ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

By ozcelikdilaraa

2.2M 186K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... More

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın

9.7K 1.1K 1.4K
By ozcelikdilaraa



Hello! Başta konuşuyorum çünkü sonda beni dinlemiyorsunuz sdfldsjf. Hemen sınırı söyleyeyim 300 oy ve 900 yorum. Bence bu bölümün hatrına bir gecede geçersiniz... Okuyunca anlayacaksınız.

Öhöm beni intagramdan takip edenler 1 Ocakta B Rh+ isimli yeni bir kurgum geleceğini biliyorlar. Bilmeyenlere de söyleyeyim, Martel Kragen Dragos geliyor.... Ateş parçası?? Ötşden daha gotik biraz da smut dolu bir kitap yazdım dkflndsfo. Valla benden böylesini okumadınız ben de şaşkınım. Kitap gelince bildirim almak için beni takip edebilirsiniz ordu, 5K olamadım ağlayayım skdısod. Eski twitter hesabımı da aktif ettim ozcelikdilaraa oradan bölümden alıntılar paylaşıyorum oraya da gelin. Instagrama da gelin o da ozcelikdilara sohbet edelimmm.

Bölüm sonunda Apollon için buraya dönün. Arkadaşlar Mara Rae'den başkasıyla olmaz, Rae de Mara'dan başkasıyla asldıhopjsğd. Lütfen rahat olun... Bu arada bölüm 5200 kelime kısa diyeni çeker vururum :)

Sizleri sonsuzluk kadar seviyorum. Bu arada 29 Aralık Rae günü sdlfods. Ne yapsak acaba canlı mı açsak???

Haydi bölüme imzamı bölüm sonuna atacağım.

  Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın

  "Troyalı Mara bir yalan, hiçbir zaman Troyalı olmadım ben."

  Kelimelerin sebep olduğu tahribatın gözle görülebilir olduğuna inananlardandım ben daima. Bir sözün sizi nasıl Tanrıların katına ulaştırdığını, bir diğerinin ise yeraltı dünyasının sularının arasında savurduğunu en iyi bilenlerdendim ben. Ölmeyi de öldürmeyi de bilirken sözlerinin birini öldürebileceğini ise ilk defa görmüştüm.

  O anda öldüm ben. Tanrı öldürenin sapı onun kanıyla ıslanmışken yaşanacak başka bir hayatın daha olmadığının bilincindeydim. Tanrı Rae ölmeliydi, Tanrı Rae artık zamanın savruk kumsallarında ismi unutulacak bilinmeyen bir tanrıdan başka bir şey değildi.

  Mara'nın cansız bedeni tapınağın zemine yığıldığında düşüşünün sesi mermerde yankılandı, kanı hızla gelinliğini kaplarken gözleri cansız bir şekilde suratımda asılı kalmıştı.

  Bir an olsun kendime düşünme fırsatı tanımadan hançeri kalbime yönlendirdim ama başarılı olamadım. Başarılı olmayı çok fazla istememe rağmen tanıdık, uzun süreli savaşlarda tenine kazınmış yaraları iyileştirmek yerine onları gururla sergilemeyi tercih eden bir el tarafından durduruldum.

  "Kardeşim." Karr'ın iki eli de hançeri kavrayıp benden uzaklaştırmaya çalışırken karanlığımın sahip olduğu tüm güçler bir araya geldi, aldığım nefes ciğerlerime ruhumun yarıda kalan parçasını taşıdı. "Yapma."

  Ölmüştü. Onun için feda ettiğim yanım, ruhumun ona ait köşesi bana geri döndüğünde artık ondan geriye kurtarılacak bir şey kalmadığını anlamıştım. Kehanetlerim bana yalan söylemişti. Onu yeniden bulduktan sonra, o benim varlığımdan haberdar olmadan önce bir kehanet görmüştüm. O kehanette birlikteydik, benim gelinim, benim parçamdı. Sarayımdaki tahtta yan yana oturup Troya'ya birlikte hüküm sürmüştük. Ellerimi karnında gezdirdiğimi hatırlıyorum, orada başka bir canın varlığını daha hissettiğimi hatırlıyorum.

  Kehanetlerim bana yalan söylemişti.

  Hançer elimden çekilip alındığında birinin haykırdığını duydum. Hayır, haykıran biri değildi, bendim. Acı içinde haykırarak dizlerimin üzerine çöktüm ve yerde ona doğru süründüm. Gücüm sonunda tek parça olmanın heyecanıyla içimi kavursa da o gücü de bana geri dönen parçamı da istemiyordum. Ben sadece onu istiyordum.

  Mara'nın kanlar içindeki bedenini kollarımın arasına aldığımda onun ne kadar hafif olduğunu fark ettim. Acaba her zaman bu kadar hafif miydi yoksa artık burada olmadığını bildiğim ruhu tapındığım bedenini terk ettiği için mi hafiflemişti? Suratımı boynuna gömdüm, bunu daha önce defalarca yaptığım için dudaklarım benden bağımsız bir şekilde tenine dokundu, hala sıcacıktı.

  Karr'ın güçlü elleri omuzlarımı tutup beni ondan ayırmaya çalıştığında elimle boynunu tuttum çünkü başı geriye düşmüştü. "Hayır, onu bırakmayacağım."

  Karr da dizlerinin üzerine çöküp bana sarıldığında bile Mara'yı kollarımın arasında sıkıca tutmaya devam ettim. "Rae," derken sesi çaresizle boğuklaşmıştı. "O öldü, lütfen, bırak onu."

  Beni çekerek ondan uzaklaştırdığında kolyesi elimde kaldı. Kolyemiz. Geleceğimiz.

  Karr beni ayağa kaldırır kaldırmaz yeniden önünde dizlerimin üzerine çöktüm. "Öldür beni," diye yalvardım ona. "Bunu benim yapmama izin vermeyeceksen öldür beni."

  Karr şaşkınlıkla bir adım geriledi. "Hayır."

  Suratım neden ıslaktı? Bu Mara'nın kanı mıydı yoksa gözlerimden akan yaşlar mıydı? "Ben zaten şu saatten sonra ölü bir adamım." Gözlerimi çaresizlikle onunkilere doğru kaldırdım. "Öldür beni yoksa yaşadığım her gün öleceğim."

  Gözlerimi açtığımda altımdaki çarşafın terden sırılsıklam olduğunu fark etsem de bunu umursamadan yatmaya devam ettim. Sonsuza kadar, az önce gördüklerimin ağırlığı altında ezilerek burada öylece yatabilirdim. Belki bu kirli han odasında hayatıma bir kez daha son verir, herkese bir iyilik yapardım.

  Apollon içeri girmesiydi bunu yapmaya kararlıydım ama o içeri girince mecburen doğrulmak ve ona bakmak zorunda kaldım çünkü içeri girmesiyle birlikte odaya içimde yükselen dondurucu duyguların aksine sıcak bir enerjiyle doldurmuştu. Sanki ağzımı açsam dilimin ucunda güneşin ve sıcak kumsalların tadını hissedebilecektim.

  Apollon odanın içinde ilerleyip bana yaklaşırken odadaki mumlar da titreşerek yandı, ağlayan suratımı gördüğünde ise olduğu yerde hareketsiz bir şekilde donup kaldı. "Mara?" Sesi telaşsız çıksa da kaşlarının çatılışından benim için endişelendiğini anladım.

  "Geçmişi gördüm," dedim ellerimi suratımın içine gizleyerek. "Onu gördüm, ben öldükten sonraki halini." Nefes almakta güçlük çeksem de ellerimi suratıma iyice bastırdım, yapabilseydim o anda kendimi boğardım. "Onu mahvettim."

  Apollon yanıma gelip oturduğunda, hatta elleri ellerimin üzerine kapandığında bile suratımı gizlemekten vazgeçmedim. Troya'ya girer girmez muhafızlar bizi şehrin en uzak köşesindeki bir hana yerleştirmişlerdi. Yarın gün batımında yeminin ilerlemesini durduran büyü çözülecek ve ben belki de hak ettiğim gibi kör olacaktım ama canımı yakan bu değildi. Canımı yakan kimsenin henüz gelip beni görmemiş olmasıydı. Karr bile gelmemişti ve onun benim burada olduğumu, eve döndüğümü bildiğine emindim. En azından o diyordum, o beni anlayacak ve bana destek olacaktı.

  Kimse yoktu. Yanımda şu anda karşımda oturup ağlamamın geçmesini bekleyen tanrıdan başka kimse yoktu ve ben ömrümün büyük bir kısmını ondan nefret ederek geçirmiştim. "Gördüm," diye fısıldadım bir kez daha. "Ona ne yaptığımı gördüm."

  Apollon ellerimi güçlü bir şekilde yüzümden çektiğinde bu sefer ona engel olmadım ama onunla göz göze gelmemek için gözlerimi kapattım. Apollon'un kolları beni sarıp kendine çekerken hala ağlamaya devam ediyordum. "Ağlayabilirsin, sorun yok," diye fısıldarken bir yandan da suratımdaki yaşları siliyordu, parmaklarının pütürlü yüzeyi tenimde dolanırken içimi çektim.

  Gözlerimi açarak ona baktım. "Sorun yoksa neden onları siliyorsun?"

  Apollon parmağının ucuyla bir damla daha yaşı yakaladı. "Yenilerine yer açılsın diye." Kelimeleri söylediği etkiyi yarattı, yeni yaşlar hiç vakit kaybetmeden gözlerimden aşağı aktılar. Apollon beni kendine çekip dudaklarını alnıma bastırdığında suratımı omzuna gömdüm. "Onu seviyorsun," dedi kısık bir sesle. "O da bunu biliyor."

  Başımı iki yana salladım, lanet olsun, pahalı tuniğinin içine sıçmıştım. "Bilmiyor, bilemez." Dudaklarımdan bir hıçkırık koptuğu zaman Apollon sarılışı sıkılaştı. "Hata yaptım hem de çok büyük bir hata."

  Apollon başımın tepesine yumuşak bir öpücük kondurduktan sonra beni kendinden uzaklaştırdı, büyük elini yanağıma dayayarak doğrudan gözlerimin içine baktı. "Herkes hata yapar Mara, bu seni kötü biri yapmaz."

  "Kimse benim kadar büyük hatalar yapmamalı." Nefesim boğazımda düğümlendi, yutkunmakta güçlük çektim.

  Apollon dudaklarını birbirine sıkıca bastırdı, bir süre hiçbir şey söylemeden suratımı inceledi. En sonunda, "Uzun bir hayat yaşadım," diyerek konuşmaya başladığında ses tonu anlayışla yumuşamıştı. "Pek çok hata yaptım, insanların hata yapmasını izledim. Zaman zaman müdahale ettiğim olsa da genelde kader tanrıçalarının işine karışmadım." Elini suratımdan çekmeden önce son bir kez okşadı. "Ama şunu biliyorum ki, hataların bir açıklaması olduğu sürece affedilmesi senin düşündüğün kadar zor değil."

  Derin bir nefes alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. "Geçmişi gördüm," dedim bir kez daha. "İlk defa Rae bana göstermeden geçmişi görebildim."

  Apollon'un dudaklarından düşünceli bir mırıltı döküldü. "Güçlerin bir araya geliyor, toparlanıyorsun. Bizim geleceği görmemiz gibi senin de geçmişi görmen söz konusu olabilir."

  Korkuyla ondan uzaklaştım. "Bunu istemiyorum," derken sözlerimde samimiydim çünkü bunu gerçekten istemiyordum. Geleceğin belirsizliği altında ezilerek geçirdiğim günlerden sonra bir de geçmişi ve onun çıkmaz dehlizlerini istemiyordum. Kehanetler en azından değişkenlik gösteriyordu ama geçmiş, geçmişti. Geri alınması imkansız, değiştirilmesi mümkün değildi. Sadece acı vericiydi.

  Apollon yataktan kalktığında saman yatak gıcırdadı. "Bunu sonra düşünebiliriz. Önce yemin meselesinin icabına bakmamız lazım." Mum ışığında koluma şöyle bir göz attı. "Rae'nin bizi ne zaman huzuruna kabul edeceğini kestiremiyorum. Güneş birazdan doğacak, istersen biraz yürüyüşe çıkabiliriz."

  Kendimi toparlamaya çalışarak yüzümde yaşlardan geri kalanları elimin tersiyle sildim. "Bana neden yardım ediyorsun?" Ölümden döndüğüm andan beri zihnimde dönüp duran bu soruyu nihayet sorunca rahatladığımı hissettim. "Neden bana yardım etme pahasına kardeşini karşına almayı göze alıyorsun?"

  Apollon odadaki küçük pencereye yürürken mum ışıkları titreşti, bir kısmı söndü. "Her sorunun cevabı her zaman verilmez." Ellerini pencerenin önündeki küçük çıkıntıya dayayarak kafasını kaldırıp yukarı baktı. "Doğru zamanı beklemek lazım."

  Yatakta oturup onun şafaktan önceki karanlıkla dikilmesini izlerken midem burkuldu. Uzun süre ona düşmanlık besleyerek haksızlık edip etmediğimi düşündüm. Bunu hak etmişti, benim gözümde tüm düşmanlıkları ve nefreti hak etmişti. Rae de benim için böyle mi düşünüyordu? Ben de Apollon gibi aslında hain olmayan bir haindim ve Rae de bana karşı benzer şeyleri hissedebiliyor olabilirdi.

  Düşüncelerim başımı ağrıtırken ayaklarımı yataktan aşağı sallandırdım. "Arkanı dönme," dedikten sonra aceleyle ter içindeki tuniğimden sıyrılıp yedek tuniğimi giydim. Serin ve temiz kumaş tenimden aşağı kayarken rahatlayarak dudaklarımı birbirine bastırdım. "Dönebilirsin."

  Apollon yavaşça arkasını döndü. "Yürüyüş?" Başımı sallayıp onu onayladığımda, "Kahvaltı da yapalım çünkü bu handaki tüm peynirlerin küflendiğine eminim," dedi.

  Birlikte Troya'nın sokaklarında yürümeye başladığımızda şehrin geçen bir buçuk yolda kendini hızlı bir şekilde topladığını gördüm. Sokaklar yine renkli tüllerle döşenmiş, neşeli esnafın sesleri taş yolları çınlatırken hal sokaklarda özgürce geziniyordu. Kendimi evimde hissediyordum ama bir şekilde aynı zamanda kendimi misafir gibi de hissediyordum. Tuhaf bir durumdu, biliyorum ama böyle hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum.

  Apollon bir tezgaha yaklaşmadan önce üzerindeki pelerinin başlık kısmıyla dikkatli bir şekilde kendini örttü, aynısını ben de yaptım çünkü halkın bizi tanıyacağını biliyordum.

  Tezgahta kurutulmuş etle dolu küçük çömlekten bir tabak alırken sikkeyi de adamın suratına bakmadan aldı. Eti bana uzattığında kendimi hiç aç hissetmesem de yine de bir parça alıp ağzıma attım, lezzetli etin ağzımın içinde dağılışının tadını çıkarttım.

  Kalabalığın ilerisinde bir karışıklık olduğunda ikinci parçaya uzanmıştım bile ama gelenin kızıl gözlerini tanıdığımda eti geri bıraktım.

  Karr bize doğru yürürken kalabalık ikiye ayrılıyor, ona yol açıyordu. Gerisinde onu takip eden askerler vardı ama hepsi Spartalıydı, hiçbiri Troya'nın askeri değildi.

  Beni zaten gördüğü için başlığın ardına saklanmamın anlamı yoktu bu yüzden başlığı indirip yüzümü açığa çıkarttım.

  Savaş tanrısı tam karşıma geldiğinde durdu, siyah saçlarının çenesinin altına kadar uzaması dışında onu son bıraktığım günkü gibi kalmıştı. Ona bir şey demem lazımdı, biliyordum ama ne diyeceğimi bilemediğim için derin bir nefes aldım ama fazla düşünmeme gerek kalmadı çünkü beni sıkı bir sarılmayla kucakladı. "Mara, geri döndün," dediğinde kendimi onun sıcak kucaklamasına tamamen bıraktım. "Geri döndün."

  Suratımı omzuna gömdüğümde bu hayatta belki de benim için bir abiye en yakın olan adama ben de sıkıca sarılarak karşılık verdim. "Döndüm."

  Beni kendinden uzaklaştırdı ama kollarından bırakmadı. Suratıma dökülen saçlarımı geriye itti. "Döndüğünü biraz önce öğrendim, hana geliyordum," dedikten sonra Apollon'a baktı, başını sallayarak onu da selamladım. "Ama anlaşılan sen yine aceleci davranmışsın." Kollarımı sıvazladığında pelerin kaydı ve bozulan yemini açığa çıkarttı. "Siktir, bu ne?"

  İçimi çekerek ona kısaca gelinlerden ve bozulan yeminden bahsettikçe kaşları çatıldı, ben konuşmaya devam ettikçe kaşlarının arasındaki mesafe azaldı. Apollon tabağı az önce satın aldığı tezgaha bırakırken, "Rae bizi bekletiyor," dediğinde sesinde bariz bir serzeniş vardı. "Şehre girdiğimizde muhafızlara bugün gün batımına kadar vaktimiz olduğunu söyledik ama onlar bizi hana yerleştirdi."

  Karr alnıma sıcak bir öpücük kondurdu. "Sizi ben götürebilirim, başka bir şeylerle uğraşıyordu," derken sesi kuruydu. "Krētē Prensesi şehre geldi, sığınma talep ediyor."

  Krētē.

  Kaşlarımı çatarak bu ada şehir devlerinin ismini başka nerede duyduğumu hatırlamaya çalıştığımda Apollon'la göz göze geldim, yoldayken kurtardığımız kadından duyduğumu hatırladım. O da o şehirden geldiğini söylemişti.

  Apollon başını onaylamayarak iki yana salladı. "Mara'nın sağlığından daha önemli mi?"

  Karr bana sarılmayı bıraktı ama elimi sıkıca tuttu. "İşler karışık, yolunda gitmeyen şeyler var ama," dedikten sonra bana bakarak sustu. "En iyisi her şeyi sırayla konuşmak sanırım. Önce senin şu lanet işini ardından da hain sanılman için yaptığın büyüyü çözelim." Dudaklarım şaşkınlıkla aralandığında, "Naia," dedi. "Senin bir işler çevirdiğini anlayınca Nestor'a tüm büyülere karşı koruyacak bir karışım yaptırdı ama ben Rae'ye içiremeden sen yapacağını yapmıştın."

  Rahatlayarak gözlerimi kapattığımda burnumun direği sızladı, ağlamamak için kendimi zor tuttum. "Teşekkür ederim," dedim titrek bir nefes verirken. "Onlar nerede?"

  Karr elimi sıktı. "Her şey sırasıyla dememiş miydim?" Apollon'a dönerek, "Sizi Rae'ye ben götüreceğim," dedi.

  Karr'ın sözlerinin ardından muhafızlar hareketlenirken birlikte Rae'nin sarayına yürüdük. Kalabalığın içinde şaşkınlıkla dönüp bize bakan insanlar olsa da çoğunlukla hepsinin suratında öfkeli bir ifade vardı. Büyüyü tüm şehre yapmıştım, tüm şehir benim bir hain olduğuma inanıyordu ve kesinlikle bu boktan bir durumdu.

  Rae'nin sarayının önüne geldik ama içeri girmemize gerek yoktu çünkü o oradaydı.

  Rae merdivenlerin başında, bahar rüzgarından uçuşan koyu renkli tuniğiyle bizi bekliyor, başındaki defne tacı öğle güneşinin altında parlıyordu. Bize tepeden baksa da karanlığı saniyeler içinde onu kavrayarak bizimle aynı hizaya indirdi, gözümü açıp kapattığımda en alttaki basamakta bekliyordu.

  Öfke dolu tanrı kusursuzdu. Dolgun dudaklarını birbirine sıkıca bastırmış olsa da öfkesi güzelliğini azaltmak yerine onu daha da etkileyici kılmıştı. O da değişmişti, bedeninin etrafını saran güç kalkanı onu ikinci bir ten gibi sararken kaslarının sıkılaştığını görebiliyordum. Saçları uzamış, alnından aşağı düzgün bukleler şeklinde sarkıyordu. Teni artık beyaz değildi, üzerinde altuni bir esmerlik vardı. Ya güneşte fazla vakit geçirmişti ya da ruhu yeniden tek parça olduğu için bedeni de bu değişme katılmış, daha sağlıklı bir hal almıştı.

  Gözleri ise hala aynıydı, iki kara delik gibiydi ve bana değil, doğrudan Apollon'a bakıyordu.

  Apollon kendi başlığını açarak önce yanıma geldi ardından da önüme geçti. Eğer iyileşmiş olsaydı kanatlarını açacağını ve beni onların ardında gizleyeceğini biliyordum. "Zihnimin içinden çık," dedi Apollon sert bir sesle.

  Rae sakince başını eğdi. "Zaten yeterince şey gördüm," dedikten sonra aralarındaki göz temasını bozarak Karr'a döndü. Benim hemen yanımda duran Karr'a, beni tutan Karr'a ama bana bir an olsun bakmadı. "Onları ben çağırmadım."

  Karr sırtını dikleştirdi. "Biliyorum ama Mara'nın fazla vakti yok."

  Rae hala bana bakmadan, "Biliyorsan sana verilen emirlerin dışına çıkmazsın," dediğinde sesindeki mesafe kan dondurucuydu. "Bir daha emirlerimin dışına çıkma." Son sözleri buydu, anlamıştım çünkü arkasını dönüp yeniden basamakları çıktı.

  "Rae!" Apollon ona bir adım yaklaştı. "Mara'nın gün batımına kadar yemininden azat edilmesi gerek."

  Rae sırtı hala ona dönük olsa da, "O halde öğle vaktinde harabelerde olsun," dedi ve gücü onu kavrayarak bizden uzağa götürdü.

  Karr beni tutmasaydı olduğum yere yığılabilirdim ama güçlü elleri benim kendimi koy vermemi engelledi. "Kolay şeyler yaşamadı," diyerek zaten bildiğim, kalbimin derinliklerinde hissettiğim o gerçeği açıkladı. "Tamamen içine kapandı, benimle bile bana emir vermekten başka doğru düzgün konuşmuyor. Sadece Artemis, bir tek onun yanına yaklaşmasına izin veriyor."

  Apollon Rae'nin az önce durduğu noktaya bakarak, "Tara nerede?" diye sordu.

  Karr'ın suratı buruştu, dudakları hüzünlü bir ifadeyle büküldü. "Ormanına döndü, Mara'nın ölümünün ardından kaçıp gitti." Boğazını temizleyerek kendini gülümsemek için zorladı. "Ama artık Mara döndüğüne göre her şey çözülecek."

  Apollon alayla güldü. "Buna emin misin?" Pelerinini tutan parlak ipe asılıp onu çözdü.

  Karr'ın bakışları Apollon ve benim aramda gidip gelirken, "Zihninde bu kadar öfkeleceği ne gördü?" diye sorduğunda ben de meraklı bakışlarımı Apollon'a çevirdim.

  Apollon yutkunduğunda adem elması hafifçe inip kalktı. "Hiçbir şey."

  Apollon'un zihnine sızmayı düşündüm ama aklımdaki diğer soru daha baskın geldi. "Harabeler de neresi?"

  Karr elimi bırakarak sıkıntılı bir şekilde bana baktı. "Sikik bir yer ama her şeyin çözümü orada." Kızıl gözleri kısıldı. "İyileşeceksin."

☽☽☽

  Troya'nın dışında harabeler bulunduğundan bile haberim yoktu. Şehrin her yerini bildiğimi iddia etmiyordum fakat harabelerin varlığını bu şehir için savaştıktan ve öldükten sonra öğrenmek içimde tuhaf hisler doğuruyordu.

  Harabelere giden yolda Apollon bana eşlik etse de halinden onun da bu durumdan pek memnun olmadığını açıkça anlayabiliyordum. "Şehrin dışında harabelerin bulunduğunu bilmiyordum," dedim aramızdaki rahatsız edici sessizliği bozmaya çalışarak.

  Şehirden çıkıp arka taraftaki ormanlık arana girdiğimizden beri Apollon'un ağzını bıçak açmamıştı. Yine konuşmayacağını düşündüm ama beni şaşırtarak, "Çünkü harabelerin insanlarla bir ilgisi yok," dedi. "Orası tanrılarla ilgili." Önüne gelen bir dal parçasını öfkeyle iterek ikimize de yol açtı. "Lanet olası tanrılarla ilgili."

  Baharın taze havası ormana sinmiş olsa da yine de içimde bir sıkıntının yükseldiğini hissedebiliyordum. "Daha açık olabilir misin?" diye sordum üstü kapalı yanıtlardan sıkılarak.

  Apollon omuz silkerek durdu, etrafını sıkıntılı bir tavırla süzerek, "Titanlar yer yüzüne indiklerinde ilk harabelerde yaşadılar," dedi. "Onlardan da önce orada bir şehir vardı ama onlar şehri sahiplendi ve yeniden inşa ettiler. Titanların büyük bir kısmı babam tarafından sürüldükten sonra ise hiçbir Olymposlu bir daha o şehre yerleşmedi, en sonunda da şimdiki halini aldı."

  Biraz soluklanmaya çalışarak yakınlardaki bir ağacın gövdesine dayandım. Kirke'nin hazırladığı karışımın etkisinin yavaş yavaş kaybolduğunu hissedebiliyordum. Elim karıncalanmaya başlamıştı ve nefes almak benim için giderek zorlaşıyordu. "Neden şehre bir daha kimse yerleşmedi."

  Apollon temkinli bir tavırla suratıma baktı. "İyi misin?" diye sorduğunda başımı sallayarak onu onayladım. "Orada çok daha eski, daha kadim bir güç var. Titanlar geldiğinde çoktan orada olan bir şehirden bahsediyoruz, bildiğimiz tanrıların ve medeniyetlerin de ötesinde bir şey çoktan yeryüzüne kendi izini bırakmış." Ormandan bir çatırtı sesi yükseldiğinde kafasını dikkatle kaldırdı. "Orada yaşayan Titanlar zaman içinde delirmeye ve olmadık şeyler yapmaya başladı. Zeus onları sürdükten sonra açıkça şehre yeniden yerleşimi yasaklamamış olsa da hiçbir tanrı oraya yerleşmeye cesaret edemedi."

  Gözlerimi kırpıştırmam gerekti çünkü sıcaktan dolayı başım hafifçe dönmeye başlamıştı. "Orada neler yaşandı?"

  "Orada yaşanan şeyler bir tabu Mara, konulması yasak. Sadece Titanların sadece insanlara değil, kendilerine de zarar verdiğini bilmen yeterli," dedikten sonra beni tutup ağaçtan uzaklaştırdı. "Ama eski tapınağın altındaki odalarda şifalı suların aktığı bilinir, oraya nasıl bir tanrı ayak bastıysa her şeyin ilacı oradadır."

  Elimi sıkıca tuttuğunda koluna tutunarak yürümeye çalıştım. "Eğer öyleyse neden Karr hastalandığında onu oraya götürmedik?" Bir dal parçası sandaletlerime dolandığında Apollon beni tuttu.

  Başını salladı. "Çünkü oraya ruhu yarım tanrıların girmesi yasak, ilk savaştan sonra Ares oraya girmeye çalıştı ama şehir onu içeri almadı, daha da kötüsü bir asır boyunca kendine gelemedi." Beni bir başka dal parçasının üzerinden geçirdi. "Orası çılgınlıkların yeri Mara, orası dürtülerin yeri. Tanrılar tam gücünde olmadığı sürece değil harabelere girmek, sınırından bile tek parça dönemezler."

  Ağaçların ötemizde seyreldiğini görebiliyordum. "Ares'e ne oldu?"

  "Kimse bilmiyor, kendisi bile. Sadece karanlığın tüm zihnini kapladığını ve onu içeri hapsettiğini hatırlıyor. Tam bir asır Mara, yeniden tanrısal özünü bulması bir asrını aldı."

  Harabeler nihayet belirdiğinde büyüleyici görünüşleri karşısında nefesim tutuldu. Garip bir şekilde Ölümün tapınağına benzese de ondan çok daha büyük, çok daha korkutucuydu. Doğanın şehrin yarısını yuttuğunu açıkça görebiliyordum çünkü çoğu taş otların ve yosunların altında kalmıştı. Ama her şeye rağmen o, oradaydı. Küçük bir yapıydı ve Troya'daki ya da başka bir şehirdeki herhangi bir tapınağa benzemese de ilk bakışta onun bir tapınak olduğunu anladım.

  Bir kayanın içine oyulmuş gibi görünmesine rağmen her şey yıkılmışken onun sağlam bir şekilde ayakta duruyor olmasının anlamı açıktı, orası bir zamanlar bu şehre Titanlardan bile önce hükmetmiş olanlar için kutsal bir yerdi.

  Şehre doğru bir adım attığımda Apollon elimi çekerek beni durdurdu. "Seni burada bekleyeceğim," derken bunu yapmaktan dolayı ne kadar memnuniyetsiz olduğunu anlayabiliyordum. "Sınır şu ağaçtan itibaren başlıyor," derken uzun işaret parmağını birkaç adım ötemizde devrik bir şekilde duran ağaca yöneltti, ağacın çürümüş köklerinin açıkta olduğunu gördüm.

  Elimi onun elinden çekerek, "Sorun yok," dedim.

  Yüzümü yeniden şehre döndüğümde, "Mara," diyerek seslendi. "Dikkatli ol."

  Tam olarak neye karşı dikkatli olmamı istediğinden emin değildim. Beni harabelere ve harabeleri saran kötücül enerjiye karşı da uyarıyor olabilirdi, bizzat Rae'nin kendisine karşı da. Haklıydı ve aynı zamanda da haksız. Rae'nin bana öfkesi Tartarus'u bir kez daha ateşe atacak kadar büyük olabilirdi ama bana zarar vermektense tüm şehri yakacağını biliyordum. Geçmiş bana bunu göstermişti, yaşadığı pişmanlığı ve benim canımı aldığı için kendi canını almak istediğini görmüştüm.

  Harabelere doğru bir adım daha attığımda bir anda havanın ağırlaştığını hissettim. Apollon haklıydı, burada başka bir şey vardı. Ölümün tapınağında bile hissetmediğim kadar saf bir enerjinin etrafı kuşattığını hissedebiliyordum. Çok daha farklı bir şeydi bu, çok daha acımasız ve korkutucu. Taşların üzerini kaplayan yosunlar bile daha eski, daha kadim hissettiriyordu.

  Rae'nin karanlığı tapınak olduğunu düşündüğüm yapının önünde belirdiğinde doğru yolda olduğumu anladım. Bana kendini göstermemişti ama karanlığı beni çağırıyor, onu takip etmemi tembihliyordu.

  Ayağımın altındaki kurumuş otlar çatırdarken karanlığını takip ettim.

  Tapınağın bir kapısı yoktu, büyük, yontulmamış bir taştı ve duvarlara kazınmış işaretleri daha önce hiçbir şehirde ve yaşamda görmediğime emindim. Kendime engel olamayarak işaretlerden birine dokunduğumda içimde burada aktığını bildiğim hayatların sesleri haykırdı. Kimi gülüyor, kimi ağlıyor kimi ise ıstırap çekiyordu. Burada yaşamlar sönmüş, korkunç şeyler yaşanmıştı. Ölenlerin medeni zamanın sonsuz tarlalarına karışmış olabilirdi ama taşların da bir hafızası vardı, taşlar asla vahşeti unutmazdı.

"Dikkatli ol." Rae'nin sesi zihnimin içinde yankılandığında elimi çektim. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki kulaklarım bile uğuldamaya başlamıştı.

  "Zihnimin içinde misin?" diye sordum ona yıllar içinde sorduğum soruyu tekrar ederek.

  Karanlığı beni tapınağın içine davet ederken, "Her yerindeyim," diye yanıtladı beni bir kez daha. "Olmak istemediğim her yerde."

  İçerisi yanan meşalelerin ışığının altında alev almış gibi görünüyordu. Tapınağın içi de dışı gibi taştan yontulmuştu ve etrafta yanan meşalelerin bile bastıramadığı bir rutubet kokusu vardı. Eskinin ruhu her yere sızmış olsa da içerisi çıplak denecek kadar boştu. Dar alanın ortasında yer alan taştan bir kaide dışında hiçbir şey yoktu.

  "Sol tarafındaki basamaklardan in." Karanlığı Rae'nin sözleri yetersiz olurmuş gibi sol tarafa doğru ilerledi, işte o zaman dar basamakları fark ettim. Aşağı inen yol karanlıktı bu yüzden ne kadar uzun olduğunu ya da ne kadar dibe inmem gerektiğini kestiremiyordum.

  Duvara tutunarak basamaklara ilk adımımı attım, ikinci adımımı attığımda ise sandaletlerim yosunlar yüzünden kaydı ama karanlık beni yakalayarak ayakta tuttu. "Dikkatli ol."

  Bir sonraki adımımı daha güçlü ve dikkatli atsam da karanlık beni hala tutmaya, bana destek olmaya devam ediyordu. İçimde bir umut kırıntısı canlandı, başta mumdan çıkan küçük bir ışıkken daha sonrasında harlı ateşe dönüştü. Hala kalbindeydim, hala bana destek oluyor hala bana bir zarar gelmesinden korkuyordu.

  En sonunda son basamağı da indiğinde suyun hafif sesini duydum ama kaynağı göremedim, tek görebildiğim karşımda duran bir zamanlar üzerlerinde heykellerin durduğunu belli eden yıkılmış kaidelerdi.

  Karanlık beni bırakarak ilerledi, zemindeki bir deliğin önüne gelince durdu. Ellerimi deliğin kenarlarına yaslayarak dizlerimin üzerine çöktüğümde aşağıdaki ışığı gördüm. Karanlık beni dürttü, aşağı inmemi işaret etti.

  Karanlığın isteğini yapıp kendimi boşluğa bıraktığımda beni yakaladı ve ayaklarım zemine basana kadar da beni bırakmadı.

  Sıcak hava suratıma çarptığında fokurdayan suyun sesi de kulağıma dondu. Oradaydı, benden birkaç adım ötede, kaynak suyunun çıkarttığı dumanların içinde beni bekliyordu. "Buraya hiçbir zaman giremeyeceğimi düşünmüştüm," dedi fısıldayarak. "Gerçi tek parça olsam dahi buraya gelmeye pek hevesli sayılmazdım. Sadece bir kez, çok genç ve aptalken yakınında bulunmuştum ve duyduklarım buraya bir daha gelmemeyi akıl edeceğim kadar bana yetmişti."

  Benimle doğrudan konuşuyordu ve söylediği sözlerin her biri uğursuzlukla kuşanmış olsa da kalbim yine de umutla çarptı. "Ben buraya nasıl girebildim?"

  Rae sonunda buharın içinden çıkıp bana yaklaştığında her bir anını zihnime kazıdım. Üzerimdeki koyu mor renkte bir tunik vardı ve altın tokası tuniğinin iki parçasını hemen omzunun üzerinde toplamıştı. Bakışlarım ay şeklinde tokasından suratına çıktığında onun da bana baktığını fark ettim. "Bilmiyorum," derken gözlerini benim gözlerimden bir an olsun ayırmadı. "Seninle ilgili, karşımdaki senle ilgili bilmediğim çok fazla şey var."

  Kaynak suyu onun hemen gerisinde, birkaç adım gerisinde akıyordu. İçinden sızan buhar tüm odayı kaplasa da bir şekilde Rae buharın içinden sıyrılmayı başarmıştı. "Kehanetlerin sende mi?" diye sorduğumda ben de ona doğru bir adım attım.

  Başını aşağı yukarı sallarken duruşu mesafeliydi. "Kehanetlerim de ruhum da bende." Cümlesi havada asılı kaldı, buhar tarafından örtülüp yutuldu. "Farklısın."

  Bana doğru bir adım attığında ben de ona doğru bir adım attım. "Öyle hissetmiyorum," diyerek itiraf ettim. "Gelinlerin emanetini aldım ama yine de Mara gibi hissediyorum, eski Mara gibi."

  "Eski Mara," diyerek sözlerimi tekrarladı, gözleri suratımda ve bedenimde gezindi. "Biliyorum, gördüm, her şeyi gördüm ve duydum." Ve gözleri tekrar gözlerimdeydi, gezegenler kayıp gitti. "Öyle hissetsen de eskisi gibi değilsin, olamazsın da."

  Yutkundum. "Olamayacağımı biliyorum."

  Rae benden uzaklaşarak kaynak suyuna yaklaştı. "Seni suda yıkadıktan sonra yemininden azat edeceğim," dedi. "İçeri girebilirsin." Başımı sallayarak tuniğimin askılarına uzandığımda bana döndü. "Soyunmana gerek yok," derken bakışları benden uzaklara, taş odanın yosun kaplı duvarlarına dönmüştü. "Bu şekilde de girebilirsin."

  Ellerim uzandığım askılarda asılı kaldı. "Yanımda yedek kıyafet yok." Boğazımı temizledim, parmaklarımla kumaşı sıktım. "Apollon harabelerin dışında bekliyor, onunla döneceğim."

  Rae'nin üst dudağı hafifçe havaya kalktı. "Apollon," diyerek tekrarladıktan sonra bana sırtını dönerek kendini tuniğinin üst kısmını sıyırdı. "Soyun o halde."

  O suya girdiğinde ellerim titrese de üzerimdeki tuniği çıkartmayı başardım. Saçlarım uzun zamandır kesilmediği için omuzlarımdan aşağı iniyordu ve onları tutan örgüleri çözdüğümde bedenimin üst yarısının büyük kısmını örttüler.

  Suya yaklaştığımda önce ayak parmağımla dokundum, sıcaklık beni anında ele geçirdi. Elime ve oradan da kolumla omzumun ön kısmını kaplayan karartıya baktım, onu özleyeceğimi pek de söyleyemezdim.

  Kendimi suya bıraktığımda rahatlayarak inledim. Fazla derin değildi bu yüzden ayaklarımın üzerinde yüzmeden durabiliyordum ama yine de ileri doğru yüzmekten kendimi alıkoyamadım.

  Buhar suyun yüzeyini tamamen kapladığı için Rae'nin nerede olduğunu göremiyordum ama varlığını hissedebiliyordum. Yakınımdaydı, hem de çok yakınımda.

  "Kendini daha iyi hissediyor musun?" diye sorduğunda sesi hemen sağ tarafımdan gelmişti, o yöne döndüğümde sular akan suratının benden fazla uzakta olmadığını gördüm. "Memnunsun."

  Ayak parmaklarım suyun içinde kıvrıldı. "Kendimi rahatlamış hissediyorum."

  "Güzel." Kıyıya yüzüp orada olduğunu bile fark etmediğim küçük bir testiye uzandı. "İçinde kül var, seni onunla yıkacağım," dedi.

  Testiyi çevirip içindeki külü eline döktükten sonra onu yeniden kenara bırakarak suyun içinde bana doğru ilerledi. "İçinde kan olmamasına sevindim," dedim beni Ölümün tapınağında kanla yıkadığını hatırlayarak. "Biraz tuhaf olduğunu kabul etmemiz gerek."

  Rae karşımda durduğunda suratında anlamlandıramadığım bir ifade vardı. Kaşının biri hafifçe havaya kalkarken, "Biraz mı?" diye sordu ardından da dudakları gülümsemeye en yakın olabilecek şekilde büküldü. "Sonsuz hayatımda dahil olduğum en tuhaf şeylerden biriydi."

  Kendime engel olamayarak, "Seni özledim," dediğimde koluma uzanmıştı ama durdu. Cesaretimi toplayarak, "Seni çok özledim Rae," dedim. "Ölümden döndüğümden beri düşünebildiğim tek şey bu."

  Rae sözlerim onu hiç etkilememiş gibi davranarak elimi tuttu, suyun içinden çıkartarak bozulan yeminin izlerini açığa çıkarttı. "Beni özlememelisin Mara, ben seni öldürdüm. Senin katilinim." Gece gözleri bana baktı, içlerindeki acıyı ve çaresizliği gördüm. "Bir haindin ama yine de ölmeyi hak etmemiştin."

  Ona her şeyi anlatmayı, yaptığım geri dönüşü olmayan büyüyü söylemeyi düşündüm ama şu anda ona anlatacağım hiçbir şey onun için inandırıcı olmayacaktı. Yine de dürüst olmaya karar verdim, Apollon'un da dediği gibi bir hata yapmıştım ama affedilebilirdim. "Bir büyü yaptım," dedim gerçeğin ağırlığını tüm bedenimde hissederek. "Beni bir hain olarak görmen ve öldürmen için seni büyüledim."

  Küller tenime düştü ama Rae'nin elleri beni yıkamak yerine donup kaldı. Şaşkınlıkla bana bakarken ağzı hayretle açıldı. "Ne?" İrkildi. "Sen ne yaptım dedin?"

  Alt dudağımı dişlediğimde onu hafifçe kanattım. "Senin beni öldürmen için seni büyüledim, seni benim bir hain olduğuma inandırdım."

  Rae ellerini üzerimden çekti. "Mara." Başını iki yana sallayarak külleri kolum boyunca yaydı, avcunun içine aldığı bir miktar suyu koluma ve elime döktü. "Bunların artık hiçbir önemi yok." Külün kalanını da koluma yayıp biraz daha suyla ıslattı. "Seni yemininden azat ediyorum."

  Elini tuttum, ıslanıp yapışan saçlarımın üzerinden kalbime bastırdım. "Benim için önemi var, sana hiçbir zaman ihanet etmedim. Eğer kendimi öldürseydim beni geri döndürmek için kendini feda edeceğini ve hiçbir zaman tek parça olmayacağını biliyordum ama seni benim bir hain olduğuma inandırırsan en azından-"

  "Kendimi öldürmeye çalıştım," diyerek beni susturdu. "Düğün günümüzde seni öldürdüm Mara ve sonrasında kendimi öldürmeye çalıştım."

  Benden uzaklaşmaya çalıştığında ellerimle suratımı kavradım, sular akarken tenimin iyileştiğini gördüm ama bunun için sevinemedim bile. "Bunlara ben sebep oldum ve çok pişmanım," dedim. Beni itmesi için ona fırsat tanımadan alnımı onun alnına bastırdım. "Ama bir daha olsa yine aynı şeyi yaparım."

  Rae ellerimi tutup kendinden uzaklaştırdı. "Anlattıkların doğru olsa bile seni bana yaptırdığın şey için affetsem bile," dediğinde bana bakmak yerine bakışlarını arkamda bir noktaya odaklamıştı. "Sana yaptığım şey için kendimi affetmem."

  Tenimi damgalayan leke tamamen yok olduğunda hafifçe parladığımı fark ettim, gücüm nihayet içimde uyanmış, onu dizginleyen laneti kendinden uzaklaştırmıştı. "Ben seni affettim Rae, beni öldürdüğün için sana bir an olsun kızmadım çünkü senden bunu yapmanı ben istedim. Senin için, Troya için yapılması gerekeni yaptım."

  Saçlarımı hafifçe geri itti, bakışları boynumdaki kolyeye indirdi. "Benimdin," diye fısıldadı. "Sahip olmayı arzuladığım her şeydin."

  Parmakları kolyemin etrafına kapatırken suyun içinde ona yaklaştım. "Hala öyleyim," derken bana dokunması için sızlanmak istesem de yine de bu küçük yaklaşmayla yetinmeye karar verdim çünkü pişman olup benden uzaklaşmasını istemiyordum.

  "Hala öyle misin?" diye sordu dudaklarını hafifçe boynuma yaklaştırarak. "Hala benim misin?"

  Dudakları boynuma değdiğinde titredim. "Sonsuzluğun her iki yanında da," diyerek yanıtladım onu. "Daima."

  Rae'nin cevabı suratını boynuma gömmek oldu. Ona bu kadar yakınken bedeninin titrediğini hissedebiliyordum. Çektiği ıstırabı anlayabiliyor, elimden gelse onu söküp atmak istiyorum. "Özür dilerim," dedim kendimi ona bastırırken. "Neden olduğum her şey için özür dilerim."

  "Konuşma."

  Rae'nin bir sonraki hareketi beni kalçalarımdan kavrayarak kucağına almak oldu. Bedenim çıplak tenine dokunduğunda onun da tuniğini tamamen çıkarttığını anladım. "Soyunmana gerek yoktu," dedim hafifçe gülerek. "Suya tuniğinle de girebilirsin."

  Boynumu ısırdığında gülüşüm bir iniltiye dönüştü. "Sana o kadar öfkeliyim ki Mara," derken az önce ısırdığı noktayı hafifçe yaladı. "Sana ne kadar öfkeli olduğumu bilsen benden koşarak uzaklaşırdın."

  Parmaklarımı omuzlarına geçirerek devam etmesi için onu teşvik ettim. "Biliyorum," dediğimde bir başka ısırık çenemin altını buldu. "Hiçbir şey için seni suçlamıyorum."

  "Suçlamalısın." Dudakları çenemden köprücük kemiğime inerken oradaki su damlalarını da beraberinde götürdü. "Bazen kendin dışında birilerini suçlaman gerek."

  Suyun içinde beni biraz daha havaya kaldırdığında suratı göğüs hizamda kaldı, boynuna sarılarak dengemi sağlamaya çalıştım.

  Suyun içinde hareket ederek beni kıyıya doğru taşıdı ama dışarı çıkmamızı beklesem de suyun içinde kalarak beni kayalığa dayamayı tercih etti. Bedeniyle bedenimi kayaya dayarken elleri suyun içinden çıktı. "Seni nasıl affedeceğim Mara?"  Saçlarımı geri itti, eli boynumu kavrayarak beni kendine çekti. "Bize yaşattıkların için seni nasıl affedeceğim?"

  Nefes nefese, "Lütfen dene," dedim.

  Eli boynumdan sol mememe indiğinden dokunuşunun özlemiyle inledim. "Denemediğimi mi düşünüyorsun." Mememi sıktı, ucunu parmaklarının arasına alarak kıstırdı. "Hayatta olduğunu öğrendiğim andan beri seni affetmenin bir yolunu alıyorum."

  Eğilip onun dokunuşuna hasret ucu dişlerinin arasına aldığında sırtımı taşa iyice yapıştırarak gerindim. İnanmadığım tanrılar, o bana böyle dokunana kadar hayata döndüğümün farkında bile değilmişim ben.

  Rae'nin dili acımasız bir ritimle gezinirken gözlerini benimkilere doğru kaldırdı, dilinin her hareketini görebileceğim şekilde ağzını açtı. Kasıklarım hissettiğim arzuyla ıslanırken gülümsedi, dişleri tenimden çekildi. "Seni bu şekilde bırakmam lazım aslında," dedi yeniden boynuma geçerken. "Cezan belki de bu olmalı."

  Çıplak poposuna tırnaklarımı geçirip onu kendime çektiğimde o da inledi, kendini bana bastırsa da bedenlerimizi bütünleştirmek için hiçbir çaba harcamadı. Çenesini tutup suratını kendime çekerken, "Öp beni," dedim.

  Rae işaret parmağını dudaklarımızın arasına koydu, bir eliyle belimi kavrarken diğer elini karnıma indirdi. "Seni şimdi öpmeyeceğim Mara," dediğinde bacaklarımın arasını avuçladı, titreyerek ona biraz daha sarıldım. "Eğer şimdi seni öpersem içine girmem gerekecek ve ben seni tam anlamıyla affetmeden sana sahip olamam." Baş parmağı acıyacak şekilde sızlayacak noktaya değdiğinde başım önüme düştü. "Bunu yaparsam eğer ikimize de haksızlık etmiş olurum."

  Kapandığından bile haberimin olmadığım gözlerim açıldı, onun bana çektirdiği gibi ona eziyet çektirme arzusuyla elimi uzatıp aramıza yerleştirdim ve aletini kavradım. "Öyle olsun," dedim onun iniltisinden memnun olarak. "İstediğin gibi olsun."

  Onu aşağı yukarı sıvazlamaya başladığımda dudaklarını ısırdı. "Bana meydan mı okuyorsun?"

  Başını baş parmağımla okşadım. "Nasıl algılamak istersen öyle olsun." Rae iki parmağını birden içime ittiğinde inleyerek onu daha sıkı kavradım ve elimi aşağı yukarı hareket ettirmeye başladım.

  Parmakları içimde büküldüğünde tırnaklarımı tenine geçirdim. Ağzından bir tıslama döküldü. "Canımı yaktın," dese de sesi arzuyla boğuklaşmıştı.

  Bir kez daha tırnaklarımı geçirdim ama hemen sonra tekrardan hafif bir baskı uygulayarak onunla oynamaya devam ettim. "Sen de benim canımı yakıyorsun."

  Rae alnını benimkine dayadı, çıplak göğsü benim göğüslerimi ezdi. Onun parmakları benim içimde hızlanarak hareket ederken benim elim de onun ritmine ayak uydurarak hareket etti. Zevk dalgalar halinde birikip bedenimi ele geçirse de hemen pes etmeye niyetim yoktu çünkü ilk önce onun teslim olmasını istiyordum. Önce onun benim için kendinden geçmesini istiyordum.

  "Kendini tutmaya ne kadar daha devam edeceksin," dedi çenemi ısırarak. "Benim için kasıldığını hissediyorum."

  Güldüm ama sesim daha çok nefes nefes kalan bir insanın havayı içine çekmesine benzer bir ses çıkartmıştı. "Sen ne zaman gelirsen ben de o zaman geleceğim," dedim.

  Rae parmaklarını çektiği anda karanlığı beni kavradı, parmaklarının yerini karanlığı doldururken beni suyun dışına çıkartarak kayaya uzanmamı sağladı. Üzerime yerleştiğinde içime gireceğini sandım ama öyle olmadı. Karanlığı beni doldururken bana sürtünmeye başladı ki bu da bana neredeyse aklımı kaybettirdi.

  Sertliği beni çılgınlığa sürüklerken ona dokunmaya çalıştım ama kollarımı tutarak başımın üzerine kaldırdı, tek eliyle kayaya dayadı. Ben altında kıvranırken suratında muzaffer bir gülümseme belirdi. "Eğer bir daha sana dokunursa ki bunun dostane olup olmaması umurumda değil," dediğinde bana bedenim kayadan yukarı kayacak kadar sert bastırdı. "Bu sefer kanatlarını yakmakla yetinmem."

  Zevkten gözlerim kayarken sadece, "Ne?" diye sorabilmeyi başardım ama eğilip bu sefer sağ mememi ağzına aldığımda aklım tamamen söylediği şeyden uzaklaştı.

  Kollarımı bırakarak elini saçlarıma doladı, başımı kendisine doğru kaldırdığında bir kez daha üzerimde kaydı, bacaklarım titreyerek biraz daha açıldı. "Şu anda seni affetmemiş olmam sevmeyi bıraktığım anlamına gelmiyor. Eğer bir daha sana dokunmasına, seni teselli etmesine izin verirsen onu öldürürüm ve bunun geri dönüşü olmayacağından emin olurum."

  Zihnimi toparlamakta güçlük çekerken, "Apollon mu?" diye sordum.

  Eli anında ağzımı örttü. "Sakın sikim senin üzerindeyken onun adını anma cesaretini gösterme." Sözlerini damgalamak ister gibi bana sürtündüğünde çığlık attım çünkü bu ihtiyaç beni yakıp kavuruyordu. "Onun zihnini gördüm Mara, benim olanı istediğini gördüm."

  Sözleri eğer zevkin girdabında boğulmaya başlamasaydım beni şoka uğratırdı ama inleyerek kendimden geçerken hissettiğim tek şey titreyen bacaklarımdı. Rae de kendini serbest bıraktığında suratını boynuma gömdü. Nefes nefese, "Sakın," diyerek bir kez daha beni uyardı.

  Kendime gelmeye çalışarak ona baktım. Az önce yaşadıklarımız o kadar yoğundu ki başka hiçbir şey düşünemiyordum. Yine de kendimi biraz olsun toparlamaya çalışarak, "Ben seninim," demeyi başardım. "Kehanetlerinde sende, bunu görüyor olmalısın."

  Rae ter ve suyla ıslanmış suratını kaldırıp bana baktı. "Görüyorum," diye fısıldadı. "Ama yine de korkuyorum."

  Ellerini kayaya dayayarak beni hala sarmaya devam ederken ensesini tuttum, suratını suratımın önünde hizaladım. "Hiçbir şey seni sevdiğim gerçeğini değiştiremez," dediğimde uzanıp elmacık kemiklerinin üzerini öptüm. "Hiçbir şey."

  Rae'nin bedeni benimkinin üzerinde titredi. "Bana zaman ver Mara," dediğinde sesi artık öfkeli değil, çaresizdi. "Seni affetmem için bana zaman ver."

  "İstediğin zaman senin olsun."

  Kara gözlerinde yıldızlar yandı. "Bekleyeceksin," derken sesi bir fısıltı gibiydi. "Seni affetmemi bekleyeceksin. Sen tanrının kalbine gömdüğü kadınsın."

  Gülümsedim. "Bekleyeceğim," derken buna hiç şüphem yoktu. "Seni dünyanın sonuna kadar beklerim."

-Kaos.

Continue Reading

You'll Also Like

35.5K 128 15
Tecavüz,şiddet,taciz ve sex içerir.Bu bir sexting eseridir.
254K 4.6K 31
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı.Bir an kalbim duracak gibi oldu. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi ve odamın kapısını açt...
262K 23.1K 43
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
10.4K 757 28
Hiçbir yere ait olamamak mümkün mü? İnsan bir yere ait olabilir mi? Aidiyeti hissetmek için ne yapabilirsiniz? Nelerden vazgeçebilirsiniz? Doğaüstü...