Violet Black

Door liarblackcat

90.2K 7.5K 10.2K

Sirius Black ve Marlene Mckinnon'ın çocukları olsaydı? Babası Azkaban'dan kaçtığı sırada Hogwarts'a başlayan... Meer

𝘣𝘦𝘧𝘰𝘳𝘦 𝘦𝘷𝘦𝘳𝘺𝘵𝘩𝘪𝘯𝘨 𝘴𝘵𝘢𝘳𝘵𝘴'
1.Bölüm | V
2.Bölüm | V
3.Bölüm | V
4.Bölüm | V
5.Bölüm | V
6.Bölüm | V
7.Bölüm | V
8.Bölüm | V
9.Bölüm | V
10.Bölüm | V
11.Bölüm | V
12.Bölüm | V
13.Bölüm | V
14.Bölüm | V
15.Bölüm | VI
16.Bölüm | VI
17.Bölüm | VI
18.Bölüm | VI
19.Bölüm | VI
20.Bölüm | VI
21.Bölüm | VI
22.Bölüm | VI
23.Bölüm | VI
24.Bölüm | VI
25.Bölüm | VI
26.Bölüm | VI
27.Bölüm | VI
28.Bölüm | VI
29.Bölüm | VI
30.Bölüm | VI
31.Bölüm | VI
32.Bölüm | VI
33.Bölüm | VII
34.Bölüm | VII
35.Bölüm | VII
36.Bölüm | VII
37.Bölüm | VII
38.Bölüm | VII
39.Bölüm | VII
40.Bölüm | VII
41.Bölüm | VII
42.Bölüm | VII
43.Bölüm | VII
44.Bölüm | VII
45.Bölüm | VII
46.Bölüm | VII
47.Bölüm | VII
48.Bölüm | VII
49.Bölüm | VII
50.Bölüm | VII
51.Bölüm*
52.Bölüm*
53.Bölüm*
54.Bölüm*
55.Bölüm*
56.Bölüm*
57.Bölüm*
58.Bölüm*
59.Bölüm*
60.Bölüm*
61.Bölüm*
62.Bölüm*
63.Bölüm*
64.Bölüm*
65.Bölüm*
66.Bölüm*
67.Bölüm*
68.Bölüm*
70.Bölüm*
71.Bölüm*
72.Bölüm*
'𝘵𝘪𝘭𝘭 𝘵𝘩𝘦 𝘣𝘦𝘵𝘵𝘦𝘳 𝘦𝘯𝘥

69.Bölüm*

272 35 64
Door liarblackcat

Charlie Puth

Losing My Mind

*

"Ben nöbete kalırım. Siz rahat olun." Violet, Hortkuluk'u alıp boynuna taktı. Vücudunda hissettiği ani ürpertiden hoşlanmasa da bozuntuya vermedi. Hermione, Harry ile ilgilendiği için bitik düşmüştü. Harry ise hala yorgundu. Asası olmadığı için yataktan çok çıkası gelmiyordu. Bu yüzden gece olduğunda Hortkuluk'u Violet takmayı istedi. "Bir şey olmaz, değil mi? Hani-" Hermione, Violet'in parmağını işaret etti. "Bir yan etki gibi?"

Violet dudaklarını bükerek sağ eline baktı. "Sanmıyorum. Yani kontrol altına aldım. Yine de iki kat tetikte olurum." Hermione başını sallayıp çadıra geri girecekken son bir istekte bulundu. "Bi' ara Harry'nin ateşine bak. Kor gibi yanıyorsa bir sorun mutlaka vardır ya da çıkacaktır." Violet gülümsedi. "Hadi git yat, ateşine de bakarım merak etme. İyi geceler."

Violet çadıra yakın ağaçlardan birisinin gidip gövdesine oturdu. İçinde oluşan nostaljik hisse engel olamadı. Dolunay vardı ve aklına Remus geldi, onun için ormanda kaldığı geceler şimdi sadece yüze tebessüm konduran anılardı.

Bir ayağını çekti ve kolunu koydu. Yüzünü de kafasına yaslarken asasıyla yeterince okumamış gibi Rita'nın kitabını efsunladı. En çok aklının takıldığı bölümü açtı, okumaya başladı.

"Seyahatimize hazır mıyız, küçük hanım?" Üç dört yaşlarında gözüken küçük kız ellerini çırptı. "En çok ben hazıyım. Gözlükleyimi de aldim." Üstü papatyalar kaplı açık yeşil tişörtüne asılmış siyah güneş gözlüğünü gözüne taktı. "Payis'e gidiyoz." Genç bir adam küçük kızı kucağına aldı. Sesi çok tanıdıktı. "Senin bu sevimliliğini baba da görmeli, onun eserisin resmen..." Bu Remus Lupin'di. Kesinlikle daha genç gözüküyordu. Yüzünde yine yara izleri vardı ama hayatın yorgunluğuyla yüzüne düşmüş kırışıklık ve gölgeler yoktu aksine yüzü mutluluktan parlıyordu.

"Babası! Bak kızına, gözlüğünü de unutmadı." Grimmauld Meydanı'nın mutfağına girdiklerinde karşısında yine fazla genç olan Sirius Black'i gördü. Saçlarında yer yer beyazlar yoktu, simsiyah ve çok gürdü. Dişleriyle gülümseyip küçük kızı Remus'un kucağından aldı. "Benim kızım bir rockstar babası, tıpkı diğer babası gibi olacak. Poz ver hemen." Küçük kız ellerine bakarak iki yapmaya çalıştı ve küçücük dudaklarıyla öpücük atmadan önce, "Yaksıtar!" diye bağırdı. Remus ikisine de gülerken asasını havaya kaldırdı. Bir flaş patlayıp anı ölümsüzleştirdi.

"Siz çok tatlısınız ama... İnsan size baktıkça savaşta olduğumuzu unutuyor." Küçük kız, Sirius'un kucağından indi. Holdeki aynaya gidip yine dudaklarını büzdü. "Yuj vay mı?"

"Senin yujunu yerim ben!" Aynaya baktığında küçük kızın kendisi olduğunu gördü Violet. Yuvarlak gözleri, tıpkı Sirius gibi karmaşık saçları vardı, siyah olmasa da siyahı aratmayacak koyulukta bir kahveydi. Sirius'un elinde siyah bir ruj paketiyle döndüğünü aynada yansımasından gördüğünde yine ellerini çırptı. "Ben süyim."

"Hayır, hayır. Her yerini ruj yapacaksın. Minik bebeğime ben sürerim." Sirius bir dizini yere koydu. Violet ruju sürmesi için garip, komik şekillere girerken gülmemek için kendisini tuttu, tüm odağıyla ruju sürdü. "Harika- Bir saniye. Senin saçların mı beyazladı?"

Küçük Violet anlamazca babasına baktı. Sirius panikle, "Remus!" diye bağırdı. Sesindeki endişeyi duyan Remus, mutfaktan geldi. "Ne oldu?" dedi, o da korkmuş görünüyordu. Violet'e baktığında yüzündeki korku daha da büyüdü. "Hayatım." dedi Remus da yere otururken. "Sen saçlarının rengini mi değiştiriyorsun?" Violet anlamasa da kafasını iki yana salladı.

"Bizim ailede sadece Dora, bir Metamorphmagus'tur. Onda da doğduğu gibi görülmüştü. Violet bir ay sonra dört olacak, bu olamaz." Sirius ayağa kalkıp holde bir ileri bir geri yürümeye başladı. "Anlamıyorum... Tam da giderken."

"Ayne de geliyor mu bizimle?" Sirius'un kafayı sıyırmasına takmadan Remus'a döndü. "Ben iki baba ve aynemsiz yapamam." Remus, küçük kıza sarıldı. "Anne bize uğrayacaktır canım, o da sensiz yapamaz. Seni çok seviyor biliyorsun." Violet şirince başını salladı. Remus'un kulağına yaklaştı. "Gizli gizli çikoyata yey miyiz?"

Remus yanağını sulu sulu öpünce, "Ay! Baba beni yayamasana!" Küçük elleriyle Remus'un yüzünü tutup itmeye çalıştı. "Çot ayıp yaptın."

"Yiyeceğim seni şimdi." Violet mutfağı işaret etti. "Bu içelim."

'Su' demekte zorlanır, diyemezdi. Onun yerine 'bu' derdi, Sirius ve Remus onu anlardı. "İçelim birtanem. Baba da anneyle iletişime geçsin."

Sahne değişti. Grimmauld Meydanı On İki Numara değildi. İki katlı müstakil beyaz bir evdi. Işıkları yanmıyordu. Bahçeye açılan tahta kapı kırıktı. Bu sefer etrafta küçük bir kız yerine şu anki haliyle olduğunu gördü. Nerede olduğunu bilmiyordu, içinden gelen hislerle neden o evin içerisine girdiğini de bilmiyordu.

Kırık tahta kapı gıcırtıyla açıldı. Evin kendi kapısı da açık olduğu için Violet tıklatmadan girdi. Adımları onu üst kata yönlendiriyordu ama kendisini bu sefer durdurdu. Kapıdan girdiği gibi evin salonu görebilmişti. Aynı zamanda yerde yatan iki bedeni de... Kim olduklarını bilmiyordu, daha önce görmediği insanlardı ama üzülmeden edemedi. Onların yanına gidecek iken üst kata çıkma isteği daha da arttı. Bağırışlar duymuştu.

"Marls! Marlene?! Açsana kapıyı! Benim, dostun Peter!" Bir kadının çığlığı ve kapıya inen yumrukların sesi evde yankılandı. Violet koşarak yukarı çıktı ve koridorun sonundaki kapıya sayısızca yumruk indiren adamı gördü. "DIŞARI ÇIKMAZSAN BEN GELMENİN BİR YOLUNU BULURUM, MARLENE!"

Violet konuşmak istedi ama ağzından bir kelim bile çıkmadı. Hareket edebilme kabiliyeti elinden alınmış gibiydi. "Orada olduğunu biliyorum! Kendimi kanıtlamam için sana ihtiyacım var, Marls. Gel ve arkadaşına yardım et."

Asasını kullansa da işe yaramıyor olacak ki sinirle yere fırlattı. Hemen gidip geri aldı ve kapıya doğrulttu. "Marlene! Kapıyı aç lütfen!" Kapı açılmayınca sarımsı kumral saçlara sahip kendisini Peter olarak tanıtan adam biraz daha kapıya yaklaştı. "Marlene sana kapıyı aç dedim!"

Kapı tekrar açılmazken adam boğazını temizledi. "Bak, bu işin bir an önce bitmesi gerek. Korktuğunu biliyorum, elbette korkacaksın. Bunu başaramazsam ben de aynı durumla karşı karşıya kalıp korkacağım seni anlıyorum. Şimdi, kapıyı aç, seni özgür bırakayım. Oraya zorla gelmiş olmamı istemezsin." Kapı yine açılmazken Peter nefesini verdi. "Pekala, üçe kadar sayıp giriyorum."

"Bir, iki- yeter ama üç!" Kapı savrularak açılırken Violet sarı saçları havada uçuşan genç bir kadın gördü. Son gördüğü şey tanıdık yeşil ışık olurken son duydukları da o kadının çığlıklarıydı.

"VİOLET!" Sarsılarak uyanan Violet gözlerini açtı. "İyi misin?" Dibindeki Harry'e baktı. Konuşmadı. Yere düşmüş kitabı alıp Violet'e uzattı, Harry. "Uyuyakalmış olmalısın. İlk nöbetimde bana da öyle olmuştu."

"Sen iyi misin?" diye sordu sonunda ayaklanmış Harry'i gören Violet. "Toparladın mı?" Harry kafasını salladı. "Evet, senin yanına gelecektim. Kısık kısık bağırıyor, sayıklıyordun. İyi olduğuna emin misin?" Esen rüzgarla titredi. Kıyafetlerine sarınırken eline değen demirle boynuna baktı, Hortkuluk. Bu anıyı ya da rüyayı artık her neyse Hortkuluk gördürmüş olmalıydı. Başka bir açıklama bulamadı. "Onu almamı ister misin?" Harry'nin teklifini geri çevirdi, sadece bir daha onu takarken uyumamaya özen gösterecekti. Bu kadardı.

-----

Günlerce aynı tepelerde kaldıktan sonra Harry izleniyormuş gibi hissettiği için beraber bambaşka bir ormana geçmişlerdi. (Harry'nin elinde kendi asası yoktu ve kendini korumasız hissediyordu.) Dean Ormanı'nda çadırı tekrar kurup yemek yediler. Nöbeti Hermione'nin asasıyla Harry devraldı.

Hermione'nin Godric's Hollow'dan aşırdığı Albus Dumbledore'un Hayatı ve Yalanları kitabını okuyup duruyorlardı. Bu süreçte Dumbledore ve Grindelwald'ın yakın hatta çok yakın olduklarını sonrasında aniden aralarının açıldığını öğrenmişlerdi. Bütün detayları öğrenememek Harry'nin içini yiyip bitiriyordu.

"Ben yatıyorum. Nöbete sen kalıyorsun değil mi Harry?" Violet esneyerek içeri girerken Harry onu onayladı. Hermione de ona katılırken Harry çadırın önüne bir minder çekti. Çadırın içinde yaktıkları ışık dışında başka bir aydınlık yoktu. O kadar karanlıktı ki en yakındaki ağaç dışında başka ağaçları göremiyordu.

Tam da Harry o ağaçlara bakarken bir parıltı görür gibi oldu. Gümüşümsü ışıklar yaklaşıp ağaçların arasında hareket etmeye başladı. Çadırın içine dönüp Hermione ve Violet'e baktı, yorgunluktan uyumuşlardı bile. Ayağa fırladı, tahminlerinde yanılmıyorsa karşısındaki bir patronustu. Birileri buradaydı veya onların burada olduğunu biliyordu, Harry'nin kanısında ikisi de iyiye işaret değildi.

Hermione ya da Violet'e seslenmek istedi ama sesi sanki gırtlağına kadar gelmiş ve orada kalmıştı. Hermione'nin asasını kaldırdı. Işıklar iyice Harry'e yaklaşmıştı. Gümüşi beyaz bir maraldı, ay gibi parlıyordu. Göz kamaştırıcıydı.

Harry, patronusun şu an burada olmasından değil, tanıdık gelen hissiyle marala bakakaldı. Onu görmesi gerekiyormuş, maral buraya gelmeliymiş gibi hissediyordu. Kızlara seslenme dürtüsü kaybolmuştu. Maralın sadece kendisi için geldiğini düşünmeye başlamıştı. Uzunca bir süre birbirlerine baktılar, sonra maral arkasını dönüp yürümeye başladı.

"Hayır." dedi Harry. "Geri dön." Ve farkında olmadan maralı takip etmeye başladı. Maral sakin sakin ağaçların arasında gezerken Harry arkasından ilerledi. Ormanın iyice derinliklerine ilerlediler.

Maral sonunda durunca Harry de durdu. Etrafı göremediği için asasını kaldırdı. "Lumos." Asa etrafı aydınlatırken inceledi. Maralın yerini değiştirip uzaktaki ağaçların arasında olduğunu gördü. Maral onu bir pusuya mı çekmişti? Bunlar bir tuzak mıydı? Godric's Hollow senaryosu tekrar mı yaşanıyordu. Asasını iyice havaya kaldırmasına rağmen kimse üzerine atılmadı.

Asa ışığında bir şey ışıldadı. Harry olduğu yerde hızla döndü ama tek gördüğü küçük, donmuş bir su birikintisiydi. Buzun çatlak yüzeyini incelemek için Harry asasını indirdi. Epey temkinli bir şekilde aşağı baktı. İlk kendi yansımasını gördü fakat sonrasında gri kalın tabakanın altında parıldayan başka bir şey gördü. Kocaman gümüş bir kılıç ve üzerinde koyu kırmızı bir yakutun parıltısı... Gryffindor kılıcı.

Harry nefesini tuttu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Nasıl olabilirdi bu? Nasıl oluyordu da Gryffindor kılıcı ormandaki bir su birikintisinin içinde oluyordu? Bilinmez bir güç bu sabah bu ormana gelirken Hermione'yi mi çekmişti? Asasını buzun üstüne iyice yaklaştırdı. "Accio kılıç." Kılıç yerinden kıpırdamadı. Zaten Harry de bu kadar kolay olmasını beklememişti.

Oflayarak üstündeki kıyafetleri teker teker çıkarıp sağlam toprağın üstüne bıraktı. Tamamen soyunduğunda asa ile buzun üzerinde bir çember çizdi. "Diffindo."

Buz çatırdayıp kırıldı. Harry geçeceği büyüklükte bir delik oluşmuştu. Hermione'nin hala ışık saçan asasını yere koydu. Ne kadar üşümek üzere olduğunu kafasını getirmemeye çalışarak suya atladı. Vücudunun soğuktan yandığını, buz gibi suyun içinde uyuştuğunu hissetti. Nefes almakta zorluk çekti. Hissizleşmiş ayaklarıyla kılıcı yokladı, sadece bir kez dalmak istiyordu.

Ağzını açıp kapayıp suya tamamen dalmayı elinden geldiğince erteliyordu ama hemen kılıcı almalı ve anı bitirmeliydi. Bu yüzden daldı.

Soğuk bir ıstıraptı, Harry burnunun da uyuştuğunu düşündü. Beyni donmuştu adeta. Kolunu uzattı, parmaklarıyla kılıcın kabzasını kavradı. Kılıcı yukarı çekti.

Bir şey boynunun etrafına kapanıp sıktı, ilk başta yosun olduğunu düşüp eliyle silkelemeye çalıştı ama sıkılık gitmedi ve gittikçe daha da arttı. Yosun değildi bu, Hortkuluk sıkılaşıyordu. Harry'nin nefes borusunu sıkıyordu. Şiddetle etrafı yumruklamaya tekmelemeye başladı. Kendini yüzeye itmeye çalışsa da yapamıyordu. Nefessiz halde debelenerek kendisini boğan zinciri çekiştirdi ama donmuş parmakları onu gevşetemedi. Boğulacaktı. Göğsünü saran kollar ölümün kollarıydı şüphesiz.

Tıkanarak ve öksürerek gözlerini açtı. Daha önce hiç bu kadar üşüdüğünü hatırlamıyordu. Karda sırt üstü yatıyordu ve en son beklediği kişinin sesini duydu. "Çatlak mısın abi sen?"

-----

"Sen aklını mı kaçırdın?" diye bağırdı Hermione ve Violet bir ağızdan. "Ölebilirdin!"

"Ama ölmedim, değil mi? Ron beni kurtardı." Hermione ateş saçan gözlerle ikisine baktı. "Asam nerede benim? Asamı ver bana." Harry, Hermione'nin üstüne gelmesinin korkusuyla elindeki asayı düşürdü. Hermione yerden asasını almasına rağmen Ron'u lanetlemek yerine yumruklamaya başladı.

"Sen bir hıyarsın, Ronald Weasley!" Her kelimeden sonra açıkta bulduğu herhangi bir noktaya yumruk atıyordu. "Haftalar! HAFTALAR SONRA! Kuyruğunu kısıp buraya dönüp 'Hey!' mi diyorsun!"

"Hermione, tamam- Özür dilerim!" Hermione durmayınca Violet bu kadar sinir çıkarmanın fazla olduğuna karar verip asasını kaldırdı. "Protego." Hermione ve Ron arasında beliren kalkan Hermione'yi tutsa da hala ateş saçıyordu. Kalkan yüzünden yere düştüğü için Violet elini uzattı, onu kaldırdı. "Mione' sakin ol biraz."

"Sakin falan olmayacağım!" diye çığlık attı Hermione Hışımla kalkıp kalkanı umursamadan olabildiğince Ron'a yaklaştı. Parmağını sallayarak, "Senin arkandan koştum! Sana seslendim! Geri dönmen için yalvardım!"

"Biliyorum." dedi Ron, mahcup olmuş bir suratla. "Özür dilerim, gerçekten çok özür dilerim-"

"Aa, demek özür diliyorsun!" Hermione tiz bir kahkaha patlattı. Delirmiş gibiydi. "Haftalar sonra gelip özür dileme şerefine eriştin! AFERİN SANA! Ne olmasını bekliyordun, her şeyin aniden düzeleceğini mi?!"

"Başka ne yapabilirim ki?!" dedi Ron, onun da sesi yükselmişti. Harry ve Violet ikisini film izler gibi izliyordu. "Ah bilemiyorum! Biraz beynini yoklamayı dene Ron! Zaten en fazla bir saniye falan sürer"

"Hermione." diye araya girdi Harry. Birbirlerine hakaret edip işi daha da kötü hale getirmelerini engellemek istiyordu. "O az önce benim hayatımı kurtardı-"

"Umurumda değil!" diye çığırdı Hermione. "Ne yaptığı umurumda değil! Haftalar geçti, öldük mü kaldık mı nereden haberi olacak-"

"Ölmediğinizi herhalde biliyordum." dedi Ron, sesini az önceye kıyasla daha sakin tutmaya çalıştığı belliydi. O da kalkana yaklaşabildiği kadar yaklaştı. "Her yerde aranıyorsunuz ve ben radyoyu alıp gitmiştim. Sürekli onu dinledim. Hem daha yeni bir kanal açıldı, frekansını kaçırdım ama harika bir kanal. Diğerleri gibi Bakanlık kontrolünde değil, cidden Harry'nin tarafında. Orada kesinlikle çıkardınız. Herhangi bir yerde kesinlikle çıkardınız. Ayrıca bu süreç benim için nasıldı bilmiyorsunuz-"

"Senin için mi nasıldı?" Hermione alaycılıkla konuştu. "Vol-"

"O ismi tamamlama!" diye bağırdı Ron. "Tabu koymuşlar, söylemesi yasak. Yoldaşlık üyelerini kolayca bulmak için böyle yapmışlar. Bu yüzden düğünden sonra bizi hemen buldular." Hermione silkelenip devam etti. "Kim Olduğunu Bilirsin Sen, seni yılanıyla tuzağa düşürüp sonra yanına geldi mi?" Ron şokla kafasını iki yana salladı. "Sizi buldu mu?"

"Yaa, evet! Zar zor kaçtık, Harry asasız kaldı." Ron çadırın girişine koyduğu çantasına gidip iki asa çıkardı. Biri kendi asasıydı, diğerini daha önce görmemişlerdi. "Kapkaçırcılar'dan çaldım, işine yarayabilir." Harry asayı alıp teşekkür etti. Violet dalga geçip ortamı yumuşatmak için omzuyla onu itti. "Artık asamı salarsın." Birbirlerine dil çıkardılar. Harry, Hermione'nin sinirini umursamadan Ron'a sordu. "Peki, bizi nasıl buldun?"

Ron anlatmaya başladığında Hermione'nin yüz hatları gittikçe yumuşadı. Göğsünde kavuşturduğu kollarını indirdi. "Bu Dumbledore bana bıraktığı Işıkemer sayesindeydi işte. İçinden bir ışık çıktı ve benden geçti, cisimlendim."

"Bunun olacağını nereden bildin peki?" diye sordu Violet anlamayarak. Ron omuz silkti. Parmağıyla Hermione ve Violet'i gösterdi. "Hermione'nin sesini duydum. Adımı söylüyordu. Sonra ikinizin konuşmasını duydum. Bir asa hakkında konuşuyordunuz. Sanırım Harry'nin kırık asası hakkındaydı."

Hermione hatırladı. Haftaların sonunda ilk defa Ron'un adına ağzına almıştı. Tekrar kollarını göğsüne buluşturdu ve yatağına gidip oturdu. Boncuklu çantasından yemek malzemeleri çıkartırken Ron nefesini verdi. "En azından bu sefer üstüme o kuşlardan yollamadı..."

"Hala düşündüğüm bir seçenek." dedi Hermione ama gülümsemeye başlamıştı. Onun surat ifadesini gören Violet ortadan kalkanı kaldırdı. Ron da aynı şekilde şapşal şapşal gülümseyerek üzerindeki ıslak kıyafetlerden kurtulmak için çantasına yöneldi. 

*

Yemin ederim mutlu bir bölüm, sahne yazdım desem inanmayacak raddeye geldiniz- ama bu minnoş sahne konusundaki isteklerinizi haftaya konuşacağız. Mini mini sürprizler varr

Şimdi burayı kısa kesiyor ve sadece diyorum ki, son üçe hazır mıyız? Öptüm kip bye

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

1.3K 292 8
ne yazacagimi bilmiyorum guzel kitap iste ben okur olsam okurdum
51.6K 2.3K 15
The Walking Dead ekibinin yanına hayatlarını değiştirebilecek biri girse neler olurdu dersiniz? İşte 15 yaşında henüz kafası karışık olan Ellie, Rick...
400K 36.7K 33
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
78.2K 5.9K 48
"Karanlık Lord'u alt edecek güce sahip olan geliyor... Ona üç kez karşı cıkmış olanlardan doğacak, yedinci ay ölürken doğacak... Ve karanlık Lord bu...