Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf Dövme...

By Savaniris

103K 7.6K 3.2K

Karanlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyor... More

T a n ı t ı m
1|Dövmeci Dükkanı
2|Garip Şeyler Oluyor
3|Fabulasium
4|Yine ve Yeniden
5|Düşmanlarla Yemek
6|Kaçış
7|Son Partisi
8|Yeni Birileri
9|Sürpriz
10|Zorlu Bir Görev
11|Değişim
12|Topaz Köy
13|Beklenmedik
14|Kötü Bir Sürpriz
15|Parlak
16|Tehlike Çanları
17|Kayıp
18|Mesaj
19|Şüphe
20|Küçük Bir İttifak
21|Acı
22|Gerçek Aynaları
23|Sandık
24|Yeni Sırlar
25|Tuhaf Bir Karşılaşma
26|Sargas Yıldız Geçidi
27|Prensesin Uykusu
28|Not
29|Arena
30|Yüzleşme
31|Büyük Bir Hata
32|Günlüğün Sırları
33|Ejderhanın İzinde
34|Sör Bukalemun'un Laneti
35|Kaosa Beş Kala
36|Mektup
37|Zor Bir Gece
38|Tehdit
39|Karanlık Ruhlar Evi
40|Kısa Bir Soluk
41|Korku
42|Hapsolmuş
43|Karanlık Ruh
44|Hesapta Olmayan Bir Plan
45|Kaçak
46|Ejderhayla Dans
47|Kara Kutuya Yolculuk
49|Şatoya Dönüş I
50|Şatoya Dönüş II
51|Tavan Arası Sırları
52|İzciler'in İzinde
53|Karmaşa
54|Çınar Köşkü
55|Tören
56|Acı Bir Gerçek
57|Savaşın Ayak Sesleri
58|Savaş
59|Sonsuz
60|Son

48|Hazırlık

892 70 119
By Savaniris

Oy ve yorumlarınız için çok teşekkürler ❤️

Keyifli okumalar!

Hayatımda her zaman başkaları adına karar veren insanlardan nefret etmiştim. Birilerini korumak ve güvende tutmak adı altında yaptıkları emrivakiye hiçbir şekilde anlam veremiyordum. Babam beni korumak için olaylardan uzak tutmak istiyordu fakat bu benim hayatımdı. Başıma gelecek her şeyden ben sorumluydum ve eğer başıma bir şey gelecekse bu, dünyanın öbür ucunda olsam da gerçekleşecekti.

Babamın babalık içgüdüsüyle önlem almak istemesini bir nebze de olsa anlayabiliyordum fakat Alkın'a ne oluyordu? O bana karışma hakkını nereden buluyordu? Ah, tabii ya. Fabulasium'daki bebek. Alkın onun babasıydı ve hayatıma bunu bahane ederek müdahale ediyor olmalıydı.

"İstemiyorum." dedim kararlı bir şekilde.

Babam soğuk bir ifadeyle "Sana bir seçim hakkı sunmuyorum Simay. Babaannenin yanına gideceksin." dedi.

"Anneme ne söylemeyi düşünüyorsun? Daha okullar kapanmadan beni hangi bahaneyle oraya göndereceksin?" diye sordum.

"Aslında bahane bulmama gerek kalmadı. Annen de senin biraz buralardan uzaklaşmanı ve dinlenip kendine gelmen gerektiğini düşünüyor. Okul işini de hiç kafana takma, derslerinden geri kalmayacaksın." dedi. Öyle bir tavrı vardı ki onu ne söylersem söyleyeyim ikna edemeyecek gibiydim.

Damarlarımda gezinen öfkeyle birlikte hırsla Alkın'ın yanına gidip bileğinden sertçe tutarak dükkanın çıkışına doğru çekiştirdim. Bunun hesabını verecekti.

Dışarı çıktığımızda dişlerimi sıkarak "Ne halt yediğini zannediyorsun sen?!" diye bağırdım.

Alkın soğuk bir gülümsemeyle "Sinirlenme güzelim, bebeğe zarar vereceksin." dediğinde yumruklarımı sıktım.

Kısık sesle "Başlatma bebeğine! Bunu bana nasıl yaparsın? Beni buradan göndermek ne demek?" diye sordum. Ona o kadar sinirliydim ki ağzını burnunu dağıtmak istiyordum.

"Ben hiçbir şey yapmadım. Bunu kendine sen yaptın. Toprak'ı klinikten kaçırdın, var mı bunun ötesi? Ne kadar tehlikeli bir şeye bulaştığının farkında değil misin?" dedi. İçinde kıvılcımlar çakan gözleri öfkeden koyulaşmıştı.

"Dövmeci'nin planıydı! Ona güvenmenin nesi yanlış? Ayrıca istediğim şeye bulaşırım, bu seni hiç ilgilendirmez!"

"Beni hiç ilgilendirmez öyle mi? Aynısını ben yapsam seni ilgilendirmeyecek miydi? Seni bilmem ama seninle ilgili her şey beni ilgilendirir. Eğer mantıklı karar alamıyorsan da senin yerine ben alırım." dedi sertçe.

Şaşkınlıkla "Sana inanamıyorum ya! Gerçekten! Biz seninle daha yeni çok büyük bir problem yaşamadık mı? Bir daha arkamdan iş çevirmeyeceğini, pişman olduğunu söylemiştin. Yine aynı şeyi yapıyorsun, sonra da sana güvenmemi istiyorsun." dedim.

"Sen de bana haber vermeden tehlikeli işlere kalkışıyorsun." dedi Alkın. Hayal kırıklığına uğramış gibi bakıyordu.

"Dövmeci bana bir görev verdi. Ben de yerine getirmeye çalıştım. Bu işte hep beraberiz. Beni korumak için her şeyden uzak tutmaya çalışamazsın."

Alkın bir süre sessizce gözlerime baktı. "Dövmeci'ye nasıl bu kadar kolayca güvenebiliyorsun?" diye sorduğunda kaşlarımı çattım.

"Ne demek istiyorsun? Neden güvenmeyeyim ki? O bizim için uğraşıyor." dedim fakat Alkın neden böyle bir cümle kurmuştu?

"Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"

Alayla gülerek "O İzciler'in karşısında. Bizi onlardan korumaya çalışıyor. Böyle düşünmemem için bir sebep mi var?" dedim.

"Dünya üzerinde kötü olan tek grup İzciler değil ki. Bizi başka bir şey için kullanmayı düşünmediğini nereden biliyorsun?" diye sordu Alkın.

Yüzümü buruşturdum. "Bu düşünce nereden çıktı şimdi?"

Alkın derin bir nefes alıp "Simay, senin için her şey iyi ya da kötüden ibaret. Biri tek bir kötü şey yapsa o kişi senin için kötü biri oluyor. Aynı şekilde biri sana hiçbir şey yapmazsa o kişiyi iyi biri olarak görüyorsun. Henüz bir şey yapmamış biri tamamen iyi biri sayılabilir mi gerçekten? Neden sana hiç zarar vermemiş kişilere kayıtsız şartsız güveniyorsun?" dedi.

Haklı mıydı? Benim için hayat sadece siyah ve beyazdan mı ibaretti? İnsanlara istemsizce güvenmek istiyordum çünkü ben onlara hiçbir şey yapmıyorsam onların da bana zarar vermek istemeyeceklerini düşünüyordum. Bunun aksini kanıtlayan pek çok olay yaşamış olsam da sanırım hâlâ düşüncem değişmemişti. Peki ama bunun Dövmeci ile ne ilgisi vardı?

Alkın cevap vermediğimi görünce "Sana zarar verdiğini düşündüğün kişilere karşı da güvenin bir daha yerine gelmemek üzere kırılıyor ama bazen sevdiklerimizi koruyabilmek için onların onaylamadıkları şeyler yapmak zorunda kalırız. Amacım hiçbir zaman seni kısıtlamak ya da senin adına karar vermek olmadı, olamaz da. Sadece yaşadığın olaylar senin için çok ağır ve her şey üst üste geldi. Bu yüzden şu sıralar sağlıklı kararlar alamadığını düşünüyorum. Tek isteğim, bu kararların sonunda zarar görmeni engellemek." diye devam etti.

Sıkıntıyla iç çektim. "Sadece yardım etmeye çalışıyorum." dediğimde Alkın başını iki yana salladı.

"Hayır. Vicdan azabı çekiyorsun. O silindirin senin yüzünden İzciler'in eline geçtiğini düşünüyorsun. Bu yüzden de sana silindirle ilgili ne söylenirse yapmaya hazırsın." dedi.

Burnum sızlamaya başlarken "Benim yüzümden üç kişi öldü. Tüm bunlar ben o silindiri aptal gibi kendi ellerimle onlara verdiğim için oldu." dedim.

Alkın'ın dudakları üç kişinin ölümünü duyunca hafifçe aralanmıştı. Dövmeci, Egehan'ın öğrenmesini istemediği için bunu henüz kimseyle paylaşmamıştı. Bu korkunç yükü tek başıma taşıyordum.

Gözyaşları gözlerime batıyordu fakat eve gidene kadar ağlamamaya karar vermiştim. Alkın, avcunu yanağıma koyup yavaşça okşadı.

"Simay, sence İzciler o silindiri kendileri alamazlar mıydı? Silindirin yerini sana mesaj atanlar onlar. Nerede olduğunu elbette biliyorlardı ama seni kullanmak istediler. Bu da onların oyunlarından biri. Kurbanlarının psikolojisini yıpratmaya bayılırlar. Öldürmeden önce süründürmeyi çok severler. Bunu sana yaptırdılar çünkü vicdan azabı çekip yanlış kararlar almanı istiyorlardı." dedi.

Söylediklerinin mantıklı olması beni rahatlatmaya yetmemişti. Öyle ya da böyle o silindiri ellerine geçirmişler ve üç kişiyi öldürmüşlerdi. Bu sayı daha da artabilirdi. Silindirin şu an ellerinde olmaması, hiç olmayacağı anlamına gelmiyordu.

"Ne yapmamı istiyorsun yani? Bunu bana onlar yaptırdı diyerek her şeyi unutup önüme mi bakayım?" diye sordum.

"Suçluluk duygusunu abartma diyorum. Burada en masum kişilerden biri sensin. Şunu da unutma, sen diğer evrendeki kahraman prenses değilsin Simay. Herkesi tek başına kurtaramaz ve belalardan sihirle sıyrılamazsın. Tek bir hatan hayatını bitirebilir. Bu yüzden sana yalvarıyorum benden habersiz hiçbir şey yapma." dedi bana beklentiyle bakarak.

Yutkundum. "Ama bu sefer silindiri ele geçirmelerine engel olabilirim." derken sesim sonlara doğru azalmıştı çünkü Alkın'ın bakışları tekrar sertleşmeye başlamıştı. "Alkın, eğer bir şansım varsa bunu değerlendirmek istiyorum. Toprak'a ulaşabilecek tek kişiyim ve bu fırsat elime geçerse geri tepemem."

Alkın soğuk bir ifadeyle "Bu sadece aptallık olur. Onu hâlâ tanıyamamış olmana inanamıyorum. Ondan uzaklaşman için tam olarak ne yaşaman gerekiyor Simay? Kaçırılmış olman onun gerçek yüzünü görmene yetmedi mi?" diye sordu.

Sinirlenmeye başlayarak "Onun gerçek yüzünü çoktan gördüm zaten. Ne sanıyorsun, onunla arkadaş kalmaya çalışacağımı falan mı? Başka bir olay çıkarmasına ya da hayatımızı tehdit etmesine engel olmak istiyorum!" dedim.

"Ben de senin ona hiçbir şekilde engel olamayacağını anlamanı istiyorum!" diye bağırdı.

"Yeter!" Babamın sert sesi sokakta yankılandığında ikimiz de başımızı kapıya çevirdik. "Bu konu burada kapanacak. Alkın sen evine git, Simay sen de eve gidip hazırlanıyorsun. Yarın sabah yola çıkacağız."

Ellerim öfkeden titrerken yumruk yaptım. "Benim isteklerimin hiçbir önemi yok mu baba?"

"Bu durumdayken yok, evet. Bana karşı gelmen hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Hadi, gidiyoruz."

Hissettiğim kırgınlık ve öfkeyle son kez Alkın'a baktım. Ardından hiçbir şey söylemeden babamın arabasına doğru ilerledim. Arabaya binmeden başımı arkaya doğru çevirdiğimde babamın Alkın'la konuştuğunu fark ettim. Yine ve yine benden bir şey gizliyorlardı. Buna kesinlikle emindim. Bir şey olacaktı. Bu yüzden beni buradan uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Toprak'ı kaçırma girişimim beni göndermeleri için mükemmel bir fırsat olmuştu.

Arabaya bindikten kısa bir süre sonra babam da geldi. Aramızdaki sessizliği ana caddeye çıktığımızda bozdum. "Sana tek bir şey soracağım. Tüm bu felaketler başıma gelirken her şeyden haberin varsa beni neden uyarmadın? Ya da onları neden engellemeye çalışmadın?" diye sordum.

Babam sıkıntılı bir nefes verip "Onları engelleyemezdim çünkü ben grubun iç halkasında yer alıyorum. Her halka kendi içinde haberleşir ve bir halkanın yaptığından diğer halkadakilerin haberi olmaz. Bu yüzden her şeyi gerçekleştikten sonra öğreniyordum. Yani seni uyaramazdım çünkü seni hedef aldıklarını bilmiyordum. Sen de bana hiçbir şey anlatmadığın için..." derken yüzüme sinirle baktı.

Sitemini görmezden gelerek "Nasıl yani? Birini öldürecekseniz bunu hep birlikte belirlemiyor musunuz?" diye sorarken bunu hiçbir şey olmamış gibi sorabildiğime şaşırmıştım.

"Bunu seninle konuşmayacağım Simay. Ne kadar az şey bilirsen o kadar iyi. Ama şunu söyleyebilirim, kimse kimseyi tanımıyor. Sadece lider ve onun varisi herkesi tanıyabilir. Kararları da yalnızca onlar verir ve ilgili gruba iletir." dedi.

"Varis de İdil oluyor tabii..." diye mırıldandım.

"Sen buradan gittiğinde ben de tam olarak bu karmaşayı çözmeye çalışacağım. İdil'i oradan sağ salim kurtarabilmem için önce senin güvende olduğuna emin olmam gerekiyor. O cehennemde hiçbir çocuğumun harcanmasına izin vermeyeceğim." dedi kararlılıkla. Yüzünde her zamankinden daha soğuk ve hırslı bir ifade vardı.

"İdil seninle gelmek isteyecek mi? Ben pek sanmıyorum da."

Babam kısaca bana bakıp "Gelecek. İster güzellikle ister zorla. Orada kalmasına izin veremem." dedi ve önüne döndü.

"Peki ya annem? Ya ona bir şey olursa? Beni buradan gönderdiğinde geri gelmem için onu kullanabilirler. Sonuçta annemin kim olduğunu biliyorlardır." dedim.

"Merak etme, ona bir şey olmasına asla izin vermem." dedi. Nasıl bu kadar emin konuşabiliyordu?

Belki de onu da babaanneme göndermeliydi fakat o zaman annem bir şeyler döndüğünü anlardı. Onu hiçbir şekilde atlatamazdık çünkü annem bir şeyi en ince ayrıntısına kadar öğrenmeden asla peşini bırakmazdı.

Babamın yüzündeki ifade tekrar sertleşirken "Ben de sana bir şey sorayım o zaman. Toprak'ı kaçırırken ne düşünüyordun? Nasıl böyle aptalca ve tehlikeli bir şey yapabilirsin?" diye sordu.

Hafif bir alayla "Sizin işinize yarayan bir şey yaptım. Neden kızıyorsun ki?" dedim. Babam başını hızla bana çevirip öfkeyle baktı.

"Simay beni delirtiyorsun! Ciddi ol biraz! Yaptığının ne kadar korkunç bir şey olduğunun farkında değil misin sen?"

Derin bir nefes alıp verdim. "Hata yaptım, tamam."

Babam hırsla başını salladı. "Evet, öyle. Ama bir daha böyle bir hata yapmana izin vermeyeceğim." derken daha çok kendi kendine söz veriyor gibiydi.

Aramızdaki konuşma şimdilik sonlanmıştı. Gergin bir şekilde bacaklarımı salladım. Gitmeden önce yapmam gereken çok önemli bir şey vardı. Bunun için de Pelin'e ihtiyacım vardı.

Sonunda eve ulaştığımızda hızla içeri girip anneme kısaca selam verdim ve odama çıktım. Vakit kaybetmeden Pelin'i arayarak bana acilen bir hamilelik testi bulmasını söylemiş, ona ufak çaplı bir kalp krizi yaşatmıştım. Çığlık ve sorgularını geçiştirmeyi başardığımda önce bana testi nereden bulabileceğini sormuş, ardından da sıkıntılı bir şekilde halletmeye çalışacağını söylemişti.

Yarım saat sonra geldiğinde yüzündeki ifade karmakarışıktı. Şaşkınlık baskındı fakat arka planda öfke, merak ve endişe de vardı. "Simay neler oluyor? Benden niye böyle bir şey istedin? Sen...Ne yaptın?" diye sordu telaşla.

Elindeki poşeti hemen aldım ve "Her şeyi anlatacağım. Önce bir şunu halletmem gerek." dedim. Birkaç dakika sonra işimi hallettiğimde stresli bir bekleyiş başlamıştı.

Pelin kocaman açılmış mavi gözlerini üzerime dikmiş, bana psikolojik baskı yapıyordu. "Anlat hadi!"

"Tamam anlatacağım da sen bunu nereden buldun? Bu saatte eczaneler kapalıdır." dedim kısık sesle.

Pelin alayla kaşlarını kaldırarak "Hadi ya? Bu şimdi mi aklına geldi? İki ayağımı bir pabuca soktun resmen. Yengemlerin evindeki testlerden birini yürüttüm. Şansına oradaydık yoksa asla alamazdım." dedi.

"Çok teşekkür ederim. Bana çok büyük bir iyilik yaptın." derken gözüm testin üzerindeydi.

"E? Hadi? Anlatsana ne olduğunu, çatlatacak mısın beni?" dedi sinirle.

Derin bir nefes alıp "Ben diğer evrende hamileyim. Bu hamilelik bu dünya için de geçerli mi onu öğrenmem gerekiyordu." dediğimde Pelin şaşkınlıkla "Ne?!" diye bağırdı.

"Şşş! Ne bağırıyorsun ya!" diye uyardım telaşla.

"Ay! Tamam! Şaşırdım işte doğal olarak. Nasıl oldu bu?"

Kaşlarımı çatarak "Bilmiyorum. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Her şey çok karışık. Tek bildiğim hamileyim ve bebeğin babası da Alkın." dedim fısıldayarak.

Pelin gözlerini son sınırına kadar açarak "Oha!" dediğinde tekrar "Şşş!" diye uyardım.

"Peki o da biliyor mu?" diye sorduğunda başımı olumlu anlamda salladım. "O ne diyor bu konuda?"

Cevap vermek için aralanan dudaklarımı kapattım. Gerçekten o ne diyordu? Bunu ona hiç sormamıştım. Sadece kendi korku ve endişelerimden bahsetmiştim fakat onun bu konu hakkındaki duygularını bilmiyordum. "Ben..." diye başladığımda Pelin inanamaz bir şekilde "Onunla bu konuda hiç konuşmadın mı?" diye sordu.

"Hiç fırsat olmadı ki. Hayatımız aksiyondan geçilmiyor. Soramadım." dedim.

"Ne oldu yine?" diye sordu Pelin. Sesinde merakla karışık bir tedirginlik vardı.

"Bugün Toprak'ı klinikten kaçırdım." dedim düz bir sesle. Pelin'in eli kalbine giderken ağzı beş karış açıldı. "Sonra onun tarafından oyuna getirilip bayıltıldım. O kaçtı tabii, ben de Dövmeci'de uyandım ve tam işin iç yüzünü öğrenmeye çalışırken Dövmeci'ye Alkın ile birlikte babam geldi. Bana yarın belirsiz bir süreliğine babaannemin yanına gideceğimi söyledi. Ben de kabul etmiş gibi yaptım. Böyle işte."

Pelin tuhaf tuhaf ağzını açıp kaparken yeterli sürenin geçtiğine karar verip derin bir nefes alarak bakışlarımı teste indirdim. Sonuç negatifti. Bu dünyada bir de onunla uğraşmayacaktım. Rahatlayarak nefes verdiğimde Pelin hâlâ olanları anlamlandırmaya çalışıyordu. "Negatif." diye sonucu bildirdiğimde gözlerini bana çevirdi.

Kendinde değilmiş gibi "Tebrik ederim." dedi. Eh, doğru. Tebriği kabul edebilirdim çünkü bu haber benim için sevindiriciydi.

"Simay beni artık çok korkutuyorsun. Sen neden Toprak'ı kaçırdın? Delirdin mi?" diye sordu.

Gözlerimi devirerek "İsteyerek yapmadım. Hepsi planın bir parçasıydı. Silindiri almamız gerekiyordu ama alamadık." diye karşılık verdim.

Pelin'in mavi gözleri endişeyle gölgelenirken "Belki de babaannenin yanına gitmen daha doğru olur." dedi.

Kaşlarımı çatarak "Ne saçmalıyorsun Pelin? Niye gideyim ki?" diye sordum. Niyetini öğrenmek istiyordum.

Pelin ayağa kalktı ve yanıma gelerek kollarımı kavradı. "Simaycım, sen bu yaptıklarını biraz fazla mı normalleştiriyorsun acaba? Klinikten hasta birini kaçırdın. Hem hasta hem de İzci birini. Ya sana bir şey yapsaydı? Onun sana olan bağlılığına çok güvenme bence. İşler her an tersine dönebilir."

"Bana olan bağlılığına güvendiğim falan yok. Sadece ondan silindiri tekrar alabilirim. Hâlâ şansım var ve bu şansı değerlendirmek istiyorum. Yoksa hepimiz öleceğiz." dedim sıkıntıyla.

Pelin iç çekti. "Peki ne olacak şimdi? Baban gitmeni istiyor, onu ikna edebilir misin ki? Erdem Amca bir şeyi istiyorsa o şey kesinlikle olur, biliyorsun."

Yavaşça başımı salladım. "İstediği olacak zaten ya da o öyle olduğunu düşünecek."

"Ne planlıyorsun?"

"Babaannemin yanına gideceğim fakat sonrasında sana ve Egehan'a ihtiyacım olacak." dedim.

Pelin'in ince kaşları çatılırken "Tamam...da ne yapacağız biz?" diye sordu.

"Beni kaçıracaksınız." dedim.

Pelin'in gözleri büyüdüğünde başını iki yana salladı. "Hayır."

"Evet."

"Kızım saçmalama, çok tehlikeli bir şey bu. Ya Erdem Amca öğrenirse? Ki zaten öğrenir çünkü yokluğunu babaannen kesinlikle fark eder." dediğinde gülümsedim.

"Sen orasını bana bırak. Dediğim zamanda dediğim yerde olun, yeter. Gerisini boş ver." dedim. Elimdeki testi kağıt havluya sararken "Bu arada bundan kimsenin haberi olmayacak. Sadece sen ve Egehan. Başka birisi yok, tamam mı?"

Pelin sesli bir şekilde yutkundu. Israrcı bakışlarımı gördüğünde sıkıntılı bir nefes verip "Tamam." diye cevap verdi. "Sen çok değiştin Simay. Senin hiç derin derin kaçma planları yapan birine dönüşeceğini düşünmezdim."

Dudaklarımda hafif bir tebessüm oluştu. Ben de düşünmezdim.

<<<•>>>

Ertesi gün annem beni erkenden uyandırmış, sıkı sıkı sarılarak tüm bunların benim iyiliğim için yapıldığını ve hissettiğim tüm baskının sona ereceğini söylemişti. Olan bitenden haberi olmadığı için babamın beni göndermesini sınav stresinden bayılmama bağlıyordu. Kabul etmesinin tek nedeni de buydu çünkü bu yıla kadar hiç böyle bir şeye tanık olmamıştı. Haliyle çok korkmuş, beni ve kendini rahatlatmak için de hava değişikliğinin bana çok iyi geleceğini söylemişti.

Seri bir şekilde hazırlandım, yanıma önemli eşyalarımı aldım ve daha fazla bu konu hakkında tek kelime etmedim. Annemle babaannem pek anlaşamadıkları için babamla birlikte gidecektim. Dört saatlik yolculuğun büyük bölümünde uyurken babamla bir iki cümle dışında başka iletişim kurmamıştım. Açıkçası artık ona karşı bakış açım değişmişti. Yaptığı şeyleri, niyeti ne olursa olsun, asla affedemez ve görmezden gelemezdim. O -arkadaşının isteğiyle bile olsa- bir katildi ve onu polise vermememin tek sebebi, Alkın'ın annesinin kulaklarımdan silinmeyen yalvarışlarıydı.

Dört saatin sonunda babaannemin evinin önünde durduk. Bakışlarım camdan dışarıda, babaannemin iki katlı evinde gezindi. Buraya en son bir önceki yıl gelmiştim. O zamanlar her şey ne kadar da farklıydı...

Babam her zamanki mesafeli sesiyle "Derslerini hiç düşünme. Senin için özel hocalar ayarladım. Arkadaşlarından geri kalmayacaksın. Burada sınava rahatça çalışabilirsin. İzciler'i de düşünme, burayı bulamazlar." dedikten sonra yavaşça saçlarımı okşadı. "Hepsi senin iyiliğin için, biliyorsun değil mi Simay?"

Bakışlarımı ona çevirmeden başımı salladım. "Biliyorum." Biliyordum fakat bunu biliyor olmam hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Bütün dövmeliler birer birer avlanırken ben her şeyi uzaktan seyretmeyecektim. Ne zaman bu kadar gözü kara olmuştum bilmiyordum. Bu yaptığım büyük bir aptallık olabilirdi fakat sevdiklerimin öldüğünü bilerek hayatıma eskisi gibi devam edemezdim.

Babam da benimle birlikte eve doğru ilerlerken babaannem kapıyı açtı ve ela gözleri parlarken yüzünde sevgi dolu bir ifadeyle "Oyy! Benim biricik torunum mu gelmiş? Hoş geldin kuzum!" dedi. Beni sıcak kolları arasına çekerken ona sıkı sıkı sarıldım. Onun biricik torunu değildim, başka bir torunu daha vardı fakat sanırım bunu bilmiyordu.

"Hoş bulduk babaanne. Nasılsın?"

"İyiyim kuzum, seni gördüm daha iyi oldum. Hadi, geç." dedi ve bizi içeri soktu. Görmeyeli ensesine gelen saçları biraz daha beyazlaşmıştı. Bakışları babama dönerken mesafeli bir sesle "Sen de hoş geldin." dedi.

"Anne, yine ne oldu?" diye sordu babam bıkkın bir şekilde.

"Ne olsun, oğlum yılda bir ziyarete geliyor işte." diye cevap verdi. Babaannem, onu az ziyaret ettiği için trip atıyor olmalıydı fakat anneme göre babaannem, babamın annemle evlendiği günden beri laf sokmaya devam ediyordu. Triplerinde ziyaretin az olmasının yanında annemle evlenmiş olması da etkiliydi.

Çerçevelerle dolu koridordan geçip ferah salona ulaştığımda gülümseyerek babaanneme baktım. Küçüklüğümde benim en iyi arkadaşımdı. Bu salonda birlikte oynadığımız oyunlar gözümde canlanırken gözlerim raflardaki oyuncaklara kaydı. Bazılarını birlikte yapmıştık.

Babaannem bakışlarımı takip ederek gülümsedi. "Eskiden çok severdin oyuncak yapmayı. 'Hadi kalk ceviz kır da içine bebek yapalım' derdin. Zaman ne kadar çabuk geçiyor. Şimdi yüzünü zor görüyorum."

Hüzünlenen yüzüyle huzursuz hissederek hızla yanına gidip sarıldım. "Öyle deme babaanne, annemle babamın yoğunluğu yüzünden gelemiyordum. Bu sene de sınavım var zaten, biliyorsun ama sen istediğin zaman bize gelebilirsin." dedim.

Babaannem sırtımı sıvazlarken "Yok yavrum, yaşlıyım ben. O kadar saat yol çekemem. Hem annenin huzuru bozulur gelirsem." dediğinde "O ne demek babaanne ya? Olur mu öyle şey hiç?" diye karşılık verdim. Aralarındaki sorunları hiçbir zaman tam olarak anlatmamışlardı.

Babaannem beni duymazdan gelerek "Hem baksana, seni buraya bırakmak için bile gelmemiş. Artık ne kadar zor geliyorsa beni görmek..." dedi.

Babam sıkıntıyla "Arkasından bunları söylüyorsun, gelseydi yüzüne karşı kim bilir neler söyleyecektin. Tahmin edip gelmedi işte." dedikten sonra ela gözlerini babaanneme dikerek bir süre anlamlı bir şekilde ona baktı. Aralarındaki gizemli bakışmayı merak etsem de sorgulamamaya karar verdim çünkü bana hiçbir şey anlatmayacaklardı. Her zamanki gibi.

İki saat kadar sohbet ettikten sonra babam artık geri dönmesi gerektiğini söyledi. Kapıdan çıkmadan önce bir süre yüzümü inceleyip ardından bana sarıldığında gözlerimin istemsizce dolduğunu hissettim. Keşke eski halimize dönebilmenin bir yolu olsaydı. "Kendine iyi bak." dedi ve yavaşça ayrıldı.

"Sen de." derken bakışlarımı kaçırdım. Kapıdan çıkıp gittiğinde ağlamamak için derin nefes aldım. Ona böyle davranmak beni çok üzüyordu fakat içimden başka türlüsü gelmiyordu.

Babaannem yemek hazırlayacağını söylerken ben de valizimi yukarıda benim için hazırladığı odaya çıkardım. Çiçekli nevresimli bir yatak, beyaz bir dolap ve küçük bir çalışma masasının olduğu odaya girdiğimde telefona bir mesaj geldi.

'Güzelim, babaannenin yanına gittin mi?
Biliyorum bana hâlâ kızgınsın ama seni
çok merak ediyorum. Beni cevapsız bırakma.'

Mesaj Alkın'dandı. Tahmin ettiği üzere ona hâlâ sinirliydim fakat hiçbir şey yazmazsam merak eder ve cevap alana kadar peşimi bırakmazdı. Buraya bile gelebilirdi.

'Gittim, merak etme. Olayların
kalbinden oldukça uzaktayım.
Rahat bir nefes alabilirsin artık.'

Anında cevap yazdı.

'Bir gün beni anlayacaksın.
O günü sabırsızlıkla bekliyor
olacağım.' 

'Seni arayabilir miyim?'

Aniden gerilmiştim. Sesimi duymak istemesi çok normaldi fakat ya minik kaçış planımı sezdiyse?

Cevap yazamadan ekranda adı belirdiğinde derin bir nefes alıp telefonu açtım.

"Bebeğim? Nasılsın?"

Soğuk bir şekilde "Bana mı soruyorsun yoksa bebeğine mi?" diye karşılık verdiğimde güldü.

"İkinize de."

"Bebeğin bu dünyada yok. Ona diğer evrene gittiğimizde sorarsın." Sessiz kaldığında dudaklarımı dişledim. "Dün gece hamilelik testi yaptım. Bu dünyada hamile değilim."

"Öyle mi? Bana ne zaman söyleyecektin?" diye sorduğunda "Eğer aramızdaki olaylar durulsaydı hemen söylerdim ama sen her zamanki gibi benim düşüncelerimi yine yok saydığın için bunu söylemeyi de ertelemek zorunda kaldım." dedim.

Alkın sıkıntılı bir nefes verdi. "Simay, tahminen beni ne zaman anlayacaksın? O zamana kadar susup bekleyeyim çünkü boşuna konuşuyormuşum gibi hissediyorum."

"Senin beni anladığın zaman. Neyse, babaannem beni bekliyor, kapatmam lazım."

"Simay-" dediğini duysam da sinirle yüzüne kapattım. Sesini duymak bana iyi gelmemişti. Belki onun açısından bakınca naz yapıyormuşum gibi görünebilirdi fakat susup sineye çektikçe yeni olaylarla karşıma çıkıyordu. Babamla yaptığı son işbirliği de beni iyice çıkmaza sokmuştu. Ona koşulsuz şartsız nasıl güvenebilirdim ki?

Aşağı indiğimde babaannemle güzel bir yemek yiyip eski anılardan konuştuk. Onu görmek benim için çok iyi olmuştu fakat buraya zorla getirilmeyi değil, kendi isteğimle gelmeyi tercih ederdim.

Yemekten sonra dinlenmek istediğimi söyleyerek odaya çıktım ve telefonu kontrol ettim. Grupta benim şehirden ayrılışım konuşulmuştu fakat Alkın son noktayı koyarak konuyu kapatmıştı. İçimde yükselen sinirle telefonu yatağa fırlattım ve sakinleşmek için derin bir nefes aldım. Ardından masanın yanına bıraktığım sırt çantasını açarak içinden burada zaman geçireceğim şeyi çıkardım.

Alkın'ın annesinin günlüğünü.

<<<•>>>

Bu yaptığım bir çeşit hırsızlığa giriyor olabilirdi fakat artık bu konuyu açıklığa kavuşturmamızın vakti gelmişti. Şimdilik elimizdeki tek kaynak, Ayperi Tekin'in günlükleriydi fakat yaşanan olayların ardından günlükleri araştırmaya ara vermiştik. Burada bulunduğum süre boyunca elimdeki günlükteki bütün sırları ortaya çıkaracaktım.

Meşeden yapılma çalışma masasına oturup akşamüstü güneşi eşliğinde günlüğün kapağını açtım. Elime mavi ışıklı kalemi alarak ilk sayfayı hızlıca gözden geçirdim. Fabulasium'a gidene kadar olabildiğince fazla ilerlemek istiyordum.

Elimdeki günlük Alkın'ın doğumundan önce yazılan günlüktü. Gizli mürekkeple yazılan kısımları okumaya başladım.

17 Şubat 2000

"Dövmeli oluşumun beşinci ayı. Her şey ilk zamanlardaki büyüsünü koruyor olsa da artık madalyonun öteki yüzünü de görmeye başladım. Dövmeci ilk zamanlardaki kayıtsızlığına sahip değil. Korktuğu şeyler olduğunu görebiliyorum fakat sebebini söylemiyor. Bunu Verda'ya danışmış olsam da bana verdiği yanıt koca bir sessizlik.

Dövme yaptırmama başından beri karşıydı fakat artık çok daha tuhaf davranıyor. Sürekli bana izleniyormuş gibi hissedip hissetmediğimi soruyor. Onun ne kadar paranoyak biri olduğunu bilmesem benden sakladığı şeyler olduğunu düşünürdüm.

Not: Verda paranoyak değilmiş, ben körmüşüm. Beni büyük bir tehlikeden korumaya çalıştığını görememişim."

Okuduğum cümlelerle kaşlarımı çattım. Sondaki not sonradan eklenmişti fakat Ayperi Tekin buna neden ihtiyaç duymuştu ki?

Başka bir sayfaya geçtim.

23 Şubat 2000

"Bir süredir kayıp olan Beyaz Gül sonunda ortaya çıktı fakat öyle bir tavrı vardı ki tekrar kaybolacağına emin oldum. Erdem kafayı yemekle meşgulken benim yapmayı planladığım bir şey var: Biricik arkadaşımı takip etmek. Başının belada olmadığından emin olmak zorundayım çünkü ne zaman onunla buluşmak istesem babasının izin vermediğini söyleyip duruyor. Tüm bunların yanında neyse ki elim bütünüyle boş değil.

Babasının büyük bir sır gibi sakladığı adını nihayet öğrendim. Korkut Çınar. Fakat ne yaparsam yapayım hakkında başka hiçbir bilgiye ulaşamadım. Belki Verda'yı takip ettikten sonra daha fazla fikir sahibi olabilirim."

Korkut Çınar. İdil'in dedesinin -yani tarikatın liderinin- adı buydu demek. Hemen telefondan internete girip adını arattım. Karşıma çıkan sonuçların hepsi birbirinden alakasız profillerdi. Emekli öğretmenden muhasebeciye kadar farklı farklı sonuçlar vardı fakat büyük ihtimalle aradığım Korkut Çınar burada mevcut değildi. Hemen İdil'i de arattım fakat karşıma ona benzeyen kimse çıkmamıştı. Tabii ki sosyal medya hesabı kullanmıyor olmalıydı. Kullanıyorsa da kesin sahte hesapları vardı. İnternette aradığımı bulamayınca günlüğü okumaya devam ettim.

2 Mart 2000

"Çok tuhaf olaylar yaşıyorum. Geçen gün karşılaştığım yaşlı bir adamla tekrar karşılaştım fakat beni tanımadığını söyledi. Oysaki birlikte uzun uzun sohbet etmiştik. Bana çocuklarından bile bahsetmişti. Bunu adama da söylediğimde bana çocuklarının olmadığını ve beni hayatında ilk kez gördüğünü söyledi. Adamda demans olabilir mi? Buna pek inanamıyorum çünkü gayet aklı başında görünüyor.

Not: Ne yazık ki adam haklıymış. Beni daha önce gerçekten de hiç görmemiş. İlk rastladığım kişi bir İzci'ydi. İzciler yolda rastladığım herhangi biri olabilir. Hatta en yakınımdaki kişi bile olabilir. Öyle gelişmiş bir makyaj yapıyorlar ki karşımdaki kişinin cani bir dolandırıcı olduğunu asla anlayamıyorum fakat en kötüsü, konuşurken fazlasıyla inandırıcı hikayeler anlatıyorlar. Çok dikkatli olmalıyım."

Sonlara eklediği notların yazı stili daha aceleci ve özensizdi. Büyük ihtimalle yazdıklarının üzerinden tekrar geçip kafasını toplamaya çalışıyordu. Ayrıca defteri gün gün tutmamıştı, oldukça düzensiz bir şekilde ilerliyordu. Başka bir sayfaya geçtim.

25 Mart 2000

"Bugün Verda'yı takip ettim. Önce ıssız bir sokaktaki eski bir apartmana girdi. Bir süre sonra oradan çıktı ve karmakarışık bir yol izleyerek deniz kenarındaki bir restorana gitti. Neden yarım saatte gidebileceği yolu üç saatte gittiğini merak ediyorum. Acaba takip edildiğinden mi şüpheleniyor? Eğer öyleyse birini atlatmakta gayet başarılı çünkü neredeyse izini kaybediyordum.

Ona görünmemek için bir süre dışarıdaki ağaçların arasına saklandım. Daha sonra dikkat çekmemeye çalışarak içeri girdim fakat Verda içeride yoktu. Oysa kapıdan çıkmadığına kesinlikle emindim ve gördüğüm kadarıyla başka bir kapı da yoktu."

Bu cümlelerin altında küçük bir kroki vardı ve bazı mekanların isimlerini bilmesem de bazıları çok tanıdık geliyordu. Krokideki ayrıntıları daha detaylı inceledim. Bu restoran, İdil'in parti yaptığı kafeydi!

Ve Hakan'ın ortadan kaybolduğu kafe.

Derin bir nefes alırken omzumda bir yanma hissettim. Hemen defteri kapatıp odanın kapısını kilitledim ve diğer evrene doğru yükselmeye başladım.

<<<•>>>

Mağarada belirdiğimde diğerleri de teker teker gelmeye başlamışlardı. En son Alkın da geldiğinde ekip tamamlandı. Alkın'ın bakışları doğrudan beni bulurken bana özlemle baktı. Ben de ona sinirle baktım.

Ayhan sırıtarak "Yine bir şeyler olmuş." dedi. Ben ne yazık ki şu an onun kadar keyifli hissetmiyordum.

"Evet, arkadaşın yine boş durmadı." dedim sinirle.

Alkın gözlerini devirerek "Bunu daha fazla uzatmasak mı? Neden böyle bir şey yaptığımı biliyorsun." dediğinde kollarımı göğsümde kavuşturup başımı başka bir yere çevirdim.

"Mümkünse benimle gerekmedikçe muhatap olma." dedim.

Alkın yanıma yaklaşırken avucunda yüzük belirdi. "Bu, evlilik teklifimi reddettiğin anlamına mı geliyor?" diye sordu.

Egehan "Evet." dediğinde Eris "Bırak da bu sorunun muhatabı cevap versin." diye karşılık verdi. Sivri şapkasını düzeltirken koyu bakışları Egehan'ın üzerindeydi.

Aslında içimdeki bu öfke ve güvensizlikle ona vereceğim cevap belliydi fakat bu akıllıca olmayabilirdi. Hem de önümüzde büyük bir savaş varken.

İç çekip "Hayır. Reddetmiyorum." dedim ve avucundaki yüzüğü alıp parmağıma taktım. "Stratejik açıdan seninle evlenmem daha doğru olur."

Alkın kaşlarını çatarak "Stratejik açıdan mı?" diye sorduğunda sesinde hafif bir hayal kırıklığı sezmiştim fakat onun beni uğrattığı hayal kırıklıklarının yanında bu hiçbir şeydi.

"Evet." dedim başımı sallayarak. "Evlenirsek güçlerimizi birleştiririz ve arkamıza destek almamız daha kolay olur. Kral ve kraliçe onların istediklerini yaptığın için her türlü askeri desteği sağlayacaklardır. Hem o çok istedikleri varisleri de var." dedikten sonra elimi karnıma koydum. Hissettiğim tuhaf şişlikle bakışlarımı karnıma indirdiğimde tedirginlikle yutkundum. Karnım çok hafif büyümüştü.

Yekta, mağaradaki büyücülük eşyalarını heybesinin içine koyarken "Meira haklı. Evli olmanız pek çok avantaj sağlayacaktır. Saldırı için harekete geçmeden önce bu işi resmiyete dökmek çok mantıklı olur." dedi.

Yaprak sabırsız bir şekilde "O zaman ne bekliyoruz? Ejderha Prensi'nin şatosuna gidelim hemen." dediğinde çıraklardan siyah saçlı ve siyah gözlü bir erkek "Dediğin kadar basit olsaydı keşke. Prensle prenses her yerde aranıyorlar. Tabii onlarla bağlantılı kişiler de öyle. Şatoya gitmek o kadar kolay olmayacak." diye karşı çıktı.

Yekta'ya toparlanmasına yardım eden Lia "Ama acele etmemiz gerek. Prens Nealon'un planında ne kadar ilerlediğini bilmiyoruz." dedi.

Prens Nealon...Neyin peşindesin sen? Orkun'un amacını gerçekten anlayamıyordum. Acaba görevi bu muydu? Eğer öyleyse bunu yapmak zorundaydı.

"Benim krallığımdaki kral ve kraliçeyi hiç gördünüz mü? Nasıl insanlar? Prens Nealon'la işbirliği yaparlar mı?" diye sordum merakla.

Egehan "Ben hiç görmedim. Soylular dışında kimseyle muhatap olmazlar ama kralın acımasız olduğunu duyuyordum. Prens Nealon'la işbirliğine gelince...Eğer çıkarlarıyla ters düşmüyorsa bunu kabul edebilir." dedi. Sıkıntıyla ofladım.

"Peki askeri güç ne durumda?" diye sorduğumda bu sefer Alkın cevap verdi.

"Güçlü sayılırlar ama güçleri komşularından aldığı destekle sağlanıyor genelde." dedi.

Sarı ve kıvırcık saçları olan başka bir erkek çırak "Peki sizin askeri gücünüz ne durumda?" diye sordu.

Alkın derin bir nefes alıp "Askerlerimiz güçlü ama diğer krallığa göre sayıca azlar. Kesinlikle başka krallık veya özel güçlerin desteğine ihtiyacımız olacak." dedi.

Ayhan merakla "Kimden destek istemeyi düşünüyorsun? Hiçbir krallık bir savaşın içine girmeye yanaşmaz." dediğinde umutsuzca ona baktım. Doğru söylüyordu. Kim durup dururken canını tehlikeye atmak isterdi ki? Keşke tüm bunlara son verebileceğim bir özel gücüm olsaydı.

"Bu konuda ben yardımcı olabilirim." dedi Yekta. "Bazı müşterilerimin bana olan borçları devam ediyor ve bu müşteriler arasında krallar ve soylular da var. Beni reddetmek istemeyeceklerdir."

Alkın başını sallayıp onaylarken Yaprak düz bir ifadeyle "Ben de su perilerinden yardım istemeye çalışırım ama işe yarayacağına söz veremem." dedi.

Egehan düşünceli bir sesle "Belki benim de yapabileceğim bir şey olabilir." dediğinde şaşkınlıkla gözlerimi açarak "Senin?" diye sordum.

Egehan suratını asarken "Evet yüce prensesim. Ne oldu? Beğenemedin mi?" dedikten sonra bakışlarını üzerimden aldı. "Krallıkta elbet Prens Nealon'u onaylamayan birlikler vardır. Ağızlarını arayıp onları kendi tarafımıza çekmeye çalışacağım." dediğinde gerçekten mantıklı bir şey söylemesine şaşırmıştım.

"O zaman ayrılıyoruz?" diye sordu Eris.

Yekta başını sallayarak onayladı. "Evet ama kimse tek başına kalmamalı. İki ya da üç kişilik gruplar yeterli olacaktır."

"Nasıl bir dağılım yapacağız?" diye sordum.

Alkın bana yaklaşıp elimi yumuşak bir şekilde tutarak "Biz Meira ve Corvina ile benim krallığıma gidip kral ve kraliçeyle konuşalım. Ardından evleniriz. Eğer yetişebilirseniz sizler de törene gelirsiniz. Siz gelene kadar askeri birliklerin eğitim ve hazırlıklarını başlatırım." dedi.

Egehan "Ben de prensesin krallığına giderim." dediğinde yüzüm asıldı. Bu hiç hoşuma gitmemişti. Ayrılacak mıydık? Ona çok alışmıştım ve onu o korkunç yere tek başına göndermek istemiyordum.

"Acaba ben de seninle gelsem daha iyi olmaz mı? Tek başına halledebileceğinden emin misin?" diye sorduğumda Alkın'ın elimi tutuşu sertleşti. Bana baktığını hissedebiliyordum fakat ben hüzün dolu bakışlarımı Egehan'da tutmaya devam ettim.

Egehan güldü fakat onun da gözlerinde hüzün vardı. "Hayır prensesim, sen kocanın yanında dur." dediğinde gözlerimi devirdim. "Hem sen buraya gelmeden önce tek başımaydım, unuttun mu? Seninleyken arkamı kollamana alışmış olabilirim ama artık hiçbir şekilde tehlikeye atılmana izin veremem." diye karşılık verdi. "Hem benim küçük bir koruyucum var." derken başının biraz üzerinde, havada asılı duran yaratığı göstermişti.

"Ben de ona eşlik ederim." dedi Ayhan. "Yanında bir şövalye olması mantıklı olur. Askerler onu dinlemese de beni dinlerler en azından."

"Aslında...Ben de onlarla gitsem iyi olur." Bu cümle asla beklemediğim kişiden, Eris'ten gelmişti. Herkes şaşkınlıkla ona bakarken "Ne var? Niye öyle bakıyorsunuz? Şatoda şimdilik bir işe yaramam ama yolculuk esnasında onlara faydam dokunabilir. Kesin şu tuhaf bakışlarınızı." dedi.

Ayhan gülümserken Egehan yüzünü ekşitmişti. Alkın hafif bir endişeyle "Emin misin?" diye sorduğunda Eris başını sallayarak onayladı.

"Kafamızı şişirmeyeceksen gel." dedi Egehan. Ardından "Acaba tam olarak ne zaman kurtulacağım şu cadıdan?" diye mırıldandı fakat Eris söylediği şeyi duyarak Egehan'ın kafasına sertçe vurdu. Ona doğru uçmaya çalışan İngra'yı da parmaklarıyla oluşturduğu rüzgârla savurdu.

Yekta yüzündeki memnun ifadeyle "Çok güzel. Bence mantıklı bir dağılım oldu. Kyra yanına bir çırak alır, başka bir çırak da benimle gelir. Diğer çıraklar da söyleyeceğim yerlere dağılır. Böylece daha çok kişiye ulaşmış oluruz ve daha çok iş halledilir." diyerek heybesinden küçük küreler çıkarıp her gruba birer tane verdi. "Bunları haberleşmek için kullanalım. Başı dertte olan sinyal göndersin."

Alkın küreyi aldıktan sonra "Herkes bir hafta içinde görevini bitirip şatoya dönsün. Ne kadar vaktimizin kaldığını bilmiyoruz." dedi. Mağarada onaylayan mırıltılar yükseldikten sonra kısa bir sessizlik oldu.

Eris iç çekerek "Artık gitsek iyi olacak." dedi ve hızlı adımlarla yanımıza gelip Alkın'a sıkıca sarıldı. Alkın da ona sarılmak için elimi bıraktığında ben de vakit kaybetmeden Egehan'ın boynuna atladım ve atlar atlamaz gözyaşlarım yanaklarıma düşmeye başladı.

Egehan beni sıkıca sarmalarken "Bebeğin dayısı olarak sana bu kadar ani hareketler yapmayı yasaklıyorum." dediğinde sessizce hıçkırdım.

"Kendine dikkat et, lütfen. Bu evrendeki koruyucum sadece sen olabilirsin. Başka birini aramakla uğraştırma beni." dedim burnumu çekerken.

"Tabii beni bedavaya çalıştırıyorsun, o yüzden değil mi?" diye sorduğunda gülümsediğini hissetmiştim.

Başımı sallayarak "Evet, ondan." dedim.

Egehan güldü ve benden ayrılıp omuzlarımdan tuttu. "Tamam, söz veriyorum kendime dikkat edeceğim ama sen de ben gelmeden doğurmayacağına söz ver." dediğinde güldüm ve "Söz." dedim.

Gruplar hazırlıklarını bitirdiğinde Yekta, Yaprak ve çıraklarla da vedalaştık ve gelecek hafta buluşacağımıza dair sözleştik. Mağaradan dışarı çıktığımızda ilk ayrılan grup Egehan, Ayhan ve Eris oldu. Ardından Yekta, Yaprak ve çıraklar da gittiğinde geride sadece Alkın ve ben kalmıştık. Alkın elini bana uzatarak "Evimize gitmeye hazır mısın sevgilim?" diye sordu. Yeşilimsi mavi gözleri sıcak bir ışıltıyla parlıyordu.

Gözlerimi dudaklarındaki gülümsemeye çevirip hafifçe tebessüm ettim. "Hazırım."

Continue Reading

You'll Also Like

30.5K 2.4K 24
Genç kız kaymaya devam etti. Üşüyordu ama bunu sorun etmiyordu. Üşümek istiyordu. Ayağının altındaki kaygan zemin, ona iyi geliyordu. Fakat bu sefer...
3.8M 309K 85
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
290K 25.3K 46
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
30.8K 398 23
Zehra ile yolları ayrılan Emir, kendini kabus gibi bir ortamda bulur. Acımasız kadınların elinde oyuncağa döner ve tek isteği bu kabustan uyanıp eski...