Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf Dövme...

By Savaniris

103K 7.6K 3.2K

Karanlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyor... More

T a n ı t ı m
1|Dövmeci Dükkanı
2|Garip Şeyler Oluyor
3|Fabulasium
4|Yine ve Yeniden
5|Düşmanlarla Yemek
6|Kaçış
7|Son Partisi
8|Yeni Birileri
9|Sürpriz
10|Zorlu Bir Görev
11|Değişim
12|Topaz Köy
13|Beklenmedik
14|Kötü Bir Sürpriz
15|Parlak
16|Tehlike Çanları
17|Kayıp
18|Mesaj
19|Şüphe
20|Küçük Bir İttifak
21|Acı
22|Gerçek Aynaları
23|Sandık
24|Yeni Sırlar
25|Tuhaf Bir Karşılaşma
26|Sargas Yıldız Geçidi
27|Prensesin Uykusu
28|Not
29|Arena
30|Yüzleşme
31|Büyük Bir Hata
32|Günlüğün Sırları
33|Ejderhanın İzinde
34|Sör Bukalemun'un Laneti
35|Kaosa Beş Kala
36|Mektup
37|Zor Bir Gece
38|Tehdit
39|Karanlık Ruhlar Evi
40|Kısa Bir Soluk
41|Korku
42|Hapsolmuş
43|Karanlık Ruh
44|Hesapta Olmayan Bir Plan
45|Kaçak
46|Ejderhayla Dans
47|Kara Kutuya Yolculuk
48|Hazırlık
49|Şatoya Dönüş I
50|Şatoya Dönüş II
51|Tavan Arası Sırları
52|İzciler'in İzinde
53|Karmaşa
55|Tören
56|Acı Bir Gerçek
57|Savaşın Ayak Sesleri
58|Savaş
59|Sonsuz
60|Son

54|Çınar Köşkü

476 37 16
By Savaniris

Oy ve yorumlarınız için çok teşekkürler ❤️

Keyifli okumalar!

Sona doğru büyük bir hızla ilerliyorduk fakat bu bizim sonumuz mu yoksa İzciler'in sonu mu olacaktı, bilmiyordum. Yekta'yı daha önce hiç bu kadar kendini kaybetmiş halde görmemiştim. Salonun içinde bir aşağı bir yukarı yürüyor, gözleri burada değilmiş gibi bakıyordu.

Egehan "Sakin ol, Yekta. Şimdi ne olduğunu anlarız." diyerek mutfağa doğru ilerleyerek kamerayı bir dolabın üzerinden aldı. "Belki de hava almaya çıkmıştır. Hemen kötü düşünmeyelim."

"Hayır. Çıkmaz." derken kendi kendine konuşuyor gibiydi. "Başı belada, biliyorum. Onu kaybedemem."

Ayağa kalkıp "Ben Pelin'e bakayım. O mutlaka ne olduğunu biliyordur." diyerek odaya doğru giderken Pelin başını ovup sendeleyerek yatak odasından çıktı.

Işıktan dolayı yüzü buruşurken gözlerini yapabildiği kadarıyla üzerimizde gezdirdi. "Ne oldu? Herkes neden gergin?"

"Pelin-" diye başladığımda Yekta araya girerek telaşla ve umutla "Yaprak nerede Pelin? Onu gördün mü?" diye sordu.

Pelin önce kaşlarını çatıp anlamsızca baktı, ardından kısaca düşündü. "Hayır, sanmıyorum. Ben yeni uyandım. Ne oldu ki?"

Egehan, Pelin'in yanına gidip elindeki kamerayı ayarlayarak videoyu başa sararken "Şimdi göreceğiz." dedi. Merakla yanına gidip görüntüleri izlemeye başladığımda Yekta da hemen yanımda durup bakışlarını endişeyle ekrana dikti.

Fabulasium'a gidişimizin ardından Pelin sendeleyerek yatak odasına geçmişti. Bundan sonraki bir saat yirmi dakikalık süreçte hiçbir şey olmadı. Daha sonra Yaprak Fabulasium'dan döndü ve önce çevreye göz atıp sonra Pelin'e seslenmeye başladı. Pelin büyük ihtimalle aşırı sarhoş olduğu için onun seslenişini duymamıştı.

Yaprak önce mutfağa doğru ilerledi. Bir dakika içinde de salona dönüp yatak odasına yöneldi ve ne olduysa o anda oldu. Yatak odasından çıkan Orkun'u görerek şaşkınlıkla donakaldım. Şu an yanımdaki herkes aynı şaşkınlığı yaşıyordu.

Egehan'ın gözleri Pelin'e dönerken yüzünde sadece endişe vardı. Yekta ise çok daha farklı bakıyordu Pelin'e. Şüpheyle.

Bakışlarımı tekrar kameraya çevirdim. Yaprak büyük bir şaşkınlıkla Orkun'a bakarken Orkun'un yüzünde sinsi bir gülümseme vardı. "Yolun sonuna geldin Yaprak."

Aramızdaki hain gerçekten oydu. Peki neden bize ihanet etmişti?

Yaprak yüzündeki tüm ifadeleri silerken güçlü bir sesle "Demek gerçekten senmişsin o peşimizdeki kişi. Pelin nerede? Ona bir şey mi yaptın yoksa?" diye sordu.

Orkun gülerek "Size ihanet eden birini hâlâ korumaya çalışman ne kadar tatlı." dediğinde kaşlarımı çattım. Ne saçmalıyordu? Pelin de şaşkınlıkla kayda bakıyordu. O da neden bahsettiğini bilmiyor olmalıydı.

Yaprak ifadesini bozmadan "Ne demek istiyorsun? Ne ihaneti? Pelin bize ihanet etmez. Aramızı bozmaya çalışıyorsun." dedi.

"Buraya nasıl girdim sanıyorsun? Pelin'in yardımıyla. En başından beri bana yardım ediyor. Şu an evde olmamasının sebebi de bu. Ben seni aldıktan sonra içeri girecek ve saatlerdir derin bir uykuda olduğunu ve hiçbir şey duymadığını söyleyecek. Arkadaşların da aptal gibi ona inanıp güvenmeye devam edecekler. Böylece hepsini kolayca ele geçirebileceğiz." dedi Orkun.

Yaprak'ın yüzündeki ifadesizlik kırılmaya başladığında Pelin "Hayır! Yalan söylüyor!" dedi.

"Tabii ki yalan söylüyor Pelin. Bunu biliyoruz, sakin ol." dedim fakat Yekta "Biliyor muyuz gerçekten? Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Ya yardım ettiyse ona?" diye sordu suçlayıcı bir ifadeyle.

Pelin başını iki yana sallayarak "Böyle bir şey yapmadım, asla yapmam. Sizi asla tehlikeye atmam." dedi telaşla.

"Yekta, biliyorum korkuyorsun ama mantıklı düşün lütfen. Pelin neden Orkun'a yardım etsin?" diye sorduğumda Yekta dişlerini sıkarak kameraya baktı.

Yaprak odaya doğru koşup Pelin'e seslendiğinde Yekta "Madem ona yardım etmedi, neredeydi o zaman? Neden odada yok?" diye sordu. Bu gerçekten tuhaf olsa da mutlaka bir açıklaması olmalıydı.

Pelin kekeleyerek "B-ben gerçekten odadaydım. Beni görmüş olması gerek! Nasıl olur anlamıyorum." dedi ve yutkundu.

Egehan sessizliğini bozarak "Bunu yapmazsın. Sen İdil değilsin." derken bunu kendine hatırlatıyor gibi görünüyordu. Pelin "Değilim. Onun yaptığını ne sana ne de bir başkasına yaparım." diye karşılık verdi.

Sıkıntıyla iç çekerken bakışlarımı Alkın, Eris ve Ayhan'a çevirdim. Sessizce bizi izliyorlardı. Alkın hâlâ boş bakmaya devam ediyordu. Şu anki konunun ne olduğunu bildiğinden bile emin değildim.

Kaydı izlemeye devam ettik. Yaprak odadan çıkamadan Orkun elindeki iğneyle yaklaşıp onu bayılttığında Yekta titrek bir nefes verdi. "Onu koruyamadım." dediğinde elimi omzuna koydum.

"Bunun seninle hiçbir ilgisi yok. Onu sağ salim bulup kurtaracağız." dediğimde öfkeyle bana baktı.

"Nasıl? Bunu nasıl yapmayı düşünüyorsun? Daha o herifin buraya nasıl girdiği bile belli değil! Biz onu bulana kadar kim bilir Yaprak'a neler yaparlar!"

"Sakin ol." Alkın'ın sert sesini duyduğumda bakışlarımı ona çevirdim. En az Yekta kadar sinirli görünüyordu.

"Kaybolan kişi Simay olsaydı sen sakin olabilecek miydin?" dedi Yekta.

"Yaprak Simay yüzünden kaybolmadı, ona bağırmayı kes." dediğinde araya girme ihtiyacı hissettim çünkü şu an ikisi de fazlasıyla üzgündü ve tartışma çok hızlı bir şekilde alevlenebilirdi.

"Tartışmak yerine ne yapabileceğimizi düşünelim." dedikten sonra bakışlarımı Pelin'e çevirdim. Fazlasıyla sarsılmış görünüyordu. Mavi gözleri bana döndüğünde "Ben gerçekten ne olduğunu bilmiyorum Simay. Onu hiç görmedim, geldiğini de duymadım. Yaprak'ın sesini de duymadım." dedi ağlamaklı bir sesle.

"Belki uyanmaman için sana da bir şey enjekte etmiştir. Sonra da seni saklamıştır. Yani en mantıklı açıklama bu." dedim.

Egehan öfkeyle bir nefes alıp "O piçi bu sefer gerçekten geberteceğim! Kimse onu elimden alamayacak!" diye bağırdı. "Size söylemiştim. En başından beri bana inanmanız gerekiyordu."

"Birbirinizi suçlamaya devam mı edeceksiniz yoksa artık bir şeyler düşünmeye başlayalım mı?" diye sordu Eris. Ayhan'la birlikte aramızdaki en sakin kişiydi.

"Tamam. Önce buraya nasıl girdiğini çözelim çünkü gitmeden önce dış kapıyı kilitlemiştim. Pencereler dışarıdan açılmıyor. Mutfak kapısı da kilitliydi." dedim.

"Bunun ne önemi var ki? Bir şekilde girmiş işte." dedi Eris.

Yekta soğuk bir ifadeyle "Aslında çok önemi var. Ne yazık ki bu durum, ona içeriden birinin yardım ettiğini gösteriyor." derken Pelin'e baktı.

Pelin yalvaran bakışlarla "Yekta ben hiçbir şey yapmadım. Neden anlamak istemiyorsun? İkisinin de geldiğinden haberim yoktu." diye karşılık verdi.

"Ben de bunu anlamıyorum işte! Biz geldiğimizde sesimize uyandıysan sana bağıran Yaprak'ı da duymuş olman gerekirdi!"

"Ne olduğunu bilmiyorum, tamam mı? Seslerini keşke duysaydım ama duymadım. Elimden hiçbir şey gelmiyor, üzgünüm. Seni de anlıyorum ama yapmadığım bir şey için beni suçlamaya devam etme."

Egehan araya girerek "Tepki göstermekte haklısın Yekta ama daha fazla Pelin'e bağırma. Onun bir suçu yok." dedi gergin bir ifadeyle. Kendini tutmaya çalıştığını görebiliyordum.

Yekta'nın sinirinde en ufak bir azalma olmazken, içimden hiç gelmese de, cebimden telefonu çıkardım. Bu konuda yapabileceklerimiz şu an çok sınırlıydı ve fazla vaktimiz yoktu. Babam bize bu konuda yardım edebilirdi. Sanırım.

"Ne yapıyorsun Simay?" diye sordu Alkın.

"Babamı arayacağım. Belki onun Yaprak'ın götürüldüğü yerden haberi vardır." dedim. Böylece babaannemin yanından kaçtığımı da anlamış olacaktı fakat umrumda değildi. "Bence sen de babanı aramalısın. Meltem Teyze de öğrense iyi olur."

"Bunu biz halledebiliriz. Onlara gerek yok." dediğinde inanamayarak ona baktım.

"Hiçbir şey halledeceğimiz yok. Kendi kendime bir şey yaptığımda beni suçluyorsun, şimdi ilk defa akıllıca bir şey yapmaya karar verdim. Bari buna karşı çıkma." dedim.

"Önce çevreyi arayalım. Belki bir iz buluruz ve onlar köşke ulaşmadan durdurmayı başarırız."

"Ya da biz de yakalanırız ve Yaprak'la beraber köşkü boylarız." dediğimde Yekta bakışlarını yavaşça bana çevirdi ve "Belki de böyle olmalıdır." diyerek dış kapıya yöneldi.

Şaşkınlıkla "Yekta saçmalama! Nereye gidiyorsun?" diye seslendim arkasından. Şu an gerçekten hiç mantıklı düşünemiyordu ki bu Yekta için kıyamet gibi bir şey olmalıydı. O ve mantıklı düşünmemek, aynı cümle içinde o kadar gülünçtü ki.

"Burada boş boş oturup beklemeyeceğim!" diye cevap verdi öfkeyle.

"Dövmeci'ye haber verelim o zaman. O bize ne yapmamız gerektiğini söyler." dediğimde duraksadı fakat oldukça sabırsız görünüyordu.

"Ne yapacaksak hızlı yapalım."

<<<•>>>

Dövmeci'yi aradıktan sonra gergin bekleyişimize devam ettik. Bize asla oradan ayrılmamamızı tembih etmişti fakat Yekta daha ne kadar onun sözünü dinlemeyi başarabilecekti, bilmiyordum.

Uzun uğraşlar sonucu Korhan Amca ve Meltem Teyze'ye de haber verdiğimizde cam kenarında gölü izleyen Alkın'ın yanına gittim.

"Neden babanın bilmesini istemiyorsun?" diye sorduğumda bakışlarını gölden çekmeden "Bazı şeyleri öğrenme riski olduğu için." diye cevap verdi.

Beklemediğim bu cevapla şaşırarak "Ne demek istiyorsun? Ondan ne saklıyorsun ki?" diye sordum.

"Babanla yaptığım işbirliğini." derken ay ışığı vuran turkuaza dönmüş gözlerini bana çevirdi.

"Bunu zaten bilmiyor muydu?"

"Hayır. Beni hep ondan uzak tutmaya çalıştı. İlişkimize de başta karşı çıkmıştı ama ne kadar kararlı olduğumu görünce geri çekildi. Tek bir şartı vardı: babanla muhatap olmamam." dedi ruhsuz bir sesle.

Babasını çok iyi anlayabiliyordum. Babam ne yazık ki -zorunda kalmış olsa da- eşini öldürmüştü. Bu affedilebilir bir şey değildi. Oğlunu ondan uzak tutmak istemesi çok normaldi. Benden uzak tutmak istemesi de öyle.

"Sence bunu yapmak istemekte haklı değil mi? Kendini onun yerine koy. Çocuğunun, eşini öldüren bir adamla herhangi bir şekilde işbirliği yapmasını ister miydin?" diye sordum.

Alkın'ın bakışları sertleşti. "Öyle birini yaşatmazdım. Böylece ortada bir sorun da kalmazdı."

Kaşlarım çatıldı. "Ne saçmalıyorsun Alkın? Babamı öldürmesi mi iyi olurdu yani?"

Alkın sıkıntılı bir nefes verdi. "Öyle demek istemedim. Sen en iyisi onun açısından bakmamı isteme benden. Sana bir şey olduğunu düşündüğüm an içimde hiç bilmediğim bir öfke açığa çıkıyor. Söz konusu sensen bırak babanı, kendi babamı bile tanımam." dediğinde tedirginlikle yutkundum. İyi değildi. Annesini gördüğü için mi böyle olmuştu? Yoksa bu öfke içinde çoktandır vardı da ben yeni mi görüyordum?

Kapı çaldığında irkildim. Bu kadar çabuk mu gelmişlerdi? Oraya doğru yönelirken Alkın kolumu tutarak beni durdurdu. "Sen burada kal, ben bakarım."

Tabii ki de durmadım ve onu takip ettim. Ters ters baksa da umrumda değildi. Salondakiler de merakla bizi izlerken Alkın kapıyı açtı. Karşımızdaki kişi oldukça sinirli görünen babamdı.

"Beni hayal kırıklığına uğratıyorsun Simay. Burada ne işin var senin?" dediğinde dilim tutulmuş gibi bakakalmıştım. Onun nasıl haberi olmuştu? Öfkeli bakışlarını Alkın'a çevirdi. "Peki sen nasıl bana haber vermezsin? Ne yapmaya çalışıyorsunuz siz?"

Alkın'ın bir şey söylemesine izin vermeden "Baba ciddi bir durum var. Arkadaşımız kayıp." dedim.

Babam sıkıntıyla iç çekti ve içeri girdi. Gözleri salondakilerin üzerinde kısaca gezindikten sonra bana döndü. "Her şeyi zorlaştırıyorsunuz. Burada yakalanmak için hazır bekliyorsunuz resmen." dediğinde kaşlarımı çattım.

"Nasıl yani?" diye sordum.

"Bu bölge köşkün çıkış noktalarından birine yakın."

Yekta sabırsız bir sesle "Kapı nerede peki?" diye sordu. Öğrenir öğrenmez gidecek gibi duruyordu.

"Söylesem de gidemezsiniz. O kadar basit değil. Ayrıca tam olarak nerede olduğunu bilmiyorum. Rotalar sürekli değişir." dedi babam.

"Baba, Yaprak'ı kurtarmamız gerek." dediğimde sinirle "Bu sizin işiniz değil. O çok güvendiğiniz Dövmeci halletsin nasıl halledecekse. Buna dahil olmayın çünkü hiçbir şey yapamazsınız. Özellikle sen Simay, bu işten uzak duracaksın. Duydun mu beni?" diye karşılık verdi.

"Peki bundan uzak durmam yeterli olacak mı baba? İzciler'i benden uzak tutmayı başarabilecek misin? Özellikle sen de bir İzci'yken." dediğimde Pelin şokla nefesini içine çekti. Onlara babamın İzci olduğunu söylememiştim. Bunu sadece Alkın biliyordu fakat artık kimin neyi bildiğiyle ilgilenmiyordum.

"Simay, sadece dediğimi yap." dedi dişlerini sıkarak. Onu yeterince sinirlendirdiğimin farkındaydım.

"Hayır baba. Artık her şeyin sonuna geldik. O adam beni sen istesen de istemesen de yakalayacak. Hepimizi yakalayacak ve öldürecek. Engel olamayacağını biliyorsun. Ama biz engel olabiliriz. Bize yardım et, lütfen." dedim.

"Bunu yapamam. Üzgünüm." diye karşılık verdiğinde hayal kırıklığıyla ona baktım.

"İdil yüzünden mi?" diye sordum. Cevabını biliyordum fakat inkâr etmesini istemiştim.

Hiçbir şey demeden yüzüme bakarken ela gözleri hüzünle doluydu. Alkın elimi sıkıca kavrasa da bakışlarımı babamdan çekemedim. Beni yine yalnız bırakıyordu ve bundan sonra da bu böyle olacaktı. Kimin yanında olmak istediğini çok iyi anlamıştım.

"Peki." derken sesim hafifçe titremişti. Alkın'ın elini bırakarak arkamı döndüm ve bana seslenmesini umursamayarak yatak odasına girip kapıyı kapatarak kilitledim. Bir süre yalnız kalmam gerekiyordu.

Kapıya tıklatıldığında Pelin'in bana seslendiğini duydum fakat kimseyle konuşmak istemediğimi söyleyerek yatağa oturdum. İçeriden boğuk sesler duyuluyordu. Ne tartıştıklarını bilmiyordum fakat babamdan bir şey öğrenebileceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlardı. O sadece karşısındakinin üzerine gider, ağzından laf almaya çalışırdı.

Burnum sızlamaya başladığında gözlerimi tavana çevirdim. Babamla her konuşmam, bana yeni bir hayal kırıklığı ve üzüntü olarak geri dönüyordu. İlişkimiz tamir edilemeyecek hasarlar almıştı ve bunun sorumlusu oydu. Bir daha onu görmek istemiyordum.

Yatağa kendimi bırakıp gözlerimi kapattım ve yanaklarıma damlaların süzülmesine izin verdim. Aradan birkaç dakika geçtiğinde kapı tekrar tıklatıldı.

"Simay? İyi misin? İçeri girebilir miyim?" Bu kez kapının ardındaki kişi Alkın'dı.

Henüz kendimi iyi hissetmediğim için "Hayır, biraz daha yalnız kalmak istiyorum. Lütfen." diye cevap verdim.

"Birlikte yalnız kalalım. Hadi aç kapıyı." dediğinde oflayarak gözlerimi açtım ve korkuyla gözlerim büyüdü. Çığlık atmayı başaramadan bir el ağzıma kapandığında hareketlerimi sınırlayan maskeli kişiye tekme atmaya çalıştım fakat ne yazık ki bunu tahmin ettiği için bacaklarımı sıkıştırmıştı.

"Gitme vakti prenses." diye mırıldandı maskeli adam. Ellerinin arasında çırpınıp çığlık atmaya çalışsam da oldukça kuvvetliydi. Alkın hâlâ kapının ardında beni ikna etmeye çalışıyordu.

O kadar aptal ve şanssızdım ki bir sürü kişinin olduğu evden kaçırılmayı başarıyordum. Adam beni yataktan kaldırdığı an öne atıldım fakat arkadan iki kol daha beni sarmaladı. En başından beri buradalar mıydı yani? Nasıl fark etmemiştik? Burada saklanılacak bir yer yoktu ki.

İki kişi beni odanın diğer ucuna doğru çekiştirdiler. Biri ağzımdaki elini hızla çekip saliseler içinde ağzıma bant yapıştırdı. Önümdeki kişiye sert bir tekme attığımda adam kısa bir anlığına afalladı fakat arkamdaki kişi kolunu boğazıma sıkıca sararak beni nefessiz bırakmaya başladı.

Odanın içindeki asma katın merdivenlerini tırmanırken amaçlarını çözmeye çalışıyordum. Çatıdan kaçma gibi bir niyetleri varsa önce tavanda delik açmaları gerekirdi. Doğru düzgün nefes alamadığım için hareketlerim güçsüzleşse de mücadele etmeyi bırakmadım. Önümdeki adam asma kattaki masanın arkasındaki sandalyeyi çekti ve sandalyenin altındaki iki dalgalı çizgiye tuhaf bir anahtar soktu. Anahtarı kendine çekerken ahşap zemin de kalktığında bunun bir kapı olduğunu fark ederek gözlerimi kocaman açtım.

Babamın bahsettiği çıkış yeri bu evin tam da içindeydi ve görünen o ki ne Eris'in ne de diğerlerinin bundan haberi vardı. Zemin öyle iyi yapılmıştı ki ancak büyüteçle inceleyen biri buradaki farklılığı anlayabilirdi. İki dalgalı çizgi ise normal bir delik olmadığı için şüphe uyandırmıyordu. Asma katın altında küçük bir bölümü kaplayan bir dolap vardı ve anlaşılan o dolap, bir dolap değildi. Kaçış yolunu saklayan bir kamuflajdı.

Beni asla bulamayacaklardı ve bunu fark etmek, kalbimin korkuyla hızlanmasına neden olmuştu. Sesimi duyurmak için son kez şansımı denedim fakat adamlardan biri ellerimi bağlayıp beni aşağı doğru çektiğinde bütün çabalarım son bulmuştu.

Oldukça dik bir merdivenden zorlukla iniyordum. Etraf fazlasıyla karanlıktı ve dardı. Sanki uzun ve dar bir dolabın içinde yürüyor gibiydim. Önümde ve arkamdaki adamlar, en küçük bir hareketimde beni etkisiz hâle getirmek için hazır bekliyorlardı.

Aradan bana göre uzun zaman geçtikten sonra ilerlediğimiz koridor biraz daha genişledi ve duvarlara yerleştirilmiş aydınlatmalar biz ilerledikçe yanmaya başladı. Karşımıza uzun bir kayalık çıktığında anlamsızca iki maskeliye baktım. Burada, yerin altında böyle bir kayalığın bulunmasının garipliği bir kenara, gidilecek bir yol ya da kapı yoktu.

Bakışlarımı fark eden İzciler'den biri gülerek "Birazdan göreceklerinden çok etkileneceksin tatlım." dediğinde yüzümü buruşturdum. Tatlım kelimesinden nefret ediyordum.

Yanındaki İzci kayalığın dibindeki taşların arasından üç küçük taş alıp büyük kayanın önce ortasına, sonra sağ altta bir yere ve en son sol üstte başka bir yere fırlattı. Saniyeler içinde kayalığın önündeki genişçe bir dikit aşağı inmeye başladığında orada bir boşluk oluştu. Aşağı doğru ilerleyen kıvrımlı yolu görebiliyordum. Bu inanılmaz teknoloji İdil'in dedesinin eseri miydi?

"Biz buradan gitmeyeceğiz tabii." dedi aynı İzci keyifli bir tonla. "Sana seni asla bulamayacaklarını göstermek için açtık bu yolu. Diyelim ki şans eseri evin içindeki kapıyı bulup açmayı başardılar. Buraya geldiklerinde asla doğru yolu bulamayacaklar çünkü her taş kombinasyonu farklı bir kapıyı açar ve yeni düzenlemeye göre sadece bir kombinasyon köşke giden doğru yolu açıyor. Bununla uğraşmak yerine yakalanmayı beklerlerse daha çabuk sonuca ulaşırlar." dedi ve kahkaha attı. Bence hiç komik değildi. Aksine dehşet vericiydi.

Dikit eski yerine oturduğunda bu sefer farklı büyüklüklerde başka üç taş alan İzci, önce sağ orta, sonra orta üst ve en son sol üste bir taş attı. Kayalığın sağ tarafındaki bir alan içeri göçtü ve orada bir boşluk oluştu. İzciler beni tutarak oraya sürüklediklerinde direnmemin anlamsız olduğunun farkındaydım. Ölüm çok yakınımdaydı ve ondan kaçmam imkansızdı.

Boşluktan içeri girip uzun bir süre ilerledik. Yol sürekli sağa ve sola sapan başka yollar tarafından bölünüyordu. Buraya öyle karışık bir ağ kurmuşlardı ki gerçekten hakim olmayan kimse buradan sağ çıkamazdı. İlerledikçe çabalarımızın aslında ne kadar saçma ve umutsuz olduğunu fark ediyordum. Biz onları yenemezdik. En azından bu dünyada. Tüm şehir onların hakimiyetindeyken bu mümkün değildi.

Artık gerçek anlamda yorgunluğu kemiklerimde hissetmeye başladığımda karşımıza çelik bir kapı çıktı. Maskelilerden biri hızlıca uzun bir şifre girdi. Sadece ilk dört rakamı görebilmiştim. Kapı ağır bir şekilde açıldığında beni içeri çekiştirdiler. Burası bir mahzene benziyordu. Farklı yönlere açılan koridorlar loş bir ışıkla aydınlatılmıştı. Zemin topraktan oluşuyordu. Tavan yüksekti ve zeminle neredeyse aynı renkteydi. Çevreyi incelemeye devam ederken adım sesleri duyarak bakışlarımı sol taraftaki merdivenlere çevirdim.

İdil yüzündeki büyük gülümsemeyle merdivenlerden inerken beni baştan aşağı süzdü ve "Hoş geldin kardeşim! Sonunda kavuştuk. Seni burada görmeyi o kadar uzun zamandır bekliyordum ki." dedi. Ardından küçük bir baş hareketi yaptığında ağzımdaki bant çıkarıldı.

"Sen gerçekten ruh hastasısın." dedim nefretle. "Yaprak nerede? Ona bir şey yaptınız mı?"

İdil alayla "Bence sen kendin için endişelen çünkü canın biraz acıyacak. Çok uzun sürmez ama. Ölünce geçer, merak etme." diye karşılık verdi.

Ona olan bakışlarımda bir değişiklik göremediğinde ofladı. "Henüz bir şey yapmadık ama hırçınlığına devam ederse bu durum değişebilir. Bu yüzden sana tavsiyem, büyük gün gelene kadar uslu dur. Daha az acı çekersin."

"Bunu neden yapıyorsun İdil? Deden böyle istediği için mi yoksa sen böyle istediğin için mi?" diye sordum. Belki bir umut bana olanlar hakkında az da olsa bilgi verirdi.

İdil'in soğuk yeşil gözlerinde küçümseyici bir ifade belirdi. "Ben ya da dedem, fark etmez. İkimiz aynı gücüz. Onun istediği her şeyi ben ondan daha çok istiyorum. İstediklerimi alacağım da. Hatta almaya başladım bile. Babamız artık tamamen benim yanımda." dedikten sonra ellerini birleştirerek sahte bir tatlılıkla "Anneme olan aşkı o kadar büyük ve tatlı ki." diye ekledi.

"Annenle uzaktan yakından alâkan yok." dedim acıyan bir tonla.

İdil güldü. "Evet, onun gibi güçsüz ve korkak değilim, doğru."

Başımı iki yana salladım. "Yanılıyorsun. Asıl güçlü olan annendi. Seni, sevdiği adamı ve arkadaşını korumaya çalıştı. Keşke bu kadar uğraşmasaymış. Eminim şu an kemikleri sızlıyordur." dediğimde yüzündeki sinir bozucu ifade yavaşça silindi.

"Bir daha annemden bahsedersen senin kemiklerini sızlatırım. Canın tahmin edemeyeceğin kadar çok yanar. Bilmediğin konularda ahkâm kesme." diye tehdit etti fakat asla korkmadım. Zaten canımı uzun süredir yakıyordu. "Bu konuşma gereksiz uzadı. Sadece merhaba diyecektim. Her neyse... Götürün onu hücresine. Biraz ünlü misafirperverliğimize şahit olsun."

Yanımdaki iki İzci kollarımdan tutup sürüklemeye başladıklarında son kez ona nefretle baktım. Aramızda kan bağı olmasından öyle utanıyordum ki.

Sağ taraftaki koridordan ilerlerken derin bir nefes alıp dolan gözlerimi kırpıştırdım. Küçücük bir dövmenin beni bu noktaya getireceğinden haberdar olsaydım bir daha asla bir dövmeci dükkanının önünden geçmezdim.

Koridorun sonunda sağda kalan kapalı odaya beni ittirip kapıyı kilitlediler. Burası gerçekten bir hücreydi. Hiç pencere yoktu. Her yer tozluydu ve odadaki tek eşya eski bir yataktı. Bizi kraliçeler gibi ağırlamalarını beklemiyordum fakat hapishane hücreleri bile çok daha iyi durumda olmalıydı.

Yorgunluk ve umutsuzlukla eski yatağa çöktüm. Her şey gün geçtikçe daha kötü oluyordu ve bundan sonraki belayı merak etmeye başlamıştım. Çok fazla beklememe gerek kalmadı.

Odaya bir gaz dolmaya başladığında tedirginlikle ayağa kalktım fakat saniyeler içinde ciğerlerim öksürükle sarsılmaya başladı. En kötüsü ise dövmemin bulunduğu yer asit değmiş gibi yanmaya başlamıştı.

<<<•>>>

O Sıralarda Göl Evinde

Evin salonunda hararetli bir tartışma yaşanıyordu. Göl evine ulaşan Dövmeci, Korhan ve Meltem yaşadıkları telaşı gençlere belli etmemeye çalışsalar da bu doğal olarak Meltem için hiç kolay değildi. Kızı kaçırılmıştı ve kimse nereye götürüldüğünü tahmin edemiyordu. Meltem'in içindeki çatışmanın aksine Korhan ve Erdem, birbirlerini gördükleri anda burun buruna gelmişlerdi.

Eski yaşananları kabullenmek ikisi için de oldukça zorken, bu yeni karmaşa tekrar birbirlerini suçlamalarına neden oluyordu. Her ikisi de çocuklarının başlarındaki beladan birbirlerini sorumlu tutuyordu.

Kamera kaydını izleyen Dövmeci sakin bir şekilde "Merak etmeyin. Yaprak iyi olacak. İzciler'in amaçlarına ulaşabilmeleri için hepsinin ellerinde olması gerek. Sadece Yaprak'ın dövmesini almanın işlerine yaramayacağını biliyorlar. Bu yüzden ona zarar vermezler." dedi. "Zaten silindir de şu an ellerinde değil."

Erdem öfkeyle Dövmeci'ye baktı. "Ama her an ellerine geçebilir. Toprak uzun süre saklanamaz." Dövmeci'den onu gördüğü ilk andan itibaren nefret ediyordu. Kızının başına musallat olmamış olsaydı şimdi Simay'la arası bozuk olmayacaktı.

Meltem başını ovarken sönük bir sesle "Toprak Simay'ın peşinde. O bildiği bir yerde olduğu sürece bir süre daha saklanacaktır." dediğinde Erdem sinirle iç çekti. Kızının peşinde bir psikopatın olması onu öfkeden kudurtuyordu. Haliyle bu duruma iyi bir şeymiş gibi yaklaşamıyordu. Önlem almak için çok geç kalmıştı. Toprak'ın karargahtayken sürekli Simay'ı sormasından işkillenmesi gerekiyordu. O bunu ne yazık ki basit bir arkadaşlık ilişkisine yormuştu.

Alkın, Toprak'ın adını her duyduğunda olduğu gibi yine yumruklarını sıktı. "Bir sonraki ortaya çıkışında bir daha ortadan kaybolamayacak hâle getireceğim onu." dedi ve bakışları son yarım saattir yaptığı gibi yine kilitli kapıya çevrildi. Simay yalnız kalmak istediğini söyledikten sonra bir daha onunla konuşmamıştı. Babasına olan kırgınlığı onu Alkın'dan da uzaklaştırmıştı ve Alkın bu durumdan nefret ediyordu. Şu an tek istediği, her şeyi boş verip ona sarılarak uyumaktı fakat önce kapıyı açması gerekiyordu.

Alkın Pelin'in de endişeyle kapalı kapıya baktığını görünce ayağa kalktı. Eris merakla "Nereye Alkın?" diye sorduğunda kapıyı işaret ederek "Tekrar deneyeceğim." diye cevap verdi. Bu sefer de kapıyı açmazsa kırmayı düşünüyordu.

"Rahat bırak onu. Belli ki yalnız kalmaya ihtiyacı var. İsteseydi açardı zaten." dedi Egehan. Simay için çok kötü hissediyordu çünkü babasının tavırlarına ne kadar çok kırıldığını yüzündeki acıdan görebilmişti. Babasının İzci olmasına pek de şaşırmamıştı çünkü artık kimseye güveni yoktu. İdil'den sonra yaşanan her şey ona normal geliyordu. Bir de Pelin'in gizemini çözebilselerdi...

Alkın Egehan'ı umursamadan kapıya ilerleyip tıklattı. "Simay. Hadi güzelim, aç artık kapıyı. Bak Yaprak için plan yapıyoruz, kaçırırsan bize kızarsın sonra." Simay'ın olaylardan uzak kalma korkusunu kullanmış olsa da içeriden bir ses gelmemişti. Artık ciddi anlamda endişeleniyordu.

"Eris, bu odanın kapısının başka anahtarı var mı?" diye sordu. Eris'le birlikte Erdem de bakışlarını kapıya çevirdi. Gözlerindeki endişe ve üzüntü net bir şekilde görülebiliyordu.

Eris "Hayır, sanmıyorum." derken Erdem ayağa kalktı. Alkın saklayamadığı bir sinirle "Siz uzak dursanız iyi olur." dediğinde Erdem soğuk bakan ela gözlerini Alkın'a dikerek "Kızımın yanına gidip gitmeyeceğime sen karar veremezsin." diye karşılık verdi.

Korhan ters bir sesle "Oğlumla konuşma tarzına dikkat et." diye uyardı. Yekta'nın sonu gelmeyen sorularını yanıtlamaya çalışan Dövmeci araya girerek "Beyler, şimdi gerilmenin sırası değil." dedi.

Erdem daha fazla beklemeyerek kapıya iki kez omuz attıktan sonra kapıyı kırdı ve karanlık odanın ışığını açtı. Alkın kaşlarını çatarak "Simay?" diye seslendi fakat hiçbir cevap gelmedi. Erdem içeri girip odanın her köşesini ararken Alkın da ona katılmıştı fakat içinde nefesini kesen çok kötü bir his vardı. Histen ziyade göğsüne oturan bir gerçek.

Odanın hiçbir köşesine saklanmamıştı ki zaten saklanması da saçmaydı. Asma katta da yoktu. Pencereden çıkmış olsa arkasından kapatamazdı. Peki neredeydi?

Alkın yutkunamadı. Elleri titremeye başlarken yıllar önce yaşadığı o tanıdık his boğazından yukarı yükseliyordu. En son annesinin kayıp olduğunu öğrendiğinde böyle hissetmişti. O çaresizliği, acıyı ve umutsuzluğu. Elleri saçlarını sıkıca kavrarken "Hayır. Tekrar olmaz. Dayanamam." diye fısıldadı. Gözyaşları yanaklarına düşmeye başladığında daha fazla ayakta duramayarak diz çöktü. "Simay..."

Erdem hâlâ çıldırmış gibi odanın içinde Simay'ı ararken salondakiler merak ve endişeyle odanın kapısına geldiler. Pelin korkuyla "Ne oldu? Simay nerede?" diye sorsa da bir cevap alamamıştı. "Alkın?" diye seslendi fakat Alkın kendinde değilmiş gibi boşluğa bakıyordu. Korhan hemen oğlunun yanına gidip ona sarılırken Pelin bu sefer ağlamaya başlayarak "Erdem Amca?" diye seslendi.

Erdem öfke ve acıyla "Bilmiyorum! Allah kahretsin!" diye bağırdı. Yekta yenilgiyle gözlerini kapatırken Dövmeci sinir krizi geçirmeye başlayan Erdem'i zapt etmeye çalışıyordu.

Ayhan ve Eris endişeyle birbirlerine baktılar. Şu an bu odada Dövmeci dışında mantıklı düşünebilecek kimse kalmamıştı ve üstlerine büyük bir görev düştüğünün farkındaydılar.

Meltem ağlamaya başlayarak "Toprak'a engel olamayacağız! Silindiri ele geçirecekler!" deyip fenalaştığında Eris hemen yanına gidip destek olmaya çalıştı fakat ne diyebileceğini bilmiyordu. Teselli etme konusunda gerçekten berbattı. Zaten teselli etmek de saçmalıktan başka bir şey değildi.

Katılarak ağlayan Pelin'i koltuğa oturtan Egehan, sevgilisinin çok sevdiği saçlarını okşadıktan sonra mutfağa doğru ilerledi ve cebinden telefonu çıkardı. Şu an zihnine çok başka bir yönü hükmediyordu.

Mesaj kısmına girerek İdil'in adını tıkladı ve içindeki duygu bombardımanına rağmen kısa bir cümle yazdı.

'Eski yerimizde buluşalım.'

Continue Reading

You'll Also Like

61.5K 742 10
Edebiyat öğretmeni Mahir Soysal'ın tayini Dersaadet Lisesi'ne çıkmıştır. İstanbul'un kenar mahallerinden biri olan Dersaadet, kinin, öfkenin, şiddeti...
437K 31.1K 62
Ansızın anne olmak zorunda kalmış genç bir kız.. Aile kavramı eksik olan birisi ne kadar anne olabilir, doğurmadığı bir çocuğa annelik yapabilir mi...
53.9K 1.4K 77
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi
3.8K 83 12
Annesi kaçmış, baba dayağıyla büyümüş, 5 yaşında kardeş acısıyla tanışmış bir çocukluktan, fahişelerin ve devrin en büyük kabadayısının yanında geçen...