KIZIL GECE +18

By DuruMavii

3.8M 311K 185K

Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediğ... More

KIZIL GECE
1.BÖLÜM : "Arayış"
2. BÖLÜM: "Safir Mavisi"
3. BÖLÜM: "Kehanet"
4. BÖLÜM: "Kızıl Esaret"
5. BÖLÜM: "Zincire Vurulan Ruh"
6.BÖLÜM: "Kaderdeki Zelzele"
7. BÖLÜM: "Büyü"
8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"
9. BÖLÜM: "Yargısız İnfaz"
10. BÖLÜM: "Geçmeyen Geçmiş"
11. BÖLÜM: "Sahipsiz Ruhlar Mezarlığ
12. BÖLÜM: "Ceza Muhakemesi"
13. BÖLÜM: "Gece Kraliçesi"
14. BÖLÜM: "İtirazlar"
15. BÖLÜM: "Kurbanlar"
16. BÖLÜM: "Efsunkar"
17. BÖLÜM: "Vecalar"
18. BÖLÜM: "Bilinmezin Bilineni"
19.BÖLÜM: "Kimpras'ın Soluğu"
20. BÖLÜM: "Kayıp Parçalar"
21. BÖLÜM: "Kırık Geceden Kaçış"
22. BÖLÜM: "Zamanın Pençesi"
23. BÖLÜM: "İzsiz Suretler"
24. BÖLÜM: "Sessizlik Alfabesi"
25. BÖLÜM: "Tehlikenin Surları"
26. BÖLÜM: "Zihnin Ölümcül Duvarları"
27. BÖLÜM: "Kızılın Kıvılcımı"
28. Bölüm: "Ruhların Savaşları"
29. BÖLÜM: "Gecenin İntiharı"
30/ Birinci Kitap Finali: "Kırık Dökük Nefesler"
31. BÖLÜM:"Ruhun Sancısı"
32. BÖLÜM: "Kızıl Göl Ve Siyah Çakıltaşı"
33. BÖLÜM: "Kabuk Tutmayan Yaralar"
34. BÖLÜM: "Sarmaşıklar"
35. BÖLÜM: "Dokunuş ve Doğuş"
Kızıl Gece 1 Kapak!
36. BÖLÜM: "Bağlılık Yemini"
37. BÖLÜM: "Zaman Tutulması"
38. BÖLÜM: "Karmaşa"
40. BÖLÜM: "Aşk ve Geçit"
41. BÖLÜM: "Kraliçe'nin Perileri"
42. BÖLÜM: "Zamansız Döngü"
43. BÖLÜM: "Bir Tutam Sarı Saç"
44. BÖLÜM: "Pembe Küpeler"
45. BÖLÜM: "Alaz"
46. BÖLÜM: "Bebek Kokusu"
47. BÖLÜM: "Tuzak"
48. BÖLÜM: "Kavuşma Ve Ölüm"
49. BÖLÜM: "Bağ"
50/ İkinci Kitap Finali: "Yol Ayrımı"
Kitaplarımız
Kızıl Gece 2 Kapak!
51.BÖLÜM; "İki Dünya Arasında"
52. Bölüm; "Zamanın Kuytusu"
53. BÖLÜM; "Döngü"
54. BÖLÜM; "Ruha Dönüş"
55. BÖLÜM; "Labirent"
56. BÖLÜM; "Cam Kırıkları"
57. BÖLÜM; "Tutsak"
58. BÖLÜM: "Dönüş"
59. BÖLÜM: "Geleceğe Dönüş"
60. BÖLÜM: "Anne"
61. BÖLÜM; "Kapıyı Aralamak..."
62. BÖLÜM: "Yeniden Merhaba"
63. BÖLÜM; "Her Şeye Rağmen..."
64. BÖLÜM: "Dün Ve Bugün"
65. BÖLÜM; "Ruhların Tuzakları"
66. BÖLÜM; "Birkez Daha..."
67. BÖLÜM: "Kan Ve Kurşun"
68. BÖLÜM: "Acı Mucize"
69. BÖLÜM; "Tutkuyla Dans"
70/Üçüncü Kitap Finali; "Sanrılar ve Sancılar"
Kızıl Gece Şarkı Ve Kapak🖤
71. BÖLÜM: "Başka Bir Evren"
72. BÖLÜM; "Seni Buldum"
73. BÖLÜM; " Kayboldum Bebeğim"
74. BÖLÜM; "Küreyi Arayanlar"
75. BÖLÜM; "Geçiş Kapısı"
76. BÖLÜM: Safornikon'a Açılan Kapı"
18 yaş üstü okurlarımın dikkatine!
77. BÖLÜM; "Ayrı Dünyalar"
Dertleşebilir miyiz?
78. BÖLÜM; "Efsunlu Yağmurlar"

39. BÖLÜM: "Uçan Balonlar"

46K 4.3K 2.5K
By DuruMavii

Selam.


Sakin, Roz ve Biran'ın bolca sohbet ederek birbirini tanıdığı bir bölüm oldu. Bir sonraki bölüm kopacak kıyamet öncesi fırtına öncesi sessizlik anlayacağınız :)

Eric Clapton~ Wonderful Tonight

Keyifle okuyun.

🖤

Dağılıyordum

Parçalara ayrılıyordum

Tenim tenine değdiğinde, tuzla buz oluyordum. 

Acı çekiyordum ve acımdan yeniden doğuyordum

Onun dudaklarındayken, evimde olduğumu hissediyordum. 

“Beni öptün.” demişti gösterişsiz bir şaşkınlıkla. “Sen beni öptün.”

Dudaklarım onunkilerden henüz ayrılmışken ve ellerim hala sakallarındayken, başımı kaldırıp yüzüne bakma cesaretini gösterebilmiştim. “Evet lider, seni öptüm.” 

Yolculuğun geri kalanında aramızdaki keder bir parça silinmişti. Dudaklarımda bastıramadığım ne idüğü belirsiz bir tebessüm vardı. Onu öpen ben değilmişim gibi başımı çevirip bir kez yüzüne bakamamıştım. Buna rağmen  biliyordum ki, o tebessümün bir eşi onun dudaklarında yer etmişti. 

Eve ulaştığımızda, arabasından inmeden hemen önce bana bir soru sormuştu. 

“Bu akşam benimle yemek ye.”

Sanırım bir soru değildi.

Yabancı olduğum bir gerginlikle ona karşılık vermiştim. “Çoğunlukla akşam yemeklerini birlikte yiyoruz.”

“Hayır, benimle dışarı yemek yemeni istiyorum, başbaşa.”

Yutkunmak isteyip de yutkunamadığımı hatırladım. “Tamam.” 

Hızlı ve sersem adımlarla eve yürüdükten sonra kısa bir duş alıp yatağıma girmiştim. Mahkemeden Mentro eyaletine uzanan yorucu ve uykusuz geçen gecenin ardından, ancak günün ilk ışıklarıyla birlikte onu düşünerek uykuya dalabilmiştim

Birkaç dakika önce gözlerimi açtığımda, gün akşam üzerine ulaşmak üzereydi. Yatağımda dönüp dururken, aklımdan geçenler ne mahkemede ne Mentro eyaletinde olanlardı. Tek düşündüğüm onunla arabada yaşadığımız o kısacak andı. Akşama sadece birkaç saat kalmıştı ve ne yapacağımız hakkında hiçbir fikrim yoktu. 

Uyanmış mıydı?

Hala benimle yemek yemek istiyor muydu? Başbaşa.

Yataktan çıkıp hazırlanmaya başlamalı mıyım?

Kararsızlığın getirdiği sıkıntıyla solurken, bebeğin aklıma gelmesiyle hızla yataktan çıktım. Önce onu görmeye gitmeliydim. Pijamalarımı çıkarıp iç çamaşırlarımla kaldığım an odanın kapısı aniden açıldı. 

Gelen Mirel’di. Başını aceleyle farklı bir yöne çevirirken, elindeki siyah elbiseyi yüzüne tuttu. “Merak etme, bakmıyorum. Henüz uyanmazsın sanıyordum.”

Çarşafı bedenime sardıktan sonra “Bakabilirsin.” dedim. “O elbise ne?”

Askıdaki elbiseyi havaya kaldırdı ve beğenen gözlerle baktı. “Çok hoş, değil mi?”

Eteği yere uzanan elbisenin ölçülü bir yırtmacı vardı. Kalp şeklindeki göğüs kupuna, tamamı gri, parlak taşlardan oluşan askıları eşlik ediyordu. Sade ve gerçekten hoş bir elbiseydi.

“Güzelmiş. Nerede giyeceksin?”

Hafifçe gülümsedi. “Ben değil, sen giyeceksin.”

“Anlamadım.”

İmalı bir şekilde mavi gözlerini devirdi. “Bilmezlikten mi geliyorsun? Duyduğuma göre bu akşam randevun varmış. Bu elbiseyi Biran senin için gönderdi.”

“Benim için mi gönderdi? O evde değil mi?”

“Geleli yaklaşık iki saat oluyor. Ne zaman çıktığını bilmiyorum.”

Üzerimde bir çarşafla odanın ortasında öylece kalakalmıştım. Bu halim Mirel’i gülümsetti. “Hadi, seni hazırlayalım.” 

Kendimi ona bıraktım. Bir saat sonra siyah elbisenin içinde, tamamen düzleştirilmiş saçlarıma ayak uyduran dumanlı göz makyajım ile hazırdım. Siyah pabuçların topuğunun kalın ve kısa olması sevindiriciydi. Kimin seçimi olduğunu biliyordum. 

“Sence Biran, lord ile anlaşacak mı?”

Yemek masasında sıcak bir şeyler içerken sormuştum bunu Mirel’e. 

“Bilmiyorum. Aslında asıl şaşırtıcı olan baştan reddetmemiş olmasıydı.”

“Sen ne düşünüyorsun?”

Çenesini buruşturdu. “Nedense Hualp’tan kötü bir enerji almıyorum. Kimpras’ rahatça girip çıkabilmek için küçük bir toprak karşılığında tüm bölgeyi korumak; isteği makul, teklifi de öyle. Ya sen? Sence lider kabul etmeli mi?”

“Evet, etmeli.” Netliğim onu şaşırttı. “Fazladan koruyucu gücün zarar getirmeyeceğini düşünüyorum. Biran’ın onca düşmanı varken yanında sırtını yaslayabileceği biri olmalı. Hualp Koran gibi güçlü birisi…”

“Hualp’e sırtını yaslayabileceğinden nasıl eminsin?”

“Emin değilim.” Aklıma aniden düşen fikir, aynı saniyeler de Mirel’i de ziyaret etti. 

Göz bebekleri büyürken, “Öğrenebiliriz!” dedik, aynı anda. “Bunu yapabilirsin! Yalnızca Hualp’in elini tutman gerekiyor.”

Mirel, bunu nasıl yapacağım?” Kesinlikle kestirip atmak isteyeceğim bir konu değildi. Biran için bunu yapabilirdim. Ama nasıl?

“Şimdilik bilmiyorum. Üzerine düşünmem gerekiyor. Tabi… Bu durumun ikimizin arasında kalması gerekiyor. Biran’ın hışmına uğramak istemiyorum, anlarsın.”

Başımı salladım. “Aramızda kalacak.”

Beklerken, sohbetimizin geri kalanında o ve Mestan’ı konuştuk. Mutluluğunu gözlerinden okuyabiliyordum. Onu ilk tanıdığımdan beri üzerinde olan donukluğu büyük ölçüde kırılmıştı. Mestan ve Mirel geçmişlerindeki ortak acılarının üzerine ince ince mutluluğu işlemişlerdi. Öte yandan Perla ve Efraim’in yarın sabah ilk iş olarak buraya geleceklerini söyledi. Perla bu kez konuşmadan bu işi bitirmemeye karalıymış

“Ne yazık ki Efraim için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Koca adam liderin önünde pantolonunu ıslatabilir!” 

Kendimi tutamayıp onunla birlikte güldüğüm esnada kapı çaldı. Gelen son yarım saattir gıyabında konuştuğumuz Efraim’di. 

Onu selamladıktan sonra “Seni beklemiyordum.” dedi. “Perla yok mu?”

Üzgünce başını iki yana salladı. “Ağabeyi ile konuşana kadar benimle yan yana görülmeyeceğini söyledi.”

Neşeli tutmaya çalıştığım sesimle keyfini yerine getirmeye çalıştım. “Yanlış bir karar sayılmaz, Efraim. Ayrıca duyduğuma göre yarın sabah Biran ile konuşacakmışsınız.” Saati kontrol ederek gülümsedim. “Yarın sabaha çok da bir şey kalmadı, ha?”

Konuşmamla birlikte üzüntüsünün yanına bir de tedirginlik eklendi. Harika! Aklımın bir köşesine, bir daha kimseyi teselli etmemeyi not ederek, Efraim’in kullandığı arabaya bindim.

Her nereye gidiyorsak, öncesinde şatoya uğramak istediğimi söylediğimde, zaten direkt olarak şatoya gittiğimizi söyledi. Kendimi tutamayıp yol boyunca konuşup durdum. Ancak bu kez konu onun sıkıntısının kaynağı değil, dikkatini itinayla başka bir yöne çekecek olan yemeklerdi

“Vay canına!” dedi şatoya az bir mesafe kala. “Yani… Ağaçtan yaprak koparıyorsunuz, içine birşeyler koyuyorsunuz ve tek tek sarıp pişiriyor musunuz?”

Şaşkınlığına gülümseyerek kafa salladım. “Tam olarak öyle, Efraim ve inan bana yediğin hiçbir şeye benzemiyor.”

Kalın dudaklarını yalarken, “Roz ya…” dedi. “Şu liderle konuşma meselesinden sağ çıkarsam, bana sarma sarar mısın?”

“Abartma Efraim! Bence başta kızsa da sizi anlayacaktır.”

Arabayı şatoya uzanan köprünün önünde durdurdu. “Aslında haklı sayılabilirsin. Daha önce bizi anlamayacağını düşünebilirdim ama şimdi…” dedi yüzüme dikkatle bakarak. “Şimdi bizi anlayabilir.”

Konuyu bize çevirdiği için gözlerimi kısarak sahte bir kızgınlıkla baktım. Arabanın kapısını açtığımda “Roz.” dedi. 

“Söyle.”

Gülümseyince çikolata teninin içinde birer yıldız gibi parlayan dişlerinin neredeyse tamamı göründü. “Teşekkür ederim. Buraya kendi isteğinle gelmediğini biliyorum ama… İyi ki buradasın.”

Uzanıp kolunu sıvazladım. “Seninle tanıştığım için şimdi mutluyum. Hepinizle…”

Uzun köprüyü ayağımdaki yabancı ayakkabılara rağmen hızla geçtim ve hizmetlilerin şatafatlı karşılamlarının ardından fanusun bulunduğu odaya çıktım. Tanrım… Birbirimizi göremiyorduk. Belki… belki beni duyamıyordu bile ama yine de onu göreceğim için her seferinde tarifsiz bir heyecan taşıyordum. Kulpu yavaşça indirip kapıyı aralamaya başladıktan sonra, Biran’ı gördüm ve duraksadım

Üzerinde siyah, şık bir takım elbise vardı. Bir eli cebinde, diğer ise fanusun üzerindeydi. 

Sadece bu manzara bile kalbimin binlerce gözyaşıyla ıslanmasına sebep olabilirdi.

“Yolu neredeyse yarıladın.” dedi. Sesi, sanki karşısında büyük bir adam varmışcasına ciddiydi. “Bunun için seni takdir edeceğimi düşünüyorsan, yanılıyorsun ufaklık. Şimdi kollarımda olmalıydın.” Duraksadı ve parmaklarını fanusun üzerinde kaydırdı. “Kollarımızda…”

Parmaklarım kulptan ayrıldı ve yumruk formuna büründü. Ağlamamak için tüm uzuvlarımı sıkabilirdim

“Oğlum,” Bu, ondan duyduğum en şefkatli sesti. “Alaz.” Dudaklarımı kıpırdattım. Alaz. Bu ismi ömrümün sonuna dek usanmadan telaffuz edebilirdim. “Bak, annen de geldi.”

Gözlerim bir anda dolup bir anda boşaldığında, bakışları tek seferde beni buldu. Gülümsedi ve elini uzattı. “Gel, burada seni sabırsızlıkla bekleyen iki adam var.”

Ona yaklaştım. Elimi büyük avucunun içine bırakırken, içimi çekiyordum. “Biran…” dedim çatlayan sesimle. “Sen içimde birbirine karışan tüm duyguların sebebisin.” Ellerimi omuzlarına bıraktı, alnını alnıma yasladığında ıslak kirpiklerimi birbirine kavuşturdum. “Beni buna layık gördüğün için teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim.”

Başı yavaşça kalktı, dudaklarını alnıma bastırdı. Saniyeler dakikalara dolanırken, hiç kıpırdamadı. Bu, ondan aldığım en uzun öpücüktü

“Söylemek için geç kaldım.” Fısıltısını harf harf alnıma nakşetti. “Bilmelisin, uzun zamandır hissettiğim buydu.” Geri çekilip ellerinin arasındaki yüzüme baktı. “Sana söylemek istediğim her şey ne bu kadar zor?”

Baş parmağı yüzümdeki ıslaklığa dokunduğunda, “Sebebini bilmiyorum.” dedim. “Ama sanırım… Aynısını sorunu ben de yaşıyorum.”

Bana daha dikkatli baktı. “Daha güzel bir sorun yaşamıştım.”

Kızardığına emin olduğum burnumla birlikte gülümsedim. “Benim de Alaza’a merhaba, demem gerekiyor.”

Başını salladı. Yüzünde gerçek olmayan bir kızgınlık vardı. “Daha şimdiden aramıza girmeye başladı.” 

Kollarının arasından çıkıp fanusa yaklaşırken, “Buna alışsan iyi edersin.” dediğim anda bakışlarımız birbirimizin gözlerinde donakaldı. Düşünerek söylememiştim. Yalnızca söylemek istemiştim. 

Bakışlarını benden güçlükle ayırıp, “Dışarıda bekliyorum.” dedi ve çıktı. 

Kendimi tam bir bencil gibi hissettim. Ona bunu yapmamalıydım, kendime de öyle. Aileme kavuşmayı bu kadar çok isterken, böyle sözler söylemem tam bir ahmaklıktı

“Bana yok göstermene ihtiyacım var.” Parmak uçlarım fanusun soğuk yüzeyinde gezinmeye başladı, onun yumuşacık tenine dokunmayı hayal ettim. “Seni ve babanı geride bırakmak istemiyorum. Ailemi geride bırakmak istemiyorum.” Her ikisini dillendirmek de acı vermişti. Tanrım! Her iki ihtimal de aynı oranda acı vermişti. “Babana söylemem gereken bir şey var.” 

Adımlarım geri geri giderken, “Bu kadar kısa kaldığım için beni affet, yarın daha uzun kalacağım.” dedim. “Söz.” 

Heyecanlı adımlarla merdivenleri inip taş köprü boyunca koştum. Kendimi bir an öne onun kollarına bırakmak istiyordum. Arabasının önündeki varlığı görüş açıma girdiğinde, adımlarımı yavaşlatan durum Biran’ın yüzündeki ifadeydi. Rahatsız görünüyordu, kravatını gevşetmeye yeltendi. Şakağında şişen damarları aramızdaki metelere rağmen seçilebilirdi. “Biran!” Yanına koşarak ulaştım. Elini boynundan çekip kravatını olabildiğince gevşetirken, yüzüme kilitlenen gözleri sanki beni ilk kez görmüş gibi kamaştı. “Ne oluyor?” Bakışları yüzümün her ayrıntısında dolaşmaya başladı. Parmakları gerçekliğimi test edercesine yüzüme dokunurken, dudakları aralandı. 

“Sen…”

Anlamıştım. Yine aynısı oluyordu. Yine bana dokunurken, bende onu görüyordu.

Melina'yı...

Bu kez nedenini biliyordum. 

Lanet bir büyünün pençesinde, yıllarca başka hiçbir kadına dokunamamıştı. Şimdi benimle olmak istiyordu. Büyünün ilk ayağını kırıp bana yaklaşmayı başarmıştı ancak karanlık bir lanet ona sürekli aramıza bir ölünün gölgesini sokup duruyordu. 

Başını ellerinin arasında sıktı. Parçalamak ister gibi bir hali vardı ve o hal içimi acıttı. 

"Yapma." Başındaki elini olanca gücümle kavradım. "Yapma, sana kırgın değilim, yemin ederim. Sana kızgın da değilim. Yalnızca... Senin için üzülüyordum. "

Ellerimle birlikte aşağı inen ellerini göğsüme bıraktım. Kalp atışlarımı avuçlarında hissetmesini istedim. Hissetti; mavilerindeki kara bulutlar yavaş yavaş dağılırken, kızaran dudakları aralandı. 

"Sana dokunurken, bir başkasını görmeyi yediremiyorum." dedi, fısıltı halinde. "Her kim olursa olsun... Sana dokunurken, sadece seni istiyorum."

Gözlerim bir an için kapandı. "Biliyorum." Ona duyduğum aşkın, utanç ve mantığımın zarını yırtması kaçınılmazdı. Yaklaştım, dudaklarına doğru fısıldadım. "Çözümünü de biliyorum. Biliyoruz. Bu büyü senden uzaklaşmak için bir bütün olmamızı bekliyor. Ben..." Gözlerine baktım, çok yakındı, binlerce kırağıyla kaplıydı.

"Ben, seninle olmak için hazırım."

Kaşlarını her çattığında ortaya çıkan iki kaşının arasındaki dikey çizgi usulca düzeldi. Başını kaldırmadı ancak sık kıvrık kirpiklerinin altından bana baktı. Göğsü, içinde biriktirdiği nefesiyle donup kalmıştı. “Bebeğim.” diye fısıldadı, dudaklarını hafifçe dudaklarıma dokundurarak. “Seninle bunu öylesine bir yerde yaşamayacağız.” Dudaklarını dudaklarımda gezdirmeye başladı. Ruhu, ruhumda geziniyordu. “Öylesine bir nedenden dolayı yaşamayacağız. Neden biliyor musun?” Parmakları, dokunduğu her bir noktama kısa süre sonra infilak edecek volkanlar bırakıyordu. “Çünkü sen ve ben, öylesine değiliz. Biz… Gerçeğiz Rozelin, aramızdaki şey akılların alamayacağı kadar sahici.”

Sarıldık. Kollarımız sonsuza kadar birbirimizin etrafında kalacakmış gibi sarıldık. Biraz sonra ayrılacak ve bir daha hiç sarılamayacakmışız gibi sarıldık. 

“Biliyorum, bunu hissediyorum. Biran ben…” Kokusunun kaynağı olan boynundan öptüğümde, tüm bedeni kaskatı kesildi. “Ben buraya dönebilmenin bir yolunu bulmak istiyorum.”

Geri çekildi. Bakışları bir gözümden diğerine gezinirken, dudakları gülüp gülmemek arasında gidip geliyordu. 

“Benimle mi kalacaksın?”

“Hayır, sizinle kalacağım. Bebeğim ve seninle…”

“Rozelin…”

Gülümseyebildiğim kadar gülümsedim. “Ne var, lan?”

Küçük ve erkeksi bir kahkaha attı. Bu, onda gördüğüm en gerçek gülümsemeydi; başını eğdi, burnuna dokunurken dudakları kıvrıldı ve birer birer önüne düşen kalın buklelerinin oluşturduğu görüntü beni ona birkez daha aşık olmaya zorladı.

“Gel burada,” Belimden yakalayıp bedenimi bedenine bastırdı. Gerdanımdaki boşluğa sert bir öpücük bıraktıktan sonra parmaklarımızı birbirine kenetledi ve bizi ön yolcu koltuğunun yanına götürdü. “Büyü Bor’a gidip bahsettiğin gibi bir çıkış var mı, öğrenelim. Ama önce seninle yememiz gereken bir yemek var, sarışın. Başbaşa…”

Uzun zamandır muhtaç olduğum bir keyifle araba koltuğundaki yerimi aldım. “Çok acıkmıştım.”

Üzerimde uzunca göz gezdirdi ve “Ben de.” dedikten sonra ona orta parmağımı gösterdiğim, beni karların içinde ıslattığı Kara Kule şatosundan ayrıldık.

Kızıl Göl, onu ilk gördüğümdeki gibi kusursuzdu. Ancak kara çakıl taşlarıyla çevrili kızıl suyu daha güzel kılan, yanı başındaki mütevazi yemek masasıydı. Gümüş tabaklarda servis edilen yemeklerin ortasındaki üç şamdan büyükten küçüğe sıralanırken, masanı üzerinde üç farklı renkte uçan balonlar vardı. Sandalyelerden birine otururken, gecenin ortasında parlayan  mavi, sarı ve beyaz olan balonların bir anlamı olup olmadığını düşündüm. 

“Bu balonlar buraya senin emrinle mi getirildi?”

Karşımdaki yerini aldı. Ceketinin manşetini düzeltirken, tam bir beyefendi gibi görünüyordu.  “Evet.”

“O halde bir anlamı olmalı?”

Parmaklarını masanın üzerinde kenetledi, kısaca balonlara baktıktan sonra bana odaklandı. “Var.”

“Benimle paylaşacak mısın?”

“Bilmem.” dedi oyunbaz bir ifadeyle. “Ufak bir rüşvet karşılığında neden olmasın?”

“Rüşvet mi?” Elimi kaldırıp, “Sağlam bir tokat mı istersin? Yoksa…” Diğerinin üzerine attığım ayağımı salladım. “Kıvrandıracak bir tekme mi?”

Kenetlediği ellerini çenesinin altına yerleştirirken, düşündü. “Daha yumuşak bir şeye ne dersin? Mesela… Şu dün arabada olan-”

“Biran!” Açılan gözlerimi masadaki yemeklere diktim ve heyecanımı bastırmaya çalıştım. “Başlasak mı? Aç olduğumu söylemiştim.” 

“Hemen.” Ayağa kalktı, kızıl renkli içkiyi ince ayaklı kadehlere doldururken, kulağıma fısıldadı. “Balonların ne anlama geldiğini, gece uyumadan önce kulağına fısıldayacağım.” Bana ipe sapa gelmez bir merak bağışladı ve önce benimkinden başlayarak tabaklarımıza biraz sebze, biraz meze ve et koydu. Yemeklerin nefis kokusunu içime çektikten sonra yerine oturan adama “Bunları ne ara yaptın?” diye sordum. 

“Benim yaptığımı nereden biliyorsun?”

“Sanırım itiraf etmenin vakti geldi. Yaptığın tüm yemeklere bayılıyorum. Ama… Anneminkilerden sonra.”

İfadesi yüzünde duraksadı. “Annen…” Sesindeki tereddüt, onda nadiren gerçekleşen bir olaydı. “Ona benziyor musun?”

Annemin yüzünü gözümün önüne getirmeye çalıştım, artık o kadar da net değildi. “Evet, çoğu fiziksel özelliğimi ondan aldım.” 

“Mesela?”

“Mesela… Ten ve saç rengim anneminki ile aynı. Dudaklarımız da hayli birbirine benziyor.” 

“O halde annen çok güzel bir kadın.”

Gülümsedim. “Öyle. Biliyor musun? Gülnur benden daha fazla benziyor anneme. Bir görmeliydin…” dedim özlemle. “Öyle güzel ki…”

Ciddiyetle başını salladı. “Görmeyi isterdim. Diğerleri, onları da anlatacak mısın?”

“Anlatmamı ister misin?”

Ağzına bir lokma et koyduktan sonra “Seninle ilgili olan her şeyi.” dedi. 

Kardeşlerim. Her birinin tam da şu an yaptığını düşünmeye çalıştım. Ne acı ki hiçbir fikrim yoktu. “Gülnur’un bir büyüğü Murat. Biz üçümüz anneme benziyoruz. Bir de ikizler var. Birinin adı Zehra, diğeri Rojda ama çoğunlukla Rojin, deriz. Yani… Derdik.” Hüznün içimi kaplamasına zaman tanımadan “ İkizler babamın kopyası.” diye devam ettim.

 

“Babana bağlı bir kızsın.”

Bu bir soru değildi. “Öyleyim. Hep öyle olacağım.”

Bakışlarıyla onayladıktan sonra yemeğimi işaret etti. Ailemden bahsederken nerede olduğumu aklımdan çıkarmıştım. Birkaç lokma yedikten sonra Biran yeni bir soru yöneltti. 

“Buraya gelmeden önce ne yapıyordun?”

Düşünmedim bile. Buraya gelmeden önce yaptıklarım, beni buraya getiren karanlık bir yoldu. “Babam bir kaza geçirdiği için çalışamıyordu. Ben hem okuyup hem çalışıyordum.”

“Zor olmuyor muydu?” Bakışlarıdaki takdir, kendimle gurur duymak isteyeceğim kadar güçlüydü. 

“Oluyordu elbette. Ama… Ailem için değerdi.” Tüm bunları onunla konuşmak garip hissettiriyordu, garip ve huzurlu. 

Çatalı parmaklarını arasında yavaşça bıraktı. Yutkunarak boğazını temizlediğini gördüm. “Rozelin, sana dair bir soru daha var kafamda.”

“İstediğini sorabilirsin.” 

“Seni incitmek istemiyorum.” dedi. Bu, ondan duyduğum en kararlı cümlelerden biriydi. 

“Bunu biliyorum. Bu yüzden beni incitmezsin.”

Kısılan gözlerinde bir gülümseme gizliydi. “Buraya nasıl geldin? Daha önce anlattın, bunları bir kenara bırakalım.  Daha derinde çok farklı şeyler olduğunu hissediyorum.”

Bu sorunun cevabını düşünmek canımı yakabilirdi ama beni hissettiğini duymak, her şeyden üstün geldi. 

“Cevap vermek zorun-”

“Bir vakıftan bahsetmiştim, hatırlıyor musun?”

Durdu ve “Evet.” dedi.  “Safornikon vakfi. Mahkemede söylediğin her şeyi tüm detaylarıyla hatırlıyorum.”

“Başta orayı sadece kız çocuklarına yardım eden bir vakıf olarak biliyorduk. Tek yakın arkadaşım olan Gupse öyle söylemişti. Zaten onun yönlendirmesiyle vakıfa gittim. Çünkü… Paraya ihtiyacım vardı. Sadece ailemin daha iyi olmasını istemiştim.” Belleğim, o sıralar yaşadıklarımı gün yüzüne çıkardı; aylarca ödeme yapamadığımız ev sahibimizin babamı itip kalkması, etraftaki meraklı bakışlar, ev sahibine saldırmam, babamın gözlerindeki mahcubiyet… “Olmadı.” İçimi çektim. “Vakfın amacı başkaymış, kısa süre içinde öğrendim. Sonrasını zaten biliyorsun.”

“Olmuş.” söylemini anlamadım. Ona soran gözlerle baktığımda, bana aynı hayranlıkla baktı. “Harika bir kızları olmuş. Dahasına ihtiyaçları olduğunu sanmıyorum.”

Başımı omzuma yatırınca, yaşadığım duygu yoğunluğu kaşlarımı birbirine yaklaştırdı. “Biran, teşekkür ederim.”

“Teşekkür mü?” diye sordu yadırgamışlıkla. “Senden nezaket sözcükleri değil, küfür duymaya alışığım ve bir itiraf da benden; o haline bayılıyorum.” Arkasına yaklaştı ve bana çapkın bir bakış attı. “Fazla seksi.”

“Kes şunu!” Dikkatimi ondan ayırıp yemeğime daha hızlı bir şekilde devam ettim. Benimle eğlenmeyi seviyordu ve nedense bu kez onu bundan mahrum etmek istemedim. Attığım her kaçamak bakışta bakışlarını yakalayarak, yemeğin sonuna ulaştık. 

Önüme nefis bir tatlı koyduğunda, şiş bir karınla arkama yaslandım ve bu kez ben sordum. “Sen anlat.”

“Ne anlatmamı istiyorsun?”

“Ne olursa…” dedim. “Şimdi de ben seni dinlemek istiyorum.”

Safir mavileri, buluştuğu kızıl gölde oyalandı uzunca bir süre. Konuşacağından emin değildim. Onu izlemek de güzeldi. Bir an sonra “Net değil.” dedi.

“Net olmayan ne?”

“Geçmişim.” dedi, herhangi bir duyguyu barındırmaya düz bir sesle. “Doğdum, büyüdüm, başa geçtim. Sanki hepsi bu kadar.”

“Eminim ki değildir, dahası olmalı.” Yaşadığı kaos aklıma geldiğinde kırdığım pot bir tokat gibi yüzümde patladı. “Ah! Yanlış anlama. Dinlemek istediğim evliliğin ya da-”

“Ne dinlemek istediğini biliyorum. Kendini kötü hissetmen gereksiz.” İçkisinden büyükçe bir yudum aldığında, ben de aynısını yaptım. “Yaşımı tam olarak hatırlamıyorum, çocuktum. Babam, o dönem kraliçeliğinin tadını çıkaran annemi Perla’nın annesiyle aldattığında, evde büyük bir kavga koptu. Sonra garip bir şekilde annem sakinleşti. Babamı evden gönderdi ve gününün çoğunu baş hizmetlisiyle geçirmeye başladı. Bu sırada bir çocuğun kaldıramayacağı ağırlıkta eğitimler alıyordum. Her gece rüyamda kılıç sallıyordum, at binip, düşman öldürüyordum. Kraliçe ne kadar yorulduğumu görmek istemedi. Her geçen gün eğitimler ve sorumluluklarım arttı. Kendimden yaşça büyük adamlarla bölge dışında aylarca kalıyordum. Çünkü Kraliçe Nivera açlık ve zorlukla birebir tanışmamı istiyordu. Tanıştım da… Sonra, Perla dünyaya geldi. Annem, kardeşimin bir kız olduğunu öğrendiğinde büyük bir zafer yemeği verdi. Onu hiç o kadar mutlu görmemiştim.” Alayla, tek solukta gülümsedi. “Babam baskılara dayanamayıp geri döndü.”

“Neden?” Dirseklerim merakla masaya bindi. “Perla kız olduğu için mi geri döndü!”

“Evet. Bir liderin kız çocuğunun olması uğursuzluk olarak yorumlanır. İtibarını kaybettirir.”

“Hah! Saçmalık. Sana birşey söyleyeceğim. Babam buraya düşmeden kısa bir süre önce bana hayatım boyunca unutamayacağım bir şey söyledi; İlk çocuğum kız olunca, karalar bağlamıştı bizimkiler. En hayırlı erkek evlat su dökebilir mi eline, Rozelin’im?” Boğazıma oturan yumruyla birlikte devam etmeye çalıştım. “Demek istediğim, bu ayrımın burada bile yapılması korkunç bir şey.”

“Baban doğruyu söylemiş.” 

“Sonra ne oldu?”

“Sonra…” Parmakları masada gergin bir ritim tutmaya başladı. Gözünün önünde dönen mazi çocukluğuna aitti. “Sonra babam ölünceye kadar annemle yaşadı. O, gördüğüm en mutsuz adamdı.”

Yüzüm düşerken, “Üzüldüm.” dedim. “Daha farklı bir son olabilirdi.”

“Üzülme. Ben hiç üzülmedim. Gitmek de, geri dönmek de babamın kendi seçimiydi. O, aşkını değil tacını seçti. Anlayacağın, mutsuz bir adam olarak ölmek kendi seçimiydi.”

Çenemi ellerimin üzerine bıraktım. Aklımdan geçen soruyu önüne bırakmak iyi bir fikir olmayabilirdi. Yine de düşünmedim. “Sen babanın yerinde olsaydın, hangisini seçerdin lider, Biran Nuh?”

Oturduğu yerde bir süre beni izledi. Ayağa kalktığında, yanıma uzanan adımları heyecan vericiydi. Elimi tuttu ve beni ayağa kaldırdı. Güçlü kolu belimi sararken, diğer elini yüzümdeki saç tutamını kulağımın arkasına almak için kullandı. 

“Yalnızca taç değil, karşında hangi seçenecek olursa olsun. Benim tek seçeneğim hep ve sadece sen olarak kalacaksın, Rozelin Nuh.”

Dudaklarımız uzun bir öpücük için buluştu. Dudaklarımın her bir noktasını sertçe emerken, ona verdiğim tutkulu karşılık eş zamanlı iniltiler doğurdu. Çakıl taşlarının üzerine çökerken, kucağındaydım. Sohbetimizin geri kalanında öpücükler ve sözcükler birbirine karışarak devam etti. Kızıl Göl’den ayrılacağımız o son ana dek…

Büyük bir kahkaha attığımda, araba kullanmasına rağmen dudaklarım birbirine kapanana kadar beni izledi. “Sen sarhoş mu oldun?”

“Hayır.” Belki hafifçe çakır keyftim ama kesinlikle sarhoş sayılmazdım

“Ama iki kadeh daha içsen, olacaksın.”

“Hayır! Nasıl bu kadar emin olabilirsin?”

“Görüyorum. Hiç olmadığın kadar neşelisin.”

Arkama yaslandım ve somurttum. “Kesinlikle hiçbir şey değilim. Hatta… Kanıtlamak için iki kadeh daha içeceğim.”

“Emin misin?” Ah, son söylediğime kesinlikle inanmamıştı

“Eminim!” 

“Tamam,” dediği anda direksiyonu rotamızda olmayan bir yöne kırdı. 

“Hey! Nereye gidiyoruz?”

Tanıdık bir yola girdik. “Evde içki kalmadı. Mestan’ın koleksiyonundan alacağım. Sağlamdır.”

“Tamam. Al ve nasıl sarhoş olmadığımı gör.”

“Göreceğim”.dedi, gördüğüm en keyifli halindeydi. “Sadece ben göreceğim.”

Tayfanın oturduğu konteyner sitesine girerken farları kapattı. Hedefine ulaşmadan önce sıkça aldığı bir çeşit güvenlik önlemiydi. “Hayır, sarhoş olmam da… Başkası görse ne olur?”

Çatısı henüz tamir edilen konteynerin önünde durduğu an gülümsemesi buz kesti. 

“Ne oldu?” Bakışlarını takip ederek, konteynerin sol yanına baktım. Orada dudakları bir bütün olan iki gölge vardı. O gölgelerin kime ait olduğunu biliyordum. 

Ne yazık ki, Biran’da biliyordu. 

Arabayı çalıştırdı. Farları yaktı. 

Sırtı konteynıra yaslı olan Perla, öpüştüğü Efraim’in kucağındaydı.

🖤

Kitabımız en uygun ve kargo ücretsiz olarak Amazon sitesinde satılıyor.

Kitabımızı şimdilik alamayacak olanlar Trendyol da favorilerine ekleyerek destek olabilir mi 🖤

Öte yandan;

Canımın içleri, kitap fiyatlarını yazarlar belirlemez. Siteminizi haklı buluyorum ancak bazılarınızın o sitemi yönelttiği kişi yanlış.

Kağıdın tonuna tıpkı benzine gelen zam gibi üst üste zamlar geldi. Kızıl Gece gibi iki kitap uzunluğundaki bir kitap bu enflasyonda ancak bu fiyata oldu.

İkinci kitabı daha kısa tutmak için bölümleri kısaltayım, diyorum ancak şu an yazdıklarım bile size yetmiyor. Ne yapayım, siz söyleyin :(

Burdan devam etmek, çekiliş yapmak ve indirim oldukça paylaşmaktan başka bir şeyin elimden gelmesini çok isterdim.

Daha fazla çekiliş yapmak için sponsor bulma aşamasındayım :) Yakında şöyle beş kitaplık bir çekiliş yapacağım.


İkinci alıntı her zaman ınstagram'dan gelecek / DuruMavii

Yıldıza dokunmayı unutmayalım.
Yeni bölümde görüşmek üzere.

🖤🖤🖤

Continue Reading

You'll Also Like

SINIRSIZ By Kristal

Teen Fiction

80.5K 4.6K 26
Elis'in Kehanetteki konumu giderek yükselir ve kızımız hem Kehanetin hem de sahibi olan Mesih Dinçer'in gizemini çözmeye adım adım yaklaşmıştır. Art...
904K 20.6K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
22.5K 2.3K 20
Vampirler ve cadılar yüzyıllardır birbirinden nefret eder ve birbirlerine yaklaşmazlardı İki kişi bu geleneği bozana kadar #Elf 1🥇2024:04:26 #Vampir...
4.1M 115K 45
Bölümler düzenlenerek yüklenmektedir. * "Gölgene bile inanma. Karanlıkta seni yalnız bırakır." Karanlığın bile saklamakta aciz kaldığı şeyler vardır...