Hayalet kız, cep problem ve v...

By sayonararara

63.6K 8.7K 7.6K

Öldüm. Ve gözlerimi açtığımda bir çocuk taciriydim. "E ebesinin a-" ~ Daha önce hiç öldükten sonra yeni bir h... More

1》Hayalet kız olmanın getirileri
C sınıfı kötü adamların öğretileri
Azılı seri katil farelerin katilleri
Kalpten daha önemli şeylerin hırsızlığı
Çaldığım çocukların dosyaları
Müge Anlı çağırma çemberleri
Tatlı küçük turtalı Josef'in hediyeleri
Babamın pasta yapamamasının tüm sonuçları
Antik mısırdaki satanist atalarımın laneti
Murphy'nin Kiti olmama izin vermediği bir dünya
Tarihteki en berbat şovun patlayan yıldızı ve büyülü patatesler
Level 40 haydut vs level 1 profesyonel yalancı
Çalınan malın geri alınamadığı sözleşmelerin ihlali
Bir zamanlar fakir ama gurursuz bir genç vardı
Şeytanın ayağından pabucunu çalanlar
Az gidince uz gidilemeyen bir yolculuk
Linda Hanım'ın geçmişinden kareler
Bela geliyorum diyebilir ama saatini söylemez
Aç kurtlar sofrasına bırakılan kuzu şiş
Beyaz atlı prenslerin sahneye girişi
Her elanın bir bela olduğu teorisi
Binbir gibi hissettiren bir gecenin sabahı
Pek de açık olmayan bir artırma
Mal bulanındır diyenlerin hesaba katmadığı her şey
Niyetlerin amellere göre olmadığı istisnalar
Sözün bittiği kavşaktan 3. çıkış
Uzun ince yolun sonundaki uçurum
Sahipsiz evlerdeki davetsiz misafirler
Her masaldaki lanetli ormanın açık adresi
Uyananlar ve yananlar
⋘ 1. partın sonu ⋙
Röportaj
2》Unutulunca geçenler hatırlanınca geçirirler
Evdeki bulgurun bağlı olduğu kritik kararlar
Sadece hikâyemi biliyorsun adımı değil
Doğru söyleyenin onuncu köyde başlattığı isyan
Misafir ruhlar ve kiracı bedenler
Tarihin ilk nihilist feministi ve düzenin fedaileri
Krallar, kurallar ve kumrallar
Tesadüfler tecessüsleri doğurur
Bazı haklar helal edilmez
Bazı yüzleşmeler yüzsüz gerçekleşirler
Bütün iyi insanlar delidir
Ser verip sırrı peşin yollayanların yolu
Peşin verilen sırların gizli ödenen taksitleri
Kraliçeler ile tanışmanın en sıcak noktası
Okeye dördüncülerin ve nikâha beşincilerin masası
Zuhur eden zehirler ve zamazingolar
Melekler, şeytanlar ve boş gelip boş gidenler
Ay ışığının sefası mı yoksa cefası mı?
Oysa herkes dolandırır sevdiğini
Bazı kabuslar uyandığınızda başlar
Eyşan'lar ölmez şekil değiştirir
Bayan Mokoko ve şeytani ikizi
İçeride yatanlar ve ayakta uyuyanlar
Lara'nın günahkar vedası
Atla aşağı Rapunzel, takla da at
Sahtelerin ardındaki gerçekler
Altın kafesteki materyalist bülbül
Salata, Brütüs ve meyve bıçağı
Ölümcül oyunlar ve ölümlü oyuncaklar
Solucan sarrafı Berkecan'ların deforme soyu
Dost bildiğin tostlar bol kaşarlı çıkarlar
3》Tanrının evine bekçidir dolandırıcılar
Küçük insanlar ve büyük aksaklıklar
Vadeli sırların son taksitleri
Tehlike göbek adımız değil alın yazımızdı
İntikam müessesenin ikramıdır
Sır perdesi belki de betona bakan camdadır

Bahtsızlar ve tahtsızlar

905 139 43
By sayonararara


Yorumlarınızı bekliyorum. Uzun bir bölüm. Kitabın 1. Kısmı bitti.

☆☆☆☆☆☆☆♧☆☆☆☆☆☆☆☆

"Vay be. Evimiz yanmış haberimiz yok." Yatak küçük olduğu için yatarken omuz omuza sıkışmıştık. Kafamı çevirip saatler önce yatağa dokunmama konusunda oldukça iddialı olan Vini'ye baktım. Elbette pes etmişti ve benimle beraber yatıyordu. Gün içinde uyuduğum için ben iyiydim ama onun yorgun olduğu belliydi.

"Nasıl yandı acaba? Rico yakıp gitmeyi mi düşündü ki? Ama kendisi de yanmış. Küllerini bulmuşlar." Gece başımı yastığa koyduğum anda aklımdan geçen düşünceler trenine yeni vagonlar eklenmişti. Harika bir haber(!)

"Büyülü aletten dolayı olduğunu söylemediler mi? Apar topar çıkarken büyülü bir aleti devirmiş olabilirsin. Rico baygınken yangın çıkmıştır ve uyanana kadar her şey için çok geç olmuştur." Vini uykulu sesiyle kelimeleri yutarak mırıldandı. Gözleri kapalıydı. Yüzüne sarı kirpiklerinin ve sarı saçlarının gölgesi düşmüştü. Bu şekilde oldukça masum görünüyordu. Ağzını ve gözlerini açmadığı anlarda gerçekten normal ve masum bir çocuktu.

"Büyülü alet mi? Benim büyülü aletim yok ki?" Var mıydı yoksa?

"Ciddi misin sen? Evindeki neredeyse her şey büyülüydü." Vini gözlerini açıp kaşlarını çatarak bana baktı.

"Ne?" Büyü nadir değil miydi? Pahalıydı üstelik. Normal insanların evinde bir tane bile olmazdı. Giysi dolabımı düşünürsek normal biri değildim aslında- ah! Tüh! Giysi dolabındaki pahalı kıyafetler de yanmıştı o zaman yangında!

"İnandırıcı bir yalan değil."

"Yalan değil çünkü. Nasıl büyülüydü her şey?"

"Yani, lambalar, mutfaktaki eşyalar, fırın ya da tuvalet... Çok fazla büyü ile çalışan eşyan vardı." Garip olduğunu düşünmüştüm. Demek ki sebebi teknoloji değil büyüydü. Bu dünyada teknoloji yerine büyü vardı. Belki de matematik yoktu. Hayır öyle olması imkansız. Matematik evrensel bir lanet.

"Bilmiyordum. Ondan olabilir. Teknik olarak katil mi oldum o zaman?"

"Bilmiyorum. İtibarını o kadar da etkileyeceğini sanmıyorum. Zaten yeterince kötü." Vay canına. Vini acımasızdı.

"Bu hoş sözlerin için teşekkür ederim Vini." Bir cevap vermedi. Ben de gözlerimi tavana çevirdim ama anında bu kararımdan pişman oldum. Oradaki lekeler de neydi öyle?

Kafamı Vini'ye çevirdim ve tekrar onu rahatsız etmeye karar verdim.

"Önce bodrum, sonra kaçırılmış bir çocuk ve şimdi de yangın... Gerçekten de Sangwoo ile bahtımız benzer." Önce konuştuğum için rahatsız olarak bana baktı.

"Sangwoo da kim?"

"Tanımak istemezsin. Benden çok daha kötü birisi. Onun da evinde bodrum vardı ve insanları kaçırıyordu. Daha sonra bir de evi yandı tabii. Hatta seni bulduğum bodrumu onun bodrumuna benzetiyorum."

"Arkadaşların da senin gibi şey yani?"

"Arkadaşım değil! Kitap karakteri. Ayrıca ben neyim tam olarak?"

"Her neyse umrumda değil. Uyuyacağım." Homurdanıp sırtını bana döndü. Bir süre ben de amaçsızca karanlık odayı izledim. Düşünecek çok fazla şey vardı. Rico ölmüştü peki kardeşleri? Bana keloğlandaki dev kardeşleri hatırlatıyorlardı. Kardeşlerden biri ölmüştü. Muhtemelen benim yüzümden. Açıkçası suçluluk hissetmiyordum. Belki de leş bir kişiliğe sahip olduğum içindi ama Rico'nun ölümü beni etkilememişti. Aksine geriye kalan diğer 2 kardeş beni endişelendiriyordu.

Parayı ödemeden kaçtığım için peşime düşeceklerdi bir de kardeşlerinin intikamını da almak isteyeceklerdi. Başımdaki tek bela bu değildi üstelik. Aragon şirketinin açık artırmasından kaçmıştım ve hırsız olduğumu düşündükleri için beni arıyorlardı şu an. Ayrıca kaçarken bir soylunun oğlunu da rehin almıştım bunun için de aranıyor olmalıydım. Rehin aldığım adam da zaten ayrı bir kafamı karıştırıyordu. Değişik biriydi, belki de ileride sorun çıkaracaktı. Bu da yetmezmiş gibi dönüş yolunda kaçırılmıştım. Beni zorla arabasına bindiren kardeşler şu an ne yapıyordu acaba? Özellikle beni aramalarının bir sebebi olur muydu yoksa yoldan her geçeni zorla eve bırakma huyları mı vardı? Linda hanım şu an evine ulaşmış mıydı? Durad Bey ne söylemişti? Öldüğümüzü düşünüyorlar mıydı? Herkes öldüğümüzü düşünürse bu peşimizdeki insanların vazgeçmesini sağlamaz mıydı? Evet, belki de iyi bir şeydi. Bir de kaçan haydutlar vardı. Ulan! Başımda niye bu kadar dert var benim?

Küçük bir çocukla kaçak olarak ne kadar devam edebilirim ki? Param bitecek. Sürekli yer değiştirmek zorunda olduğum için sabit bir işe giremem. Kolyeyi satsam desek dünya üzerinde (sağ ve sol göz olmak üzere) sadece 2 tane olduğu için bu işle ilgilenen biriye sattığımda anında yakalanırım. Kolyenin ününü bilmeyen birine satmaya çalışsam ederinden çok daha az paraya razı olmak zorunda kalırdım. Bu şekilde satsam bile sonrasında illa ki bu da ortaya çıkacak ve beni yine bulacaklar. Kolyeyi satmam ihtimaller arasında bile değildi. Hatta bir yere gömüp hızla uzaklaşmam lazımdı.

Bu düşünceler içinde uyudum ve yüzümde gezinen rahatsız edici güneş ışıklarıyla gözlerimi açtım. Sabah olmuştu.

Kafamı çevirip Vini'ye baktığımda hâlâ uyuyordu. Muhtemelen tüm gece yürüyüp yeni uyuduğu için bu kadar fazla uyumuştu. Daha önce de fark ettiğim gibi, gözleri kapalıyken gerçekten de masum görünüyordu. Yine de bu görüntünün beni kandırmasına izin vermedim. Her çocuğun içinde küçük bir şeytan yatar.

Gerinerek yataktan kalktım. Üzerime yıkılacağından korktuğum banyoya girip yüzümü yıkadım. Kirli aynasında kirli bir kadın görüyordum. Ayna temiz olsa da kirli bir kadın görecektim çünkü hâlâ toz toprak ve kan içindeki kıyafetlerimi giyiyordum. Başka bir kıyafetim yoktu çünkü. Duş da alamamıştım. Ne kadar pistim. Bu odadan daha pistim. Vini beni nasıl dövmemişti hayret. Anahtarı ve paraları alarak Vini'yi uyandırmadan odadan çıktım.

Aşağı indiğimde lobide hancı kadını göremedim. Nerede olduğu umrumda olmadığından umursamayarak handan çıktım ve bilmediğim sokakta ilerlemeye başladım. Pazar gibi bir şeyler olması lazımdı. Çanta ve kıyafet alacaktım. Biraz yürümenin ardından sokaktaki satıcıları gördüm.

"Gel ablam gel. Prensesler bile buradan alışveriş yapıyor." Pazarcılık anlayışı her dünyada benzerdi belki de. Hâlâ uykum açılmamış olduğundan bu konu üzerine düşünmedim.

"Sadece 15 demir para! Yanlış duymadınız!" Önceden idmanlı biri olarak bu sözlerin hiçbirine kanmadım ve ilgimi çeken bir standa ilerledim. Çeşit çeşit çantalar vardı. Satıcı yaşlı bir kadındı.

"Buyrun."

"Şu çanta ne kadar?" En sağlam duranı gösterdim. Siyah, düz bir çantaydı.

"35 demir para."

"3 bakıra veriyorsan alırım yoksa yandakine gideceğim."

"Tamam sana 3 bakıra olsun." Beklediğimden daha kısa süren pazarlığın ardından çantamı alıp yoluma devam ettim. Kıyafet tezgahından da kendime ve Vini'ye birkaç parça şey alıp hanın yolunu tuttum.

Hancı kadın bu sefer yerindeydi. Kısık bakışlarla elimdeki poşetleri süzdü.

"Paran varmış."

"Şu köşede dilenip kazandıklarımla aldım." İnanmadı ama üstelemedi de. "Kahvaltı saatini kaçırdın."

"Biraz param kaldı geriye."

"Acele edersen yetişebilirsin." Onu onaylayıp poşetlerimle beraber odaya geri döndüm. Vini hâlâ uyuyordu. Ses çıkarmak için poşetleri gürültüyle yere bıraktım. Bu sese uyanmadı.

"Bugün açan çiçekler gibiyiz yalan. Yalaaan." Yüksek sesle şarkı söylemeye başladım ama bana mısın demedi. Yatağa yaklaşıp omzundan sarstım.

"Oğlum kalksana kış uykusuna mı yattın?" Huysuzca gözlerini araladı. Yeni uyandığında gerçekten tatlı görünüyordu. Birazdan algıları yerine gelecekti ve eski sarkastik benliğine kavuşacaktı. Bu yüzden bu birkaç saniyelik tatlı bir çocuk olduğu anlar nadirdi. Normal zamanlarda ejderha yavrusu eğitmeye çalışıyor gibi hissediyordum ya da huzurevindeki bir amcayla uğraşıyor gibi... Vini normal bir çocuk değildi. Ben de normal biri olmadığım için belki de ama bir şekilde yuvarlanıp gidiyorduk. Babası da ortaya çıkacak gibi görünmediğinden bir süre, muhtemelen çok uzun bir süre, beraber kalacaktık. Yine de daha birkaç gün önce dehşete uğrayan benliğim şu an bir çocuğa bakma düşüncesi karşısında oldukça sakindi. Belki de yaşadığım onca şeyden sonra ebeveynlik yapmanın hafif kaldığını fark etmişimdir. Yani tüm o kaçma ve kaçırılmalar, dövüşler... Evet, umarım hayatımın geri kalanını sakin bir şekilde Vini'ye bakarak geçirebilirim. Diğer tüm şeylerle karşılaştırıldığında bu bir lütuf. Ayrıca birbirimize alışmaya başladığımızı düşünüyorum. Beraber yaşamak o kadar da kötü olamaz. Vini sıradan bir çocuk bile değil bu yüzden gerçekten bir çocuğa bakıyormuşum gibi hissetmeyeceğim. Evet, bu bir şekilde rahatlatıcı bir düşünce. Tabii kendime kendime böyle bir karar alsam da Vini'ye fikrini sormadım. Gelecek için şimdilik benimle kalmak dışında bir planı yok, en son bu konuyu konuştuğumuzda uzlaşmıştık. Yine de benimle kalmak istemezse ne yaparız bilmiyorum.

"Hadi kahvaltıya." Beni onaylayıp oyalanmadan hazırlandı ve beraber kahvaltıya indik.

Küçük salonda hancı kadın da kahvaltısını yapıyordu. Onun dışında birkaç erkek daha vardı ve gazete okuyordu. Hızla kadının yanına ulaştım.

"Gazete geldi mi?" Görmem lazım. Üçüncü sayfaya boydan boya resmim mi basılmış görmem lazım. Üzerime kocaman kırmızı harflerle 'aranıyor' mu yazılmış görmem lazım.

"Evet. Sana kaldı mı bilmiyorum." Kısık gözleriyle beni süzdü. Sadece birkaç saat birbirimizi tanımamızın ardından onun dilini çözmüştüm. Kesemden hem kahvaltı için hem de gazete için para çıkarıp masaya bıraktım. Ülke gündemindeki aranan bir numaralı kaçak olup olmadığımı öğrenmek için makul bir ücretti.

"Senin için ayırmıştım bekle." Paraları sırıtarak alıp ok gibi yerinden fırladı. Atalarıma inat yılanı deliğinden çıkaran da deliğine sokan da paraydı. Dünyanın işleyişi buydu.

Kadını beklemek yerine iki tane kahvaltı tabağı alıp Vini'nin oturduğu masaya yerleştim.

"Bak reçel de var." Heyecanlı sesimle kahvaltı tabağını süzdü. Gördüklerini yeterli bulmuş olacak ki bu sefer mızmızlanmadan tabağını önüne çekip yemeye başladı. Ya da sadece fazla açtı.

"Ben evde daha güzel kahvaltı hazırlıyorum ama değil mi?" Buna bir cevap vermedi. Onun yerine peynirini kesti. Her nasılsa sofra adabını biliyor ama diğer tüm nezaketlerden yoksun. Sofra adabını nasıl bildiğini sorgulamıyorum bile. Zengin bir ailenin çocuğu olduğunu hep biliyordum. Bunun birçok nedeni var. Ucuz olan hiçbir şeyi beğenmiyor ayrıca babasından bahsederken de o izlenimi almıştım.

Ayrıca eski ortaklarım olan dev 'üç eksi bir' kardeşler de ailesi hakkında konuşunca geri adım atmıştı. Yani Vini'yi onlara vermemek için sorunların ortaya çıktığını söylemiştim ama anlatamayacağım sorunlar olunca bunun yakalanmak ya da tehdit edilmek dışında bir şey olmadığı belliydi. Birileri tarafından zor duruma düştüğümü düşünmüş olmalıydılar. Muhtemelen ailesinin ya da ona yakın birilerinin beni bulmaya yakın olduğunu düşünmüşlerdi çünkü başka birinin daha iyi bir teklif yapmış olduğunu düşünseler en başında yakamı bu kadar kolay bırakmazlardı. Ailesine teslim etmek zorunda olduğuma ikna olmalarının sebebi buydu. Bu işlerde tehdit yetmezdi bu yüzden daha iyi bir teklif aldığım kârlı bir işte olduğumu düşünseler kanın kokusunu almış köpekbalığı gibi yapışır ve bırakmazlardı ucunu. Bundan Vini'nin ailesinin güçlü insanlar olduklarını bildikleri sonucunu çıkarmıştım çünkü başka türlü kolay kolay bana inanmayacakları barizdi. Salak da olsalar bu konularda cin gibiydiler. Ailesinin ensemde olduğunu düşünüp belaya bulaşmadan işten sıyrılmak için bu kadar kolay çocuk yerine para iadesine razı olmuşlardı. İrdelememelerinden Vini'nin ailesi ile yüz yüze bile gelmeden bu işten sıyrılmaya karar verdiklerini çıkarmıştım. Bu da ailesinin gerçekten zengin ya da güçlü olduğunu gösteriyordu. Zengin bir ailenin çocuğunu kaçırmanın da iki sebebi olabilirdi: fidye ya da daha büyük biri altında çalışmak. Ailesinden fidye istemedikleri için (özel olarak irtibata geçmek istememelerinden ve bir çok şeyden bu belliydi) geriye kalan tek seçenek önemli birinin çocuğunu, bundan fayda sağlayacak birine (belki bir düşmana) para karşılığı satmak ya da birileri için para karşılığı o çocuğu öldürmekti. En azından başka mantıklı bir açıklaması yoktu. Tüm oklar tek bir sonucu gösteriyordu yani: Vini zengin bir ailenin çocuğuydu. Belki bir soylu ya da mafyanın oğlu... Vini'nin kaçırılmasında beraber çalışmıştık. Vini'yi kaçıran ben miydim bilmiyordum ama benim evimde tutulmuştu. Evdeki bodrum ve büyülü eşyaları düşünürsek bu operasyondaki rolümün tam olarak da bu olduğu belliydi. Bu konuda daha fazla ipucu da bulamıyordum çünkü Vini hatırlamadığını söylüyordu. Çeşitli travmalar sonrası hafıza kaybı görülmemiş şey değildi ama beklenmedik davranışlarını da hesaba katarsak rol yapıyor da olabilirdi. Yine de babasını hatırlamadığını söylemek için hiçbir nedeni yoktu. Belki de hâlâ samimiyetime inanmamıştı ve bana güvenmiyordu ancak son günlerde cidden bağımızın güçlendiğini hissediyordum. Ailesine dönmek istiyorsa bir şekilde bana ipucu vermeye çalışırdı. Yani işler o kadar karışıktı ki bu konuyu düşünmemek için sonsuza kadar zihnimin en köşesine ötelemek istiyordum. Aslında sorunlarımı görmezden gelme konusunda oldukça iyiyim de bu yüzden daha öncesinde olduğu gibi devam eden günlerde de bunu yapabileceğime inanıyorum. Hayatımın sonuna kadar sorunlarımı görmezden gelebilirim.

"Ne düşünüyorsun böyle?" Vini'nin sesiyle irkilerek kendime geldim. Sadece kısa bir an, kaçınmak için özellikle yatağın altına süpürdüğüm ve gerçekten oradaki varlığını unutana kadar yokmuş gibi davrandığım düşünceleri öylesine elimi atıp bulmuşum gibi gafil avlandım. Ne olacak canım?

"Memleket meseleleri." Bunu dememin üzerine planlıymış gibi hancı kadın gazeteyi getirdi. Gerçekleri öğrenmeye hazır mıyım emin değilim. Üçüncü sayfa haberlerinde çıkmak için daha çok erken.

"Teşekkür ederim." İçim kan ağlasa da teşekkürümü ettim. Belki yeterince iyi olursam polisler para teklif etmediği sürece aranıyor resmimi görüp beni gammazlamaya gitmezdi. Belki de çoktan bunu yapmıştı ve şu an beni oyalıyordu.

Titreyen ellerimle gazeteyi aldım. Sadece bir gazete, bu kadar dramatik olma! Sanırım elimde padişahın yolladığı ölüm fermanımı tutsam bu kadar gerilmezdim. Ya da azrail 'buyur kardeşim vaden doldu' diye elime hesap defterimi tutuştursa daha sakin karşılardım.

Ölmekten daha beter şeyler vardı. Bilgi kesin yerden, bir kere ölmüştüm zaten. Ölüm, ölüm dediğin nedir ki gülüm?

İçimdeki tüm gerginlikle anında üçüncü sayfayı açtım. Hızlı ve (umarım) acısız! Sayfada gezdirdiğim gözlerim büyük bir rahatlamaya kapandı. Ben yoktum işte!

Daha gazete basılmamış olabilir mi? Ama yeterince zaman geçti. Basılacaksa basılması lazım.

Hızlıca göz attığım sayfaları çevirdikten sonra büyük bir rahatlamayla çayımı kafama dikip biraz olsun az öncenin hararetini almasını umdum. Belki de hiç basılmayacak. Yoksa fazla mı hayal kuruyorum? İnanmak başarmanın yarısı değil midir?

Gevşeyen kaslarımla gazeteyi kapatıp önüme koydum ve büyük bir keyifle arkama yaslanıp çayımın keyfini çıkarmaya karar verdim. Benim hakkımda hiç haber yoktu be! İçimden kahkahalar attım. Hatta bu sevincim taştı ve dışımdan da attım.

"Hahahahaha!" Yüksek sesli kahkaham Vini'nin bana garip bakışlar atmasına neden oldu. Delirdiğimi sorgular gibi bir ifadeyle alttan alttan bakışına bir kere daha güldüm. İçinde bulunduğum pozitif halden dolayı ne yapsa bana melek gibi görünüyordu. Yüzüme tükürse 'Çok şükür' diyebilirdim. Keyifle çayımdan bir yudum daha aldım.

Ön sayfada gözümün ucuyla gördüğüm haberle ağzımdaki tüm çayı Vini'nin suratına püskürttüm.

"Ne oluyor ya?!" Gözümün kararmaya ve kulaklarımın uğuldamaya başladığını hissettim. Üstelik bu sefer dramatize etmek için de değildi. Vini'nin söylenmelerini duymuyordum bile. Gözlerim sadece tek bir noktadaydı.

Vini'de.

Hayır, gazetede.

Hayır, gazetedeki Vini'de.

Hayır, gazetedeki Vini'ye benzeyen çocukta.

Üçüncü sayfaya o kadar odaklanmıştım ki birinci sayfayı kaplayan habere dikkat bile etmemiştim. Birinci sayfaya göz bile değdirmemiştim. Aslında ben bozuk çay içtiğim için halüsinasyon gördüğüme inanmak istiyordum.

KÜÇÜK PRENS KAYIP!

KRALİYET AİLESİNİN EN KÜÇÜK PRENSİ ANDREW VİNCENT GRANT'IN BİR SÜREDİR KAYIP OLDUĞU SÖYLENTİLERİ ORTALIKTA DOLAŞIYORDU ANCAK SON ALDIĞIMIZ DUYUMLA BİRLİKTE GENÇ PRENSİN KAÇIRILDIĞI KESİN OLARAK...

Okuyamadım. Haberin devamını okuyamadım. Okumayı bilmeyen bir çocuk gibi gözlerim anlamsız sembollerde gezindi ama hiçbirini algılayamadım. Semboller ve hemen yanındaki büyük portre... Fotoğraf... Resim... Bir çocuk...

Şaka. Kayıp ikizler. Ruh eşleri. İnsanlar çift doğar. Ülkede çok fazla sarışın mavi gözlü insan var. Bizler simülasyonun parçasıyız. Klonlar. Hiçbir şey gerçek değil. Aklıma gelen tüm teoriler... Hiçbirinde aklımdan geçirmeye bile cüret etmediğim o ihtimal yok.

Gözlerim olabildiği kadar yavaşça karşıya çıktı. Karşımda oturan çocuğun yüzünde gezindiler. Karşımda kim vardı? Gazetede kim vardı? Ben kimdim? Tavuk göğsü tatlısında neden gerçek bir tavuk vardı?

Vini. Çocuk. Gazete. Prens. Kayıp.

Vini'nin sapsarı saçları ve masmavi gözlerinde oyalandım. Beyaz teni, küçük burnu ve yumuşacık görünen yanakları... Vini buradaysa gazetedeki kim? İnsan insana benzer.

Bakışlarım tekrar gazeteye düştü. Bir çocuk çizilmişti. Vini'ye oldukça benzeyen. Gerçekçi bir çizimdi. Umarım değildir. Sapsarı saçlar, mavi gözler, yuvarlak bir surat, gözün yanındaki küçük kahverengi ben...

Aynı yavaşlıkla bakışlarımı Vini'ye çıkardım. İlk defa gözünün çevresindeki küçük beni fark ettim. Daha önce burada yoktu. Şimdi çıkmış olmalı. Yemin ederim yoktu. Şu an yanlış görüyorum. Gerçekten yok.

Vini. Çocuk. Gazete. Prens. Kayıp. Kahverengi ben.

Gazeteye baktım: gazetedeki Vini'ye, gazetedeki Vini'ye benzeyen çocuğa, gazetedeki çocuğa benzeyen Vini'ye, Vini'deki gazeteye, Vini'ye...

Aynı saçlar, aynı gözler, aynı burun, aynı ben, aynı dudaklar ve aynı yüz. Aynısının tıpkısı. Tıpkısının aynısı mı yoksa?

Algılarım kapandı. Ne kadar süre bakışlarım gazete ve Vini arasında, Vini ve gazete arasında mekik dokudu bilmiyorum. Algılamak istemedim. İnanmak istemedim. Bilmediğim şey bana zarar veremez diye bilmek de istemedim. Ama hiçbir şey değişmedi ve içten içe kabullendiğim bir gerçek usulca ortaya çıktı.

Vini. Çocuk. Gazete. Prens. Kayıp. Kahverengi ben. Elinin körü. Zıkkımın kökü. Anasının g...

Sıralama değişti.

Hiçbir küfür yaşadığım farkındalığı hissettirecek kadar yaratıcı değildi.

☆☆☆☆

Continue Reading

You'll Also Like

3.8M 309K 85
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
316K 4.2K 23
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
64.6K 2.5K 13
"Seni çok seviyorum Çavê Şîn. Seninle gözlerimi açıp kapatacak kadar. Seninle doğup ölecek kadar. En çokta o mavi gözlerine aşık oldum."
91.6K 728 4
Herkesin aleti imtinayla yalanır...