KIZIL GECE +18

By DuruMavii

3.8M 311K 185K

Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediğ... More

KIZIL GECE
1.BÖLÜM : "Arayış"
2. BÖLÜM: "Safir Mavisi"
3. BÖLÜM: "Kehanet"
4. BÖLÜM: "Kızıl Esaret"
5. BÖLÜM: "Zincire Vurulan Ruh"
6.BÖLÜM: "Kaderdeki Zelzele"
7. BÖLÜM: "Büyü"
8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"
9. BÖLÜM: "Yargısız İnfaz"
10. BÖLÜM: "Geçmeyen Geçmiş"
11. BÖLÜM: "Sahipsiz Ruhlar Mezarlığ
12. BÖLÜM: "Ceza Muhakemesi"
13. BÖLÜM: "Gece Kraliçesi"
14. BÖLÜM: "İtirazlar"
15. BÖLÜM: "Kurbanlar"
16. BÖLÜM: "Efsunkar"
17. BÖLÜM: "Vecalar"
18. BÖLÜM: "Bilinmezin Bilineni"
19.BÖLÜM: "Kimpras'ın Soluğu"
20. BÖLÜM: "Kayıp Parçalar"
21. BÖLÜM: "Kırık Geceden Kaçış"
22. BÖLÜM: "Zamanın Pençesi"
23. BÖLÜM: "İzsiz Suretler"
24. BÖLÜM: "Sessizlik Alfabesi"
25. BÖLÜM: "Tehlikenin Surları"
26. BÖLÜM: "Zihnin Ölümcül Duvarları"
27. BÖLÜM: "Kızılın Kıvılcımı"
28. Bölüm: "Ruhların Savaşları"
29. BÖLÜM: "Gecenin İntiharı"
30/ Birinci Kitap Finali: "Kırık Dökük Nefesler"
31. BÖLÜM:"Ruhun Sancısı"
32. BÖLÜM: "Kızıl Göl Ve Siyah Çakıltaşı"
33. BÖLÜM: "Kabuk Tutmayan Yaralar"
34. BÖLÜM: "Sarmaşıklar"
35. BÖLÜM: "Dokunuş ve Doğuş"
Kızıl Gece 1 Kapak!
36. BÖLÜM: "Bağlılık Yemini"
38. BÖLÜM: "Karmaşa"
39. BÖLÜM: "Uçan Balonlar"
40. BÖLÜM: "Aşk ve Geçit"
41. BÖLÜM: "Kraliçe'nin Perileri"
42. BÖLÜM: "Zamansız Döngü"
43. BÖLÜM: "Bir Tutam Sarı Saç"
44. BÖLÜM: "Pembe Küpeler"
45. BÖLÜM: "Alaz"
46. BÖLÜM: "Bebek Kokusu"
47. BÖLÜM: "Tuzak"
48. BÖLÜM: "Kavuşma Ve Ölüm"
49. BÖLÜM: "Bağ"
50/ İkinci Kitap Finali: "Yol Ayrımı"
Kitaplarımız
Kızıl Gece 2 Kapak!
51.BÖLÜM; "İki Dünya Arasında"
52. Bölüm; "Zamanın Kuytusu"
53. BÖLÜM; "Döngü"
54. BÖLÜM; "Ruha Dönüş"
55. BÖLÜM; "Labirent"
56. BÖLÜM; "Cam Kırıkları"
57. BÖLÜM; "Tutsak"
58. BÖLÜM: "Dönüş"
59. BÖLÜM: "Geleceğe Dönüş"
60. BÖLÜM: "Anne"
61. BÖLÜM; "Kapıyı Aralamak..."
62. BÖLÜM: "Yeniden Merhaba"
63. BÖLÜM; "Her Şeye Rağmen..."
64. BÖLÜM: "Dün Ve Bugün"
65. BÖLÜM; "Ruhların Tuzakları"
66. BÖLÜM; "Birkez Daha..."
67. BÖLÜM: "Kan Ve Kurşun"
68. BÖLÜM: "Acı Mucize"
69. BÖLÜM; "Tutkuyla Dans"
70/Üçüncü Kitap Finali; "Sanrılar ve Sancılar"
Kızıl Gece Şarkı Ve Kapak🖤
71. BÖLÜM: "Başka Bir Evren"
72. BÖLÜM; "Seni Buldum"
73. BÖLÜM; " Kayboldum Bebeğim"
74. BÖLÜM; "Küreyi Arayanlar"
75. BÖLÜM; "Geçiş Kapısı"
76. BÖLÜM: Safornikon'a Açılan Kapı"
18 yaş üstü okurlarımın dikkatine!
77. BÖLÜM; "Ayrı Dünyalar"
Dertleşebilir miyiz?
78. BÖLÜM; "Efsunlu Yağmurlar"

37. BÖLÜM: "Zaman Tutulması"

46K 4.9K 3.6K
By DuruMavii

Selam.


Thurisaz~ Years Of silence

Oiva voi~ Refugee

Keyifle okuyun.

🖤

"Rozelin Nuh."

Safornikon'un bana verdiği yeni unvan buydu.

Ne var ki, kraliçe ünvanı kadar dehşetle karşılaşmıştım.

Hatta…

"Rozelin Nuh." İkinci kere ikinci ihtiyarın ağzından duyuldu.

Dudaklarımda hala Biran'ın sıcaklığı varken, üçüncü kez üçüncü ihtiyar söyledi

"Rozelin Nuh."

Ritüel tamamlandı. Bundan böyle kızıl bölge lideri Biran Nuh'un karısı Rozelin Nuh, olarak anılacaktım.

Ertesi sabah kendi yatağımda gözlerimi açtım. Mirel ve Mestan törenden sonra ortadan kaybolurken, girişteki koltuklardan birinde uyuyan Perla ağabeyinin isteği üzerine burada kaldığını söylemişti.

Ağabeyi… Odasında olduğunu biliyordum ama törenden sonra onu tekrar görmemiştim. Dün aniden mecbur bırakıldığımız nikah, şayet bir süre önce gerçekleşmiş olsaydı, öfkeli olduğunu düşünebilirdim. Ancak şimdi, bilhassa son davranış ve sözlerinden sonra öfke, duyabileceği son duygu bile değildi.

Peki, tam olarak ne hissediyordu?

“Kendi içinde çözemiyorsan birine danışmalısın, derdi merhum annem.”

Perla’nın yumuşak sesinin geldiği yöne doğru gülümsedim. “Yeniden günaydın.”

“Günaydın.” dedi tatlı bir gülümsemeyle. “Kahvaltı hazır, sarım masada konuşabiliriz.”

Hafifçe omuz silktim. “Konuşacak bir şey yok ama fena halde açım.”

Ayaklanıp yanından geçerken, “Hadi ama…” dedi. “Düşünüyordun, gördüm.”

“Aksini söylemedim. Sadece konuşacak bir şey olmadığını söylüyorum.” Üzerindeki pijamalara bakıp, “Hazırlanmamışsın.” dedim. “Benimle bebeği görmeye gelmeyecek misin?”

Onlara hak vermiştim, bebek şu an olabileceği en güvenli yerdeydi. İyi olup, şifalı fanustan çıkacağı güne dek üç büyüklerin yanına kalacaktı ancak sevgili üç büyüklerden, her gün onu ziyaret edeceğime dair izin almayı başarmıştım.

“Geleceğim. Bizi şatoya Efraim götürecek.” dedi genişleyen gülümsemesiyle.

Birlikte koridorda yürümeye başladık. “Demek Efraim gelecek. Mutluluğunun sebebi belli oldu.”

Dudaklarını birbirine bastırırken, adımları birbirine karıştı. Neyse ki girişe ulaşmıştık da düşme riskinden kurtuldu. “H-hayır. Ben her sabah neşeli olurum.”

“Eminim  öyledir.” Geçtiğimiz günlerde Biran ile şahit olduğumuz olayı hatırlayınca endişelendim. “Perla, Mirel sana bir şey anlattı mı?”

Gülümesi dondu. “Evet, anlattı.”

Parmaklarımı koluna yerleştirdim. “Ne yapmanız gerektiğini biliyorsun, değil mi?”

Başını sallarken, gözlerinden geçen korkuyu görmüştüm.”Evet, bu akşam ağabeyimle konuşacağız.”

“Bu iyi bir haber. Efraim’in nihayet hazır olmasına sevindim.”

Birlikte masaya oturduk. Parmaklarının arasına aldığı çatalı tereddütle çevirmeye başladı. “Aslında… tam olarak hazır sayılmaz. Endişeli. Ağabeyim nasıl tepki vereceğini bilmiyor. Ben de bilmiyorum ama her gün ölmektense bir kere ölmeyi yeğliyorum. Ne olacaksa olsun.”

Onu anlayabiliyordum. Her şey bir yana Efraim’e olan sevgisi öyle büyüktü ki, içinde taşıdıklarını daha fazla gizlemek istemiyordu.

“Neden akşam? Efraim geldiğinde konuşabilirsiniz.”

“Ağabeyim evde değil. Biraz önce çıktı.”

“Çıktı mı?” Bebeği görmeye benimle birlikte geleceğini umuyordum. Uğradığım hayal kırıklığını gizlemeye çalışsam da Perla’nın gözünden kaçmadı.

“Telsizden anons geldi. Ne olduğunu duymadım ama önemli bir şey olmasa gitmezdi.”

“Sorun değil.” Elimi ondan ayırdım. Masaya koyduğumda,  bu kez onun avucu elimin üzerindeki yerini aldı.

“Sorun olduğunu biliyorum.” Yaklaştı ve gözlerimin içine baktı. “Dünden sonra daha iyi biliyorum. Roz, birçok şey aştık. Bana açık olabilirsin. Ağabeyime karşı ne hissediyorsun?”

Böyle bir soru beklemiyordum, en azından Perla’dan. Daha kötüsü ne cevap vereceğimi de bilmiyordum.
Suskunluğum onu mahcubiyete itti. “Beni yanlış anlama. Sadece senden bir şey isteyeceğim. Roz, beni şu an liderin kardeşi olarak değil arkadaşın Perla olarak gör. Hala anlatmak istemezsen saygı duyacağım ve bir daha bu konu hakkında ağzımı bile açmayacağım.”

“Seni zaten öyle görüyorum.” dedim ancak daha fazla konuşmak için zamana ihtiyacım vardı. Perla bana o zamanı tanıdı. “Perla… Bunu düşünmek çok zor. Dillendirmek çok zor. Sadece… Ondan bir süredir ondan nefret etmiyorum. Biliyorum. Yanında iyi ve güvendeyim.”

Yanında kalbim kilometrelerce yol koşmuşcasına atıyor, zihnimde bir çalkalanma hissediyorum. Yanında uçurumun kenarındayım. Daima.

“Anladım.” Suratındaki manidar ifade merak uyandırıcıydı.

“Ne anladın?”

Kapının çalınmasıyla ayağa kalktı. “Yıllar önce Mirel, Efraim’e karşı ne hissettiğimi sorduğunda, ona tıpkı böyle bir cevap vermiştim.” dedi ve utanmışlığımı ardında bırakarak kapıyı açmaya gitti.

O, Efraim’i karşılarken, kendime gelmek için odama geri döndüm ve hızlı bir şekilde üzerimi giyindim. Yüzüme ardı ardına su çarparkan, dünkü halimden farklı görünmüyordum. Biran herkesin önünde beni öptükten sonra bayılacak kadar utanmıştım ve en nihayetinde kendimi suyla tokatlarken bulmuştum.

Daha çok onların konuşmasıyla geçen bir kahvaltının ardından yola çıktık. Arabadan indikten sonra beni şatoya ulaştıracak köprüyü neredeyse koşarak geçtim. Üç büyüklerin odalarının  bulunduğu koridora ulaştığımda, derin bir nefes aldım. Ona yaklaşmıştım. İki koruma tarafından kollanan odaya girdim. Duvarları beyaz boyalı koca odanın ortasında, cam fanusunun içindeydi. İçimdeki hüznü gülümsememle perdeledim. Beni hissettiğini biliyordum. Fiziksel olarak bir bağımız kalmasa da, benim onu hissettiğim gibi o da beni hissediyordu.

“Merhaba ufaklık.” Parmaklarım buzlu fanusun cam yüzeyinde gezinirken, ona gerçekten ne zaman dokunabileceğimi düşündüm. “Umarım seni çok bekletmemişimdir. İnan bana daha önce gelebilmeyi isterdim. En azından bunun için her şeyi yaptım…” Kendi kendime göz devirdim. “Pekala, senden saklayacak değilim. Onunla… Yani babanla sadece senin için evlenmedim.” Bunu söylemek iyi gelmişti. “Yine yapardım. Seni görmenin başka bir yolu olmasa yapardım ama ben… Başka bir yol sorgulamadım.” Avucumu fanusa bastırıp, dudaklarımı yaklaştırdım. “Bugün buraya onunla gelmeyi isterdim ama halanın söylediğine göre önemli bir işi çıkmış. Kısa süre sonra gelecektir, bundan eminim.” Fanusa minik bir öpücük bıraktım. “Bir an önce oradan çıkmaya bak. Burada seninle tanışmak için sabırsızlanan birileri var. Anlaştık mı?”

Aksi ihtimal kalbime iğneler batırıyordu. Gözlerim yanarken, "Uyuyorsun." dedim. "Sadece uyuyorsun." Başımı eğdiğimde, gözümden akan bir damla yaş kulağıma doğru yol aldı. "O zaman sana ninni söylemeliyim." Acı acı yutkunurken, gülümsemeye çalıştım. "Ama sesim berbattır." Ninninin sözlerini anımsayınca, içim daha fazla acıdı. “Şimdi sana bildiğim tek ninniyi söyleyeceğim.”

İçime yarım yamalak bir soluk sığdırdım. Doğduğundan, onu gördüğüm son zamana dek küçüğüm Gülnur'a söylediğim ninniyi söylemeye başladım.

"Uykudan uyanmış,

Gülermiş bakarmış,

Annesi onu çok öpermiş severmiş.

Okula gidermiş yazarmış çizermiş.

Babası onu çok öpermiş severmiş.

Annesi onu çok,

Babası onu çok,

Herkesler onu çok severmiş severmiş.

Annesinin yavrusu,

Kuzusu pamuğu,

Annesi ninni söyler,

Cankuşu dinlermiş."

Gözlerimi kapattım, kokusunu hayal etmeye çalıştım. Kokusunu hiç alamamaktan korktum.

"Annesinin yavrusu,

Kuzusu pamuğu,

Annesi ninni söyler,

Cankuşu dinlermiş."

Ona son bir öpücük bırakıp odadan çıktım. Kızardığını bildiğim gözlerim, odaya giren Efraim ve Perla'nın yüzüne kırgın birer ifade bıraktı.

Lavaboların bulunduğu alt kata indim. Aynaya yansıyan aksim hüzünlü görünüyordu. Başımı eğip gözlerimi yıkadım. Islak yüzümü yeniden kaldırdığımda, aynadaki aksim yalnız değildi.

"Diana."

Yarım bir gülümsemeyle “Merhaba.” dedi. “Nihayet bir araya gelebildik.”

Tamamen doğrularak ona doğru döndüğümde, bakışları karnımda biraz daha fazla olmak üzere tüm bedenimde dolaştı. “En az benim kadar cılızmışsın.”

“Bir araya gelmek mi? Böyle bir planım olduğunu sanmıyorum. Ayrıca…” Bana hiçbir kötülüğü dokunmayan bu kıza karşı neden öfke doluydum?” “Birbirimize benzediğimizi de sanmıyorum.”

Ne var ki hoşgörülü olmayan yaklaşımımı yadırgamadı. Aksine dudaklarındaki gülümseme tam bir hal aldı. “Anlamışsın.”

“Neden bahsediyorsun?”

Bir adım attı, gözlerindeki ışıltıyı bana gösterdi. “Ona aşık olmanın kaçınılmaz olduğunu sen de anlamışsın.”

Polise yakalanmış bir seri katil nasıl hissediyorsa öyle hissettim. Siktir!

“Hala neden bahsettiğini bilmiyorum.”

Ellerini belinde bağladı ve aynı bilmişlikle konuşmaya devam etti. “İnsanların kafası karışık, özellikle de şu avaz avaz bağırdığın mahkemeyi işitenlerin. Bir kesim senin gerçekten büyülendiğini ve bebeğin Biran’dan olduğunu düşünüyor ama başka bir kesim…” derken kalkan kaşlarında şüphe vardı. “...gerçek aşkın bir büyüden etkilenmeyeceğini, dolayısıyla bebeğin diğer lider Alizen’den olabileceğini düşünüyor. Sonuç itibariyle kimse fikrini söyleyemiyor. Çünkü mahkeme görüldü ve bir sonuca kavuşturuldu. Herkes üç büyüklerin hükmüne inanmak zorunda. En azından öyle görünmeliler.”

“Beni bunları söylemek için mi arıyordun?”

Sorumu anında es geçti. “Hangi kesimden olduğumu merak etmiyor musun?”

“Umursamıyorum.”

Anlamaya çalıştım. Ağabeyi Steven’ın yaptıklarından haberdar mıydı? “Senden gizlemeyeceğim. İkinci görüşe inanmak istedim. Çünkü işime gelen buydu ama şimdi… Sen karşımda kocana aşık olan diğer kadını bir kaşık suda boğmak istiyormuş gibi bakarken, sence ne düşünmeliyim?”

Amacının ne olduğunu bilmiyordum. Ona gerçekten onu öldürmek istiyormuş gibi mi bakıyordum, bilmiyordum. “Sadece etrafımda olmanı istemi-”

“Ama olacağım. Buna alışsan iyi edersin.” Dans eder edasıyla birkaç adım geri çekildi. “... ve evet, seni tüm bunları söylemek için çağırdım. Mantıklı düşünmen için, Melina gibi…”

“Ne saçmalıyorsun Diana?”

“Saçmalık mı? Melina görebileceğin en zeki kadındı. Bu yüzden benimle anlaşma yaptı. Eğer bebeği yaşıyor olsaydı, ona öz evladım gibi bakacağımı biliyordu. Bu yüzden bana her zaman iyi davrandı. Ne acı ki kendisiyle birlikte bebeği de gitti ama senin bebeğin yaşıyor ve sen kraliçe, ölümsüz değilsin.”

Titrememin sebebi yaşadığım sinir harbiydi. “Sesini kesmen gerekiyor.”

Aynı şekilde sallandı. “Haklı olduğumu biliyorsun.”

“Kes sesini!” Kalkan elimin bileğini ince parmaklar sardı. Bu Mirel’di. Elimi yavaşça aşağı indirirken, Diana’ya tehditkar bir bakış attı.

“Kendinize gelmenizi öneririm, leydi. Karşınızda Melina değil, kraliçe Rozelin var ve sizi temin ederim, hiç benzemiyorlar.” Dizlerini kırıp Diana’yı alayla selamladı. “İzninizle, gitmemiz gerekiyor.”

Mirel birlikte şatodan çıkana dek elini üzerimden ayırmadı. Gergindi ve sebebinin sadece Diana olmadığını tahmin edebiliyordum. Efraim ve Perla’nın olduğu arabaya binip yola çıktığımızda aynı gerginliğin onları da hakimiyeti altına aldığını anlamam uzun sürmedi.

“Sorun ne?”

Arabayı kullanan Efraim ile bakışlarımız  dikiz aynasında buluştu. “Ortalık karıştı.”

Biran’ın erkenden evden çıkmasının iyi bir nedeni olmadığını biliyordum. “Ne oldu?”

Hualp Koran, lidere hoşuna gitmeyeceği bir teklif getirmiş. Üstelik fazlasıyla ısrarcı.”

Teklifin ne olduğu hakkında hiçbir fikrim olmamakla birlikte yanımda oturan Mirel’e baktım. “Lord ne teklif ediyor?”

“Toprak.” diye yanıtladı Mirel. “Turnuvada yenilmesine karşılık Kimpras’tan toprak istiyor.”

Lena’nın söylediklerini hatırlamaya çalıştım. “Ama… Lena’nın isteği karşılığında yenilmemiş miydi?”

“Onun gibi bir adamın sadece bir rica karşısında  kasten yenilmesi beklenemezdi.” dedi Efraim. “Altından bir bokluk çıkacağını tahmin ediyordum. Çıktı da.”

“Bu saçmalık. Ondan kendisine yenilmesini Biran istemedi.”

“Ama ağabeyime karşı yenildi. Sonuç bu.” Perla sıkıntıyla nefeslendi. “Bir bu eksikti.”

“Biran’ın böyle bir teklifi kabul edeceğini sanmıyorum.”

“Etmedi.”

“O halde? Canınızı sıkan ne?” Sorum sessizliğe yayılırken, onların evine doğru yol aldığımızı fark ettim.

“Sorun şu ki, Hualp Koran tehlikeli bir adam. Onu Temur Alizen’den farklı kılan ise gizemli olması. Kimse ama hiç kimse ne yapacağını kestiremez.”

“Eğer akıllı bir adamsa isteğinin makul olmadığını anlayacaktır.”

Araba konteynırların olduğu siteye girdi. “Umarım akıllı bir adamdır.” Efraim orantılı olarak frene basarak, arabayı evlerinin önüne park etti.

“Neden buradayız?”

“Ah,” Parmaklarını alnına yaslayıp geri çekti Mirel. “Kusura bakma, sana sormayı bile akıl edemedik. Bu günü bizim evimizde birlikte geçirelim, dedik. Senin için bir sakıncası olur mu?”

“Olmaz.” dediğimde yüzü düştü. “Yani sakıncası olmaz. Ne yapacağız?”

“Ona içeride karar veririz.”

Arabadan inerken,” Yemek işinden pek anlamıyorum ama kim yapacaksa yardım edebilirim.” dedim.

Perla’nın hatta Mirel’in bile bıyık altından gülümsediğini gördüm. “Zaten sen yardım edeceksin.”

Ne demek istediklerini kutu şeklindeki küçük mutfaklarına girdiğimde anladım. Biran, üzerinde siyah bir mutfak önlüğüyle yemek yapıyordu. Ancak bir noktaya kadar asıl sorun bu değildi. Asıl sorun, mutfak önlüğünün altında bir kazağın olmamasıydı.

“Orada öylece dikilerek bana yardımcı olabileceğini nerden çıkardın?”

Ne ara pervaza yasladığımı bilmediğim bedenimi doğrulttum ve ne halde olduğunu bilmediğim ifademe çeki düzen verdim. “Burada olduğunu bilmiyordum.”

Sadece geniş bir tepsinin sığabileceği ölçüde olan ada tezgaha sadece geniş bir tepki koydu ve yağlamaya başladı. “Buradayım.”

Neden şatoya gelmediğini bildiğim halde içerleyen yanıma karşı koyamadım. “Sence olman gereken başka bir yer daha yok muydu?”

Parmakları tepsinin ortasında duraksadı, bana bakacağını sandım ama öyle olmadı. “Mentro eyaletine gitmem gerekiyordu.”

Üzerine gitmeye niyetim yoktu. Babası olarak bebeği herkesten çok görmek isteyeceği kesindi. İmkanı olsaydı kesinlikle giderdi ve gitmediği için ona kızacak konumda değildim.

Sormamda sakınca var mı, bilmiyorum.” Ada tezgaha yaklaşıp karşısında durdum. “Lord ile görüşmen nasıl geçti? Umarım bir çözüme kavuşturmuşsunuzdur.”

Tavuğa benzeyen ancak misliyle daha büyük olan yolunmuş hayvanı aldı ve tepsinin ortasına bıraktı. “Sormanda sakınca yok.” Rahattı. Önceden hazırladığı yağlı sosu hayvanın üzerinde yavaş yavaş gezdirdikten sonra, parmaklarıyla yedirmeye başladı. “Evine onunla uzaklaşmak için gitmedim.”

“Uzlaşmak için gitmedin mi?” Her seferinde beni şaşırtmayı başarması, başlı başına şaşırılasıydı.

“Ne kadar boktan bir şey istediğini yüzüne söylemek için gittim.”

“Yani onunla alay ettin?”

“Öyle de denebilir.” Kabukları soyulmuş birkaç sebzeyi iri ellerine yakışmayacak incelikte doğrarken, başıyla tezgahtaki yeşil sebzeleri işaret etti. “Yıkandılar. Sanırım birinin onları doğraması gerekiyor.”

Kaşlarımı kaldırmama eş zamanlı olarak nefesimi sesli bir biçimde dışarı bıraktım. “Onunla uzlaşabilirdin. Yeterince düşmanın varken bir de Hulalp Koran’ı mı düşman edineceksin?”

Rahatlığı sakin kalmak isteyen yanıma darbeler indirirken, doğradığı sebzeleri özenle hayvanın yanına sıraladı. “Bir eksik ya da bir fazla. Fark etmez.”

“Artık tek başına olmadığını biliyorsun, değil mi?” dedim, bebeği kast ederek.

Doğrudan bana baktı ve “Biliyorum.” dedi.

Isınan yanaklarımı da alıp nereye kaçmam gerektiğini biliyordum. Arkasına geçip yeşillikleri doğramaya başladım. Tek kelime daha etmeden bana ayırdığı işleri yaparken, o arkamda bir yerde birçok iş bitiriyordu. Bir süre sonra mutfağın küçük penceresine vuran yağmur tanecikleri sessizliğimize meydan okurcasına hızlanmaya başladı. Kuvvetli bir şimşek çaktı. Ardından o kadar da güçlü olmayan birkaç şimşek onu takip etti. Yağmur borana dönüştüğünde, cam, pervazlarının içinde sallanıp duruyordu.

Yapacak hiçbir iş kalmadığında, mutfağı saran leziz kokuyu içime çekip arkama döndüm. Mutfak bezinin elimden kayıp düşmesine sebep olan görüntü; ada tezgahın üzerinde sıralanan birbirinden lezzetli yemekler ya da  tek bir bulaşık kalmayacak şekilde temizlenmiş tezgah değildi. Birbirine kavuşturduğu kollarıyla, pervaza yaslanan güçlü bedenin sahibinin gözlerinin üzerimde olmasıydı.

Ona ne zamandır beni izlediğini sorabilir miydim?

“Orada ne yapıyorsun?”

Doğradığım yeşilliğe baktı. Bunu yaparken kıpırdayan tek yeri göz bebekleriydi. “Ne kadar beceriksiz olduğunu izliyorum.” Yaklaştı, yaklaştı. Bir adım kala duraksadığında, üzerime eğilmesini beklemiyordum. Kolunu omzumun üzerinden attı, doğradığım yeşillikten bir parça alıp aramızda salladı. “Bunların insan yiyecek, farkında mısın?”

Kaşlarımı çatmamak için zor tuttum ve dönüp yeşillik kasesini kucakladım. “Beğenmiyorsan kendine en baştan yap. Bunu ben yiyeceğim.”

Yanından geçmek için attığım tek adımda benimle aynı anda hareket ederek yeniden önümü kesti. Bana bakarken, kirpikleri neredeyse indirdiği kaşlarının üzerine çıkacaktı. Elleri bana yaklaştı, içsel bir irkilme yaşadım. Nasıl olduğunu bilmiyordum ama her hareketiyle beni heyecanlandırmayı başarıyordu.

“Hayır.” Kaseyi sıkıca kavradı ve benden aldı. “Bunu ben yiyeceğim. Hatta sadece ben yiyeceğim.” Arkasını dönüp uzaklaşırken, “Diğerlerinin de yemesini istiyorsan en baştan tekrar yapman gerekecek.” dedi.

Mirel, Mestan, Efraim, Perla ve liderleri Biran Nuh; uzun zaman sonra bu beş insanlar ilk kez aynı masada yemek yiyordum. Üstelik kapı kilitli değildi, kimse beni tehdit etmiyordu ve hamile değildim. Tüm bunlardan daha yabancı olanı ise endişeli değildim. Uzun zamandır tanıdığım insanlarla sıradan bir akşam yemeği yiyormuş kadar özgürdüm.

“Biran, toprak mı istiyorsun, diye sordu. Hualp başını salladı.” diye konuştu Mestan. Bu sohbet masada bir süredir devam ediyordu. “...ve sevgili liderimiz cebinden bir avuç toprak çıkarıp Hulalp’in önüne attı.” Lezzetli bir yemek yemiş gibi dudaklarını dişledi. “Lordun suratını görecektiniz.”

Mirel önce güldü. Sonra suratı düşünceli bir hal aldı. “Derdi ne bu adamın? Bunca zamandır hiç kimseyle böyle bir münasebeti olmamıştı.”

“Biz de anlamadık.” diye yanıtladı Mestan. “Aniden böyle bir taleple geldi.”

Perla, boşalan çorba kaselerini toplarken, “Belki de niyeti kötü değildir.” dedi. “Sebebini sordunuz mu? Kötü birine benzemiyor.”

“Lord Steven de benzemiyordu.” Mirel haklıydı. Steven’ı ilk gördüğümde, fazlasıyla nazik biri olduğunu düşünmüştüm.

“Nasıl biri olursa olsun, ona istediğini vermeyeceğim.” Biran’ın kararlılığı sorgulanamayacak kadar sağlamdı. “Toprak bir lider için mühim bir semboldür.”

Perla gülümseyerek, “Haklısın ağabey.” dedi. “En iyisini sen bilirsin.” Ağabeyini kesinlikle sinirlendirmek istemiyordu. Özellikle de bu gece…

“Pekala, lordun kötü niyetli olduğunu ben de düşünmüyorum ama toprak konusunda avucunu yalayacağı kesin. Reddedilmesi tehlike doğuracağı anlamına gelmiyor.” Mirel ayağa kalktığında, Mestan onun elini tuttu ve üzerine minik bir öpücük kondurdu. Mirel’in keyfi iyiden iyiye yerine gelmişti. “Şimdi bu konuyu kapatabilir miyiz? Bence konuşacak daha sevimli konular bulabiliriz. Mesela… Bebeğimiz bugünü de de atlattı.”

Efraim yumruk yaptığı ellerini havaya kaldırdı. “Aslanım benim! O fanusu kırarak çıkarsa hiç şaşırmam.”

“Ama….” Perla kıkırdadı. “O sadece bir bebek.”

Babek.” Mestan çenesini merakla buruşturarak Biran’a baktı. “Henüz bir ismi yok mu?”

Perla heyecanla, “Hadi ona bir isim bulalım!” dedi. Diğerleri düşünmeye başladı bile.

“Düşünmeye son verin.” diyen karakteristik ses Biran’a aitti. “Zaten bir ismi var.”

Herkes pür dikkat lidere bakarken, kalbimde ılık damlacıklar hissediyordum. Oturduğu baş köşeden yanı başında oturan varlığıma baktı ve “İsmi Alaz.” dedi.

Alaz.

“Vay canına! ne harika bir isim”

Mestan, sevgilisi Mirel’e katıldı. “Sağlam isim.”

“Ne anlama geliyor?” diye sordu Perla. “Ne anlama gelirse gelsin! Sizce de kulağa çok hoş gelmiyor mu?”

Efraim, “Kesinlikle.” karşılığını verdi. “Lider, nereden aklına geldi bu isim?”

Masanın altında kalan parmaklarım her heyecanlığımda olduğu gibi birbirine eziyet ederken, yabancı üçüncü bir el onları birbirinden ayırdı. Parmaklarını avucumdan kaydırdı ve elimi sıkıca tuttu. Benim kucağımda Biran ile ellerimiz birbirine tutunuyordu!

“Ona ismini veren ben değilim.” Kalp atışlarım kulaklarımda atıyordu. “Gece Kraliçesi.”

Oluşan sessizlik heyecanımın yanına utanç konumlandırdı. Parmakları elimin üzerinde dolaşmaya başladığında, hangi duygu ile başa çıkacağımı bilmiyordum. Elini bırakmak istemiyordum. Elini kesinlikle bırakmak istemiyordum!

“Roz, gerçekten çok zevlisin.” dedi Mirel.

Mestan gülümsemek ve gülümsememek arasında gidip geldi. “Gerçekten öylesin, Roz.”

En güzel cümle ise soyadını taşıdığım adamdan geldi. “Büyüyünce isim annesine teşekkür edecek.”

Büyüyünce.

İsim annesi.

Ana yemeğe geçildi.  Biran sol elini sorunsuz kullanıyordu. Sağlak olmama rağmen, o sol elimi tutarken hiçbir şey yapamadım.

“Neden yemiyorsun? Yoksa hindozu beğenmedin mi?”
Sadece dikkati üzerimden dağıtmak için Efraim’e yanıt verdim. “Hindoz mu?”

Biran’ın nar gibi kızarttığı hayvanı gösterdi. “Şu leziz şeyden bahsediyorum. Yoksa senin ülkende yok mu?”

Biran parmaklarını avucumdan geri çekecek şekilde kaydırdı. Rahat bir nefes vermek üzereyken, bu kez parmaklarını parmaklarımın arasından geçirerek beni daha büyük bir heyecan dalgasının kollarına bıraktı!

B-ben…”

Dudaklarında serseri bir gülümsemeyle, “Neden kekeliyorsun?” diye sordu Biran. “Efraim çok basit bir soru sordu.

Şu an ona sağlam bir küfür etmeliydim. Tanrım, ağzımı açmak şöyle dursun yüzüne bile bakamadım.

“Cevap yok.” dedi ve bununla da kalmadı. Ellerimizi masanın üzerine çıkarmaya kalktı! Diğer elimi masanın altına indirerek onu zapt etmeye çalıştım ama o kadar güçlüydü ki başarmam söz konusu bile değildi.

“Vereceğim!” dedim dişlerimin arasından. “Bir durursan!” Durdu.

“Hey! Sakin ol.” Mirel şaşkınca bakışlarımı yakalamaya çalıştı. “Sadece sorduk.”

Benimle oyun oynuyordu. Benimle açıkça oyun oynuyordu!

“Evet.” dedi Biran, baş parmağıyla baş parmağımı okşayarak. “Sadece bir soruydu. Neden heyecanlandın?”

Kulağına doğru yaklaştım. Tüm gücümü topladım ve ona “Sana ne lan.” dedim.

Gülümsedi. Hoşuna gitmişti. Aniden bana döndü, herkesin önünde burnuna çarpan burnuma minik bir öpücük bıraktı. “Sakın bu sözü benden başkasına söyleme.” Elini elimden ayırdı ve ayağa kalktı. “Kim baklava yemek ister?” Masadan uzaklaşırken tuttuğu elim buz gibi olmuştu.

Perla’nın bile ikinci tabağına geçtiği baklayı Efraim ağzı dolu dolu övdü. Mestan, Mirel’e kendi elleriyle yediriyordu. Bu görüntü Mirel’e tam anlamıyla tersti ama hiçbir seferde Mestan’ı geri çevirmişti. Baklava hiçbir yerde yemediğim kadar güzeldi. Sadece ikinci yapışı olmasına rağmen,  ortaya en iyi baklava ustası ile yarışacak kadar iyi bir iş çıkarmıştı ama ilkinin bende bıraktı anlamı hiçbir zaman unutmayacaktım

Biraz sonra Perla sevgilisine bakışlarıyla bir uyarı gönderdiğinde, Efraim ağzındaki lokmayı güçlükle yuttu ve oturduğu yerde doğruldu.

“Ağabey.” Perla her ne kadar bu konuşmayı yapmak için çok beklemiş olsa da sesinin titremesine engel olamadı. “Seninle konuşabilir miyiz?”

Tatlı faslı için koltuklara geçmiştik. Onların evinde koltuklar neredeyse iç içeydi. Yine de Biran’ın oturduğu tekli koltuktan olabildiğince uzaklaşmayı tercih etmiştim.

“Miyiz?” diye sordu Biran. “Kiminle?”

Biran’ın nevi şahsına münhasır sesinin sertliği, bu konuşmaya sadece şahitlik etmek  için bile tedirgin ediciydi.

“Şey biz…”

Kuvvetli bir çökme sesi herkesi ayağa dikerken, erkekler silahlarına davrandı. Ancak bakışlarını yukarı kaldırdıklarında, ihtiyaçları olan şeyin silah değil iyi bir tamirci olduğunu anladılar. Biriken yağmur konteynırın tavanını çökertmişti ve delinen yerlerden içeri su sızıyordu. Perla damlayanlar için hemen birkaç kova getirdi. Erkeklerin üçü birden dışarı çıktı. Mirel’in tüm tamirci çağırma girişimlerini boşa çıkararak çatıyı kendilerinin tamir edeceklerini söylediler.

Neredeyse üç saat geçti. Hep birlikte onlarca kez kova değiştirdik. Damlama ancak kesildi. Tamir edildiği için değil, üzeri naylonla kapatıldığı için!

Kendini tamirci sanan o üç adamın yakınlarda gelmeyeceğini anlayınca uyumaya karar verdik. Benim için ayrılan oda iki tekli yatakla neredeyse dolmuştu. Salon olarak kullandıkları geniş giriş haricinde Perla ve Mirel’e ait olan büyük oda ve burası hariç başka bir odaları yoktu. Bana verdikleri rahat pijamaları giydikten sonra gece lambasını kapattım ve yataklardan birine girdim. Karanlıkla mayışmam uzun dakikalar sürdü. Sonunda uykuya meylederken, kapının aralandığını duyumsadım ancak uyku öyle tatlı bir şekilde bedenimi ele geçiriyordu ki, gözlerimi kapalı tutmayı tercih etmedim. Birkaç saniye sonra yatağın arkamda kalan kısmının çökmesiyle belim güçlü kollar tarafından sarıldı.

Gözlerim ani çakan bir şimşek gibi açılırken, sırtımı usulca göğsüne yasladı ve başını enseme sakladı.

“Ne yapıyorsun!” Ona dönmek istediysem de kıpırdamam mümkün olmadı.

Beni daha sıkı kavradı. “Tahmin edemeyeceğin kadar yorgunum ve saatlerce ıslak kaldım. Yerinde olsam uyumama izin verirdim.”

“Bundan bana ne! Tamirci çağırmayı ısrarla reddeden sizdiniz. Tüm bunlar bir yana içerideki koltuklardan birinde de uyuyabilirdin!”

“Yağmurun naylona damlayan sesi uyutmuyor.” derken, sesi uykulu ifadeye bürünmüştü bile. “Öyle olmasa bile, daha rahat bir yer bulacağımı sanmıyorum.”

Kollarının gevşemesini fırsat bilerek ona döndüm. “Önce benden izin alma-” Tekli yatakta olduğumuz gerçeğini atlamıştım. Burunlarımız bu gece ikinci kez birbirine değdi ve kaçabileceğim hiçbir yer yoktu. Elim gayri ihtiyari kolunu bulduğunda, söyleyeceğim şeyin bir önemi kalmadı. “Sen…buz gibisin.” Göremesem de üzerinde bir eşofman ve atlet olduğunu anladım. Ayaklarıma değen çıplak ayakları da oldukça soğuktu. “Aklını mı kaçırdın! Hasta olacaksın.”

Karanlığa alışan gözlerim, gözlerinin açıldığını gördü. “Hasta olmam seni endişelendirir mi?”

Neden bu kadar zor sorular soruyordu?

“Üzerine bir şey giymelisin.” Ah, hayır. Uyurken ateşi çıkabilirdi. “Ya da giyme.”

Parmakları sırtımda aralandı. “Birine karar verecek misin?”

“Mirel’i dinlemeliydiniz. Tamirci işi kısa sürede hallederdi. Üstelik naylon kullanma-”

Endişelenirsin.” diye fısıldadı. Nefesine sinen amber kokusu daha yakındı.

“Nereden biliyorsun?”

Parmakları yüzüme dokundu. “Çünkü ben de endişelenirim.”

Sözleri ete kemiğe bürünüyordu. Ete kemiğe bürünüyor ve tüm benliğimi kucaklıyordu. “Biran…”

“Seni istiyorum.” dedi ansızın. “Seni istiyorum. Seni her an istiyorum.” Sırtımdaki eli bedenlerimizi tümüyle birbirine yaslarken, “Buna engel olamıyorum.” diye fısıldadı. “Bunun için senden özür dilemeli miyim?”

Parmaklarım havalanırken, onun sakallarına dokunurken, benden izin almadı. “Hayır,” dedim yavaşça. “Dilemen gerekmiyor.”

“Halkın bir kısmının sana büyücü gözüyle baktığını duydum.” Eli yüzümün tamamını kaplıyordu. Parmakları belli bir sıraya ayak uydurarak, çeneme, göz çukurlarıma, alnıma ve şakağıma dokunuyordu. “Onlara inanmak üzereyim.”

“Sana büyü yaptığımı mı düşünüyorsun?” dedim ciddiyetten uzak bir sesle.

“Bilmem. Seni bildiğim büyülerden yaparken hiç görmedim ama görseydim…”

Görseydin?”

Burunlarımızı yavaş yavaş birbirine sürttü. “Görseydim, öyle de çok çekici olduğunu düşünürdüm.”

Nedeni bilmiyordum ama bu kez utanmamıştım. Ne dudakları burnuma dokunurken, ne de eli boynuma uzanırken, hissettiklerim çok başka şeylerdi. “Sana dokunmak ilk kez keşfettiğim bir uyuşturucu gibi…” Bu kez sesi boğuktu. Parmakları sardığı göğsümü sıkıp bıraktı. Onu bacaklarımın arasında gittikçe daha fazla hissediyordum. “Sana dokunmak yüzlerce gün aç kaldıktan sonra yemek yemek gibi…”

Dudaklarını dudaklarıma doladı ve beni hırçınca öptü. Ona verdiğim karşılık kendimi bildiğim tüm yaşlarımı şaşkına çevirirken, ellerim atletinin içinden tenini buldu. Ona dokunmak için akıl almaz bir ihtiyaç duydum.

Dudaklarını dudaklarımdan koparırcasına ayırdığında, hala birbirine temas ediyordu. “Şimdi değil, burada değil, böyle değil.” dedi, nefes nefese. “Seninle bu şekilde olmayacak. Beni anlıyor musun? Şimdi sadece seni hissetmek istiyorum.”

Nefes almayı beceremedim. Tırnaklarım etine saplanırken, bana daha fazla dokunması için herşeyi yapacak raddedeydim. “Biran ben…”

“Sen benimsin.” Alt dudağımı dudaklarının arasına hapsetti. İçine çekerek öperken, oraya kendinden bir imza bırakıyordu. “Tırnağından saç teline kadar…” dedi ağzımın içine doğru bıraktığı erkeksi bir inlemeyle birlikte. “Benimsin, çünkü seni buldum.” Pijamalarımı üzerimden çıkarması sadece birkaç saniyesini aldı. Atletini ve eşofmanını çıkardım. Bunu ben yaptım, Rozelin. Tenlerimiz bu kez çıplaklıkla birbirine temas ederken, dilini dudaklarımın çerçevesinde hissettim. Kasıklarımda uslanmaz bir kaynama hissediyordum. Biran’ı tümüyle kendime katmak istiyordum. “Benimsin, çünkü beni buldun.”

Dudakları çenem boyunca ıslak emareler bırakarak kaydı. Gerdanıma, göğüs kafesime ve karnıma ilerledi. Nefesim ciğerlerimde düğümlenirken, elleri kalçalarımı her iki yanından kavradı ve nedenini üzerime çıkardı.

Parmakları bacaklarımın arasına uzandı, kumaşın üzerinden onu hissetmek uçurumun kenarında dans etmek kadar tehlikeliydi. Dudaklarını dokunduğu yere bastırdı. Orada bir volkan infilak etti. “Kokun,” Sesi, tutkunun ağlarıyla sarılmıştı. Altımdaki tek parçanın lastiklerini kavrayan parmak uçları hiç olmadığı kadar sıcaktı. “Ah, varlığına inanılamayacak kadar eşsiz.”

“Biran.” Sonsuz bir okyanusun dibinden konuşuyordum. Biran, Biran, Biran. Tek söylemek istediğim buydu.

Lastiği hafifçe sıyırdı, dudakları aynı noktaya arada hiçbir engel olmadan dokundu. Gerilen bedenim belimi havalandırırken, kalçalarımı kavrayarak başını bacaklarımın arasına gömdü.

Cehennemim izbe köşelerinde koşuşturuyordum. Yağmur bulutlarının arasında saklanıyordum. Şeker parmuklarınca sarmalanıp, kuyruklu yıldızlara dokunuyordum.

Zebanilerin avuçlarında dans ediyordum.
,
Ardı ardına güçlü çığlıklar atmak üzereyken, elimi dudaklarıma yapıştırdım. Avuçlarımda her biri bana ait olan binlerce seda parçalandı.

Onu hissetmek; ıslaklığını, dilini, dudaklarını, nefesini ve anlayamadığım fısıltılarını hissetmek beni ülkesinin en kızıl yerlerine götürdü. Götürdüğü yerde kaybetti.

Beni  olduğum büyülü köşeden söküp alan şey kapının dövülme sesiydi. Biran üzerimden aniden kalktığı andagevşeyen bedenimin tümünde ağrı hissettim. İvediyle üzerini giyindi. “Burada kal.” dedikten sonra aralıksız dövülen kapıya bakmak üzere odadan ayrıldı.

Titreyen parmaklarımla beceriksizce pijamaları giydim. İçeriden hiç ses gelmiyordu ve bu hoşuma gitmemişti. Girişe çıktığımda, orada kimsenin olmadığını gördüm. Koşar adımlarla dış kapıya ulaştım. Kapıyı açtığımda, herkes oradaydı.

Gecenin koyu kızıl karanlığı soğuk rüzgarı suratıma vurdu, bana baktılar. Benim bakışlarım ise daha önce Temur ve Biran benim için karşı karşıya geldiğinde, mahkeme haberini getiren atlılardaydı.

“Burada ne oluyor?” Hafifleyen yağmur damlacıkları saçlarımın arasında kendine yer bulurken, atlılardan biri “Karınızın burada olmadığını söylemiştiniz, lider Biran Nuh.” dedi.

Biran avuçlarını sıktı. Yaklaştım ve onun yanında durdum. “Biran, ne oluyor?”

Atlılardan bir diğeri dizginlerine asılıp atının yönünü bana çevirdiğinde, durumu açıklayacak kişinin o olduğunu anladım.

“Rozelin Nuh.” Sesi, getireceği kasvetli haberin ön emaresiydi.

Başımı kaldırıp siyahlar içindeki atlı elçiye baktım.

“Ölü bir bebeği hayata döndürmenizin kanıtları kıymetli üç büyüklerin eline ulaştı. Bu, bir kraliçenin dahi sahip olamayacağı üstün ve efsunkar bir güçtür.  Yarın gece mahkemenizin görülmesi üzerine şatoya götürüleceksiniz. Sayın kraliçe, itiraz ettiğiniz takdirde size bizler eşlik edeceğiz.”

🖤

Kesitler için beni Instagram'da takip edebilirsiniz/ DuruuMavii

Yıldıza dokunmayı ihmal etmeyelim lütfen. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Continue Reading

You'll Also Like

ELIYS (+18) By Duru

Mystery / Thriller

169K 10.2K 55
Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye nefret ettiği, öte yandan da, yüzyıllarca...
23K 2.4K 20
Vampirler ve cadılar yüzyıllardır birbirinden nefret eder ve birbirlerine yaklaşmazlardı İki kişi bu geleneği bozana kadar #Elf 1🥇2024:04:26 #Vampir...
13.9K 1.6K 90
Hayallerinize sınır koymayın ! Kendini yazarak anlatan, hayallerini artık zihnine sığdıramayarak satırlara döken yazarlarım için elimden geldiğince h...
180K 15.1K 32
- highschool au keşke bir mucize olsa ve her şey yok olsa