KIZIL GECE +18

By DuruMavii

4.1M 326K 188K

Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediğ... More

KIZIL GECE
1.BÖLÜM : "Arayış"
2. BÖLÜM: "Safir Mavisi"
3. BÖLÜM: "Kehanet"
4. BÖLÜM: "Kızıl Esaret"
5. BÖLÜM: "Zincire Vurulan Ruh"
6.BÖLÜM: "Kaderdeki Zelzele"
7. BÖLÜM: "Büyü"
8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"
9. BÖLÜM: "Yargısız İnfaz"
10. BÖLÜM: "Geçmeyen Geçmiş"
11. BÖLÜM: "Sahipsiz Ruhlar Mezarlığ
12. BÖLÜM: "Ceza Muhakemesi"
13. BÖLÜM: "Gece Kraliçesi"
14. BÖLÜM: "İtirazlar"
15. BÖLÜM: "Kurbanlar"
16. BÖLÜM: "Efsunkar"
17. BÖLÜM: "Vecalar"
18. BÖLÜM: "Bilinmezin Bilineni"
19.BÖLÜM: "Kimpras'ın Soluğu"
20. BÖLÜM: "Kayıp Parçalar"
21. BÖLÜM: "Kırık Geceden Kaçış"
22. BÖLÜM: "Zamanın Pençesi"
23. BÖLÜM: "İzsiz Suretler"
24. BÖLÜM: "Sessizlik Alfabesi"
25. BÖLÜM: "Tehlikenin Surları"
26. BÖLÜM: "Zihnin Ölümcül Duvarları"
27. BÖLÜM: "Kızılın Kıvılcımı"
28. Bölüm: "Ruhların Savaşları"
29. BÖLÜM: "Gecenin İntiharı"
30/ Birinci Kitap Finali: "Kırık Dökük Nefesler"
31. BÖLÜM:"Ruhun Sancısı"
32. BÖLÜM: "Kızıl Göl Ve Siyah Çakıltaşı"
33. BÖLÜM: "Kabuk Tutmayan Yaralar"
34. BÖLÜM: "Sarmaşıklar"
35. BÖLÜM: "Dokunuş ve Doğuş"
Kızıl Gece 1 Kapak!
36. BÖLÜM: "Bağlılık Yemini"
37. BÖLÜM: "Zaman Tutulması"
38. BÖLÜM: "Karmaşa"
39. BÖLÜM: "Uçan Balonlar"
40. BÖLÜM: "Aşk ve Geçit"
41. BÖLÜM: "Kraliçe'nin Perileri"
43. BÖLÜM: "Bir Tutam Sarı Saç"
44. BÖLÜM: "Pembe Küpeler"
45. BÖLÜM: "Alaz"
46. BÖLÜM: "Bebek Kokusu"
47. BÖLÜM: "Tuzak"
48. BÖLÜM: "Kavuşma Ve Ölüm"
49. BÖLÜM: "Bağ"
50/ İkinci Kitap Finali: "Yol Ayrımı"
Kitaplarımız
Kızıl Gece 2 Kapak!
51.BÖLÜM; "İki Dünya Arasında"
52. Bölüm; "Zamanın Kuytusu"
53. BÖLÜM; "Döngü"
54. BÖLÜM; "Ruha Dönüş"
55. BÖLÜM; "Labirent"
56. BÖLÜM; "Cam Kırıkları"
57. BÖLÜM; "Tutsak"
58. BÖLÜM: "Dönüş"
59. BÖLÜM: "Geleceğe Dönüş"
60. BÖLÜM: "Anne"
61. BÖLÜM; "Kapıyı Aralamak..."
62. BÖLÜM: "Yeniden Merhaba"
63. BÖLÜM; "Her Şeye Rağmen..."
64. BÖLÜM: "Dün Ve Bugün"
65. BÖLÜM; "Ruhların Tuzakları"
66. BÖLÜM; "Birkez Daha..."
67. BÖLÜM: "Kan Ve Kurşun"
68. BÖLÜM: "Acı Mucize"
69. BÖLÜM; "Tutkuyla Dans"
70/Üçüncü Kitap Finali; "Sanrılar ve Sancılar"
Kızıl Gece Şarkı Ve Kapak🖤
71. BÖLÜM: "Başka Bir Evren"
72. BÖLÜM; "Seni Buldum"
73. BÖLÜM; " Kayboldum Bebeğim"
74. BÖLÜM; "Küreyi Arayanlar"
75. BÖLÜM; "Geçiş Kapısı"
76. BÖLÜM: Safornikon'a Açılan Kapı"
77. BÖLÜM; "Ayrı Dünyalar"
78. BÖLÜM; "Efsunlu Yağmurlar"
79. BÖLÜM: "Yolun Yolum"
Ateşten Küle
KAÇIRMAYIN!
ÇOK ÇOK ÖNEMLİ!!
80. BÖLÜM: "Zaferin Gölgesinde"
81'den...

42. BÖLÜM: "Zamansız Döngü"

42K 3.9K 1.9K
By DuruMavii

Selam.

Sermest~Firuze

Gökçe Kılınçer ~ Güneşin Kızları

Keyifle okuyun.

🖤

Ona büyülenmişcesine bakarken, "Kabul." dedim.

Sanırım taşıdığım hislerle aksini söylemem mümkün değildi.

Babamla karşılıklı iki duble rakı içmişliğimiz çoktu ama daha önce sarhoş olduğumu hatırlamıyordum.

Biran, bana sarhoş olmayı ve kendimi ona bırakmamı teklif ediyordu.

Bana böyle tutkuyla bakarken hayır, cevabı bir seçenek olmaktan çıkıyordu. "Kabul."

Dudaklarında benimle alay eden bir tebessüm vardı. "Bunu az önce söylemiştin." Saçımı kulağımın arkasına alırken, "Yoksa içmeden mi sarhoş oldun?" diye sordu.

Ona ne kadar sinir bozucu olduğunu söylemek istedim ama bir süredir öyle düşünmüyordum.

Uzunca bir süredir.

"Ben de içebilir miyim?" diye sordu Perla, mahçup bir tavırla.

"Hayır. İçki için küçüksün." Hoşnutsuzca Efraim'e baktı. "Başka şeyler için küçük olduğun gibi..."

"On sekiz yaşına girdim."

Şaşkınlıkla araya mı girdim. "On sekiz yaşına mı girdin? Ne zaman? Neden kutlamadık?"

Yüzüme garip garip baktılar. "Neden kutlayalım ki?" diye sordu Mirel.

"Neden mi? Doğum günü kutlaması, diye bir şey duymadınız mı siz hiç? Yeni bir yaşa girince kutlanır."

Mestan çenesini buruşturdu. "Yaşlandığımızı mı kutlayacağız? Sizin oralarda öyle mi yapıyorlar?"

Safornikon'a geldiğim ilk zamanlar büyülerine ve daha başka şeylere hayli şaşırmıştım. Şimdi doğum günlerini kutlamıyor olmalarına neredeyse aynı oranda şaşırdım.

"Elbette kutluyoruz ve hayır, kutladığımız yaşlandığımız değil. En azından bir çoğumuzun..."

Perla, "Ne o halde?" diye sordu.

Aldığım en ilginç sorulardan biri olabilirdi. O sırada içkilerimiz geldi. Biran bana, Mestan sevgilisine servis yaptı. Efraim hiçbir şey yapamadı çünkü Biran'dan izin çıkmamıştı. Henüz.

"Sevdiğimiz birinin doğum günü olduğunda, ona iyi ki doğdun, deriz. Buna bir çeşit şükretme yöntemi, diyebiliriz. Her yıl, aynı tarihte doğuşu yad edip, çoğunlukla şölene çeviririz."

"Şükretmek mi?" Biran, içki kadehini alıp geriye yaslandı ve sağ ayak bileğini sol dizinin üzerine koydu. Sözlerim onu düşündürmüştü. Birden bana baktı. "Senin doğum günün ne zaman?"

"Yirmi beş Ağustos." Anlamayacağını biliyordum. Burada ayların bir ismi yoktu. Yalnızca numarandırmıştı. Neyse ki yalnızca on iki aylardı vardı. Yaz ya da bahar yoktu. Hep kıştı.

"Kaçıncı ayımıza denk geliyor?" diye sordu bu kez. İlgili olması hoşuma gitmiş miydi? Fazlasıyla.

"Sekizinci ayınıza denk geliyor."

Perla merakla, "Aylar konusunda Dünya, diye bahsettiğin yerle eş zamanlı mı ilerliyoruz sence?"

"Sanmam."

"Her neyse." dedi Biran. "Burada olduğumuza göre buraya göre baz alacağız."

"Nasıl yani? Kutlayacak mıyız?" Mestan kendi söylediğine inanamadı. "Bana hala çok saçma geliyor."

"Hiç de değil." diye itiraz ettim. "Ayrıca onsekiz özel bir yaştır. Ayrıcalıklı olarak kutlanmalı. Ne dersin?"

"Ama... Doğum günüm uzun zaman önce geçti."

Ona geçmiş de olsa kutlayabileceğimizi söylemek üzereyken, "Önemli değil." dedi Biran. "Şu an kutlayabiliriz. İç. Sarhoş olabilirsin."

Perla'nın gözleri açıldı. Efraim'in de. "Gerçekten mi?"

Ah, bunu aynı anda sormamaları gerekiyordu!

Biran konuşmadan önce elimi çabuk tuttum. "Gerçekten. Neden başlamıyoruz?"

Kadehe uzandım, dudaklarıma ulaştırmadan önce Biran bileğimi tuttu. "Yavaş git. Nasıl çarptığını anlayamazsın."

"Yoksa aşırı sarhoş olup başına bela olmamdan mı korkuyorsun?"

Dudaklarını kulağıma yaklaştırmak için yaklaştığında, tüm bedenim heyecanla ürperdi. "Sarhoş olmadan sızıp kalmandan korkuyorum. Bunun olmasına izin vermeyeceğim."

"Sarhoş halimden ne gibi bir çıkarın olacak?" dedim gerçek olmayan bir ciddiyetle.

Dudaklarını birbirine bastırdı ve başını serseri bir tavırla salladı. "Tahmin edebileceğini sanmıyorum."

Isınan yanaklarımı ona göstermeye niyetim yoktu. İçkiden bir yudum aldım. Sert girişi sonrasında damağa yayılan aromatik tadı iyiydi. Kesinlikle çok iyiydi.

"Çok keskin!" Perla kadehi ağzından uzaklaştırırken, elini ağzının önünde yelpaze gibi salladı. "Yandım." Sonra şaşkınlıkla bana baktı. "İlk defa içtin. Seni yakmadı mı?"

"Hayır. Gayet lezzetliydi."

Biran içkisinden, kadehin dibini görebileceği büyük bir yudum aldı. "Demek benimki keskin seviyor."

Benimki.

Benim.

Ki.

"Demek ki..." dedi Mirel ve yüzünde ilk kez gördüğüm işveli ifadeyle o da içkisini yudumladı.

Yağmur, çoğunlukla olduğu gibi çiselemeden hızlıca yağmaya başladı. Kuvvetli şimşekler yağmurun orta yerine nakış gibi işlendi. Oturduğumuz bank diğerlerinin oturduğuna kıyasla daha ufak olduğu ve Biran oldukça iri olduğu için üçümüz sığmakta güçlük çekiyorduk. Bu durum aklıma Perla ve Efraim'in işine yarayacak bir fikir getirdi.Biraz sonra müzik jaz tarzına evrildiğinde ve biraz da hareketlendiğinde, Mirel ve Mestan dans etmeye başladı. Onların kalkmasıyla, Efraim koca bankta tek başına kalmıştı. Perla'ya çok sıkıştığımı ve karşıya geçmesini rica ettiğimde, ağabeyine baktı. Ağabeyi bir an için duraksadıysa da, isteğimi kırmadı ve bankın iki ayrı ucunda oturmaları kaydıyla aynı bankta oturmalarına izin verdi. Zaman her zamankinden daha hızlı ilerliyordu. Oturduğumuz yerden Mirel ve Efraim'e eşlik ederken uzun zamandır eğlenmediğim kadar eğleniyordum. Kadehlerimiz birkaç kez doldurulmuştu. Bu arada Efraim ve Perla'nın oturdukları yerden milim milim birbirine yaklaşmasını fark eden yalnızca bendim. Çünkü Biran'ın gözleri bir an olsun üzerimden ayrılmıyordu. Kadehleri devirdikçe, nasıl dağıldığıma an be an şahit olmak istediğini biliyordum.

"Doğum gününde başka neler yaparsınız?"

Biran'ın bu konuya olan ilgisi hem çok garip hem de çok hoştu. "Adına pasta, dediğimiz bir tatlımız var. Bol kremalı, çoğu insanın bayılarak yediği bir şey. Doğum günlerinde pastanın üzerine mum dikilir. Doğum günü olan kişi de dilek dileyip mumları üfler."

Bakışlarından anlattıklarımı garipsediği anlaşılıyordu. "İlginç."

"... ve güzel." dedim. "Birçok insanlar doğum günlerini heyecanla bekler ve o gün sevdikleri tarafından hatırlanmışsa çok mutlu olur."

"Buna sende dahil misin?"

Doğum günlerimi hatırlamaya çalıştım. Biz beş kardeştik. Buna rağmen annem ve babam bir tekimizin bile doğum gününü atlamaz, durumlarının el verdiğince kutlamaya gayret ederdi. Pasta alacak paramızın olmadığını da hatılıyordum, babamın son parasını sırf biz mutlu olalım diye pastaya verdiğini de... Günün sonunda alnıma sıcak bir öpücük kondurup, iyi ki doğdun gül bahçem, demesi en kıymetli hediye olurdu benim için. Onlarla geçirdiğim doğum günlerinin özlüyordum. Onları çok özlüyordum.

"Evet, ben de dahilim. Eminim ki Perla da çok mutlu olurdu."

Biran bir süre düşündü. Sonra dans ederek bize yaklaşan Mirel'i kendine çekti ve kulağına bir şeyler söyledi. Her ne söylediyse Mirel başını salladı ve birkaç saniye içinde gözden kayboldu.

"Ne söyledin Mirel'e?"

Bana baktı ama bir şey söylemedi. Yüzünde manidar bir ifade vardı. O anda ışıklar söndü ve müzik kesildi.

"İki ki doğdun Perla!!" Mirel ve Mestan ellerinde yuvarlak, üzerinde bir sürü mum olan tatlıyla yaklaşırken daha fazla bağırdı. "İyi doğdun, Perla!"

Saymaya gerek yoktu. Biliyordum, tatlının üzerinde tam on sekiz mum vardı.

Perla heyecanla ayağa fırladı. "Bu... Benim için mi?"

"Elbette senin için." dedim heyecanına ortak olarak.

"Peki, şimdi ne yapmam gerekiyor?"

Bunun cevabını Biran hariç hepsi merak ediyordu. "Şimdi gözlerini kapatıp, içinden bir dilek tutacaksın. Ardından mumu üflemen gerekiyor."

Perla, birleştirdiği avuçlarını çenesinin altına koydu ve gözlerini kapatmadan önce Efraim'e baktı. Dileğinin ne olduğunu buradaki herkes biliyordu. Biran bile... Mumu üflediğinde onu kuvvetlice alkışladım. Diğerleri de bana eşlik etti. Perla'nın mutluluğunu dolu dolu gözlerle bana sarıldığında bunu tümüyle hissetmiştim.

"İyi ki doğdun Perla." dedim içten bir şekilde. "İyi ki seni tanıdım."

"Teşekkür ederim Roz, böyle bir an yaşayacağımı bir on sekiz sene daha geçse tahmin edemezdim. Çok düşüncelisin."

"Düşünceli olan ben değilim." Biran'a baktım, aşk ve hayranlıkla... "Ağabeyin..."

Araları limoniydi. Biran kardeşine hala kızgındı ama yine de ona kollarını açtı. Perla o kolların arasına girip "Teşekkür ederim!" diye bağırdı. "Sen muhteşem bir ağabeysin."

Sırayla Mirel ve Mestan da doğum günü çoktan geçmiş olan doğum günü kızını tebrik ettiler. Sıra Efraim'e geldiğinde, ikisi de birbirine baktı ama kimse adım atmadı.

Biran başını başka yöne çevirdi ve bir sigara yaktı. Bu, bir izindi. Perla, Efraim'e aceleyle sarıldı. Efraim onun kulağına bir şeyler fısıldadı. Biran'ın sesli bir şekilde boğazını temizlemesi ile birbirlerinden ayrılıp, yeniden bankın iki ayrı ucuna oturdular.

Dans, içki ve sohbetlerimiz kaldığı yerden devam etti. Biraz sonra Mirel kahkahalar atmaya başladı, ki bu ondan beklenen bir şey değildi. Sanırım sarhoş olmaya başlıyordu. Perla, elini çenesinin altına koymuş Efraim'i izlerken, bir süredir ağabeyinin kendilerine bakıp bakmadığını kontrol etmiyordu. Son birkaç dakikadır başımın tam ortasına bir bulanıklık hissediyordum. İçimde ansızın beliren neşe sebepsizce gülmemi istiyordu.

"Hey! Siz neden dans etmiyorsun?" diye sordu Mirel, Mestan ile sarmaş dolaş dans ederken. O sırada içeri kahkahaları kendilerinden önce beliren bir grup girdi. Biran'ı saygıyla selamladıktan sonra arka masalardan birine geçip oturdular. Yaklaşık beş kız ve daha fazla erkek vardı.

Bu durum liderin kesinlikle hoşuna gitmemişti.

"Biz girdikten sonra kapatmalarını söylemiştim."

Mestan dans etmeyi bıraktı. Tüm neşesi yerle bir olmuştu. "Lider... Ben mekanın sahibine o detayı iletmeyi unuttum. Aslına bakarsan, burası her zaman sessiz sakin-"

"Ben şu zamanla ilgileniyorum ve şu an burası olması gerekenden kalabalık."

Mestan kısaca düşündükten sonra başıyla grubu işaret etti. "Hemen çıkarabilirim."

Gözlerimi Biran'ın üzerine diktim. Neyse ki bir şey yapmama gerek kalmadan, "Olmaz." dedi. "O kadar da değil. Rahatsızlık vermedikleri sürece bizim de onları rahatsız etmeye hakkımız yok."

Tam da şu an onu öpmek istiyordum ve kanıma karışmak üzere olan alkol, bana bunun için gereken yetkiyi fazlasıyla veriyordu.

"Siktir. Gelene bakın."

Efraim'in tepkisiyle bakışlarımız yeniden kapıya çevrildi. Orada biri vardı.

Orada yeni Kimpras sakini Lord Hualp Koran vardı.

"Teklifim hala geçerli." dedi Mestan.

Biran'ın kadehini doldurup kendisine uzatırken, "Bence liderin fikri de hala geçerli." dedim. Hayır, bundan kesinlikle emin değildim.

"Lider, tayfası..." Hualp ağır adımlarla yaklaştığı masamızın dibinde durdu. Herkese sırayla baktıktan sonra bakışları son olarak benim üzerimde duraksadı. "...ve sevgili kraliçe."

Biran'ın sırtı yaslı olduğu yerden ayrıldı. Kollarını iki yana açık şekilde duran bacaklarına koyarken, kadehini sol eliyle sıkıca kavradı. "Seni burada görmeyi hangi sebebe borçluyuz, Koran?"

"Evime yerleştim." Başıyla civarı gösterdi. "Buraya bir hayli yakın oturuyorum. Yorgunluk atmak için bir şeyler içmeye gelmiştim. Daha doğrusu Lena'nın teklifiyle..." Etrafına baktığında, aradığını bulmadı. "Görüyorum ki beni davet etmesine rağmen kendisi henüz teşrif etmemiş. Her neyse... Sizi görmek benim için de sürpriz oldu."

"İnanmıyorum!" Kapı açıldı ve Lena içeri girdi. Biran ve Hualp'e, onları hayatında ilk kez görüyormuş gibi baktıktan sonra "Ne güzel bir tesadüf." dedi, abartılı bir ses tonuyla. Dizlerini kırdı. "Merhaba, lordum." Dizlerini daha fazla kırdı. "Merhaba liderim."

"Merhaba." dedi Hualp.

"Merhaba, Lena. Hoş bir tesadüf olduğu konusunda hemfikirim." Biran, boş masalardan birine bakana kadar, nezaketine şaşırmıştım. "Ayakta kalmayın. Buranın içkileri fena sayılmaz. Tatmak için elinizi çabuk tutabilirsiniz."

Kibarca kovmak. Bunu daha iyi yapan birini şu yaşıma dek görmemiştim.

Lena'nın yüzü düştü ama Hualp'in aklında başka bir şey vardı. "Bu kadar kalabalık olduğunuza göre, sanıyorum ki özel bir randevu değil. Neden içkileri bize sen ısmarlamıyorsun?" Tek kaşını kaldırıp, belli belirsiz gülümsedi. "Bir hoşgeldin jesti olarak kabul edebilirim."

"Yanılıyorsun." dedi Biran. "Bu özel bir buluşma. Masamda gördüğün herkes ailemin bir parçası."

Efraim otuz iki diş gülümsedi.

"Neredeyse herkes..." diye düzeltti lider.

Efraim'in suratı yeniden asıldı.

"O yüzden lord, size yapacağım hoşgeldin jestini başka bir zaman bırakalım. Benim istediğim bir zamana..."

Sessizlik oldu. Biran'ın açıkça lordu reddetmesi ortamı germişti.

Hualp bu kez açıkça gülümseyerek, "Anlaştık." dedi. "Sonra görüşmek üzere." Gitmeden önce durdu ve "Senin istediğin bir zamanda..." diye belirtti.

Lord, Lena ile birlikte yakınlardaki bir masaya geçmesiyle gerginlik sona erdi. En azından Biran'ın dikkati Efraim ve Perla'ya kayana kadar...

"Size birbirinize yaklaşmanızı kim söyledi?"

Perla ondan beklenmedik bir şekilde "Kimse." dedi. "Dans ederken ister istemez kayıyoruz. İstersen Rozelin'i buraya gönder. Ben de senin yanına geleyim."

Perla'nın ne yapmaya çalıştığını anlamıştım. Yanımdaki biraz boşluğu iyice yayılarak kapattım. "Karar verin." Yeni doldurulan kadehimi kaldırdım. "Bunu içtikten sonra yerimden kalkabileceğimi sanmıyorum." Perla'ya göz kıptım. "İstersen sen gel yanıma, düşersem beni tutarsın."

"Olur, geliyorum." Perla yerinden kalkarak muhteşem bir blöfe yeltendi.

"Kal yerinde." Dans eden Mestan ve Mirel'e baktı. Yakınlarda oturmayacakları belliydi. "Aranızda mesafe bırakarak oturun."

Perla yerine oturdu. Efraim ile mesafeleri yeniden açıldı fakat bunun kısa süreceği avaz avaz bağırıyordu.

İki kadeh daha içtim. Belki üç. Başım dönmeye başlamıştı ama bu kesinlikle rahatsız edici değildi. Biran, her kadehimin arasına yeterli gördüğü süreyi ve yanında tüketmem gereken yiyecekleri özenle ayarlamıştı.

Müzik daha yavaştı. Bununla birlikte loş ışık iyice kararmıştı. Mirel ile Mestan, romantik bir dansın kollarında yalnız değillerdi. Mekandaki birkaç çift de kendilerini müziğin eşsiz ritmine bırakmıştı. Perla iç geçirerek onlara bakarken, aklıma bu sefer şeytani bir fikir geldi.

Yönümü tamamen Biran'a çevirip, dirseğimi bankın kenarına yaslayarak, elimi başımın altına yerleştirdim. Elindeki kadeh bitmek üzereydi. Benden, hatta buradaki herkesten daha fazla içtiğini biliyordum ama çakırkeyf bile görünmüyordu.

"Hepsi bu kadar mı?"

Kaşlarını indirerek bana baktı. "Hoşuna gitmeyen ne?"

Kaşlarımla elindeki kadehi gösterdim. "Yavaş gittiğini düşünüyorum."

Kalçasını hafifçe öne kaydırıp aramızdaki az mesafeyi kapattığında, planımı unutmamak için içimden yinelemeye çalıştım.

"Anlaşmamıza göre sen sarhoş olacaksın. Ben değil."

Gülümsedim ve yeni bir yudum aldım. "Bana eşlik etmende bir sakınca görmüyorum, lider."

Gülümsedi ve yeni bir yudum aldı. Artık kadehi bomboştu. "Olabileceğini sanmıyorum ama senin için denerim."

Kadehleri doldurduk ve boşalttık. Doldurduk ve boşalttık. Doldurduk. Son birkaç dakikadır - belki de daha fazla ya da daha az, bilmiyorum- gözlerim kapalıydı. Oturduğum yer sert değildi.

Gözlerimi açmaya çalışırken, masmavi bir okyanusun dibinden yukarı süzüldüğümü hissettim. Gözlerimi açtım, okyanusun yüzeyindeydim. Okyanus Biran'ın gözleriydi. Sadece onu görüyordum.

"Uyuduğunu düşünmeye başlamıştım." dedi, belki biraz hayal kırıklığıyla. "Yeniden gözlerini görmek güzel."

Siktir, hiç sarhoş görünmüyordu.

"Ya.... Senin gözlerini görmekse benim için her gün güzeeeeel."

Siktir, fena halde sarhoştum.

Oltasına balık takılan bir balıkçı edasıyla gülümsedi. "Ne zamandan beri böyle düşünüyorsun?"

Omuz silktim. "Sanane ki?"

Niye ağzımı yayarak konuşuyordum? Neden böyle aptalca bir cevap vermiştim? Verdiğim karşılığı aptalca bulurken, neden susmayı denemiyordum?

"Bilmek istiyorum."

Bir dakika... Başı neden başımın altındaydı?

Kirpiklerimi kırpıştırdım. Uyuştuğunu henüz hissettiğim bacaklarımı uzatacakken, bir şey fark ettim. Minik bir şey. Minicik bir şey.

Biran'ın kucağında oturuyordum.

Biran'ın kucağında oturmuyordum. Onun tepesine çıkmıştım.

Ay sikeyim.

Ay mı?

İç düşüncem, bari sen ayık kal.

"Ben buraya ne zaman çıktım?" Neredeyse çığlık attım ama inmek için herhangi bir hamlede bulunmadım.

Ne söyleyeceklerimi ne de eylemlerimi yönetemiyordum.

Biran bu yüzden mi sarhoş olmamı istemişti?

"Sanırım..." Düşünmeye çalıştı. Samimi görünmüyordu. "Bir kadeh önce... Belki de ikidir."

"İndir beni!" Omzuna vurup "Hadi!" dedim.

Ellerini iki yana açtı. "İnsene."

Bakışlarım dudakların kaydı. Neden kızarmıştı. Kızarmaması gerekiyordu. En azından şimdi... "Dudaklarını da beğeniyorum. Hatta... Gözlerinle yarışabilecek kadar güzeller."

Ölmek istiyorum. Ölmek. Şimdi. Burada. Hemen.

Yüzünde ilk kez gördüğüm bir tebessüm vardı ve bir isim koyamayacağım kadar güzeldi. "Şu an seni her gün sarhoş etmek istiyorum."

"Ben de seninle her gün seninle, ben de öpüşmek istiyorum." Hıçkırık tuttum.

Ağzıma sıçayım.

"Belimden kavrayıp beni aşağı çektiğinde, hala kucağındaydım ancak başım göğsüne yaslıydı. Başını tamamen eğdi, dudaklarımız her an birbirine çarpacak kadar yaklaştık.

"Bana aklımı kaçırtmak mı istiyorsun sen?"

"Yaa..." Birden kendimi kucağından atıp elini çekiştirmeye başladım. "Gelsene, dans edelim."

Yerinden kıpırdamayınca daha fazla çekiştirdim. "Hadi ama! Kalas gibi durma yerinde. Gelll!"

İki elimle asıldığım elini geri çektiğinde, koştum ve ona çarparak durabildim. Neyse ki beni belimden kavradı da yere düşmekten kurtuldum. "Rozelin, oturalım."

İki omzumu birden silktim. "Hayır! Ben dans edeceğim. Şimdi."

Belimi daha fazla sardı. "Bebeğim, dans etmek için doğru adam değilim."

Eğildim ve gözlerine baktım. "Sen her şey için doğru adamsın. Şimdi ayağa kalk ve benimle dans et."

Bir saniye bekledi. Takip eden ikinci saniye kollarının arasında dönüp duruyordum. Dans etmeyi bilmiyordum. Dans etmekten nefret ederdim. Fakat şimdi damarlarımda gezinen şey, bana ayaklarım patlayıncaya kadar zıplamamı emrediyordu. Dediğini yapacaktım.

"Derdin yeniden üzerime kusmak mı?" Beni kendi etrafımda döndürdükten sonra kolunun üzerine devirdi. "İkinci kez yaparsan sana ceza vermek zorunda kalırım."

Doğrulup kollarımı boynuna doladım. O ara Perla ve Efraim'e takılan gözlerim, aralarında artık hiç mesafe kalmadığını gördü. Neşem daha da yerine gelince büyük bir kahkaha attım.

"Cezaların umrumda değil. Senden hiçbir zaman korkmadım."

Ben ciddi değildim ama o öyleydi. Bir an için beni zaptetmeyi başardı. "Seni gerçek anlamda korkutmayı hiç istemedim."

Ellerimin altında kolları vardı. İçten içe hep yapmak istediğim şeyi yaparak kaslarını sıkıştırdım. Of! Harikaydı. "Peki... Benimle ne yapmak istedin?"

Düşünmeden konuşmadan önce burnuma küçük bir öpücük kondurdu. "Her şey. Seninle yapabileceklerimin sınırı yok."

Bir kahkaha daha. "Fesat düşünmeli miyim?"

"O ne demek bilmiyorum ama... Ateşli bir şey olduğunu varsayarak, sorunu evet, olarak cevaplıyorum."

"Yani benimle ateşli bir şeyler mi yapmak istedin? Hmm... Peki ne zamandan beri?"

"Bunu önce ben sordum, sarışın?"

Bu adam neden sarhoş değildi?

"Bu, cevap vermeyeceğim demek mi oluyor?"

"Hayır." dedi gülümseyen bir ciddiyetle. "Önden sarışınlar, demek oluyor?"

Ona istediği her cevabı verecek kadar cesaretliydim. Ancak bana cesareti veren içki, belleğimde karmaşaya yol açarak o cevabı vermekten alıkoyuyordu. "Unuttum." En sevdiği oyuncağını kaybeden küçük bir kız gibi boynumu büktüm. "Ben söylemeden de söylemeyeceksin." Omzuna bu kez daha kuvvetli geçirdim. "Seni acımasız adam!"

Herkes dans ediyordu. Biz öylece durmuş, uzuvlarımız birbirimize dolanmış vaziyette konuşuyorduk. Dışarıdan nasıl göründüğümüzü şu an bizi izleyen Hualp ve Lena'nın gözünden görmek isterdim.

"En başından beri garip bir çekim vardı. Biliyorsun, uzun süre birbirimize dokunmadık. Yanyana bile yürümüyorduk."

Hayıflanır gibi başımı salladım. "Biliyorum."

"...sonra sana dokunmaya başladım. Başta o dokunuşlar bir zorunluluktan ibaretti. Sonra..." Burunlarımızı birbirine sürterken, nefesinin ılık varlığı tüm bedenimi okşadığını hissettirdi. "...sana dokunmanın ne kadar muhteşem bir şey olduğunu keşfettim. Sana yanlışlıkla dokunmak bende alışkanlık haline geldi."

"Bu ne demek?" Gözlerim artık yarı kapalı sayılabilirdi. Gevşeyebileceğim kadar gevşemiştim.

"Yanından geçerken, bir şeye uzanırken, hiç gerekmediği halde daha hızlı yürümen için seni çekerken..."

"Seni numaracı! Hepsi kasten miydi?"

Başını sallarken, yüzünde kendisiyle gurur duyan bir ifade vardı. "Hepsi..."

Telsizi cızırdadı ama oralı olmadı. "Bakmayacak mısın?"

"Şimdi değil."

Ellerimi üzerinden ayırdım. "Önemli bir şey olabilir. Benim de tuvalete gitmem gerekiyor."

"Seninle geleyim." dedi ama başımı iki yana salladım. "Yalnız gidebilirim."

"Perla."

Ağabeyinin seslenmesiyle hızla Efraim'den uzaklaştı. "Efendim ağabey."

"Rozelin'e eşlik eder misin?"

"Perla hemen ayağa kalktı. "Tabii."

Biran telsizi yanıtlamak için dışarı çıktığında, biz de aşağı katta bulunan tuvalete indik. Perla benimle birlikte tuvalete girmek yerine koridorda beklemeyi tercih etti. Sebebini indiğimiz merdivenlere baktığımda anladım. Efraim peşimizden gelmişti.

"Çok fenasınız." dedim neşeyle. Sonra da onları koridorun köşesindeki çıkıntıyı gösterdim. "Şunun arkasına geçin ki yakalanma tehlikeniz azalsın."

Beni dinlediler. Tutunarak tuvaletin yüksek basamağını geçtim. Baş dönmem artmıştı. Şanslıydım ki miden bulanmıyordu. İşimi çabucak görüp yüzümü yıkadıktan sonra koridora çıktım ancak Perla ve Efraim bıraktığım yerde değildi.

"Hay aksi." dedim bakışlarımla aranarak. "Nerede bunlar?"

"Birini mi arıyorsunuz, kraliçe?" Lord Hualp, son basamağı indikten sonra karşıma dikildi. "Eğer aradığınız liderse, kendisi şu an dışarıda..."

"Nerede olduğunu biliyorum." Konuşmam her zamanki gibi değildi. Yine de kelimeleri birbirine karıştırmamayı başarmıştım.

"İyi misiniz?"

"Teşekkür ederim. Siz nasılsınız?"

Gülümsedi. Yüzünde gördüğüm en belirgin gülümseme bu olabilirdi. "Çok naziksiniz ancak benimki bir nezaket sorusu değildi. Fazla içtiğinizi görebiliyorum."

"Aslında..." Neden inkar edecektim ki? "Evet, belki biraz sarhoş olabilirim ama çok değil." Baş ve işaret parmağımı birbirine yaklaştırdım. "Birazcık."

"Sanırım bu yüzden merdivenleri tek başınıza çıkmaya cesaret edemediniz."

"Neden cesaret edemeyeyim? Ben her şeye cesaret ederim."

Daha fazla gülümsedi. Parmaklarıyla yüzüne dökülen saçlarını yakalayarak onları geriye alırken, her zamanki kadar ciddi görünmüyordu. "Eminim ki öyledir. Ben sadece bir yardım önerisinde bulunmak istedim."

"Ne yardımı?"

Kolunu önümde uzatan Lord Hualp centilmen görünüyordu. "Dilerseniz size ben eşlik edebilirim, kraliçe."

İyi niyetinden şüphe etmedim. Yine de burada kalıp, daha iyi hissettiğimde masaya dönmeyi düşünüyordum.

"Teşekkür ederim Lord. Yüzümü birkez daha yıkarsam daha iyi hissedeceğim."

Kolunu indirirken, "Hep bu kadar şüpheci misinizdir?" diye sordu.

Açıkçası ondan böyle bir soru beklemiyordu. Bu yüzden hemen bir cevap veremedim.

"Size şüpheci olduğumu düşündüren nedir?"

Sorusuna soruyla karşılık vermem hoşuna gitti.

"Lafı dolandıran bir adam olmadım. Yapıma ters. Açıkçası... Adınızı ilk duyduğumdan beri sizi merak ediyorum. Takdir edersiniz, mahkemede olanlar ve sonrası... Herkes gibi benim de malumum."

Bir adım yaklaştığında, neredeyse dip dibeydik. Gizemli bakışları gözlerimde dolaşırken, cevap arayan bir hali vardı.

"Karşımda kim var? Buradan kurtulmak için her yolu deneyecek o gözü kara kadın mı? Yoksa çocuğuna ve kocasına bağlı bir kadın mı?" Başını eğdi ve fısıldadı. "Kimsin kraliçe?"

Bunu beklemiyordum. Daha kötüsü ona ne karşılık vereceğimi tartamayacağım kadar sarhoştum. "Ben..."

"Karıma o kadar yakın durmamanı tavsiye ederim, lord."

Biran merdivenin en başında duruyordu. Aramızda hatrı sayılır bir mesafe vardı. Buna rağmen gerilen omuzlarını ve keskinleşen çene hattını görebilmiştim. Ağır ağır merdivenleri inerken, konuşmaya devam etti. "En azından üzerinin kusmuk olmasını istemiyorsan..."

Yanımıza ulaştığında, Hualp bir adım geri çekildi. Biran kolunu tek seferde belime dolayıp beni kendine çekti. "Daha önce üzerime kusmuştu. Ben rahatsız olmadım ama eminim, senin hoşunuza gitmeyecektir."

"Onu burada yalnız gördüm. Yalnızca yukarı çıkması için yardımcı olmak istemiştim."

Biran'ın tutuşu daha sahiplenici bir hal aldı. "Geldiğime göre sorun kalmadı demektir."

İki adam da birbirini selamladıktan sonra yukarı çıktık. Biran bir şey söylemedi ama yanımda Hualp'i görmek onu rahatsız etmişti. Hiç oturmadan "Gidiyoruz." dedi ve kimseyle vedalaşamadan bizi oradan çıkardı. Sessizliği yol boyunca devam etti. Aklından neler geçtiğini bilmiyordum ama bu hali hoşuma gitmemişti. Eve ulaştığımızda arabadan inmeme yardım etti ve içeri girene kadar beni kolundan ayırmadı. Ancak sonrasında beni girişin ortasında bırakarak koridoruna girdi ve gözden kayboldu. Ne yapmam ya da ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Aslında her şeyi söyleyebilecek şevke sahiptim ama Biran'ın son soğukluğu kalbimi incitmişti. Oysa iyi zaman geçirdiğimizi düşünmüştüm. Hualp ile yaşadığı tatsızlık bunu gölgelememeliydi.

Kapıya sırtı dönük olan üçlü füme koltuğa oturup, kendime gelmeyi bekledim. Belki de o geri gelirdi. Geçen dakikalar beni yalnıttı. Çünkü ne ben kendime gelebildim ne de Biran geri geldi. İçkinin bana armağanı olan neşe hızla öfkeye evrilirken ayağa kalktım ve sarsak adımlarla odasına ilerledim.

Sertçe açtığım kapısının kulpu duvara vurdu. Biran sallanan ahşap iskemlesindeydi. Üzerindeki siyah takımı çıkarmamıştı. Yanına kadar gittim, çenemi sıkıyordum.

"Senin derdin ne!"

Cevap vermedi.

İçimdeki öfke büyüdü.

"Derdin ne, dedim!"

Başını kaldırıp bir saniyeliğine yüzüme baktı. "Sesini alçak tut."

"Hayır! Tutmayacağım. Ne olduğunu anlamadan bizi deli gibi eğlendiğimiz yerden çıkardın. Açıklama yapma gereği bile duymadın. Eve girdiğimizde bir şey söylemeni bekledim ama sen odana kapanıp lanet olası sessizliğine devam ettin."

Sesim yüksek, konuşmam yavaştı. Ayarlayamıyordum ve ayarlamaya da çalışmıyordum.

Ayağa kalktı. Onu görmek için başımı kaldırdım. Bir süre yüzüme baktıktan sonra "Banyo yapman gerekiyor." dedi. Sonra da uyumalısın."

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun!" Ayağımı yere vurdum. Yeniden bağırmak üzereyken, parmakları kollarını sardı.

"Sarhoşsun, konuşmak ikimize de iyi gelmeyecek. Hala derdimi mi öğrenmek istiyorsun?"

Başımı salladım. Nefesini yavaşça burnundan bıraktıktan sonra "Derdim sensin." dedi alçak sesiyle. "Kimseyi yanında yakınında görmek istemiyorum. Onlar beni ilgilendirmiyor. Senin buna izin verişin beni öfkelendiren. Çünkü biliyorum." Başını eğdi ve mavi gözleriyle daha derinden baktı. "Çünkü seni tanıyorum. Sen istemeden, kimsenin dibine giremeyeceğini biliyorum."

Beni kıskanmıştı. Tanrım. Bulanık zihnimle bile bunu idrak edebilmiştim. Biran beni kıskanmıştı ve duyduğu rahatsızlığı nasıl sergilemesi gerektiğini bilmiyordu.

Kollarımı tutuşundan kurtarırken, ayıkken karşı koyabileceğim isteğe boyun eğmek için can atıyordum. Parmaklarımı ensesine sardım. Gözlerimi kapanırken, dudaklarımı onunkilere bastırdım. Alkolle karışık sigara kokusu beni rahatsız etmemişti. Aksine, nefesine değen her şeyin bu kadar çekici olmasına inanamıyordum. Ellerim ensesindeki saçlarını çekiştirirken, diğeriyle sakallarını okşadım. Etrafımızı saran tutku, dudaklarımızda aç bir sürtünmeye sebep olmuştu. Tenime batan sakallarının bana verdiği acı hazzı körüklüyordu. Artık ayakta durmak istemeyen bedenimi güçlü bedenine yasladım. Bir an için dudaklarımdan ayrılıp elbisemi başımdan çıkarıp attı.

"Çok hızlısın!"

Beni yatağa götürdü. Gömleğinin düğmelerini resmen kopararak açtıktan sonra bedeniyle bedenimi örttü. "Çok aşığım."

Kalbimin sıvılaşarak göğüs kafesimden akıp gittiğini hissettim. Tutku alkolün etkisini milyonlara katlamıştı. Biran üzerimdeydi ve oda etrafımızda dönüyordu. Her şey dönüyordu! Onu öyle büyük bir istekle öptüm ki, dudaklarını dudaklarımın arasında ezdiğimi, kanının tadını alana dek fark edemedim.

Geri çekildi, parmağına bulaşan kanına baktı. "Eminim, her gün içeceğiz."

Kahkaha atıp bacaklarımı etrafına sardım. Biran'ın dudakları şimdi boynumdaydı. Gözlerimi kapattım. Öpücüklerinin sıcaklığını yaşarken, bedenime hücum eden istek daha fazla beklememem için boğazıma dayanan bir bıçak kadar ısrarcıydı. Biran'ı üzerimden iterek yatağa sırt üstü uzanmasını sağladım. Üzerimdeki son iki parçayı çıkardım. Bacaklarımı iki yanına açıp karnına oturduğumda, kısık bakışlarına sirayet eden hayranlık bedenimin görebileceği tüm köşelerine dağılıyordu.

"Sen..." Üzerine eğilip boğuk sesini göğsüme hapsettim. "Sen tarifsizsin." Beni dudaklarının arasına aldı. Dili ve dudaklarıyla iştahla emerken, gözlerimi kapatıp kısık kısık inliyordum.

"Rozelin!" Üzerindeki son parçayı müthiş bir hızla çıkardı. "Daha fazla bekleyemem."

Bende. Bende. Bende.

Onu en derinlerime kabul ettim. Dudaklarımız bu kez yavaş ve hissedilir bir öpüşme için buluştuğunda, sadece iki eliyle vücudumun her kısmına aynı anda dokunuyordu. Bacaklarımı yukarı kaldırdım, indirdim. Kaldırdım ve indirdim. Yönetim bendeydi. İlk kez keşfettiğim bu duygu esiri olmak isteyeceğim kadar şehvetliydi. Saniyeler dakikalara uzanıyor, bedenlerimizde artan terler birbirine karışıyordu. Ona ulaşıyordum ancak bir türlü doyamıyordum.

"Kadınım." Hala ağzımın içindeydi. İçimdeydi. "Siktir, bu kadar kısa süremez."

Ellerini aldım ve kalçalarıma götürdüm. Bedenimi tamamen üzerine eğerken, kontrolü zevkle ona teslim etmeden hemen önce kulağına fısıldadım. "Sabaha kadar olduğun yerde kalmanı istiyorum. O yüzden..." Dudağına minik bir ısırık bıraktım. "...şimdi benimle bulutlarda buluş "

🖤

İg-Durumavii_

Yıldıza dokunmayı unutmayalım lütfen. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere

Continue Reading

You'll Also Like

ELIYS (+18) By Duru

Mystery / Thriller

180K 10.9K 56
Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye nefret ettiği, öte yandan da, yüzyıllarca...
3.6M 75.8K 60
(4 ocak 2015'te yayınlanmaya başlanılmıştır.) İlk adı Matematikçi olan eser, Aşk Problemi Serisi olarak basılıp raflardaki yerini alıyor. Serinin il...
38.5K 2.9K 51
# Gençkurgu-- Fantastik # # 1. Akademi # 1. Efsane # 1. Ejderha # 2. Savaş # 1. Büyü - Düşünsene, sen büyünün her şey olduğu bir dünyada, zerre ka...
CAN ÖZÜM By 🤍

Teen Fiction

15.5K 588 35
"Gözünde bir damla yaş olsam, dudaklarına doğru süzülürdüm. Lâkin gözümde bir damla yaş olsan, seni kaybetmemek için asla ağlamazdım... Şimdi düşünüy...