümsemesi genişledi ama bunun duygularını gizleme biçimi olduğunu anlayacak kadar onu tanımıştım. "O konuyu hiç açmayalım." Omuz silkerek pencerenin yanındaki sandığa uzandı. "Aslında buraya seni akşam yemeğine çağırmak için gelmiştim, prensesle de tanışmış olursun."

  Krētē Prensesi. "Sanırım onu tanıyorum," diye mırıldandım. "Troya'ya gelirken yolda saldırıya uğradı, onu ben kurtardım."

  Karr'ın ağzı şaşkınlıkla açıldı. "Prenses Ophils'i kurtaran o gizemli kadın sen misin?" Başımı sallayarak onu onayladığımda dudaklarından şaşkınlık yüklü bir ses döküldü. "Tanrılar, bu gerçekten ilginç."

  Apollon'un onu kurtarmamam gerektiğini söyleyen sesi zihnimde dönüp dururken, "Neden böyle söyledin?" diye sordum.

  Karr sandıktan çıkarttığı temiz bir tuniği yatağa bıraktıktan sonra yeniden karşıma oturdu. "Prensesin sığınma talep ettiğini biliyorsun ama Rae kabul etmedi, iki hafta içinde şehirden ayrılmasını istedi."

  Şaşırmıştım çünkü Rae böyle bir şeyi reddedecek biri hiçbir zaman olmamıştı. "Bu tuhaf," dedim kaşlarımı çatarak. "Rae ondan yardım isteyen kimseyi geri çevirmez."

  Karr dilini alt dudağında gezdirdi. "Mara, prensesinin istediği sıradan bir sığınma talebi değil," derken kızıl gözleri bir kez daha beni ölçmek için kısıldı. "Rae'den onu şehre yerleştirmesini ve onunla evlenmesini istedi."

  Odadaki tüm mumlar sönerken gücüm benden izin almadan fırladı, altımızdaki yatak kırılırken ikimiz de bir anda kendimizi parçalanmış tahtaların üzerinde bulduk. "Ne istedi dedin?" diye sorarken gücümün etrafımda saldırmaya hazırlandığını biliyordum. "Ne istedi dedin Karr?"

  "Siktir!" Karr yataktan geride kalanların arasından sıyrılmaya çalışırken ben çoktan ayaklanmıştım. "Sakinleş, Rae onu geri çevirdi ve Sparta'ya güven içinde gitmesini sağlayacak, Troya'da kalmayacak."

  Sesini duymaz olmuştum.

  Kapıya yöneldiğimde arkamdan, "Mara," diye seslendi. "Üstün talaş kaplı, en azından temiz bir tunik giy."

  Kapının kolu elimde kalınca onu yere fırlattım. "Sikerim tuniğini."

  Karr da peşimden koşarak odadan çıktığında çoktan yemek salonuna giden koridora sapmıştım bile. Bana en sonunda yetiştiğinde çoktan sadece tüllerle örtülen kapıdan geçmiştim bile.

  İçeri girdiğimde bakışlarım hemen masadakilere kaydı. Rae gergin bir tavırla elindeki kadehi kavrayarak baş köşede otururken Artemis onun soluna yerleşmişti. Apollon ise en az Rae kadar gergin bir tavırla Rae'nin sağına, bir sandalye boş bırakarak oturmuştu.

  Karr, "Harika zamanlama," dediğinde arkamı döndüm ve prensesle burun buruna geldim.

  Ophils şaşkınlıkla açılan iri gözlerle, "Siz," dediğinde Karr koluma girerek beni masaya yönlendirdi.

  Prenses de peşimizden masaya ilerledi, Rae'nin sağındaki boşluğa yürüdüğünü fark ettiğim anda gücümü ayak bileklerine dolayarak onu geri çektim. Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırarak etrafına bakarken onu geçerek Rae'nin yanına oturdum.

  Rae beni gördüğünde kadehini masaya bıraktı. "Dinlenebildin mi?" diye sorsa da gerçek düşüncelerimi görüyordu, öfkemi biliyordu ama bir şekilde bana kendimi ifade etmem için veriyordu. O da gergindi ve masanın üzerindeki eli yumruk olmuştu.

  Sorun değildi, ben de gergindim ve bu konuda onunla yarışabilirdim. Boğazımı gürültüyle temizledikten sonra ona gülümseyerek baktım. "Dinlendim," dedikten sonra hemen yanımdaki testiden kadehimi ağzına kadar şarapla doldurdum.

  Ophils üzerindeki şaşkınlığı atarak Artemis'in yanına oturduğunda Karr da Apollon'un yanına oturdu. "İyi akşamlar," diyerek masaya seslense de ona kimse cevap vermedi.

  Apollon başını ki yana sallayıp kendi şarabına uzandı, masadaki herkesi süzerken içkisinden büyük bir yudum aldı. Bekliyordu, birazdan benim kopartacağım kıyameti beklediğini adım gibi biliyordum.

  Rae sırtını dikleştirerek, "Mara, Ophils Krētē Prensesi," diyerek açıkladı.

  "Biz tanıştık," dedim tabağıma bir parça kurutulmuş et alırken. "Prenses yolda saldırıya uğradığında onu kurtaran bendim."

  Rae başını sallayarak gözlerini üzerime dikse de ben prensese döndüm. Kız kıpırdanarak, "Tekrar teşekkür ederim," diye mırıldandı. "Siz olmasaydınız şu an belki de bu masada oturuyor olmazdım."

  "Neden bu masada oturuyorsun?" diye sorduktan sonra şarabımdan büyük bir yudum alarak ağzımın içinde çevirdim, Apollon hafifçe kıkırdadı. Piç kurusu, bundan elbette zevk alıyordu. Ophils afallayarak suratıma baktığında, "Yani neden şehrinizden kaçtınız?" diye ekledim.

  Ophils'in koyu renk kaşları çatıldı, suratı endişeyle buruştu. Saçları düzgün bir örgüyle sağ omzundan aşağı sarkıyordu. "Şehrimi terk etmek zorunda kaldım. Abim Marseus yakında tahta çıkacak ve beni tahtı önünde engel olarak görüyor."

  Sahte bir şaşkınlıkla ona baktım. "Neden? Onu tahtan indireceğinizi mi düşünüyor?"

  Prenses bir bana bir Rae'ye baktı, Rae devam et dercesine elini kaldırdı. "Ben." Boğazını temizledi, suratı güç de olsa bir gülümseme yerleştirdi. "Halk onu pek sevmez, en büyük çocuk o olsa da herkes benim tahta geçmemi istiyordu bu yüzden idam emrimi verdi ve benim de şehirden kaçmam gerekti."

  Elimi masanın üzerine koyduğumda titrediğine emindim ama suratımdaki dingin ifadeyi korumaya çalıştım. "Siz de Troya'nın sizi koruyabileceğini düşündünüz."

  Kız bu sefer daha güçlü bir sesle, "Evet," dedi. "Buraya sığınmak için geldim."

  Tabağımın kenarında duran bıçağı elime aldım ve kurtulmuş etime takarak havaya kaldırdım. "Ve sen de sığınmanın en iyi yolunun Rae'yle evlenmek olduğuna mı inandın?"

  Prensesin ağzı açılıp kapandı, sonra tekrar açıldı. Rae elini bıçağın ucunda asılı duran eti alıp tabağıma geri bıraktı. "Mara," dese de sesinde hiçbir uyarı yoktu ben de bundan cesaret aldım. Bu halim onu memnun ediyordu, biliyordum, beni her zaman pençelerimi çıkartmam için desteklemişti.

  Bıçağı havada sallamaya devam ederek, "Evet prenses, sen de buraya gelip sırf abinden korktuğun için Rae ile evlenmek mi istedin?" Boştaki elimi çeneme dayadım. "Rae'nin bana aşık olduğundan haberin yok muydu?"

  Ophils'in bakışları bıçağıma kilitlendi. "Öldüğünüzü düşünüyordum."

  "Yani ben olmayınca onun öylece seninle evleneceğini mi düşündün?" Dudaklarımı bükerek ona baktım. "Ne şans ama, işe bak ki ben geri döndüm."

  Ophils güçlükle yutkunurken ayağa kalktım, bıçağı o kadar hızlı fırlattım ki kimse fark etmedi. Ophils'in örgüsünün ucu kesik bir şekilde tabağına düşünce çığlık atarak masadan fırladı, Karr kahkahalara boğuldu. "Tanrılar! Bu Mara'yı özlemişim."

  Apollon beni tutmak ister gibi kolunu ileri uzatsa da son anda vazgeçerek yerinde oturmaya devam etti. Şarabımdan son bir yudum aldıktan sonra Ophils'in ağlamaklı gözlerine bakarak, "Bu bir tehdit değildi," dedim. "Eğer bir daha onunla ilgili hayaller kurduğunu hissedersem bir sonrakinin boğazına geleceğinin bildirisiydi." Kadehi masaya gürültüyle bıraktıktan sonra beni suratında şaşkınlık dolu bir ifadeyle izleyen Rae'ye döndüm, anlaşılan bu kadarını o bile bilmiyordu. "Benimle gel."

  Rae'nin bana bir cevap vermesini bile beklemeden kendimi yemek odasından dışarı attım, koridorun sonuna, terasa açılan kapının önüne geldiğimde durdum. Öfkem çatırdayarak karşıdaki kapıya vurduğunda orada bir delik açtı.

  "Sarayı başımıza yıkacaksın," dedi Rae hemen arkamdan.

  Terasa çıkmadan hemen önce, "Yapmadığım şey değil," diyerek yanıtladım onu. "Gücümü ilk keşfettiğimde hatırlarsan odamı yıkmıştım, yine yapabilirim."

  Serin Troya havasına çıktığımda sakinleşeceğimi düşündüm ama beklendiğim gibi olmadı, daha da öfkelendim. Kadınla hiçbir sorunum yoktu, benim sorunum kadının niyetiyleydi. Kimse öylece ben yokum diye şehrime gelerek benim tanrıma sahip olmak isteyemezdi.

  Arkamı dönüp ona baktığımda Rae'nin sakin bir tavırla beni izlediğini gördüm. "Kıskandın," dedi suratında tembel bir gülümseme belirirken.

  Dişlerimi sıkarak sırtımı terasın taş sütunlarına dayadım. "Seninle evlenmek istiyor."

  "Sana dokundu."

  Öfkeyle kafamı geri attım. "Hangimiz daha çok kıskandı yarışı falan mı yapıyoruz, Rae?" Ellerimi taşa yapıştırdım. "En azından benimle evlenmek isteyen biri yok."

  Rae'nin surat ifadesini gördüğüm anda bunu söylediğime pişman olsam da iş işten geçmişti artık. Anında önümde belirdi, suratını benimkine yaklaştırırken başını hafifçe eğdi, dudakları öfkeyle dümdüz olmuştu. "Onun düşüncelerini okumanı öneririm." Ellerini benimkilerin üzerine bıraktı. "Senin güzelliğini benden başka birinin zihninde görmek hoşuma mı gidiyor sanıyorsun?"

  Çenemi dikleştirerek doğrudan gözlerinin içine baktım. "Sen benimsin, benim," dedikten sonra ellerimi çekip suratını kavradım. "Kimse gelip de öylece seninle evlenebileceğini düşünemez."

  Aynı şekilde o da suratımı kavrayarak beni kendine çekti. "Sen de benimsin. Kimse öylece gelip seni benden alabileceğini düşünemez."

  İkimiz de aynı anda ellerimizi indirdik, kısa bir anlığına birbirimize baktık. Hemen sonrasında ikimiz de ileri atılarak ortada buluştuk ve öpüşmeye başladık.

  İnanmadığım tanrılar, bunu bir daha yapamayacağımı düşünüyordum.

  Rae'nin dili anında dudaklarımı aralayıp içeri girerken ellerimi tuniğinin yakasına yerleştirerek onu kendime çektim, dilimle dilini karşıladım. Boynumu tutup beni kendine yasladığında parmaklarımı saçlarına geçirdim, tüm öfkemi saçlarından çıkarttım.

  Elleri boynumdan kalçalarıma inip oraya yerleştirdiğinde hiç düşünmeden bir bacağımı beline dolayıp onu kendime çektim, kendini bana bastırdığında ikimiz de inledik, inlememiz öpüşmemize karıştı.

  Daha önce de sert öpüşmeler yaşamıştık ama daha önce hiç öpüşürken birbirimize bu kadar öfkelendiğimizi hissetmiyordum. Dilini ısırdığımda karşılık olarak alt dudağımı ısırdı, parmakları kalçalarıma battı. Savaşıyorduk. Hangimizin daha öfkeli olduğu, hangimizin daha çok tahrik olduğunun savaşını veriyorduk.

  Elimi ikimizin arasına indirip tuniğini sıyırdığımda bana karşı çıkacağını düşünsem de öyle olmadı, aksine aletini avcuma aldığımda devam etmem için alt dudağımı emip çekti, bir eli benim tuniğimi sıyırdı. Az kalmıştı, her şeyin sonlanmasına, yeniden bir bütün olmamıza sadece bir hareketlik mesafe kalmıştı ama o hareket hiç gelmedi çünkü biri terasta gürültüyle boğazını temizledi.

  Karr gülerek, "Bu an bana neden bir yerden tanıdık geliyor?" diye sorduğunda Rae beni bırakmasa da ikimizin de tuniğini düzeltti. "Hatırladım, Hades sofrada sizi beklerken siz yine terasta işi pişiriyordunuz ve ben de yine sizi basmıştım."

  İkimiz de ona bir cevap vermedik, ikimizin de güçleri aynı anda hareket ederek bizi terastan odama taşıdı.

  Ama Rae anında benden uzaklaşarak kendini yatağın karşısındaki duvara dayadı. "Hayır," dedi kesin bir dille. "Hayır Mara, her şeyi kendi içimde çözümleyene kadar seninle sevişmeyeceğim."

  Eğer az önce bir sınırı daha yıkmamış olsaydı ona karşı çıkardım ama onu ürkütüp ters tepmesinden korkuyordum bu yüzden yatağa oturarak ona baktım. "O zaman benimle kal," dedim. "Senden ayrı uyumak istemiyorum."

  Rae tereddütle yatağa baktı. "Mara."

  Ellerimi havaya kaldırdım. "Sadece uyuyacağız," diyerek ona teminat verdim. "Söz veriyorum seni baştan çıkartmaya çalışmayacağım."

  Hafifçe güldü. "Beni baştan çıkartmaya çalışmadığın zamanlarda bile çıkartıyorsun," dese de yine de yatağa, yanıma yaklaştı.

  Yatağa oturduğunda yatak ağırlığıyla gıcırdadı, ona arkamı dönerek uzandığımda bana arkadan sarıldı. "Bu yatak fazla küçük," dedi kendini yerleştirmeye çalışarak.

  Kalçamı kasıklarına dayadım, ellerini alıp göğsüme koyarak sarıldım. "O zaman beni en başta odamıza yerleştirecektin," dedim.

  Rae eğilip boynumu ısırdı. "Beni tahrik etme."

  "Etmiyorum." Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. "Ama bu ileride etmeyeceğim anlamına gelmiyor."

  Rae ısırdığı yeri hafifçe öptükten sonra gözlerim kapandı ve ölümden döndüğümden beri uyuduğum en rahat uykunun kollarına çekildim.

  İyi bir kardeş, ikizinin sarayı hiçlik tarafından yutulurken kaçmazdı. İyi bir kardeş, ikizinin yardımına koşar, onun iyi olup olmadığını anlamaya çalışır ve gerekirse tüm Olympos'u birbirine katardı.

  Ama Eros hiçbir zaman iyi bir kardeş olmamıştı hatta o, olabilecek en kötü kardeşti. Eğer Olimpiakoí'da en kötü kardeş dalında bir müsabaka olsaydı, Eros kesinlikle altın diademin sahibi olurdu. Lanet ikizi Ritos'un sarayı sikik bir bulut huzmesi tarafından yutulduğunda aklına gelen ilk şey kaçmak olmuştu ve bunu yapmıştı. Ardına bile bakmadan geçitten geçmiş ve oradan uzaklaşmıştı.

  Şimdi o olayın üzerinden yaklaşık dört ay geçmişti ve o günden beri Ritos'tan haber almamıştı. "Bu beni kötü biri mi yapar?" diye sordu aynadaki aksine bakarken. "Yoksa zeki biri mi?"

  Yatağında uyuyan kadın mırıldanarak döndü, aynadan kadının uyanıp çarşafların içinden kendisine baktığını gördü. "Eros?" Kadının sesi tanrının neden yatakta yanında değil de aynanın karşısında durduğunu sorgular gibi çıkmıştı.

  İşin aslı Eros da bunu sorguluyordu. Yatağında güzel bir kadın onu beklerken ne diye kalkıp kendisini düşüncelerle boğmaya başlamıştı ki? Kaşları çatıldı, aynadaki aksinin de kaşları çatıldı. Onu uykusundan bir şey uyandırmıştı, yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu sezmesini sağlayan bir şeyler. Onu rahatsız eden bir şeyler vardı ama o neler olduğunu çözemiyordu.

  Kadın yataktan kalkıp yanına geldi, kollarını gövdesine dolarken yumuşak suratını da omzuna dayadı. "Yatağa gel," diye mırıldandığında Eros hiç istemese de kadının kollarından çıktı. Erotizmin yaratıcısı olabilirdi ama her zaman sevişecek diye de bir kural yoktu.

  Kadının elini tutup onu yatağa geri götürdü ama kadının umduğu gibi yanına geçmek yerine ayakta kalmaya devam etti. Sahi, kadının adı neydi?

  Siktir et şimdi adını, bir an önce bu odadan çıkmalı ve onu rahatsız eden her neyse onu bulmalıydı. Kabul, bir kere daha kadının içinde olmak ona iyi hissettirecekti ama kafasında dönüp duran soruların cevabını yine de bulamayacaktı.

  Kadını yatakta bırakıp üzerine tuniğini geçirdi ve odadan dışarı çıktı. Krētē'ye geleli daha üç gün olmuştu ama bu gece uykusundan üst üste üçüncü uyanışıydı. Kardeşinin zamanına gelir, ondan bir iz arardı ama kimsenin Ritos'tan falan bahsettiği yoktu.

  Korkak diye fısıldadı içindeki ses ona, kardeşinin yanına dönsene, cevaplar orada.

  İşte Eros'un buna cesareti yoktu çünkü korkmuştu. Tanrılar aşkına, kim olsa korkardı. Kronos ve Zeus arasındaki mücadeleden sonra tüm tanrılar bilmedikleri şeylerden korkmaları gerektiğini öğrenmişlerdi. Bilinmeyenin kurcalanmaması, ardındaki karanlığın açığa çıkartılmaması gerekiyordu.

  Peki ya o karanlık çoktan açığa çıktıysa?

  Eros Krētē Kraliyet ailesi tarafından kendisine tahsis edilen evden çıktı. Adadaki balıkçılar çoktan uyanmış, rüzgarları günlerin ardından nihayet gelen dingin havayı değerlendirmek için çoktan küçük teknelerini hazırlamaya başlamıştı.

  Eros sandaletlerini taşlı zemine sürttü, ne yapmak istediğini karar vermeye çalıştı. Zihnini kurcalayan şeyi bir bulsa rahatlayacaktı. Belki o zaman yeniden eve, kadının yanına dönebilirdi.

  İçini çekerek doğmakta olan güneşe baktı ve en iyisinin limana gitmek olduğuna karar verdi. Belki balıkçıları izlerken biraz olsun düşünür, şanslıysa aklını kurcalayan şeyi bile bulabilirdi.

  Bu düşünceler onu limana götürdüğünü kısa süreliğine yalnız kalabildi çünkü prens yanına gelerek onunla birlikte küçük balıkçı teknelerini izlemeye başladı. Tuhaf biriydi, Eros onun tuhaf zevkleri olan bir adam olduğunun farkındaydı. Özellikle erotizme ve aşka hizmet eden bir tanrı olunca adamın her gece üç ya da dört kadınla aynı anda vakit geçirmekten hoşlandığını çok iyi biliyordu. Komikti çünkü adamın odasında kendisinin küçük bir heykeli vardı, bunu biliyordu çünkü kadınların zevke ulaşırken çıkarttıkları sesler bazen onu uykularından uyandırıyordu.

  Eros'un hanesine bir puan, kutsal zevkler onu kuşatsın.

  Ama Eros yine de Prens Marseus'un kötü bir adam olmadığını biliyordu. Her insanın tuhaf zevk anlayışları vardı, bunu yargılayacak son tanrı kendisiydi. Üstelik Dionysos gibi çük şeklinde heykellerinin yapılmadığına da şükretmesi lazımdı. Sadece bir kez kahinler onu ileride kanatlı küçük bir erkek çocuğu olarak tasvir edileceğini söylediğinde çileden çıkmıştı, o kadar. Ha, bir de oku olacaktı ve okla insanları birbirine aşık ettiğine inanacaklardı. Aynen, o ok hepsinin götüne girsin. Hayatında daha önce bu kadar saçma bir şey duymamıştı.

  Marseus fırtınaya benzeyen gözlerini denize dikerek, "Tatsız bir sabah," diyerek mırıldandı. "Hava güzel olacak ama gün benim için kesinlikle kötü olacak."

  Eros insanlarla muhatap olmayı fazla sevmese de bir şekilde Prens Marseus'u kafa dengi buluyordu. Onunla şahsen tanışma şerefine üç gün önce erişmiş olsa da dediği gibi, heykelleri onun türlü ahlaksızlarını kendisine fısıldamıştı. "Demek prensin kafası atık," diye mırıldandı. "Bunun sebebi önümüzdeki hafta veliahtlığınızın ilan edilecek olması mı acaba?" Esasen o da bu yüzden buraya gelmişti, kalabalık olacaktı ve belki birileri ikizi Ritos'a neler olduğunu kendisine anlatabilirdi. Onu artık hissedemiyordu, gücü de kendisiyle birlikte kaybolmuş, Eros'un izini sürmesini imkansız hale getirmişti.

  Marseus içini çekti. "Bunu hiçbir zaman istemedim," derken prensin sesi kulağa gerçekten de canı sıkkın gibi gelmişti. "Hiçbir zaman veliaht olmayacağımı düşündüğüm için özgürdüm ama şimdi, şimdi benden kendimi Krētē'ya adamımı bekliyorlar."

  Eros kafasını çevirip prense baktı, genç adamın kaşlarını çattığını gördü. Sanki Atlas'ın yerine o geçmiş de dünyanın tüm yükünü sırtlamış gibiydi. "Kaç yaşındasın sen?"

  Prens onu, "Yirmi," diyerek yanıtladığında gülmeye başladı. "Ne oldu?"

  "İnsanlar," diyerek gülmeye devam etti Eros. "O kadar kısa yaşıyorsunuz ki, senin yaşın kadar uzun süre seviştiğimi bilirim ben."

  Marseus omuz silkerek denize bakmaya devam etti. "Benim de tercihim bu olurdu ama aptal abim tüm planlarımı mahvetti." Genç prens yaşından daha kırılgan göründü gözüne. "Babam bizi herkesten sakladı, çoğu insanın benden haberi bile yoktu. Annem gibi bize de bir şey olacak diye insanların evlatlarını görmesini yasakladı ve şimdi o insanların başına geçmemi istiyor."

  İşte Eros'un konuşmaktan hoşlanmadığı tek konu buydu. Ölüm. Hem Hades değildi ya, neden ölümden konuşmaktan hoşlanacaktı ki? Buna rağmen, "Eminim abinin ruhu Elysium'da huzur içindedir," demeyi başardı.

  Marseus bir kez daha ona baktı, dudakları öfkeden düz bir çizgi halini almıştı. "Umarım ölümden bile mutsuzdur. Hangi aptal veliaht prensken sırf bir kız istiyor diye fırtınalı havada inci çıkartmaya gider ki?" Eros az önceki gözlere fırtına mı demişti? Asıl fırtına şimdi başlamıştı. "Kız onun yasını bile tutmadan evlendi ama ben onun yüzünden Kral olmak zorundayım."

  Eros sıkılarak, "Senin kaderin de bu," dedi. "Bazen Kader Tanrıçalarının senin için biçtiği kadere boyun eğmek zorundasın."

  Prens başını iki yana salladı. "Eğer başka bir kardeşim olsa kaçar gider, bir kez bile düşünmezdim," diye itiraf etti. "Eğer başka bir prens ya da prenses olsaydı Tanrılar üzerine yemin ederim ki bunu yapardım."

  "O da senin babanın suçu," dedi Eros sakince. "Eğer annenin senin doğumundaki ölümünün ardından başkasıyla evlenmeyi ya da sevişmeyi reddetmeseydi iki erkek kardeş olarak belki daha başka bir yerde olurdunuz."

  Prens Marseus onu, "Keşke," diyerek yanıtladı. "Keşke bir kardeşim daha olsaydı."

-Kaos.

Continue Reading

You'll Also Like

262K 23.1K 43
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
100K 7.4K 61
Karanlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyordu. Burası normal bir dövmeci gibi görün...
118K 8.3K 12
Tüm diyar, doğudaki savaş yüzünden kaosa sürüklenmiştir. İmparatorluğu ayakta tutmanın ve Wisteria'yı kurtarmanın tek yolu ise Saige Nerth ve Zaiden...
162K 7.1K 15
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...