ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

By ozcelikdilaraa

2.2M 186K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... More

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 52, Zeytin Ağacı

12.4K 1.3K 1.2K
By ozcelikdilaraa

Bölüm 52, Zeytin Ağacı

Troyalı olmak nasıl bir şeydi? Bir kadın olmak, ölen erkeklerin arkasından yas tutmak ama buna rağmen savaşmaya devam etmek nasıl bir güçtü? Şehrinin sahillerine nefretlerini bir nefer gibi taşıyan askerlerin inişini izlerken eteklerine sarılan çocuğunu korumak nasıl bir histi?

Doğduğun, büyüdüğün ve günü geldiğinde de öleceğini düşündüğün toprakların kanla sulanırken ya genç yaşında orada öleceğini ya da şehrinden çok uzaklarda kaçak olarak yaşadığın yabancı diyarlarda Hades'in kapılarına varacağını bilmek nasıl bir hayal kırıklığıydı?

Bir şehir düşer, yerine bir yenisi yükselir. Bir medeniyet yıkılır yerine dökülen kandan aldığı güçle daha ihtişamlısı kurulur. Ama hiç tutar mı yerini kökeninin yoksa sadece silinmeye yüz tutmuş bir kopyası mıdır önceki heybetinin?

İlk savaştan kaçıp da şehrimizi kuran insanlar hiçbir zaman şehre bir isim vermemişler. Bunun sebebini hep merak etmiştim. Civarımızda yüce kurucularının ya da önemli kahramanlarının isimlerini taşıyan şehirler kurulup büyürken benim insanlarım daima isimsiz kalmayı tercih etmişler.

İsimsiz ve tarih sahnesinde önemsiz.

İbadetimiz kısa bir süre önce bitmiş olsa da tapınakta oturmaya devam ediyordum. Hava çok sıcaktı hatta öyle sıcaktı ki kesmeme izin vermedikleri saçlarım örgülerden kurtularak dalgalanmış ve enseme yapışmış, her nefes alışverişimde rahatsız edici bir hissin bedenime yayılmasına yol açmıştı.

Penelop az önceki ayinden geriye kalanları topluyordu; birkaç yaprak defne, biraz adaçayı ve mumlardan geriye kalan yağlı tabaka. Benim orada olduğumun farkında olmamalıydı çünkü dudaklarından bir ilahiye ait olamayacak kadar neşeli bir şarkı dökülüyordu.

Onu keyifli görmek oldukça güçtü. Yara izinin damgaladığı suratı her daim ciddi ve biraz da nefret dolu olurdu. Ömrünü ibadete ve tanrısına adayan bir kadın olmanın ötesinde bazen hiçbir şey olmadığını düşünürdüm. Bazen de her şey olduğunu.

Penelop beni fark ettiğinde çoktan şarkısının ortalarına gelmiş, sesini daha derinden çıkartmaya başlamıştı. Beni görür görmez sesi bir hançerle kesilmiş gibi kesildi ve suratındaki mutlu ifade anında yerini yeniden rahibenin acımasız yüzüne bıraktı. "Neden hala buradasın Mara?"

Aslında bunu merak etmekte pek de haksız sayılmazdı çünkü ibadet bittiğinde Helene ve Naia'dan önce tapınaktan çıkar, onlar kaldığımız eve varana kadar çoktan hamama girmiş olurdum. Bugün ise diğer günlerden farklıydı.

Bugün aklımda sorular vardı.

"Seninle konuşmak için bekledim rahibe Penelop," dedim en saygılı tavrımı takınmaya çalışarak ki bu onu daha da işkillendirdi.

Penelop ince kaşlarından birini temkinli bir tavırla havaya kaldırırken oturuşuma baktı, hemen sırtımı dikleştirdim. Bazen bu kadının tek bir bakışıyla bile elimde olmadan kendimi düzeltmeye çalışıyordum ve bu gerçekten de rahatsızlık vericiydi. "Tanrılara küfür için beklediysen çocuğum, benim canımı sıkmadan kız kardeşlerinin yanına gitsen iyi olur."

Başımı iki yana salladım, ellerimi kucağımda birleştirip çenemi dikleştirdim. "Hayır," derken sesimi olabildiğince sakin ve saygılı tutmaya gayret ettim. "Sadece şehrimizle ilgili merak ettiğim bir şey var."

Penelop'un ilgisini çekmiştim anlaşılan çünkü sakin bir şekilde zarif hareketle karşıma oturdu. Kendini öyle bir yere oturtmuştu ki Apollon'un devasa heykelinin ayaklarının dibine denk geliyordu ve bu haliyle bir kez daha ömrünü tanrısına adayan bir kadın olduğunu belli ediyordu. "Dinliyorum, çocuğum."

"Neden şehrimizin bir ismi yok?"

Penelop'un kaşları anında çatıldı. "O da ne demek? Neden bunu merak ediyorsun?"

Onu sinirlendirmemeye gayret ederek, "Her şehrin bir ismi varken biz neden şehrimize bir isim koymadık?" diye sordum.

Penelop'un bir an için bana cevap vermeyeceğini düşündüm çünkü dudaklarını birbirine sıkıca bastırırken kaşlarını daha da çatmıştı. Ama sonra suratındaki ifadeyle bağdaşmayacak kadar sakin bir sesle, "Çünkü isimsiz kalmasını uygun gördüler," dedi.

Merakla, "Neden?" diye sorduğumda neredeyse gülümseyeceğine yemin edebilirdim. "Neden şehirlerine bir isim koymak istemediler ki?"

Penelop sırtını dikleştirdi, gözlerini tapınağın arkamda kalan kapısına dikti. "Çünkü bu şehirde geçici bir süre kalacağımızı düşündük." Aldığı derin nefes göğsünü şişirirken kederle başını salladı. "İlk rahibe Larisa tanrımızın ona göründüğünü ve bir gün mutlaka şehrimize döneceğimizi anlattığında o dönemde şehre bir isim vermemeyi tercih ettiler. Böylelikle hem kendi topraklarını savunamayıp kaçan bir halk olmaktan hem de sonsuza kadar kökenlerimizden ayrı düştüğümüzü kabullenmekten kurtulacaktık."

Rahibe Larisa'nın hikayesi şehre geldiğimizden beri dilden dile dolaşsa da gerçek olup olmadığından bile emin değildim. Apollon'un ana tapınağını kuran ve onun ilk rahibesi olan Larisa'ya sonrasında ne olduğunu hiçbirimiz bilmiyorduk. Bazıları onun güneşe karışıp tanrının yanına gittiğini söylerken bazıları ise öylece ortadan kaybolduğunu anlatırdı.

Ama onunla ilgili bildiğimiz bir şey vardı ki o da kimsenin bir süre sonra ne dirisini ne de ölüsünü gördüğüydü. Ana tapınağın yakınında onun için bir lahit gömülmüştü ama hepimiz içinin boş olduğunu çok iyi bilirdik.

Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattım. "Peki şimdi Troya'da ne var?"

Penelop yeniden bana baktığında ilk defa gözlerinde öfkenin değil hüznün olduğunu gördüm. "Taş, toprak ve ihtişamlı günlerinden geriye kalan hatıraların izinden başka hiçbir şey yok."

Üzerimdeki elbisenin altın şeritlerini tırnaklarımla çekiştirdim. "Sence bir gün eve geri dönebilecek miyiz?"

Penelop başını iki yana salladı. "Hayır çocuğum, en azından biz eve geri dönemeyeceğiz."

Ama Penelop yanılıyordu çünkü ben Troya'ya döndüm ve Troyalı Mara olarak şehrin gerçek tanrısının yanında yerimi aldım.

Rae düşüncelerimi dikkatli bir şekilde takip ederek beni izliyordu. Yavaş hareketlerle tuniğimi giymemi ve ağır göğüslüğü başımdan aşağı geçirmemi seyrederken bir yandan da zihnimde dönüp duran hatıraları takip ediyordu.

Zihnimde gezinmesinin iyi yanları vardı; bazen bazı hatırların dile dökülmesi zordu ve o yavaşça düşüncelerime süzülürken beni anladığını hissedebiliyordum.

Suratında her gördüğümde ona biraz daha fazla bakmayı arzuladığım gülümsemesiyle elini ileri doğru uzattı. "Gel tatlı Mara," dedi kelimeleri ona özgü şekilde yuvarlayarak. "Bazen giyinirken acı çektiğini düşünüyorum."

Haklıydı çünkü göğüslüğün iplerini bağlamam neredeyse bir ömür sürmüştü.

Oturduğu sedirde bacaklarını iki yanına açtığında benim için oluşturduğu açıklığa yerleşerek sırtımı ona yasladım. Nazik parmakları saçlarımda gezinip dikkatli bir şekilde onları örerken elimde olmadan güldüm. "Saçlarım Ephi ve Dora'yı delirtiyor. Hatta sanırım Naia'yı bile delirtmeye başladı."

Rae'nin elleri durdu, dikkatli bir şekilde yaptığı işe devam etmeden önce eğilip başımın tepesini yumuşakça öptü. "Onları başka şekillerde de delirtebileceğine eminim."

Başımı ona doğru çevirdiğimde saçlarım parmaklarından kurtuldu, bağlanmamış örgüsü bozulsa da yine de bana gülümseyerek bakmaya devam etti. "Beni erkek çocuğuna benzetiyorlar." Dudaklarımı ısırdım. "Sana da öyle mi geliyorum?"

Rae parmağını dudaklarıma bastırıp onları alt dişlerimden kurtardıktan sonra bir süre daha parmağını orada tutmaya devam etti. Eğilip beni öptü, daha önce defalarca izlediği yolu izleyerek dili ağzımın içinde kendinden emin bir yola çıktı.

Bacaklarının arasından çıkıp yukarı tırmanırken belimi tutarak beni kendine yaklaştırdı, nefes almak için benden biraz olsun uzaklaştığında ise eliyle çenemi okşadı. "Bu halini seviyorum," derken nefesi dudaklarıma çarptı. "Vahşi Mara belki de en sevdiklerimden biri."

Göğsümü onunkine dayadığımda göğüslüklerimiz çarpıştı. "Başka hangi Mara'yı seviyorsun?" diye sordum.

Rae'nin gözlerinde yıldızlar parlarken beni bir kez daha öptü ama ben öpücüğü derinleştirme fırsatı bulamadan benden yeniden uzaklaştı. "Arsız, küfürbaz, arzu dolu Mara da favorilerim arasında." Uzun siyah kirpiklerinin çevrelediği gözlerine dikkatlice baktım, o da benimkilere baktı. "Ama savaşçı Mara'yı her şeyden çok seviyorum." Saçlarımı yeniden örmesi için arkamı döndüğümde yalnızca ensemi öpmekle yetindi. "Bırak böyle kalsın, kimsenin seni istemediğin kalıplara sokmasına izin vermeyecek bir kadınsın sen," dedikten sonra ayağa kalkarak elini bana uzattı.

Birlikte odadan çıktığımızda sıcak hava suratıma çarptı. Üstümde neredeyse benim ağırlığım kadar bir göğüslükle yürümek pek kolay olmasa da güçlükle de olsa sırtımı dikleştirmeyi başardım.

Sıcak günlerde savaşmak Tartarus'un derinliklerinde savaşmak gibi hissettiriyordu. Sıcaktan savaş alanındaki kumlar alev alırken sandaletlerimizin içine doluyor, her adımı kızgın alevlerin içinde atıyormuşuz gibi hissettiriyordu.

Krallar Kapısı'na vardığımızda askerlerin büyük bir kısmı savaş alanına çıkmak için hazırda beklerken bir kısmı ise şehrin surlarının etrafına dağılmış, her ihtimale karşı şehri savunmak için hazır ola geçmişlerdi.

En önde yer alan Karr gelişimizi gördüğünde bizi başıyla selamladı. Onun yanındaki yerimi almak için yürümeyi planlıyordum ama askerlerin arasında bekleyen Meadros'u gördüğümde kararımı değiştirdim. Phoiniks hemen yanında duruyor, ona bir şeyler söylüyordu fakat Meadros'un dikkatinin hocamın üzerinde olmadığını biliyordum. Doğrudan bana bakıyordu.

Rae hemen yanımda durdu. "Seninle konuşmak istiyor," dedi baktığım yöne bakarak. "Senden af dilemek istiyor."

Bedenim hissettiğim yoğun öfkenin etkisiyle gerildi. "Sadece benden değil senden de af dilemesi lazım," derken kelimelerin ağzımda bıraktığı acı tada yoğunlaştım. Öfke buydu işte, keskin ve kararlı ama bir o kadar da iç karartıcı.

Rae nazikçe bileğimi tutup beni kendine çevirdi. "Mara ben de pek doğru olmayan şeyler yaptım," dediğinde bu beni şaşırttı. "İkimiz de birbirimize karşı hatalar yaptık. Bazen yoluna devam edebilmenin en iyi yolu affetmektir."

Kaşlarımı çattım. "Onu affettin mi sen?" Başını sallayarak beni onayladığında şaşkınlığım daha da arttı. "O olmasaydı çok daha önce bir araya gelebilirdik. Beni öbür zamana geri götürmelerine yardım etti ve beni boşamayı hala reddediyor."

Kalbim göğsümde öfkeyle sıkışırken Rae'nin suratındaki sakin ifade beni daha da sinirlendiriyordu. Onun da kızması lazımdı, onun da kızmaya hakkı vardı. "Arsız ölümlü," dedikten sonra parmakları bileğime biraz daha sıkı dolandı. "Seni kaybetmenin ne demek olduğunu biliyorum. Tanrılar şahidim, eğer o zaman şu an karşımda olan kadını kaybetmiş olsaydım beş asır hayatta kalacak gücü kendimde bulamazdım."

Meadros'un yanımıza yaklaştığını gördüm. "Nasıl bu kadar affedici olabiliyorsun?" diye sorduğumda bizden yalnızca birkaç adım uzaktaydı.

Rae, "Çünkü," derken benden uzaklaştı. "Biz birbirimize sahibiz, bu tüm duygulara baskın geliyor."

Rae, Karr'ın yanına geçerken kapılar açıldı ve savaş alanına akın eden askerler iki yanımızdan akıp giderken Meadros'la karşı karşıya geldik.

Sarı saçları kirden ve kandan suratına yapıştığı için onu üç gece önce Hestios'un da içinde bulunduğu cenaze ateşinin önünde gördüğümden beri yıkanmadığını anladım. Belki de bu onun kendini cezalandırma şekliydi. Arkadaşının külleri çoktan savrulmuşken bir insan gibi yaşamaya hakkı olmadığını düşünüyordu.

"Mara," diyerek söz başladı ama suratımdaki ifadeyi görerek sustu. Askerler hala kapılardan dışarı çıkarken savaşın başladığını duyabiliyordum. Birbirine çarpan demirin sesi ve savaş çığlıkları iç içe geçip uğursuz bir ağıta dönüşürken Meadros'un mavi gözleri hüzünle bana bakıyordu. "Senden af dilemek istiyorum ama kabul etmeyeceğini biliyorum."

Öfkem hala demirden bir yumruk gibi göğsümde otursa da sakin kalmayı başardım. İstesem de istemesem de onun kalbi kırık bir adam olduğunun farkındaydım. Onun kalbini ben kırmıştım. Geçmişten bugüne kadar aramızda yaşananları düşündüğümde beni sevmekten başka hiçbir şey yapmadığını biliyordum.

Ben yoluma devam etmiş, ait olduğum yeri bulmuştum ama o benim için kendi zamanına bile ait olmayan bir savaşta yer almak için gelmişti.

İnanmadığım tanrılar, ben ne zaman bu kadar bencil bir kadına dönüşmüştüm?

Meadros bendeki değişimi fark ederek bana doğru bir adım daha attığında geri çekilmedim. "Yoksa beni affedebilecek misin?"

Yutkundum. "Sen beni affedebilecek misin?" diye sordum. Onun için kalmayı kabul ettiğim bu şehirde ona bu kadar yabancı olmak bana kendimi garip hissettiriyordu. Benim için geleceğine yemin etmiş ve gelmişti.

Ama ben çok uzun süredir onun gelmesini istememiştim.

Meadros gülümsediğinde suratındaki tüm savaş izlerine rağmen gülüşü gözlerinin içine kadar ulaştı. "Sen benim gözümde hiçbir zaman affedilmesi gereken bir hata yapmadın Mara."

Güldüm ama daha çok acıyla inlemişim gibi hissettim. "Seni tüm bunların içine ben soktum."

Başını şiddetle iki yana salladı. "Ben bunların hepsini bilerek buraya geldim." Omuzlarımı sıkıca tuttuğunda başımı kaldırıp ona baktım. "Hayatımda bir kez olsun doğru olan şeyi yapmak istedim ve yaptım da. Sadece," durup suratıma bakarken gülümsemesi yavaş yavaş silindi. "Sadece beni gerçekten sevip sevmediğini merak ediyorum."

Sorusunun boynuma dolanan bir ipten farkı yoktu. "Bu o kadar önemli mi?"

Yeniden gülümsemeye çalıştı ama bocaladı. "Benim için evet."

Derin bir nefes aldıktan sonra önce suratına sonra da omuzlarımdaki yara bere içinde kalmış ellerine baktım. "Sevdim Meadros, seni gerçekten sevdim."

Suratı aydınlanır gibi oldu. "Peki Rae'nin var olduğunu ve seni beklediğini bilsen de sever miydin?"

Ona yalan söylemek, içini rahatlatmak istedim. Biraz sonra savaşa gidecek bir adama mutlu edecek şeyler söyledim. Ama bunu yapamayacağımı biliyordum. Ne olursa olsun o dürüstlüğü sonuna kadar hak etmişti. "Hayır, Meadros, üzgünüm ama hayır. Ona karşı hissettiklerim sevginin ötesinde. Benim bir parçammış gibi hissediyorum ve aksini düşünemiyorum. O ölürse ben de ölecekmişim gibi hissediyorum."

Ağlamaya başladığımı uzanıp suratımdaki yaşları sildiğinde fark ettim. "Bu yaşlar benim için mi?" diye sordu.

Ellerimle yüzümü kapatıp ondan uzaklaştım. "Gerçekten özür dilerim."

Ellerimi tutup onları suratımdan çekerken gözlerinde gördüğüm acı dolu ifadeyi ömrüm boyunca unutamayacağımı biliyordum. "Sorun değil," diye fısıldadı tüm acısına rağmen. "Yemin ederim ki sorun değil."

Bana sarıldığında ona karşı çıkmadım çünkü bunun bir veda olduğunu hissediyordum. Gençliğime, Apollon'un gelini olmak için yetiştirildiğim günlere ve zeytin ağacının altındaki buluşmalarımıza bir vedaydı.

Benden uzaklaşırken boğazını temizledi. "Yolun açık olsun Troyalı Mara," derken yaşlar gözlerinden aksa da geniş bir gülümsemeyi suratına yerleştirmeyi başardı. "Tarih seni hep hatırlayacak."

Kılıcını çekip savaşa gitmeye hazırlanırken, "Seni de hatırlayacaklar," dedim. "Kahramanları kimse unutmaz."

Meadros başını aşağı yukarı salladı. "Umarım tarih beni kehanet tanrısının kadınıyla evlenen çaresiz adam olarak yazmaz," dedikten sonra kahkaha attı. "Tanrılar, beni böyle anlatacaklar." Arkasını dönüp kapılardan çıkmadan önce, "Beni cesur bir adam olarak yazdıklarından lütfen emin ol Mara," dedi ve kendinden emin adımlarla savaş meydanına doğru yürüdü.

Meadros'un peşinde savaş alanına çıkarken kapılar da arkamdan tamamen kapandı. Duvarların üzerindeki askerler oklarını savaş alanına doğrultarak beni uzaktan korurken elimde beliren mızrağa sıkıca tutundum.

Tepedeki askerlere bakarken aklıma gelen fikir kanımı kaynattı ve bir an önce harekete geçirmeye karar verdim.

Rae, Gece Savaşçılarının hemen önünde karanlık gücüyle onlara yol açarken yanlarına gitmek için önüme çıkan on iki kişiyi devirmem gerekti.

Bir askerin kılıcı yanağımın hemen yanından geçerken hiç düşünmeden mızrağımı karnına sapladım ve fazla vakit kaybetmeden silahımı geri çektim.

Rae'nin yanına vardığımda gücü önündeki otuz kadar askeri devirirken bana dönerek gülümsedi. "Daha savaşa katılalı birkaç dakika oldu ve sen kan banyosuna girmiş gibi görünüyorsun arsız ölümlü," derken gücünün sınırlarını genişletti, tek seferde kırk kişi daha yere yığılırken çıkarttığı işten memnun olduğu her halinden belliydi.

Kendi gücümü serbest bırakıp Rae'nin arkasından saldırmaya çalışan bir askerin yere yığılmasını izlerken, "Bunu beni temizlemen için yapıyorum," dedim.

Rae kısa bir anlığına bana döndü ve alt dudağını yaladı. "Seni nasıl temizlememi tercih edersin arsız ölümlü?" diye sorduğunda kelimeleri görünmez eller gibi bedenimle dolaştı.

Karr hemen sol tarafıma geçip mızrağını saran ateşini güçlendirirken, "Tanrılar, savaş alanında sevişseniz ne kadar eğlenceli olur bir düşünsenize," dedi ama sözlerini ağzından çıkarttığı bir homurtuyla sonlandırırken bu düşüncenin hoşuna pek de gitmediğini anladım.

Tara da okuna takılmış yayı ile birlikte Rae'nin yanındaki yerini alırken, "Bunu sen sevişemediğin için söylediğini bu kadar belli etme Spartalı," derken yayını serbest bıraktı ve bir askeri tam gözünden vurdu. "Kıskançlık senin gücün değil."

Karr o kadar yüksek sesle kahkaha attı ki önünde ona saldırmak için koşan asker durdu ve geriye doğru kaçmaya başladı. Ama Karr ateşten bir kementle onu yakalayıp yere yıkarken zahmetsiz bir şekilde eğilip mızrağını boğazına geçirdi. "Dilersen bu gece odama gelebilirsin Tara, böylelikle senin de uzun zamandır tatmadığını bildiğim bir zevki paylaşabiliriz."

Rae rahatsızlığı belli ederek kaşlarını çatsa da bir yorum yapmadı.

Tara oklarından birini Karr'a doğru nişan alıp serbest bıraktı, ok Karr'ın başının tepesinden geçip arkasındaki bir askere saplanırken güldü. "Üzgünüm, elim kaydı," derken sesi en az bal kadar tatlıydı.

Savaş alanında ilerledikçe birbirimize biraz daha yaklaştık. Hermes ve Nestor daha arkada kalıp bizi ve Gece savaşçılarını korurken Phoiniks bizim de önümüzde, Troyalı askerleri komuta ediyordu.

Ölen askerin suratıma akan kanını elimin tersiyle silerken, "Bir fikrim var," dedim. "Karr bana yardımcı olabilecek misin?"

Karr bana göz kırptı. "Daima." Dilini keyifle şaklattı. "Bir gün Rae'den sıkılıp bana geleceğini biliyordum."

Derin bir nefes alıp askerlerimize döndüm. Gece Savaşçıları öldürmeye hazır suratlarıyla benden gelecek emirleri beklerken kolyeme tutundum ve onun sıcaklığını hissettim.

Hepsinin ellerindeki silahlar kaybolup yerinde yay belirirken Tara ne yapmaya çalıştığım anlarmış gibi ıslık çaldı ve savaşçı kadınları da benden gelecek talimatları bekleyerek yaylarına oklarını taktı.

Gece Savaşçıları da hiç vakit kaybetmeden yayları oklarına takarken tüm gücümü onlara dağıttığımı hayal ettim. Biz tek bir bedendik ve birlikte savaşacaktık.

Elimdeki mızrak kaybolup yerinde yay belirirken durdum.

Rae'nin karanlığı koyulaşıp etrafımızı sardı ve bizi korumaya aldı.

Sakin bir şekilde nişan aldım, burnumdan derin bir nefes çektim. "Karr, yak bizi," dediğimde Karr'ın parmaklarından çıkar ateş hepimizin oklarına dolandı. Savaş alanı bir anda alev almış gibi ısınırken, "Şimdi!" diye bağırdım.

Ateşle kaplı oklar savaş alanına yağarken gücümle onları Akha askerlerinin bulacak şekilde yönlendirdim.

Rae'nin karanlığının arasından gördüğüm kadarıyla her bir ok kusursuz bir şekilde hedefini bulurken yaya sıradaki oklarımızı taktık. Rae'nin karanlığı bizi korumaya devam ederken bir kez daha hedeflerimizi bulmak için nişan aldık.

Üçüncü tur oklar da yaylarımızı terk ederken gücümün tükendiğini hissederek dizlerimin üzerine indim. Askerlerin ellerinde yeniden silahları belirirken ileri doğru atıldılar ve Akhalar'ı sahile doğru çekilmeye zorladılar.

Rae hemen yanıma çöküp beni ayağa kaldırırken ona baktım. "İşe yaradı mı?"

Beni dudaklarımdan öpüp bedenimi kendisininkine yaslarken, "Kendi gözlerinle gör," dedi ve tüm ağırlığımı kendi gövdesiyle karşıladı.

Rae'nin karanlığı geri çekilip savaş alanını gözler önüne sererken gerçek de işe yaradığını anladım. Önümüz cansız bir şekilde uzanan, vücutlarının çeşitli bölgelerine hala yanmaya devam eden oklar saplanmış askerlerle doluydu.

Olduğum yerde sallandım. Gücümü her askerle paylaşmak beni tükettiği için eğer yanımda Rae olmasaydı bir kez daha yere yığılabilirdim.

Beni kucağına alıp savaşın gerisine, duvarların dibine taşırken ona sıkıca tutundum ve suratımı boynuna gömdüm.

Birkaç dakika diye düşündüm, birkaç dakika sonra yeniden kendime gelecektim ama şimdi biraz dinlenmeye ihtiyacım vardı.

Rae beni bir savaş arabasından geri kalanların üzerine oturttu, dizlerinin üzerine çöküp suratıma baktı. "İyi misin Mara?" Sesi telaşlı çıksa da bir yandan da iyi olacağıma emin gibiydi. "Sana oldukça zeki bir kadın olduğunu söylemiş miydim?"

Gülümsedim. "Evet ama bunu daha sık tekrarlamalısın." Uzanıp elini tuttum ve parmaklarımı onunkilere dolayıp bir kez sıktım. "Diğerlerinin yanına gitmelisin, sana ihtiyaçları var. Ben de birazdan yanına geleceğim."

Rae kararsız bir şekilde suratıma baktı. "Seus'u yanında beklemesi için çağıracağım."

"Hayır," dedim hemen. "Duvardaki askerler beni zaten koruyor. Savaşmaya git sana söz veriyorum göz açıp kapayıncaya kadar size katılacağım." Yerinden kıpırdamadığında toparlanmaya başlayan gücümün bir parçasıyla onu hafifçe geriye doğru ittim ama bu bile beni bir kez daha tüketmeye yetmişti. "İyi olacağım, hadi."

Eğilip beni bir kez daha öptü, dili yavaşça dudağımı yaladıktan sonra geri çekildi. "Birkaç dakika içinde dönmezsen tekrar geleceğim."

O yeniden savaşın göbeğine doğru ilerlerken karanlığı etrafını sardı, o yürüdükçe koyulaşarak ona eşlik etti.

Derin bir nefes alıp savaş arabasının ahşap yüzeyine başımı dayadım ve gözlerimi kapattım. Kolyem tenimi yakacak kadar ısınsa da biraz sonra kendime geleceğime emindim.

Önce savaş arabası sallandı sonra ise arkama birinin indiğini duydum. Boynuma bir ip dolanıp beni geri çektiğinde aradan yalnızca saniyeler geçmişti. Nefes alamaya çalışarak ellerimi ipin üzerine koydum ama arkamdaki her kimse tüm gücüyle ipi sıkarak hamlemi savuşturdu.

"Yeniden karşılaştık," dedi Antios'un öfkeli sesi kulaklarımın dibinde. "Ve bu son karşılaşmamız olacak."

Tırnaklarımı ipi tutan ellerine geçirdiğimde ipi gevşetse de bırakmadı. Ondan kurtulmaya çalışırken savaş alanında bana bakan Athena'yı gördüm. Bana zarifçe el salladı ve elindeki mızrağı son hızla fırlattı.

Antios, "İzle," derken ip biraz daha gevşedi, avıyla oynayan bir avcı gibi kahkaha attı. Ben ondan yeniden kurtulmaya çalıştığımda ise muhtemelen kılıcının kabzasıyla suratıma vurdu ve suratım darbenin etkisiyle yana doğru kaydı.

Mızrak son hızla arkası dönük Rae'ye doğru ilerlerken onun karanlığını aştı. "Rae!" Antios bağırışımı bastırmak için ipi bir kez daha sıksa da Rae beni duymuştu.

Bana döndü ama ona hızla ilerleyen mızrağı fark etmedi. Tüm dikkati Antios ve benim üzerimdeydi. Onun dikkatini dağıtmıştım.

Ölecekti.

Antios'un ipi gırtlağıma son bir kez dolandı ama hemen sonra altımızdaki araba parçalara ayrıldı. Kanatlar beni sarıp ondan kurtulurken Rae'ye doğru koşmaya çalıştım ama Apollon bana engel oldu.

Mızrak hedefini bulmadan yalnızca bir kalp atışı önce Meadros Rae'nin önüne geçti ve onun dikkat dağınıklığından faydalanarak Rae'yi geri itti.

Meadros'la göz göze geldik ve Athena'nın mızrağı göğsüne saplanırken çığlık attım.

Bir anda tüm savaş alanı birbirine girdi. Akhalar Athena'nın hamlesinden cesaret alıp ilerlemeye çalışırken Gece Savaşçıları Rae'nin etrafını sardı. Karr ateşiyle Rae'nin gücünün içine karışıp önüne çıkan kim varsa yaktı.

Rae bana doğru ilerlemeye çalışırken Akhalardan birkaçı Meadros'un cansız bedenine tekme attı, onu kendilerine çekmeye çalıştılar. Onu bir savaş ganimeti gibi paylaşmaya çalıştılar.

"Mara bakma," dedi Apollon kanatlarıyla suratımı örterek ama ona engel oldum. Tüm gücümü toparlayıp onu geriye iterken sürünerek bizden kaçan Antios'u gördüm.

Bir korkak gibi kaçıyordu.

Onu öldürecektim.

Onu ne pahasına olursa olsun öldürecektim.

Rae karanlığını savurup Meadros'un cansız bedenini çekiştiren askerleri aşmaya çalıştı, bana ulaşmak için var gücüyle çabaladığını biliyordum ama tehlikenin tam ortasındaydı ve askerlerimiz onu korumak için elinden geleni yapıyordu.

Çığlık atarak savaş alanına dönmek için hamle yaptım ama güneş tüm gücüyle parlayarak beni kısa bir süreliğine de olsa kör etti. Apollon bana engel oluyordu. Yeniden savaş alanına dönmemem için bana engel oluyordu.

Tekrar görmeye başladığımda ise hiç düşünmeden hançerimi kınından çıkarttım. Antios'un işini daha sonra da halledebilirdim.

Tüm gücümle Apollon'un üzerine hücum ettim. İstese bana karşı koyabileceğini biliyordum ama o yere yığıldı. Hançeri tutan ellerim titrese ve tüm gücümü kullanmam gerekse de yine de hançeri onun gırtlağına bastırmaya devam ettim. Hançerin yüzeyi kandan dolayı sıcak ve kaygandı, yine de parmaklarımı kabzasına sıkıca doladım, kaymasını engelledim.

Altımdaki beden hareketlendi, bedenimin ağırlığından kurtulmak istediğini bilmeme rağmen bana karşı koymadı. Tüm gücü beni üzerinden atmaya odaklanmasına ve gücü etrafıma dolansa da beni hala kendinden uzaklaştırmamış olmasına şaşırıyordum. Kanatları iki yanına açılmış, bana tamamen teslim olmuştu ama benim istediğim bu değildi. Benimle savaşmasını istiyordum. Benimle savaşmasına ihtiyacım vardı. Ancak o zaman hiç düşünmeden hançeri biraz daha itip gırtlağına saplayabilirdim.

Teninde silahım yüzünden oluşmuş yaradan kan sızarken gözlerini bana dikti. "Seni öldürmemem için bana tek bir neden ver," dedim öfke içinde haykırarak. "Tek bir neden."

Apollon'un kanatları kurtulmak ister gibi çırpınsa da bedeni kanatlarının özgürlük çağrısına kulak vermedi. "Tek bir neden ve sonra tüm oyun bitecek mi?" Suratımdan akan kan onun suratına damladığında suratını buruşturdu. "Mara yaralısın, izin ver seni iyileştireyim."

Elini suratıma doğru uzattığında gücüm elinde bir kamçı gibi şakladı. "Bana dokunma."

Apollon'un kaşları havalandı. "Teorik olarak şu anda sana isteyerek dokunduğumu söylemem çünkü siktiğimin hançeriyle birlikte üstüme çullandın. Ama söylemeye çalıştığın şey şefkat göstermemse, pekala." Sanki ölümle burun buruna değilmiş gibi gülümsedi, güneş gözlerinin içinde yanıp söndü. "Sanırım bunu yapabilirim."

Hançeri bir kez daha sıkıca kavradım, gözlerimi onunkilere diktim. "Onu öldürdün," dedim gözyaşlarımın gözlerimi zorladığını hissederek. Güçlendirmeye çalıştığım duvar yıkılmak üzereydi, bunu hissedebiliyordum. Yıkıldığında ise Apollon'un karşısında korunmasız kalacaktım. "Onun hiçbir suçu yoktu ama yine de öldü," dedim ama sesim duvarlarımın yıkıldığını belli edercesine güçsüz çıkmıştı.

Apollon beni şaşırtan bir hamle yaparak elini elimin üzerine koydu, hançeri ona daha sıkı bastırmam için beni zorladı. Boynundan kanlar akarken bunu hiç hissetmemiş gibi görünerek doğrudan gözlerimin içine baktı. "Onu ben değil savaş öldürdü Mara," dediğinde sesi gerçekleri haykıran bir adamın sesi gibi kendinden emin çıkmıştı. "Sen ne kadar aksini iddia etmek istesen de benim seni kurtardığımı biliyorsun Mara."

Son sözleri bir tokat gibi suratıma çarparken ayağa kalktım. Suratım kandan yapış yapış olmuştu ve ben her ne kadar elimin tersiyle suratımı silsem de kaşımdaki yaradan kan süzülmeye devam ediyordu. Yüzümün sağ tarafında başka bir yaranın daha olduğunu biliyordum çünkü elmacık kemiğim zonkluyor, içten içe yanıyordu.

Sendeledim, dengemi sağlayabilmek için bir süre gözlerimi kapatarak öylece dikildim. "Onu kurtarabilirdin," dedim gözlerimi açmaya cesaret edemeyerek.

Apollon'un onu devirdiğim yerden kalktığını biliyordum çünkü gözlerim kapalı olsa da yumuşak kanatlarının hışırtısı kulaklarıma dolmuştu. Tam karşıma gelip durduğunda, "Gözlerini aç," diye yumuşakça emretti bana. "Gözlerini aç ve bana bak."

Tüm bedenim titrese de gözlerimi açmayı başardım ama hançeri tutan elimi onu uyarırcasına ikimizin bedenlerinin arasına yerleştirdim.

Apollon hançere temkinli bir bakış attıktan sonra derin bir nefes aldı, başını hafifçe eğerek dikkatli gözlerini suratımda gezdirdi. "Bunu yapamazdım," derken sesi nefes nefese çıkmıştı. "Ya seni kurtaracaktım ya da onu. Seni kurtarmayı seçtiğim için beni suçlayamazsın."

Geriye doğru bir adım atarken hançeri de indirdim.

Haklıydı.

Haklı olmasından nefret etsem de haklıydı.

Gözlerimi açtım ve görmekten korktuğum manzaraya baktım. Onun cesedini savaş alanından çekip almak için birbiriyle savaşan askerlere ve hepsinin ötesinde dikilen tanrılara baktım. Bedeninden sızan kan altındaki kumu koyulaştırmış, çamur haline getirmişti.

Dizlerimin üzerine çöküp inanmadığım tanrılara yalvarmamak için kendimi zorlamam gerekti çünkü birçoğunun en çok nefret ettiği kişi olmam göz önünde bulundurulacak olursa hiçbirinin dualarıma yanıt vermeyeceğini biliyordum.

Meadros benim yüzümden ölmüştü. Zeytin ağacının altında benimle buluşmayı bekleyen o genç adam artık yoktu.

Hançeri yere attım.

Kanla ıslanmış metal kuma gömülürken öylece kaldı.

Apollon'un arkamdan yürüdüğünü hissedebiliyordum. Karr'ın mızrağını yere attığını görebiliyordum. Hermes'in miğferini çıkarttığını, Nestor'un eliyle ağzını kapattığını görebiliyordum.

Bir ok yanımdan geçti, muhtemelen bana arkadan saldırmaya çalışan bir asker Tara'nın okuyla yere serilmişti.

Şu anda her şey olabilirdi ama ben savaşmayacaktım.

Bugünkü savaşım bitmişti.

Onun cansız bedenine doğru yürürken en azından eski Mara olmak istiyordum.

Onu bu felakete sürüklemeden önceki Mara olmak istiyordum. Onun için en azından bunu yapabilirdim.

Nihayet Rae'ye ulaştım. Beni sıkıca tuttuğunda askerler daire şeklinde etrafımızda dizildi. Hemen ötemizde hırpalanmış Akhalar'ın elinden kurtarmayı başardıkları cansız bedeniyle Meadros uzanıyordu.

Rae'nin karanlığı yeniden güçlenip etrafımızı sardı, güçlü bir şekilde patlayarak etraftaki tüm Akhalar'ı püskürttü. Karr'ın alevleri de Rae'nin gücüyle taşınarak etrafımıza alevden bir çember çizdi.

Bu yeterliydi. Ona veda edebilmem için yeterliydi.

Bedeninin etrafı ondan akan kandan dolayı sırılsıklam olsa da bunu umursamadan dizlerimin üzerine çöktüm. Üstüm onun kanıyla ıslansa da bunu umursamadım. Gözleri açıktı ve gökyüzüne dikilmişti. Sanki son nefesini alırken huzuru hissetmiş gibi suratında bir gülümseme kalmıştı.

Suratına dokunduğumda şaşırtıcı bir şekilde sıcak olduğunu fark ettim. Birazdan kalkıp savaşmaya gidecek gibi görünüyordu. Parmaklarımı gözlerine koyduğumda ise kolayca kapandılar. "Troyalı Meadros, yiğitçe savaştın," dedim haykırmak istememe rağmen fısıldayarak. "Şimdi senin için dinlenme zamanı."

Elimi geri çektiğinde gözlerinde iki sikke belirdi. Ayağa kalktığımda Rae dışında herkesin geri çekildiğini, savaşın geçici bir süreliğine de olsa durduğunu fark ettim.

Bedenimden kopup giden ateş Mearos'un cansız bedenini içine alırken Rae bana sarıldı, kendisiyle birlikte beni de geri çekti.

Ateş o kadar güçlüydü ki Meadros'un bedenini kısa sürede kaplayıp yakmaya yetmişti. Çok kısa bir süre sonra ateş söndü, cansız bedeni gitti.

Geriye yalnızca yıllardır oradaymış gibi görünen bir zeytin ağacı kalmıştı.

Herkese selam arsız ölümlüler aslında bu hafta bölüm atmayacaktım ama o kadar çabalayan destek olan insanlar var ki onlara saygısızlık olurdu. Geçen hafta hasta olmama rağmen bölüm attım. Haftanın beş günü 9-18 çalışıyorum. Karşılığında bir oy vermemek bu kadar zor olmamalı. Sınır 350 oy ve 700 yorum ve yine aynı şekilde ucu ucuna geçilirse bölüm atmayı planlamıyorum bilginize. Çünkü benim üzüldüğüme ve yorulduğuma bazı şeylerin değmesi lazım.

Her neyse tatlı moduma geçeyim zslfjsf. ADIM ADIM FİNALEEEEEEEE. Final teorilerine bakalım bakalımmmm

Cuma günü 21.00'da instagramdaki ozcelikdilara hesabımda Berrek ile canlı yayın yapacağız. Dünya kadar soru gelmiş hepsi de Ötş sdjıfohdsf Hem o sorulara cevap vereceğim hem de sohbet muhabbet azıcık kaos karışık bir şeyler yapacağız. Hepinizi bekliyorum.

Öhöm, haftaya Apollon'un çizimi geliyor desem dağa taşa tırmanır mısınız??????

Sizleri sonsuzluk kadar seviyorum.

-Kaos.

Continue Reading

You'll Also Like

35.4K 1.4K 11
"Seni çok seviyorum Çavê Şîn. Seninle gözlerimi açıp kapatacak kadar. Seninle doğup ölecek kadar. En çokta o mavi gözlerine aşık oldum."
9.7K 557 6
❝Sevmek: kıskanmak, endişelenmek ya da özlemek değildir. Sevmek sadece acı çekmektir. Ve ben sevgilim. Sevgilim değil, sevdiğim. Sana her baktığımda...
7.4M 327K 62
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
84.2K 3.7K 31
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...