MAFYA BEY -TEXTING +18

By tamamyayazar

3.5M 123K 67.5K

21. yüzyılın en deli dolu çarlarından biri olan, zamanının büyük kısmını sanal ortamda geçiren, gündüzü geces... More

zero
one
two
three
four
five
six
seven
eight
nine
ten
eleven
twelve
thirteen
fourteen
fifteen
sixteen
seventeen
eighteen
nineteen
twenty
twenty-one
twenty-two
twenty-three
twenty-four
twenty-five
twenty-six
twenty-seven
twenty-eight
twenty-nine
thirty
thirty-one
thirty-two
thirty-three
thirty-four
thirty-five
thirty-six
thirty-seven
thirty-eight
thirty-nine
forty
forty-one
forty-two
forty-three
forty-four
forty-five
forty-six
forty-seven
forty-eight
forty-nine
fifty
fifty-one
fifty-two
fifty-three
fifty-four
fifty-five
fifty-six
fifty-seven
fifty-eight
fifty-nine
sixty
sixty-one
sixty-two
sixty-three
sixty-four
sixty-five
sixty-six
sixty-seven
sixty-eight
sixty-nine
seventy
seventy-one
seventy-two
seventy-three
seventy-four
seventy-five
seventy-six
seventy-seven
seventy-eight
seventy-nine
eighty
eighty-one
eighty-two
eighty-three
eighty-four
eighty-five
eighty-six
eighty-seven
eighty-eight
eighty-nine
ninety
ninety-two
ninety-three
ninety-four
ninety-five
ninety-six
ninety-seven
ninety-eight
ninety-nine
one hundred
veda-anket
so special: mafnaz
so special: lodas
so special: aköm

ninety-one

8.5K 526 372
By tamamyayazar


Selamsss aşklarım. Nabersiniz? Nasıl gidiyor hayat? Ben çoğk hastayım. Feci bir soğuk algınlığıyla yazılmış bir bölümdür uyarımı yapayımss

INSTAGRAM: @tamamyayazar

Keyifli Okumalar :)

💘OYLAR VE YORUMLAR ŞELALEEEEE💘

Bazıları-Zaten Kırılmış Bir Kızsın- "Büsbütün kaybettim. Bana dokunmayın sakın. Bunların düzenine sokayım!"

 🖤

Uğur Özkara namıdiğer Mafya Bey'den

Pazar 08:30

Kapıyı kırar gibi sertçe kapattım ve şoför koltuğunda oturan Halil'e "Sür!" dedim. Ömür'ün bitik hali de ruh halime iyi gelmiyordu. Ve geceden beri anne babası odasında olduğu için Ahsen'i göremeyişim, ölüm gibi bir şeydi.

"Nereye abi?" dedi Halil. Bildiğini, bilmezmiş gibi aktarmasına ayar oldum. Sinirli bir soluk bıraktım.

"Benimle gereksiz konuşmaya çalışma!"

Dikiz aynasında göz göze geldik ve suratı buna hakkı varmış gibi düştü. Uğraştığım tripler yetmiyordu, bir de onlarınkiyle uğraşıyordum! Ben kime trip atacaktım anasını satayım?

Yan tarafında oturan Onur da sessizdi ama aynı duyguları paylaştığına emindim. Kaçak göçek bana bakmaya çalışıyordu. Kaşımla dön önüne der gibi ileriyi işaret ettiğimde hızlıca önüne döndü. Gözümde artık her biri vasıfsız elemandı. Arabayı çalıştırdı Halil. Hastane bahçesinden ayrıldık.

Elçi olup, yüz kere Aykanların gözüne soka soka o şerefsizden haber getirdiklerine göre; onu tuttukları deliği de, beni götüreceği yolu da biliyor olmalıydı.

"Özür dileriz abi, düşünmediğimiz bir ihtimaldi bu." dedi.

"Ben size canımı emanet ettim!" diye yükseldim. "Ve kast ettiğim can kendiminki değildi!" Arabanın orta bölmesinden bir su çekip, kapağını açıp içerken geceden belki de yaklaşık bir günden beri boğazımdan geçen ilk şeyin bu olduğunu fark etmiştim.

Dikenli teller gibi boğazıma batan şeyin acısı, eksiklikten olmalıydı. İçimde patlayan cümlelerden değilse...

"Benim canıma yönelmiş bir kurşun var, görevi olmamasına rağmen kardeşi gelip bunu fark ediyor, çocuk canını hiçe sayıp kahramanlık ediyor, üzerinde silah namına bir şey yok, koruma olan o değil ve sizin düşünmediğiniz bir ihtimal bu he?" Sinirle güldüm.

"Sikerim lan sizi!" dedim şişeyi ön cama fırlatırken. İkisi de yerlerinden sıçrasa da korkularının şiddetim değil, kovulma ihtimalleri olduğunu biliyordum. Bizi aile görüp, iş gözüyle bakmadıkları bu görevi yapıyorlardı ama son zamanlarda her şeyi eline yüzüne bulaştırmakta üstlerine de yoktu. Ne bir maaş karşılığı ne de işsiz kalma korkusu. Tek sorun Özkaralardan ayrılmaktı. Her biri işin ciddiyetini kaybetmiş, komedi dizisi çekiyormuşuz gibi davranmaya ve fazla salmaya başlamıştı.

Düğmeye bastım. İki taraftaki camlar açıldı. Ne Halil ne Onur konuştu. Kendilerini savunacak adamakıllı bir kelamları yoktu çünkü. Yüzüme çarpan sıcak hava beni daha da bunaltırken yolculuğun bitmesini bekledim. Bizimkileri eve bıraktıktan sonra dönmüş olmasalardı ve babam arayıp haberini vermeseydi onlarla gel diye, taksiyle dönmeyi yeğlerdim.

Ya da bizi arkadan takip eden Lodos'un motoru üç kişilik olabilirdi! Ama ayrılmaz ikilimiz demiyordu ki abimin siniri bozulmasın, yerine birimiz geçsin!

Evimden biraz daha ileride ama arazisi bize ait olan, içine bu gibi pislikleri kazımak için öylesine diktirdiğimiz depo benzeri yere gidene kadar durmadık. Yeni bir alışkanlıkmış gibi dakika saydım. Başka türlü zihnimi Ahsen nasıl, ağrısı var mı şüphelerinden uzaklaştıramıyordum.

Araba durdu. Kapıyı hızla açıp indim. Adımlarım sekteye uğramadan depo kapısına yönelmişken, dışarıda volta atan sikiklere bir hiçlermiş gibi bakmıştım.

Koruma olduklarına dair inancım sıfırdı artık.

İçeride babam vardı. Ve leş olmaya pek yakın, o parayla tutulmuş şerefsiz.

Gömleğimin kollarını katladım birkaç kez. "Konuştu mu?" dedim babama yönelik. Kapılar bir kez daha açıldı ve içeriye Atlas ve Lodos girdi. Yanımıza yaklaştıklarını adım seslerinden duydum.

"İradesinin ne kadar kuvvetli olduğuna dair, gitmeden bir yiğitlik yapmak istiyor." dedi babam. Alayla güldüm.

Bileklerinden zincirlerle havaya asılmış, ağzı burnu kan revan olan tipsize baktım. Ağırlığının omuzlarına bindirdiği yükün, kemiklerini kırmasına çok az kalmıştı. Duruşu gereği omuz kemikleri neredeyse dönmüştü zaten, acıdan bayılmış olmalıydı.

"Ayıltın!"

Birkaç adım geriledim. Yüzüne soğuk bir su çarptılar. Şokla, darbeyle şişmiş gözlerini araladı. Gözleri kanamıştı. Görüntü tanıdık birini aklıma getirdiğinde eldeki tek soruyu sordum.

"Seni hangi piç yolladı? Necati mi İbrahim mi?"

Yüzüme dik dik bakmaya çalıştı. Sinirim kavlandığında yandan aldığım sopayı, acımasız bir sertlikle kaburgalarına geçirdim. Uluması tüm arazide yankılanmış olmalıydı, kulağımı sikmişti.

Kaburga acısı ne demek biraz da onlar çekebilirdi.

Belli ki kırılan kemikleri ciğerlerine battı. Nefes almak için çırpınırken kolları da daha çok acıdı, ağzından akan kanlı tükürüğe iğrentiyle baktım.

Bu sefer ne çirkin bir sik görmek istiyordum ne de leşleri, hayvanlara hediye olacaktı. Tek soru, tek cevap, tek kurşun.

Daha bakmam gereken başka mevzular vardı.

"Seni bunu yapman için kim tuttu parasıyla? Köpek!"

Üzerindeki yırtılmış, bir şirketin amblemi olan kargo tişörtüne baktım. Bu basit, klişe ama benim salaklar söz konusu olduğunda, zamanlamayı tutturarak iş görmüş plan hangi götleğin aklından çıkmıştı?

Necati olduğunu biliyordum aslında, her zerrem bunu bas bas bağırıyordu ama Necati yaşamayı seviyorsa ve İbrahim görevden alındığını sindiremediyse diye sormak, benim onlara lütfumdu.

Karşımdaki soysuz, kim bilir kaç para almıştı karşılığında ve belki de ipin ucunda, onu tutan adını söyleyip geberirse diye ailesi vardı. O yüzden konuşmamayı seçiyor olabilirdi.

Ahsen'in bu doğum günü işini ayarlayacaklarını bana söylemedikleri için de çok kızgındım korumalara. Kız, günlerce orayı burayı gezerken bana olmasa da kendini başkalarına açık etmişi. Diğerleri de o gün gelebilecek kalabalığı kaçırmamışlardı. Benden habersiz iş yapılmasından işte bu yüzden nefret ediyordum. Her seferinde korktuğum başıma geliyordu çünkü benim düşmanlarım da benim gibi düşünüyordu. Basit bir açık yakalamak! Yakalamışlardı da.

Sözde bir kargo şirketinin elemanı gibi, o gün içeriye bir şeyleri rahatlıkla sokabilirlerdi. Pastası olsun, süsü olsun, hediyesi olsun... Yine de bunu kontrol etmemek gibi bir mallığı da artık yapmazlar diye aynı taktiği, bir yan komşuda denemişlerdi. Site güvenliği, herkesin ayağına her siparişini taşıyamazdı. Zengin tabakaya, gel güvenlikten al demek de boş hayaldi. İşe son demekti. Herkes her şeyin hazırına alışmıştı bu devirde. Ben bile Ahsen'e gönderdiğim kuryede hiçbir güvenlik sorunu yaşamamıştım. Elemanlar günde on kez evlere girip çıkıyor olmalıydı. Bir parayla tutulmuş bu köpek de, elinde bir kutu ve bolca rahatlıkla burnumuzun dibine sokulmuştu.

Son an taktiği değiştirip, tam kutlamanın zirvesinde herkesin gözü de maalesef ki yine yapmak istediğim ama bok olan sürprizimle bizde, evlilik teklifindeyken bahçeye sızmış, susturucu takılmış, uzun menzil silahını yan bahçeden bu tarafa doğrultmuştu.

Aker'in görmesi, belki de Ahsen'in yaşaması için tek şanstı. Bunun için bile ömrüm boyunca Aker'e minnet borçlu kalabilirdim.

"Konuş!" diye bağırdım. Acıdan inim inim inliyordu.

"Konuşmayacak mısın?" Fazla sabrım kalmamıştı.

Kafasını son dirayetinde iki yana salladı. Dikdörtgen masaya yayılmış malzemelerden, çenesini sabit tutacak bir mekanizmayı alıp, Halil'e fırlattım.

"Tak şunu!"

Bari burada işe yarayabilirdi. Şerefsizin asıldığı mekanizmayı biraz indirdikten sonra ayakları zemine tam değmeden durdurdu. Yüzüne uzanıp demiri çenesine geçirirken, ben de elime dikiş atmak için kullanılan zımbayı almıştım.

Zımbayı sağ elimle tutup, sol avcuma vurdum.

"Madem dudakların işlevsiz, bunu görünür kılalım öyle değil mi?"

Yapacağımı anlamış gibi kafasını iki yana salladı. Halil demiri dudakları milimlerle açılacak kadar sıkıştırınca, yerine ben geçtim.

Hiç tereddütsüz dudağının sağ tarafına ilk zımbayı attım. Artık bağıramıyordu da. Son çırpınışlarıydı.

"Necati mi İbrahim mi? İstersen on defa zımbalanmadan konuş, belki acısız geberirsin?"

Dudağının diğer yanını da zımbaladım. Keyifliydi lan! Kafa sikmiyordu artık ağlamalarıyla.

"Abi, yengemin hatırı için bize yer yok mu?" dedi Atlas. "Bir tanesi de Aker'e gitsin hadi."

"Olmaz mı?" dedim kuru bir neşeyle. Zımbayı ona uzattım.

Kağıt zımbalarmış gibi basitçe, benimkilerin yanına iki tur o da zımba attı. İnce dudak derisinde bunun ne kadar ağrılı olduğunu ancak tahmin edebilirdim. Yaşayanlar da vardı. Durduğun konumu iyi belirleyecektin bu alemde.

"Herkes sıraya geçsin mi?" dedim. "Yoksa konuşacak mısın? Bak yer kalmayacak yüzünde demirden?"

"Sıra bendeyken bu soruyu sorman yanlış," dedi Lodos. Atlas'tan aldığı zımbayı sağ tarafına bir kez bastırdı. İkinci turda şerefsiz, kafasını konuşacağım anlamında aşağı yukarı sallamıştı.

"Hep de bana denk gelmesi," diye vahlandı Lodos. Halil'e demiri biraz gevşettirdim.

"Söyle. Herhalde anlarız yoksa sağ göz, sol göz kırp olayına girişeceğiz off yormayın be!" dedim.

Boğuk ve belli belirsiz bir homurdanmayla "Necati." dedi.

"Necati?" diye teyit ettim.

Kafasını aşağı yukarı bir kez daha sallarken, minicik bir boşluktan "Necati," dedi.

Şaşırmamıştım. Ruhsuz bir herifti ama ruhu cehenneme gidebilirdi. Belimin arkasından silahıma uzandım ama benden önce davranan biri vardı. Kurşun pek yakınımdan usta bir açıyla geçip, şerefsizin alnının ortasına saplandı.

Babama döndüm. "Günahı benim boynuma!" dedi aksini beklemez gibi.

"Evlatlarımı bu şerefsizler için katil yapıp, canavarlaşmalarını izlemeyeceğim."

"Eyvallah." dedim. Sanki hiç birinin canı ellerimde son bulmamış gibi. Çıkışa yöneldim. Babam adımlarımı ardımdan takip etti. "Uğur bekle!"

Depodan çıkana kadar durmadım. Birkaç damla kan gömleğime sıçramıştı. İğrençti. Babamın onu öldürmesini tek bir şeye yordum.

26. yaşımın ilk gününde, aldığım ilk hediyenin katil sıfatı olmasını istememiş olmalıydı. Zaten öyle olmam bir sorundu elbette ama ya diğerleri? İlla kan gömleğimize de elimize de bulaşacaktı.

Arabalardan birinin yanına yürürken, bir kez daha "Uğur!" deyince, babamı beklemek zorunda kaldım. Adımları bana yetişti.

"Ne oldu?" dedim dönüp yüzüne bakarken.

"Bana kızgın mısın?" diye açıkça sordu. Derdi benim de onu suçlu görmem olmalıydı. Suçluydu ama ben de suçluydum. Ömür'ün Serdar Aykan'da teselli bulmasına epey içerlemişti çünkü. Ama aynı teselli, bana hiçbir zaman verilmeyecekti rahat olabilirdi.

"Kızgın olduğum kişilerin listesi de bir hayli kabarık," dedim.

Depo kapısından çıkan Atlas ve Lodos da, konuşmayı dinlemekte bir sakınca görmemiş gibi yanımıza yaklaştılar.

"Ben başı mı çekiyorum?" dedi babam. Orası tartışılırdı.

"Bunları sonra mı konuşsak?" diye bir teklif sundum.

"Nereye gideceksin?" dedi Atlas. Kaşlarım çatıldı. Tahammül sınırım aileme karşı bile azalmıştı.

"Hayırdır sana mı hesap vereceğim?"

"Necati'yi aramaya tek başına kalkmayacaksın herhalde değil mi?" diyen de Lodos'tu.

"Onun yerini zaten biliyorum?" dedim. Bilmediğimi düşündürten neydi? Onu da sağ kolunu da adım adım takip etmiştim ama korkup, parayla birini tutması beni şaşırtmıştı. Pis işlerini en fazla sağ kolu yapar diye düşünmüştüm. Bu adama da mafya denmezdi artık! Her işini başkasına yaptır, oldu canım. Bir korkaktı ve korkak gibi ölmeyi hak ediyordu.

Yurt dışındaydı ve orada gebertilecekti. Leşiyle ülkeyi daha berbat etmeye gerek yoktu. Ben de madem elimi kana bulamamam gerekiyordu, bulamazdım. Bir taşla üç beş kuş.

"Bırak onunla ben ilgileneyim Uğur." dedi babam.

"Neden?" dedim hayretler içerisinde gibi, kaşlarımı havalandırıp, başımı iki yana sallayarak. "Bizi bunun için yetiştirmedin mi? Mafyanın içine doğan mafya olur, bu kadar basit. İçeride verdiğin hediyeyi yeni yaşıma saydım. Fazlası bende kaşıntı yapar."

"Oğlum," dedi alnında kırışıklıklar belirirken. "Yapma! Acını benden çıkartma. Ben o kız için-"

"Ahsen Naz," diye sözünü kestim. Hani onu çok seviyordu!

"Ahsen Naz için, Aker için senden daha mı az üzgünüm? Öyle gözüküyorsam da bu duygularımı nasıl ifade etmem gerektiğini bilmediğimdendir."

"Ne olacak şimdi?" dedim. "Ne bekliyorsun mesela? Serdar Bey bizi hastaneden sözleriyle ezip kovduktan sonra, sence yeniden kendinin de dediği gibi bilmem kaçıncı şansı vererek güvenir mi?"

"Tamam," dedi babam başını sallayarak. "Tamam senin bu meselede daha fazla adının anılmasına gerek yok. Kimsenin midesini de bulandırmayız. Sen sadece Ahsen'le ilgilen tamam mı? Gerisini ben halledeceğim. Aykanların da senden bizden korkmaması için elimden gelenin daha fazlasını yapacağım."

"Biraz geç kaldık," dedim çoğul konuşarak. "Cezayı kendimize aslında biz kestik, önleyebilirdik ama beceremedik. Bakalım bundan sonra yüzlerimize bakacaklar mı?"

Ahsen'in ince bir tel üzerinde gibi gezinen iki uçlu duygularını hatırladım. Hiç unutamıyordum da neyse. Beni hem bağrına basmak istiyor hem babasının sözlerini hatırlayıp, tüm hıncını benden çıkartıp beni bir kaşık suda boğmak ister gibi yabancı davranıyordu.

"Ben Ahsen'in senden vazgeçeceğini sanmıyorum abi," dedi Atlas.

"Konuştun mu?" dedim.

Kafasını iki yana salladı. "Ben konuştum ama. Ailesini senden benden daha öne koyar gibi davranıyordu." Yanına beni yatırmasına bile ne denli mutlu olmuştum. Bunu ilk kez yapıyormuşuz gibi...

"Yapmaz öyle bir şey," dedi Lodos. "Kafası karışmıştır kardeşim, böyle olayları kız kaç kez yaşadı? Kendi kardeşi için endişelendiğindendir gözünün seni görmemesi. Şimdiden bile daha akıllıca davrandığına ben eminim. Birkaç saat yalnız kalsa, nefes alsa toparlayacaktır."

Babam kahverengi gözleriyle, gözlerime en içimi görürmüş gibi baktı. "Ahsen'i kaybetmekten, aileni kaybetmekten daha mı çok korkuyorsun?" Aynı ikilemi ben de mi yaşayacaktım yani! Hah eksik kalırdım! Aile ve sevgili...

"Baba!" dedim yükselerek. "Ben hiçbir kıyastan korkmak istemiyorum artık, tamam mı? Kim ne yapmak istiyorsa bana yapsın ama yeter ki beni sevdiklerimle sınamayı kessinler. Ne siz ne o, anlatabiliyor muyum?"

"Uğur," dedi babam da. "Aynını söylüyorum sana. Tamam. Benim için de ne siz ne bir başka babanın çocukları. O adamın acısı benim yüreğimi parçalamadı mı?" Babamın gözlerinde titreşen birkaç parlak kıpırtı gördüm. Bu halini yalnızca bana gösterdi, belki iki saniye ama örmek için direttiğim tüm o buzdan sertliğim kırılmıştı.

"Ya Ahsen benimle olmazsa, bana inanmazsa, güvenmezse ben ne yapacağım baba?" dedim. Çaresizdim. "Babasını dünya üzerindeki herkesten çok seviyor olabilir. Benimle olup onu karşısına alır mı sanıyorsun? Ya babası peki? Haksız mı? Hiç değil. Ben ne hayaller kuruyordum ya?" dedim yenilmişlikle. Daha evlenme teklifimin üzerinden gün geçmemişti. Bu yaşadığım reva mıydı?

Onca panik, onca heyecan, müthiş hayaller kurarak ettiğim teklifin elime yüzüme bulaşması hiç akıl kârı mıydı? Yüzüğü seçerken bile, o sıkıntılı dönem arasında ne çok özenmiştim!

"Kızını bana verir mi artık? Düğünümüzü alkış tutarak mı yapar? Biri bitiyor biri başlıyor düşmanların, ömrümüz boyunca da bu böyle olacak! Olmayacak diyebilir misin? Korkmasın canları hep güvende olacak diyebilir misin?"

"Oğlum," dedi babam. "Bundan ne kadar utanç duyduğumu görmüyor musun sen peki? Kızım bile gitti Serdar Bey'e sarıldı ya, ben kendi çocuğumu bile korkutuyorum. Başka bir aile nasıl kaçmasın bizden? Yapmaz diyemiyorum ama senin için, o adamla tüm şeffaflığımla konuşurum Uğur." Kati bir inatla kafamı iki yana salladım. Derin bir nefes almaya çalışmıştım.

"Kaçmayacak baba! Kaçamaz çünkü ben Ahsensiz bir hayat düşünemiyorum."

"Abi," dedi Atlas. "Bak yine diyorum. Ben Ahsen'in de sensiz olacağını sanmıyorum ama sakinleşmesini bekliyordur belki ailesinin. Belki de bize kızgındır? Sen ondan saklamamıştın ki hem başındaki belaları, ya saklasaydın? O zaman kızmakta daha haklı olurdu. Ama söyledin! Bizi hedef alanların onu yerimize koymasından dolayı, belki de bizi görmek istemiyordur?"

"Sen onu benim kadar tanıyamazsın Atlas!" dedim. Keşke onun dediği olsaydı ama Ahsen'in yeşillerine baktığımda donmuş bir ruh görüyordum bana karşı ve beni huzursuz eden buydu.

"Kovacağım tüm adamlarını," dedim babama. "Nasıl bir çocuğu koruyamazlar ya? Nasıl benim sevgilimi koruyamazlar asıl? Hedef Ahsen'di baba!" Babam başını beni anlar gibi salladı.

"Evet ve keşke ben olsaydım Uğur. İnan bana bu kadar tantana olmazdı, memnun olurdum." Gözlerimi devirdim, bak ya! Sanki ben böyle bir şey demiştim.

"Ya baba, sırası değil!"

"Lan neyin sırası o zaman? Sen ne gördüysen, ne duyduysan ben de onu duydum. Gitti Necati piçi. Onlarca kez kontrol ettirdim, birden farklı insan da bunu onayladı. Ama para verip tuttuğu bir köpeği nasıl tanımamızı beklersin? Sanki ben sizden gizli iş mi yürüttüm?"

"İhmaller ihtimaller, bıktım artık!"

"Uğur," dedi Lodos yine aklıselim davranan bir edayla. "Adamlar nereden bilsin? Orası bir site fark ettiysen, güvenlikten geçiş izini alan herkes oraya girebilir. Planları en klişe ama en etkili planlardan." Demiştim. Ve bu adamın benim gibi düşünmesi artık sinirimi bozuyordu. Dost olmayı fazla abartmıştık.

"Gün boyu kaç kez kargocu giriyordur buraya. Güvenlik ne yapsın? İnsanlar hizmetlerini ayağına getirtmeye alışkın, her birini kendi alıp da dağıtamaz ya. Ahsenlerin yan dairesine kargo gelmesi de korumaların görev tanımında yok diye biliyorum?" Alaycı bir nefes verdi.

"Ama merak etme diğer komşuları da bundan sonra kapılarını açarken, iki üç kere düşünecekler bizim yüzümüzden."

"Bunu da başardık desene?"

"Başardık." Sinirim bozulduğundan güldüm, sonra gülüşümü başparmağımla sildim. "İyi hep onları koruyun zaten, bakarız duruma sonra." dedim.

"Ben de bir korumayım oğlum, ya ne yapacaktım?" dedi Lodos. Öyle olduğuna dördümüz de gram inanmadık ama aramızdaki buzdan soğukluk biraz olsun kırılmıştı.

"Hallet o zaman baba," dedim arabanın kapısını açıp binmeden önce. "Bu sefer her şeyi sen hallet." Gözlerine baktım. İma ettiğim şeyi anlayıp kafasını salladı. Kapıyı kapattım. Arabayı çalıştırdım. Halledeceğine inanıyordum.

 🖤

Pazar 18:37

"Ne arıyorsunuz lan siz burada?" dedim arabayı kilitlerken. "Her gittiğim yerde karşımdasınız beni bir salın ya!"

"Ahsen'i terk edemeyiz, Ahsen bizim kanımız." dedi Lodos. Komik miydi? Ona düz düz bakmaktan başka bir şey yapmadım ve ben gülmeyince, Lodos da gülmedi. Aksine suratını astı. Bu yersiz espri işini biraz ertelemeliydi, çok fazla sosyal medyada takılmak bu adama iyi gelmiyordu.

"Geçmiş olsun ziyaretine geldik abi." dedi Atlas. Düşünce beni kıskandırdı deli gibi. Sevgilimi onlardan daha az görmüşüm, görüyormuşum ve görecekmişim gibi hissettirdi.

"Kaybolun!" dedim dişlerimin arasından. Tek yaptıkları benim onlara baktığım gibi bana boş boş bakmak oldu.

"Genç yaşında verem olacak bu adam, dertleniyorum ben ya..." dedi Atlas. Başımda onun gibi bir dert varken nasıl olmazdım ki zaten. Üzerine doğru bir adım attım ama dilini dışarı çıkararak geri kaçtı.

"Ahsen bize kızgın değilmiş valla, gönlümüzü ferahlattı."

"Bana mı kızgın lan?" dedim şokla. Konuşmadı adi, beni deli etmek isteyerek yüzüme baktı, omuz silkti.

"Lan söylesene!"

"Git kendin sor diyeceğim ama hasta kız, uyudu. Bence sen bugün git yarın gel."

"Elimden alamazlar seni?"

"Hoop!" dedi Lodos. Ne hop lan? Bu dağdan gelme ayı nasıl bağdakini kovuyordu. Kardeşlerim sevgili buldu bulalı dayak yemiyordu benden anasını satayım! Nerede kaldı benim abiliğim!!!

Gözlerine dik dik baktım. "Def olun gidin, evde falan da görmeyeyim sizi bir müddet."

"Yoo biz de sana geçiyorduk," dedi Atlas. "Kızları özledik."

"Benim kızlarım!" dedim altını çizer gibi.

"Ahsen duymasın, kimden peydahladın?" dedi Atlas müthiş bir imayla sırıtarak. Cinsini siktiğim!

"Ya sabır," dedim ama içime düşen kurtla daha fazla bekleyemedim. Ahsenlerin bahçesinden içeri girdim. Bu sefer tırmanışlara bile girmedim. Kapıyı tıklattım. Uyuyor mu demişlerdi?

Karşıma kim çıkarsa bahtımaydı ama ailesi olsa da yüzleşeyim diye gözü karartmıştım zaten. Nilgün Hanım açtı.

Şaşırdığı açılan ağzından belli olsa da "Hoş geldiniz," dedi.

"İyi akşamlar," dedim fazla uzatmadan. "Ahsen'i görebilir miyim?" Birkaç saniye düşündü ama kimsenin yapmadığı iyiliği o bana yapmak ister gibi kapının önünden kolay çekildi. Ahsen'in bu kadını sevmesinin, dünyanın en doğru hareketi olduğuna şu an ikna olmuştum.

"Teşekkür ederim," dedim.

"Belki uyuyordur oğlum, kardeşlerin de yeni çıkmışlardı dinlensin diye."

"Maalesef denk geldim onlara," dedim. "Siz merak etmeyin, yormam onu."

Başarabilirsem.

Kafasını salladı. Kapıyı ardımdan kapatıp, bir adım attım. Kuru kuru öksürdü.

Yüzüne baktım. "Ne oldu?" dedim. Ben yukarı çıkmayacaktım o mu Ahsen'i çağıracaktı? Gözlerini yere dikti.

"Yavrum ayakkabılarını çıkarsan mı? Hani bu evi de sabahtan beri temizleyen biri var ya? Daha yeni sildim, kurban olayım ikinci tura başlatma."

"Pardon," dedim bir adım geri çekilerek. Yediğim en tatlı ama en tuhaf ayardı. Spor ayakkabılarımı çıkardım. Eve gidip duş aldıktan ve rastgele bir eşofman bir tişört giydikten sonra, daha fazla dayanamamış ve Ahsen'in evde olduğu haberini de alınca gelmiştim. Nilgün Hanım gülümsedi. Ben de gülümsedim tuhaf bir şekilde. Bu evde beni seven ikinci, bilemedin üçüncü kişi olabilirdi. İkinin çıkarına uyarsam Aker olduğunu söylememe gerek yoktu?

"Terlik vereyim mi?" diye sordu.

"Gerek yok," dedim zaman kaybetmemek adına. Merdivenleri tırmanmaya başladım. Ezbere bildiğim odasının önüne geldiğimde de, uyuyor ihtimaline karşı ve onunla aramda özel denen şeyin kalmamış olduğunun bilincinde kapıyı direkt açtım. Yine de sessizdim tabi mehter de çalmamıştım amına koyayım!

Ahsen, yastıklarla destek yaptığı bir dağ üzerinde, dik bir vaziyette, pek de huzurlu ve derin durmayan bir uykuda uyuyordu. Kapıyı ardımdan kapadım, şeytan dürttü olsa gerek bir de kilitledim.

Yatağına adımlarken, komodinin üzerindeki çiçek buketini ve süt kutularını görmüştüm. Ulan hain köpekler! Kendilerini iyi beni kötü yapmak için ellerinden ne geliyorsa uyguluyorlardı. Benim aklıma doğrusu gelmemişti Ahsen'in seveceği bir şey getirmek. Aklım başımda mı diye soran yoktu tabi.

Yatağın kenarına hafifçe oturdum. Ahsen'de gözüme çarpan ilk detay, çıkarmadığın şükrettiğim teklif yüzüğümdü. Umuyordum ki isteyerek çıkarmıyordu, hengamede unutmamıştı.

İşaret parmağımın ucunu, yüzük parmağına hafifçe sürttüm ve bu tüy gibi temas bile Ahsen'in sıçrayarak uyanmasına sebep oldu. Son fütursuz ziyaretimde onun ne denli derin ve rahat uyuduğunu düşünüp kızmıştım oysa. Şimdi benden bile korkuyordu.

"Şişşt," dedim üzerine eğilerek. "Benim bir tanem." Elini yakalayıp, kaldırarak dudağıma götürdüm. Yüzüğün kenarından parmağını minicik öptüm.

"Uğur." dedi henüz derin bir uykuya dalmamış olsa gerek uykudan kolay sıyrılarak. Kollarını hızla kaldırıp, bana doğru atıldı. Bu coşkulu teması, yüzümde bir gülümsemeyle karşıladım. Onu sarıp sarmalarken, gerilmek bedenine iyi gelmemiş gibi dişlerinin arasından bir nefes çekti içine. Ben eğildim onun için. "Tamam, tamam kendini yorma sakın. Ani hareketler de yapma öyle."

"Seni çok özledim!" dedi. Rüya görmüyordu değil mi? Ya da ben bir köşede sızıp kalmamıştım, bu benim de rüyam değildi.

Saçlarının mis gibi kokusunu içime çektim. Hastanede kan koktuğunu iddia ederken bile içimin tüm havasını çiçeklendiriyordu, şimdi mis kokusuna doyum olmazdı.

"Ben de," dedim yutkunarak. "Seni çok özledim."

Hafif geri çekilip, çenemin kenarından başlayarak beni öptü. Tüm yüzüm eksik kalmasın ister gibi, sakallarımın üzerinden yanaklarıma, kendi dudaklarına denk gelen her yere, özellikle dudaklarıma küçük küçük öpücükler kondurmaya başlamışken, bu hissin gerçekliğiyle rüyada olmadığıma emin olmuştum. Belli başlarında ona karşılık verdim.

"Ahsen, dur," dedim daha sonra hafifçe.

"Çok seviyorum seni ben çok!" dedi her bir kelimesinin arasına en az iki öpücük sığdırırken. Tüm yüzüm onun bu sevecen ifadesiyle aydınlanmış olsa da, kalbimdeki endişenin tamamı silindi diyemezdim.

"Dur bir güzelim dur!" dedim yanaklarını avcumun içine hapsederek. Başparmaklarımla dudak kıvrımlarını okşadım usulca. Beni öpmek için büzülmüş dudaklarına dayanamadım sonra, eğildim öptüm.

"Önce biraz konuşmalıyız?" dedim yeşil gözlerine içim giderek bakarken. Daha canlı duruyorlardı ve tutkulu.

"Sonra?" dedi burnunun ucunu benimkine sürtüp, dudaklarımı bir kez daha öperken.

"Erteledikçe ben nefes alamıyorum Ahsen," dedim. Geri çekildi. Yüzü düşmüştü ama hissettiğim buydu ve doğrusunu çekinmeden söylemiştim.

Parmaklarımın tersini hafifçe, tişörtünün üzerinden kaburgasına dokundurdum. "Kırığın nasıl? Ağrın sızın var mı?"

Böyle de sorulmazdı belki ama ne diyeceğimi bilememiştim. Karnedeki kırık mıydı bu, sikeyim!

Ahsen'in tüm vücudu tenine bile değmediğim halde ürperdi, diken diken oldu, bunu kollarında fark ettim. Baktığım yere baktığında o da fark ettiğimi fark etti. Avcu bir kolunun üzerine kapandı hemen, bıyık altı sırıttım. Temaslarımı deli gibi özlemişti. Ben de ona temas etmeyi.

Elini göğüslerine doğru götürdü sonra. Bir şeyi gizlemek ister gibi ve gizlediğini de, boynunu kaşırmış gibi gizlemeye çalıştı. Gayriihtiyari ben de hareketlerini takip ettim. Bol tişörtü baskısıyla teniyle bir bütün olmuşken gördüğüm detay, gözlerimi karartıp, ağzımdan bir küfür kaçırdı.

"Sikeyim Ahsen, bu hal ne?"

Hiç de yadırgamadı çünkü bedenindeki değişikliklerin kendi de farkındaydı.

"Lan Atlas'la Lodos da mı seni bu halde gördü?" dedim sinirim tepeme bir anda çıkarken.

"Ne alakası var ya?" diye karşı geldi bana. "Ben onların yanında niye etkileneyim manyak adam! Senin yanında iradesiz oluşumun belirtileri bunlar. Dümdüz duruyordum ben onların yanında!"

"Neden iç çamaşırı giymiyorsun sen?" dedim tomurcuk olup açmaya hevesli görünen, kabarıp dikleşmiş göğüs uçlarına bakarken.

"Kırığım var?" dedi o da bu da soru mu der gibi? Lanet olsun! Doğruydu. İyi de bu kız bir ay iç çamaşırsız mı gezecekti? Pardon gezmeyecekti, o zaman hiç evden çıkamazdı çünkü!

"Dua et görmemiş olsunlar Ahsen!" dedim.

"Ya adamların yüzümden başka bir yere baktığı mı oldu? Herkes sen mi?" Hah bir de suçlu ben olmuştum!

Tek kaşımı kaldırdım, olmadı mı der gibi?

"Oldu mu? Olmadı tabi!" diye beni kendi yanıtladı. "Herkes senin gibi cingöz mü her boku görsün."

"Lan görülmeyecek gibi mi?" dedim. Hayretler içerisindeydim. İştahım kabarmıştı, dişlerim kaşınıyordu! İlkel bir yaratığa döndürüyordu bu kız beni!

"Lanlı lunlu konuşma lan benimle! Sen çok oldun!" dedi kaşlarını çatarak. Yine söylüyordum, çatık kaşlı Ahsen benlik değildi.

Bir anda nasıl bu konuşmayı yapar hale gelmiştik biz? Ben en son ne soruyordum!

Derin bir nefes aldım, gözlerimi kapattım ve ona kadar bekleyemesem de üçe kadar saydım. Geri açtığımda sakinleşmenin kıyısındaydım. "İznin var mı?" dedim. "Bir bakayım?"

Neye der gibi gözlerimin içine sorgulayarak baktı. Göğüslerine değildi herhalde ne alaka? Aklıma bile gelmemişti. "Kaburgana?" dedim. Daha neler yani! Neden göğsünü açıp bakayım canım, zaten mal meydandaydı! Kabak gibi!

"Haaa?" dedi aydınlanma yaşamış gibi. Bak bak, bana diyene bak aklından neler geçmişti acaba benim küçük kızımın?

Belini hafifçe kaldırıp, bol tişörtünü göğüslerinin altına kadar sıyırdı. "Al bak," dedi baskılı bir imayla! "Kırık kemiğimi de görür içimden, senin o şeytanımsı mavi gözlerin!" Böyle diyordu ama madem ben şeytansam neden gözlerime içi gider gibi bakıyordu?

"Ahsen Naz!" dedim sinirlenmiş gibi ama keyiflenmiştim. Onunla böyle takışmak bile tarifi imkansız bir zevkti. Omuz silkti nazlı niyazlı. Tatillerle yanan teninde yine de belirgin bir fark yaratıp, darbeyle morarıp çürümeye başlamış tenine baktım. Ön ve arka kaburgalarının arası, tamamen yan tarafı bariz yeşillenmişti. Ulan ayı Aker ulan! İnsan hiç demez mi bu kızın eti kemiği ne? Hareketlerimi biraz yavaşlatayım. İyilik de kötülük olup çıkmıştı ve yine yaramıyordu.

Can acısı benimkiymiş gibi, dişlerimin arasından ıslıklı bir nefes çektim içime. "Sana hiç kıyamıyorum ben ya..." dedim sonra. Bir an durulmuştuk. İşaret ve orta parmağının tersini, elini kaldırıp dudaklarıma sürttü. Benden şifa ister gibi bir halde davranınca, üzerine doğru yataktan destek alıp hafif eğildim. Büzdüğüm dudaklarımı morlukların üzerine bastırdım. Doğrusu bastırmadım, sadece sürüdüm dudaklarımı çünkü canının yanmasından çok korkuyordum.

Artık Ahsen'in tek bir zerresine zarar gelmemeliydi. Gelecek olan her türlü zarara ben kalkan olmak istiyordum. Kendi bedenim, umurumda değildi.

Birkaç minik öpücüğü daha kemiğinin üzerine bıraktım. Tırnakları canının acımadığını belli edip, benim geri çekilmemi istemez gibi uzamış ve daha gür görünen sakallarımın arasına cızırtılı bir sesle sürtündü.

Durmak bilmeyen öpücüklerim birden yön değiştirdi daha sonra. Onu bir öpmek, ona bin bağımlı olmak gibi bir şeydi ve ben buna karşı koyamamıştım. Daha aşağılara doğru yol aldı. Göbeğine doğru. Baskı biraz daha arttı mesela. Kokusunu daha net içime çektim. Yeni yıkandığı nasıl da belli oluyordu. Hastaneden çıktım diye, hasta da olsa kendine acımadan duş jelleriyle liflenmişti belli ki.

Bir elim amansız bir edayla, tişörtünün altından sokuldu tenine. Sol göğsünü, sağ avcumun içine aldım. Yatakta biraz daha aşağıya kaydım.

Belirginliği belli ki yanımda geçmeyecek ucunu, iki parmağımın arasına sıkıştırıp döndürürken, Ahsen derin bir nefes çekmişti içine. "Uğur," dedi titrek bir sesle.

Yapmamız gereken bir konuşma ve içimin rahatlaması gereken bir an vardı ama tenine dayanamıyordum. Bağımlısıydım.

"Söyle bebeğim?" dedim.

"Çok etkileniyorum," dedi açıkça. O mu ben mi? Sevişmediğimiz günler bizim için bir rekor gibi dağ olup çıkmıştı.

🔥

Dudaklarımı biraz daha aşağıya kaydırdım. Karnının iki yanında belirginleşen kemiklerine dudaklarımı sürterken, altındaki kısa şortun lastiğine parmaklarımı götürmüştüm. Kafamı hafifçe kaldırıp, alttan ona baktım. İstiyorsa onun emrine amadeydim.

Alt dudağını ısırırken, gözlerini bir kez kapayıp açtı. Şortunu yavaşça kalçasından sıyırdım. Tesadüf bu ya, iç çamaşırını da birlikte sıyırıvermiştim.

Madem benim minik kedim benden çok etkileniyordu, bir süre idare edeceği şekilde onu rahatlatabilirdim.

Açığa çıkan vajinasın manyak bir özlemle baktım. Söyledikleri doğru olmalıydı çünkü şimdiden hafifçe ıslanmıştı. Birbirimize verdiğimiz her minik dokunuş, bunun devamı nasıl olur hayaliyle kamçılandığından büyük etkiler yaratıyordu.

Karnının aşağısına, kadınlığının başlangıcına doğru öpücüklerimi sıraladım. Bacakları refleksmiş gibi iki yana açıldığında, onu parçalarına ayırmaktan korkmuşum gibi dişlerimi sıkmıştım.

Dudaklarım Ahsen'in bembeyaz, pürüzsüz kasıklarında aşağı yukarı kaydı. Onun tek bir leke ya da kusur barındırmayan ve kokusuyla aklımı başımdan alan cildi, uzamış sakallarıma sürtündükçe narince kızarıyordu. Teninin yanan yerlerine nazaran bu güneş görmemiş kısmı, aklımı başımdan alan bir güzellikle daha açık renk kalmıştı.

Beni daha fazla istemekle yapma demek arasında kaldığını bilen zihnim, ilk günden beri tenimizin birbirine temasına kayıtsız kalmayacağını da biliyordu. Boğazından çıkan sızlanır gibi inlemelerin farkında mıydı?

Tırnakları saç diplerime sürtünerek, tutamların arasında kaydı. Beni tutuşu, kendinden beklenenden daha sertti ama bu canımı acıtmak bir yana dursun beni hazla kamçılamıştı. Çünkü hep daha fazlasını istediğini biliyordum.

Dilimi uyluklarının iç kısmına bastırdım. "Uğur!" dedi yeniden. Diyecek başka hiçbir şey bulamadığında, her şeyi içine sığdırarak adımı söylemesine bayılıyordum.

"Bebeğim?"

"Seni çok özlemişim!" dedi ama o mu ben mi daha çok sorgulamasına girdim.

"İsteseydin senin için cehennemin dibine bile gelirdim ama sen beni istemedin Ahsen!" Bu konuşmanın yeri sanıyorum ki burası yani bacaklarının arası değildi ama biraz ona doyunca, aklım başıma gelmişti.

Küskün bir çocuk gibiydim ve sikeyim ki bu itişi, aklımdan çıkaramıyordum. Unutmam da belli ki zaman alacak, bedel isteyecekti.

Zevk anında insan zihni her şeyi kabul edip, söyleyebilir olduğundan ya da gerçekten de Ahsen, "Özür dilerim," dedi. "Seni hiçbir zaman bilerek kırmak istemedim. Ama kırıldığını gözlerinde görüyorum ve bu, benim kalbimi de en az seninki kadar acıtıyor."

"Feda ettiğin ilk kişi ben olmamalıydım!" dedim. İçerlediğim en büyük noktalardan biri buydu.

Pozisyonumuz gereği gözlerimi kaldırarak onun gözlerine bakmak zorunda kalmıştım. O da zaten dik otururken başını hafifçe eğmişti.

"Uğur," dedi yeniden. "Böyle konuşma, lütfen."

Bencilceydi belki ama annemi babamı feda edebilirdi ilk. Nihayetinde beni bu hayatın içine onlar getirmişlerdi. Sonrasında bana kızardı. Ya da ilk beni affetmeliydi, Atlas ve Lodos'un geçmiş olsun ziyaretini sona ertelemesinde bir beis görmüyordum. Sen gel diyerek beni arasa eve geçtiğinde, kendimce saatlerce oyalanmak için çırpınmazdım.

Alt dudağımı dişleyip, birkaç kere ağzımın içinde yuvarladım. Sikeyim! Onu ve tenini belki de ondan fazla istiyordum ve o böylece önümde uzanırken, trip atmak gibi sikik bir ittirişle, elimin tersini ona gösteremezdim. Böyle bir adam değildim ve o hep nazlıydı.

Ben böyle bir adam değildim ve bedenine hiçbir zaman bu kötülüğü yapamaz, hayır diyemezdim.

Göz göze geldik ve gözlerimde düşüncelerimi apaçık gördüğünü biliyordum. Kazanan tarafımın ne olacağını da bildi ve sadece tatlı tatlı gülümsedi.

Hırlar gibi bir inleme boğazımdan koptu, benim için şişmiş kadınlığının tepesine dişlerimi sürttüm. Sıcak ve ağzımı dolduran, ısırsam koparacakmış gibi hissettiren kısım ağzıma doldu.

"Konuşmayayım ama ağzım senin için çalışsın mı?"

Nefes nefese kalmış gibi derin soluklar aldı. "Hep çalışsın."

Kadınlığının iki dudağını, işaret ve orta parmağımla hafifçe araladım. Tadını keşfetmek ister gibi ufak bir kısmını dilimle tadarken, "Böyle mi?" diye sormuştum.

Saçlarımı daha sıkı kavradı. "Benimle oynama!"

"Bir daha beni kendinden uzaklaştıracak mısın? Bana bir yabancıymışım gibi davranacak mısın?"

Kafasını iki yana salladı. Duymak istiyordum. Parmaklarımı teninde aşağı kaydırdım. "Konuş!"

"Hayır," diye mırıldandı. "Sen benim her zerremi tanıyan tek insansın!"

Dudaklarımda zafer gülümsemesi oluştu. Benim için ıslanan, kıvranan, nabzı parmaklarımın ucunda atan kadınlığını usul usul yalamaya devam ettim. Bir insanın her zerresini bu denli tanımak ve müptelası olmak gerçekten mümkündü.

Ahsen'in tırnak uçları saçlarımın arasından enseme kaydı. Etimi delmek ister gibi bedenimi tırnaklarken, şişmiş tepesini dudaklarımın arasında daha sert ezdim.

Avuçlarım kalçalarının altından kaydı, o da tüm ağrısını acısını unutmuş gibi bedenini havalandırmaya çalışıyordu. Islaklıkla tuhaf bir iç gıcıklayıcı ses çıkartan dudaklarımın yanına işaret ve orta parmağımı götürdüm. Ahsen'in zevk sularıyla bir kısmı ıslanan parmaklarım daha sonra yukarı kayıp, tenine sürtünerek Ahsen'in dudaklarının arasına ulaştı.

Aradığını bulmuş gibi garip bir hızla parmaklarımın ikisini de ağzına aldı. Dilini kıvrak hareketlerle çevresinde döndürürken, parmaklarımı neredeyse boğazına kadar çekiyor, şapırtılı ve mırıltılı seslerle geri bırakıyordu.

Islaklığından memnun kaldığım bir anda parmaklarımı ağzından sertçe çektim. Boşluğa düşmüş gibi gözleri bana baktı ama girişini yalayıp, yeterince ıslak ve kaygan hale getirmişken, içini biraz daha sarsmaktan zarar gelmezdi.

Islak parmaklarım, sıcak duvarlarının içine kolayca kaydı.

Ezbere bildiği bir konumu arar gibi, daha derine ve doğru noktaya ulaşması için onu zorlarken o da kendini bana doğru bastırıyordu. Orta parmağım içinde bir noktayı ezdi ve Ahsen, her seferinde boşalmaya çok yakınken inlediği gibi bir inilti kopardığında, kendimden emin oldum. Daha fazla bastırmaya devam ettim.

"Geleceğim sevgilim," diye inledi. Dilimi ve dudaklarımı ondan geri çekmedim zaten o da uyarısına rağmen, saçlarımın arasındaki eliyle beni iyice kendine çekmişti.

"Gel küçük kızım," dedim. Zevk noktasına vuran orta parmağımı biraz daha bastırdım. İçinde kıvırmaya çalıştım. Zevkten ağlar gibi inledi ve kadınlığından çekmediğim dudaklarıma dağıldı. Orgazmı bitene kadar küçük öpücüklerle ve dil temaslarıyla onu tattım. Havalanmaya yer arayan kalçalarını yatağa ben bastırıyordum. Öyle şiddetli boşalıyordu ki bu doluluğu, içini doldurmak için seğiren penisimden benim de biraz taşmama sebep olmuştu.

🔥

Kendimi yatağa bastırarak idare edecektim ne yazık ki! Yoksa bu özlemle Ahsen'in henüz sağlam beli de kırılabilirdi.

Çarşaflara dağılan sıvısının sonu gelene kadar bekledim. Başımı geri kaldırıp, ona baktığımda emindim ki dudaklarım ve sakallarımın alt kısmı ıpıslaktı. Ahsen bu görünüşümü fark ettiğinde benden gözlerini kaçırdı. İçi akarken değil de bittikten sonra mı utanmıştı o?

Islak dudaklarımı göbeğine sürterek, dağıttım. Üzerinde yükselirken, Ahsen sırf konuşmamam için dudaklarıma saldırmıştı. Eh, kendi güzelliğini tatmasında bir sorun yoktu.

Dilimle dilinin üzerinde gezindim. Birbirimizin dudaklarını yemek ister gibi öpüştük, sonra bir anda durulduk.

Yanaklarına kondurduğum öpücükleri, sakince karşıladı. "Hadi anlaşalım?" dedi daha sonra.

"Ne konuda güzelim?"

"Ben babamla konuşacağım. Nasılsa Aker uyandı. Onu da yanıma aldığımda, bize karşı gelemez. Ve seni de hayatımdan çıkartamaz ki. Zaten çıkarmazdım da, özür dilerim işte biraz saçmaladım."

Alnına bir öpücük kondurdum. "Hele şükür!" demekten kendimi alamamıştım. En azından farkındaydı beni delirttiğinin.

Omzumu cimcikledi yine de suçsuz gibi. "Anlaşmanın diğer yanında olan ben ne yapacağım?"

"Sen mi?" dedi hınzır hınzır. " Bana Nilgün ablaya açıklama yaptırmadan bu yatak çarşaflarını değiştireceksin minişim, bir de beni narin narin yıkarsan ne güzel olur? Malum zaten kırılmış bir kızım."

Gülmeden edemedim. "Benim fazla kârlı çıktığım bir anlaşma değil mi ya bu?"

"Hmm bence ben de istediğimi aldım. Gerisi beni ilgilendirmiyor."

Benim hâlâ kalkık olan penisime üstün körü bir bakış attı. "Sen kendi haline yan."

"Yanarız," dedim. Ayaklanıp, onu dikkatlice kucaklarken kıkırdamıştı. Odasındaki banyoya yürürken şakağıma bir öpücük kondurdu. Bir derdi varmış gibi ona baktım.

"Var ya bir süre kendimden nefret edeceğim," dedi.

"O neden?"

Parmağındaki yüzüğü, gözüme sokar gibi bana doğru uzattı. Yüzük parmağı ileri geri sallanıyordu. "Senin gibi ilgili bir kocayı bulmuşum ve az kalsın kaçırıyormuşum. Olacak iş mi şimdi benim yaptığım?"

"Haa, o zaman etmelisin." dedim ben de. Çok haklıydı bak bu konuda.

"Gıcık," dedi ama gülüyordu. Ahsen gülüyordu, artık ağlamıyordu ve ben mutlu oluyordum.

 🖤

Nasıldııııı?

Görüyorsunuz Ahsen ve varlığı Uğur'a her şeyi unutturuyor, yüzleşeceklerdi boşaldılar ökhfsjgfsjdk

Tatlıya bağladık ne dersiniz? Babaları da hallettik mi bu iş tamamdır ağlaman guzum gülün.

💘OYLARINIZI VE YORUMLARINIZI UNUTMAYINSSS💘

Öptümsss

Continue Reading

You'll Also Like

60.2K 2.7K 29
Bir insan, bir şeytana aşık olabilir miydi? Olursa bu aşk yaşanabilir miydi? Hayır!! Ya sende şeytan olursun, ya da aşkın olan şeytan'dan olursun!!!
1.6K 403 17
"Sırtım onun yatağının soğukluğu ile buluştuğu o ilk an, günaha boyandığım andı." Hayatın zorluklarına göğüs gerenlerin, düşenlerin ve yeniden ayağa...
1.6M 53.1K 24
"Zorla evlendik farkındasın değil mi?" dedim dehşetle. Umursamadı ve gözlerimin en derine bakıp, belimde olan eli belimi okşamaya başladı. "Evet kar...
194K 6.5K 44
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...