İki Dağ Arasında Ev (bxb)

Von PipiliHatun

200K 15.4K 5.6K

Kardeş gibi büyüdüler, biri ağa oldu diğeri ona en yakın kişi. Mehr

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
15
16
17
18 -Baver'den- (Geçmiş)
19
20
21
22

14

8.5K 698 306
Von PipiliHatun

*Bir önceki bölüm gibi yorumsuz geçmeyin. İyi okumalar 🖤

Komşu köyün doktoru, bizi kalabalık ve habersiz gelmemizden yüzü asık karşılamıştı. Başta bu tavrını haklı buldum ve mahcup hissettim. Yaralı insanlara nasıl davrandığını gördükçe, mahcubiyetim sinirimle yer değiştirdi. Zorunlu doğu görevi yapan, buranın toprağını sevmeyen adamlardan olduğu memnunsuz ifadesinden belliydi. Doktor farkında değildi ama tedavi ederken biraz daha yüz buruştursa köylüler ona mektepli demeyecek, dalacakları.

Eğer mesleğine hürmetim olmasa, metrelerce uzaktan gözüken ırkçı bakışları yüzünden onun dişlerini eline dökenlerden biri olurdum. İlla o doktor giysisi çıkar, gündelik hâliyle karşıma gelir, ırkçılığını yüzüme karşı yapardı. Ben de o zaman bu zamanı hatırlayıp geçmişin hatrına onu dinlenerek döverdim.

İçerda kaldıkça sinirimin harlanacağını fark edip alçak tabanlı köy evinden dışarı çıktım.

Dışarıda, içeridekinden daha büyük kalabalık vardı. Köyün insanları Şiyar'ın etrafını sarmış, olayı soruyordu. Köylüler meraklı olduğunda olayın çevresinde fıldır fıldır dönüyordu. Normalde ağadan olduğu kadar Şiyar'dan da çekinirlerdi. Uzaktan onları izlerken, kafam rahatlasın diye sigara yaktım.

Sigaramın tütünü bitene kadar, Şiyar köy halkını yollamıştı. Yanıma geldiğinde gergin omuzları gevşemeden sırtını duvara yasladı.

"Dağra, telim atmak üzere. İçerdekiler ayrı, dışardakiler ayrı mesele. Haranlar ise apayrı mevzu."

"Önce yaralananlar sağ salim eve dönsün, o mevzuyu kapatacağız."

Şiyar "Adamlara haber saldım." dediğinde, kafamı salladım.

Bu iki kişiyle çözülecek olay değildi. Ortamımıza gelip ateş saçacak kadar cesaretlilerse biz de onları mekanlarında ziyaret ederek cesaretlerini taktir ederdik. Gözlerini korkutmamız lazımdı ki bir daha aynı olaylar yaşanmasın.

Köy halkının gitmesiyle uzaklaşan gürültü, yüksek sesle ortama giren arabayla geri geldi. Gözlerimi uzaktan bize doğru gelen toz bulutuna çevirdim. Görünen kırmızı arabanın tanıdıklığıyla kaşlarım çatıldı. Araba tam önümüzde durduğunda içinden hızla çıkan kumral koşarak yanımıza geldi.

Baver hiçbir şey söylemeden kollarını boynuma sardığında elimdeki sigara parmaklarım arasından kaydı. Birden sarılmasını beklemediğimden kaskatı kesildim. Şiyar'ın kaşları çatık bize baktığını fark edince kasıntım arttı. Baver'in sıkı kolları arasından çıkmak için onu itmem gerekti.

Kaşlarımı düzeltirken, boğazımı temizleyip "Baver, ne bu telaş?" diye sordum.

Sorumu umursamadan gözleri bedenimde gezindi. Şiyar konağa yangını ve burada olduğumuzu haber vermiş olmalıydı.

Onu rahatlatmak için "İyiyim." dedim.

Gözleri gözlerime çıkarken "Ambar yanmış." diye fısıldadı.

Şiyar "Biz içeride değildik, çalışanlar zarar gördü." deyip kafasıyla köy evini işaret etti.

Baver anlık olarak oraya baktıktan sonra derince nefes verdi.

"Ciddi bir durum var mı? Herkes iyi mi?"

Şiyar "Çok şükür." dediğinde, Baver biraz daha rahatlamış gibiydi.

Parmaklarını çeneme sardığında kaşlarım havalandı. Yüzümü iki yana çevirip içini rahatlatmak ister gibi son kez kontrol etti.

Elini çektikten sonra "Seni aradım." dedi.

Yüzüme dokunduğu an fark etmiştim, elleri titriyordu.

"Ben köylünün durumuna bakayım. Siz de oyalanmadan gelin, doktorun yardıma ihtiyacı varsa el atarız."

Şiyar içeri girerken kafamı sallamakla yetindim. Baver o yanımızdan kaybolduğu an tekrar kollarını omzuma doladı. İki erkeğin sarılması hoş karşılanmazdı. Az önce bana sarıldığında Şiyar'ın nasıl garip baktığını hatırlayıp iç çektim.

Şehirdeki ve buradaki yakınlığımız bir değildi. Köyde Baver'e daha mesafeli durur, onun da öyle durmasını isterdim. Şu anki durum farklı olduğundan bu seferlik görmezden gelmeye karar verdim. Az önceki gibi onu itmeyip elimi omzuna çıkarıp pat patladım.

"Abim, konağı arayıp sadece ambarda yangın çıktı doktora gidiyoruz dedi. Sana bir şey oldu sandım Dağra."

Kafasını omzuma koyduğunda bedenimdeki kasılmalar tekrar kendini gösterdi. Bir yandan onun dediğine odaklanmaya çalışıyor bir yandan da gören olmasın diye etrafı gözlüyordum.

Elimi sırtından çekerken "Merak etme, turp gibiyim." dedim.

Onun da çekilmesini bekledim ama kollarını olabilirmiş gibi biraz daha boynuma doladı. Yorgunluktan çöken bedenim onun ağırlığıyla iyice eğrilirken bu kadar yeter demek için dudaklarımı araladım. Benden önce konuştuğunda, çıkarmadığım sözlerimi geri yuttum.

"Sana akşam gelme dememeliydim. İçeride olsaydın zarar görebilirdin. Özür dilerim."

Art arda sıraladığı kelimelerden buram buram pişmanlık akıyordu. En sonki gerginliğimiz, yeni gelen endişeyle yok olmuştu. Tüm gün onunla aramızda yaşanan son olayları düşünüp kendimi hırpalamıştım. Bana önce değersiz hissettiriyor sonra benim için deli gibi endişelenip onun için değerimi gösteriyordu. Ona karşı duyduğum kırgınlık çabucak kayboldu. Zaten genelinde kin tutan biri değildim.

"Oksijeni fazla daralttın."

Elleri gevşerken hafifçe gülüp başını omzumdan kaldırdı. Kızarmış gözlerini o an fark ettim. Geldiğinde normal renginde olan elaları şimdi biraz açılmıştı. Baver, çok fazla endişelendiğinde ağlamasına engel olamazdı. Kendini buraya gelene kadar tutmuş gibiydi. Endişeden delirmiş olmalıydı. Elimi göz altına atıp akan bir damla yaşı hızla sildim.

"Biri görecek, toparlan."

"Şu an birileri hiç umurumda değil."

Sanki normalde umurundaydı. Bu düşünceyle dudağım kıvrılırken ona tebessümle baktım. Yangından beri gergin hisseden bedenim onun varlığıyla biraz olsun rahatlamıştı. Bazen beni gerim gerim geren, bazen de huzuruyla rahatlatan enerjiye sahipti. İkincisi oldukça onun yanında olmak kolay oluyordu.

Gözlerini ovalayıp, kendini toparlamak için birkaç saniye bekledi.

"Yangın nasıl çıkmış?"

Merakla bakan gözleriyle bir an tereddüte düştüm. Bu mevzuyu ona söylemek hiçbir işime yaramazdı. Aksine vereceği tepki zararıma olurdu ama şu an gizlersem ve Şiyar olanları anlatırsa Baver yüzüme bakmazdı. Tereddütüm giderken iç çekip sorusunu yanıtladım.

"Geçenki mevzunun devamı. Aşiretin kanlıları, olayı uzatıyor."

Baver'in gözleri sinirden parlarken kafasını gökyüzüne çevirip içli içli of çekti. Tekrar bana baktığında sinirli ifadesi yerinde duruyordu.

"Dağra, buna karışmayacaksın. Bugünkü olay tekrar olursa dışarıda olacağının garantisi yok."

Gözlerimi başka yere çevirdiğimde çenemi tutup ona bakmamı sağladı. Düşmüş kaşlarına ve çenemi tutan ince parmaklara baktım.

"Fazla temas ediyorsun."

Dudakları açılıp kapanırken parmaklarını hızla aşağı indirip gözlerini kaçırdı. Dikleşip az önce temas ettiği çenemi sıvazladım.

Gözlerini yumup birkaç saniye bekledikten sonra göz kapaklarını aralayıp "Endişelenince elimi kolumu kontrol edemiyorum, biliyorsun." diye açıklama yaptı.

Biliyordum, geldiğinden beri yaptığı yakın temaslara da bir şey dememiştim ama gören olacak, yanlış anlaşılacaktı. Bu konu hakkında bir şey demeyip yangın meselesinden konuşmaya devam ettim.

"Kimsenin dışarıda olacağının garantisi yok. Bu yüzden bugünün tekrardan olmamasını sağlamalıyız."

Baver'in kaşları çatılırken yüzünde sorgu dolu mimikler oluştu.

"Dağra, sen karışma diyorum. Neyin olmasını sağlayacaksın?"

Kafasını iki yana onaylamaz gibi sallarken dudağını ısırdı. Söyleyeceği çok şey var da kendini tutuyor gibiydi. Normalde şimdiye velvele çıkarması gerekiyordu.

"Ben değil, aşiret sağlayacak. Meydan okumalarına karşılık vereceğiz. Sesleri kesilecektir, merak etme."

Elini alnına bastırıp "Başım ağrıyor." diye mırıldandı.

Stresten kendini yediğinde birkaç saat ağrı çekerdi. Endişesinden strese girdiğini anladım. Şu an söylediklerim onun ağrısını arttırıyordu. Elini indirdikten sonra bana hüzün ve sinirin aynı anda yansımalarına sahip olan gözleriyle baktı.

"Buraya geldiğimizden beri saçma mevzuların içine girip duruyorsun. Geçen yaz bu kadar hareketli geçmemişti. Önce silahla meydana kurşun atmaya gittin, sonra yangına karıştın, şimdi de mekan mı basacaksın?"

Bunların hiçbiri benim kontrolüm altında gerçekleşmemişti. Hiçbirini başlatan ben değildim. Baver'in şu an benden çok babasını suçladığına da emindim. Onlara sözü ulaşmıyor, o da sözlerini diyebildiği bana söylüyordu. Duvara sırtımı yaslayıp eğrilmiş bedenimi dikleştirdim.

"Aşiretin meselesine karışmadan öylece bekleyemem."

Baver dişlerini birbirine bastırıp sakinleşmek için dudağının içini kemirdi. Ben, onun öfkesine tezat sakin hissediyordum. Belki de birimiz yükselirken birimizin düşmesi gerekiyordu. İkimiz de yükseldikçe ya birlikte çakılıyor ya da apayrı yerlere doğru yol alıyorduk.

Baver dişlerinin arasından "Aşireti sikeyim Dağra, oldu mu?" dediğinde, sakinim demek için erken davrandığımı fark ettim.

Gözlerim hızla onu duyan oldu mu diye etrafta gezindi. Biri onu duyarsa, bu aşiret arasında yayılır 'ağanın oğlunun bize de ağaya da saygısı yok.' diye dedikodu çıkardı. Mizan ağanın sinirle söylenen bir cümle yüzünden onun üstüne gelmesini istemiyordum.

Dudaklarına fiske atıp "Düzgün konuş biri duyacak, kötü olacaksın." dedim.

Dudağını ovalarken "Birilerini de sikeyim o zaman." diye homurdandı.

Kaşlarımı uyarıyla kaldırdığımda göz devirdi. Köy evinden çıkanlarla ikimiz de dikleştik. Orta yaşlı olanlar, daha yaşlı olanlara yürümesi için yardım ediyordu. Biz içeri girene kadar herkes tedavisini tamamlamış gibiydi. Geç kalmış olsak bile Baver'le aynı anda çıkanlara yardım etmek için atıldık.

Şiyar evden en son çıkanlardan oldu. Doktora bu aksilik için ek para verdiğini cebini düzelten elinden anladım.

"Dağra, Baver üç araba yapıyoruz herkesi evlerine bırakıp toplanırız."

Bize neden gelmediğimizi sormaması işimize geldi. Şiyar'ı başımızla onayladığımızda birkaç kişiyle arabasına gitti. Köylülerden kalanlar da diğer iki arabaya doluştu. Tam ben de binecekken Baver kolumu tutup durmama neden oldu.

Ona bakıp tek kaşımı kaldırarak "Hayırdır?" dedim.

"Bu konuyu kapatmadık."

Gözlerimi koluma çevirdiğimde, elini çekti. Arabada bekleyen ve bize bakan onca insan olduğundan uzatmak istemedim.

"Evde konuşuruz."

"Tamam."

Arabasına ilerlerken birkaç saniye arkasından baktım. Arabadakiler 'hade, gitmiyor muyuz?' dibi konuştuğunda bakmayı kesip sürücü kısmına geçtim. Köyden ilk çıkan Şiyar olurken arkasından Baver takip etti; ben de peşlerine takıldım.

Köylüler tedavileri olduğu için rahat, bu hafta izin aldıklarından da keyifliydi. Yaşanan tersliğe rağmen, moralleri iyiydi. Onlara göre kaybettikleri fazla şey yok gibiydi. Geçici yanıkların acısı üç güne geçer, kalan dört günlük tatil de onlara kâr kalırdı.

Benim yanımda rahatça bununla ilgili konuşurlarken birinin "Ağa da bir ambarı koruyamadı." dediğini duydum.

Dikiz aynasından bunu söyleyen adama bakarken kaşlarımı çattım. Benim yanımda bilerek söylemişti. Sessizce ağanın işlerini yaptığımdan yine sessiz kalmamı bekliyor olmalıydı.

"Duyamadım seni Şakir, tekrar söyle."

"Dağra büyükler konuşuyor oğlum sen yoluna bak."

Boynumu kütletirken, alayla güldüm. Hem ağanın ekmeğini yiyor hem de ona laf ediyordu. Üstüne bir de gelip bana dayılanıyordu. Baver'in arkasından ayrılıp arabayı kenara çektim. Arabadakiler ne olduğunu anlamazken arkama dönüp az önce gevşekçe konuşan adama sertçe baktım.

"İn arabadan, köye yürürsün."

Arkada oturan yaşlı kadın "Aman oğlum bu saatte tek başına eve nasıl dönsün?" dediğinde, "Nasıl döner binmem de ambarı koruyamayan ağanın arabasıyla dönmez teyze." diye karşılık verdim.

Adam hızla lafı çevirip "Yanlış anladın." dese bile kapıyı işaret edip sertçe "İn." diye tekrar ettim.

Şiyar olsa onu evine kadar götürür, dediğinin öcünü sonra alırdı. Baver ise evine götürene kadar ona laf sokmakla yetinirdi. Ben daha çok anlık patlamaların insanıydım. Üç arabadan yanlış olana binmişti.

Arkaya sığışan üçüncü adam "Bu saatte ini var cini var, saçmalama oğul." dedi.

"İyi işte dayı, cinler eve kadar eşlik eder."

Şakir bana inanamıyor gibi bakınca arabadan inip arka tarafa geçtim. Kapısını açıp onu yakasından çekip dışarı çıkardım.

"Dağra, kötü niyetle demedim oğlum. Ağa yaşlandı, ona istinaden söyledim."

Yakasını bırakmadan onu sertçe yüzüme doğru çekip dişlerim arasından konuştum.

"Sen kimsin de ağayla ilgili konuşabileceğini düşünüyorsun? O olmasa içecek suyun, giyecek donun yoktu."

Yakasından ittirdiğimde adam düşmeden son anda ayakta durdu. Mahcupça eğilirken ters ters yüzüne bakıp arabaya geçtim. Kapıyı sertçe kapattığımda onu indirdiğim için diğerleri bir şey demeye cesaret edemedi.

Bu köyde yıllar önce düzgün bir tane yol yoktu. Benim çocukluğumda şehirden gelen tek bir araba olurdu. Ağa arabayı ağzına kadar doldurur köye ihtiyacını dağıtırdı. Şu an köye gelen temiz suyu da iki binlerin başında halletmişti. Dağın suyuna set çekenler yüzünden köy uzun süre susuzluk çekmişti. Ağanın büyürken birçok kötü yönünü görmüştüm ama Allah biliyor ya kötülüğü kendine, iyiliği insanlaraydı.

Zamanında köyün altından bulduğu altınlarla şehre kaçan insanların aksine, hep köyü güzelleştirmeye çalışmıştı. Elbet Allah toprağın altındaki malın sahibi varsa ondan hesap sorardı ama toprağın üstünde ağa o malı kendinde tutsa da diğer insanları da düşünerek harcamıştı. Bu yüzden kimsenin minnetsiz sözlerine baş eğmezdim.

Ben minnetimden susuyorsam, diğerleri de susacaktı. Konuşacak olan önce minnetinin borcunu ödemeliydi.

Weiterlesen