ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

By ozcelikdilaraa

2.2M 186K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... More

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster

11.2K 1.3K 1.2K
By ozcelikdilaraa

Hello! Beni başta görünce bir ne oluyoruz oldunuz değil mi dfsjfğsdf. Arsız ölümlü ordusu, birazdan okuyacağınız bölüm ilk kitabın finalinden önceki en kritik bölüm. O yüzden başta hortlayıp bir şey rica etmek istedim. Lütfen edit yaparken iki önemli sahneden spoiler vermekten kaçının. Ben ağır spoiler içermediği sürece hepinizin paylaşımlarını paylaşıyorum bu yüzden lütfen spoilerdan kaçınalım sfnjsf.

Biraz daha konuşacağım sonra sizi salacağım ki okuyun. Sınırlar efendim :) Oy sınırını 300'e indirdim çünkü okullar başladı aklınızdan çıkabilir. Yorum hala 800 bence bu bölüm sınırlar kesin geçilir.

Aşklar oy istememin ve yorum istememin sebebi şu ki hikaye ne kadar aktif kalırsa watty o kadar öneriyor. Yani sizi zorlamaktan ziyade bana destek olmanızı sağlamak.

Ay çok heyecanlıyım dfnsdpofjsdğpfsdf Keşke suratlarınızı görebilsem. Neyse daha konuşmayayım da okuyun.

Sizi sonsuzluk kadar seviyorum.

Veeeeeeeeeeeeeeeeeeee sahne!

Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster

Sandaletlerimin kuma gömülmesini beklesem de öyle olmadı. Ayağımın altındaki sahil kemikten ve acıdan oluşma, tüm insanlığın umutlarından muaf bir diyardan ibaretti. Attığım her nefeste kemikler çatırdıyor, aldığım her nefeste yakıcı hava ciğerlerime doluyordu.

Hades'in ülkesinin kapılarında olduğumu biliyordum. Pella'da, Rae'nin kollarında uykuya dalmadan önce düşündüğüm son şey Hades'e ulaşmaktı. Bu onun diyarının kapılarına dayanacağım anlamına gelse de bile bunu yapmam gerekiyordu. Sorularıma sadece o cevap verebilirdi ve o bana gelmiyorsa ben de ona giderdim.

Hades gerçekte ya kasten yanlış anlatılmış bir tanrıydı ya da kendisi böyle olmasını tercih ediyordu çünkü bizi yıllarca Hades'in hikayedeki asıl kötü olduğunu anlatan ozanların aksine ziyaretimi hiçbir tanrının yapmayacağı bir hızda kabul etti. Belki de ozanların bir sik bildikleri yoktu. Belki de onların yaptıkları tek şey Zeus'un onlara emrettiğini yapmaktı. Hepsi siktir olup gidebilir, Tartarus'un derin çukurlarında yanabilirlerdi.

Sahildeki hava kuruydu ve serindi. Rüzgar esiyordu ama havadaki serinliğin sebebi bu değildi. İnsanın içinden yükselen bir soğukluk oraya adımınızı atar atmaz sizi yakalıyor ve size ölümün kıyısında olduğunuzu hatırlatıyordu. Bedenim titrerken kendimi biraz olsun sakinleştirebilmek için kollarımı gövdeme doladım ama bu hiçbir anlam ifade etmedi. Anlaşılan insanın özünden yükselen soğuğu bastıracak hiçbir güç yoktu.

Suyun sahille birleştiği noktada ise ahşap, her an yıkılmak üzereymiş gibi duran ama bizzat ölüm bile gelse yıkamayacak kadar kadim bir iskele vardı. Devasa bir kayık iskelenin yanında, görünmez bir iple bağlanmış gibi bekliyordu. Dalgasız suda hafifçe sallanıyor, sallandıkça etrafa uğursuz, tüyler ürpertici bir ses çıkartıyordu.

Kayığın kıç tarafındaki zil bir kez çaldı.

Telaşla etrafıma dönüp baktığımda geride kalan yıkılmış tapınağı gördüm. Yapraksız ağaçların gri göğe yükseldiği noktada tapınaktan kalanları rahatlıkla görebiliyordum. Başsız heykeller, yıkılmış sütunlar ve tüm o parçalanmış taş duvarlar ile gördüklerim ruhun buraya geldiğinde geride kalan hayatına benziyordu. İçi boş, sadece kabuktan ibaret fani bir yaşam. Mutlak olan ruhun bizzat kendisiyken bedenlere biçilmiş gereksiz değer.

"Yeryüzünde benim adıma tapınak yapılmaz," dedi Hades bir anda arkamda belirirken. Gözleri ilahi altın ışığı ile parlarken saçlarının arasında yerleştirilmiş diademi havanın puslu grisine inat ışıl ışıldı. Ölüme hükmediyor, ölümü yönetiyordu ama hala etkileyici görünmeyi başarabiliyordu. Belki de asıl ihtişamını kaçınılmaz olan bu sondan alıyordu. "Çünkü insanlar en büyük korkusuna taparak onu gerçek kılmak istemez. Ama aslında buna gerek olmadığını da bilmezler zira ruhun özünü nasıl taştan duvarların arasında sığdıramazsan ölümün efendisini de ölümlü ellerin taşlarını dövdüğü tapınaklarda ihya edemezsin. Ben her yerdeyim, beni unutmak isteseler bile ben onların kalplerinin son atışında gizliyim."

Başımı geriye atıp yıkılmış olsa da varlığını sürdüren tapınağa bir kez daha baktım. "Ama yine de birileri senin için tapınak yapmış, hem de senin krallığında."

Hades'in gülüşü derinden ve samimiydi. "O tapınağı Persephone yaptırdı," derken sesi bir an için karısına duyduğu özlemle titredi. "Evliliğimizin ilk yıllarında ona ters bir laf ettim, tam olarak hatırlayamasam da sanırım buranın hükümdarının ben olduğumu söylemiş olmam lazım. O da benimle dalga geçmek için bana tapabileceği bir tapınak inşa ettirdi sonra da kendi elleriyle yarısını yıktı."

Yeniden Hades'e baktığımda dikkatli bakışlarıyla beni izlediğini gördüm. Gözlerini benden bir an bile ayırmadan sadece gözleriyle ruhumu katman katman soyuyordu. "Bana onu hatırlatıyorsun," derken artık gizlemediği hüznü net bir şekilde duyabiliyordum. "Herkesin inandığının aksine onu ben kaçırmadım, o beni seçti ve aynı senin gibi aşkını her şeyin üstünde tuttu."

Gülümsemeye çalıştım ama bunu başaramadım. "Sana bir şey sormam lazım," dedim. "Seni bu yüzden görmek istedim."

Hades'in gözlerindeki ilahi parlama sönerek yerini yumuşak yeşil gözlere bıraktı. "Biliyorum, Mara."

O sahil boyunca ilerlerken ben de onu takip ettim. Tapınağın yıkılmış sütunlarının arasına ulaştığımızda bizi koyu ahşaptan bir masa karşıladı. Masanın üzerinde hiç yemek bulunmasa da yine de sandalyeleri çekip oturduk. "Sana bir şey ikram etmek isterdim," dedi Hades havaya kaldırdığı elinde som altından bir kadeh belirirken. "Ama bildiğin üzere yeraltı dünyasının yiyeceklerinden yersen sonsuza kadar buraya kısılıp kalırsın." Eğlenerek göz kırptı. "Persephone ile başa çıkabilirim dersen bu teklifi elbette değerlendirebilirsin."

Sandalyeye yerleşirken rahatsız duruşumu düzeltmeye çalışarak sırtımı dikleştirdim, masanın öbür ucuna oturan Hades'e doğru eğilerek dirseklerimi ahşap masaya dayadım. "Sorun yok," dedim ve kuruyan dudaklarımı hafifçe ıslattım. "Sorularıma cevap vermen bile benim için yeterli." Hades başını sallayarak devam etmemi işaret etti. "Bir süredir ölüleri görüyorum."

Hades'in dudaklarına götürdüğü kadeh havada kaldı, şaşırsa da yine de sakin tavrını korumaya gayret ederek kadehi masaya bıraktı. "Bunun olması imkansız, Mara." Kaşları çatıldı, krallığında olan her şeyin farkında olduğunu biliyordum ve gözleri sanki dikkatinden kaçan bir şeyler var mı öğrenmek ister gibi etrafı tarıyordu. "Kapılardan bir kez geçtin mi benim ülkeme aitsindir."

Tuttuğum nefesi bıraktım. "Biliyorum. İlk başta sadece eski Mara vardı ama bir süre sonra Meadros ve Hestios'u da görmeye başladım. Bana musallat oldular, zihnime musallat oldular."

Hades ellerini ahşaba vurdu. "Meadros da Hestios da kapılardan geçti, kayıkçılarım onlara bizzat Elysium'a kadar eşlik etti, diğer kahramanların yanındaki yerlerini aldılar. Diğer Mara'ya gelecek olursak da," Yavaşça öne eğildi, doğrudan gözlerimin içine bakarak, "O zaten sensin," dedi.

"Biliyorum. Benim de merak ettiğim şey bu işte. Öldüysem eğer nasıl yeniden doğduğumu anlayamıyorum. Zeus'un Rae'ye verdiği söz beni geri döndürmeye ve senin kurallarını çiğnemeye yetti mi?"

Hades, "Mara sen hiçbir zaman buraya gelmedin," diye sakince açıkladı. "Zeus sözünü tuttu evet ama Zeus bile aynı insan olarak dönmeni sağlayamazdı."

Dudaklarımı ısırdım. "Anlayamıyorum."

Gülümsedi. "Beden seni saran bir kabuktur Mara, insan ruhu ise bambaşkadır. Yalnızca çok az insana geri dönmeleri için izin verdim ama hiçbiri eski bedenleriyle yeniden doğmadılar. Ruhları aynıydı ama başka bedenlere yerleşip hayata yeniden başladılar. Hiçbiri geçmişte olduğu kişiden daha güçlü ve daha planlı bir şekilde dünyaya gelmedi. Hiçbiri geçmişteki hayatına beş asır sonra kaldığı yerden devam etmedi. Senin aksine."

"Zeus'un bir planı olduğunu düşünüyorsun," dedim ne demek istediğini anlayarak.

Hades başını salladı. "Sadece Zeus'un değil ama evet onun da seninle ilgili bir planı olduğunu düşünüyorum biliyorum çünkü ruhun Rae'nin ruhu ile beslenirken bedeninde ise Titanların kanı akıyor. Bu bir rastlantı değil, bu senin ardından gelecek çok daha büyük bir şeyin başlangıcı."

"Peki ya ruhum? Neden eski Mara beni rahat bırakmıyor?"

Hades yerinden kalkıp masanın etrafından dolaştı, yanıma geldiğinde uzanıp ellerimi tuttu. Elleri de en az yönettiği sonsuz diyar kadar soğuktu. "Düşmanını fiziksel olarak yenemeyeceğini anladığında onu zihninde yenmeye çalışırsın. Zeus'un sana yaptığı da bu, senin kendine düşman olmanı istiyor, seni soluduğun havayla bile etkileyebilir ama senin buna izin vermemen lazım Mara. O kadın sendin Mara, ondan daha güçlü olman veya yeniden doğmuş olman bunu değiştirmiyor. O kadının aynaya baktığında gördüğü kişiyle sen aynı kişisin çünkü aynı ruhu taşıdınız. Eğer beş asır yaşasaydı o kadının dönüşeceği kadın da sendin."

Hades'in ellerini sıktım. "O zaman biri benim özellikle kendim olarak doğmamı istedi, kendi bedenimde dünyaya gelmemi ve kaldığım yerden devam etmemi."

Yeraltı dünyasının tanrısı gözlerini yumdu. "Sana söyleyeceğim şeyi hayatın pahasına saklayacaksın," dedikten sonra gözlerini yeniden açtığında yeşilin içinde altın benekler vardı. "Ne Rae ne de bir başkası bunu bilmeli yoksa Olymposluları ve Bilinmeyen Tanrıları çok daha erkenden yıkıcı bir savaşa sokarsın." Durdu, başımı sallayarak onu onaylamamı bekledikten sonra sesini kısarak, "Biri senin ruhunu parçalara bölerek sakladı, kim olduğunu söyleyemem ama seni korumak ve Zeus'tan saklamak için özünü herkesten gizli tuttu," dedi.

"Kim?"

Başını iki yana salladı. "Neden diye sorman lazım Mara, sana yardım edenin kim olduğundan ziyade bunu neden yaptığı daha önemli." Hades öne doğru eğildiğinde suratlarımız karşı karşıya kaldı. "Zeus seni titan ve kendinden bile güçlü tanrının varlığıyla kutsadı ama amacı hiçbir zaman ruhunun özünü korumak değildi. Seni kendine sadık bir asker olarak yetiştirmek için bunu yaptı, ruhundan bağımsız ve kusursuz. Ateşi çalıp da insanlara medeniyeti verip bizden uzaklaştıran Prometheus'tan beri bunu planlıyordu. Kusursuz ve tamamen ona bağlı bir insanlık."

Ve sonunda uzun süredir cevabını beklediğim soru dudaklarımdan döküldü. "Ben neyim Hades?"

Hades'in gözlerindeki altın giderek yayıldı. "Sen tamamen Zeus'un yaratmaya çalıştığı yeni bir insanlığın ilk üyesisin Mara. Sen ne bir ilahsın ne de bir insan. Sen Zeus'un kusursuz insanısın. Ruhtan yoksun, kusursuz kabuk. Yani en azından öyle olman gerekiyordu ama ruhunu ondan çalıp saklamayı başardı."

Oturduğum yerden kalktığımda Hades de geri çekildi. "Herkesin güçlerini taklit ediyorum," derken başıma giren ağrıyı bastırmaya çalışarak elimle alnımı okşadım. "Bu nasıl mümkün olabiliyor?"

"Çünkü sen bir asker olarak yaratıldın, herkesten bir parça taşıdığın için herkesin gücünün özünü de kendine çekebiliyorsun. Seninle yeniden başlamak, sıfırdan bir insanlık yaratmak istiyordu." Hades şimdi yeniden tanrı formundaydı. Mor gücü ayak bileklerinden başlayarak tüm bedenine tırmanıyordu. "Ruhun çalınmasaydı eğer onun istediği gibi sadık bir asker olacaktın ama en azından şu an için bunun önüne geçildi."

Hades'e yaklaştım, onun mor gücünü kendime çekerek kendi bedenimin etrafına sardım. "Kim?" diye sordum tekrar. "Bana kim yardım etti?"

Hades ondan kopyaladığım gücüne bakarak güldü. "Bunu sadece o ve ben biliyoruz. Bu sırrı sadece o ifşa edebilir çünkü bu sırrı taşıyacağıma yemin ettim." Gök dalgalandı, beni rüyadan çıkartıp Pella'ya gönderecek geçit açıldı. "Geri dönmen lazım, halkın sen gelmeden hemen önce geçitten geçti, şehre girmiş olmalılar."

Bedenimi serbest bıraktım, geçide doğru çekilirken karşı koymadım. "En azından Zeus'un bunu neden yaptığını söyle," derken bedenim çoktan geçidin içine girmişti.

Geçit arkamdan kapanmadan önce Hades'in, "Çünkü her tanrı tek tanrı olmak ister," dediğini duydum. "Bunu sakın unutma Mara."

☽✩☽

Her tanrı tek tanrı olmak ister. Rae dışında her tanrı bunu isterdi evet ama halkı şehrin kapılarından geçip de Aleksandros'un koruduğu Pella'ya girerken Rae'nin istediği tek şeyin ne olduğunu biliyordum.

O halkını istiyordu. O koruması gereken şehri yeniden bir araya getirmek ve güvende olmak istiyordu. Bedeni bir gün daha ölümlü olmayacak olsaydı eğer hemen şu anda Troya'ya geri döneceğini biliyorum. Gerekirse tek başına savaşır ve tek başına ölürdü.

Onu dikkatle izlediğimi fark ederek şehre sığınanları gözlediğimiz terasta bana döndü. "Ne düşünüyorsun?" diye sordu. "Yoksa halkımı koruyamadığımı mı düşünüyorsun?"

Aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi hemen aşarak ona sarıldım. Ona aslında ne olduğumu, uzun süredir aklımızı kurcalayan sorunun cevabını vermek istedim ama bunu yapamazdım. Hades bu sırrı hayatım pahasına korumamı söylemeseydi de ona bunu zaten şu anda söylemezdim. Onun sadece Mara'ya ihtiyacı vardı, Zeus'un yeni bir insan ırkının ilk üyesi olan kadına değil sadece onun kadınına ihtiyacı vardı. Ne olduğumu öğrenmesi onun için bir şey değiştirmezdi ama bunun intikamını mutlaka alırdı. Sevdiği kadına yapılmak istenenin hesabını mutlaka sorardı.

"Şu anda düşündüğüm tek şey," derken suratımı göğsüne yasladım. "Eve döndüğümüzde üç gün boyunca seninle sevişmek. Sadece bunu düşünüyorum."

Rae güldüğünde göğsündeki başım da sallandı. "Tam da böyle önemli anlarda arsızlığın tutuyor ya," derken parmaklarını çeneme koyup başımı kaldırdı. "Sana bayılıyorum." Suratı ciddileşti, dudaklarını birbirine bastırdı. "Sana sinirlendiğim anlarda bile öyle bir şey yapıyorsun ki neye kızdığımı bile hatırlayamıyorum."

Boynunu yavaşça öptüm. "Belki de seni yine büyülemişimdir, bu daha önce yapmadığım şey değil."

Rae başını bana doğru eğdi. "Eğer Karr'ın saraya girdiğini görmemiş olsaydım," diye cümleye başlasa da terasın perdeleri aralanınca sustu ama bana göz kırpıp arkasını dönerken sözlerinin devamını anlamam için kelimelere ihtiyacım yoktu.

Karr başından çıkarttığı miğferini anında yere atarak bana sarıldı, nefes alamadığımı görünce de gülerek geri çekildi. Savaş tanrısı arkasından iş çevirdiği kehanet tanrısının ona bakışlarını yakalayınca, "Beni sikecek gibi bir halin var," dedi. "Lütfen bunu sonraya bırak çünkü tüm şehri yeraltı dünyasına indirip geri getirirken yeterince sikildim."

Tara da terastan içeri girerken, "Yalan söylemeyi bırak," dedi. "Tek yaptığın Hades'in Kharonlarını delirtmekti. Keşke biri seni alıp Tartarus'a bıraksaydı da hepimiz rahat etseydik."

Karr, siyah saçlı tanrıçayı süzerek, "O zaman seni kim eğlendirirdi?" diye sorduktan sonra çapkınca göz kırptı.

Rae homurdanarak ikisini süzdü. "En azından benim yanımda birbirinize kur yapmayı bırakabilir misiniz? En yakın dostumun içeri girmek için ikizimin odasının kapısında yatıp kalktığını bilmek o kadar hoş değil."

Karr omuz silkti. "Eğer odasının kapısına varabilsem emin ol beni içeri alana kadar oradan ayrılmazdım," dedikten sonra Rae'nin ona bakışını fark ederek teslim olur gibi elini havaya kaldırdı. "Tamam, sesimi kesiyorum."

Tara, "İyi yaparsın," dedikten sonra Karr'ı geçerek Rae'ye sıkıca sarıldı. "Lütfen bize kızma, eğer arkandan iş çevirmeseydik seni şehri terk etmeye ikna edemeyeceğimizi biliyorduk."

Rae dudaklarını ikizinin başının üzerine bastırdı. "Nestor ve Hermes nerede?" Bu konuyu kapatmadığını sadece şehri geri alana kadar ertelediğini çok iyi biliyordum. Elbette bunun hesabını bize soracağı an gelecekti ama şu an önceliği kurtarması gereken şehri olduğu için susuyordu.

Karr etrafı kurcalayıp bir testi şarap ararken, "Aşağıda insanlarla ilgileniyorlar, hepsine yeraltı dünyasına gittiklerini unutturmak biraz uzun sürecek gibi," dedi. "Bu lanet testilerin içi suyla dolu olmak zorunda mı?"

Tara geri çekilince Rae'nin elini sıkıca tuttum. "Yarın şafakta Rae tekrar gücüne kavuşacak, o zamana kadar herkese unutturabilecekler mi?"

Karr onaylayarak başını salladı, sonunda bulduğu testiden bir yudum alırken kaşları havaya kalktı. "Demek bunu yapıyoruz?" diye sordu. "Troya için son savaşımızı vereceğimizi bilmek tuhaf."

Rae elimi sıktı. "Bir gün, şehri geri almak için sadece bir günümüz var. Gün batımına kadar şehri ele geçirmezsek bir daha asla geri alamayız."

"Alacağız," dedim hiç düşünmeden. "Önce şehri alacağız sonra da Olympos'u." Rae elimi tutarak beni kendine çevirdiğinde onun sorgulayan bakışlarıyla karşılaştım. "Zeus'u durdurmazsak tekrar deneyecektir, bunu sen de biliyorsun."

Karr planımızın Rae'ye açık etmediğimiz kısmından uzaklaşmaya çalışarak, "Ama önce Troya," dedi.

Haklıydı. Önce Troya sonra da Olympos. Her tanrı tek tanrı olmak isterdi evet. Rae de eninde sonunda bunu isteyecekti. İstemek zorunda kalacağını bu odadaki herkes biliyordu, buna kendisi de dahildi.

Tara, Karr'ın elindeki testiyi çekerek ondan uzaklaştırdı. "Konuşmamız gereken bir kral ve tüm umutlarını bize bağlamış bir şehir varken gerçekten sarhoş mu olmaya çalışıyorsun?"

Karr testiyi Tara'dan geri almaya çalışsa da öfkeli kadın ona izin vermedi. En sonunda küçük bir erkek çocuğunu andıran sinirli bir bakışla, "Beni sadece Nestor'un şarapları sarhoş edebilir," dese de Tara ikna olmadığını belli ederek testiyi terasın uzak bir köşesine taşıdı. "Neyse ne, tamam içmiyorum." Pes ederek kendini terastaki sedirlerden birinin üzerine baktı. "Şu genç kral nerede peki, bizi karşılamaya gelemiyor mu?"

Onu, "Ordusunun başında," diye yanıtladım, yanına gidip uzattığı ayaklarını dürttüm. "Bazılarının aksine ordusunu düzene koymakla meşgul."

Karr rahatını bozmadı hatta ayağını havaya kaldırıp hafifçe kalçama vurdu. "Selene ve cadıları hazır, bizimle birlikte gelecekte efsanelere konu olacak bir kral ve ordusu geliyor." Uzanıp saçlarımı karıştırdığında onu ittim ama bu yalnızca keyifle gülümsemesine yol açtı. "Şehri geri alacağımıza eminim."

Tara da kendini bir başka sedire bırakırken, "Rae'yi duydun," dedi. "Şafaktan güneş batana kadar bu işi bitirmemiz gerek. Dikkatli olmak zorundayız."

Karr başını geriye atarak güldü. "Üç saat, üç saat içinde Troya'yı geri almış olacağız. Alın bu da savaş tanrısından size bir kehanet."

☽✩☽

Akşam yemeğini herkes odasında yedi. Daha doğrusu yemek yiyen tek kişi ben olduğum için odada yemiştim. Diğerleri son düzenlemeleri yapmakla ve askerleri hazır etmekle meşgulden Rae yemek yemeden beni odadan dışarı çıkartmayacağını söylediği için pek bir şansım yoktu. Kurutulmuş etimle oynadığım tüm süre boyunca gözlerini benden bir an bile ayırmamış, yuttuğum tüm lokmaların hesabını yapmıştı.

Halkımız burada, Pella'da Kraliçe Olympias'ın gözetimi altında kalacaktı. Şehri geri aldığımızda Hades bu sefer iki şehir arasında doğrudan geçit açarak halkımızı evlerine geri getirecekti. Ama önce ordular geçitten geçecek ve şehri geri alacaktı.

"İşe yarayabilir." Aleksandros haritayı dikkatle inceleyerek sözlerini bir kez de başını sallayarak onayladı. "Riskli ama işe yaradığı takdirde kesin sonuç doğuracağı şüphesiz." Güneş battıktan hemen sonra yanımıza geldiğinde birkaç saat sonraki savaş için göğüslüğünü çoktan üzerine geçirmişti.

Rae her biri bir tanrıyı işaret eden taşları eline aldı, dikkatli bir şekilde yeniden haritanın üzerine koydu. "Karr ve Spartalılar duvarın hemen önünde duracaklar," dedi Karr'ı temsil eden siyah taşı haritanın üzerine koyarak. "Akhaların tamamının şimdiye kadar şehre girmiş olmaları lazım."

Aleksandros, "Elbette," dedi. "Yağmaya başlamışlardır." Başını haritadan kaldırıp benimle göz göze geldiğinde bakışımı görmüş olacak ki, "Askerler böyledir Mara," diye sözüne devam etti. "Onların gözlerini bir şekilde doyurmak gerek."

Şehrimizin zengin sokaklarını yağmaladıkları düşüncesi bile kanımı dondurmaya yetiyordu. Bu yaşananların hesabını sormazsam ruhumun asla huzur bulamayacağını da biliyordum.

Rae uzanıp elimi tuttu, bir kez sıktıktan sonra iki tane taşı Karr'ın taşının gerisine bıraktı. "Troya askerleri ve Gece Savaşçıları da burada savaşacak, Hermes ve Nestor ise onlara önderlik edecek. Selene ve cadıları ise her birliğe eşit olarak dağıtılacak." Rae parmağıyla iki taşın arasına görünmez bir çizgi çekerek sahile yaklaştırdı. "Mara ve ben de buradan geleceğiz," derken bizi tek bir taş olarak kıyıya işaretledi, Aleksandros'a bir taş uzattı.

Aleksandros Rae'nin kendisine uzattığı taşı aldı, şehrin arka kısmına, kara ile bağlantısının bulunduğu bölgeye yerleşti. "Ve kaçtıklarında," derken keyifli bir şekilde gülümsedi, bir taş daha alıp tepelere yerleştirdi. "Onları doğrudan kız kardeşinin oklarına yönlendireceğiz."

Tüm savaş oyununu kurduğumuzda bir an için hepimiz durup sadece haritaya baktık. Şaşkınlıkla, "Bu işe yarayacak," diye mırıldandım. "Şehri ele geçirmenin savunmaktan daha kolay olabileceğini hiç düşünmemiştim."

Rae haritayı dikkatle süzdü. "Teoride öyle ama pratikte neler gelişeceğini bilemeyiz."

Aleksandros, "Hades hepimizi aynı anda ihtiyacımız olan konuma geçirebilecek mi?" diye sorduktan sonra suratını buruşturdu. "Tanrılar, gerçekten de onlarla savaşacağım."

Rae güldü. "Hades istersek bizi aynı anda binlerce farklı noktada var edebilir," dedi. "Sadece biraz huyuna gitmesi zor biri o kadar."

Aleksandros sonunda masadan uzaklaşarak gerindi. "Pekala, iki saat içinde görüşürüz o halde," dedikten sonra masanın ucuna bıraktığı miğferini eline aldı, ucundaki kızıl tüyler sallandı. "Uzun ve zafer dolu bir gün bizi bekliyor."

Aleksandros odadan çıktıktan sonra haritaya yeniden döndüm. "Planımın gerçekten işe yarayacağına inanıyor musun?" diye sorduğumda taşları topladı, ardından da haritayı toplayarak yanan ateşe attı. Hiç kimsenin şehrimizin tüm savunmasız noktalarını bilmesini istemiyordu.

Rae ateşten uzaklaşıp üzeri boşalan masaya yaklaşırken, "Ben sana inanıyorum," dedi. "Bu yüzden senden gelecek her şey kabulüm."

Karşımda durduğunda suratını sevdim. "Çok tatlısın." Kaşlarım çatıldı, parmaklarım suratı boyunca gezindi. "Neden bu kadar tatlısın?"

Rae güldüğünde nefesi saçlarımı havalandırdı. "Umut doluyum çünkü," dedi. "Uzun süredir ilk defa kendimi bu kadar rahat hissediyorum. Şehrimizi geri alacağımızı bilmem için kehanetlere ihtiyacım yok, bunu kalbimde biliyorum."

"Öyle mi?" diye sordum dudağını okşarken.

İşaret parmağımı dişlerinin arasına aldı, ön dişleriyle ısırdı sonra öperek yeniden suratına koydu. "Eve döndüğümüzde artık bir karım olacağını, bir geleceğim olacağını biliyorum çünkü."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Bir süredir eski Mara'yı görüyorum," diyerek itiraf ettim. "Sonra da Meadros ve Hestios'u görmeye başladım. Sanırım Zeus beni zihnen ele geçirmeye çalışıyor."

Rae'nin suratı acıyla çarpıldı, bu sefer uzanıp o benim suratımı sevdi. "Ne zamandır onları görüyorsun Mara?" diye sorarken sesi bir okşama gibiydi. Ben ona cevap vermeyince yeterince uzun bir süre olduğunu anladı. "Sana yardım edebilirdim, bana neden bunu daha önce söylemedin?"

"Lütfen bana acıma," dedim gözüme gelen yaşları kırpıştırarak dağıtmaya çalışırken. "Sadece iyileştir beni, sev beni."

Rae düşen bir damla yaşı dudaklarıyla yakaladı. "Seni seveceğim, yok olup da varlığım yıldızların arasındaki yerini alana kadar seveceğim." Bir damla ve bir öpücük daha. "Güçlerimi geri kazanır kazanmaz sana zihnini Zeus'a karşı nasıl korumaya alacağını göstereceğim." Elleriyle omuzlarımı tutup sıktı. "Şu anda burada değiller değil mi?"

Başımı iki yana salladım. "Hayır, değiller."

Baş parmağı kibarca yanağımı sevdi. "Artık hiçbir şeyler tek başına mücadele etmek zorunda kalmayacaksın. Hiçbir zaman tek olmayacaksın, ben de şehrim de adıma adanan tüm dualar da senindir."

Onu öptüğümde dudakları kolayca aralandı, dili hemen ait olduğu yere, ağzımın içine yerleşerek beni yumuşakça selamladı. Kollarımı beline dolayıp onu kendime çektiğimde bana karşı çıkmadı, bedenini bana bastırırken dudaklarından keyifli bir mırıltı döküldü. "Yarın gece kendi yatağımızda olacağız," derken alt dudağımı yaladı. "İçine gömüldüğümde galip çıkmış bir şehrin tanrısı olacağım."

Elimi kasıklarına uzattığımda gülmeye başladı. Huysuz bir şekilde, "Ne var?" diye sorsam da onu tuniğinin üzerinden kavramayı ihmal etmedim.

Rae'nin gülümsemesi tehlikeli bir ifadeye dönüşürken bedeni dikleşti. "İki saat," diyerek şafağı ve savaşı ima etti. "Bana yetmez."

O karşı çıkmadan tuniğinin önünden geçerek çıplak tenine ulaştım, tırnaklarım aletinin ucuna sürttüğünde sırtını gerdi. "Ne dediğini duyduğumu sanmıyorum," dedim elimle onu yapabildiğim kadar kavrarken, karşılığında ise genizden gelen bir inleme aldım. "Yine duyamadım," dedim elimi aşağı yukarı hareket ettirirken.

Rae kendini elime bastırırken elleri arkamdaki masaya dayandı. Nefes nefese bir şekilde suratını boynuma gömerken elimi yukarı yönlendirdim, baş parmağımı tepesinde gezdirdim. "Mara," dedi kulağıma. "Geri döndüğümüzde sana öyle fena şeyler yapacağım ki yemin ederim konuşmayı unutacaksın."

Başımı çevirdim, burunlarımız birbirine değdi. "Yürümeyi unutmayı tercih ederdim," dedikten sonra aletini son bir kez daha sıvazladıktan sonra bıraktım.

Rae kaşlarını çattı. "Özellikle yarım bıraktın," dedi ne yaptığımı anlayarak.

Ona gülümsedim. "Hayatta kalman için bir sebep kehanet tanrısı," dedikten sonra burnunu öptüm. "Yarım bıraktığım işi tamamlamamı istiyorsan hayatta kalacaksın."

Rae kendini bana son bir kez daha bastırdı. "Öyle bir tamamlayacaksın ki kadın," derken gözlerindeki umudu gördüm.

☽✩☽

Kısa tuniğimin açıkta bıraktığı bacaklarıma takılan hançerleri yokladım ve derin bir nefes aldım. Rae hemen arkamda, iki eli de omuzlarımda bekliyordu. Hades birazdan tüm kapıları açacak ve şehrimizi almak için dönecektik.

Aleksandros atının üzerinde yanımıza geldiğinde gülümsüyordu. "Söyle bana kehanet tanrısı," dedi sırtını dikleştirerek. "Kahramanların yanında benim de ismim anılacak mı?"

Rae genç krala baktı, elimi tutup yanımdaki yerini alırken yavaşça gülümsedi. "Senin isminin yanında kahramanlarınki de anılacak," dedi.

Anlaşılan bu Aleksandros'a yetmişti çünkü atının üzerindeki duruşu tamamen insanlıktan uzak, yarı tanrı bir kralın heybetine büründü. Atının dizginlerini düzelterek onu döndürdü ve geçecekleri geçitlere göre gruplandırılmış askerlere döndü.

Hector kendi atının üzerinde birlikte savaşacağı kralın yanındaki yerini alırken Aleksandros, "Şayet bugün ölürsem," diye söze başladı. "Ülkemin dört bir yanından tebaamdan olan insanları çağırın. Cenazemin önünden askerlerim yürüsün, silahlarıyla. Cenazemin sağından alimler yürüsün, kitaplarıyla. Cenazemin solundan zenginler yürüsün, en değerli mallarıyla. Cenazemin arkasından ise fakirler ve garipler yürüsün, gözyaşı ve dualarıyla. Sağ elime bir altın küre verin, sol elimi ise boş bırakın." Sustu, tüm birlikleri ve önlerindeki tanrıları süzdü. "O halde bugün iki şey için savaşıyoruz!" diye bağırdı kalabalığa. "Biri Troya, diğeri ise sonsuzluk!"

Hades'in geçitleri açıldığı anda, Rae'nin karanlığı da bedenine geri döndü. Sırtındaki ve gözlerindeki gezegenler ait oldukları yere dönerken suratı yeniden canlı bir şekilde parladı. Eğilip dudaklarımı öptü. "Gidip şehrimizi geri alalım arsız ölümlü," dedikten sonra beni de beraberinde geçide çekti. "Ya da bunu yaparken ölelim."

Troya'ya döndüğümüz anda ilk başta şehrin duvarlarının içinden gelen dumanları gördüm. Aleksandros haklıydı. Kıyıda tek bir asker bile kalmamış, hepsi zengin şehrimizi yağmalamak için duvarlarımızın içine sızmıştı.

Sahilde sadece biz ve Akhaların gemileri vardı. Rae karanlığını dizginleyip etrafımıza bir kalkan gibi sararken, "Hazır mısın tatlı Mara?" diye sordu.

Elimi havaya kaldırdım, parmaklarımı birbirine sürttüm. "Ben her zaman hazırdım tatlı Rae," dedikten sonra damarlarımda gezinen gücü serbest bıraktım.

Zeus'un çaldığım şimşekleri parmaklarımdan taşarak ilk gemiyi buldu. Gemi anında alevler içinde kalırken başka bir şimşek de hemen yanındaki gemiyi buldu. Sonra diğerini ve diğerini. Kısa sürede sahildeki tüm gemiler alevler içinde kalırken Rae'nin karanlığı gemilerin gövdesinden dolandı, her birinin ahşap kalbine darbeler indirirken suları yükselterek gemileri boğdum.

İskeleler ve henüz batmamış gemiler birer alev topuna dönüşürken sahili bir alkış sesi doldurdu.

Zeus sahili kaplayan dumanların içinden çıktı. Gülümsemesi o kadar genişti ki onu göre biri rahatlıkla bu dünyada en sevdiği iki kişiyi gördüğüne inanabilirdi. Tabi eğer onun sevme gibi bir güdüsü varsa. "Zekice," dedi takdir dolu bir sesle. Gözleri batmakta olan gemilere döndü. "Ya hep ya da hiç. Kaçmalarını engellemek için zekice bir taktik."

"Seni eğlendirdik mi?" diye sordum parmaklarımda ona ait olan şimşekleri özellikle çatırdatarak. "Buna sevindim."

Gemilerden biri daha gövdesi ayrılarak suya battığında Rae ufak bir kahkaha attı. "Benimle gurur duydun mu baba?"

Zeus'un gülümsemesi bir sürüngenin gülüşünü andırıyordu. "Hem de nasıl oğlum," dedi gülümsemesini dişlerini gösterene kadar genişletirken. "Hem de nasıl." Zeus başını kaldırıp ufka doğru baktı. "Bu kadar tanrı ve elinizin altında Mara gibi bir güç varken nasıl olup da yine de Akhalar'a yenildiğinizi hiç düşündünüz mü?" diye sordu.

Özellikle yanan gemilerdeki bir parça ateşi yönlendirerek Zeus'un ayaklarının dibine düşürdüm, alev anında sönse de kumda yanık izi bırakmıştı. "Çünkü sen onları korudun," dedim sakince. "Fark etmediğimi mi düşünüyordun? En başarılarının derilerine senin şimşek sembolün kazınmıştı, bu kalbine hançerimi sapladığım bir askerin neden ölmediğini anlatmaya yeter." Zeus'un dudakları hayretle büküldü. "Ama Antios'ta o iz yoktu. Yoksa onun ölmesini istedin?"

Zeus gözlerini devirdi. "Yarı tanrılar falan filan. Sonuç olarak diğer yarıları insan ve bu onları değersiz yapıyor." Başını sağa doğru eğdi, çenesiyle beni işaret etti. "Aynı senin gibi."

Zeus geri çekilip kollarını iki yana açtığında arkasındaki tanrılar kendilerini görünür kıldı. Apollon ve Artemis Zeus'un hemen arkasındaki yerlerini alırken onların hemen birer adım gerisinde ise Ares ve Farah duruyordu.

Athena ise diğer tanrıların önünde, Zeus'un hemen yanındaydı. "Artık bu işi bitirmenin zamanı gelmedi mi baba?" diye sordu tatlı tatlı. Miğferi o kadar iyi cilalanmıştı ki yüzeyinde kendi suratımı bile rahatlıkla görebiliyordum.

Zeus kızının omzunu sıkıp diğer tanrıların arasından geçti. "Geçti bile," dedikten sonra en arkaya çekilerek biraz sonra aramızda yaşananları izlemek için yarısı yanmış iskeleye yaslandı. "Yazık oldu Rae," dedi sahte bir üzüntüyle. "Ben olabilecekten sonsuza kadar ölü bir tanrı olmaya mahkum olman yazık oldu."

Dünyanın hatta evrenin sonuna varmış olsak bile sonu birlikte getireceğimizi bilerek Rae'nin elini sıkıca tuttum. Bedenim titriyordu ama şehrin duvarlarından geçen askerlerin sesini duymak bana güç veriyordu. Birazdan ikimiz de ölebilirdik ama bunu birlikte yapacaktık. "Birlikte," diye fısıldadım Rae'ye. "Daima birlikte."

Rae gülümseyerek karşımızda duran düşmanlarımıza baktı. "Sonsuzluğun her iki tarafında da," diyerek beni yanıtladı.

Zeus sıkıldığını belli edercesine elini salladı. "Peki, uzatmayalım," dedikten sonra gözlerini devirdin. "Hain oğlumla kadınını öldürün, hemen."

Apollon kanatlarını genişçe açsa da hareket etmedi, tanıdık bir kadın sesi hemen arkamızdan geldi. "Beni çok özlediğini duydum Mara," dedi bize ihanet eden Hera'nın ikizi Sabra. "Ben de kalkıp geldim."

Omzumun üzerinden ona baktım. "Savaşın başından itibaren katılamayacak kadar ödlek misin?" diye sordum eğlenerek. "Çok yazık."

Sinsi gözleri kısıldı. "Ödlek değil bir kahramanım," dediğinde ona yeniden sırtımı döndüm. Düşmanlarımızın arasında kalsak da Rae ve ikimizin güçleri aynı anda serbest kaldı, onları yakmaya hazırdık. En azından savaşarak ölecektik. Onlar burada bizimle oyalanırken diğerleri şehri geri alacaktı.

"Hadi," diye söylendi Zeus. "Akşamki kutlama yemeğine gecikmek istemiyorum."

Artemis altın renkli okunu yayına yerleştirdi, Apollon'un kanatları titredi. Farah elindeki kısa kılıcı çevirirken gülümsedi.

Üçü de bize doğru adım atarken Sabra'nın da geriden bize yaklaştığını hissedebiliyordum. Nefesimi tuttum, gücümü bir kalkan gibi ayaklandırırken grinin ve siyahın içindeki altın rengini fark ettim.

Apollon sırıtarak, "Kolyene yaptığım yeni eklemeyi beğendin mi Mara?" diye sordu.

Ben ona cevap veremeden hemen önce kanatlar göğü kapladı. Farah, Apollon ve Artemis yüzlerini Zeus'a dönerek tam önümüzde dikilirken Sabra da arkamızda kıkırdadı. "Sürpriz."

Zeus dayandığı iskelede sırtını dikleştirdi. Apollon tam önümüzde dururken Farah ve Artemis de iki yanımıza açıldı. "Troya için," diye fısıldadı Artemis. "Tanrıların şehri için."

Zeus gökte şimşekleri çaktıran bir öfkeyle, "Size onları öldürün dedim!" diyerek bağırdı.

Apollon, "Hiç sanmıyorum baba," derken sesi güneşle kutsanmış gibiydi. "Sence de kıçını o tahttan indirmenin vakti gelmedi mi?" Ve saf güneşten bir mızrak Zeus'a doğru tüm hızıyla yola çıktı. "Kardeşim ve onun kadını için."

-Kaos.

Continue Reading

You'll Also Like

23.6M 1.4M 78
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
263K 23.1K 43
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
84.4K 3.7K 31
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...
64.7K 6.2K 49
En son okuduğum roman berbat olmasına rağmen kötü karakteri Alden, mükemmel bir karakterdi. Ana kadın karakter Juliet ise biraz klasik olsa da fena d...