ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

بواسطة ozcelikdilaraa

2.2M 186K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... المزيد

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü

10.8K 1.2K 1.1K
بواسطة ozcelikdilaraa

Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü

  Tapınağın önünde daha önce defalarca bulunmuştum. Yollarını arşınlamış, mozaiklerini en ince detaylarına kadar ezberlemiştim. Geride bilmediğim bir şey kalmayana kadar sütunlarını ellerimle keşfetmiş, öfkemi üzerindeki gök kubbeye haykırmıştım. Ama ona hiç bu kadar yabancı kalmamış, bu kadar hüzünlü hissetmemiştim. Küçük bir kızken bile, annemden zorla sökülüp alınıp inanmadığım bir tanrıya ibadetle geçecek yılların kıyısında bile böyle hissetmemiştim.

  Tapınak artık yıkılmıştı. Şehri koruyan ilahi temelinden geriye yanık iskelesi ve çökmüş çatısı kalmıştı. Ama hala, çıkarttığım yangına ve onu yutan alevlere rağmen yok olmamaya yemin ederek varlığının temelini Gaia'nın ruhuna çakmıştı. Hala oradaydı. Eski ihtişamından geriye hiçbir şey kalmasa da varlığının naçizane gölgesi dünyanın sonunda kadar orada kalmaya devam edecekti.

  Bunu biliyordum.

  Rae dikkatli bakışlarını tapınağın yanık iskelesinde ve Apollon'un kırık heykelinden geride kalanların üzerinde gezdirdi. Rae'nin ikizinin başı gövdesinden kopmuş, kül yığınlarının içine gömülmüştü. "Buraya ne olmuş böyle?" diye sorarken dikkatle birkaç adım attı, ayağının altındaki ezilen heykel parçalarının sesi kulağıma kırılan kemiklerin sesi gibi geldi. Belki de ses ona da aynı şeyi anımsatmıştı çünkü daha fazla ilerlemeyerek durdu.

  Dudaklarımı birbirine bastırdım, sesimi elimden geldiğinde kayıtsız tutmaya çalışarak, "Burayı yıktım," dedim. "Sana geri dönmeden önce tapınağı yaktım."

  Rae'nin bana dönük sırtı dikleşti, omuzlarının gerginlikle kasıldığını gördüm. Yüzünü benden yana dönmesini bekledim ama bunu yapmadı. "Burası eskiden benim tapınağımdı," derken sesi uzun yıllardır bu dünyada mevcudiyetini bir şekilde sürdürmeyi başaran bir tanrının emsalsiz hüznüyle yüklüydü.

  "Biliyorum." Sesim kendi kulağıma bile fazla öfkeli, fazla tez canlı gelmişti. "Bu yüzden senin anını kirleten bu tapınağı yaktım."

  Rae nihayet yüzünü benden yana çevirdiğinde bakışlarında görmeyi beklediğim gurur yerine karanlık bir ifade vardı. "Beni korkutuyorsun," dedi son derece dürüst bir tonla. Öyle ki dudaklarından dökülen kelimeler bedenimi kuşatan karanlığı kadar güçlü ama bir o kadar da çaresizdi. "Bazen sana baktığımda uğruma alabileceğin riskleri görür gibi oluyorum ve bunu önlemek için neleri feda etmem gerektiğini kestirmeye çalışıyorum."

  Beklediğim kesinlikle bu değildi. Onun için değil bir tapınak, tüm dünyayı alevlere tutsak edebilecekken onun vermesini arzuladığım tepki kesinlikle bu değildi. Bana inanmasına ve onun için yapabileceklerime güvenmesine ihtiyacım vardı. Ancak o bana güvenirse ben de kendime güvenebilirdim.

  Rae'nin surat ifadesi biraz olsun yumuşadı. "Sana güveniyorum arsız ölümlü." Arkasında kalan harabeye ve terk edildiği belli olan şehrime baktı. "Şehri de mi sen bu hale getirdin?"

  "Hayır," dedim hiç vakit kaybetmeden. "Şehrin bu halde olduğunu bilmiyordum." Bir yalan ama bu düşünceyi Rae'nin takip edemeyeceği kadar büyük bir hızla zihnimden uzaklaştırdım. "Meadros'un babasını burada bulabileceğimizi düşünmüştüm."

  Rae başını belli belirsiz salladı. "Sanırım dönsek iyi olacak Mara," dedikten sonra yeniden biraz önce çıktığımız suya doğru ilerledi.

  Şimdi olmazdı. Geçitleri sadece benim bozabileceğim bir büyüyle mühürlediğimi şimdi öğrenemezdi.

  Kolunu tutarak ona engel oldum. "En azından geri dönmeden önce şehre ne olduğunu öğrenebilir miyiz?" diye sorduktan sonra, "Lütfen," diyerek ekledim.

  Rae'nin kararsızlığı duruşundan ve surat ifadesinden rahatlıkla okunuyordu. Bir yanının eve dönmek istediğini biliyordum ama diğer yanı ise şehre ne olduğunu merak ediyordu. Ama daha önemlisi, benim içimi rahatlatmam için bunu yapacağını ve burada kalacağını biliyordum.

  Düşüncelerime sahip çıkarak ona baktım, yaptığım tüm planları hem kendi zihnimden hem de onunkinden uzak tuttum. Buraya neden geldiğimizi eninde sonunda anlayacaktı zaten. En azından o an gelene kadar onu düşüncelerimden uzak tutmayı başarabilirsem elinde geri dönmek için diretecek bir sebebi olmayacaktı.

  Rae uzanıp suratımı okşadığında parmaklarındaki nasırlar tenimi kaşındırdı. "Peki Mara," derken sesi sakin bir teslimiyetle doldu. "Sen nasıl istersen."

  Birlikte tapınaktan şehre uzanan yol boyunca yürüdük. Şehri dışarıdaki tüm tehlikelerden koruyan duvar çökmüş, seçildiğim gün beni şehrin dışında tutan kapılar parçalanmıştı. Sokaklarda hiç kimse yoktu. Ne bir ceset ne de başka bir şey. Geride kalan kırık çömlek parçaları ve dağılmış sokaklar dışında hiçbir şey yoktu.

  Rae'nin gücü bedeninden çıkıp şehrin tüm boş sokaklarını bizden önce dolaşırken kaşları çatılı, bedeni ise gergindi. "Tüm bu insanlar nerede?" Gücünün sınırları biraz daha genişlese de kimseyi bulamadı. Bilememek onu tedirgin ediyor olmalıydı.

  Ama ben biliyordum. Rae'nin bilmediğini biliyor ve bunu ondan gizliyordum. İki gece önce ondan gizli olarak verdiğimiz karar bizi bugün buraya getirmişti.

  Güneş battıktan sonra hepimiz yemek odasında buluşmuştuk. Rae Seus'u kontrol etmek için gittiğinde kısıtlı zamanımız olduğunu biliyorduk.

  Hermes tam karşımdaki sedirde oturuyordu. Onun arkasında Karr ve Tara biraz önce sıkı bir kavgaya tutuşmuş olsa da buna rağmen öfkelerini dizginlemeye çalışarak orta bir yol bulmak için ikisi de çaba harcıyordu. Tara en sonunda parmaklarını koyu renk saçlarının içinden geçirerek pes etti. "Bu yaptığımız şey için bizi asla affetmeyecek."

  Karr'ın kızıl gözleri hala içinde yaralar açmaya devam eden kadının üzerinde dolanırken hiç olmadığı kadar yorgundu. "Eğer onu şehirden kaçırmazsak bizi affedecek bir tanrımız olmayacak."

  Nestor sıkkın bir şekilde iç çekerek oturduğu iskemlede biraz daha yayıldı. "Sadece iki gün kaldı," derken gözleri önce odadaki diğer üç tanrının üzerinde dolaştı sonra da benim yüzümde asılı kaldı. Muhtemelen hissettiğim dehşet suratımdan okunuyordu. "Onu şehirden çıkartıp çıkartmayacağımıza bir an önce karar vermemiz gerek." Yüzüklerle dolu parmakları sabırsız bir şekilde iskemlenin koluna vurdu. "Rae üç gün boyunca ölümlü olacak Mara, onu bu şehirden ya hemen çıkartacaksın ya da cesaretsizliğinin sonuçlarını göze alacaksın."

  Hermes sırtını dikleştirdi. "Onun bir kez daha ölmesini göze alamayız." Haberci tanrının kaşları çatıldı, bakışları karardı. "Zeus'un bir kez daha kazanmasına izin vermektense tüm Olympos'u kanla boyar, buluttan merdivenlerinden tanrıların özünü akıtırım."

  Bu düşünce bedenimde bir ürpertinin belirmesine neden oldu. "Peki biz gidince şehre ne olacak?" diye sordum. "Tüm o insanlar, tüm o askerler onlar ölürken Rae'nin kaçtığını düşünmeyecekler mi?"

  Karr Hermes'le göz göze geldi, Hermes sanki ona izin verir gibi başını eğince Tara'dan uzaklaşıp benim sırtımı dayadığım sütuna doğru yürüdü. "Bir planımız var." Uzanıp uzun parmaklarıyla omzumu kavradı. "Riskli ama hayata geçirilmesi imkansız değil."

  Yutkundum. "Devam et."

  Karr başını eğip suratını benimle aynı seviyeye getirdi. "Şehri bu gece tahliye etmeye başlayacağız. Önce parça parça Rae'nin dikkatini çekmeyecek şekilde ama sonra sizin gidişinizin ardından toplu olarak yapacağız bunu."

  Hermes, "Ama sen gidince geçitleri kapatacaksın ki Olymposlular bu zamanda sıkışıp kalsın," dedi. "Şehrin tahliyesini Hades sağlayacak. Tüm Kharon'larını emrimize verdi. Önce herkesi Lethe'nin kıyısına alacak ama ölümlüler orada uzun süre hayatta kalamayacakları için senden haber gelir gelmez diğer zaman geçirecek."

  İçimde yeşeren umut neredeyse gözlerimi yaşartacaktı. "Peki diğer zamanda nereye sığınacağız?"

  Nestor gülümsedi. "Pella'da genç bir kral var," derken sesi en az kendi yaptığı şaraplar kadar yumuşaktı. "Onu ikna edersin diye umuyoruz."

  "Ben mi?" Nefesim boğazıma takıldı, kolyem öfkemin varlığını hissederek harekete geçmek için ısındı. "Planın en önemli kısmını bir ihtimale mi bıraktınız? Ben onu nasıl ikna edebilirim?"

  Karr bir kez daha omuzlarımı sıktı, beni sakinleştirmeye çalışarak, "Akıl hocasının her şeyden haberi var," derken yalan söylemediğini anlamam için doğrudan gözlerimin içine baktı. "O kralla konuşacak. Gerekirse sen de ona halkımızın kim olduğunu, bizim kim olduğumuzu anlatacaksın."

  Tara testiye uzanıp bir kadeh şarap koyarken, "Kral doğmadan önce Rae babasına bir kehanet gösterdi," dedi. "Çocuğun varlığını annesinin karnındaki bir aslanla duyurdu, önceki kralın oğlunun Olympos tarafından kutsandığını anlamasını sağladı. Genç krala bu kehaneti söylersen sana inanacak çünkü kimse henüz onun içinde yatan aslanın farkında değil." Dudakları bir gülümsemeyle büküldü. "Onun dışında."

  "Peki kralın akıl hocası?" Ellerimin titrediğini fark eden Karr'ın parmakları benimkilere dolandı. "Ona nasıl ulaşacağım?"

  Karr yalnızca, "Naia," demekle yetindi. Yemek odasının kapısı yavaşça açıldı ve Naia uysal adımlarla içeri girdi. Helene de tam arkasından, her zamanki dondurucu surat ifadesiyle başı dik bir şekilde yemek odasına adımını attı. "Naia'nın bir planı var," dedi sakin ama hesaplı bir ses tonuyla.

  Rae ve benim haberim olmaksızın yapmış oldukları kaçış planına şaşırmaya fırsat bulamadan Naia, "Selene," dedi. "Geçen hafta diğer zaman gönderdiğimiz ulak bize ondan haber getirdi."

  Selene bizden önce gelin olarak yetiştirilmiş kadınların seçilmemiş olanlarından biriydi. Yıllar önce annemin bana öğrettiği ama o bana hatırlatana kadar anımsamadığım büyüyü kullanarak Rae'nin kehanetlerini çalmıştım. Ama benim gidişimin ardından kayıplara karışmıştı, en azından o ana kadar ben öyle olduğunu düşünüyordum. "Selene'nin bu konuyla ne ilgisi var?"

  Tara, "Gelen mektupta," dedi. "Kaçmasının sebebinin tüm İon şehirlerindeki cadıları toplayarak savaşımıza yardımcı olacak bir birlik yaratmayı amaçlaması olduğunu anlatmış. Yazdığına göre şu anda yanında yüz kadar kadın olsa da tüm İon şehirlerindeki sayıları üç bini buluyormuş."

  Karr haberin ciddiyetini bana fark ettirmeye çalışır gibi elimi sıktı. "Şehir düşecek Mara ama onu yeniden hem de olduğundan da güçlü bir şekilde ayağa kaldıracağız."

  Kaşlarım çatıldı. "Şehir düşmeden yardımımıza gelsinler o halde," dedim. Öfkem boğazımdan hızla yükseldi. "Ne için bekliyorlar?"

  Hermes oturduğu yerden kalktı, kendinden emin adımlarla odanın içinde dolaşmaya başladı. "Çünkü Mara, Zeus bu şehrin düşmesini istiyor ve bunu yapana kadar da durmayacak. Ama biz onu sonrasında hazırlıksız yakalayacağız. Hem şehrimizi geri alacağız hem de tanrımızı layık olduğu tahta çıkartacağız."

  Her ne kadar planın gerçekleştirilebilir olmasını düşük bir ihtimal olarak bulsam da, "Selene şu anda nerede?" diye sormadan edemedim.

  Karr'ın kızıl gözleri plana sıcak baktığımı anlayarak parladı. "Şehrinde," dedi. "Penelop senin gidişinin ardından çıkan ayaklanmayı bastıramayarak şehirden kaçmak zorunda kalmış. Şehir tamamen boş Mara, geride kalanlar diğer şehirlere kaçtı. Selene sizi orada bekliyor, tüm cadılar orada toplanıp bizden gelecek komutu bekleyecekler."

  Ve plan kuruldu. Basitti ama tehlikeliydi. Şehir düştükten sonra geri kalanlarla Pella'da buluşacak ve genç kralın korumasıyla askeri gücünü talep edecektik. Şimdi ise Rae'yi en azından yola çıkana kadar onu koruyabilecek insanların yanına götürmem gerekiyordu.

  Rae Selene'nin varlığını benden önce hissetti. Bedeni yay gibi gerilip benim önümde yükselirken Selene harabeye dönmüş küçük şehir meclisinin yolundan yürüyerek geldi. Arkasında yürüyen beş kadın onu saygıyla takip ederken onlar yürüdükçe siyah tunikleri yerleri süpürüyordu.

  Karşımıza geldiklerinde altı kadın da dizlerinin üzerine çöktü ve bakışlarını yere eğdi. Diğer kadınlara göre bize daha yakın duran Selene, "Tanrı Rae," diyerek Rae'yı selamladı, ardından da bakışlarını kaldırıp bana baktı. "Ve Mara."

  Kendime engel olamayarak ileri atıldım ve herkesten önce bana Rae'nin kim olduğunu söyleyen bu kadına sarıldım. "Selene, hayattasın," dedim. Yaşadığını bilsem de Rae'nin yanında bildiklerimi açık etme cesaretini bulamadım. Ama yine de Selene'nin geri çekilip bana bana bakışından beni ele verecek hiçbir şey yapmayacağını anladım. O bir cadıydı ve üstelik bizim müttefikimizdi.

  Rae bize yaklaştı. "Seni tanıyorum," dedi Selene'ye bakarak. "Sen de bana gizlice dua edenlerden birisin."

  Selene başını salladı. "Keşke gizlice dua etmek zorunda kalmasaydım efendim."

  Rae Selene'yi ve gerisinde şimdi ayağa kalkan kadınları süzdü. "Şehre ne oldu?" ılık bir esinti sarı saçlarını suratına doğru savursa da saçlarını düzeltmek için hiçbir hamle yapmadı. Yalnızca doğrudan tanrısının gözlerine baktı.

  Başımı belli belirsiz sallayarak Selene'ye devam etmesini işaret ettiğimde, "Mara'nın gidişinin ardından şehirde ayaklanmalar çıktı," dedi. "Şehir maalesef kaderine terk edildi ama biz buradayız."

  Rae altı kadının her birini dikkatli bir şekilde incelerken gözleri kısıldı. "Peki siz kimsiniz?"

  Kuzguni saçlarını sıkı bir örgüyle başının tepesinde toplayan bir kadın öne çıkarak, "Biz Troya Cadılarıyız," dedi. "En azından siz bizi kabul ederseniz öyle olmayı umuyoruz."

  Selene konuşan cadıyı, "Fiba," diyerek uyardı. "Bu kararı verecek olan tanrımız," dedikten sonra saygı dolu bakışları yeniden Rae'ye döndü. "Lütfen size bir şeyler ikram etmemize izin verin."

  Rae başını belli belirsiz salladığında bakışlarından bir şeyler düşündüğünü rahatlıkla anlıyordum. "Burada bu yüzden mi kaldınız?" diye sorduğunda onlarla öylece yemeğe oturmayacağımızı üstü kapalı bir şekilde belli etti. "Ve kaç kişisiniz?"

  Selene Karr'ın bana zaten anlattığı hikayenin Troya'nın düşüşünü ve halkın tahliyesini içermeyen kısmını Rae'ye de anlattı. Sayılarının şu an için az olduğunu ama diğer şehirlerdeki cadıların da birkaç hafta içerisinde burada toplanacağını ve onların da bizim geldiğimiz zamana, Troya'ya gelmeye hazır olduklarını söyledi.

  Rae ikna olmuş muydu bilmiyorum ama ne düşündüğünü belli etmemek için özel bir çaba harcadığını gösterir bir hali de yoktu. Selene bizi kamp yaptıkları tepede ağırlamak istediğini söylediğinde onu reddetmedi ve şehrin terk edilmiş sokaklarından geçerken bir an olsun yanımdan ayrılmadı.

  Selene ve Fiba bize eşlik ederken eskiden kız kardeşlerimle paylaştığımız evin önünde durduk. Bedenim elimde olmadan gerildiğinde Rae'nin sıcak eli benimkinin üzerine kapandı. "Görmek ister misin?" diye sorduğunda başımı iki yana sallayarak onu reddettim.

  Orada görecek hiçbir şey kalmamıştı. Bu hayatla işim tamamen bitmişti.

☽✩☽

  Güneş batmadan hemen önce sonunda Selene ve diğerlerinin kaldığı çadırlara ulaştık. Kamp alanı şehrin dışındaki bir tepenin üzerine kurulmuştu. Karr haklıydı. Alana ulaştığımız anda aslında Selene'nin özellikle yanında en güvendiği cadılarla geldiğini ama çok daha fazlasına sahip olduğunu anlamıştım. Damarlarında büyüyle damgalanmış kan akan onlarca kadın saygıyla bize hizmet etmeye, bizi güvende hissettirmeye çalışıyordu.

  Selene ve diğerlerinin kaldığı çadırlar küçük olsa da en azından rahatlardı. Şehri kuş bakışı, tepeden görüyorlardı ama yeterince uzakta bulundukları için denizden geçen bir gemi ya da şehre ne olduğunu merak edip yollarını değiştirecek gezginlerin bakışlarından korunuyorlardı.

  Selene ortak çadırda, herkesin bir arada oturup yemek yediği görece içerisinin daha sıcak olduğu deri kaplı alandaki masada bize de yanında bir yer ayırdı. Masaya oturduğum anda altımdaki ahşabın pürüzlü yüzeyini hissettim ve rahatladım. Güvendeydim, güvendeydik. Biraz sonra kopacak kıyametten çok uzaktaydık.

  Çadırın dışındaki hava kararmaya başladığında Selene ve diğer cadılar çoktan şarap testilerini elden ele dolaştırmaya başlamışlardı. Rae ilk başta onların uzattığı şaraba çekimser bir tavırla baksa da rahatlaması gerektiğini hissederek Selene'nin sağ kolu Fiba'nın ona uzattığı kadehi reddetmedi.

  Ben ikinci kadehimi de yuvarlayıp en sonunda doymuş bir şekilde arkama yaslandığımda Rae hala rahatsız bir şekilde sırtı dimdik oturmaya devam ediyordu. "Şafakta," dedi buz gibi bir sesle. "Troya'ya döneceğiz." Onun aslında çoktan, gün batmadan çok önce dönmeyi tercih ettiğini ama cadılardan oluşan bu önemli müttefikleri reddetmek istemediğini biliyordum.

  Selene ile göz göze geldik, bakışlarını benden dikkatli bir hızla kaçırıp Rae'ye döndü. "Cadılarım ve ben de size seve seve eşlik edeceğiz." Gözlerini önündeki kadehe indirdi. "Bu şehirde daha uzun süre kalmanız tehlikeli. Ne olursa olsun savaşa katılmayan tanrılar var ve onlar buraya ulaşabilir."

  Yemeğin geri kalanı sessizlik içinde geçse de hava karardıkça Rae'nin huzursuzluğunun da arttığını hissedebiliyordum. Gücünün şehrine yaklaşan felaketi hissedip hissetmediğini merak etsem de bu düşünceyi zihnimden uzak tuttum.

  Yemek boyunca onu gözlesem de bana hissettiklerini belli etmemek için üstün bir çaba sarf etti. Ama artık daha fazla dayanamayacağı bir noktaya geldiğinde yalnızca birkaç yudum alınmış kadehini masaya bırakarak ayağa kalktı.

  Tüm cadılar da Rae ile birlikte ayağa kalktı ve biz ortak çadırdan çıkana kadar da biri bile yerine oturmadı.

  Fiba bizi küçük çadırımıza getirdikten sonra saygıyla eğildi. "İyi geceler," dedikten sonra başını kaldırmadan çadırdan çıktı.

  Rae küçük saman yatağı ve yerdeki postu inceledi, gözleri içeride bir masa olmadığı için yere yan yana dizilmiş testilerin üzerinde oyalandı. Eriyerek doğrudan zemini kaplayan mum kalıntılarına bakarken kaşları çatıldı. "Bu şehir terk edilmiş ama cadılar hala burada," derken dikkatli bir şekilde parmaklarını minik alevlerin üzerinde gezdirdi. "Bize zaten katılacaklarsa neden daha önce hareket etmediklerini anlayamıyorum."

  Dikkatli bir şekilde Rae'nin yanına ulaşıp kollarımı arkadan gövdesine doladım. Alnımı omzuna yaslamadan önce sıcak tenine bir öpücük kondurdum. "Bunu onların zihninde okuyamıyor musun?" Aslında bu sorunun cevabını öğrenmek için hevesten yanıp tutuşsam da elimden geldiğince umursamaz bir tavırla sormaya gayret etmiştim.

  Rae başını iki yana salladı, bedeni her ne kadar kollarımın arasında gevşese de tüm gece olduğu gibi hala diken üzerindeydi. Hissediyordu ama neyi hissettiğini tanımlayamıyordu ve bunun için inanmadığım tüm tanrılara şükürlerimi sunabilirdim. "Zihinlerine mil çekmişler," derken kollarımın arasında dönüp bizi yüz yüze getirdi. "Zihinlerine girmemi engellemenin bir yolunu bulmuşlar."

  Kalbim göğüs kafesimin içinde hızlanırken Rae nefes alışımdaki değişikliği fark etti. Gülümsemeye çalışarak, "Bize yardımcı olacaklar," dedim. "Önemli olan da bu değil mi?"

  Çadırın açık kapılarından gökteki yıldızların bir işaret feneri gibi yanıp söndüğünü gördüğüm anda vaktin yaklaştığını anladım. Bu Tara'nın uyarısıydı, gelecek darbe için bana hazırlıklı olmamı söylüyordu.

  Rae kafası karışmış gibi suratını buruşturdu. "Sanırım," dedi ve başka bir şey söylemeden kollarımın arasından çıkıp küçük yatağa gidip oturdu. Başını ellerinin arasına aldı, uzun parmaklarıyla iki kaşının ortasındaki o yeri ovuşturmaya başladı. "Kendimi tuhaf hissediyorum." Gözleri kapanır gibi olsa da başını iki yana sallayarak gözlerini açtı.

  İçimden ağlamak gelse de ona yine de gülümsedim. "Muhtemelen bu zamanda daha önce hiç bu kadar uzun süre geçirmediğin içindir."

  Sandaletlerimizin uçları birbirine değene kadar ona yaklaştım, ellerini tutup suratından çektim. Kafasını kaldırıp bana baktığında o çok sevdiğim suratını parmaklarımın ucuyla okşadım. Gülümsedi, içinde yükselen kötü hissiyatı bastırmaya çalıştığını anladım. "Mara," dedi sakince. "Sende bir tuhaflık olduğunu söylesem arsız dilin devreye girer mi?"

  Dikkatini dağıtmayı umarak sırıttım. "Arsız dilimin devreye girmesini istediğim başka alanlar var," derken dikkatli bir şekilde bacağımı iki yana açarak kucağına oturdum. Eğilip alt dudağını dişlerimin arasına aldım, ısırdığım bölgeyi dilimle dolaştım. "Sen de böylesini tercih etmez misin?"

  Rae'nin elleri kalçalarıma indi, beni kendine bastırdı. Dudaklarının arasından bir inleme dökülse de suratını hemen sonra acıyla buruşturdu. "Kendimi garip hissediyorum," dedi. "Bir şeyler oluyor."

  Onu bir kez daha öptüm, ağzını açtığında dilimi içeri kaydırarak ağzının her bir köşesinin tadını aldım. Bana yumuşak bir şekilde karşılık verdi ama kucağında hareket ederek ondan daha fazlasını talep ettim. "Hiçbir şey olduğu yok," dedim ona nefes alması için birkaç saniye zaman tanırken. "Birlikteyiz ve güvendeyiz. Hiçbir şey olduğu yok."

  Rae sertliğini bana bastırdı ama yine de dudakları donuklaştı, öpücüğü sonlandırdı. Beni kucağından kaldırmaya çalıştığında ise ona engel olarak bacaklarımı sıkıca beline doladım.

  Acı içinde haykırdığında derinden gelen bir gümbürtü koptu, karanlığı bedeninden dışarı taştı. "Buradayım," dedim bir kez daha onu kollarımın arasında sıkıca tutarak ama Rae beni duymuyor gibiydi. Altımdaki bedeni acı içinde titrerken karanlığı beni tutarak üzerinden kaldırmaya çalıştı.

  Gücüm hemen ona karşılık verdi, ikimizin etrafına dolanan ve çaresizce çırpınan karanlığını dışarıda tutarak bizi korumaya aldı.

  Rae'nin başı geriye düştü. "Mara!" Haykırışı sadece kulaklarıma değil tüm bedenime doldu. "Mara!"

  Bedeni tamamen geri düşerken ona hala sarılmaya devam ediyordum. Bedeni kasılıp bükülürken onu tutmaya çalıştım. Gözleri kapalı, suratı ise hiç olmadığı kadar beyazdı. "Rae, buradayım. Ben buradayım."

  Beni duymadığını biliyordum. Sadece acı içinde haykırıyor, bedenini hissettiği acıdan kurtarmak ister gibi kasıp büküyordu.

  Göz pınarlarından ve burnundan kanlar süzülmeye başladığında korkudan ellerim titriyordu. "Ölmeyeceksin," derken başını tutup kaldırmaya çalıştım. "Duydun mu beni? Ölmeyeceksin."

  Rae'nin gözleri açıldığında artık o gözlerde ne evren vardı ne de yıldızlar. Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı, konuşmaya çalıştığında ise ağzından akan kanlar tüm sesini yuttu. Hiç düşünmeden tuniğimin eteğini yırtarak suratını temizlemeye çalıştım ama solgun elleri beni bileklerimden yakaladı. "Bunu nasıl yaparsın Mara?" diye sorduğunda sesindeki çaresizlik yüreğimin etrafına dolandı. "Şehrimin düşmesine göz mü yumdun?"

  Güçsüz de olsa beni üzerinden ittiğinde bu sefer ona engel olmadım. Tüm suratı ve kıyafetleri az önce hissettiği kaybın etkisiyle kan içinde kalsa da doğrulmayı başardı. Olduğu yerde ileri geri sallanırken başını ellerinin arasına aldı. Yere, dizlerinin üstüne çöktüğünde ise son bir kez bağırdı. Boynundaki damarlar neredeyse patlayacak kadar şişti.

  Tam karşısına ben de dizlerimin üzerine çöktüm. "Düzelteceğiz, her şeyi düzelteceğiz bana güven," dedim.

  Rae kafasını kaldırıp bana baktı, gözlerinde gördüğüm ifade eğer çoktan dizlerimin üzerine çökmemiş olsaydım beni yere düşürürdü. "Beni kandırdın." Suratındaki kanları elinin tersiyle silmeye çalışsa da bu yalnızca daha fazla dağılmalarına sebep oldu. "Benim sevgimi kullandın."

  Suratına uzandım ama elimi itti. "Hayır," dedim aceleyle. "Seni kurtardım."

  Rae yatağa tutunarak güçlükle de olsa ayağa kaldı. "Şehrim düşerken insanlarımı yalnız bırakmama sebep oldun." Omzunun üzerinden dönüp bana baktı, derin derin soluyarak kendini sakinleştirmeye çalıştı. "Sen bunu nasıl yaparsın?"

  Aceleyle kalkıp yeniden karşısına geçtim, elini sıkıca tutup göğüs kafesime götürdüm. "Herkes güvende," derken yalan söylemediğimi anlaması için elini kalbimin üzerine bastırdım. "Hepsi şu anda Hades'in himayesinde. Onları bu zamandaki tanrılardan korunabilecekleri tek yer olan Pella'ya götürecek."

  Rae irkildi. "Pella mı?" Kurumuş dudakları gerildi. "Tahmin ettiğim kişiden mi yardım isteyeceğiz Mara?"

  Alnımı onunkine yasladım. "Seni hak ettiğin yere getireceğiz Rae," derken ellerimle bir yandan da suratını temizlemeye çalışıyordum. "Sen en güçlü tanrısın ve artık babanın seni mecbur ettiği kaderi yaşamak zorunda kalmayacaksın. Ölü tanrı olmak zorunda değilsin Rae, sen mutlak olansın. Hepimizin kurtuluşusun."

  Rae'nin bedenini yeni bir titreme dalgası sararken ona sıkıca sarıldım. "Birazdan yola çıkacağız, Hades'in gücü bizi doğrudan Pella'ya götürecek ve kral da kabul ederse orada halkımızla buluşacağız." Onu öptüm. "Üç gün sonra sen gücüne yeniden kavuşana kadar seni koruyacağıma kanımın üzerine yemin ediyorum."

  Rae pes ederek başını omzuma dayadığında tüm bilinmeyen tanrılara şükrettim. Şehrimiz düşmüştü evet ama o şehri hiç olmadığı kadar güçlü bir şekilde yeniden yükseltecektik. Troya'nın düşmüş olarak kalmasına ne olursa olsun izin vermeyecektim.

  Rae'nin kolları belime dolandı. "Arsız ölümlü," diye fısıldadığında kendinden geçmek üzere olduğunu anladım. "Bunu yapmaman lazımdı, ben bir Olymposlu değilim, artık değilim."

  Bacaklarındaki güç çekilirken onu sıkıca tutarak yere düşmesini engelledim. Bilinci gitmeden hemen önce onu bana bakmaya zorladım. "Haklısın sen bir Olymposlu değilsin Rae," dedim her bir kelimenin üzerinde gereğinden fazla oyalanarak. "Sen bir Troyalı'sın."

  Rae'nin gözleri kapatırken onu nazikçe dizlerimin üzerine yatırdım.

  Geçmişti. Bir şekilde en kötüsünü atlatmayı başarmıştık.

  Selene çadırın kapısında belirdiğinde Rae'nin suratını temizlemiş, güç de olsa onu yatağa yatırmayı başarmıştım. "Mara." Suratındaki ifadeden beklediğimiz adamın geldiğini anlayarak yataktan uzaklaştım.

  Sırtımı dikleştirdim, boynumdaki kolyenin yüzeyini okşadım. "Dışarıda mı?" diye sorduğumda Selene başını sallayarak beni onayladı. "Lütfen Rae'nin yanında kal," dedikten sonra çadırdan dışarı çıktım.

  Orta yaşlı adam, yıldızlı gecenin altında bekliyordu. Atının boynunu okşarken benim geldiğimi hissederek arkasını dönerek bana baktı. Kırlaşmaya başlamış saçları alnına dökülen adamın suratında dingin bir ifade vardı. Beni başıyla selamlarken gözlerinin gökteki yıldızlar kadar parladığına yemin edebilirdim.

  Arkamda kalan çadıra baktıktan sonra yeniden ona döndüm. Üzerimde her ne kadar Rae'nin yaldızlı kanı olsa da gülümsemeye çalıştım. "Aristoteles," dedim onu selamlayarak. "Bize Pella'ya kadar eşlik edecek olman büyük bir incelik."

  Adamın nazik gülümsemesi genişledi. "Bu bir şereftir hanımım, üstelik tanrılara hizmet etmekten başka bir amacım da yoktur" dedikten sonra atından ayrılarak bana doğru yürüdü. Karşı karşıya geldiğimizde ise yumuşak gözleri suratımda gezindi. "Ve lütfen bana Aristo deyin, Makedonya'da bana böyle seslenirler."

Hello Kaos bugün 25 yaşına girdiiii. Bana mesaj atan, doğum günümü kutlayan ordumun tüüüüüüüüüm üyelerini seviyorum! Geçen yıl doğum günümde beş tane okuyucum varken şimdi resmen bir ordum var inanamıyorum dkçflsşdfd

Aristo'yu google amcaya sorarak kimin hocası olduğunu ve meşhur kralımızın kim olduğunu öğrenebilirsiniz :) (Bakanlar yazsın buraya kim gelmiş kitabaaaaa)

Şimdi bölüm biraz kısa çünkü sıcaktan daha fazla yazamadım fdlfsdşf. Ama son bölümler daha uzun olacak çünkü destan yazmaya karar verdim yaz yaz bitmedi soşdfjsdf

Sınırlar da :) 350 oy :) 800 yorum :)

Sizi sonsuzluk kadar seviyorum. İyi ki doğmuşum da sizin gibi bir aileye sahip olmuşum ben.

-Kaos.

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

Solcu Aşk +18 بواسطة bittimidayi

الخيال (فانتازيا)

749K 17.3K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
Sex Merkezi🔞 بواسطة StarGirl💫🖤

الخيال (فانتازيا)

31.6K 108 14
Tecavüz,şiddet,taciz ve sex içerir.Bu bir sexting eseridir.
my teacher kim? بواسطة hwang arya

الخيال (فانتازيا)

28.8K 2.1K 29
Biyoloji öğretmeni Kim Taehyung, öğrencisi Jeon Jeongguk'a ödev verir.
BAL ÇİÇEĞİ +18 بواسطة Kübra Öz

الخيال (فانتازيا)

24.6K 1.5K 29
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...