VİSAL

由 kendince_yazar

1.7M 98.9K 92.1K

Yetişkin içerikli sahneler bulunmaktadır. "Senin seviyorum deyişlerin," dediğimde Mirza'nın kalbimin içine s... 更多

Giriş
1.Bölüm: "Yuva"
2.Bölüm: "Kurşun"
3.Bölüm: "Kıskançlık"
4.Bölüm: "Kalbin benim"
5.Bölüm: "Sevmekle olmuyor"
6.Bölüm: "Öpsem ya seni"
7.Bölüm: "İtiraf ve Kan"
8.Bölüm: "Patlama"
9.Bölüm: "Yüzleşme"
10.Bölüm: "Teslimiyet"
11.Bölüm: "Güven"
Özel Bölüm (Mirza)
12.Bölüm: "Evlilik"
13.Bölüm: "Yangın"
14.Bölüm: "Vazgeçmem"
15.Bölüm: "Son ve Nefes"
Dila'Cihangir
16.Bölüm: "Seviyorum"
ALINTI
17.Bölüm: "Vurgunum"
18.Bölüm: "Geçmiş ve Şimdimiz"
19.Bölüm: "Kıvılcım ve Hasret"
Dila'Cihangir
20.Bölüm: "Cinayet"
Dila'Cihangir
Özel Bölüm 16.01
21.Bölüm: "Yıkım"
Dila'Cihangir
22.Bölüm: "Vurgun ve Çıkmaz"
23.Bölüm: "Kaya"
AÇIKLAMA
24.Bölüm: "Veda"
Dila'Cihangir
Dila'Cihangir
26.Bölüm: "Yara ve Umut"
27.Bölüm: "Düğüm"

25.Bölüm: "Korku ve His"

19.7K 1.7K 490
由 kendince_yazar

#Cem Adrian - Ayrılık

#Can Koç - Sen

#Her Neyse - Sen Gidince

#Edip Akbayram - Metrisin Önü

#Emre Aydın - Kör Kuyu

Twitter'da #Visal etiketiyle yorumlarınızı bekliyor olacağım. Ve lütfen bölümde de yorumlarınızı eksik etmezseniz çok sevinirim. Varlığınız, yorumlarınız, yanımda oluşunuz bana çok iyi geliyor❤️‍🩹

Ve şimdi,

19.11.1993
İyi ki doğdun Mirza Ulubey.
💙

Söyleyecek çok sözüm var, çok. Mirza kendimi kötü hissettiğim an seni yazmaya başladım. Seni yazarken kendimi asla kısıtlamadım. Okurlarım ne düşünür, yanlış bulurlar diye seni asla değiştirmedim. Hep içimden, kalemimden geldiği gibi aktın gittin. Bu yüzden de tüm linçleri birlikte yedik ğgğwğdğdğ Ağlarken, güldürdün beni... Ve bunu tek bir sözünle yaptın ğgğwğğdğc Sen, benim hep iyi kim oldun💙

Çok sevdin, çok güzel sevdin. İçinden geçenlere, gözyaşlarına, çektiğin acılara, vazgeçmek zorunda kalışlarına ben şahidim... Mihran'ı bu kadar güzel sevdiğin, her anına onu kattığın, onunla yaşadığın için teşekkür ederim.

Burayı size bırakıyorum. Mirza'nın doğum gününü kutlamak isteyenlere🫶🏻

Buraya Mirza'nın en sevdiğiniz repliğini bırakır mısınız?

Ve buraya da Mirza için bir kalp💙

Mirza Ulubey'den...

Ben Mirza.

Kucağımda sevdiğim kadın.

Kollarımı doladım kanla dolu bedenine.

Ben Mirza.

Kucağımda kurban olduğum kadın.

Onun bedeninden akan kanlar ellerime bulaşıyor, çektiği acı içimi parçalıyordu. Hele o yarı baygın bakan gözleri... Böyle sanki her an kapanacakmış gibi bakan gözleri...

"Hızlı ol!" Diye avaz avaz bağırdığımda Cihangir'in zaten sınırları zorladığını fark etsem de daha da hızlı olsun istiyordum. Çünkü dayanamıyorum.

Kendimden geçmiştim.

"Mirza..." diye zorlukla konuşan Mihran'ın sesini duyduğumda gözlerimi ona çevirdim. Gözleri yaşla doluydu ama kendini sıkıyordu.

"Mihran ne olur, ne olur dayan ne olur." Terden alnına yapışan saçlarını geriye çektiğimde, okşadım. "Ne olur yapma bunu bana."

"İyiyim..." diye fısıldadığında parmaklarını bana uzatarak yanağımın üzerine dokundurdu. Hangi ara ağladığımın bile farkında olamayacak kadar kendimden geçtiğimde Mihran titreyen parmaklarıyla benim gözyaşlarımı sildi. Derin derin nefes aldı. "Ağ... ağlama iyiyim."

Evet iyiydi, bir şey yoktu iyiydi.

Kurban olduğum iyiydi.

"İyisin... Evet iyisin. İyisin kurban olduğum." Kendimi inandırmaya çalışarak söylediklerimle birlikte Mihran'ın gözlerinin hafiften kapandığını gördüğümde tüm gücümle bağırdım.

"Nerede lan bu hastane, nerede? Hızlı sür lan hızlı."

"Sevgilim," diyen Mihran'ın titreyen sesi bağırışlarıma son verdiğinde gözlerimi ona çevirdim. "Sevgilim..." dedi tekrardan. Konuşmakta zorlanıyordu, sürekli nefes alıp vermeye çalışıyordu ama yine de konuşuyordu. "Seni çok seviyorum, sevgilim." Kaldım. Öylece kaldım.

Durdum.

Anladım.

Kalbim acıyla kasılıp kaldığında başımı arkaya yaslayarak vurdum. Dayanamazdım, yapamazdım.

"Mihran yapma... Bunu bana yapma..."

"Veda değil," diyen Mihran, birden hiç beklemediğim bir şekilde başımı tutup kendisine çektiğinde dudaklarını dudağıma bastırdı.

Yaşadım, saniyelerle yaşadım.

Kısa bir anın ardından dudaklarını çektiğinde dudağında hafif bir tebessüm oluştu. Yemin ederim tek bir tebessümüne ömrümü koyarım, o gülsün diye her şeyi yapardım.

Gülüşü silindiğinde dudakları dudaklarıma sürtündü ve onun etkisiyle birlikte hafifçe irkildim.

"Kesinlikle..." dediğinde kesik kesik aldığı nefesler dudaklarıma vuruyordu. Yutkundu, yutkunamadım. "Bir veda değil, sevgilim." Ben daha bir şey diyemeden yeniden dudaklarını dudaklarıma bastırdığında gözümden akan yaşlarım dudaklarımıza karıştı.

Ben daha onu yaşayamadığım anlarda Mihran'ın nefesini hissedemediğimde, zaten hemen ardından da Mihran'ın dudakları dudaklarımdan çekildi. Mihran'ın başı göğsüme kapandığı an, "Mihran!" Diye bağırdım. "Mihran." Saçları, yüzünü kapattı. "Mihran ne olur yapma." Sesim, ellerim, her bir yanım titriyordu.

Ellerimi zorlukla Mihran'ın saçlarına uzatıp çektiğimde Mihran'ın göremediğim gözleriyle birlikte, "Mihran!" Diye bağırdım. "Gözleri kapanmış lan gözleri. Gözleri yok, gözleri. Gözlerini kapatmış. Mihran aç gözlerini, yapma bunu bana yapma." Açmadı.

Mihran, bana gözlerini açmadı.

"Mihran aç gözlerini lan aç. Bak yemin olsun gelirim kurban olduğum. Peşinden gelirim Mihran, aç gözlerini. Gözlerin yok. Nefesini de hissetmiyorum." Dudaklarımın arasından dökülen sözlerle birlikte kendimden iyice geçip gittiğimde Cihangir'e doğru bağırdım.

"Nefesini hissetmiyorum. Cihangir nefesini hissetmiyorum. Ben hissetmiyorum, nefesi yok, gözleri yok. Cihangir yok. Ne olur bir şey yap lan. Gözleri yok diyorum." Yakamı yırtarcasına çekiştirdiğimde, boğazımı sıktım. "Nefesi yok diyorum lan, nefesi yok."

Mihran'a yapışmış, kendimden geçmiş bir şekilde bağırırken Cihangir, "Geldik!" Diye bağırdı ve hemen ardından ani bir frenle arabayı durdurdu. Gelmiştik, sonunda gelmiştik.

"Mihran bak geldik. Mihran'ım geldik bak, geldik kurban olduğum. Bitecek, iyi olacaksın, geldik Mihran." Mihran beni duyacakmış gibi konuştuklarımdan sonra kucağımda Mihran'la birlikte hızlıca arabadan indiğimde, tepemize üşüşen doktorlar çoktan Mihran'ı benden koparmışlardı bile.

Ellerime baktım.

Mihran'ı benden aldılar.

"Ameliyathane hazır mı?"

Ellerime baktım.

Çok kan vardı.

Kurban olduğumun kanı vardı.

"Hazır hocam."

"Çok kan kaybetmiş hocam."

Konuşuyorlardı, her biri başka bir şey diyordu. Duyuyordum. Çok kan kaybetmiş diyorlardı. Gözlerimi, ellerimden ayıramadım. Çok kan vardı. Mihran çok kan kaybetmişti.

"Nabız çok düşük Arsel."

"Ameliyathaneye hemen."

Sedyeyi hızla ilerletmeye başladıklarında ellerim öylece kalakalmış şekilde peşlerinden koştum. "Ayırmayın ne olur, almayın onu benden. Ayırmayın bizi." Hem bağırıyor, hem de peşlerinden koşuyordum. Mihran'ın çevresi o kadar kalabalıktı ki, çevresini öyle çok kişi sarmıştı ki...

"Yanına gireceğim. Beni de alın. Ayırmayın bizi, beni de alın." Duymadılar. "Bensiz yapamaz o." Hiç durmadan ilerlediler. "Mihran bensiz çok korkar, ben olmadan çok korkar orada o. Mihran korkar beni de alın yanına." Ameliyathaneye girdiklerinde peşlerinden ilerlemeye çalıştım ama izin vermediler.

Önüme sanki set gibi çıkan kişilerle birlikte duraksadığımda, "Sizi alamayız," dediler. Hemen ardından onları zorlayacağımı anlamış gibi, "Lütfen zorluk çıkarmayın," dediklerinde başımı iki yanıma salladım.

"Bensiz korkar, bensiz çok korkar." İçeri girmeye çalıştım, izin vermediler. "Ayırmayın bizi ne olur, yanında olayım ne olur. Korkar çok korkar."

"Beyefendi hasta sizi duyamaz, hissedemez." Öylece kaldım, beynimde şimşekler çaktı sanki. Ellerim boşluğa düştü. Benim bu hâlimden faydalanıp içeri kaçtıklarında kapı yüzüme kapandı.

Mihran gitti, ben kaldım.

"Beni duyar..." diye fısıldadığımda yüzüme kapanan kapıya bakıyordum. Sanki Mihran'ı görebilecekmiş gibi... "Beni hisseder..." dediğim an zaman durdu, kendimi daha fazla taşıyamayarak yere bıraktım. İki dizimin üzerine çöktüğümde, "Hisseder," dedim.

Hissederdi.

Biz birbirimizin varlığına tutunurduk.

"Mirza." Cihangir'in sesini duydum ama bir tepki veremedim. Elini, omzuma koyduğunda sıktı, geri çekilmedim. "En iyi doktorlar yanında, o iyi olacak." Duydum.

"Hisseder beni," dedim sadece.

Cihangir sesli bir nefes aldığında, "Evet hisseder," dedi. "Hisseder seni. Gel hadi." Beni kaldırmaya çalıştı, kalkmadım.

"Mihran burdayım," dediğimde elimi kaldırıp kapıya doğru uzattım. Kanlı parmaklarımın izi kapıya bulaştı. "Korkma, ben burdayım kurban olduğum." İki elimi kapıya yasladım. "Mihran ne olur, ne olur dayan kurban olduğum." Kendimden geçmiş bir şekilde bağırdığımda kapıya vurdum. "Bırakma bizi ne olur. Bırakma Mihran, yapma bunu bana." Koridor benim sesimle yankı bulduğunda ben kendimi Mihran'a duyurmaya çalışıyordum.

Duyardı değil mi? Hissederdi beni...

Gözleri de kapanmıştı ama... Gözlerini görememiştim ben.

"Mihran ne olur," diye bağırdığımda artık tamamıyla yıkılmıştım. Bitmiştim.

"Abi." Dila'nın bağıran sesini duyduğumda hiçbir tepki vermedim. "Abi'm." Adım seslerini duydum, bana doğru koşuşunu hissettim. Tıpkı benim gibi yere çöktüğünde kollarını hızlıca bana doladı. Ellerim öylece kapıda kaldığında Dila'nın hıçkırıklarını duyuyordum. "Abi ne oldu böyle?"

"Çok kan vardı," dediğimde kendi kendime konuşuyor gibiydim. "Çok fazla kan vardı. Sonra aldılar onu benden, götürdüler Mihran'ı." Dila, bana daha da sıkı sarıldığında, "İyi olacak," dedi içli içli ağlayışlarının arasından. "Yengem iyi olacak abi."

"Kızım."

"Kızım, Mihran'ım."

"Oğlum, oğlum."

"Mirza."

Nuray teyze, Mehmet amca, annem ve babamın sesleri kulaklarıma dolduğunda, işte şimdi koridor tam bir curcuna gibiydi.

"Kızım nerede? Mihran'ım?" Mehmet amcanın bağırmasıyla birlikte babam, "Gel dünürüm gel," dediğinde Mehmet amcayla ilgilendiğini anlayabilmiştim.

"Kızım nerede?"

"Kızım kızım..."

Cihangir'in, "Ameliyathaneye aldılar," diyen tok sesini duyduğumda ben hâlâ gözlerimi kapıdan ayırmamıştım.

"Oğlum iyi misin?" Annem başıma kadar gelip ellerini saçlarıma götürdüğünde, onun da ağladığını sesinin boğukluğundan anlayabilmiştim. Cevap vermedim.

Dila, "Abi..." dediğinde kollarını boynumdan çözerek, benden ayrıldı. "Abi yapma böyle, güçlü ol." Güçlü ol mu? Mihransız ben hiçbir şey olamazdım.

Mihran yoksa ben de olmazdım.

"Gözlerini kapattı, böyle başı omzuma düştü. Sesi de gitti, nefesi de..." Kendi kendime bir şeyler anlatıyormuş gibi konuştuğumda Dila daha da çok ağlamaya başladı.

"Mihran güçlüdür abi, iyi olacak o."

"Benim önüme geçti biliyor musun? Çok kan oldu üstü, canı da çok yandı."

"Abi yapma..." Dila konuşamadı.

"Ellerimde kanı var." Gözlerim önce kapıya bulaşan kana, sonrasında da avuçlarıma kaydığında, öylece kalakaldım. "Ayırdılar bizi. Mihran korkar dedim almadılar beni. Korkar ama, bensiz korkar o." Tıpkı küçük bir çocuk gibi onları şikayet edercesine konuştuğumda, hepsinin bakışlarını üzerimde hissediyordum.

"Bir sakinleştirici mi yapılsa?"

"Oğlum, yavrum benim."

"Abim kendinde değil şu an."

Doğru kendimde değildim. Ben o kadar çok Mihran'dım ki... O yokken kendimde olmazdım, o yoksa kendimden geçerdim.

"Koruyamadım, gözleri de gitti. Çok canı yandı, çok ağladı. Canını yok yaktılar." Başımı omzuma doğru yatırdığımda gözlerim hâlâ kapıdaydı. "Benim kurban olduğumun canını çok yaktılar."

"Aslan hemşireyi mi çağırsak? Oğlum, oğlum benim." Annemin ağlayarak söyledikleriyle birlikte, "Sakın!" Dediğimde sesim buz gibi çıkmıştı. "Dokunmayın bana. Kimse dokunmasın bana."

Sadece Mihran... O, bu değil benim tek ihtiyacım olan Mihran'dı. Onu bekleyecektim, tek bir adım bile atmayacaktım. Hemşire hissetmez, duymaz demişti ama hissederdi, duyardı. O, beni hissederdi de duyardı da.

"Mihran."

"Miho'm biraderim."

"Nasıl oldu Nuray teyze?"

Çiçek, Behlül, Sezin, Devran, Polat ve daha da mahalleden haberi alan bir sürü insan toplaşıp geldiklerinde, sesleri koridoru taşıp geçmişti. Hiçbirine dönüp bakmadım.

"Miho'm, ben buradayım biraderim. Ah benim biraderim, kadersiz Miho'm." Behlül koridorda bağırdığında başımı eğdim. Avuçlarıma baktım.

"Abi'm," diyen Dila ellerime uzanmaya çalıştığında ellerimi hızlıca çektim. "Ellerini yıkayalım mı abiciğim?" Beni kızdırmamaya çalışarak, sessizce sorduğu soruya karşılık başımı iki yanıma salladım.

Sanki canımı alıyorlarmış gibi hissettiğim an, "Koruyamadım," diye fısıldadım. Koruyamamıştım.

"Başkomiserim." Beşir'in avaz avaz bağıran sesini duyduğumda, çok bir zaman geçmeden de yanımda bitmişti zaten. "Abi." Yanıma çömeldi, yıkılmış hâlime baktı. Onların karşısında hep dik duran, asla yıkılmayan benim, Mihran'ın uğruna ağlayışlarıma, yıkılışlarıma baktı.

"Beşir," dediğimde çaresizliğimi hissetmiş gibi öyle bir baktı ki bana. Omuzlarım düştü. "Koruyamadım." Tam yanıma oturdu, başımdan tutup beni çektiğinde, başımı omzuna yasladı.

Beni anladı, kardeşim dediğim adam beni anladı.

Sustuk. Ameliyathanenin önünde öylece bekledik. Beklediğimiz anda da dudaklarımın arasından dökülen tek bir söz vardı:

"Koruyamadım."

*

Dakikalar geçti, saatlere evrildi. Saatler bir türlü geçmedi. Şırnaktayken de böyleydi. Günler geçmezdi.

Benim Mihransız günlerim hiç geçmezdi.

Şimdi de geçmiyordu.

Öylece oturmuş bir şekilde ameliyathanenin önünde bekliyordum. Saatlerdir oturduğum pozisyondan bir an olsun kıpırdamamıştım, yanıma gelenler konuşanlar olmuştu ama dönüp bakmamıştım bile.

Mihran içerdeydi, Mihran saatlerdir içerdeydi.

"Kurban olduğum," diye fısıldadığımda elimi kalbime doğru götürüp sıktım. "Ne olur Mihran. Bizim için..." Kendi kendime fısıldanmamın ardından ameliyathanenin kapısı açıldığında, içeriden çıkan doktorlarla birlikte öylece kaldım.

Yerimden kalkamadım, gözlerine zor baktım. Çok korkuyordum. Ben çok korkuyordum. Duyacaklarımdan, duymak istemeyeceğim şeyleri söylemelerinden çok korkuyordum.

Ben, Mirza Ulubey çok korkuyordum.

Herkes doktorların çevresine doluştuğunda Nuray teyze, "Kızım," dedi. "Kızım nasıl? Ne olur bir şey deyin artık. Kızım nasıl?"

En önde duran doktor derin bir nefes aldığında gözlerini hâlâ yerde duran bana çevirdi. Gözlerime çok bakamadı. Gözlerini kapatıp, açtığında hemen çekti.

"Zor bir ameliyattı..." Duraksadı. Zordu. "Kurşunları çıkarttık, elimizden gelen her şeyi yaptık. Hastamızı yoğun bakıma alacağız. Orada takip edeceğiz."

Mehmet amca, "O ne demek?" Dediğinde oturduğum yerden ayaklandım. İlk başta kendimde o gücü bulamayıp tökezlediğimde kendimi zar zor ayakta tuttum. Doktorların karşısına dikildim.

"Gözlerini..." Sesim titredi. "Gözlerini ne zaman göreceğim?"

Sessizlik, çok derin bir sessizlik kapladı etrafımı. Herkes sustu.

"Hastamıza bağlı bir durum. Hastamızın durumu..." Sözünü kestim.

"Gözlerini..." Yutkunamadım. "Gözlerini göremeyecek miyim?"

Doktorlardan biri alnını kaşıyarak başını eğdiğinde, yine en önde duran sözü alarak konuşmaya başladı. "Bakın geldiğinde çok kan kaybetmişti, zor bir ameliyattı." Derin bir nefes aldı. "Hepimiz açısından. Ama hanımefendi çok iyi dayandı. Bundan sonrasında herhangi bir komplikasyon çıkacak mı onu kontrol edeceğiz. Tabii bazı şeyler Mihran hanımın da elinde. Gücü, hayata tutunma isteği..." Doktor uzun bir konuşma yaptığının farkına varmış gibi duraksadığında birkaç bir şey daha deyip yanımızdan geçip gittiler.

Gözlerini göremeyecektim.

Herkes bir yana çöküp kaldığında ben hâlâ öylece kapının önündeydim. "Ona kalmasın," diye mırıldandığımda ellerimi saçlarımın arasından geçirdim.

"Mihran'a kalmasın, uyanmaz o ona kalmasın. Tutunmaz hayata, bırakır gider." Elimi, duvara geçirip yumruk attığımda, "Mihran'a kalmasın lan Mihran'a kalmasın," diye bağırdım. "Abimi özledim dedi, bırakıp gider o beni. İyi değildi, canını yaktılar iyi değildi. Tutunmaz, gider. Özledim dedi abimi özledim dedi, beni bırakıp gider. Uyanmaz." Beşir bir yandan Polat bir yandan beni tutmaya çalıştıklarından durulmak yerine daha da harlandığımda, "Bırakın lan beni," diye bağırdım. "Bırakın beni."

Beni tutan kolların arasından bir hışımla çıkıp sıyrıldığımda başımı duvara vurdum. "Gidecek biliyorum, bırakacak." Hiç durmadan vurmaya devam ettim. "Mihran'a kalmasın gider o."

"Gitme," diye fısıldadığımda başımı duvara vurmaya devam ettim. "Mihran gitme ne olur, aç gözlerini Mihran." Haykıra haykıra bağırdığımda olduğum yere çöktüm. "Beni bırakma."

Ellerimi, yüzüme kapatıp ağlamaya başladığımda, "Kurban olduğum," dedim.

Ben, Mirza Ulubey.

Bir kadın sevdim.

Gözümün gördüğü tek göz, kalbimin hissettiği tek kalp o oldu. Çok sevdim.

Gülüşü geldi gözlerimin önüne, gözleri, sesi... Elimi, kalbime götürüp sıktığımda, yarı açık yarı kapalı olan gözlerim döndü durdu, yığılıp kaldığımda dudaklarımın arasından dökülen tek bir söz vardı:

"Bırakma."

*

"Abi lütfen böyle yapma." Dila söylediklerinden sonra elinde tuttuğu tostu ağzıma sokmaya çalıştığında, başımı iki yanıma salladım.

"İstemiyorum Dila."

"Abi günlerdir açsın, hiçbir şey yemiyorsun, içmiyorsun. Lütfen benim için." Sonlara doğru kendini acındıra acındıra konuştuğunda tekrardan başımı iki yanıma salladım.

"İstemiyorum dedim Dila."

Beşir, "Tamam bacım başkomiserimin canı isteyince yer," dediğinde Dila oflasa da daha fazla uzatmadı.

"Abi tamam yemek yemiyorsun ama bari eve git, bir duş al lütfen." Cevap vermedim. Gitmeyecektim.

Behlül şerefsizi, "Harbiden be enişte," diyerek araya girdiğinde gülmeye çalıştı. "Valla kokarca oldun çıktın başımıza. Tamam hadi eve gitmiyorsun bak şu hastanenin yanında hamam buldum ben, iki kişi gidersek indirimliymiş bir de. Gel sana bir kese atayım ben, birbirimizi keseleyelim."

Behlül'e öyle bir bakış attım ki... Bakışımla birlikte yanında duran Dila'nın arkasına saklanmaya çalıştığında, burnumdan soludum.

Beşir, "Sen ölmeyi bayılmak sanıyorsun herhalde kardeş?" Dediğinde Behlül'e alttan alttan sus artık uyarıları veriyordu.

"Ne dedim yahu ben? Benim Miho'm biraderim uyanacak enişteme bir bakacak kokarca olmuş, 'ben bu kokarcayla mı sözlendim' diyecek. Tanıyorum yani ben biraderimi, vallahi benim Miho'm yanına yaklaşmaz senin enişte. Ben deyim yani şimdiden."

"Yok yok sen benim başkomiserimin yumruklarını merak ediyorsun."

Behlül, "Vallahi hiçbir şey yapamazsın bana," dediğinde Dila'nın arkasından hâlâ çıkmamıştı. "Başkomiserin günlerdir aç, hiçbir şey yemedi, güçten de düştü..." Behlül şöyle bir bana baktı. "Vallahi kasları da erimiş." Kollarını havaya kaldırdı. "Bir de benim kaslarıma bakın, tek yumruğumda sererim yere." Kaşlarım çatıldığında, derin bir nefes aldım ve bu bile Behlül'ün sinirlendiğimi anlamasına yetti.

"Bakmayın bana öyle." Behlül şerefsizi korkarak söylediklerinden sonra biraz daha Dila'nın arkasına saklandı. "Bakmasanıza diyorum, bakmasanıza. Bakın valla..." İşaret parmağını bize doğru salladı. "Miho'm biraderim uyanacak tamam mı? Uyandığında sizi şikayet ederim, eniştem bana böyle böyle baktı derim. Miho'm bana öyle bakan birisiyle asla, katiyen sözlü kalmaz. Bir de kokarcasın zaten enişte."

O kadar dediklerinden sadece 'uyanacak' kısmına takılıp kaldığımda, "Uyanacak değil mi?" Dedim. Derin bir sessizlik oluştu. "Gözlerini göreceğim değil mi? Kurban olduğumun sesini duyacağım değil mi?" Kimse bir şey diyemedi, az önce hiç durmadan konuşan Behlül bile.

Başımı, ellerimin arasına alıp tekrardan kendi kabuğuma çekildiğimde, gözlerimi kapattım. Gözlerimi kapatmamla birlikte düşen bir damla yaşın yansımasında gördüğüm tek şey Mihran'ın yüzüydü.

On gün... Koskoca on gün.

Onu göremediğim, gözlerine bakamadığım, sesini duyamadığım, nefesini hissedemediğim on gün. Ölüm gibi bir on gün.

Değişen hiçbir şey yoktu. On gündür yoğun bakımdaydı. Ne oluşan bir komplikasyon vardı, ne de Mihran'ımın açtığı gözleri... Açmıyordu. Uyanmıyordu.

Mihran, bana gelmiyordu.

Ben, ondan gitmiyordum. O gelmese de gitmiyordum.

On gün, tam on gündür hiçbir yere kıpırdamamıştım. Her anım şu yoğun bakımın önündeydi. Gelenler olmuştu, gidenler olmuştu. Ben aynıydım.

Ondan bir adım öteye bile gitmemiştim.

"Mihran harap oldum," diye fısıldadığımda başımı arkamdaki duvara vurdum. "Bittim Mihran, bittim kurban olduğum." Bitmiştim. "Sen, bana kıyamazsın Mihran." Başımı vurdum. "Ağlıyorum bak, bittim ben, kıyamazsın bana sen."

"Abi, çocuklar getirmiş bunu." Beşir'in sesiyle birlikte boş bakan gözlerimi ona çevirdiğimde elinde tuttuğu telefonu gördüm. Mihran'ın telefonuydu. "Kontrol için almışlardı da..." Uzatırken bile kararsızdı, sanki her an çekecek gibi duruyordu. Kızacağımdan da korkuyordu.

Telefonu elinden çekip aldım. "Mesaj falan geliyormuş abi. Bizim çocuklar şifresini kırmak zorunda kalmış da." Ensesini kaşıdı. "Sende dursa daha iyi olur diye düşündüm." Bir şey demeden başımı salladığımda Beşir benim bu hâlime üzgünce bakarak yanımdan uzaklaştı.

Elimde telefonla birlikte öylece kalakaldığımda, kendime pek düşünme payı bırakmadan Mihran'ın telefonunun ekranını açtım. Sadece Mihran'a ait bir şeyler görmek istiyordum. Ellerim titreye titreye fotoğrafına girdiğimde gördüğüm Mihran'ın fotoğraflarıyla birlikte parmaklarım duraksadı.

Gülüyordu.

Şimdi içeride öylece yatarken, fotoğrafta gülüyordu.

Gülüşünü izlemeye daldığımda, "Kurban olduğum," dedim yana yana. Parmaklarım istemsizce yukarıya doğru aktığında Behlül'le olan fotoğraflarını gördüm. Çok bakmadım, kaydırdım. Mehmet amcayla, Çiçek'le, Sezin'le, Dila'yla hatta annemle bile olan fotoğrafını gördüğümde aslında gözümün tek gördüğü Mihran'dı. Yukarıya kaydırdıkça Serhat'la olan fotoğrafları önüme düştüğünde, dudağımda acı bir tebessüm oluştu.

Serhat... Kardeşim dediğim adam. Fotoğraflarından birini açtığımda uzun uzun baktım. Mihran kaşlarını çatmış kameraya bakarken, Serhat ise onun aksine gülüyordu.

Başka bir fotoğrafa geçtim. Burada Serhat evi süpürüyordu, Mihran ise gülerek onu çekiyordu.

Diğer fotoğrafa geçtim. Mihran'ın ağzı, yüzü her yeri pastanın kremasıyla dolmuşken, Serhat ise sırıtıyordu.

İçim yana yana tüm fotoğraflara baktığımda, koca galerisinde kendime dair tek bir iz bile bulamadığımda başımı eğdim. Beni silmişti. Benim her yerim onunla doluyken beni silmişti. Ama ben bunu hak etmiştim.

Beni silmesini, üstümü çizmesini hak etmiştim.

Daha fazla bakmaya dayanamadığım an tam fotoğraflardan çıkacağım sıra yanlışlıkla üstten düşen mesaja bastığımda, birden kendimi WhatsApp'ta girmiş buldum. Mesaja gözlerim çarptığında ders notuyla ilgili bir şey görmemle birlikte sinirle geri çıktım ve gözüm tam o an arşivenlen mesajlar kısmına takıldı.

Yaptığımın yanlış olduğunu biliyordum ama şu an bunun farkına varamayacak bir hâlde olduğumda arşivlenenler kısmına tıkladım. Gördüğüm isimle birlikte öylece kaldığımda telefon elimden kayacakken kendimi toparlayıp zor tuttum.

'O benim abim'

Serhat...

Başımı tekrardan duvara geçirdiğimde içim yana yana canım yakıla yakıla açtım mesajları. Mihran'ın yazdığı 'seni çok özledim abiciğim' mesajı karşıma çıktığında yutkunamadım. Aylar önce yazmıştı. Sadece bu da değildi; belli aralıklarla sürekli yolladığı mesajlar vardı.

'Sezin abla ve Devran abi evlendi'

'Behlül diye bir gerizekalı ile tanıştım abi'

'Ama tatlı bir gerizekalı'

'Tanısan sen de severdin onu'

'Şimdi de sınava gidiyorum'

'Kim bilir belki de senin gibi öğretmen olurum'

'Gerçi benden öğretmen olmaz ki'

'Abi ben galiba deliriyorum'

'Kafayı sıyırmış gibi hissediyorum'

Bu ve bunun gibi sayamayacağım kadar çok mesaj okuduğumda canım yansa da bayağı bir alta inmiştim. En sonunda Mihran'ın attığı mesajlar bitip Serhat'la olan konuşmalarına geçtiğimde, Serhat'ın attığı ses kayıtları gözüme çarptı.

Açtım.

'Mihran nerede kaldın abiciğim?' Serhat'ın sesini duymak bende şok etkisi yaptığında, tüm bedenimden geçen ürperti, beni üşüttü.

'Gülüm ders çalışmayı kesip biraz da benimle mi ilgilensen ha?'

'Mihran evde canım sıkılıyor hadi eve gel abiciğim.'

'Canım sıkılıyor diyorum.'

'Eve gel seni pataklamam gerek.'

'Sana dalaşmam gerek.'

'Mihran hâlâ seni bekliyorum.'

'Akşam ezanı okundu abiciğim. Ne demiş çok bilen, en doğrusunu bilen Serhat Akgün; akşam ezanından önce evde olmak gerek demiş abiciğim'

'Eee sen yoksun ama.'

Bu ve bunun gibi bir sürü sesi dinlediğimde, Serhat'ın sesi beni parçalamıştı. Mihran'ı düşündüm... Kim bilir kaç gece bu sesleri dinleyip ağlayarak uykuya dalmıştı? Her gece...

"Yapamıyorum. Yapamıyorum lan." Başımı duvara hızlıca vurduğumda, saçlarımı çekiştirmeye başladım. "Yapamıyorum. On gün oldu lan on gün." Polat ve Devran yanıma doğru koşturarak geldiklerinde beni tutmaya çalıştılar ama onları da bir şekilde kendimden uzaklaştırdım. "Canı yandı lan, yıllardır canı yandı. Yoktum ben, ben yoktum çok ağladı." Olduğum yere çöktüm, küçüldükçe küçüldüm.

"Gittim ben, yalnız kaldı. Çok canı yandı, her gece ağladı. Her gece ağladı lan." Bağırışlarımın arasından kesik kesik nefesler aldığımda, her bir parçam başka bir yana savrulmuştu. "Onu göreceğim." Titrek titrek aldığım nefeslerimin arasından konuştuğumda itiraz edeceklerini anladığımda, "Gidin konuşun!" Dedim. "Ben artık Mihran'ı göreceğim." Sesimden akan netliği ve bir şeyi istersem yapabileceğimi bildiklerinden üzerine bir daha itiraz edemediklerinde Polat, "Konuşacağım ben şimdi," dedi.

Elimde tuttuğum telefonu sıktım. Bugün girecektim. Günlerdir bir şekilde izin vermeseler de bugün Mihran'ın yanına girecektim.

Ki öyle de oldu.

Yarım saatin ardından hazırlanmış bir şekilde yoğun bakım kapısının önüne dikildiğimde hemşirenin, "Lütfen sadece beş dakika," diyen sözlerini duymazdan gelerek, içeri girdim.

Oradaydı işte, hareketsizdi, öylece uyuyordu.

Titreyen bacaklarımla, ilk defa ona gitmekten korkarak kalakaldığımda, "Kurban olduğum," diye fısıldadım.

Bir adım attım.

"Uğruna yandığım."

Bir adım daha.

"Çok korkuyorum Mihran," dediğimde sesim titremişti. Ona doğru bir adım daha attığımda artık yanı başındaydım.

Baktım, uzun uzun baktım. Makinelere bağlıydı, öylece duruyordu. Gözlerim dudaklarında, burnunda, kapalı gözlerinin çevrelediği kirpiklerinde gezindi. Kirpikleri bile solmuştu.

"Mihran ne olur," dediğimde artık hissettiğim acıdan dolayı nefes alamıyor gibi konuşmuştum. "Ben buradayım kurban olduğum." Daha fazla kendimi taşıyamayıp dizlerimin üzerine çöktüğümde, "Ben buradayım," dedim tekrardan. Parmaklarım titreye titreye ellerini tuttum. "Mihran aç gözlerini ne olur, aç ki yaşadığımı hissedeyim kurban olduğum." Elinin üstünü okşadım.

"Sensiz tükendim Mihran. Sensiz yokum ben." Beni hissettiğini biliyordum. O hemşirelerin saçma sapan söylemlerine karşılık beni duyuyordu biliyordum.

"Şimdi yapacağım şey için..." Nefes almaya çalıştım. "Bana çok kızma olur mu kurban olduğum?" Mihran'ın telefonunu açıp WhatsApp'a girdiğimde 'O benim abim' yazısının üzerine tıkladım. Mesajlar gözlerimin önüne serildi.

Sadece tek bir tepki istiyordum. Onun için ya ben vardım, ya Serhat vardı. Benim varlığım onu getirmiyordu ama Serhat öyle değildi.

Serhat getirirdi. Serhat farklıydı. Mihran için Serhat başkaydı.

Yapıp yapmamak arasında kaldığımda düşünürsem yapamayacağımı bildiğimden hızlıca ekrana dokundum ve tam o an Mihran'ın kalp atışlarının sesinin kapladığı odayı, Serhat'ın sesi doldurdu.

"Mihran nerede kaldın abiciğim?" Serhat'ın sesi içimde kopan fırtınaları daha da yakıp yıktığında, yutkunamayarak diğer ses kaydına geçtim.

"Gülüm ders çalışmayı kesip biraz da benimle mi ilgilensen ha?" Başka bir ses kaydı... "Sana instagramdan çok komikli video attım hemen gir kız." Diğer ses kaydı... "Mihran pizzanın mantarlarını ayıkladım tuvaletin deliğine mi düştün abiciğim?" Diğerine bastım. "Telefonla tuvalete girdiğini biliyorum geri zekalı."

"Mihran evde canım sıkılıyor hadi eve gel abiciğim."

"Canım sıkılıyor diyorum."

"Eve gel seni pataklamam gerek."

"Sana dalaşmam gerek."

Sadece Serhat'ın sesi ve Mihran'ın kalbinin sesi...

Ses kayıtları peş peşe akmaya devam ettiğinde gözlerimden akan yaşlar Mihran'ın eline damladı. "Mihran ne olur..." Yalvardım, günlerce yakındım. "Ne olur kurban olduğum." Ağladım, sadece ağladım. "Ne olur aç gözlerini." Ben yoktum ki... Mihran yoksa ben de yoktum ki... "Mihran ben yapamam, sen yoksan ben yapamam." O yoksa yoktum. Sesim titrediğinde, "Ne olur kurban olduğum," diye fısıldadım. "Göreyim gözlerini."

"Mihran saat on oldu hadi gel be abiciğim artık."

Serhat'ın sesinin üzerine, monitörden gelen ses karıştığında, sanki dünyam başıma yıkıldı.

"Mih... Mihran..." Zar zor sesimi çıkartıp konuşabildiğimde o ses beynimin içinde yankı yaptı. O sesin altında ezildim. Ne içeriye toplaşan doktorların sesini, ne de kolumdan tutmalarını duyuyordum.

O ses. Hayatımı kâbusa çeviren o ses. Zihnimde dönüp dolaştı, sürükledi beni, aldı geçmişe götürdü. Geçmişin altında kaldım, zaman durdu.

Serhat yoğun bakımda tam on gün kaldı.

Bugün Mihran'ın onuncu günüydü.

Serhat, ben yanındayken öldü.

Ben şimdi Mihran'ın yanındaydım.

*

Evet Mirza'yı da delirttiğime göre çayımı içebilirim ğgğeğdğfğ valla şakaydı ama çayımı içeceğim tabii...

Nasıl buldunuz bakalım?

~En sevdiğiniz, en üzüldüğünüz sahne hangisiydi?

Ve bu bölüm Visal'in en kısa bölüm olabilir. Normalde 10 bin kelimelere alışan ben ilk defa bu kadar kısa yazdım. İki gündür bölümü Mirza'nın doğum gününe yetiştirmek için uğraşıyorum... Ve bir şekilde yetişti. Diğer bölüm çok daha uzun olacak ve hemen yazmaya başlıyorum💙

Bölüm alıntıları için instagram: mavininhikayeleri

Sizleri seviyorum.

💙

继续阅读

You'll Also Like

1.2M 28.4K 41
Tam sınıftan çıkıcaktım ki gelen sesle dikildim kaldım."sen kal ada yapamadığın son soruya bakalım" OLUR OLUR HOCAM BAKALIM. Dırırııırıırıfırı Canı...
115K 8.4K 16
/Aile Kurgusu/ Yeni bir ev, yeni insanlar, aynı baba fakat farklı ruh. Gözlerinde yoktu artık küçük bir çocuk, çoktan terk etmişti yuvasını. Heyecan...
1.2M 53.9K 28
Sait abi: Yanında ki o eli bir daha sana değdirirse Sait abi: O eli kırarım haberin olsun
190K 12.1K 22
Açelya hiç hatırlamasa da henüz 5 yaşındayken ailesinin düşmanları tarafından kaçırılmış ve gözlerini bir yetimhanenin revirinde açmıştı. Ailesi sen...