MEVA

By mavinintonuu7

1.8M 118K 34.6K

"Benim..." dedim gözlerim anlık dudaklarına kayarken. Etli dudaklarının üzerindeki su taneciklerini diliyle t... More

Meva | Tanıtım
Bölüm 1 | Tuzak
Bölüm 2 | Pusula
Bölüm 3 | Kara Yağız
Bölüm 4 | Bıçak
Bölüm 5 | Ring
Bölüm 6 | Yeni Adımlar
Bölüm 7 | Gerçek
Bölüm 8 | Yalancının Mumu
Bölüm 9 | Aile
Bölüm 10 | Saklı Yaralar
Bölüm 11 | İhanetin Dalı
Bölüm 12 | Tehdit
Bölüm 13 | Lansman
Bölüm 14 | Geçmişin Yükü
Bölüm 15 | Ateş
Bölüm 16 | Semaver
Bölüm 17 | Fetih Bey
Bölüm 18 | Ayar
Bölüm 19 | Gece
Bölüm 20 | Kadının Fendi
Bölüm 21 | Ateşlenen Fitil
Bölüm 22 | Kuşku
Bölüm 23 | Kalp Sancım
Bölüm 24 | Maç
Bölüm 25 | Mühür
Bölüm 26 | Galibiyet
Bölüm 27 | Aşık Olma Sanatı
Bölüm 28 | Demir ve Eda
Bölüm 29 | İyi ki ve Keşke
Bölüm 30 | Pişmanlığın Bükük Boynu
Bölüm 31 | Al Yanak
Bölüm 32 | Taş Evler
Bölüm 33 | Kriz
Bölüm 34 | Hiddet
Bölüm 35 | Tutkulu Kıvılcım
Bölüm 36 | Duş
Bölüm 37 | Anlaşma
Bölüm 38 | Telefon
Bölüm 39 | Masaj
Bölüm 40 | Gizli Adam
Bölüm 41 | Doğruluk
Bölüm 42 | Sabırsızlandıran Haz
Bölüm 43 | Kafes
Bölüm 44 | Kırık Kalpler Durağı
Bölüm 45 | Baskın
Bölüm 46 | Hüküm
Bölüm 47 | Mühim Soru
Bölüm 48 | Karamsar
Bölüm 49 | Nişan
Bölüm 50 | Büyük Yalan
Bölüm 51 | Acı
Bölüm 52 | Yük
Bölüm 53 | Pusulanın Yönü
Bölüm 54 | Son Defa
Bölüm 56 | Toprak
Bölüm 57 | Çan
Bölüm 58 | Sadece Sevmek
Bölüm 59 | Gün
Bölüm 60 | Kamp
Bölüm 61 | İtalya
Bölüm 62 | Gözyaşı
Bölüm 63 | Dayanışma
Bölüm 64 | Düğün
Bölüm 65 | Minik
Bölüm 66 | Hamile
Bölüm 67 | Büyüleyici
Bölüm 68 | Evlat
Bölüm 69 |Nefes
Bölüm 70 | Final
Özel Bölüm

Bölüm 55 | Kara Haber

15.2K 1.3K 331
By mavinintonuu7

Bölüm şarkısı;
Dedublüman - Sakladığın Bir Şeyler Var

🕊

"Ayrılalım."

Tek bir kelime duymak istemişti. Tek bir kelime söylemiştim. Ağzımdan firar eden o soğuk kelimeyle birlikte şaşkınlıkla yüzüme baktı. Doğru duyup duymadığını sorguluyordu muhtemelen. Dudakları kıvrılır gibi oldu, sonra birbirine bastırdı, daha sonra tekrar araladı. Hepsi bir saniye içinde yaşandı.

"Ne yapalım?" dedi, kaşlarını anlamak adına çatarak.

Gözlerimi ondan kaçırdım. Tekrar etmek benim için çok zordu. Bir şey demeden gözyaşımı elimin tersiyle sildim, o sırada yüzüme dokundurduğum elimi tutup yeniden ona bakmamı sağladı.

"Tek bir kelime ettin, konuşsana."

"Tek bir kelime istememiş miydin?" dedim. Gözleri, gözlerimde sabırsızca oyalandı. "Duydun. Ayrılalım. Ayrılmak istiyorum ben."

Artık net bir şekilde duyduğunda gözlerini kırpıştırdı, elini elimden çekti.

"Şaka yapıyorsun şu an." Hiç şaka yapıyormuş gibi bakmadım. Bu daha çok gerilmesine sebep oldu. "Sen..." Hayal kırıklığı da eklendi. "Sen ciddisin."

Soluk verdim. Hâlâ doğrudan gözlerine bakamıyordum, sürekli kaçırıyordum. Bir an önce buradan kaçıp gitmek istiyordum. Yağız'la daha fazla konuştukça onu kırmaktan korkuyordum. Her şey onun iyiliği içindi. Benim gibi bir kadınla evlenmek istemezdi. Yine benim gibi bir kadını ailesinin yanına yaklaştırmazdı.

Ayrılmak isteyen ben olduğum için iki gün üzülür, üçüncü gün unuturdu. Haberi olmadan kendi başıma acı çekmek istiyordum. Bir kez daha yaralamamam gerekiyordu.

"Neden?" dedi. Daha sonra ayaklandı. Bakışlarım yüzüne tırmandı. "Ne oldu? Ne oldu da ayrılmak istiyorsun?" Sert sesi, küçük iğneler batırdı kalbime. "Konuşsana Meva! Az önce ayrılalım diyen sen değil miydin? Neden susuyorsun şimdi?"

Dudaklarımı birbirine bastırıp ağlamamak için kendimi zor tuttum. Onu, ayrılalım dediğimde bile bu hale getirmiştim.

"Kafayı yiyeceğim ya! Bak yüzüme!" Parmaklarımı avuç içime doğru kıvırıp sıktım. "Biz iyiydik! Biz çok fazla iyiydik! Daha dün, kötü halde olmana rağmen, beni sevdiğini söylemedin mi sen? Şimdi ne oluyor Meva?"

Derin bir nefes alıp vererek yeniden yüzüne baktım.

"Bugün ayrılmak istiyorum."

"Hadi ya!" dedi, histerik bir şekilde gülerek. "Bugün istiyorsun, peki yarın? Peki sonraki gün?" Tahmin ettiğimden de fazlaydı tepkisi. Onu öfkelendirmiştim. Sinirden ellerinin titrediğine şahit oluyordum.

"Bak..." Sakinleşmeye çalıştığını görüyordum. Az önceki ses tonuna göre biraz daha düşük tutmaya çalışıyordu. "Yanlış bir şey mi yaptım? Bilmeden sana zarar mı verdim?" deyip önümde diz çöktüğünde daha fazla tutamadığım hıçkırık, dudaklarımdan firar etti.

"Hayır..."

"O zaman neden böyle söyledin? Hadi söyle güzelim." Akıttığım gözyaşlarımı hızla sildi. "Fetih amca gelmişti. O mu istemedi? Karşı mı çıktı? Yoksa onlara mı yanlış bir şey yapmışım?" Yağız, suçu kendinde aradıkça hıçkırıklarım artıyordu. Kafamı iki yana sallayarak onu reddettiğimde, "Ya sabır..." dedi. Ellerimi hışımla bıraktı, tekrar ayaklandı.

"Madem sebep bunlar değil, madem ayrılmak istiyorsun, o zaman neden ağlıyorsun?!"

Bağırışı sahili inletmişti adeta. Yaşlı gözlerimle gördüğüm birkaç insan çoktan bize dönmüş, izlemeye başlamıştı.

"Ben düşündüm, bulamadım! Söyle de bileyim!" Benden yine bir cevap alamadığında güldüğünü duydum. İrkilerek baktım suratına. Samimiyetsizceydi gülüşü. "Eymen'in dedikleri." dedi, gözlerime baka baka. Çok yanlış düşünüyordu. "Zamanında söyledikleri, biri gelir biri gider sözleri..."

"Hayır... Hayır!" diyerek ayağa kalkıp karşısına dikildim. "Öyle bir şey değil!"

"Ne söylesem hayır diyorsun! Sıkıldın mı benden söyle işte açık açık!"

Gözlerim büyüdü. Tekrar, "Hayır!" diye reddettim onu.

"O zaman dengin değilim diye!"

"Hiçbiri değil Yağız!"

"O zaman ne lan! Ne?" deyip boğazı yırtılırcasına yüzüme doğru bağırdı. "Kafayı yiyeceğim! Sen anlatmadıkça daha saçma şeyler düşünüyorum! Söyle. Madem bunlar değil, neden bileyim! Bunu bilmek benim hakkım!"

Burnumu çekerek sahile doğru bakmak istedim; ama iki elini de koluma yerleştirdi. Ona bakmamı sağladı.

"Söyle." dedi, güçlükle. Gözleri doluydu. "Sevmiyor musun artık beni?"

Seni çok seviyorum.

"Ağlama. Ağlama söyle! Dün söylediğin gibi sevdiğini söyle işte!"

Biliyorum, eğer ondan sıkıldığımı söylesem kızardı, ederdi; ama bırakıp giderdi. Lakin... Çok da üzülürdü. Ben böyle düşünmesini istemiyordum.

"Biz... Olamayız..."

"Oluyorduk. Bak!" deyip alyanslı parmağını gösterdi. "Biz çok güzel oluyorduk. Evlenecektik!"

Elleri arasından kurtulup bir adım uzaklaştım ondan. Yanında durdukça, sorularını duydukça çıkmaza giriyordum.

"Benden sıkılmadın, yanlış bir şey yapmamışım... Ne sebep ya? Cidden ne?" Gözünden bir damla yaş aktığında hıçkırıklarım artmasın diye dudağımın kenarını sertçe dişledim. "Ne oldu da bu hale geldin mesela? Çünkü dün sabah bile konuştuğumuzda çok iyiydin! Bir şey oldu! Öyle kötü bir şey oldu ki, kafanı bir yerlere vurmuşsun!"

Çok kötü bir şey oldu, Yağız.

"Evlenmekten mi korktun? Yapamayacağını mı düşündün? Erteleriz!" deyip kollarını iki yana açtı. "İstersen iki sene bekleriz, istersen daha fazla!" Açtığı kollarını indirerek üzgünce baktı suratıma. "Ama bana ne olur ayrılalım deme! Deme, duymak istemiyorum!"

Bir elim hâlâ yumruk haldeyken öteki elimle gözyaşlarımı kuruladım. Onun karşısında yaşlı gözlerine bakmak beni mahvediyordu; ama bunu yapmak zorundaydım. Bunu bile bile onunla mutlu yaşayamazdım!

"Konuşmayacak mısın?"

"Son sözümü söyledim." dedim, çatlamış sesimle. "Bitti."

Yanından geçip gidecekken dirseğimden sıkıca tuttuğunda üzüntüden bayılacak gibiydim artık. Omuzlarımız birbirine değiyordu. İkimiz de tam tersi yöne bakıyorduk.

"Meva..."

"Üzgünüm." dedim, dik durmaya çalışıp. Kolumu ondan kurtarıp yüzüne bakmadan gitmek istedim. Daha sert tuttu, kaçamadım. Geriye çekip karşı karşıya gelmemizi sağladı. Burnunu çekerek gözyaşlarının daha fazla akmaması için uğraştı. Yüz ifadesi kalbimi dağlamıştı, dudaklarım bükülmüştü.

"Seni çok seviyorum, Meva." Kalbim titredi. Aynı karşılığı alabilmek için gözünü kırpmadan gözlerime baktı. "Seni, canımdan bile çok seviyorum." Ben de. Ben de sevgilim. "Bir şeyler var, farkındayım. Her neyse seni bu ayrılığa itiyor." Gözyaşları içinde kafamı reddetmek için iki yana salladım, kabul etmedi. "Sevmesen, neden akıtasın bu gözyaşlarını? Neden bakasın gözlerime acıyla?"

"Yağız..." dedim, güçlükle. Her şeyi daha da zorlaştırıyordu. "Bitti... Bırak artık..."

"Bitmedi."

"Bitti... Bitti!" deyip ondan uzaklaştım, iki adım geriledim. "Anla artık! Ayrılmak istiyorum! Ayrılıyorum senden! Bitti!"

Benim güçlü sevgilimin, şimdi o gücünden eser yoktu. Omuzları ben konuştukça çöktü. Gözlerini hayal kırıklığı kapladı.

"Bitti?" dedi, ardından sertçe yutkunarak. Daha fazla konuşamazdım. Kendimi öyle bir sıkıyordum ki, bağıra bağıra ağlamama az kalmıştı. Ya ben gideyim, ya o. Yeter ki onun yanında dağıtmayayım kendimi. "Bitti..." Başını ağır ağır salladı. Yeniden, "Bitti..." diye tekrar etti. Bana son kez baktığında dudaklarını birbirine bastırdı. Dudakları daha fazla hareket etmedi; ama gözleri konuştu, bana hâlâ beni sevdiğini söyledi. Sonra... Sonra sırtını döndü. Kalbim sıkıştı. İlerlemeye başladı, göz pınarlarım doldu. Uzaklaştı, dizlerimin bağı çözüldü. Dayanamadım, kendimi banka bıraktım. Vücudum gevşediği anda ellerimi yüzüme kapatıp hıçkıra hıçkıra ağladım.

Ben onu öyle çok seviyorken, kendim ayrılmıştım. Ayrılmamız imkansız gelirken bunu kendim yapmıştım, terk etmiştim onu.

"Yağız..." Sızlanarak söyledim ismini. Kim bilir daha kaç kere gözyaşları içinde sayıklayacaktım böyle adını. Ben mutlu olacağımıza çok inanmıştım. Güzel bir yuvamız olur zannetmiştim.

Olmamıştı.

Bir peri masalı, iki kalp yaralanarak bitmişti.

İçtiğim alkolün dibine geldiğimde onu da diğerinin yanına yuvarladım. Zeminde düşük bir ses çıkarmış, sonra başka alkol şişesine çarptığında haz aldığım o sesi duymuştum.

"Bitti..." Sayıklayarak yeni bir şişeye uzanıp güçlükle kapağını açtım. İçtikçe gücümü kaybediyordum, evet. "Ben bitirdim..." O kadar çok ağlamıştım ki, gözyaşı akmıyordu daha fazla. Ufaktan ökteleniyor, sonra alkolün verdiği rahatsızlıkla kayboluyordu.

Şişenin ağzını dudaklarıma yaklaştırdım, birkaç yudum içtim. İçtiğim diğer şişeler yüzünden artık midem kaynıyordu. Gittikçe daha zor yutuyordum içtiğim alkolü.

Baygın bakışlarımı tavana diktim. Yere oturmuş, sırtımı yatağa yaslamıştım. Berbattım, o nasıldı peki?

Sahildeki hali gözümün önünden gitmiyordu. Akan yaşları, beni sevdiğini ısrarla söylemesi...

"Bitti... Artık o yok..." Bir elimi karnıma götürerek bulanan midemi bastırmaya çalıştım. İçmem gerekiyordu. İçtikçe hiçbir şey hatırlamayayım istiyordum.

Ensemi iyice eğerek kafamı yatağa yasladığımda kapı açıldı. Gözlerimi tavandan yine çekmedim.

"Meva..."

Hazal'ın sesini işittikten hemen sonra tavanla olan bakışmamı kesmişti. Kaşları çatılıydı.

"Bu hal ne?"

"Ooo, canım arkadaşım gelmiş." dedim, kelimelerim birbirine karışırken. "Gel, bana eşlik et."

"Kaç tane içtin sen böyle? Ya şu haline bak!"

Hemen yanıma diz çöküp elimdeki şişeyi almaya kalkıştığında kaşlarımı çatarak bunu engelledim.

"Bırak!"

"Zil zurna sarhoşsun. İçmişsin içeceğini!"

"Yetmiyor!" deyip şişeyi almasın diye göğsüme bastırdım.

"Allah'ım sabır ver..." diyerek kafasını sağa çevirdi. "Emine, kahve yapar mısın? Biraz olsun ayılması lazım."

"Tamam."

"Ama haşlama olsun. Normal kahveye sıcak su ekle öyle."

"Tamam, hallediyorum."

Göz ucuyla kapı ağzındaki bedene baktım. Hazal söylemese burada olduğunu bilmeyecektim. Telaşlıydı bana bakarken.

"Kalkalım hadi. Yatağa otur."

"Hazal dokunma bana. Böyle iyiyim ben."

"Çok iyisin!" dedi, sertçe. Elimdeki şişeyi almayı ihmal etmedi.

"Ver o şişeyi!" Şişeyi vermek yerine beni zar zor ayağa dikti. Yatağa oturmamı sağlayacakken, artık midemdeki alkol ağzıma kadar yükselmişti. Bir anda baygınlık halim kaybolmuştu. Telaşla Hazal'ın elinden ayrılıp lavaboya koştum. Klozetin önünde diz çöküp midemde ne var ne yok hepsini çıkardım.

"O kadar içtin tabii!" Hazal'ın söylenmesine kulak asmadım. "Neyse, çıkardığın iyi oldu. Gel bakalım, yüzünü yıkayalım." Yine zar zor ayağa kalktım. Lavaboya yaklaştırıp musluğu açtı. Ben aynada bitik halimi izlerken yüzümde ve ensemde su gezdirip kendime getirmeye çalıştı.

"Hazal..." dedim, bir anda çocuklaşarak. "Ben çok kötüyüm."

"Biliyorum. Görmemem imkansız!"

Beni aynadan uzaklaştırıp odanın çıkışına götürdü. Yatağa oturmamı sağladığında sırtımı başlığa yasladım. Başım hâlâ dönüyor, gözlerim kapanmamak için direniyordu. "Yani derdiniz ne anlamıyorum? Ne oldu da sen bu hale geldin, Yağız istifa etti?"

Durgunca onu dinlerken söylediği son cümleyle dudaklarım aralandı.

"Ne?" dedim, az önce yasladığım başlıktan sırtımı ayırarak. Tüylerim diken diken olmuştu anında. "İstifa mı etmiş?" Onca alkole rağmen hala bu acıyı hissetmek de neyin nesiydi?

Gözlerime şimdi daha kararsız bakıp, "Evet." dedi. "Masana bırakmış, tesadüfen gördüm. Sen de telefonlarımı açmayınca..."

İki elimi yüzüme götürüp saçlarımın arasına kaydırdım.

"Tartıştınız mı?"

"Ben..." dedim, yeniden ağlamamak için. İki gündür gözümdeki yaş kuruyamamıştı. "Ayrıldım ondan."

"Ne?" Yüzüne baktığımda şaşkındı. "İmkansız. Yani... Bir şey mi yaptı? Sen..."

Cümleleri toparlayamayınca, "Öyle gerekiyordu." dedim. Başım çok ağrıyordu şimdiden. Uyuyup uyandığımda kim bilir nasıl olacaktı.

"Meva, daha iki gün önce gördüm sizi. Birbirinize nasıl aşkla baktığınızı, nasıl sevdiğinizi... Yani ne değişti iki günde. Anlamıyorum."

Anlam verememekte haklıydı. Ayrılalım diyen bendim; fakat ben bile inanamıyordum.

"Bak istifasına da bu kadar takılma onun. Daha önce etti, sen biliyorsun."

Burnumu hınçla çekip, "Ama o zaman kabul etmemiştim." dedim.

"E, yine etmezsin." Yağız, daha önce de istifa etmişti. Asla kabul etmemiştim, bunu yapmaması için yalvarmıştım. Belki de onu sevip sevmediğimi görmek için tekrar bu yola başvurmuştu. İçim yana yana iç çekerken gözlerimde yaşlar aktı akacaktı. Hazal ben konuşmadığımda kaşlarını havaya kaldırdı. "Kabul mu edeceksin?"

Çevremde olmaması en iyisiydi. Yoksa ondan başka türlü uzaklaşamazdım. Başka yerde çalışabilirdi. Belki daha iyi yer bulurdu.

Belki dövüşe devam ederdi. Hem de Ahu'nun olduğu yerde.

Bu gerçek yüzüme çarptığında elimi boynuma götürüp ovaladım. Birden ayıldığımı hissettim. O kadına gitmezdi değil mi? Bana çok kızmıştı. Sırf ben onu kırdım diye, o da beni böyle kırar mıydı? Ben onu başka bir kadınla görmeye dayanamazdım ki.

'Ne bekliyordun, Meva?' dedi iç sesim. 'Yoluna bakacak, ileride başkasıyla yuva kuracak.'

Dişlerimi sıktım. "Dayanamam!" dedim, sesli bir şekilde. "Ben onun başka bir kadınla olmasına dayanamam Hazal!"

"Yarabbim! Başka bir kadın nereden çıktı şimdi?"diye söylenip gözlerimi silmeye çalıştı; ama nafileydi. "Senin alnın ne olmuş böyle hem?"

Alnımdan daha kötü bir yaram vardı ve bunu göremiyordu. "Meva, tamam... Ağlama, bir sakinleşir misin?"

"Bitti, Hazal... Bitirdim." dedim, yutkunup. "Ayrılalım dedim." Hazal bir kez daha afalladı. Kafasını omzuna doğru eğdiği sırada Emine odaya giriş yaptı.

"Heh, kahvende geldi. Bir iç, kendine gel. Öyle konuşacağız." dedi.

"Ben kendime gelmek istemiyorum ki." Elimi sol göğsüme yerleştirdim. "Kendime gelince burası çok acıyor!"

İç çekti, buruk bir tebessümle, "Şimdi de acımıyor mu?" diye sordu. Acıyordu; ama biraz da olsa dayanabiliyordum. Ayık olduğumda kendimi öldürmeye kadar ileri şeyler düşünüyordum, dayanamıyordum. "Hadi canım arkadaşım. İç bir şu kahveyi önce." Fincanın ağzını dudaklarıma yaklaştırdığında istemeye istemeye bir yudum aldım.

Emine, Hazal'ın yanına oturmuştu. Beni olduğum yerde sıkıntıyla inceledi. Kardeşini merak ediyordu, değil mi? Sonuçta aynı anneden doğmuş, aynı kanı taşıyorduk. Bu yüzdendi bana şefkati değil mi? "Oyalanma. İçmeye devam et."  Hazal'ın otoriter sesiyle birlikte kahveyi zar zor içmeye devam ettim. Ağzım zaten zehir gibiydi, şimdi iyice kötü olmuştu.

"Bitti mi?"  Dudaklarımın üzerindeki kahve telvesini temizleyerek fincanı ona uzattım. Elimden aldı, solunda kalan komodine bıraktı. "Evet..." dedi, son harfi uzatarak. "Şimdi iyiysen baştan anlat bakalım. Çözüm bulalım."

"Çözüm bulamayız."

"Buluruz, Meva. Sen anlat, biz her şeyi buluruz, yoluna sokarız."

"Anlamıyorsun." deyip bakışlarımı kucağıma indirdim. "Bu... Yoluna girdirebileceğimiz bir mesele değil. Bu-" Derin bir nefes alıp verdim. "Bununla başa çıkamazsın. Kabullenecek, düzeltilecek bir şey değil."

"Ya benim kararlı, tuttuğunu koparan Meva'ma ne oldu? Sen kafana koyduğun her şeyi yaparsın. Daha nice şey yaptın. Aşkınızı düzeltecek bir meseleyi mi düzeltemeyeceksin?"

"O Meva öldü." dedim.

"Tövbe tövbe..." dedi. Duyduğum ikilemle yüzümü sıvazladım. Canım yandı. Her şey; ama her şey bana onu hatırlatıyordu. Ne yapacaktım? "Kağıdı Ertuğ'a da gösterdim. Yağız'la konuşacaktı. Bir arayayım." deyip yatağın üzerine bıraktığı çantasına uzandı. İtiraz etmedim. Sadece Yağız'ın şimdi ne halde olduğunu bilmek istiyordum.

Hazal ayağa kalktığında onun bıraktığı boşluğu Emine doldurdu. Elimi nazikçe tutup aynı yüz ifadesiyle bakmaya devam etti.

"Ayrılamanızın sebebi, dünkü halin mi?" dedi, alçak sesle. Bakışlarımı ellerime çevirdim.

"Çıkmazdayım, Emine." dedim. "Hatta bir bataklıktayım. Battım, kolay çıkamam."

"Her zaman bir yol vardır. Yüce Rabbim bir sınav veriyor bize. Bu sınav da geçecek."

Derin bir nefes alıp verdim. "Ben bu sınavdan kaldım." dedim. Sesim gittikçe incelmişti; ama artık ağlamak istemiyordum. Bu yüzden kendimi daha çok sıktım.

"Konuştum." Hazal'ı duyduğumda başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Ertuğ da pek ağzından laf alamamış. Yağız nerede olduğunu da söylememiş, yanına gidemiyor o yüzden."

"Konuşurken sesi nasılmış?" dedim, dilimde olmadan. Ayrılsamda kalbimde hâlâ sevgilimdi o benim.

"Ben sormadım; ama Ertuğ sesinin bayağı kötü geldiğini söyledi. O da zaten o yüzden yanına gidemediği için telaşlı. Onun sesi... İlk defa bu kadar kötü geliyormuş."

Pes ederek sırtımı başlığa yasladım. Sonra sessiz bir yerde bulunmak istediğimi anladım. Az önce konuşan ben değilmişim gibi, yatağın içine girip üzerimi örttüm. Bir anda ruh gibi olmuştum.

"Meva-" Gözlerimi kapattım. Bu Hazal'ın susmasını sağlamıştı. İç çekişini duyduktan sonra, "Kalkalım, Emine." dedi. "Biraz yalnız kalsın. Hem hâlâ tam olarak ayılamadı."

"Tek başına bırakmamız ne kadar iyi? Kardeşimi yalnız bırakmak istemiyorum."

Emine...

Halim olsa kalkar sana sıkıca sarılırdım. Hatta artık sıkça yaptığım gözyaşı dökme rutinimi omzunda hallederdim; ama gözlerimi kapattığım anda bir uyku ele geçirmişti beni. Onca acıya, onca gözyaşına rağmen yavaş yavaş içine hapsetmişti.

Canımı sıkan zil sesini duyduğumda kaşlarım çatıldı, gözlerimi araladım. Önce tavanla karşı karşıya geldim, sonra zil sesine kulak kesildim. Hemen yanımda olan telefonum çalıyordu. Telefona uzanırken başıma saplanan ağrıyla yüzümü buruşturdum. Gerçekten çok ağrıyor, inceden inceye bir sızı vuruyordu.

Ekrana baktığımda Asuman teyzenin aradığını gördüm. Uykulu gözlerim iyice açıldı. Yatakta hızla doğrularak ekrana bakmaya devam ettim.

Yağız, ayrıldığımızı söylemiş olabilirdi. Asuman teyzeyle bu konuyu nasıl konuşacaktım? Ben kimseyle yüzleşmeden kaçmak istiyordum.

Telefonun susmasını bekledim; ama ısrarla arıyordu. Kaçışım yok gibi görünüyordu. Onun söyleyeceği her şeye kendimi hazırlayıp aramayı cevaplayarak kulağıma götürdüm.

"Kızım?"

"Asuman teyzeciğim," dedim, pürüzlü bir sesle.

"Nasılsın?"

Bu soruya, 'İyiyim,' diye yanıt vermek istemiyordum. Çünkü berbattım. "Fena değil. Sen nasılsın?"

"Ben çok iyiyim; ama bu akşam bize gelirsen daha iyi olacağım." dedi. Onlara gelmek mi? İmkansız.

"Asuman teyze, şey ben-"

"Sakın gelmeyeceğim deme. Üzersin beni."

"Gelmek isterim; ama işlerim var."

"Akşam geleceksin zaten kızım. Bir çay içersin en azından, olmaz mı?"

Her zaman anlayışlı olan kadın bu kez ısrar ediyordu. Gerçekten ne geliyorsa üst üste geliyordu. Sahilden sonra Yağız'la karşılaşmak benim canımı sıksa da, ayrıldığımızı henüz söylemediğini anlıyordum.

"Tamam, geleceğim." dedim, sıkıntılı bir sesle.

"Tamam yavrum. Bekliyorum. Ben seni daha fazla meşgul etmeyeyim."

Telefonu kapatıp yatağa bıraktım. Ellerimi yüzüme götürüp kapatarak rahatlamaya çalıştım; ama yok, olmuyordu. Ne yapacağımı nasıl baş edeceğimi gerçekten bilmiyordum. Yanlarına gittiğimde hepsinin yüzüne nasıl bakacağımı da bilmiyordum. Öyle sıkışmıştım ki. Nefes almaya ihtiyacım vardı; ama başaramıyordum. Güllük gülistanlık yaşadığım hayatın acısını bugünlerde çıkarıyordum belli ki.

Ama artık bitsin. İki gündür çektiğim acı, aylardır yaşadığım mutluluğu çoktan geçti. Daha fazlası olmasın.

Öyle istemekle de olmuyordu işte. Bir ceza vardı ve ben ne zaman olursa olsun onu ödemeden bu hayattan göçmeyecektim belli ki.

Hayattan vazgeçmiş bir halde zar zor yataktan aşağıya ayaklarımı sarkıttım. Ayağa dikilecek güç bulamıyordum kendime. Sanki kalksam, yere kapaklanacak gibiydim. Hiç kapanmamış gibi.

Kendimi ayağa kalkmak için ikna ettiğim sırada odamın kapı kulpu indiğinde dönüp arkama bakmadım. Başımı bile çeviremiyordum çünkü.

"Uyanmışsın..."

Emine'nin sesini işittim. Adımlarından dolayı laminanttan çıkan çıtırlar daha yakınımdan gelmeye başladı. Yanıma kadar gelip karşıma geçtiğinde yüzüme endişeyle bakıyordu.

"Ben..." dedi, gözünü kırpmadan beni incelerken. "Uyuyup uyanınca toparlarsın sanmıştım."

Acıyla gülümsedim. "Sanmıştım..." dedim, onun son kelimesini tekrarlayarak. "Ruh gibiyim değil mi? Belki de öyle bile değilim." Ruhumu yitirmiştim çünkü.

"Meva," Dayanamayarak karşımdan ayrılıp yanıma oturduğunda ellerimi iki yanıma koyarak yatağa bastırdım. "Ne oldu? Neden bu haldesin, ben çok merak ediyorum. Yağız'dan ayrılmışsın; ama neden?"

Anlatamayacağım şeyler soruyordu. Ben bile kendime daha bunu kabullendirememiştim ki.

"Dünkü halin gözümden silinmiyor... Kendini kaybetmiştin sanki."

"Sankisi fazla." dedim, kısılmaya başlayan sesimle. "Ben kendimi kaybettim. Daha da bulamıyorum." derken sesim titriyordu.

"Seni dinlerim, Meva." Ona yakın olan sağ elimin üzerine elini bırakmıştı. "Ablan olarak, kardeşin olarak seni dinlerim."

Gözlerim dolarken yutkundum. "Emine," Yanımda bir yandan kimseye istemiyordum, bir yandan da yalnız kalıp iyice ölümün kıyısına sürüklenmek istemiyordum. Emine'den gelen kardeş sevgisine muhtaçtım ve ilk defa bir kardeşim olduğu için minnet duydum. "Ben çok kötü bir şey yaptım!" Gözlerimden yaşlar akmaya başladığında bir eliyle hemen o yaşları temizledi.

"Ağlama." dedi. "Artık ağlama. Yedin bitirdin kendini. Yapma bunu." Beni gerçekten düşünüyordu. Beni gerçekten seviyordu. "Benim tanıdığım Meva bu değil. Tuttuğu ne varsa koparır. Asla yıkılmaz."

"Yıkılır." dedim, onu düzelterek. "Ben yıkıldım Emine. Yıkıldım, nasıl düzeleceğim?"

Parmakları, hâlâ akmaya devam eden gözyaşlarımı göreviymiş gibi temizlerken, "Bu bir imtihan belli ki." dedi. "Ama elbet bir çaresi de vardır."

Alt dudağımı sertçe ağzımın içine kıvırıp birkaç saniye sonra tekrar serbest bıraktım. "Asuman teyze aradı. Akşam eve çağırıyor."

"Ama sen gitmek istemiyorsun?" dedi, tek kaşını havaya kaldırarak.

Kafamı hızla iki yana salladım. "İstemiyorum. Hem Yağız'ı görmek istemiyorum, hem de..." Hem de hayatlarını mahvettiğim insanların karşısına bu kez bile bile çıkmak istemiyordum. "İstemiyorum işte." dedim, sıkıntıyla.

"O zaman ayrıldığınızı bilmiyorlar mı?"

"Yağız dememiş demek ki." dedim. "Umarım ben oradayken de demez."

"Gidecek misin?"

Sıkıntıyla nefes verdim. "Başka çarem yok. Asuman teyzenin bu sefer ısrar edeceği tuttu. Geri çeviremedim."

Anladığına dair dudaklarını birbirine bastırırken elimi okşamaya devam etti. "Eğer yalnız olmaktan korkuyorsan, yanında olurum. Ben de seninle gelebilirim."

Dudaklarımda belli belirsiz bir tebessüm oldu. İçimdeki acı daha büyük bir tebessüme müsaade etmese de ona karşı ne kadar minnet duyduğumu anladığını, burukça kıvrılan dudaklarından görüyordum. Sanırım kardeşlik tam olarak buydu. Birbirine köstek değil, destek olmak.

Yorgun bakışlarımı ondan çektim. Tül perdeden belli olan bahçeyi gördüm. Tekrar dalgın halime bürünürken içimden keşke dedim.

Keşke her şey farklı olsaydı. Her şey.

Akşam olmuştu ve ben onların kapı önünde gelmiştim. Yağız'ın arabasını gördüğümde içimi tarifsiz bir sıkıntı kapladı. Arabası buradaysa kendisi de burada olmalıydı.

Dudağımın kenarını dişleyerek arabayı park edip birkaç dakika daha içinde bekledim. Kendime zaman tanımam gerekiyordu. Yağız'ın dışında diğerlerini de görecektim ve bu kez aramızdaki ilişkiler çok farklı olacaktı.

Değişen onlar değildi, bendim.

Kırmadan, içimde yaşadığım duyguyu yansıtmadan onlarla oturup sonra kalkıp gitmem gerekiyordu. Yağız'ın hâlâ ve hâlâ ayrıldığımızı söyleyip söylemediğini bilmiyordum. Mümkünse benim olmadığım bir zamanda söylese çok daha iyi olacaktı. Çünkü bunca dramı bedenim nasıl kaldırırdı, bilmiyorum.

"Biraz sohbet edeceksin, rahatsızım deyip çıkacaksın, Meva." dedim, kendimi rahatlatmaya çalışıp. "Bir daha da... Bu eve gelmeyeceksin."

Gelmeyecektim. Ayrıldığımızı duyduklarında tüm aile bağımız kopacaktı. İstanbul'da durup durmayacağım bile belli değildi. Onu görmemeye alışırsam kalabilirdim; fakat bunu başaramazsam kaçış yolu olarak yurt dışına çıkacaktım.

Yorgun beynim her şeyi düşünmüştü. Arabanın içinde her ne kadar sadece heyecanlı olsam da yanlarına gittiklerimde her şeyi elime yüzüme bulaştırmaktan korkuyordum.

Babam da aramamıştı hiç. Böylesine büyük bir gerçeği söylemiş ve halimi görmüştü. Ama Mardin'e gitmem gerek diyerek beni yalnız bırakmıştı. Bir şey olduğunu düşünüyordum; ama bilerek üstüne gitmiyordum.

Her şey üst üste geliyordu ve ben artık yüklerimin altında ezilmek istemiyordum. Gözyaşı bir müddet sonra dinliyordu; ama kalbimdeki acı küçüleceğine daha çok nefesimi kesiyordu.

Çok fazla beklediğimi düşünerek arabamı hemen Yağız'ın arabasının arkasına park ettim. Derin nefes alıp vererek arabadan indim, bahçeye girdim. Kapı önüne geldiğinde zile basılı tuttum. Kapı henüz açılmamıştı. Stresle bir ayağımı yere vurarak ritim oluştururken Gece'nin olmadığı gözüme çarptı; fakat düşünmeme fırsat kalmadan kapı açıldığında irkildim. Kapıdaki kişiye döndüm. Hilal'di. Beni gördüğü anda genişçe gülümseyerek, "Hoş geldin." dedi. Daha ilk saniyede ne yapacağımı bilemedim. Elim ayağım titredi.

"Hoş buldum."

"Geçsene hadi içeri." dediğinde içeriye girme girişiminde bulunmadığımı bile yeni fark ettim. Ayakkabımı çıkardım, içeriye geçtim. Montumu çıkarırken Hilal kapıyı kapatıyordu. "Ver asayım." diyerek elimden montu aldığı sırada yüzüme bakan gözleri kısıldı, sonra daha iyi açıldı. "Alnına ne oldu senin?" dedi, şaşkınlıkla. Bunu söylediği için istem dışı elim alnıma gitti. Ufak bir sızı hissettim.

"Duvara vurdum." Art arda, bilerek.

"Ay! Nasıl becerdin?" derken şaşkındı. "Sanki kaza yapmış gibi."

Gülümsemeye çalıştım. Konu benden çıksın diye, "İçerdeler mi?" dedim.

"İçerdeler. Annem dört gözle seni bekliyor." dedi, yarım ağız gülerek. Beklediğini biliyordum; ama neden dört gözle?

Sırtımı ona dönerek ilerleyip oturma odasına giriş yaptım. Bir saniye içinde gözlerim odanın içinde dolaştı. Yağız, burada yoktu.

"Kızım, hoş geldin!" diyerek ayaklandığında Asuman teyze, ona döndüm. Gülümseyerek bana adımlıyordu; fakat bir anda durdu. Yüzüme hiç de iyi bakış atmadı. "Hiii!" dedi, endişeyle. "Alnına ne oldu senin?"

Benden önce, "Duvara vurmuş." dedi, Hilal. "İlk ben de şaşırdım."

"Nasıl vurdun kızım? Bayağı kötü olmuş."

"Bir vurmada böyle mi oldu gerçekten?" dediğinde Demir, yutkundum. Onunla defalarca kez yüz yüze gelmiştik, sohbet etmiştik, konuşmuştuk; ama ilk defa onu tanıdığım birine benzetmiştim.

Öldürdüğüm adama.

Aylar önce tanışmıştık; ama bu kadar benzediğini nasıl fark etmezdim? Dalgalı saçları, sol kulağına yakın yerdeki beni... Adamın gözleri ben gördüğümde kapalıydı; ama belkide gözleri bile benziyordu.

Bu gerçek beni biraz sarsarken, bünyeme ağır gelen duygulardan kaçmak adına, "Evet, öyle oldu." diyerek kollarımı Asuman teyzeye sardım.

"Dikkat et annem kendine. Sen bize lazımsın." diyerek sırtımı okşadığında titreyerek nefes verdim.

Onunla tanıştığım ilk günden beri bana hep şefkatli davranmıştı. O çok iyi bir kadındı; ama iyiliği bir yere kadardı. Her şeyi öğrense beni böyle sevmezdi, sarılmazdı. Ben bu kadının kocasını öldürerek ona üç çocukla zor bir hayat yaşatmıştım. Çok çalışıp didinmiş olmalıydı. Yok yorulmuştu. Hepsi benim yüzümdendi.

"Ederim." dedim, durgun bir sesle. Ondan ayrıldım. Şefkatli bakışlarına karşı utanç bakışlarım vardı. Anlamasın istedim. Demir'e dönerek ona sarıldım, sonra ayrılarak ikili kanepenin bir tarafına oturdum. Bir süre hiçbirimizden çıt çıkmadı. Hepsi pür dikkat bana bakıyordu; fakat benim onlara doğrudan baktığım pek söylenemezdi. Parmaklarımla oynuyor, her an kalkıp gidecekmişim gibi oturuyordum.

"Meva abla?" Bana seslendiğinde yanımda oturan Demir'e döndüm. "Sen iyi misin?"

Zoraki güldüm. "İyiyim." dedim, başta bocalayarak. Sonra sırtımı dikleştirdim. "Neden sordun ki?"

"Yani..." deyip beni süzdü. "Biraz tuhaf görünüyorsun."

"Demir sormasa ben soracaktım." dedi, Asuman teyze. "Ne oldu benim şen şakrak kızıma? Bak alnımı duvara vurdum dedin anladık da peki o gözlerinin hali ne?" Kaşları hafifçe çatılmıştı. "Ağlamışsın sen. Belli." Durumumu direkt açık ettiğinde yutkundum.

"Yok." dedim reddedip. "Ağlamadım."

"Gözlerinin içi kırmızı, bir de şişmiş." diyerek destek çıktı Hilal.

"Onu da geçtim. Abimi sormadın." dediğinde Demir, sık sık nefes alıp vermeye başladım. Beni fena sıkıştırmışlardı. Biraz daha devam etseler ayaklarına kapanıp her şeyi anlatacaktım.

"Yağız'la mı bir şey oldu yoksa?" dediğinde Hilal, dudaklarımı birbirine bastırdım. "Eve gelince birkaç dakika gördük yüzünü gerçi. Sonra Gece'yi dışarı çıkardı. Göremedik."

"Evet, abim de tuhaftı." dediğinde, "Hayır." dedim. Gerektiğinden fazla yükselmiştim. Üçü de bana şüpheyle bakarken, evin kapısının anahtar sesi duyuldu. Oturduğum koltuk dar gelmeye başladı.

Kapının kapandığını duyduktan sonra adım seslerinin yaklaştığını hissettim. Kendimi durduramadım, kapı eşiğine baktım. Yağız, tam geçip gidecekken, "Oğlum." diye seslenerek durdurdu, Asuman teyze onu. Yağız, istemeyerek durdu, görüyordum. Başını içeriye uzatıp annesinin olduğu tarafa bakmak istedi. O sırada odadaki benimle göz göze geldiğinde baygın bakışları dağıldı, dudakları aralandı. "Biz de seni bekliyorduk."

Şaşırdığına göre park ettiğim arabamı görmemişti. Yutkunarak bana bakmaya devam etti birkaç saniye. Sonra odasına gitmek yerine odanın içine girdi. Tekli koltuğa oturdu.

"Gece'yi oynattım biraz." dedi, düşük sesle. Gözleri ara sıra beni yoklamaya devam ediyordu.

"İyi yapmışsın. Canı sıkılıyordu kuzumun."

Odanın içi yine kısa bir sessizliğe büründüğünde elimi enseme atıp gergince ovaladım. Oturalı çok olmamıştı; ama her yerimin tutulduğunu hissediyordum.

"Anne sen kızına bir şey gösterecektin ya..." diyerek konu açmaya çalıştı, Demir.

Asuman teyze, unuttuğu şeyi hatırlamanın heyecanıyla, "Unuttum." dedi, ayaklandı. Diğer koltuğun yanındaki bir poşeti alıp Demir'le benim arama oturdu. "Bu sana." dedi, poşeti kucağıma bırakırken. Beklemediğim için şaşkınca kucağımdaki poşete baktım. Sonra merakla poşeti açıp içindeki yumuşak şeye elimi sürerek beraber geri çektim.

Bordo renginde bir atkıydı. İpleri yumuşacaktı. "Sana kendi ellerimle ördüm." dediğinde bakışlarım doğrudan ona döndü.

"Gerçekten mi?" dedim.

"Evet. Beğendin mi?" Odaya girdiğimden beri dudaklarım ilk defa samimiyetle kıvrıldı.

"Beğendim." Atkıyı boynuma doladım. "Beğenmez olur muyum hiç?" deyip oturduğum yerde ona sarıldım, sıkıca. "Ellerine, gözlerine sağlık."

"Kaç gündür uğraşıyor. Sonunda bitirdi de rahat etti." dediğini duydum, Hilal'in. Gözlerimi kapattım. Asuman teyzenin, o annelik kokusunu içine çektim.

"Seni iyi ki tanımışım." dedim.

"Ben de seni iyi ki tanımışım annem. Güzel kızım benim." Gözlerimi kırpıştırarak ağlamamak için ondan ayrıldım. Boynumdaki atkıyı çözüp kucağıma bırakarak okşadım.

"Annem, eldiven bile örecekti. Abim, 'Ben ısıtırım onun ellerini.' dedi." deyip kıkırdadı, Demir. Ona Hilal eşlik ederken dilimin ucunu dudaklarımda gezdirip kafamı kaldırdım. Çaktırmadan ona bakmak istedim; ama o zaten bana bakıyordu. Gözünü kırpmadan, doğruca.

Göğsü inip kalktığında gözlerindeki kırmızılıkları gördüm. Göz altları sabaha göre mordu. Bakışları baygındı. O bakışlarla beni izledi. Sonra bir noktaya kitlendi gözleri. Nereye baktığını anlamak için ben de kendime baktığımda parmağımdaki yüzükleri gördüm. Çıkarmadığıma dikkat etmişti.

Başımı hızla kaldırdım. Ben de onun eline baktım. O da çıkarmamıştı. Ailesi onu darlar diye mi çıkarmamamıştı peki?

Gözlerim Yağız'ın alyansında dolaşırken, "Hilal, çayları getirelim kızım." deyip ayağa kalktı, Asuman teyze. Hilal ikiletmeden Asuman teyzeyi takip etti. Şimdi oda da üçümüz vardık. Demir, koltukta öne doğru uzanıp, "Abi." diye fısıldayınca, Yağız'ın bende olan bakışları kardeşine döndü. "Sen gelsene nişanlının yamacına." deyip sırıttı. "Yerinden etmeyeyim."

Demir, ayağa kalkıp Yağız için fazladan yer açtığında Yağız, dikkatle boş kalan yere odaklandı. Gelmeyeceğini düşündüğüm esnada ellerini oturduğu koltuğun kollarına bastırarak ayağa kalktı. Yanıma doğru yaklaştığında oturduğum yere biraz daha sindim.

"Annem biraz daha sizi ayrı görürse soru yağmuruna tutacak." diye devam etti. Aramızın bozuk olduğunu anlamış mıydı, emin değildim. Çok da odaklanamadım. Yağız, Demir'in kalktığı yere değil de iyice dibime oturmuştu çünkü. Nefesimi tutmaya çalıştım. Ama burnuma sızan kokuyla başım ister istemez ona döndü. Gözlerimiz tekrar kesişmişti çok daha yakından. Dudaklarının arasından sızan yoğun alkol kokusunu alabiliyordum. Gözleri uzakta gördüğümden daha çok kırmızıydı. Ben nasıl bittiysem onu da bitirmiştim bugün, eserim karşımdaydı.

"Neden geldin?"

Meraklı ve yorgun, bir yandan da kısık tutmaya çalıştığı sesini duyduğumda ona bakmayı kestim. Sabırla önüme döndüm.

"Asuman teyze ısrar etti."

"Israr etmese ayak basmayacaktın yani." Yine aynı ton, yine aynı merak.

Cevap olarak sadece başımı salladığımda biraz daha yaklaştı. Boynumu yakan nefesinden fark ediyordum. Yaklaşma Yağız. Gidemem.

"İçmişsin." dedim, göz ucuyla Demir'i kontrol edip. O tamamen telefonuyla meşguldü.

"Terk edildim. Ondan."

Yutkundum. Bakışlarımı tekrar ona çevirdiğimde bu kez çok fazla yakınımdaydı. Kızaran gözleri sulanırken ben de aynı şeyi yaşadım. Gözlerinde görüyordum. Hala neden ayrıldığımı sorguluyordu.

"Öpersen annem seni sonra terlikle kovalar abi." diye takıldı, Demir. İkimiz de ona bakmadık. Sadece birbirimize bakıyorduk.

"Öpemem ki."

Çatlayan sesiyle birlikte nefes alıp vererek ondan ancak gözlerimi çekebildim.

'Evlenmeyeceğim kadına dokunmam.'

Böyle demişti ilk zamanlar. Şimdi de evlenmeyeceği kadın olmuştum değil mi? Yüzüm kızardı, bu gerçek canımı acıttı. Bakışları hâlâ üzerimdeydi, biliyorum. Kolay kolay çekmeyecekti, kolay kolay gidemeyecektim. Yutkunuşunu kulağımın hemen dibinde hissettim. Elimde olmadı, ben de yutkundum. İç çekti derince, kokumu çeker gibi. Titredim. Koltuğa yaslı elimle örtüsünü sıkıca kavradım. Avucumun arasında sıkıştırdım.

"Demir, sehpayı koysana ablacığım." diyen Hilal'in sesini duyduğumda toparlanabildim ancak. Yağız'ın etkisinden çıkmak adına ayaklanıp, "Ben hallederim." dedim.

"Otursaydın sen." dediğinde dinlemedim. Sehpaları herkesin önüne gelebilecek şekilde koydum. Son olarak Yağız'ın önüne bıraktığımda sırtını geriye yaslamış, bir eliyle başını ovalayarak bana bakmaya devam ediyordu.

Bakışlarımı ayırarak odanın çıkışına yürüyecekken Asuman teyzeyle karşı karşıya geldik. Elinde çaydanlık vardı.

"Başka gelecek bir şey var mı?"

"Kuruyemişler var kızım."

Başımı sallayıp odadan çıktım. Kendimi mutfağa adeta attım. Tezgahta duran kuruyemişleri görüyordum; ama hemen götürme girişiminde bulunmadım. Ellerimi tezgaha yaslayarak başımı yere eğdim.

"Allah'ım..." Az önce kasıldığım için gevşemeye çalıştım. "Ne olur bana sabır ver. Lütfen." dedim, en içten şekilde. Soluklandım birkaç kez.

Ellerimi tezgahtan çekip hazırladıkları kuruyemiş tepsisini elime aldım. Odadan çıkışım hızlıydı belki; ama girerken oldukça yavaştım. Hilal, oturmadan tepsideki tabakları herkesin önüne sırayla bıraktıktan sonra elimden aldığında yine kalakaldım. Dudağımı stresle kemirirken Yağız'a ve yanına baktım.

Kaçışım yoktu. Mecburiyetle yanındaki boşluğa yerleştim yine. Şimdi oturduğumda yerin daha çok daraldığını fark ettim. Dudağımı kemirmeyi bıraktım. Sırtımı geriye yasladım.

Neden bu kadar dibimdeydi? Uzaklaşsındı.

"Emre'nin öğretmeni fotoğraf atmış. Bayağı eğleniyorlar." deyip keyifle telefonu annesine gösterdiğini gördüm, Hilal'in. O söyleyene kadar Emre'nin yokluğunu bile fark etmemiştim.

"Ay yavrum benim. Nasıl da yüzü gülüyor."

"Mutlu beyefendi canım. Zaten giderken de heyecanlıydı." derken ifadesiz bakışlarımla karşılaştı. Sonra açıklama gereği duymuş olacak ki, "Bu sabah okulla beraber Ankara gezisine gittiler." dedi.

Anladığıma dair başımı salladım. "Değişiklik olmuştur." dedim, durgun bir sesle. Kendi sesimi bile ben zor duyuyordum aslında.

"Onca şeyden sonra yeni hayatı oğluma çok iyi geldi."

Hilal, ona şiddet uygulayan bir adamla evlenmişti. Erken yaşta, çok çabuk. Bunun da mı sebebi bendim? Zar zor geçinen ailesine fazla yük olmayayım diye mi Tarık'ı kabul etmişti?

Ben birini öldürmüştüm; ama dört canı da beraberinde götürmüştüm. Herkesin hayatı mahvolmuştu. Ben yapmıştım, benim yüzümdendi.

"Yine de biraz endişelerim var, Meva." diye devam ettiğinde derin bir nefes alıp vererek toparlanmaya çalıştım. Hilal, çay bardağını sehpaya bırakmıştı. Yağız'ın yüzüme vuran nefesinden hiç odaklanamıyordum ki. "Oğlum ne kadar gülse etse de yaşananlar onda büyük izler bırakmış."

"Destek almalı." dedim. En azından düşünüp konuşabilmiştim.

"Pedagog ilgileniyor değil mi?"

Başımı sallayarak, "Evet." dedim. "İstersen biraz araştırırım. İyi birini buluruz." Hilal bana minnetle bakıp konuşacakken Yağız'ın, "Neden?" sorusu bıçak gibi kesti sözünü henüz başlamadan. Ben de beklemiyordum. Afallamış halde suratına baktım. Keşke bakmasaydım.

Gözlerinde gördüğüm öfke şimdi beni daha kötü hissettiriyordu. Bana kızgındı, fazlasıyla. Hep de bu duyguyu hissedecekti benim için. Onun gözünde, dün sevdiğini söyleyen bugün ayrılan kadındım.

Üzerimdeki bakışların bilincindeydim. Bu yüzden cevap verdim.

"Emre'yi seviyorum." Sesimin titrememesine özen göstermiştim. "İyi bir destek almasını istiyorum."

Dudağının kenarı alayla kıvrıldı. Yalan söylüyormuşum gibi bakıyordu gözlerime. "Sadece onu seviyor olmalısın."

Sarhoştu. Ayık durabiliyordu; fakat zihni öfkesinden dolayı karışıyordu. Yoksa ayrıldığımızı söylemediği gibi burada, ailesinin yanında beni de böyle sorgulamazdı.

"Meva ablama kıskanç dedik de, sen onu geçmeye mi başladın ne abi?"

Yağız, Demir'in ona takılmasını umursamadı. Bana hesap soruyordu. Kim var, kim yok demeden yapıyordu bunu. Aklındaki soruları gidermeye çalışıyordu.

Ben de gidermek istiyordum.

Aklımda bir soru sürekli dolaşıp duruyordu mesela. Babalarının kalp krizi geçirdiğini söylemişlerdi. Durumları olmamasına rağmen aldıkları pusulayı satmamışlardı. Polise şikayet etmemişlerdi. Neden?

"Ben..." Gözlerimi ondan çekip doğrudan Asuman teyzeye baktım. "Bir şeyi merak ediyorum." dedim. Daha önce birkaç defa söylenmişti; ama asla içini karıştırmamıştım. Şimdi bunu yapacaktım. "Eşin ne-"

Telefonum çaldığında tamamlayamadım. Tam cesaret edip sormuşken sırasıydı! Nefes vererek koltuğun yanına bıraktığım çantayı elime aldım. İçinden telefonu alıp çıkardığımda ekranda annemin ismini gördüm.

Şimdi zamanı değildi, anne.

Aramayı reddettim. Elimi ensemde gezdirip tekrar sormak için cesaret kazanmaya çalıştım.

"Bir şey soracaktın kızım?"

"Evet." dedim mırıldanarak. Asla birkaç saniye önceki gibi değildim. Bir anda bunu sormaya utanmıştım. Kendi öldürdüğüm adamın ailesine onu sorup hatırlatacak, bir de yetmezmiş gibi üzüldükleri hallerine şahit olacaktım. Soruyu sormaktan vazgeçip başka bir şey bulmaya çalışırken yeniden telefonum çaldı ve arayan yine annemdi. Az önce reddetsem de, şu an kurtarıcım olmuştu. Bu sebeple aramayı cevaplayıp kulağıma yasladım. Sesimi iyi tutmam gerekiyordu. Anlardı.

"Anneciğim,"

Annemin sesinden hemen önce arkasında yoğun bir ağlama sesi duydum. Bir veya iki kişi değildi. Çok fazla iyi insan ağlıyordu. "Meva, kızım!"

Annem de ağlıyordu.

Onlara bir şey olma ihtimali ile bir anda buz kestim.

"Anne... Neden ağlıyorsun sen?"

Hepsi, dikkatle bakıyordu bana. En az benim kadar merak ediyorlardı.

"Meva... Bunu sana asla söylemek istemem ama... Belki son kez görmek istersin diye..."

"Ne?" dedim şaşkınca. Sonra, "Kimi?" diye devam ettirdim. Babam. Babam benim yüzümden kötü hale düşmüştü. Giderken de kötüydü. Yeni bir kalp krizi... "Anne..." dedim güçlükle. "Babam mı?"

Sesimi yükseltip ayağa kalkarken diğerleri de apar topar ayağa kalkmıştı.

"H-hayır... Baban, o çok iyi!" Bir elimi kalbime koyarak nefes verdim. İyiydi. Bir şey olmamıştı. "Ama-" İkinci bir hıçkırık koptuğunda yavaşça yutkundum. "Meva... Aksu..."

Bu kez duyduğum isimle daha farklı hissettim. Her şeyi bir anda tartmaya çalıştım. Arkada birden fazla ağlayan insanlar, hıçkırıklara boğulan annem ve hasta olan o kadın.

"Aksu'yu malesef kaybettik, kızım."

Amanınnn! Yine dramlardan çıkamıyor muyuz?
Merak etmeyin. Güneşli günler de göreceğiz.🌸🥲

Ama ben de güneşli günler göreyim diye bölümden çıkarken oy vermeyi unutmayalım.💙

Ayrıca artık Yağız ve Meva'nın parodi hesapları var!
Onları takip edebilirsiniz.🖤

Continue Reading

You'll Also Like

25.4M 905K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
784 293 47
✨WATTPAD ROMANCE TR OKUMA LİSTESİNDE✨ Kelebek kuşun acılarını gören yeryüzündeki tek canlıydı... Luna aşkın en can yakan kısmının aslında ayrıldığı g...
5.8K 1.9K 14
Onu öldürmek isteyen bir adamdan kaçarken kaza geçiren Gece, gözlerini açtığında hafızasını kaybettiğini farkeder. Kendini bir anda sindirilmiş bir k...
GİZ By AYKIRI KADIN

General Fiction

4.2K 2.1K 25
[WattpadRomanceTR Aksiyon ve Macera Peşinde Koşanlar Okuma Listesinde.] O gece herkes için sondu. O gece herkes için başlangıçtı. 5 Nisan 2005'de İ...