ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

By ozcelikdilaraa

2.2M 186K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... More

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana

9.3K 1K 1.1K
By ozcelikdilaraa

Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana

Anılar korkunçtur çünkü onları değiştiremezsiniz. Çoktan yaşanmış ve zihninizin çıkmaz dehlizlerine hapsedilmişlerdir. Onları hatırlamamayı umduğunuz anlarda bile kara elleriyle gizlendikleri kuytu köşelerden uzanır ve size musallat olurlar. Buradayım derler, sen istemesen de ben buradayım ve beni ne kadar istesen de içinden söküp atamayacaksın.

Rae'yle kendimize ait, kimsenin ulaşmasının mümkün olmadığı bir dünyamız vardı. Etrafımız kan ve savaşla kutsansa da odamızdan içeri girdiğimizde her şeyi geride bırakmaya çalışırdık. Bazen bunda başarılı olamazdık elbette ama çoğunlukla başarılı olmuşuz gibi davranır, bir süre sonra da kendi kurduğumuz yalana inanırdık. İnanmak isterdik çünkü, bir gün her şeyin geride kalacağına inanmak bizi ayakta tutardı.

Göğsüne yaslandığımda saçlarımın onun çıplak gövdesinde dağılmasını seviyordum. Fazla uzun değillerdi ama yine de bir şekilde onu benim olarak damgalamamama yetiyorlardı. Göğsünde birkaç tane yara vardı ama onları özellikle iyileştirmediğine emindim. Aldığı her yara onun için bir hatanın anımsatıcısıydı ve ne pahasına olursa olsun aynı hatayı bir daha yapmayacağını biliyordum. O izlerden birini öptüm ve içimi çektim.

Kendi şehrimdeyken bizim için ayrılan saraydaki hizmetlilerin aralarındaki konuşmalara zaman zaman şahit olduğum olurdu. Eşlerinden ya da sevgililerinden bahsederken hep şikayet eder, yeteri kadar iyi bir aşık olmadıkları için onların arkasından ne kadar memnuniyetsiz olduklarını dile getirirlerdi.

O kadınlar yüzünden ya da belki de Meadros'la birkaç kaçak öpüşmeden öteye gidemeyen ilişkimiz yüzünden, hiçbir zaman gerçek anlamda tatmin olmayacağıma inanmıştım. Sadece bedenimin değil, aynı zamanda ruhumun da tatmin olmasından bahsediyorum. Sevmenin ve sevilmenin ne demek olduğunu bilmiyordum çünkü. Bebekken, annemin sevgisine muhtaçken ondan kopartılmış ve duygusuz rahibelerin insafına terk edilmiştim. Ben hiçbir zaman ne bir bebek ne bir çocuk ne de bir kadın olabilmiştim. Ben sadece bir kabuk, gelecekte dönüşebileceğim kişinin bir vaadiydim. Ruhumdaki boşluk o kadar derin ve karanlıktı ki kim gelirse gelsin doğru şekilde yamayamayacağıma emindim.

Rae o boşluğu yamamadı, o boşluğu varlıyla doldurdu hatta taşırdı. O mükemmel bir aşıktı ve her şeyden önemlisi bana en çok uyan parçaydı. Onun yanında hiçbir zaman bir başkası olmam gerekmemişti çünkü o beni görmüştü. Gelinin ötesinde, kutsallığın ötesinde gizlenen Mara'yı görmüştü.

Sevişmemizin üzerinden dakikalar geçmiş olsa da Rae hala bana sarılmaya devam ediyordu. Başım göğsüne yaslanmışken işaret parmağımla kolundaki güç parıltılarını takip ediyordum. Bazen, ikimizin de birlikte doyuma ulaşmaya başardığımız zamanlarda aradan dakikalar geçse bile onun belli belirsiz parlamaya devam ettiğini görüyordum. "Acaba neye benziyordun?" diye sordum dalgın bir tavırla parmağım hala teninde görünmez bir iz çizerken.

Başını uzandığı yerden hafifçe kaldı. "Biraz daha açıklayıcı ol arsız ölümlü," diye fısıldadı. Sanırım en çok da benim istemediğimi bildiği için düşüncelerimden uzak durmasını seviyordum. İsteseydi neyi kastettiğimi kolaylıkla anlayabilirdi ama bana kendi düşüncelerimi açıklamam için her zaman fırsat veriyordu.

Parmağım pazısının üzerine geldiğinde durdum. "Ruhun tek parçayken nasıl ışıldadığını merak ediyorum."

Kulağımın altındaki göğsü hareketsiz kalırken onun nefesini tuttuğunu anladım. "Işıldamak sanırım bir erkek için en uygun kelime," dese de yine de sözlerinin aksine sesinde şakadan bir iz yoktu. "Hatırlamıyorum," dedi bir nefeste. "Üzerinden fazla uzun zaman geçti."

Üzerinde hareketlendim, ellerimi göğsüne dayayarak ona baktım. "Yalan söylüyorsun," dedim tek kaşımı ona inanmadığımı belli ederek havaya kaldırırken. "Senin için fazla uzun zaman değil."

Dudaklarını birbirine bastırdı, gece karası gözleri hafifçe parıldadı. "Sen yokken geçirdiğim yılların her biri asırlara bedeldi." Elinin tersiyle suratımı sevdiğinde elimde olmadan bir kedi gibi suratımı dokunuşuna kaptırdım. "Üzerinden fazla uzun zaman geçti Mara."

Başımı eğip göğsündeki ellerimin üzerine koydum, Rae'nin eli aşağı inip çıplak sırtımı okşadı. Pencerelerden içeri hafif bir yaz rüzgarı doluyordu ve o gün yanan cenaze ateşlerinin hafif isli kokusunu alabiliyordum. Ama tüm bunların o an için bir önemi yoktu. Kendi kabuğumuza çekilmiştik ve şafağa kadar güvendeydik.

"Sana bir şey sormama izin ver," derken sesi daha da hüzünlü bir hal almıştı. Biraz daha doğruldu, neredeyse oturur pozisyona geldi. "Benden hiç nefret ettin mi?" Başımı kaldırıp ona baktığımda bir kez daha sırtımı okşadı, parmakları omurgalarımı takip etti. "Seni buraya getirdiğim ilk zamanlarda, benden hiç nefret ettin mi?"

Ona karşı dürüst olmaya karar verdim. "Bilmiyorum," dedikten sonra hemen, "Sanırım çoğunlukla senden hoşlandığıma mı yoksa nefret ettiğime mi karar vermeye çalışıyordum," diye ekledim. "Bu o kadar da kötü bir şey olmasa gerek?" Beklentiyle kaşlarımı kaldırdım.

Dolgun dudaklarında yarım bir gülümseme belirdi. "O kadar da kötü değil," dedi beni tasdik ederek. "Bir noktada beni duvarlarının içine aldığına memnunum."

"Duvarlarımın mı?"

Eli kuyruk sokumumda oyalandı. "Duvarların." Nefes alıp verince ılık nefesi suratıma düşen saçlarımı hafifçe havalandırdı. "Hep oradalardı, gözlerinde. Sana her baktığımda duvarları görüyordum ve ne yaparsam yapayım onları aşacağıma emin olamıyordum. Bazen senin gözlerindeki duvarların mı yoksa Troya'nın duvarlarının mı yıkılmasının daha zor olduğuna karar vermeye çalışıyordum."

Parmak uçlarımla kendimi yukarı itip suratının hizasına çıktım, başını yeniden yastığa bıraktığında ellerimi başının iki yanına koyarken kendimi hafifçe kaldırdım. "Seni o duvarların içine almadım," derken sözlerimin her bir hecesinde ciddiydim. "Sen o duvarları yıktın."

Rae'yi öpmek için eğildiğimde başını hafifçe uzaklaştırdı. "Bir soru daha o zaman."

Gözlerimi devirirken, "Sor hadi," diye mırıldandım. Ben çoktan ikinci sevişmemiz için hazırken sorular sorarak beni oyalaması huysuzluğumu arttırmaya başlamıştı.

Rae burnuma dokunarak, "Huysuz," diyerek gülümsedi ama ardından hemen yeniden ciddi bir ifade takındı. "Mutlu musun?"

Hiç düşünmeden, "Mutluyum," diyerek yanıtladım onu ama yine de bu cevabım bile Rae'nin gözlerindeki kara bulutları dağıtmaya yetmemişti. "Bana bunu neden soruyorsun?"

Gülümsemeye çalıştı ama bunda başarısız oldu. "Bazen yeniden hayatına girmeseydim daha mı mutlu olurdun diye düşünüyorum. Seni orada uzaktan uzağa izlemek yerine Meadros'la kaçıp gitmen için gücümü kullansam ve izini kaybettirsem sana iyilik yapmış olur muydum?" Bir cevap beklemiyordu çünkü konuşmaya devam etti. "Ben çok bencil bir adamım Mara, seni her şeyinle kendime istediğim için sana kötülük mü ettim?"

Sözleri beni dondurmuş, cevap veremez hale getirmişti. Ona böyle hissettirecek, bu şekilde korkunç bir düşünceye kapılmasına neden olacak bir şey yapıp yapmadığımı zihnimde yokladım ama öyle bir an aklıma gelmedi. "Hayatımda sen olduğun için mutluyum," dedim ona biraz daha yaklaşarak, dudağımı onunkine yavaşça sürttüm. "Beni gerçekten gören tek kişi sensin."

Rae beni ağır ağır, tadıma varmak ister gibi öpse de elimi gövdesinden aşağı indirdiğim anda elimi tutarak öpüşmemizi yarıda kesti. "Eğer bir daha benim yüzümden sana bir şey olursa," derken suratıma düşen saçlarımı elleriyle yüzümden uzaklaştırdı. "Beni seçme, sakın bunu yapma. Ne olursa olsun kendi yoluna yürü."

Rae'nin o zaman söylediği şeyler beni korkutmasa da artık korkutuyordu. Karanlığının dalları suratımda dolanırken tam arkamda bekleyen Apollon kıpırtısız duruyordu.

Sesini duymayı bekledim. Onu görmeyi bekledim. Apollon eliyle ağzımı kapatmadan hemen önce, "Rae," diye fısıldamayı başardım.

Apollon beni kendine doğru iyice çekerken karanlığın dalları durdu. Bir an için öylece havada asılı kalsalar da hemen sonra yeniden hareketlendiler. Oda boyunca yayıldılar, benim ve arkamda duran tanrının etrafını kuşattılar. Hareket ettikçe çatırtıya benzer sesler çıkartıyor, karanlık gövdelerinin içinden ışıklar yayıyorlardı.

Rae benimle konuşmadı. Benim hayata döndüğümü bildiğini bilsem de sanki karanlığı ne tür bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu anlamaya çalışır gibi etrafta dolanıp durdu. Yokladı, dallar bulunduğumuz ortamın tamamını kuşattı. Rae'nin bedensiz varlığını her yanımda hissetsem de kendini göstermemeye kararlıydı.

Keyifli bir melodi kulaklarıma dolduğunda elimde olmadan gülümsedim. Troya'nın müziklerine benziyordu; oryantal ve bir yandan da hüzünlü. Yalnızca Rae'nin tapınağında yankılanabilecek bu ses beni davet ediyordu. Karanlığı çekiyor, içinde kaybolmam için emir veriyordu.

"Mara." Apollon'un sesi kulağımın hemen dibinde çınladı. "Ne olursa olsun karanlığa kulak verme."

Müzik sesi durdu. Karanlık dallar çatırdayarak açıldı, ayak bileklerime dolandı. "Ama o Rae," dedim çaresizce. Bu oydu, benim tanrımdı. "Beni çağırıyor.

Apollon temkinli bir sesle, "Evet o Rae," dedi. "Ama sana aşık olan, uğruna dünyaları yakacak Rae değil. Sana öfkeli olan ve seni bir hain olarak gören Rae."

Apollon'un kollarına tutundum, onları kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. Gücümü toparlayabilseydim onu üzerimden kolaylıkla atardım.

Elim anında boş boynuma dokundu. Kolyem gitmişti, oraya kazınan isimler de Rae'nin bana destek olan gücü de artık yoktu. İçimi kaplayan boşluk duygusunun beni ele geçirmesine izin vermedim çünkü Rae'nin karanlığı hala odada, bizimle birlikteydi. Kolyemin gidişini daha sonra sorgulayacak, yokluğunun yasını daha sonra tutacaktım.

Apollon'un gövdemdeki iri elini tutarak, "Bırak beni," dedim. "İzin ver onunla konuşayım."

"Seni bırakmayacağım," dedi kendinden emin bir şekilde. "Ben seni korurken de onunla konuşabilirsin."

Kavga edebilir, Apollon'a kırıcı sözler söyleyebilirdim. Kimsenin, özellikle de onun korumasına ihtiyacım olmadığını söyleyerek sözlerimle ona darbeler indirebilirdim fakat bunların hiçbirini yapacak kadar güçlü değildim. Ölümden dönmüştüm, inanmadığım tanrılar aşkına ben ölmüştüm. Şu anda kafamı bu kadar toparlamayı başardığım için bile şanslı sayılırdım.

Bu yüzden kavga etmek için özellikle çabalamadım hatta Apollon'un beni koruma iç güdüsünü anlayışla karşılayarak ondan kurtulmak yerine güvenli kolları arasında kalmaya karar verdim.

Rae'nin karanlığındaki çıkan dallar çoğalarak ayak bileğimden bacağımı tırmanırken, "Buradayım," dedim ona. "Buradayım Rae, hayattayım."

Karanlık durdu. Sanki karşısında olduğumu görmesine rağmen yine de bir şekilde hayatta olduğumu düşünmüyormuş gibi tereddüt etti. Dallardan biri hafifçe suratıma dokunup geri çekildi.

"Lütfen," diye devam ettim. "Bana yüzünü göster, seni görmeme izin ver." Elimi uzatıp az önce suratıma dokunan karanlık dalı yakalamaya çalıştım ama benden kaçtı.

Bana bir kez daha arsız ölümlü diye seslenmesi için her şeyimi verebilecekken onun bana yanıtı sessizlik oldu.

İleri atılmaya çalıştığımda Apollon'un kolları beni kavradı, onun kanatlarının açılışını duyduğum anda karanlık bir anda patlayarak tüm odaya yayıldı. Dallar genişledi, tavanı ve zemini kaplarken karanlığın içinde daha uğursuz, daha korkutucu parıltılar belirdi.

Odadaki her şey, zemin ve duvarlar titremeye başladığında ayaklarım yere basmakta güçlük çeker oldu. Oda ve dünya ayağımızın altında sallanırken Rae'nin karanlığı genişledikçe genişledi, ondan başka bir şeyin görülmesini imkansız hale getirdi.

Apollon'un kanatları tüm bedenimi ve suratımı sararken onun acı içinde haykırdığını duydum. Birlikte yere düştüğümüzde korkunç bir uğultu yükseldi, zeminden çatırtı seslerinin geldiğini duydum. Ama tüm bunlara rağmen Apollon üzerimde kalmaya ve beni korumaya devam etti.

Suratımı örten kanatlara rağmen Rae'nin gücünün parlayarak odayı talan ettiğini görebiliyordum. Işık patlamaları Apollon'un adasını temelinden sarsarken yalnızca durup geçmesini beklemekten başka elimden gelen başka bir şey yoktu.

Yanık kokusu etrafı sarmaya başladığında karanlıkta geri çekilerek kayboldu.

Apollon'un kanatları suratımdan uzaklaştığında kafamı kaldırıp etrafıma baktım ve odadan geriye parçalanmış eşyalardan başka hiçbir şey kalmadığını gördüm. Yatak ortadan ikiye ayrılmış, tül perdeler lime lime olmuştu. Az önce oturup yemek yediğimiz masa ezilmiş yemek yığınlarının içinde ters dönerek kırılmıştı.

Apollon ayağa kalkıp da sendeleyerek benden uzaklaştığında arkamı döndüm ve Rae'nin onda bıraktığı hasarı gördüm. Apollon kanatlarını toparlayarak gözden kaybetmeye çalışsa da bunda başarılı olamadı çünkü sağ kanadı feci bir şekilde yanmıştı. Kanadının uç kısımlarındaki tüyler dökülmüş, üst kısımlarındaki açık renkli tüyle ise yanarak kor haline gelmişti.

Olduğu yerde sallanınca ileri atılıp onu tuttum ama cüssesinin ağırlığı benim olmayan gücümle birleşince baş etmesi imkansız bir hal almıştı. "İyiyim ben," dese de suratı bembeyaz kesilmişti. "Ufak bir yara sadece, iyileşecek."

Bunu yapmaktan bir yanım hala nefret etse de kollarımı gövdesine dolayarak ağırlığını paylaşmaya çalıştım, odanın etrafında göz gezdirerek onu oturtacak bir yer aradım. Apollon homurdanarak bana karşı çıktığında öfkeyle, "Kes sesini," dedim.

En sonunda onu yataktan geri kalan parçaların üzerine oturttuğunda acıyla inledi. Yarı yarıya kapalı gözlerini elime dikerek, "İlgilenilmesi gereken sensin, ben değilim," dedikten sonra bir kez daha acıyla dişlerini sıktı, çenesindeki kas ne kadar yoğun bir acıyla başa çıktığını gösterircesine attı.

Kafamı eğip elime baktığımda parmağımda başlayan izlerin avuç içlerime kadar yayıldığını gördüm ama bununla da sonra ilgilenecektim. Önceliğim şu anda Apollon ve onun benim yüzümden yanmış kanadıydı. "Sarayında sana yardım edebilecek kimse var mı?"

Apollon başını iki yana salladı. "Sarayda tek yaşıyorum."

Kaşlarımı çattım, bu cevabı beni şaşırtmıştı. "Gelinleri nerede tutuyorsun?"

Apollon gözlerini açtı, alnından bir damla ter aktı. "Gerçekten şu an gelinlerin nerede olduğunu mu tartışacağız?"

Elimi omuzlarına koyarak ona doğru eğildim. "Kolyem yok ve yeniden doğduğumda güçlerimi yitirip yitirmediğimi bile bilmiyorum. Sana yardım edecek birilerini bulmam lazım."

Apollon pes ederek iç çekti, "Adanın güneyinde kendilerine ait bir sarayları var," dedi. "Oraya gidip yardım çağırabilirsin ama inan bana buna gerek yok, birkaç saat içinde kanadım iyileşecek."

Aradığım cevabı almıştım. Odanın içinde gezinerek çıplak ayaklarıma giyebileceğim bir çift sandalet arasam da bulamadım. Üzerimdeki gecelik tuniğe baktım ve çaresizce iç çektim. Ölümden tam anlamıyla uyandıktan sonra yapılacak en doğru şey kesinlikle savunmasız bir şekilde adada dolanmaktı.

"Fazla uzak mı?" diye sorduğumda içimden uzak olursa da gitmek zorunda kalacağım için lanetler okudum. Onu bu halde bırakamazdım çünkü o beni Hades'in diyarında bırakmamış, Ölüm'ü yanına alıp beni kurtarmıştı.

Apollon başını iki yana sallayarak, "Hayır," dedi. "Saraydan çıkıp güneye döndükten çok kısa bir süre sonra kaldıkları yeri göreceksin."

Pekala, kısa bir yürüyüşe sanırım katlanabilirdim. Elimdeki sancıyı görmezden gelmeye gayret ederek yumruk yaptım ama bu şekilde ona bakmak sinirimi bozacaktı. Tuniğimin ucunu dişlerimle yırttım, kumaş parçasını elime dolayarak en azından acı orada olsa da görmemi engelleyecek kadar bağladım.

Apollon ben ondan uzaklaşmadan uzanıp beni bileğimden tuttu. "O yasta," derken sesi bir fısıltıdan farksızdı. "Bunu bize zarar vermek için değil, çektiği acıyı bastırabilmek için yaptı."

"Biliyorum," dedikten sonra bileğimi tutuşundan kurtardım. "Zarar vermek için yapsa da ona karşı çıkmazdım."

☽☽☽

Anlaşılan ölümden dönmek bile aklımı başıma getirmeye yetmemişti çünkü öyle olsaydı eğer şu anda çıplak ayakla beni nasıl karşılayacaklarına bile emin olmadığım kadınları bulmak için ormanlık alana dalmazdım.

Apollon haklıydı, onun sarayından çıkar çıkmaz yönümü güneye döndüğümde gelinlerin kaldığı sarayı görmüştüm. Fakat küçük bir detayı vermeyi unutmuş olmalıydı çünkü saraya giden yol ormanlık araziden geçiyordu ve attığım her adımla ayağımın altına dikenler ve dallar batıyordu.

Karanlık göğe kafamı çevirdiğimde gecenin aysız görüntüsü benim içimi de kararttı. En azından ay bulutların ardında gizlenmemiş olsaydı Artemis'in ya da Tara'nın beni izlediğine emin olabilirdim ama şimdi hiçliğin altında başka bir hiçlik için yürüyor gibi hissediyordum.

Suratıma çarpan bir dalı öfkeyle iterken, "Sikeyim seni Apollon," diye söylendim ama sonra kanadının yanmasının sebebinin ben olduğumu hatırlayarak suratımı buruşturdum. Rae'nin hüznü ve öfkesi onu yakmışken benim aklımdaki tek şey Rae'nin kendisiydi.

Sağ ayağım başka bir dikene daha battığında durdum, hemen yanımdaki ağaca yaslanarak soluklandım. Gelinlerin sarayı çok yakındaydı ama güçten o kadar düşmüştüm ki birkaç dakikada bir durup dinlenmem gerekiyordu. Tabi bu anlarda da aklım yeniden Rae'ye kayıyordu.

Boynumdaki boşluğu okşadım, kolyemin bir zamanlar oradaki varlığını hissetmeye çalışarak parmaklarımı gezdirdim. Bir geleceği geçmişe gömmüştüm ben. Sadece kolyem değil Rae ve Rayen de gitmişti.

Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım. Ona kızgın değildim, kızılması gereken bendim. Onu geride bırakmış, benim katilim olarak yaşamaya zorlamıştım ama yine de buna mecburdum. Kendi arzusuyla beni ölüme terk etmeyeceğini bilirken onun beni öldürmesini sağlamaktan başka elimden bir şey gelmemişti.

Gözlerimi yeniden açtığımda daha kararlı bir şekilde yürümeye devam ettim. Önüme çıkan dalların ellerimi kesmesini, dikenlerin topuklarımda yaralar açmasını umursamadım. Bundan sonraki yolum uzun süre böyle olacaktı. Rae'ye ulaşana kadar, bana yapması için onu zorladığım şeyi affedene kadar bu yollarda yürüyecektim.

Sonunda ağaçların arasından çıkıp sarayın ön bahçesine vardım. Gelinlerin sarayı küçüktü. Kumtaşı duvarları ve içeriden taşan hafif loş ışıkla gecenin karanlığının altındaki bir seraptan farksızdı.

Yumuşak meşalelerin aydınlattığı ön kapıya ulaştığımda kapıyı çalmak için elimi kaldırsam da kapı kendiliğinden davetkar bir şekilde açıldı.

Başımı tereddüt ederek içeri doğru uzattığımda bir kadının karşımdaki mermer merdivenlerin tam önünde durduğunu gördüm. İnce uzun boylu, zarif görünümlü bir kadındı. Sarı kıvırcık saçları dağınık bir şekilde toplanmış saçları ve o saçların arasındaki inciden taç dışında hiçbir takı takmasa da mumların ışığının altında bir prensesi andırıyordu.

Beni görse de suratındaki ifade donuktu. "Mara." İsmimi bilmesi beni şaşırtmadı ama ismimi söyleyiş şekli beni korkuttu. Tek düze, ruhsuz bir tonla bana seslenmiş ve bir cevap beklemeden arkasını dönerek merdivenlerden çıkmaya başlamıştı.

Kadının koyu yeşil tuniği mermere sürünerek gözden kaybolurken onu takip ettim.

İçerisi ılıktı ve itiraf etmek gerekirse neredeyse huzurlu bir yanı vardı. Hatta kadının surat ifadesi ve ismimi söyleyiş şekli olmasaydı neredeyse bu yere ilk andan ısındığımı bile söylemem mümkün olabilirdi.

Üst kata çıktığımda sessizlik ve boşluk beni karşıladı. Neden bilmiyorum, sarayın her yanından kadınların çıkmasını beklemiştim. Troya'dayken, Kassandra'ya gelinlerin nerede olduğunu sorduğumda onlar beni çağırmıştı ama şimdi sanki çağrılarına zamansız bir cevap vermişim gibi hiçbiri görünürde yoktu.

Sarı saçlı kadın koridorun sonundaki açık kapının önünde bir hayalet gibi belirdi. "Bul bizi gizlediği yerde, bekletir hepimizi sen gelirsin diye. Gel de kurtar bizi bu bekleyişten, kurtar ki dönelim yeniden bizi yitirdiğin yere." Sözler dudaklarından dökülürken bunu daha önce nerede duyduğumu hemen hatırladım. Kassandra'nın da bana gösterdiği buydu, beni böyle çağırmışlardı.

Öne doğru bir adım attım. "Geldim," dedim omuzlarımı dikleştirerek.

Kadının ifadesiz suratında donuk bir gülümseme belirdi. "Geldin," diyerek beni tekrarladı. "Geç kaldın ama nihayetinde geldin."

Kadın cümlesini tamamlar tamamlamaz açık kapıdan içeri girip gözden kayboldu. Peşinden gitmemi istiyordu, bu her halinden belliydi bu yüzden ben de onu takip etmeye karar verdim.

Çıplak ayaklarım mozaiklerle kaplı zeminde ilerlerken çok geçmeden bu mozaiklerin bir hikaye anlattığını fark ettim. Kadınların yürüyüşü ve üzerlerine giydikleri kıyafeti hemen tanıdım çünkü ben de onlar gibi seçilmek için yürümüştüm.

Yol boyunca Apollon'un gelini olarak seçilişimizin farklı aşamaları işlenmişti. Kapının hemen önündeki mozaikte ise tapınağa gelinini almak için gelen Apollon vardı.

Kadın açık kapının önünde belirdi. "Aslında istediğinin bir gelin olmadığını biliyor muydun?" diye sordu. "O sadece senin için gücü içinde taşıyanı döngü tamamlandığında almak istedi ama insanlar kulaktan kulağa söylentilerle onun amacını çarpıttı."

Gözlerimi mozaikten güçlükle ayırarak kadının suratına diktim. Yumuşak mavi renkli gözleri ifadesinin aksine sıcak hatta davetkardı. "Benim için mi?"

Kadın elini salladı. "Her şey anlam kazanacak ama önce buraya neden tek başına geldiğini söyle."

Çok fazla soru çok fazla cevap birikmişti ama sanırım burada vakitten bol bir şey yoktu. "Apollon yaralandı," dedim. "Onun şifayı içinde taşıdığını biliyorum ama onu yaralayan Rae olduğu için hemen iyileşeceğini düşünmüyorum."

Sarı kaşlar çatıldı, dudağı keyifsizce büküldü. "Ruhu tek parça olan," diye fısıldadı. "Sana yardım edeceğim, ben bir şifacıyım."

Açık kapıdan içeri bakmaya çalışsam da sadece karanlıkla karşılaştım. "Odada ne var?" Ben kendime engel olamadan soru dudaklarımdan dökülmüştü. "Neden beni buraya çektin?"

Kadın başını hafifçe salladıktan sonra içeri girebilmem için kenara çekildi. "Kendi gözlerinle gör," dedikten sonra sanki onun bunu söylemesini beklermiş gibi oda bir anda mum ışıklarıyla aydınlandı.

İçeriden gelen çiçeksi koku burnuma dolarken odanın tamamının aynalarla kaplı olduğunu gördüm. Kafamı yavaşça eğip aynaya baktığımda ise gördüğüm kadın ben değildim.

Üzerimde gecelik tuniğimin olduğunu bilmeme rağmen aynadaki kadının üzerinde koyu kırmızı, Nestor'un şaraplarının renginde bir tunik giyen aksim azametli bir şekilde duruyordu. Başımdaki taç altın rengi, güneşin ve ayın iç içe geçtiği figürlerden oluşuyordu. Saçlarım hiç olmadığı kadar koyu renkli ve örgülerle bezeli bir topuzla toplanmışken tuniğimin yakalarından başlayan altın şeritler elbisemin eteklerine kadar ulaşıyordu.

"Bu olman gereken kişi," dedi kadın hemen arkamdan, aynalardan uzak durarak sırtını kapıya yaslamıştı. "Yürümeye devam et, varman gereken yeri göreceksin."

Dediğini yaptım, aynalarla kaplı oda boyunca yürümeye devam ettim. Elimdeki izin hızla yayıldığını ve zonkladığını hissetsem de durmadım, devam ettim.

Oradalardı. Rae, en fazla on yaşlarında görünen bir çocuğun elini tutmuş, tam karşımdaki aynada beni bekliyordu. "Bu bir büyü mü?" diye sorsam da büyü olmadığını hissediyordum.

Kadın, "Hayır," dedi. "Bu bir ödül, sana kim olduğunu hatırlatıyoruz."

Aynadaki Rae ve Rayen'le karşı karşıya geldiğimde onlara dokunamayacağımı bilsem de dizlerimin üzerine çöktüm. Rae'nin kafasındaki defne tacının bir küçük kopyası da Rae'nin başının üzerinde duruyordu. Beni gördüğünde gülümsedi, elini salladı.

Kafamı kaldırdığımda Rae ile göz göze geldim. Aynadaki aksim onların yanındaydı, Rae ile Rayen'i ortamıza almıştık. Sol elimi hafifçe uzattım, böylece aynadaki Rayen'le el ele tutuştum. "Bunu istiyorum," diye fısıldadım Rayen'in yeşil gözlerine ve gece karası saçlarına bakarken. "Ailemi istiyorum."

Kadın hiç tereddüt etmeden, "Alacaksın," dedi. "Senin için buradayız, sizin için."

Arkamı döndüğümde oda yeniden karardı, koridordan sızan mumların ışıkları kadını arkadan aydınlattı. "Adın ne?" diye sordum yeniden ona doğru yaklaşırken.

Kadın aydınlığa doğru geri çekilirken, "Larisa," dedi.

Durdum, kapıdan çıkmadan önce olduğum yerde kaldım. "Sen," diyerek söze başladım ama devamını getiremeyecek kadar şaşırmıştım.

"Evet," diyerek düşüncelerimi doğruladı. "Ben oyum, Apollon'un ilk rahibesi Larisa'yım."

Söyleyecek hem çok fazla şey vardı hem de yoktu. Onun gelinlerden biri olduğunu düşünmekle hata etmiştim. O her şeyin başlangıcı, benim kaderimin yapı taşıydı. "Senin öldüğünü düşünüyordum," dediğimde sesim bir fısıltıdan ancak biraz fazla yüksekti.

Elini bana uzattığında parmağında parlayan altın yüzüğü gördüm, yüzüğün üzerine Apollon'un profili işlenmişti. "Beni yanına aldı." Sesi güneş gibiydi. "Beni senin için aldıklarını korumam için görevlendirdi."

Dudaklarımı ısırdım, bana uzattığı eli tuttum. "Peki neden?"

Larisa'nın elleri sıcacıktı. "Çünkü seçilen kadınlar senin ruhunun parçalarını taşımaya layık olanlardı." Gerçekler dudaklarından döküldüğü anda çıktığımız kapı kendiliğinden kapandı. "Apollon ruhunu parçalara ayırdı ve böylelikle Zeus'un sana ulaşmasına engel oldu. Mesele hiçbir zaman o kadınlar olmadı, mesele her zaman sendin."

Elimi tutarak beni merdivenlere yönlendirdiğinde ona ayak uydurdum. Larisa'nın yumuşak adımlarını takip etmek güç değildi ama bacaklarım daha fazla yürüyemeyecek hale geldiği için yere çöktüm. "Daha fazla anlat," dedim ona hala bir elini tutmaya devam ederken. "Her şeyi bilmem lazım."

Larisa da dizlerinin üzerine çöktü, suratıma dökülen saçlarımı kulağımın arkasına iterek, "Her kadının doğuşu seni dünyaya getirdi. Son kadın da seçildikten sonra ruhun artık dünyaya dönmeye hazırdı." Elimi bir kez sıktı. "Şimdi yeniden tam anlamıyla bir bütün olmaya hazırsın. Savaşçıların seni bekliyor, hepimiz kanımızın son damlasına kadar sana adanmaya söz verdik. Ben de dahil."

Ve o anda her şey yerli yerine oturdu, gerçekler gözlerimin önünde belirdi. "Apollon'un amacı hiçbir zaman kendisi için bir tapınak ya da şehir inşa etmek değildi," derken kendime güvenimin nihayet yerine geldiğini hissediyordum.

Larisa ışıl ışıl parlayan gözleriyle ona baktı. "O şehir senin lahdindi Mara, doğacağın ana kadar sana adanacak ve ardından da yok olacak bir şehirdi." Suratımı sevdi, yüzüğü hafifçe tenimi okşadı. "Şimdi her şeyinle bütünleşeceksin. Hepsi sana taşıdıkları parçalardan kalanı, korumakla yemin ettiklerini iade edecek ve yapmaları gerektiği gibi yanında yer alacaklar."

"Onlar benim içindi." Yutkundum. "Nefret ettiğim her şey aslında benim içindi."

Larisa suratını buruşturdu. "Güçlerini tam olarak kullanamama sebebin ruhundaki eksik parçalardı, bu yüzden seni bize getirmek istedi. Şimdi artık hiçbir aracıya ihtiyacın olmadan güçlenecek ve hayatta kalacaksın." İki eliyle de suratımı kavrayıp ona bakmamı sağladı. "Zeus'u o tahttan indirecek ve tanrımızı, Rae'yi layık olduğu yere oturtacaksın."

☽☽☽

Larisa hazırladığı karışımı Apollon'un yanmış kanadına sürerken tanrının suratı acıyla buruştu. "Tanrılar," diye mırıldanırken gözleri kapandı.

Larisa daha nazik olmaya gayret ederek tüylerden birini okşadı. "İyileşmeni hızlandıracak, şanslısın ki kanadının tamamı yanmamış yoksa aylarca acı içinde kıvranırdın."

Apollon acısına rağmen gülmeyi başararak gözlerini araladı. "Ne kadar da tatlı sözlüsün Larisa."

Larisa gözlerini devirerek ondan uzaklaştı. "Her zaman."

Apollon'un sarayına geldiğimizden beri hiç konuşmamış, odanın bir köşesinde durarak Larisa'nın onu tedavi etmesini izlemiştim. Başka bir odada, daha önce kaldığım odanın bir kopyasında duruyorduk.

Larisa odadan çıktığında Apollon yatağa uzanmaya çalıştı ama yaralı kanadı yüzünden bunu yapamayarak oturmaya devam etti. "Piç kurusu," derken sesinde öfkeden iz yoktu. "Onun tek parçayken ne kadar güçlü olduğunu unutmuşum."

Kendimi tutamayarak, "Demek her şey benim içindi," dedim. "Tüm o bekleyiş, seçilme korkusu. Hepsi aslında benim yeniden doğmam ve güçlerimi kontrol edemeyen parçama kavuşmam içindi."

Apollon başını salladı, yavaşça yutkundu. "Söyleseydim inanmazdın," diye itiraf etti. "Bu yüzden seni defalarca getirmeye çalıştım ama o kadar inatçıydın ki her defasında kıçımı tekmeledin."

Yatağa yanına oturdum. "Onları hemen görmek istiyorum." Bakışlarım Apollon'un kanatlarında gezindi. "Zeus'u tahttan indireceksek daha fazla bekleyemem."

Apollon bana yaklaştı, bizi yüz yüze getirdi. "Onları görmek zorundasın zaten. Gücünü toplayacaksın ve ardından hiç vakit kaybetmeden yola çıkacağız."

Bakışları elime kaydığında kaşlarımı çattım. "Nereye gideceğiz?"

Apollon hafifçe artık sardığım kumaşparçasının da dışına çıkan bozulmuş yeminime dokundu. "Bunu tek bir kişiiyileştirebilir," diye fısıldadı. "Eve dönüyoruz Mara, Troya'ya dönüyoruz."

HELLO 3 ARALIK CUMARTESİ 13.00'DA TÜYAP İSTANBUL'DAYIM! Beni instagramda ozcelikdilara adresinden takip ederseniz detaylara ulaşabilirsiniz ordu.

Bir şey diyeyim mi, ben Apollon'u baya baya seviyorum ya. Benim yanık kanatlı aşkım.....

Sınırları hemen çıkaralım aradan, 800 yorum 250 oy. Geçen hafta bir günde geçtiniz bu haftada öyle olmazsa kendimi yerden yere atarak ağlar size de küserim....

Bu bölüm sanırım kitaptaki tek sakin bölümdü sdlfsodf Hazırsak, başlıyoruz efendim :)

Ay çok heyecanlıyım. Anlamayanlar olabiliyor bazen hemen diyeyim. Gelinler Mara'nın ruhunu korudular, onun gücünü taşıdılar. Şimdi bir araya geldiklerinde Mara artık güçlerini tek başına kontrol edebilecek.... Kadın terminatör mübarek sdofhpdsğf

Sizi sonsuzluk kadar seviyorum.

-Kaos.

Continue Reading

You'll Also Like

124K 8.7K 14
Tüm diyar, doğudaki savaş yüzünden kaosa sürüklenmiştir. İmparatorluğu ayakta tutmanın ve Wisteria'yı kurtarmanın tek yolu ise Saige Nerth ve Zaiden...
755K 17.4K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
15.8K 198 17
Şahsıma kurulan şeytani bir kumpas sebebiyle ayak kölesi oldum. Bu durumdan nasıl kurtulacağım (Şantaj Kölesi hikayesinin 2.sezonudur. 35 bölümden de...
44.7K 157 16
Tecavüz,şiddet,taciz ve sex içerir.Bu bir sexting eseridir.