KIZIL GECE +18

By DuruMavii

4.1M 326K 188K

Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediğ... More

KIZIL GECE
1.BÖLÜM : "Arayış"
2. BÖLÜM: "Safir Mavisi"
3. BÖLÜM: "Kehanet"
4. BÖLÜM: "Kızıl Esaret"
5. BÖLÜM: "Zincire Vurulan Ruh"
6.BÖLÜM: "Kaderdeki Zelzele"
7. BÖLÜM: "Büyü"
8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"
9. BÖLÜM: "Yargısız İnfaz"
10. BÖLÜM: "Geçmeyen Geçmiş"
11. BÖLÜM: "Sahipsiz Ruhlar Mezarlığ
12. BÖLÜM: "Ceza Muhakemesi"
13. BÖLÜM: "Gece Kraliçesi"
14. BÖLÜM: "İtirazlar"
15. BÖLÜM: "Kurbanlar"
16. BÖLÜM: "Efsunkar"
17. BÖLÜM: "Vecalar"
18. BÖLÜM: "Bilinmezin Bilineni"
19.BÖLÜM: "Kimpras'ın Soluğu"
20. BÖLÜM: "Kayıp Parçalar"
21. BÖLÜM: "Kırık Geceden Kaçış"
22. BÖLÜM: "Zamanın Pençesi"
23. BÖLÜM: "İzsiz Suretler"
24. BÖLÜM: "Sessizlik Alfabesi"
25. BÖLÜM: "Tehlikenin Surları"
26. BÖLÜM: "Zihnin Ölümcül Duvarları"
27. BÖLÜM: "Kızılın Kıvılcımı"
28. Bölüm: "Ruhların Savaşları"
29. BÖLÜM: "Gecenin İntiharı"
30/ Birinci Kitap Finali: "Kırık Dökük Nefesler"
31. BÖLÜM:"Ruhun Sancısı"
32. BÖLÜM: "Kızıl Göl Ve Siyah Çakıltaşı"
33. BÖLÜM: "Kabuk Tutmayan Yaralar"
34. BÖLÜM: "Sarmaşıklar"
35. BÖLÜM: "Dokunuş ve Doğuş"
Kızıl Gece 1 Kapak!
36. BÖLÜM: "Bağlılık Yemini"
37. BÖLÜM: "Zaman Tutulması"
39. BÖLÜM: "Uçan Balonlar"
40. BÖLÜM: "Aşk ve Geçit"
41. BÖLÜM: "Kraliçe'nin Perileri"
42. BÖLÜM: "Zamansız Döngü"
43. BÖLÜM: "Bir Tutam Sarı Saç"
44. BÖLÜM: "Pembe Küpeler"
45. BÖLÜM: "Alaz"
46. BÖLÜM: "Bebek Kokusu"
47. BÖLÜM: "Tuzak"
48. BÖLÜM: "Kavuşma Ve Ölüm"
49. BÖLÜM: "Bağ"
50/ İkinci Kitap Finali: "Yol Ayrımı"
Kitaplarımız
Kızıl Gece 2 Kapak!
51.BÖLÜM; "İki Dünya Arasında"
52. Bölüm; "Zamanın Kuytusu"
53. BÖLÜM; "Döngü"
54. BÖLÜM; "Ruha Dönüş"
55. BÖLÜM; "Labirent"
56. BÖLÜM; "Cam Kırıkları"
57. BÖLÜM; "Tutsak"
58. BÖLÜM: "Dönüş"
59. BÖLÜM: "Geleceğe Dönüş"
60. BÖLÜM: "Anne"
61. BÖLÜM; "Kapıyı Aralamak..."
62. BÖLÜM: "Yeniden Merhaba"
63. BÖLÜM; "Her Şeye Rağmen..."
64. BÖLÜM: "Dün Ve Bugün"
65. BÖLÜM; "Ruhların Tuzakları"
66. BÖLÜM; "Birkez Daha..."
67. BÖLÜM: "Kan Ve Kurşun"
68. BÖLÜM: "Acı Mucize"
69. BÖLÜM; "Tutkuyla Dans"
70/Üçüncü Kitap Finali; "Sanrılar ve Sancılar"
Kızıl Gece Şarkı Ve Kapak🖤
71. BÖLÜM: "Başka Bir Evren"
72. BÖLÜM; "Seni Buldum"
73. BÖLÜM; " Kayboldum Bebeğim"
74. BÖLÜM; "Küreyi Arayanlar"
75. BÖLÜM; "Geçiş Kapısı"
76. BÖLÜM: Safornikon'a Açılan Kapı"
77. BÖLÜM; "Ayrı Dünyalar"
78. BÖLÜM; "Efsunlu Yağmurlar"
79. BÖLÜM: "Yolun Yolum"
Ateşten Küle
KAÇIRMAYIN!
ÇOK ÇOK ÖNEMLİ!!
80. BÖLÜM: "Zaferin Gölgesinde"
81'den...

38. BÖLÜM: "Karmaşa"

92.3K 5.4K 2.8K
By DuruMavii

Selam kızıl ülkenin kıymetli sakinleri.

Biliyorsunuz değil mi; Kızıl Gece'miz siparişe açıldı 🖤

İki kitap uzunluğunda, epey hacimli bir kitap. Alanlardan fotoğrafını bekliyorum.

Merak ettiğiniz soruların cevabı kapağı paylaştığım bölümde mevcut.

Sizi aksiyonu bol bir bölümle başbaşa bırakıyorum.


Olöf Arnalds ~Surrender

Jamie Duffy ~ Solas

Keyifle okuyun.
🖤

Dev bir karmaşanın orta yerinde bir buz kütlesine dönüşmüştüm. 

Düşüncelerimi ve hislerimi birbiriyle buluşturamıyordum. 

Nedenler ve sonuçlar; olasılıklar ve aranan çıkış yolları… Her birimizin kafasını saatlerdir meşgul edenler bunlardı.

Naylondan sızan yağmur suyu sabahın ilk ışıklarına dek kara zemine damlarken, çıkardığı ses nefes alışverişimiz kadar normalleşmişti. Bir süredir kulağımı tımalayan sessizliği çığlığımla bastırmak istiyordum. 

“Blöf olabilir.” Perla kendi sözlerini onaylayarak başını salladı. “Blöf olması kuvvetle muhtemel.” Ah, Perla. Düpedüz kendini kandırmayı seçiyordu.

“Sanmıyorum.” dedi Efraim. “Mei’nin kardeşine olanları bilen biri var, bundan eminiz ve dost değil.” Seyrek kaşlarını havalandırdı. “Üç büyüklere haberi uçuran da o olmalı.”

“Ne yapacağız?” diye sordu Mirel. “Gün neredeyse doğdu. Mahkeme bu gece. Rozelin’i nasıl koruyacağız?”

“Belki de önce haberi üç büyüklere taşıyanı bulmalıyız.”

Mestan’ın önerisini Mirel destekledi. “Evet, bunun için ben de çok hevesliyim.”

Biran uzun bir süredir kenetli olan parmaklarını birbirine ayırırken başını kaldırdı ve tayfasına baktı. Gözleri kızarmıştı, nedeninin beyin yakan düşünceleri olduğunu biliyordum. “Olan oldu. Nedenine ve sebebine daha sonra bakacağız. Yapmamız gereken ilk şey o mahkemeden sorunsuzca sıyrılmak.”

Kimi bakışıyla kimi ise eylemiyle liderini onayladı. Her biri biliyordu; o mahkemede olabilecekleri ve çok daha fazlasını. Bense başıma ne gelebileceğinden bihaberdim. Yürüttüğüm tahminlerin gerçekçi ihtimaller karşısında çok masum kalacağı aşikardı. 

“Eve dönüyoruz. Akşama kadar sağlam bir fikri olmayan kapımı çalmasın.” Ayağa kalktı, göz üzerimdeydi. “Burdan almak istediğin bir şey varsa hallet.”

Ben de ayaklandım. “Bir şey almayacağım.”

Perla, “Ben beş dakika içinde hazırım olurum.” dedi, ancak daha ayağa kalkmasına fırsat kalmadan ağabneyi hafif bir el hareketiyle onu durdurdu.

“Burada kal.” Her birinde göz gezdirdi. “Hepinizle akşam görüşeceğiz.”

Konteyner evden Kimpras ormanına uzanan yolda ağzımızı bıçak açmadı. Yaşadığım içsel karmaşanın onun da zihnini mesken tuttuğunu biliyordum. Yakınlaşmamız ve sonrasında yaşananlar… Çok kısa bir süre içinde kendimizi iki keskin dugunun kucağında bulmuştuk.

Birini sindiremeden, bir diğeriyle boğuşuyorduk. 

Bizi içeri aldıktan sonra bahçenin kalın zincirini sıkıca bağlayıp kilitledi. Bu, kimse tarafından rahatsız edilmek istemediği anlamına geliyordu. Eve girdiğimizde, odalarımızın bulunduğu koridorlara dağıldık. İlk iş olarak sıcak suyun altına girdim, onun da aynısını yaptığından neredeyse emindim. Üzerime polar pijamaları giydim ve saçlarımın ıslaklığını havluyla aldırdıktan sonra tarama kısmına es geçerek mutfaktan gelen tıkırtılara doğru yürüdüm. 

Kahvaltı hazırlıyordu. Saçları ıslaktı ve siyah eşofman takımıyla bu kez bedeninin tüm kısımları kapamıştı. 

“Bir şey söyleme.” dedi başını itinayla doğradıklarından kaldırmayarak. “İlla söyleyeceksen, günaydın, de ve buraya gelip benimle kahvaltı yap.” 

Daha önceki Rozelin ona itiraz ederdi. 

Daha önceki Rozelin değildim. 

“Günaydın.” Ada tezgahın başına oturdum ve onunla kahvaltı yapmaya başladım. Sıradan bir pazar kahvaltısından uzaktı. Sadece karnımızı doyurduk ve kalktık. Koridorda arkamdan yürürken, duran adımlarını işittim. Dün gece bir dakika bile uyuyamamıştık, son birkaç saattir ayakta durmakta güçlük çekiyordum.  Bir şey söylemedi. Bu kez ben söyledim. 

“Benimle uyuyabilirsin.” 

Bizi odasına götürmesini bekliyordum ama öyle olmadı. Arkamdan uzanarak odamın kapısını açtı ve bedeniyle bedenime yön vererek tek kişilik yatağıma uzanmamızı sağladı. Sırtım göğsüne yaslandı, yine başını enseme sakladı. Kolları göğsümün altından sararken, “Bu yatak daha iyi.” diye mırıldandı. Oysa koca bedeni yatakta çok fazla yer kaplıyordu, sarılmasak düşebilirdik. “Bu yatak kesinlikle daha iyi.”

Gözlerimi açtığımda hava henüz kararmak üzereydi. Yanımda yoktu ama uzakta olmadığını biliyordum. Koridora çıktığımda, burnuma çalınan sigara kokusu beni girişe yönlendirdi. 

Açık dış kapının önüne çektiği tekli koltukta oturmuş, yağmuru izlerken sigarasını içiyordu. Sağ ayağıyla ritim tutuyordu. Sol ayak bileği sağ dizinin üzerindeydi ve yasladığı bedeni tüm koltuğu kaplamıştı. Kapıdan süzülen kızıl alacakaranlığın aydınlattığı girişin ortasına kadar yürüdüm. Arkasında durduğumda, soracağım sorunun aslında tam da şu an aklından geçenler olduğunu biliyordum. 

“Bana en kötü ihtimali söyle." 

Sustu. Bu, yaptığı en iyi şeydi.

"Susman bir şey değiştirmeyecek." diye konuştum bu kez. "Bilmeye hakkım olmadığını mı düşünüyorsun?

Sigarasının külü ile birlikte bakışları da yere düştü. Ayak bileğini taşıyan dizi tuttuğu ritmi hızlandırırken, içimde korkunun zerresi yoktu.

"Nasıl yaptığını anlamak için seni yer altı mahzenine kapatırlar. Yalnızca ayinler ve büyücülerin yüzünü görürsün ve ne zaman biteceğini bilemezsin."

Bunu yaşamıştım. Yaşadığım en kötü deneyimdi. Yine de korkamadım. "Hadi ama Biran, daha kötüsü olmalı."

Daha kötüsü olduğunu biliyordum.

Bacağı ritmine son verdi. Sigarası iki parmağının arasında yassılaşmıştı. Onu zorladığımı biliyordum. Ne var ki niyetim bu değildi.

"Bir cadı olduğunu düşünebilirler."

Söylediği şeyin anlamı bilmiyordum ama hissettiklerim vardı. Yaklaştım ve oturduğu koltuğun yanında dizlerimin üzerine çökerek, parmaklarını koltuğun kenarına dayadım. 

"Bir cadı olduğunu varsayalım... Ülkende cadılara ne yaparlar, yabancı?"

Ağır ağır kalkan başı bana döndü. Mavilerinde konaklayan öfke, taş taş üstünde bırakmayacak kadar güçlüydü. 

"Ülkemde cadıları asarlar." dedi, tınısı ölüm  kokan sesiyle. "Ama ülkemde, benim karıma el uzatmaları için önce benim nefesimi kesmeleri gerekir. Her ne olursan ol."

Gözlerimi bir an için kapattığımda, korksuzuluğumun kaynağına ulaştım. İsmi Biran’dı. 

Zincir sesi bakışlarımızı bahçe kapısına uzattı. Gülümsedim. “Bizimkiler geldi.”

Dudaklarında aynı yarım tebessüm yer aldı. “Geldi, bizimkiler.”

Mireli, Mestan, Perla ve Efraim; farklı ve ele avuca gelir fikirler sundular. Biran, her birinden bir parça aldı ve ortaya eksiksiz bir senaryo çıkarttı. Yapacağım tek şey o senaryoyu ezberlemek ve üç büyükleri kendime inandırmak için iyi bir oyunculuk sergilemekti. 

“Ya büyü ile bana doğruyu söyletirlerse…” 

“Hayır.” Perla işaret parmağını iki yana salladı. “Sana daha önce de söylemiştim, hatırla. Mahkemelerde hiçbir büyünün geçerliliği yoktur.” Mahcup bir tavırla devam etti. “Olsaydı, ilk mahkemede sen kazanmış olurdun.”

Katıldığım ilk mahkemeyi hatırlamak canımı yaktı. “Haklısın.”

“Mahkeme kurulduğuna göre üç büyüklerin elinde delil ya da tanık var, demektir. Eğer tanık varsa sırrımızı ortaya çıkaran kişinin kim olduğunu öğreneceğiz. Bir tahmininiz var mı?”

Mirel’in sorusuna önce Mestan cevap verdi. “Bence Steven.”

“Ben Temur Alizen’in parmağı  olduğunu düşünüyorum.” dedi Perla.

Efraim otuz iki diş güldü. “Onun parmakları şu an kırık ama sen bilirsin.”

Biran’ın sert bakışları Efraim’e ciddiyet yüklerken, Mestan, “Hualp olabilir.” dedi. “Evet, toprak konusu çok yeni  ama reddedileceğini önceden tahmin ederek bu durumu koz olarak saklanmış olabilir.”

“Ya sen ağabey? Senin bir tahminin var mı?”

Biran konuyla ilgilenmese de kız kardeşini yanıtsız bırakmadı. “Düşman çok. İlle bir tahmin istiyorsanız, annemin uzun süredir sesi çıkmıyor.”

Annesinin adını böyle bir konunun içinden kolayca geçirmesini hala normal karşılayamıyordum. 

“Şaşırmam. Kraliçe Nivera’nın sessizliği beni de çok işkillendiriyor. Ya sen Rozelin, ne düşünüyorsun? Aramızda hisleri en kuvvetli olan sensin.”

“Mirel, açıkcası bunu hiç düşünmedim. Merak ettiğim de söylenemez. Bir an önce kurtulmak istiyorum.”

“Kurtulacaksın.” dedi Biran. “Bunun için ne gerekirse yapacağım.” Sigarasından sert bir nefes alıp kendine söyledi. “Gerekenden daha fazlasını…”

Meşaleler gecenin kızıl karanlığını aydınlatıyordu. Saat gece yarısına ulaşmıştı, mahkeme alanında hazırdım. Biraz önce fanusta şifa bulmaya çalışan bebeği ziyaret etmiştim. Bu sefer onunla konuşacak vaktim olmamıştı. İçindeki burukluğun sebebi de tam olarak buydu. O burukluğu mantığımla perdeleyerek neden burada olduğunu kendime hatırlattım. 

Arkamdaki izleyiciler için ayrılan ahşap sandalyelerde bizimkiler ve birkaç tanımadığım sima yer alıyordu. Heyet koltuğunda bulunan üç büyüklerin bir yanında Brekta’nın yerine gelen kadın büyücü, diğer yanında ise daha önceki mahkemede de bulunan büyücü Sua oturuyordu. Şahit kürsüleri henüz boştu. Yine heyetin karşısında, sanık kürsüsünde ben duruyordum. Biran’ı son olarak evden çıkarken görmüştüm. Arkamızdan takip edeceğini söylemişti ama henüz görünürde yoktu. 

Üç büyüklerden birinin tokmağını kürsüye indirmesiyle tüm sesler kesildi. 

“Lavangos eyaletinden teşrif eden büyücü Bor!” Tıpkı Brekta gibi garip bir şapka taşıyan kadın büyücü ayağa kalktı. Soğuk gözlerle etrafı süzdü ve yerine oturdu. 

“Mentro eyaletinden teşrif eden büyücü Sua.”

Büyücü Sua ayağa kalktı. Bakışlarıyla insanları selamladı ve yerine oturdu.

“Büyülerin değil, yalnızca sözlerin ve yeminlerin hükmü geçen bir  mahkemede bulunuyorsunuz.”

“Rozelin Nuh.” Başımı kaldırdım, iki büyücü ve beyaz cübbelerinin içindeki üç dev ihtiyardan oluşan heyete baktım. “Bize kodunu söyle.”

Bu soruyu, bulunduğum noktada  ilk aldığımda şaşkındım. Sonradan öğrendiğime göre iki binli kodlar Lenoran’a, binli olanlar ise Kimpras’a aitti. Temur’un kodu ilk sırada olan iki bin iken, Biran hiç anlayamadığım bir şekilde binbir kodunu kullanıyordu. 

Planı yaparken, Biran’ın bana verdiği kodu telaffuz ettim.  “1000. Kodum bu, 1000.” 

Üç büyükler birbirine baktı. Sonra içlerinden biri söze girdi. “Neden burada bulunduğunu biliyor musun, Rozelin?”

Soğukkanlılığımı koruyarak, “Kısmen.” dedim. “Bazı saçmalıklar işitmişsiniz. Tüm bunları boşa çıkarmak için buradayım.” 

“Saçmalıklar…” dedi bir büyük. “Delil ya da tanığı olmayan bir söyleme bu şekilde hitap edebilirsin ancak…” 

“Delil mi tanık mı?” Sorum büyük bir merak barındırıyordu. 

Beyaz sakalları tel tel karnına uzanan ihtiyar, “Zamanı geldiğinde öğrenirsin.” dedi. “Şimdi… Bize güçlerinden bahset..”

Safornikon’da keşfettiğim güçlerimi zihnimin arka planına iterek, ezber ettiklerimi dilimin ucuna topladım. “Hislerim sayın üç büyükler, bir mucize taşımaya başladığım günden beri daha kuvvetli hale geldiler. Sanırım bu durum benden önceki tüm kraliçelerde aynı şekilde gerçekleşmiş. Ayrıca bana öğretilen bazı büyüleri yapabiliyorum, ki bunu zaten biliyorsunuz. Öğrenmem için eğitim odasına yolandım, orada elimden geleni yaptım. Size söyleyebileceğim ya da gösterebilecek farklı bir gücüm yok, efendim.”

“Emin misin kraliçe?” diye sordu ihtiyarlardan ortada oturanı. “Bazı duyumlar aldık. Senin…” Ak kaşlarını kaldırabildiği kadar kaldırdı. “Ölü bir bebeği dirilttiğin söyleniyor.”

Dudaklarım aralandı, kaşlarım havalanırken, şaşırma nidası çıkardım. Aynanın karşısında  çalıştığımdan çok daha inandırıcı göründüğümden şüphem yoktu. “Ulu güçler adına! Bir lider, hatta siz kıymetli üç büyükler bile bunu yapamazken ben nasıl yapabilirim!”

Soruyu yönelten ihtiyar bir süre söylediklerimi düşündü. Daha sonra arkasına yaslanıp, “Neden ortada böyle bir iddia var, dersin?” diye sordu. “Hatta bir iddia olmaktan çok daha fazlası, diyebiliriz. Ülkede binlerce kadın var. Neden bir başkası değil de sen?”

Biran’ın beni çalıştırdığı tüm sorular birer birer önüme düşüyordu. Derin bir nefes aldım ve ona arayan gözlerimi etrafta gezirdim. Hala yoktu. “Ben bir kraliçeyim. Tılsımlı kolyenin sahibi Gece Kraliçe’siyim. Takdir edersiniz ki yalnızca bu yüzden bile hayli düşmanım var. Diğer yandan kocamın düşmanları da benim düşmanın sayılır. Biliyorsun, daha önce de bir büyüye maruz kalarak sizlerin önünde bebeğimi ve sevdiğim adamı inkar ettim. Beni büyü ile yenemeyenler, şimdi böyle bir iftira atıyor.”

Neredeyse tek nefeste söylediklerim ihtiyarlara mantıklı gelmiş olacak ki, etrafa yalnızca bakışmaların hakim olduğu derin bir sessizlik çöktü. 

“Mei’nin kardeşini hiç gördünüz mü, kraliçe?” Bunu soran büyücü Brekta’nın yerine gelen büyücü Bor’du. 

“Evet.” 

“Onu Molekon köyünde mi gördünüz?”

“Evet. Benim için düzenlenen bir yemek esnasında ağabeyi Mei tarafından kucağıma verildi.” Başımı sözlerimi akıllara kazırcasına salladım. “Ve sizi temin ederim, yaşıyordu.”

Büyücü kadın beni köşeye sıkıştıramayacağını anladığında sustu ve arkasına yaslandı. “Şimdi tanığı dinleyeceğiz.” 

Bunu duyduğum an Diana ile göz göze geldim. Oydu! Suçlanmamı sağlayan kesinlikle leydi Diana’ydı. Ancak tanık kürsüsüne çıkan bambaşka biriydi. Diana’nın gülümsemesini arkamda bırakarak tanık kadına baktım. Onu tanıyordum. Onu…Alte şatosunda görmüştüm! Diana’nın yardımcılarından biriydi. Siktir!

Diana ile aramda geçen son konuşmayı anımsadım. Onu reddettiğim için pişman olacağımın sinyallerini vermişti ve şimdi bu noktadaydık. Savaşa başlamıştı; kılıç tutmak yerine piyon kullanıyordu. 

“Bize adını ve görevini söyle.”

Tanık kadın önünde eğik olan başını heyete doğru kaldırdı. “Mevra Seniz. Alte şatosunda baş hizmetlilerden biriyim, efendim.” Başını yeniden eğdi. Benimle göz göze gelmemesi özellikle tembihlenmiş olmalıydı. “Doğruları söyleyeceğime ulu güçler ve şerefim üzerine yemin ederim.” 

“Mevra, biz bildiklerini anlat.”

Kadın kürsünün korkuluklarını sıkıca tuttu. Kesinlikle soğukkanlı değildi. Bir an önce buradan gitmek ister gibi bir hali vardı. “O gün bir akrabamın evini ziyaret etmek için Molekon köyünde bulunuyordum. Bir çığlık koptu. Dışarı çıktığımızda, gençlerden birinin kardeşinin öldüğünü duyduk. Feci bir figan vardı, dakikalarca sürdü. Sonra… Kraliçeyi gördüm. Kardeşi ölen gencin evine girdi. Bir süre sonra o evden bebek ağlaması duyuldu. Feryatlar kesilmişti. Efendim, kraliçe o gün orada her ne yaptıysa bebek hayata döndü.”

Bu noktada itiraz etmem gerekiyordu. Biran’ın benden istediği buydu ancak kadının doğru olan sözlerine karşılık veremedim. 

“Kraliçe, tanığın söylediklerini duydun. Ne söylemek istersin?”

Parmaklarım avucuma kapanırken, devam etmem gerektiğini biliyordum. Onlara kadının adi bir yalancı olduğunu söylemeliydim. Tanrım! Neden bunu yapamıyordum?

Arkamdan yükselen uyarıcı öksürük Mirel’e aitti. Bir şey söylemeliydim. İtiraz etmeliydim. 

“Ben…”

“Kıymetli üç büyükler!”

Mei koşar adımlarla kürsülere yaklaştı. Arkasından giriş yapan lider Biran’dı. 

“Efendim, konuşmama izin verin. Gece Kraliçesi boşuna suçlanıyor.”

İhtiyarlardan biri tokmağı sertçe kürsüye indirdi. “Mei! Senin ve ailenin henüz sırası gelmedi.”

Mei avuçlarını birleştirip yukarı kaldırdı. “Biliyorum, efendim. Ancak size bir şahit getirdim. Şifacı Voran. Kardeşimin hastalandığı gün evimize gelip onu tedavi eden kendisidir. Gece Kraliçesi kati surette evimize ayak basmamıştır.”

Biran’ın arkasında duran adam daha önce evinde konakladığımız ihtiyar, şifacı Voran’dı. Bana hafifçe gülümseyerek yaklaştı. Konuşmasına izin çıktığında, boşalan tanık kürsüsüne çıktı ve heyeti selamladı. 

“Kıymetli üç büyükler, doğruları söyleyeceğime ulu güçler ve şerefim üzerine yemin ederim.” 

“Sizi dinliyoruz şifacı.”

Rahat görünüyordu. Ellerini birbiri üzerine koyup heyete odaklandı. “Gençlerden birinin kardeşinin fenalaştığı haberini aldım. Köye vardığımda, yavrunun boğazına bir cisim tespit ettim. Güçlükle nefes alıyordu. Dışarıdan bakan biri onun öldüğünü düşünebilirdi. Ailesinin bizzat şahit olduğum telaşı ve üzüntüsü de bundan sebeptir. Yavrunun boğazındaki cismi çıkardım ve anne sütüne şifalı karışımdan karıştırıp içirdim. Kısa süre sonra kendisine geldi. O gün olanlar bunlardan ibarettir, efendim. “ Şifacı Voran kesin bir dille, “Ne o gün ne de sonrasında köyde kraliçeye rastlamadım.” dedi.

Mevra, bakışlarını arkamda oturan Diana’ya uzattı ve o anda “İtiraz ediyorum!” dedi neredeyse çığlık atan bir sesle. 

“İtirazın kabul edildi. Ne söylemek istiyorsun?”

Hizmetli kadın yutkunduktan sonra başını kaldırdı. “Ne gördüğümü biliyorum. Üstelik bunu yalnızca ben görmedim. Köy halkını sorguya çekmelisiniz kıymetli üç büyükler! Korkmadan doğruyu söyleyen birileri çıkacaktır.”

“Zaten mahkemeden önce köyde bildiri okundu.” dedi şifacı Voran. “Söylediklerimin aksini anlatacak biri olsaydı şayet, şu an burada olurdu evlat.”

“Büyücü Voran.” dedi solda oturan ihtiyar. “Mahkemenin kurallarını en iyi siz bilirsiniz. Müsaade istemeden konuşmayın.”

Şifacı özür niteliğinde başını eğip kaldırdı. 

“İtiraz ediyorum!” dedi Mevra bir kez daha. “Halk korkuyor! Cüretimi mazur görün, efendim. Ancak köy halkını buraya davet etmek yerine zorla getirilmelerini hükmetmelisiniz!”

Tokmak öfkeyle kürsüyü dövdü. “Haddini bil, burada ne yapacağımızı söylemek için değil, iddianı savunmak için varsın!”

Mevra adeta titredi ve bir kez daha başını önüne eğerek bir daha hiç konuşmayacakmış gibi sustu. 

Şifacı Voran’dan sonra Mei’nin ailesi dinlendi. Şifacının söylediklerini birebir tekrar ettiler. 

Üç büyükler başbaşa verip konuşmaya başladığında, Biran’a baktım ve koruyucu ifadesiyle sıkışan kalbimi rahatlattım. 

Tokmak kürsüye indi, herkes ayağa kalktı. 

“Tanık Şifacı Voran’ın ifadesinin esas alınmasına, Gece Kralicesi hakkında ortaya atılan iddianın cezasız takibine, tanık Mevra Seniz’in yalan beyandan yirmi beş gün zindan cezasına çarptırılmasına karar verilmiştir.”

Başarmıştım. Başarmıştık. 

Doğruyu haykırarak söylediğimde bana inanmayan heyet, tek ayak üstünde söylediğim kırk yalana inanmıştı. 

*

“Hiçbir şey bitmedi.” dedi Mirel. 

Hiçbir şey bitmedi.

“Bu çok kötü oldu. Mahkeme takip edilmeni hükmetti. Bu ne demek, biliyor musun? Bir gölge gibi peşinde olacaklar. En ufak hatanda tepene binecekler.”

“Yeter Mirel.” Biran gaza yüklenirken, “Kötü düşüncelerinle onun aklını bulandırma. Mahkemeden cezasız sıyrıldı. Amaçladığımız gibi…”

Mirel arkada, ben ise arabayı kullanan Biran’ın yanında oturuyordum. Mirel koltuğun ucuna kaydı ve ön koltukların başından tutundu. “Takip edilecek Biran. Bu konuda uyarılmaya ihtiyacı var.” Başını öfkeyle titretti. “Her şey o aptal Diana yüzünden.”

“Böyle bir şey yapacağını kimse bilemezdi.”

“Bilebilirdik!” dedi Mirel. “Geçtiğimiz günlerde Rozelin’i şatonun bir köşesinde sıkıştırmıştı.”

Araba ani bir frenle durduğunda, kendimi sabit tutabilmek için torpidodan destek aldım. “Bunu bana şimdi mi söylüyorsunuz!”

“Tehlikeli olabileceğini düşünmedim.” Sesi bir öncekine nazaran daha cılızdı. “Aptal bir aşığın serzenişleri olduğunu sanıyordum. Diana’yı bilirsin…”

Biran’ın bakışları beni bulduğunda, konuşma sırasının bende olduğunu anladım. “Ne söylediğini mi merak ediyorsun?”  Bıkkın bir şekilde gülümsedim. “Kabaca, bana bir şey olması durumunda, bebeğe iyi bir anne olabilmesi için onu sana yakın tutmamı istedi. Anlarsın ya… Tek niyeti bebeğe iyi bir anne olabilmek!” Her ikisininde konuşmasına izin vermeden devam etmeye niyetliydim. Bu konunun daha fazla uzamasını istemiyordum. “Bana ne kadar ciddi olduğunu göstermek istedi. Aslında bunu daha önce yaptı, kılık değiştirerek Mei’nin cebine not bırakan oydu. Sadece üzerinde durmadık. Diana’da bir adım ileri gitmek istedi.”

“Şimdi ne olacak?” diye sordu Mirel, bir yandan da ellerini ovuşturuyordu. “Bence bu işi kadın kadına çözümlendirmeliyiz.”

“O mahalle kadını yanını içinde sakla. “Diana ile ben konuşurum.”

Bu fikirden aşırı derecede rahatsızlık duydum. “Sen mi konuşacaksın?” Hayır lider, sanmıyorum. “Bence Mirel haklı, bunu biz halledelim.”

Başını hafifçe benden yana eğerken, gözleri kısıldı. “Ne o kraliçe, bırakayım da kızı Safornikon’dan mı sil?”

Avuçlarımı sıktım. “Elbette öyle bir şey olmayacak.”

Avuçlarıma baktı. “Emin misin?”

Önüme dönüp aklıma gelen ilk şeyi söyledim. ”Acıktım, gidebilir miyiz artık?” 

Biraz daha yaklaştı ve dudakları kulağıma çok az kala fısıldadı. “Emredersin, kraliçem” dedi. “Gidelim. İkimizin yapması gereken bir konuşma var.”

Ürpertiyi tüm bedenimde hissettim. Aramızda olanları benimle açıkça konuşacaktı Ona ne söyleyecektim!

Biraz sonra Kimpras ormanına ulaştık. Eve az bir mesafe kalmıştı ve içimdeki heyecanı yenebilmiş değildim. O esnada araç yavaşladı. Sebebi ise ormana dönüş noktamızda bulunan iki yabancı aracın varlığıydı. Biraz daha yaklaştığımızda bazı şeyler gün yüzüne çıktı; aracın önünde duran ikisi kişi Hualp ve Lena’ydı. 

“Bunların ne işi var burada?”

Biran’dan sonra aynı soruyu davetsiz misafirlerimizden biri için ben de sordum, içimden.

Siyah, mini elbisesinin içindeki Lena’da göz gezdirdiğim saniyelerde kendimi tutamadım. “Yeterince belli mi?”

Frene basarken, “Bir şey mi dedin?” diye sordu. 

Duymadığını umut ederek, “Hayır.” karşılığını verdim. “Gidip öğrenmeye ne dersin?”

Önce Hualp Koran’a, ardından da oturduğum yere baktı. “Burada kalmanı tercih ederim.”

Gözlerimi devirdikten sonra kapıyı açıp aşağı indim. Mirel ile birlikte liderin arkasında davetsiz misafirlerimize yaklaşırken, Lena yüzündeki somurtlkanlığı silip gülümsedi. 

“Merhaba Biran.”

Biran, Lena’yı başıyla selamlayıp doğrudan Hualp’e odaklandı. “Neden buradasın?”

Hualp, Biran’ın çıkışına karşılık vermeden evvel nezaketle önce beni ardından da Mirel’i selamladı.

“Aslında, buraya bir yanlış anlamayı düzeltmek için geldik.” dedi Lena. Bunu söylerken bakışlayla Hualp’i uyarmayı ihmal etmedi. Sanırım bunun nedenini anlamak üzereydik. “Öyle değil mi, lordum?”

Hualp zoraki başını sallarken, Lena daha fazla gülümseyerek devam etti. “Lord Hualp bir konuda yanlış anlaşıldı ve ben bu yanlış anlamayı düzeltmek için kendisine seni ziyaret etmeyi teklif ettim.”

Biran neredeyse kendisiyle aynı boyda olan lorda nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde yüksekten baktı. “Kendisini gayet açık bir dille ifade ettiğini düşünüyorum. Ben de aynı açıklıkla cevabını verdim.”

Lena tek adımla iki adamın arasında durdu. “Hadi ama beyler… İkinizi de tanıyorum. Lider Biran, beni dinle lütfen. Hualp senden toprak istedi çünkü Kimpras’a kolayca girip çıkabilmek istiyor. Bunun altında art niyet aramak için bir sebebin olduğunu sanmıyorum. Düşmanlarınıza karşı bir olabilirsiniz.”

Biran oralı olmadı. Hualp tepkisizdi. “Nasıl bir birlikten bahsediyorsun?” diye sorduğumda tüm odak üzerime kaydı. 

“Lorda saygısızlık etmek istemem ama Mentro eyaleti çoğunlukla büyücülerin yaşadığı karanlık bir bölge. Bilirsiniz. Lord ve ailesi Kimpras da olmaktan hoşlanıyor. Ne yazık ki bölge değiştirmek öyle kolay değil. Bunu da biliyorsunuz.”

“Biliyorum.” dedi Biran üzerine yapışan soğuk sesiyle. “Bunun  beni ilgilendiren kısmını hala anlayamadım.” 

“Demek istediğim… Burada küçük bir toprak sahibi olan biri gece ya da gündüz demeden kolayca giriş yapabilir. Lorda böyle bir iyilik yaparsan, eminim ki, karşılığında toprak sahibi olduğu Kimpras’ı güvende tutmak için tüm imkanlarını seferber edecektir.” Ellerini iki yana açtı ve sırayla iki adama da baktı. “Bence gayet makul bir anlaşma olur.”

Biran itiraz etmek üzereyken, bir kez daha söze girdim. “Lena haklı. Böyle bir anlaşmayı düşünmeden reddemezsiniz.” Biran ile buluşan bakışlarım, onu dizginlemeyi başardı.  Yalnızca dudaklarımı kıpırdatarak, “Lütfen.” dedim. Her sorunla tek başına uğraşmasını, sürekli tetikte olmasını istemiyordum. 

“Kraliçe, sizin hatrınız için düşüneceğim.” Hualp Koran’ın nezaketine bakışlarımla teşekkür ettim. “Samimiyetimi göstermek için sizleri eyaletimin en iyi büyücüsü Bor’a götürmek isterim.”

Bor, o ve soğuk bakışlarıyla kısa süre önce tanışmıştık.

“Büyücüye ihtiyacımız yok.” diyerek kestirip attı Biran. “Olursa, zaten elimin altında bir büyücü var.”

“Yanılıyorsun lider.” Hualp parmaklarını birbirine kenetledi ve kendine güvenen duruşunu perçinlercesine burnunu kaldırdı. “Bölgen her konuda yeterince donanımlı olabilir. Lakin büyücü denince, akla ilk gelen yer Mentro eyaletidir. Büyücülerim yalnızca büyü yapmakla kalmaz. Aynı zamanda aradığınız cevapları da verir.”

Cevapsız sorular…

Hualp Koran'ın son sözlerinden sonra Biran tekrar itiraz etmedi. 

"Bence hepimizin aradığı cevaplar vardır." Lena bunu direkt olarak Biran'a bakarak söylemişti. Havaya baktı, gecenin son demleriydi. "Bir büyücüyü ziyaret etmek için uygun bir saat, ne dersiniz?"

Hualp, "Kararınızı olumlu yönde verirseniz size refakat edebilirim." dedi. 

Biran'ın suskunluğunun sebebini biliyordum, cevabı benim vermeni bekliyordu. 

"Gidelim." dediğim anda geri döndü ve arabasına bindi. 

Metro eyaletinin karanlık surlarına yaklaşırken, konuşmam gerektiğini bilerek susuyordum. Ona ailemden vazgeçmeyeceğimi söylemem büyük bir saçmalık olurdu. Bu, bir ihtimal bile değildi. 

Neden ceplerimde onarıcı birkaç kelime yoktu?

Keşke Mirel bizimle gelseydi, diye geçirdim içimden. Belki bu sevimsiz sessizliği bozacak bir şeyler söylerdi.

Lordun aracını takip ederek kara çadırların bulunduğu sokağa girdikten sonra araba çamurumsu toprağın üzerinde daha yavaş aldı. Sonunda bir çadırın önünde durduğunda, bir saniye bile beklemeden aracı terk etti. 

Büyücü Bor, lord ve lideri büyük bir saygıyla karşıladı. Sıra bana geldiğinde, selamında gözle görülür bir samimiyetsizlik barındırdı. Benden hoşlanmamıştı ve henüz nedenini bilmiyordum. 

"Lordum, sizi yuvamda görmekten büyük şeref duydum. Emrinizi bekliyorum."

Lord Hualp, çadırın girişinden kıpırdamadı. "Bor, lider Biran ve kraliçenin isteğini isteğim say. Onları yuvamdan memnun bir şekilde uğurla."

Bor, ucu sivri olan siyah şapkasını hafifçe kaldırıp başına geri bıraktı. "Emrinizi yerine getirilmiş bilin, lordum."

Hualp gitmeye yeltendiğinde, Lena önüne geçti. "Gidiyor musun?"

"Gidiyoruz." dedi Hualp. "Bu özel bir görüşme olacak. Burada bulunmamız doğru olmaz."

Lena'nın düşen yüzünü çadırın loş karanlığında görebilmiştim. "Doğru ya," dedi isteksizce. "Pekala, gidelim."

İkisi çadırdan ayrıldığında, büyücü kadın kazanın arkasında kalan özel koltuğuna geçip oturdu. Biran ve ben de kazanın diğer kısmındaki ahşap sandalyelere yerleştik. 

Bor, uzun ve siyah tırnaklı elini kazanına uzattı ve bir şeyler fısıldadı. Aynı anda kazanın yüzeyinde gri köpük silinerek, geriye berrak bir su bıraktı.

"Başlayalım. Önce hanginiz soracak?"

Şaşkınca, "Soru soracağımızı nereden biliyorsun? diye sordum. "Belki senden bir büyü yapmanı isteyeceğiz?" 

"Hayır." Kendinden emindi. "Her ikiniz de soru sormak için buradasınız." Gülümseyerek arkasına yaslandı. "Göz bebeklerinizde gezinen soru işaretlerini görebiliyorum."

Biran bana bakmadan, "Dışarı çıkmamı ister misin?" diye sordu. 

Hiç düşünmedim. "Hayır."

Bana baktı. Safir mavilerindeki karanlık önüne çıkacak herşeyi siyaha boyayacak kadar yoğundu. "Ama ben senden isteyeceğim."

Duyduğum rahatsızlığı ve üzüntüyü kendime sakladım. "Tamam."

Ellerimi açık bir şekilde dizlerime yerleştirdim. Burada olmak istemiyordum. Bu kadının karşısında olmak istemiyodum. Biran'ın duyacağı bilerek, ülkesinden nasıl gidebileceğimi sormak istemiyordum.

"Burada edilen her kelam, burada kalır." dedi Bor. "Sor, kraliçe."

"Ben… Başka bir evrene geçiş yapabilir miyim?" 

Kadının ifadesinde en ufak bir değişken olmadı. 

"Ben… Dünya'ya gidebilir miyim?"

Nedenini sormasından korktum. Ona açıklama yapacak takati kendimde bulamazdım. Bugün bir yalan daha söyleyemezdim. 

Büyücü elini önümde açtı. 

"Bana saçından bir tel ver."

Anlamayarak Biran'a baktım. Ben orada değilmişim gibi dümdüz önüne bakıyordu. 

Elimi ensem götürdüm, kopardığım sarı bir teli Bor'un avucuna bıraktım. 

"Yarın aynı saatte burada ol. Cevabını alacaksın."

"Eğer isteğimin yerine gelmesi için birilerinin canına za-"

Çattığı kaşlarının altından bana baktı

 "Ben yeminli bir büyücüyüm, kraliçe! Birilerinin kanlı maşası değilim."

Yutkunurken başımı sallayabildim. Soracağım başka bir şey yoktu. Çıkmam gerekiyordu. Ayağa kalktığımda, ondan beni durdurmasını bekledim ama yapmadı. Ayaklarımı sürüyerek dışarı çıktım ve arabaya bindim. 

Üzerinde durmamak için çabalasam da, beni yanında istemediğini bilmek içimi acıtıyordu. Bir sürü sebebi olabilirdi. Bir sürü! Belki de hiçbir zaman öğrenmeyecektim. 

Düşünmekten kafayı yemek üzereyken dışarı çıktı. Bir sigara yaktı ve dumanını giderek açılan kızıl havaya bıraktı. 

Sigarası hala dudaklarındayken, "Gidelim." dedi. 

"Biran…"

Beni duymadı. Belki de duydu. Bilemedim. Anlayamadım. Tek bildiğim dönüp bakmadığıydı. 

Arabanın kapısını kapattığım an oradan ayrıldık. Ağaçların kalabalık olduğu bölgeden geçerken, sarkan dalların görüş açımızı kısıtlamasıyla yavaşladı. Onun odaklandığı tek nokta yoldu. Bir an önce buradan uzaklaşmak istiyordu. Bense…

"Biran."

Neredeyse bir dakika sonra "Söyle." dedi. 

"Konuşacağımızı söylemiştin. Eğer eve gitmeyi bekliyorsan-"

"Hayır." Gaza yüklenip dalların aracı çizmesine aldırmadan ağaçlık alandan uzaklaştı. "Kötü bir fikirdi."

Parmaklarım kapının kulpunu sıktı. Neden bir sözüyle beni duygudan duyguya sürükleyecek güce sahipti?

"Senden beni anlamanı beklersem, bencillik mi etmiş olurum?"

Cevap vermedi. 

Başımı önüme çıkan eğerken, "Ailemi özlüyorum." dedim. "Hepsini, ayrı ayrı çok özlüyorum." Kirpiklerimin ıslandığını hissettim. Boğazımda her bir santimi düğüm düğüm olmuş koca bir yumak vardı. "Beni anlamadığını biliyorum." Kızıl alacakaranlığa gözyaşlarımı emanet ettim. "Bunun için sana kızmayacağım."

Arabayı kenara çekti. Başını hala direksiyonda duran ellerinin üzerine koydu. 

Nefesinin kırgın sesini kalbimi tırnaklarını geçirdi. Her bir çiziğin izini sonsuza dek orada taşıyacaktım. Bunu bilerek engel olamıyordum 

"Büyücü bir mağaradan bahsetti. İki yüz yedi çıkışı olan devasa bir mağaradan…" Direksiyonu sıkan parmak boğumları gerilerek beyaza çalarken, sesindeki hırıltılar ruhumdaki gökyüzünü kurşuniye boyuyordu. 

"Sen… Büyücü bunu mu sordun?"

"O çıkışlardan birisi seni evine götürebilir."

İyi bir şey söylemişti. Tanrım! Çok iyi bir şey söylemişti. Neden çok az şey hissediyordum? "Bize çıkışın hangisi olduğunu gösterecek mi?"

"Muhtemelen. Bizden kurtulmak üzere olabilirsin."

"Hayır!" Ona binlerce farklı şekilde itiraz edebilirdim. "Bu şekilde adlandırma. Ben... Gitmeden önce ne olursa olsun bebeği görmek istiyorum."

Başını kaldırdı. Dudakları isimsiz bir gülüş barındırdı. "Bebek..." diye yinelerken, daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. "Bebeğimiz." Başını yaslandığı yerden bana çevirdiğinde, göz kapakları gözlerinin üzerine yığılmıştı. "Çıkışı bulduğunda, bir önemimiz kalacak mı?"

Bedenimi ona çevirip acıyla ismini andım. "Biran…" Ellerini uzandım. Onun kocaman elleri avuçlarıma sığamadı. "Böyle söyleme." 

"Sana engel olmam."

Başımı salladım. "Biliyorum." 

"Evine giden yolda önünü açmak için her şeyi yaparım."

Yaklaştım, gözyaşlarımın ıslattığı dudaklarımı sakallarına saklarken, ruhlarımızda sancıyan ur giderek ölümcül bir hal alıyordu. "Biliyorum, biliyorum."

Gözlerini yavaşça kapattı. Teninde gezinen dudaklarımı hissetti. "Bilmen gereken bir şey daha var."

Parmaklarım yüzünü sararken, dudağının çukuruna fısıldadım. "Öğrenmek için hevesliyim."

"Gittiğinde," diye fısıldadı usulca. "Ben de ailemi özleyeceğim."

Onu öptüm. Şuursuzca ve tutkuyla; gözyaşlarımı dudaklarınızın arasına hapsederek öptüm. 

Nefes nefese kaçarken, ansızın durdum ve bedenime çarparak durabilen katilimi dudaklarından öptüm.

🖤

Güzeşte'nin tüm bölümlerini yayımladım!
Okuyabilirsiniz.

Ayrıca profilimde tamamlanmış olan Kıyı Güneşi isimli bir hikâye var. Okumayan var mı?

Gelelim bölüme, nasıl bulduk?

Sizce liderimiz HuAlp ile anlaşmalı mı?

Peki ya... Siz Roz'un yerinde olsanız evinize geri dönmek ister miydiniz?

Bir sonraki bölümde neler olmasını bekliyorsunuz?

İstediğiniz sorudan başlayabiliriz gjfj

Lutfen yıldıza dokunmayı unutmayalım. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

🖤🖤🖤

Continue Reading

You'll Also Like

264K 15.8K 50
Acı, tecavüze uğrayan bir kızın somut bağırışlarıydı. Bağırış, çocuğu ölen bir annenin çaresizliğidi. Çaresizlik, dört duvar arasında kalmaktı. Kalma...
11.4K 1K 32
ALFA - OMEGA HİKAYESİ. Yılardır ruh eşimi bekliyordum . Köpekler gibi tasma takmak zorunda kalıyordum çünkü hala ruh eşimi bulamadım. Ama bir gün oku...
33.8K 2.1K 22
Levent ve kedi sandığı ama kedi olmayan kedisi Çakır'ın hikayesi 🌈
3.6M 75.8K 60
(4 ocak 2015'te yayınlanmaya başlanılmıştır.) İlk adı Matematikçi olan eser, Aşk Problemi Serisi olarak basılıp raflardaki yerini alıyor. Serinin il...