Çan Çiçekleri

By YamurYilmazlar

400K 52.1K 123K

"Değerli Çan Çiçekleri, Elbette, ekilen her tohum bir gün çiçek verir. Tıpkı size olduğu gibi." Anya ❁ More

ÇAN ÇİÇEKLERİ GÜNCESİ
попутчик.
заводила.
авось.
тоска.
встрепенуться.
баюкать.
листопад.
бытие.
Друг.
подруга.
Аня Белов.
Гавно.
задушевная беседа.
враг.
голое тело.
дикость.
нежно любимый.
матрёшка.
болезнь.
Война и мир.
темнота.
слава богу.
ревность.
спасать.
мечта.
наказание.
Кто ты?
Влюблённость.
любовь навсегда.
успешность.
папа.
разбитый.
Прощай Кайтак.
отецm.
день рождения.
семья.
локон.
пороша.
смекалка.
незнакомец.
одиночный.
волк в овечьей шкуре.
аксель.
колеса шанса.
сон на.
Cóлнце.

заблуждение.

6.7K 1K 2.8K
By YamurYilmazlar

Değerli Çan Çiçeklerim,

Zor günlerin ardından gelen iyi günler için...

Bu bölümü de 560 oy ve 3600 yorum yapabilirsek yeni bölüm haftaya cumartesi hemen gelecek. Geçen bölüm vermiş olduğunuz tüm oy ve yorumlar için teşekkür ederim. İyi okumalar dilerim hepinize^^

bana ulaşabileceğiniz yerler ;

instagram: aurora_mensis

(İNGİLTERE FOTOLARI GÖRMEK İÇİN TAKİP EDEBİLİRSİNİZ.)

instagram: can_cicekleri

Anya Belov instagram: anya_belovv

Aleksei Ivanov instagram: aleksei_ivanovv

twitter: auroramensiss

#çançiçekleri hashtagi ile twitter'da düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.

Bölümleri okurken hikayenin içinde yaşamanız için Spotify Çan Çiçekleri çalma listesini (Cry of Bellflowers) dinlemenizi öneririm.

Kullanıcı adım: aurora mensis

Önceki Bölümden...

Müzik hızlanarak sergileyeceğimiz asıl ana geldiğimizde arka arkaya kaydığım Aleksei'yle gözlerimiz kesişti. Bunu yapabileceğimizi bana söylüyordu hatta mırıldanıvermişti kulağıma yaklaştığı o küçük anda minik bir öpücük ile.

Sol bacağımı havaya kaldırıp pozisyonu aldığımda bedenimi ters yöne doğru havaya kaldırdım. Belimi anında kavrayan sıkı eller beni olduğum yerde döndürerek bacaklarımı tam güçlü omuzlarına yerleştirdiğindeyse ellerim Aleksei'nin kafasının üstünde bir anlığına buluştu.

Ardından sol bacağımı tutan Aleksei ile bedenimi havadan indirdiğimizde sırtına tutunarak dönmeye devam ettik ve bir kolum boynunu kaplayarak ard arda üç dönüş tamamladık. Ayaklarım buzu zarafetle karşıladığındaysa başardığımızı fark etmiştim. Onunla başarmıştım, başarmamı sağlamıştı.

Yavaşlayan müzik ile kaymaya devam ederken burunlarımız birbirine değene dek yakınlaştık ta ki yeniden ayrılana dek. Onunla başarmanın verdiği tarifsiz his ve yakınlık ile sonuna dek kaymaya devam etmiştik huzurlu bir ahenkin içinde. Kalbimin göğüs kafesimde atmadığını bilmeme rağmen devam ettim onunla.

Ellerim onun saçlarını bularak son kez döndüğümüzde müziğin son notalarıyla her şey bitivermişti. Işıklar yeniden parlayarak açılmıştı. Unuttuğum seyirciler tam bu anda varlıklarını yeniden vurgulamıştı. Beklemediğim büyük bir alkış ise arenada kopuvermişti, kulaklarımı sağır edecek kadar yüksekti bu ses. Ben ise bizi alkışlayan insanlara bakmak yerine ipeksi saçlarını sımsıkı tuttuğum çan çiçeklerine odaklanmıştım.

Ona söylemek istediğim binlerce kelime vardı. Anlatamadığım onlarca duygu ama tek bir seçeneğim vardı başarının getirdiği bu güncelere ait olan anda. Çan çiçeklerine odaklanan gözlerim bunu bilerek hafifçe titredi ellerimle beraber, ardından bakışlarım Aleksei'nin dolgun dudaklarına kaydı. Büyük bir yutkunuş. İlk defa düşünmedim, ilk defa duygularımla hareket ettim.

Ben Anya Belov, Aleksei Ivanov'u öptüm.

DıkDık DıkDık DıkDık.

31. BÖLÜM

"Değerli Çan Çiçekleri,

Dudaklarımı yakıp geçen ilk öpücükten arda kalanım."

Taylor Swift- Labyrinth

Harry Gregson Williams- The Wardrobe

Hauschka- Destination Unknown

Jo Blankenberg- Hemispheres

Jacob's Piano- For the Love of Princess/ Hymn to the Sea

-Çan Çiçekleri Güncesi-

31 Kasım 2016

Saat: 1.24

Saat: 1.25

Değerli Çan Çiçekleri,

Bir sorum var bu gece sizlere.

Öyle yanıtı zor olan bir soru değil bu sizler için.

Benim için zor sadece, benim gibi insanlar için. Kör olduğu için duyguları asla tadamayacak ben için zor.

Aşık olmak nasıl bir duygu? Tanımlara ihtiyacım var bu anda, betimlemeler ile gözlerimin önünde canlanması gerek yoksa bu sorunun yanıtı anlayabileceğime emin değildim. Bu yüzden sizlere sormak istedim, özellikle Deniz'in yanıtından sizlerin diyeceği gibi ellerim boş döndüğü için. Belki de her şeyi geriden anlatmaya ihtiyacım var değil mi? En başa gitmek en doğrusu bu anda.

Deniz ile her cuma gecesi olduğu gibi film gecesi yapıyorduk yine. Onlarca dakikanın ve münakaşanın sonunda bir film seçmeyi başarmıştık. Küçük salon mutfağımın bir koltuğa ben uzamışken diğerine de o kendini yerleştirmişti. Sıcak patlamış mısırlarımızla da serüveniz başlamıştı. Film seçimimiz, romantik bir dram olmuştu. İsmini bile sorsanız hatırlayamayacağım kadar ağır bir filmdi. Anlayamadığım duyguları sırtıma bindirmiş ve yol almamı istemişti sanki benden.

Başaramamıştım tabi ki. Zihnim karman çorman iplere dolanmışçasına kaşlarım çatık bir şekilde filmin bitmesini beklemiştim. Son sahne kapanıp ana karakterler birlikte olamadıkları dünyaya veda ettiklerindeyse son bir ilk öpücük kondurmuşlardı büyük bir açlıkla. İlk ve son. Hikayenin vedası buydu.

Ben ise anlayamamıştım. Bu hayatta yaşamanın zor olduğu biliyordum ama böyle bir veda doğru muydu? Neden yaşamak için çabalamamışlardı? Neden o ilk öpücük, son öpücükleri olmuştu? Onlarca, yüzlerce hatta binlerce soruyla kalakalmıştım filmin sonunda. Sorularımın ise tek bir soruya bağlı olduğunu fark etmiştim. Aşık olmayı bilmiyordum ben, onların hareketlerine neden olan o duygu uzak bir akrabaydı benim için. Adını duysam da tanımamıştım hiç. Laf üstünde aşina olmuştum varlığına.

"Kaşlarını böyle çatmaya devam edersen erkenden yaşlanırsın." dedi Deniz düşüncelerimi bölerek bana doğru bakışlarını çevirdiğinde. Elinde yemekte olduğu patlamış mısır bu anda daha önemli gibi duruyordu ama cümlelerini yine de benden esirgememişti.

"Neden?" dedim kendimi engellemeyerek. Uzandığım koltukta dikilerek bacaklarımı bağdaş kurmuştum. Patlamış mısırdan daha önemli meselelerimiz vardı artık, özellikle benim çanağımı geride bıraktığımda..

"Neden neden?" Deniz'in sorumu duymadığını biliyordum bu yanıtıyla ama düşüncelerimi toparlamak adına birkaç saniye durmuştum sadece.

"Neden Deniz? Hayatı geride bıraktıracak kadar önemli mi aşk? Sana tanılan şansı terk edip gitmene değecek kadar mı? Aşk nasıl bir duygu? Aşık olmak ne demek ki böyle sonuçlar doğurabiliyor? " dedim kendimi engelleyemezken sorular ortaya çıktığında.

"Bu tepkiler Shakespeare okurken verdiğini hatırlamıyorum. Neden bu filmde bu düşüncelere yöneldin ki?" Mısırı sonunda geride bırakmıştı, yüzümdenki ifadeyi inceliyordu artık.

"Küçük yaşta iki çocuğun duygularını yanlış tanımlayarak üç gün içinde ölmesiyle bu bir değil ki! Söyle bana, aşk nasıl bir duygu? Böylesine büyük bir gücü nereden buluyor?" dedim etkisinden çıkamadığım filmi işaret ederek.

"Bura yok sayıldığı anda..." dedi kafasını göstererek. "Buranın ele geçirmesi demek aşk." dedi göğüs kafesinden sanki kalbini tutuyormuşçasına.

"İnsanlar salak mı yani? Çünkü beynini yok sayamazsın, beynin ile kararlar alıyorsun. Kalbin ile almak ne demek? Böyle bir mantık olamaz!" dedim hayretler içinde. "Kalp gerçekten böyle bir organ olabilseydi sence ben böyle olur muydum? Onun istediği tüm duyguları hissedebilmem gerekirdi ama baksana bana. Beynim kalbin istediği tüm duyguları nasıl da köreltti, yok etti isteğiyle. Kalbimi ve içindekileri unutturdu bana."

"Hiç mi hissetmiyorsun?" Bu derken koltukta o da dikilmişti. "Beni sevdiğini ben hissediyorum ama sen bilmiyorsun?"

"Sana bağlı olduğumu biliyorum, aramızda görülmez bir ipliğin var ettiği bağ var. Buşka, Kirill hatta babam bile... Bazı günler İdiz ile bile var olan o bağı hissediyorum. Hiçbirinizin kötü bir gün yaşamasını görmek istemediğimi biliyorum ama bunun dışında anlayamıyorum. Kötü gün geçirseniz anlayamıyorum. Empati kuramıyorum çoğu zaman. Mesela almak istediğin albümün satışları tükenince neden üzüldüğünü bilmiyorum. Ne var ki? Başka zaman o albümü alırsın diyorum. Ya da ben ve buşka beni görmek istemedikçe unutuyorum insanlarla buluşmam gerektiğini. Özledim dediğiniz özlemi dilemiyorum çünkü yetmiyor düşüncelerim, olmayan hislerim." Tiradımın ardından derin bir nefes aldım.

"O yüzden tanımla bana. Bu aşk ne ki, insanları ölüme kadar bile sürüklüyor?"

"Hiç aşık olmadım ki...Çoğu insan aşık olmuyor, aşkın olgusuna aşık yaşıyorlar. Nasıl bir tanım veya betimleme istiyorsun bilmiyorum ama tek bildiğim aşkın insanları değiştirdiğini, ölüme bile sürükleyecek kadar değiştirebildiği..." dedi ekranı göstererek.

Kaşlarım kelimeler ile yeniden çatılmıştı. "Kör duygularımla yaşadığım için memnun olmalıyım o zaman değil mi? Böyle tragedyalara ihtiyacımız yok." Ardından aklıma gelen ile devam ettim hızla. "Sakın böyle aşık olmayacaksın tamam mı? Buna izin vermiyorum!"

"Ay sen beni mi düşünüyorsun? Büyümüş de bana yasaklar mı koyuyorsun sen?" Deniz oturduğu koltuktan bedenini kaldırarak benim koltuğa doğru atladı kelimeleriyle. Bedenini yıllar içinde geliştirdiği için nefesi kesmeyi başarmıştı ağırlığıyla ama yine de ses çıkarmadım. Omzuma koyduğu kafasında duran kıvırcık saçlara elim gitti istemsizce. Küçüklüğümden beri onlarla oynuyordum, belki de sonsuza dek oynayacaktım.

"Sadece beynini kaybettiğini görmek istemiyorum, zaten orada çok bir şey yok..." Kelimelerimle kafasını hızla kaldırıvermişti, ardından dediklerimi karşı gözlerini kısıvermişti. Ben ise farkında olmadan gülümseyivermiştim, ona mahsus arada bir var olan bir kıvrımdı dudaklarımda yer alan. O da bunu bildiği için bana saldırmak yerine gülüşüme baktı bir anlığına.

"Bu nadir gülümseme yüzünden seni gıdıklamayacağım ablacığım." Ardından parmaklarından birini kıvrılan dudağımın kenarına doğru iteledi. "Hep böyle güleceğin günler gelecek, bunu biliyorum."

"Bir de sırılsıklam aşık olacağımı söyle istersen tam olsun." dedim parmağını yüzümden çekerken.

"Kitaplara konu olacak, filmlere seyir olacak bir aşk olacak abla. Ne yaşadığını anlayamadan hızla çarpılacaksın o insana. Onu görebilmek için bazı günler yaşamak isteyeceksin. Kalbinde atan her bir dıkdık onunla yaşayacak. Hatta..." Gözlerini kapatıp duraklamıştı, sanki kelimelerin devamını birilerinden duymak için bekliyor gibiydim.

DıkDık DıkDık DıkDık.

Neden hızlanmıştı kalbim olmayan o insana rağmen?

"Hatta?" dedim kendime engel olamadan.

"Hatta ilk öpücüğün...İlk öpücüğünü seninle binlerce kişi yaşamış gibi hissedeceksin."

"Nesin sen müneccim mi? Bu nasıl bir havadır ya?" dedim dudaklarım kıvrılırken.

"Altıncı his diyelim ablacım." Kalbini tutarak gözlerini açtı yeniden. "Altıncı his."

Ona ne kadar söylemek istediğim onlarca cümle olsa da devamında hiçbir şey diyememiştim. Öğrenemediğim aşk ile de sizlere gelmiştim, kürkçü dükkanıma. Bu yüzden soruyorum sizlere yeniden, aşk nedir? Nasıl bir deliliktir? Romeo ve Juliet haklı mıydı yoksa ölüm bu kadar kolay olmamalı mıydı?

Peki ya ben? Neden Deniz'in tanımladığı ilk öpücükte burnuma çan çiçekleri kokusunun dolduğunu hissettim? Koskocaman buzlarla çevrili bir bahçedeydim birkaç saniyeliğinde, kalbimin hızlı atışlarını anca bu kadar izin vermişti.

Merak ediyordum çan çiçekleri, altıncı his gerçekten var mı? Mantığın koptuğu yerde gelen o iç güdü.

Yaşayıp göreceğiz sonuçta değil mi?

-O zamana dek, aşkı anlamak için bekleyen Anya...

-Günümüz-

Bazı düşünceler vardır, zihninizde var olduğu anda onu gerçek kılmak istersiniz.

Öyle hükmedici bir enerjisi vardır ki o düşüncenin, gerçekleşmesi için her şeyi yapabilirsiniz. Sonuçlarını ve geleceği hayal etmezsiniz o düşünce zihninizde yankılanırken. Neden yapmayayım ki sorusu aklınızdan geçemez bile.

Bu an öyle bir andı.

Çan çiçekleri günceme yıllardır yazdığım hayalim gerçek olmuştu. Ne hissetmem gerektiğini bilemeden yüksek sesli alkışlar, çığlıklar etrafımızı sarmıştı. Yüzlerce çiçek ve oyuncak buz pistine bizim için atılmaya başladığında gözlerim sadece çan çiçeklerine tutunmuştu. Kalbim benim göğsümde atmıyordu, ona aitmişçesine onunla yaşıyordu.

Siyah yumuşak tutamları ellerim titreyerek kavradığındaysa beni bu noktaya getiren düşünceye geri dönmüştüm. Nasıl hissettireceğini öğrenmek istiyordum. Buzdan dolayı pembeleşen dolgun dudakların varlığını tatmak istiyordum. Belki yanlıştı, belki de yapmamam gerekiyordu ama ilk defa düşünmedim. Geleceği hiçe sayarak kavradığım saçları onu kendime doğru yaklaştırmak için kullandım. Bana yaklaşan dudaklarından etkisiyle titreyen ellerim ensesine doğru kaydı ve bana eğilmiş oldu.

Ve sonunda ne olacağını bilmeden öptüm onu.

Bu bir öpücük müydü? Ona bile emin değildim. Mühürlenmiş gibi duran dudaklarımı, hızla dudaklarına yapıştırmıştım Aleksei'nin. Nefes almayı bırakmış, gözlerimi sımsıkı kapatmış... Anlayamadığım duygularla bekliyordum öylece. İnsanların anlattığı o büyülü anın gerçek olmasını diliyordum. Beklemeye devam ettikçeyse dona kalan kapalı gözlerimi hafifçe aralanmıştım, bana şaşkınlıkla baktığına inandığım çan çiçeklerini görmüştüm. Gözleri kocaman açılmış, elleri havada duruyordu ona yapışan vücudumun aksine.

Ve tam o anda yaptığımın ne kadar yanlış olduğunu fark etmiştim, binlerce insanın önünde hatta televizyonda izleyenleri ekleyince belki de yüz binlerce insanın önünde ona sormadan dudaklarına yapışmıştım. Buz gibi bir su ile yıkanmışım gibi, telaş hatta belki de utanç sayılabilecek hisler ile geriye doğru adım atmaya çalışmıştım patenlerimle. Buna izin vermemişti Alek, ne kadar aramıza bir mesafe koyabilmiş olsam da eliyle elimi tutuvermişti son dakika. Gitmene izin vermiyorum diyordu o parmaklar, hemen kendi sonuçlarına sürüklenme Aya diyordu.

Ve o anın içine hapsolmuştuk birkaç saniyeliğine. Birbirimize bakıyorduk öylesine, ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk ikimizde. Birbirine değen parmaklarımız hissiyle, herkes yok olmuştu duygularımla birlikte. Eğer bir filmde yaşıyor olsaydık tam bu anda müziğin narin notaları başlamış olurdu. Her şey hayatta olabileceğinden biraz daha mükemmel bir şekilde yerleşirdi, duvardan aşağıya doğru inen büyüleyici parlak ışıklar, çevremizi bir fanus gibi saran buz pateni pisti, o piste atılmış olan peri masalasına ait olan yüzlerce peluş oyuncak, rengarenk çiçekler ve en önemlisi Aleksei Ivanov'un yüzü. Parlak çan çiçeği moruna ait o gözler, dümdüz inen burnu ve beyaz tenine yeni bir ahenk katan buzdan kızarmış yanakları ve dolgun dudakları...Bu filmdeki herkesin canını sıkacak kadar güzeldi karşımdaki manzara. Herkesin onu istediğini bilecek kadar gerçekti varlığı. Neden bilmiyordum ama bu anın ne olduğunu anlayabilmiştim. İstediğin şeyin, elde ettiğin şeye dönüştüğü andı bu.

Mükemmel sayılabilecek bu film karesinde her şey olması gerektiğini gibi oluyordu bu sefer. Narin notalar yükselmeye başlıyor usulca, parmaklarımı tutan el beni kolayca kendine doğru çekiyordu. Ardından o dolgun dudaklarda bir gülüş var olmaya başladığında çenemin altında duran ince uzun parmakları farkedivermiştim.

"Aya? Seni şimdi öpeceğim, anlaştık mı?"

Başımı sallamıştım değil mi? Çünkü dudaklarımdan çıkan hiçbir kelime var olamazdı bu anda, o da bunu biliyormuş gibi kabul etmişti sessiz kelimeleri.

DıkDık DıkDık DıkDık.

Hayali filmimizde çalan müzik bu sefer susuvermişti, kalbimin atışları onu duymamı engellemişti belki de. Birbirimize yavaşça yaklaştığımız o an, ta ki tenlerimiz aynı yerde başlayıp bitene dek...Dudaklarımız yeniden buluştuğunda sımsıkı kapalı değillerdi, Aleksei'nin isteği ile aralanmışlardı hafifçe. Daha önceden yapmadıklarımı bana gösteriyordu, ortak nefesimizin tadına bakabiliyorduk kalp atışlarımızın gümbürtüsünün arasında.

Kaybolduğum bu anın içinde dudakları yumuşaktı, neredeyse ipeğin dokusunu andırıyordu. Aylardır burnuma dolan temiz kokusu artık daha yoğundu, sanki her şeyin başladığı o merkezi bulmuş gibiydim ve bu düşünceyle hafifçe titreyivermiştim. Sonsuza dek bu kokuyu içime çekmek istemem normal miydi yoksa ben de mi kaybetmiştim kendimi artık?

Burnumun altındaysa nefesinin yumuşak gıdıklamasını hissedebiliyordum ve dudaklarım dudaklarının üzerinde hafifçe kıvrılmıştı bu düşünceyle. Kelimelere ilk defa ihtiyaç duymamıştım çünkü biliyordum. Bana ihtiyacımı olan öpücüğü gösteriyordu, anlaşmamızı gerçek kılıyordu. Onlarca kez yaptığımız gibi bedenimi bedenine çekip bacaklarımı güçlü beline doladığımdaysa bir anlığına geri çekilmesini izlemiştim. Siyah saçlarına sımsıkı sarılmaya devam ederek ona bakmıştım, o ise büyük ellerini tam kaval kemiğimin altına koyarak beni desteklemişti.

DıkDık DıkDık DıkDık.

Gözlerini kapatıp yeniden açtığındaysa alnım, alnına yaslanmıştı. Birlikte derin bir nefes almayı denemiştik ama tek görebildiğim öpüşmemiz ile kızaran dudakları oluvermişti. Daha fazlasını istiyordum, ne istediğimi bilmeden daha fazlasına ihtiyacım olduğunu biliyordum. Bunu bilerek yeniden dudaklarımı ona yaklaştırdığımda koyulaşan çan çiçekleri beni buluvermişti.

"Aya?"

Daha mı kalındı sesi? Belki de kulaklarım da gözlerim gibi buğulanmayı başarmıştı.

"Devamını ne kadar getirmek istesem de..." Derin bir nefes almıştı sanki benim gibi düşüncelerini bulamıyormuşçasına. "Yüz binlerce gözün biz bakmadığı bir anı tercih etmek istiyorum."

Bunu unutmuştum değil mi? Yalnız başımıza değildik biz, üzerimizde var olan parlak ışıklardan bile bunu hatırlamam gerekirdi ama her şey silinmişti. Kendi anımıza öyle bir hapsolmuştum ki, Aleksei'nin cümleleriyle hala alkış tutan binlerce insanın sesi sonunda kulaklarıma yeniden dolmuştu. Ondan ayırmakta zorlandığım gözlerimi çevremde gezdirdiğimdeyse bize bakmakta olan insanları görmüştüm. Binlerce farklı yüz...Sarışın, kumral, büyük veya küçük, kısa veya uzun...Anlayamadığım bir sıcaklık yanaklarıma yerleşirken bacaklarımı hızla Aleksei'nin belinden çözmüştüm, daha fazla uzaklaşmama izin vermeden elimi tuttuğundaysa eliyle beni pistine dışında doğru götürmüştü. Yanımdaydı, o yanımda. İçten içe tekrarladığım cümlelerdi bunlar.

Ne olduğunu anlayamadan onlarca insanın arasından Dimitri ile birlikte puanların açıklanacağı yere gitmiştik. Benim yanıma yerleşen Dimitri'nin dikkatle tabloya baktığını fark ettiğimdeyse hiç yaşamadığım bu anın içine hapsolmuştum. Tedirginlikti belki ya da korku...Şu ana dek kısa programı tamamlamaya odaklandığım için puan kısmını düşünmemiştim ama o tam bu anda tek önemli ayrıntının o olduğunu biliyordum. Tabloya bakmak ise kendime izin veremediğim bir eylem olmuştu, patenlerime doğru çevirmiştim gözlerimi. Elimi tutan Aleksei'den ne kadar güç alsam da bağcığının hafifçe açıldığı gördüğümdeyse o eli bırakıp hızla yere doğru eğilmiştim. Kadrajdan yok olduğumu unutarak yapmıştım.

Aleksei ise ne yaptığımı fark etmişçesine benim yanıma doğru eğilmişti. Anın içinde kaçtığımı biliyordu çünkü dudaklarında buna ait bir gülüş vardı. Hatta ellerimi iterek hızla bağcıklarımı kendi bağlamaya başlamıştı, benim yerime hızlıydı. Çabucak tabloya bakmamızı istediğini biliyordum. Bu hayali düşüncesine karşılık kaşlarımı çatarak ona bakmak istesem de Dimitri'nin sesi kulaklarımıza gelmişti. Yüzünü oynatmayarak bize doğru tıslamıştı sanki. Evet, tıslamıştı.

"Ne yapıyorsunuz siz orada öyle, hemen ayağa kalkın veletler!"

Bağcıklarım sıkı sıkı bağlanmıştı. Aleksei'nin kalkıp beni de yanında sürükleyeceğine inandığımdaysa öylece durmuştu. Çan çiçeği rengi gözler, gözlerime bakıyordu. Ardından yüzümün her bir ayrıntısına odaklanmıştı usulca, anlayamadığım bir ahenk ile.

"Yukarı çıkmamız gerekmiyor mu?" dedim hala saklandığımızı ona hatırlatarak.

"Ben sonucu biliyorum Aya, sadece senin için burada bekliyorum."

Kendinden nasıl böyle emindi? Nasıl benim tam tersimdi? Cevabı biliyordum, o Aleksei Ivanov oydu, tabloya bakmasına gerek yoktu çünkü onun için hiçbir şey değişmeyecekti. O her zaman başarandı ama ilk defa benimle burada duruyordu.

"Nasıl sonucu bilebilirsin ki? Ya başaramadıysam? Ya serbest programı yapmaya hak kazanamazsak?" Kendinden tereddüt edendim bu anda, yıllardır içimde biriken güvensizlikler konuşuyordu benden izinsiz.

"Peki ya başardıysak? Ya serbest program için hak kazandıysak? Bunu düşünmeye ne dersin Aya?" dedi kelimelerimi değiştirerek.

Sadece omuz silktim, küçülüp bir top gibi burada kalmak istiyormuşum bedenimi katladım. O ise ilk defa buna izin vermemişti, çenemi tutan parmaklarıyla gözlerimi çan çiçeklerine çevirdiğinde hafifçe bana yaklaştı. Öpüşmemiz saliseler içinde zihnime doluvermiş, kalbim hızlanmış ve titrek bir nefes almıştım. O ise sadece dudaklarıma doğru mırıldanıvermişti.

"Hadi tabloya bakalım güzelim, ne dersin?"

Ona nasıl hayır diyebilirdim ki artık? Bunu bilerek başımı salladım ve beni yukarı çekmesine izin verdim. İki elimde onun ellerine kenetlenmiş, sadece ona bakmaya devam ettiğimdeyse puanların tabloya yansıdığı bir ses kulaklarıma dolmuştu. Aleksei gözlerini bir anlığına benden ayırmış, ardından gülümseyerek yeniden bana dönmüştü. Onun yüz ifadesine yenik düşerek bakışlarımı tabloya çevirdiğimde ise puanımızı görmüştüm.

Anya Belov / Aleksei Ivanov

Teknik Elementler: 45.53 Sunum: 40.14 Kırılan Puan: 0.00

Kısa Program: 85.67

Sayılar birkaç saniyeliğine hiçbir şey ifade etmemişti bana. Hatta öylesine bakmaya devam etmiştim tabloya, ta ki kulağıma dolan çığlıkların bir anlamı olduğunu fark edene dek. İnsanların yerlerinde duramayacak kadar büyük bir sevinç ile alkış tutmalarına şahit olana dek.

Başarmıştım değil mi?

Gerçekten başarmıştım? Yıllardır patenlerimi paramparça edene kadar sımsıkı tutunduğum hayalim gerçek olmuştu.

Gerçek olmuştu. Bunu kaç kere daha söylesem inanmak daha kolay olurdu? Belki de beni kollarına alan çan çiçekleriyle her şey daha kolaydı. Kimseyi önemsemeden hızla etrafımızda dönmeye başlamıştık Aleksei'nin kolları arasında. İkimizin omzuna ellerini koyan Dimitri'ydi belki başarımızı büyük bir güç ile gerçek kılan. Ellerim Alek'in ensesine dolandığındaysa zor da olsa konuşuvermiştim.

"Başardık değil mi?"

"Başardık Aya, başardık."

Başarmıştık.

Yarışmanın ardından hızla geçip giden bir zamana hapsolmuştuk. Tanımadığım insanların tebriklerini duyduğum ama Aleksei'nin herkesten mesafemizi koruduğu bir döngüde yer almıştık. Bu döngü bittiğindeyse kendi sevdiklerimizi görmeye başlamıştık. İlk önce Verda'nın kollarını arasına girmiştim hızlıca. Nefesimi kesecek kadar sıkı sarılmıştı bedenime, kulağıma doğru konuşan sesinde yer alan gururu ise ben bile fark edivermiştim.

"Harikaydınız, harika. Nasıl tanımlamam gerektiğini bile bilmiyordum ama hayal ettiğimden bile daha güzeldi her şey. Sizinle kayıyormuşum gibiydim, her şey bittiğinde nefes nefeseydim." Bunu bile getirdiğinde parmakları göğüs kafesini bulmuş, kocaman mavi gözleri beni yakalamıştı. Ondan bu iltifatları duymak ise gurur duygusunun içimde bir yerlerde var olduğunu ban göstermişti. Ne de olsa yıllardır Aleksei ile kayan kişiydi o. Benden çok onun partneriydi ve tüm bu iltifatları sıralamıştı.

"Senin kadar güzel kayabildim mi bilmiyorum ama bir şeyleri başardık değil mi? Puanlarımız bunu gösteriyor. Baksana!" dedim tekrar tablodaki birinci sırayı vurgulayarak. Hala inanamıyordum, en başta bir numaranın olduğu yerde yer alıyorduk tüm arenada. Yeni yarışan insanlar olmasına rağmen değişmemişti olduğumuz sıra.

"Orada kalacağınıza eminim, buna yarın da dahil olmak üzere."

Büyük gün asıl yarındı. Bugün 2.40 saniyelik bir kısa program sergilemiştik. Zıplamaların az olduğu aksine senkron ve ahenkin daha önemli olduğu bir programdı. Yarın ki serbest program ise daha zor olandı. Hem uzun hem de seviye olarak birinci olmak için sergileyeceğimiz kadar karmaşık bir programdı. Puanlarda bu yüzden yarın daha önemliydi, yüzde olarak daha fazlaydı. İki programın sonuna geldiğimizdeyse sonuca göre sıramız belli olacaktı.

"Umarım." dedim düşüncelerimi kenara koyarak gülümsemeye çalışırken.

Tabi buna gerek bile kalmamıştı, bir başka tanıdık kolların arasına girmiştim hızlıca. Yüzüme giren pembe saçlardan kim olduğunu anlamam uzun sürmemişti ve ilk defa ona laf etmemiştim. Bana sarılmasına karşılık vermiştim kollarımla.

"Yoksa sen de mi bana sarılıyorsun?" dedi kulağıma doğru bağırarak. Fısıldaması gerekiyordu belki ama anlamamıştı. Heyecanlı bir mırıldanıştı bu. Gözlerimi kırıştırarak kollarından hafifçe uzaklaştım ama izin vermeden yeniden beni kendine çekti. Ardından büyük gözleriyle gözlerime baktı, Verda gibi birkaç cümle söylemesini beklediğimdeyse onun Azur olduğunu bana yeniden hatırlatmıştı.

"Seninle gurur duyuyorum düşmanım, nasıl da Aleksei'nin dudaklarına vantuz gibi yapıştın ama!"

Ona karşılık vermem gerekiyorsa da tek yapabildiğim yanaklarımdaki sıcaklığı yellemek olmuştu. O anı unutmuşum gibi yapmayı denediğim her anda bir yerden çıkıyordu sanki. Azur içinse bu zevk verici bir oyuna dönüşmüştü.

"Bir an National Geographic çiftleşme belgeselini izlediğimi zannetmeme bile sebep oldunuz. Özellikle vantuzdan evrimleşip vahşi bir deve kuşunu andıran sen, nasıl da tehlikeliydin. Hemen kanalı değiştirmek istedim ama kumandam yoktu."

"Azur." dedim hızlı öfkeli nefesimin arasından mırıldanırken.

"Evet düşmanım?" diye karşılık verdi sanki ne yaptığını bilmiyormuş gibi.

"Seni böyle güzel bir günde öldürmemi mi istiyorsun?" dedim benden ayrılmış olan bedenine saldırmaya hazırlanırken. "Çünkü öldürürüm, gözünün yaşına bile bakmam. İdiz'in çiğ çiğ yiyeceği bedenini ben yemekten gurur duyarım."

"Neden zevkimi bozuyorsun ki onu hatırlatarak? Şurada kırk yılın başında bir eğlenmek istemiştim." dedi yüzündeki gülüş tamamen bozulup bundan hoşlanmadığını belli ederek. Konu ne zaman İdiz'e gelse böyle bir tavıra bürünüyordu, elinden en sevdiği oyuncağı alınmış gibi duran bir çocuğa. Ben ise bundan inanılmaz zevk alıyordum, boşuna en sevdiğim düşmanım değildi Azur.

"Ne oldu? Ekşimiş domatese döndün bir anda, canını mı sıktım düşmanım?" dedim gülümsememi engelleyemezken.

"Bunu bedelini ödeyeceksin." diye karşılık verdi bir adım atarak

"Hadi sıkıysa ödet." dedim ona doğru bir adım atarak.

Ta ki aramıza bir beden girene dek. İkimizinde omuzlarına konan güçlü eller ile bedenlerimiz arasındaki mesafe anında çoğalıvermişti. İfadesiz duran o korkutucu sayılabilecek yüz ile karşılaştığımda Azur'u işaret ettim somurtarak

"Her şey onun suçuydu Senny! Beni her seferinde kışkırtıyor, insan bir tebrik etmez mi ya? Kaç yılın sonunda ilk defa buz pistinde kaymayı başarmışım ama gelmiş onun yerine nelerden bahsediyor? Böyle düşman mı olur hiç? Haksız mıyım yani?"

"Yaya."

"Senny mi dedin sen?" dedi Azur bana bakarak. Ardından Arseny'e döndü. "Ona Yaya mı dedin? Ben neyim burada ha? Arkamdan en yakın arkadaş mı oldunuz siz? Bunu nasıl yapabilirsiniz? Bana, bana biricik Azur'unuza!" Kalbini tutarak tüm bu şovu gerçekleştirmişti, hatta yere yığılsa inanırdım. Ta ki küçük bir sporcu ilgisini çekip onu tanıyana dek.

"Pardon siz Azur Arga mısınız acaba? Sizin büyük hayranınızdım! Yani hala öyleyim, sadece kaymaya dönmenizi bekliyorum." Azur'un hain bakışları bu cümleler ile yok olmuştu, çocuğa doğru eğilip gülümseyerek konuşmaya başlamıştı.

Benim ilgim ise böylelikle Arseny'e doğru dönmüştü. İfadesiz bakışları arasında bir duygu aramayı denesem de bulamamıştım. Özellikle benim yerime birbirine sarılan Aleksei ve Verda'ya baktığını gördüğümde. Mutlu değil miydi? Neden yanağı kasılıyordu hafifçe?

"Neden somurtmak üzeresin Senny?" dedim kendimi engelleyemeyerek onu kolundan dürterken. Bakışları sonunda dönmüştü bana doğru, yanağındaki kasılma da yok olmuştu saniyeler içinde.

"Bir şey yok Yaya." Bu kelimelere inanmak istedim, ne kadar gerçekçi gelmese de.

"Emin misin? Eğer birisi seni üzdüyse onları dövebilirim? Yani kaç kişi olduklarına bağlı ama olsun. Denerim elimden geldiğince, boş yere kas yapmadım kaç aydır. Baksana şunlara." dedim kollarımdaki kasları sıkarak. Arseny ise kelimelerimden memnun olmuşçasına elini kafamın tepesine koydu, son zamanlarda yaptığı gibi sevmişti beni.

"Bu programı mı sevdiğin anlamına mı geliyor? İlk defa başardım." dedim gülümseyişini görünce.

"Başaracağını zaten biliyorduk Yaya, sakın bana bilmediğini söyleme."

"Tamam söylemem."

O sırada Azur'un imza verme işi bitmişti ama küçük çocuk hala gitmemişti. Bakışları beni bulduğunda suratımda bir yemek olup olmadığını bile düşünmüştüm çünkü ikimizde hiçbir şey demeden birbirimizi süzüyorduk. Anca bacağım gelen minik bedenine ardından sarı kıvırcık saçlarıyla uyum kahve gözlerine bakmıştım o beni incelediğinde. Elinde tuttuğu kağıdın hafifçe titrediğini gördüğümdeyse kendimi göstererek konuştum.

"Benden bir şey mi isteyeceksin acaba?"

"Şey... Evet, benim adım Toprak. Tamı tamına yedi yaşındayım ve bugün sizi izleyenler arasındaydım. Hatta birkaç videonuzu da izledim' Bugünki yarışmaya gelmeye ise çok heyecanlıydım. Eğer size de uygunsa imzanızı almak istiyorum, bir de fotoğraf çektirmek! Fotoğraf çektirmek de çok isterim." Hızla söylediği cümleler ile ondan hoşlanmam saniyeleri bulmuştu ama onun yanına eğildiğimde kendimi engelleyemeden konuşuvermiştim.

"Merhaba Toprak, seninle tanıştığıma çok memnun oldum ama küçük bir sorunumuz var. Benim bir imzam yok? Yani birkaç kere bankalara imza atmıştım ama onun dışında kimseye imza vermedim." dedim kendimi sorgulayarak. "Senin bir imzan var mı? Belki sen bana bir imza bulursun." Bu fikir iyi olmalıydı değil mi? Kesinlikle harika bir fikirdi.

"Evet, imzam var benim! Hemen size göstereyim hatta." dedi ve kağıdı yere koyarak eğildi. Dizlerinin üzerine oturarak imzasına odaklandı. Ne yaptığını birlikte izlemeye bir süre devam ettikten sonraysa kağıdı elime tutuşturmuştu. Böylelikle onun gibi dizlerim üstünde oturarak imzasını görmüştüm.

"Aman tanrım! Bu bir dinazor, nasıl bunu akıl edebildin! Sence ben de mi bir dinazor çizmeliyim dedim?" Heyecanla ona doğru sırıtarak. O ise kıvırcık saçlarını heyecanla salladı, bundan en az benim kadar heyecanlıydı.

"Kesinlikle! Dinazorlar her zaman havalı olan tek şey, eğer isterseniz benim dinazorumu alabilirsiniz. Onu sizinle paylaşmaktan çekinmem." Yanaklarına küçük bir kızarıklık gelmişti bu anda, fikri ise içimin sımsıcak olmasını sağlamıştı. Teklifini kabul ettiğini göstererek aynı dinazoru dikkat ile çizmeye başlamıştım yere yayılarak. Çevremizden geçen meraklı insanları önemsemeden buna odaklanmıştık, bittiğinde ise ona doğru çevirmiştim.

"Nasıl oldu?"

"Harika oldu, benimkinden bile güzel bence!" dedi Toprak heyecanla.

"Seninkinden daha güzel olamaz çünkü fikir babası sensin." diye karşılık verdim. Toprak kelimelerimle dikleşti. O sırada kendi arkadaşlarımında bizi izlediğini yeni yeni fark etmiştim. Çan çiçekleriyle göz göze geldiğimde sırıtarak imzamı gösterdim.

"İmzama bakın, harika değil mi?" Sesim kesinlikle bir gururu taşıyordu. Alek de buna eşlik ederek yere doğru benim gibi eğilmişti.

"Harika olmuş Aya, en az Toprak'ın imzası kadar güzel." Toprak ismini duyduğu anda saçlarını karıştırmaya başlamıştı. En çok sevdiği insanın kim olduğunu ise o anda anlamıştık. Gözlerini bir an olsun bile Aleksei'den ayırmadan kağıdına bakmıştı. Sormak istediği soru için cesaretini toplamayı deniyordu. Aleksei ise buna izin vermeden kağıt ile kalemi elimden almıştı.

"Toprak eğer izin verirsen sizin dinazorlarınızın yanında kendi dinazorumu çizmek istiyorum?"

Bu teklif ile Toprak'ın yüzü aydınlanmıştı, heves ile kafasını indirip kaldırırken mırıldandı. "Çok sevinirim Bay Ivanov!"

Yeni bir dinazorun çizilmesi yetmemişti çünkü buna Verda ve Arseny de katılmıştı. Daha sonra Azur tek imza veren kişi olmak istemediğini vurgulayarak dinazor çizdirmek için tutturmuştu. Ardından hep beraber onlarca fotoğrafı çektirmemiz ile sonunda Toprak ile vedalaşmıştık. Ailesinin yanına giderken heyecan ile bize yarın için son kez şans dilediğinde onu arkadaşım olarak gördüğüme bile emindim ve kendimi engelleyemeden bunu mırıldanmıştım.

"Keşke Azur'u iade edip Toprak'ı arkadaş olarak alabilsek..."

"Nasıl bir cani oldun sen?" dedi Azur gözlerini kısarak bir eliyle de kalbini tutuyordu.

"Ne oldu yoksa zoruna mı gitti?" dedim sırıtmamı engelleyemezken.

Tekrar bir atışmanın aramızda başlayacağını bilerek ona döndüğümde tanıdık bir ses koridorun sonundan kulaklarıma dolmuştu. Kimin geldiğini bilerek orya döndüğümde buşkanın tanıdık gri gözleriyle karşılaşmıştım. İlk defa bu gözler kırmızı duruyordu, sanki yaşlar ile yıkanmış gibi. Adımlarım ona doğru çevrildiğinde o da bana adım atıp kollarını çevreme dolamıştı. Kendini engelleyemeden bunu yapmış gibiydi, elleri toplu saçları bulmuş, Rusça cümleler mırıldanıyordu.

" Я горжусь тобой, моя дорогая."

(Seninle gurur duyuyorum hayatım.)

"Ваша мечта, наконец - то, исполнилась, и что теперь?"

(Sonunda büyük hayallerine ulaştın değil mi?)

Her bir cümle bu anı yıllardır beklediğini gösteriyordu. Beni bırakmayarak dakikalarca sarılmasından bile bunu hissedebilmiştim ve bunu yaşamasına izin vermiştim. İlk defa gerilmeden ondan bedenimi ayırmamıştım, sevgisini bu sayede kabul etmiştim çünkü yıllardır bunu ona veremediğimi biliyordum. Bunun için çabalayacaktım bu anda verdiğim bir sözdü.

"Sen olmasan başaramazdım babuşka." dedim gözlerimi yaşlı sayılabilecek gözlerine dikerken. "Kimse yokken sen vardın. Kimse yokken sen inandın. Beni elimden tutup arenaya getiren sendin." Kelimelerim kalbimin boğulmasına neden olacak kadar yoğundu ve o da yeniden sarılmıştı bana.

Bir süre sonra ise buşkanın arkasında duran tanıdık bedeni gördüğümdeyse gülümseyerek ona doğru seslendim. "Yoksa sarılma sıranı mı bekliyorsun Kirill?"

Kollarını açarak yanıtını vermişti. Babamdan bile daha çok baba olmuş bu adama sarılmıştım ben de. Herkesten iri olan bedeninin yanında küçücük kalmış ve koruması altına girmişti. Başımı tepesine konan öpücüğü hissettiğimdeyse gözlerimi gözlerine doğru kaldırmıştım.

"Bugün pistte anneni izledim RYPka."

Her şeyden önemliydi bu kelimeler, o da biliyordu. Annemin nasıl büyük bir hayal olduğunu, onsuzluğun hayatıma neler getirdiğini biliyordu. Teşekkür edebilmek için sadece başımı sallamıştım, ne de olsa kelimeleri dile getiremezdim istesem bile.

Sıcak bakışları benden ayrılıp ileriye baktığındaysa yeniden konuşmuştu Kirill, bu sefer daha farklıydı ses tonu. "Она - мой сын, моя дочь, мое все. Если ты тронешь её я убью тебя!"

(O benim oğlum, kızım, benim her şeyim. Eğer onu üzersen, seni öldürürüm.)

Aleksei kelimelerden etkilenmemiş gibi yerinde durmaya devam etmişti. Hatta Kirill'in kolları arasından beni usulca kendine doğru çekmişti. Elleri bedenime dolandığında ona doğru sonunda konuşmuştu.

"Иногда мы чувствуем себя так же."

(Ve bazen seninle aynı şeyleri hissediyoruz.)

Aralarında gizli bir konuşmanın devam ettiğine emin olarak onlara bakmaya devam ettiğimdeyse Azur beklenmedik bir şekilde konuşuvermişti. Sesi öfkeli ve sinirliydi. "Bunun ne işi var burada?"

Dediğini anlamam uzun sürmemişti. Azur'un memnuniyetsiz bakışlarını takip ettiğim anda onları görmüştüm. Vücudumdan tüm kanım çekilmişçesine donakalmıştım, hayal gördüğüme emindim. Neden bunların olduğunu anlamayacak kadar karışık. Elinde kocaman bir buket ile duran Deniz değildi beni şaşırtan, erkek kardeşimin gelmek için çabalayacağını biliyordum, sadece dersleri olduğu için gelmemesini istemiştim. Geri kalan kişilerdi aklımı karıştıran. İdiz burada olduğuna memnun değilmişçesine beyaz suni kürkünün içinde etrafa bakıyordu, özellikle Azur ile göz göze geldiğinde memnuniyetsizliği duyguları anlamayan ben için bile belirgin olmuştu.

Önemli olan bu bile değildi. Kalbimin dengesizleşmesine neden olan kişi babamdı. Takım elbisesinin içinde telefonuna odaklanmış dikkatli bir şekilde ilerliyordu. Yine işi vardı ama buradaydı değil mi? Benim için mi buraya gelmişti? Benim için? Bunu düşünerek heyecanlandığımı fark ettiğimde Aleksei belimde duran elleriyle ellerimi hapsetmişti kendine.

Ve aynı renge sahip olduğum gözler sonunda beni farketmişti. Telefonundan gözünü kaldırmış, saniyeler içinde nerede durduğumu bulmuştu. Beklemediğim bir şaşkınlık vardı bu bakışlarda, hatta öyle bir şaşkınlıktı ki en çok değer verdiği telefonu anlayamadığım bir hız ile elinden düşüvermişti. Yüzümde, gözlerimde, ardından bedenimde gezmişti bakışları...Bu kalabalığın ortasında bile duyabileceğim şekilde fısıldamıştı bana doğru.

"Anastasia?"

-BÖLÜM SONU-

Bölümü nasıl buldunuz?

Kitapta görmek istediğiniz bir sahne var mı? 

Favori sahneniz hangisiydi?

En beğendiğiniz sözü yazar mısınız?

Gelecek bölümler için teori kutusu, belki biraz kaynaşmak istersiniz burada :)

Satır içi yorumlarınızı heyecanla bekliyorum. Emeklerimin ve ilhamımın yanında olursanız, beni çok mutlu ederseniz.

- Aurora from Mensis

Continue Reading

You'll Also Like

100K 5.9K 56
bir eski püskü apartman, iki erkek. the owner is @keeruushii angst
1M 63.5K 40
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, psikolojik ve fiziksel şiddet gibi r...
653K 20.1K 54
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
69.7K 9.2K 31
"99 tane sarı balon uçuracağız gökyüzüne iyileştiğin gün." Küçük kız, gözüne gelen gün ışığını minik elleriyle engellemeye çalışırken başını çevirip...