ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

Por ozcelikdilaraa

2.2M 186K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... Más

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu

14.4K 1.4K 1.2K
Por ozcelikdilaraa

Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu

Ben Apollon; doğudaki güneş, kulaktaki müzik.

Ben Apollon; kalbinde günahı, omuzlarında hayal kırıklıklarını taşıyan o tanrı.

Yağmur azgın dalgalarla karışıp da ayaklarımın altındaki iskeleyi parçalamak istermiş gibi döverken içimdeki ışığa tutundum. Yağmurlu havalarda her zaman böyle hissederdim; biraz parçalanmış biraz da eksik. Ama bu sefer bu yağmurlu gecede içimdeki sıkıntının tek kaynağının toplaşıp duran kara yağmur bulutları olmadığını biliyordum.

Daha başka bir şeydi bu. Daha kişisel bir problem.

Dalga iskelenin eskimiş ayaklarından yukarı taşıp sandaletlerimi ıslattığında elimde olmadan geriye doğru bir adım attım ama sonra durdum. İskelenin ucunda, tüm dalgalara karşı tek başına göğüs germeye hazırmış gibi görünen küçük bir kız duruyordu. Diğerleri gibi geride kalan faciadan kaçmak için hazırlanan gemiye binmek yerine iskelenin ucunda durmuş, ayaklarının hemen altındaki kara dalgaları izliyordu.

Tanrılar. Kesinlikle böyle bir günün üzerine Nestor'un şaraplarından birine ihtiyacım vardı ama o şaraplar geçidin öbür tarafında, yasaklı olduğum zamanda kaldığına göre Dionysos'unkilerle idare etmek zorundaydım. Bu pek de iç açıcı değildi çünkü hepimiz Nestor'unkilerin çok da iyi olduğunu bilirdik. Dionysos bunu bilse sanırım bir daha hiçbir şarabın tadının bana güzel gelmemesi için beni büyülerdi. Piç kurusu.

Kız sanki varlığımı hissetmiş gibi arkasını döndü, yağmurda ıslanıp suratına yapışmış saçlarını yüzünden çekerken elleri titriyordu. Suratını tanıdım. Bundan yalnızca birkaç saat öncesinde annesiyle birlikte umutsuzca limana ulaşmaya çalışan küçük, sarışın bir kızdı. Şehrin zengin ailelerinden birine mensup olduğunu biliyordum çünkü üzerindeki ipek tunik her ne kadar limana kadar süren yağmur altındaki zorlu yolculukta tahrip olmuş olsa da yine de ailesinin sahip olduğu zenginliği gözler önüne seriyordu. Eskiden sahip olduğu zenginlik.

Kız benim kim olduğumu anladı mı yoksa yalnızca yağmurda dikilen ama ıslanmayan tuhaf bir adam olduğumdan mı bilmiyorum ama bir adım daha geriledi, bu hareketi onu iskelenin çürük ucuna biraz daha yaklaştırdı.

Üzerime bir pelerin gibi sardığım gücümü geri çektiğimde yağmur damlaları suratımı dövmeye başladı. Belli ki bu kızı rahatlatmıştı çünkü bana bakışları daha cesur bir hal almıştı. Eh, ıslanmaktan hoşlanmıyordum ama karşımdaki bu küçük ölümlü kızı korkutmamak için birkaç damla yağmurla dövülmeye dayanabilirdim sanırım.

Kız çenesini dikleştirip bana baktığında bu hoşuma gitti. Büyüdüğünde cesur biri olacağını ve şehri için çok önemli şeyler yapacağını anlamam için kehanetlerimi göreve çağırmama gerek bile yoktu. "Gitmelisin," dedim arkasındaki iskeleden ayrılmaya hazırlanan gemiyi işaret ederek. "Burada artık görecek bir şey kalmadı." Gemi sanki sözlerimi onaylamak ister gibi fırtınalı denizde ileri geri sallandı, içeriden telaşlı bağırışlar yükseldi.

Kızın cesareti bir anda kırıldı, ürkek bir şekilde arkamda yanıp duran alevlere kısa bir bakış attı. Burnunu çekerek gözlerini yeniden bana çevirdiğinde o gözlerdeki endişeyi ve korkuyu gördüm. "Neden?" Sesi o kadar cılız ve korku doluydu ki içimde bir yerlerin, bir tanrıya değil de ruhu olan bir varlığa ait yumuşak kesimlerin sızladı.

Sorusu sırtımda görünmez bağlarla duran kanatlarımı titretti, kızın karşısında tüm tanrısal gücümle dikilmemek için kendimle savaşmam gerekti. Ama yine de görünmez varlıkları beni rahatsız ederek serbest kalmak için hazır ola geçti. "Çünkü öyle olması gerekti çocuk." Ona doğru bir adım attım ama sonra temkinli bir tavırla durdum. Onu korkutup geriye düşmesini istemezdim. Elbette onu suya düşmeden önce yakalardım ama ardındaki bir gemi dolusu insanın tanrısal formumu görmesine kendimi hazır hissetmiyordum. İnsanlar ilk önce bana tapardı ama sonra beni yok etmek için her şeyi yapardı.

Kız geri çekilmeyince bir adım daha atıp dizlerimin üzerine çöktüm, artık ıslanmama engel olacak gücüm etrafımda dalgalanmadığı için su tuniğimden geçip dizlerimi ıslattı. Kız da bana doğru bir adım attığında uzanıp onun ellerini tuttum. "Sana güvenebilir miyim?"

Mavi gözleri irileşti, sanki insansı formumun ötesinde kim olduğumu görebiliyormuş gibi bir ifade o küçük suratında belirdi. "Ben bir çocuğum," diye yanıtladı beni ama içinde bundan çok daha fazlasının yattığını rahatlıkla hissedebiliyordum.

Kıza gülümsedim. "Hiç çocuk olmadım," derken genzimin yandığını hissettim. "Keşke ben de senin gibi bir zamanlar masum olabilseydim."

Kızın kaşları çatıldı, karanlık havaya rağmen burnunun üzerine dağılmış çillerini gördüm. "Hiç mi?" Dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı. "Siz bir tanrı mısınız?"

Ellerini biraz daha sıkı tuttum. "Tanrı olman sana güvenmemi sağlayacak mı?" Başını aşağı yukarı salladığında gülümsemem biraz daha genişledi. "Öyleyse evet, ben bir tanrıyım."

Kızın nefesi kesilirken elini tutan ellerime baktım. "Hangisi?"

Meraklı velet. "Sence hangisiyim?" Zihninin içinde ne düşünceler geçtiğini bilmek isterdim ama bu yetenek bana değil ikizime bahşedilmişti. Onu düşündüğümde karnıma bir yumruk yemiş gibi hissettim. "Düşünmen fazla uzun sürdü," diyerek kızı bir tahminde bulunmaya zorladım. Kızın bakışları benden başka kimsenin sahip olamayacağı gözlerimde oyalandığında cevabı bulduğunu anladım. "Doğru tahmin."

Kızın bedeni titredi ama benden uzaklaşmadı. İşte cesaret diye buna derdim ben. Ancak Hector'un ve Akhilleus'un sahip olacağı türden bir cesareti küçük bedenine sığdırmış bu ölümlü çocuk beni etkiledi.

Gemiden endişeli bir kadın sesi, "Larisa!" diye bağırdığında kız olduğu yerde sıçradı. "Neredesin?"

Kızın ellerini biraz daha sıktım. "İsmin Larisa mı?" diye sorduğumda başını sallayarak beni onayladı. "İsminin anlamının gülümseme olduğunu biliyor musun?" Başını bu sefer iki yana salladı. "Ama artık biliyorsun."

Kız sanki isminin bu olduğunu doğrulamak istermiş gibi gülümsedi. "Ben de sizin isminizin nereden geldiğini biliyorum," dedi cüretkar bir şekilde. "Apello, isminizin kötülüğü defeden ve önleyenden geldiğini biliyorum."

Gözlerimi yavaşça kapattım. İsmimin bu anlamda türediği doğruydu ama bana gerçekten yakışıp yakışmadığını şüpheliydi. Daima kötülüğün karşısındaki nefer olmam gerekirken bunu hiçbir zaman başarabilmiş miydim sahi?

Gözlerimi yeniden açmadan önce derin bir nefes aldım. Kızın bir elini bırakıp tuniğimin gizli cebinde sakladığım küçük sandığı çıkartıp kıza uzattım. "Gideceğiniz yerde eski bir tapınak bulacaksınız. O tapınağı benim tapınağım yapmadan önce bu sandığı onun zeminine gömmeni istiyorum."

Kız kararsızlığı ona engel olmaya çalışsa da yine de küçük sandığı elimden aldı, ağırlığını tartmak ister gibi küçük avuçlarının arasında çevirdi. "Nereye gideceğimizi nasıl biliyorsunuz?"

Arkamızdaki alevler yağmura rağmen harlanırken sıcaklığını tüm yoğunluğuyla ensemde hissettim. "Çünkü bu gemi sizi on yedi yıl, on yedi ay ve on yedi gün sonra benim istediğim yere götürecek. Varmanız gereken yere."

Kızın kaşları çatıldı. "On sekiz buçuk yıl demek bu kadar zor mu?" Kendi cesaretine şaşırarak başını öne eğdi. "Özür dilerim, öyle demek istememiştim."

Kızın utanmasını istemiyordum bu yüzden hala tutmakta olduğum elini sıktım. "Her sayısının bir gücü vardır çocuk. Bir ve yedi evrenin yarattığı en güçlü sayılardandır, onların nimetlerinden faydalanmak benim gibi bir tanrı için bile önemlidir." Kızın bana bakışlarından kafasının karıştığını anladım bu yüzden daha fazla üstelemedim. "Oraya gittiğinizde, bu sandığı göm ve sonra halkına o gün doğacak kızlarını on yedi yıl on yedi ay on yedi gün sonra bana adamalarını söyle."

Larisa sandığı daha sıkı kavradı. "Neden kızları istiyorsunuz?" Bir cevap bekleyerek gözlerini benimkilere dikse de karşılığında benden yalnızca bir gülümseme aldı. "Haddim olmayan bir şey mi sordum?"

Kızın elini bırakıp ayağa kalktım. "Hayır çocuk, bazı planları yağmurlu günlerde dile getiremezsin, Zeus'un kulakları her yerdedir ve ben şu anda ona baş kaldırıyorum." Gemiyi iskeleye bağlayan ipler yukarı çekilirken kız arkasına dönüp baktı. "Hadi git," dedim ona. "Yeni şehrine doğru yola çık."

Kız kararsız bir şekilde sağlam kalmış tek geminin gövdesine baktı. "Troya'ya bir gün tekrar dönebilecek miyim?" diye sorarken bakışları yeniden şehrin arkamda yanmaya devam eden duvarlarına kaydı.

"Hayır," dedim ona yalan söylemeden. "Ama çok sonra, birileri mutlaka dönecek."

Larisa gözlerini kırpıştırdı ama başka bir şey demeden arkasını dönüp gemiye tırmanmaya çalıştı.

Kendime engel olamayarak, "Çocuk," diye seslendim ona arkasından. Tüm bedeni titreyerek bana döndüğünde, "Sana kim ne derse desin benim Troya için savaştığımı unutma ve onu da unutturma." Sustum, söylenmemiş sözler boğazımı yaktığı için birkaç kez yutkunmak zorunda kaldım. "Burada Tanrı Apollon ve Tanrı Rae birlikte hüküm sürdü, Rae isminin unutulmasına izin verme."

Kız omuzlarını dikleştirdi, başını hafifçe salladıktan sonra gemiye tırmandı.

Gemi fırtınaya rağmen limandan ayrılırken gidişini izledim. Gücüm geminin gövdesine dolanıp onu sararken istediğim yere, istediğim zamanda varacaklarına emindim.

"Tehlikeli bir oyun oynuyorsun kardeşim." Artemis hemen arkamda belirdiğinde bile bir süre daha uzaklaşan gemiyi izlemeye devam ettim. Gemi batmayacaktı ama bu zorlu bir yolculuk olacağı gerçeğini değiştirmiyordu. "Babam ihanetleri unutmaz."

Yavaşça arkamı dönüp kız kardeşimin kızgın suratıyla karşılaşmak için kendimi hazırladım ama öyle olmadı. Gücüyle kendini yağmura karşı korurken kıvırcık sarı bukleleri rüzgarla uçuşuyordu ama o sağlam bir şekilde elindeki yayı tutmaya devam ediyordu. "Yapma," diyerek beni bir kez daha uyardı. "Hepimizi uçurumun kenarına sürükleme."

Ona hafifçe gülümsedim, içimdeki ışık titredi. "Çoktan yaptım bile." Artemis'in omuzlarının düştüğünü görünce endişesinin tüm bedenini sardığını anladım ama yapacak bir şey yoktu. Artık her ne yapacaksam beni ihanete biraz daha yaklaştıracaktı.

Yanından geçip gitmek için davrandığımda kolumu sıkıca tutarak bana engel oldu. "Athena öğrenecek," dedi fısıldayarak. "O öğrendiğinde babamız da öğrenecek."

Başımı hafifçe yana yatırarak kız kardeşimin korkuyla irileşmiş gri gözlerine baktım. Bu gözlerde daha önce av arzusunu ve nefreti görmüştüm ama daha önce hiç korkuyu görmemiştim. "Doğru olanı yapmaya çalışıyorum," dedim onu rahatlatmaktan uzak bir şekilde. "Senin de doğru olanı yapmak istediğini biliyorum."

Artemis'in kaşları endişeyle çatıldı. "Bizi Olympos'tan aşağı yuvarlayacak ve ona baş kaldıran Titanların yanına zincirleyecek. Bunu yapacak Apollon, biliyorsun ki bir an bile düşünmeden yapacak."

Uzanıp yüzünü sevdim, parmaklarımı hırçın buklelerinin arasında dolaştırdım. "Bu olduğunda yanımdaki zincirde olacak mısın?"

Artemis burnundan derin bir nefes alıp verdi. "Daima," dedi kendinden emin bir sesle. "Her zaman senin yanında olacağım."

Bana sarıldığında bu Artemis için beklenmedik bir yakınlıktı. Yayı gözlerden kaybolurken yumuşak saçlarını çeneme sürtündü. O genellikle geceleri dağlarda dolaşan hırçın bir tanrıçaydı ama sanırım bu kanlı savaş hepimizin içine biraz da olsa merhamet ekmişti.

Artemis benden uzaklaşırken elinin tersiyle suratını silene kadar onun ağladığını anlamamıştım. Kendini biraz toparlayabilmesi için ona mesafe tanıyarak birkaç adım geriledim. "Rae nerede?" Sorum boğazımı yaksa da sormak zorundaydım.

Artemis olduğu yerde titredi. "Tara hiçbirimizin ona yaklaşmasına izin vermiyor." Sesindeki çaresizlik Troya'nın alevler içinde kalışı kadar gerçekti. "Kızı Athena'nın öldürmediğini bildiğini düşünmüyorum."

"Bilmemesi onun için daha iyi," derken şehre doğru yürümeye başlamıştım bile. Artemis de benimle birlikte yanan şehre doğru yürürken gücü ikimizi de çevirip ölümlülere karşı görünmez kıldı. "Mara'ya bir söz verdim ve Rae bunu bilirken sözümü yerine getiremem," dedim.

Artemis meraklı bakışlarını bana çevirdi. "Mara'yla aranızda ne geçti?" diye sorduğunda durdu ve kolumu tutarak beni de durdurdu. "Onunla aranda bir şey yok değil mi?"

Güldüm. "Aramızda sadakat ve bağlılık var ama birbirimize değil Rae'ye," derken ismini andığımda gelmesini umut ettim. Ama hayır, kardeşim diğer zamanda, kendi acılarının içinde kalmıştı. "Mara benim için önemli ama senin olmasından korktuğun şekilde değil. Bir kez daha bana aşık olmayan bir kadını kendime isteyecek değilim, o hatayı bir kez yaptım ve dersimi en acı şekilde aldım, biliyorsun." Daphne'nin hatırasını zihnimden uzaklaştırmaya çalışarak bir kez daha yürümeye başladım.

Şehirde yürüdükçe Artemis'in kullandığı gücün aslında gereksiz olduğunu fark ettim. Görünmez olmamıza gerek yoktu çünkü şehirde hayatta kalan tek bir insan bile kalmamıştı. Sokak cansız bedenler ve etrafa yayılmış zengin madenlerle doluydu. Akhalar şehri ateşe verip terk etmeden önce tüm hazineleri yanlarında götürmeyi başaramamıştı.

Bu insanların hiçbiri düzgün bir şekilde gömülmeyecek ya da geçiş için onlara sikke bırakan kimse olmayacaktı. "Hades onları ülkesine kabul edecek mi?" diye sorarken bakışlarım küçük bir oğlanın cansız bedeninde dolaştı.

Artemis'in bakışları benimkileri takip etti. "Bir gün mutlaka," dedi. "Persephone, Hades almasa bile izin verir ama onu da ikna etmesi biraz sürecek gibi duruyor çünkü hepimize kızgın."

Yalnızca başımı sallamakla yetindim.

En son şehir bu denli büyük bir yıkımın kıyısına sürüklendiğinde Rae babamızın şimşeklerinden birini çalmıştı. Şimdi geri dönüp düşündüğümde son derece komikti ama o zamanlarda yaşarken bize o kadar da komik gelmemişti.

İkimiz de genç ve açgözlü tanrılardık. Rae'nin benden daha güçlü olduğunu daima biliyordum ama yine de ona sataşmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Öfkelendiğinde saldığı gücünün babamı tir tir titrettiğinin sadece ben farkına varabiliyordum çünkü. Diğerleri Zeus'un gücüne rakip bir tanrı olmasına ihtimal dahi vermiyorlardı.

Aptallar.

Babam, kelimenin en basit haliyle kaçık bir orospu çocuğu ve ailesine takıntılı biriydi. Zaman zaman hepimizi zorla Olympos'ta tutar ve sıradan insanların bir ömürleri kadar sürebilecek günler boyunca hiçbir zaman azalmayan sofrasında ağırlardı.

Yine o zamanlardan birinde, onun sofrasında oturuyorduk. Rae'yle tam olarak hangi noktada tartışmaya başladığımızı hatırlamıyorum ama büyük ihtimalle tartışmanın alevini yakan bendim. Tartışmanın sebebi benim sikim seninkinden büyük diye tutturmamız bile olabilirdi ki bu en sevdiklerimizden biriydi. Ama sanırım bu sefer Rae'yi ciddi anlamda kızdırmıştım çünkü Rae öfkeyle oturduğu yerden kalkarken karanlık gölgesi etrafında filizlenmişti.

Bu görüntü hoşuma giderek arkama yaslandığımı hatırlıyorum. İşte benim kardeşim buydu, işte günümün gecesi buydu.

Ama diğer tanrılar ve tanrıçalar onun öfkesini benim gibi karşılamamışlardı. Ondan hepsi korkardı ve Zeus gibi bunu gizlemek yerine memnuniyetsiz homurdanmalarla dışarı vurmayı tercih ederlerdi.

Hera sinirle kadehini masaya vurdu. "Kızışmış köpekler gibi didişmeyi kesin artık," dediğinde Zeus yıllarını onu aldatmaya verdiği karısına baktı. "Tadımızı kaçırıyorsunuz."

Kendi ışığımla Rae'nin karanlığına vurdum, bu onu biraz daha öfkelendirdi. "Apollon," diye uyardı beni. "Kardeşim, beni daha fazla sinirlendirme."

Eğlenerek ona baktım. Ne zaman bu masada otursak babamın hatırı için güçlerini bastırmasına katlanamıyordum. En güçlü tanrı kendisiyse bunu göstermesi lazımdı. Bu yüzden ışığımla karanlığını bir kez daha dürttüm ve en sonunda Rae'nin gücü patladı.

Tüm sofra yerle bir olurken Karr kahkahalar atarak sandalyesinden aşağı kaydı, suratındaki nar tanelerini temizlemek için en ufak bir çaba bile göstermedi.

Hermes memnuniyetsiz bir şekilde kulpundan sonrası kırılmış kadehine baktı. "Harika," diye söylendi kendi kendine.

Rae yoğun gücünün etkisiyle titreyerek bana bakarken Zeus'un şimşeklerinden biri uyarırcasına aramızda çaktı. O anda Rae hiçbirimizin beklemediği bir şey yaparak uzanıp şimşeği yakaladı ve karanlığıyla boğdu.

Zeus bizi Olympos'tan aşağı o kadar sert yuvarladı ki neredeyse kanatlarım kırılıyordu. Şehrimizin üzerinde şimşekler çaktı, kara bulutlar gazap getireceklerinin habercisi gibi toplaştı.

Zeus'un bizi affetmesi için tam elli yıl boyunca güneşten aldığım gücün yarısını onunla paylaşmam gerekti ama bu her bir anına değerdi. Rae babamızın şimşeğini çalıp da kendi gücüyle onu yutarken Zeus'un suratında beliren korkuyu görmeye değerdi.

Bu şehirden bir an önce çıkmam lazımdı. Bu şehir artık benim evim değil mabedimdi.

☼☼☼

Dizlerimin üzerinde çöktüm. Tüm o altına ve ihtişama karşı tanrıların kutsal evinin her bir parçasına sinmiş ölümlü acılarının ve dualarının kokusunu alabiliyordum. Gücümüzü aldığımız olaylar her zaman en kanlı olanlardı ve bazen bu içimde yükselen bir mide bulantısına sebep oluyordu.

Eskiden böyle değildim. Eskiden ölümlüleri küçümser, onların benim ilahi ayaklarımın altında ezilmeye mahkum böceklerden başka bir şey olmadığını düşünürdüm. Ama şimdi farklıydı, her şey farklı ve daha kanlıydı.

Babam som altından yapılma tahtında yayılarak beni izlerken bakışlarımı sonunda onunkilere kaldırdım. Fırtına gözlerinde her zamanki gibi bir eğlence gizliydi. Ama ben o eğlencenin ardına gizlenen sonsuz hiddeti görebiliyordum. Tıpkı şimşeklerinin gökte çakışı gibi bir anda patlamaya hazır bir öfke ve nefret her zaman etrafında dalgalanırdı.

Elini ileri doğru uzatarak, "Apollon," diye seslendi bana. Bu bir işaretti, dizlerimin üzerinde olduğum yerden kalkıp ona yaklaşmamı istiyordu. Emrine itaat ettim ve ayağa kalkarak ona yaklaştım. "Oğlum, bir süredir beni ziyaret etmeni bekliyordum."

Lafı daha fazla uzatmadım. "O kadını kendime istiyorum," dedim. "Benim olmasını istiyorum."

Zeus dürüstlüğüme şaşırarak gülmeye başladı. Bırak dürüst olduğunu düşünsün dedim kendi kendime, bırak senin kardeşinin kadınını isteyen ahlaksız bir tanrı olduğunu düşünsün. Bırak seni de kendi gibi sansın. "Ölü bir kadın için oğullarımın birbirini paraladığını görmek beni üzse mi yoksa güldürse mi karar veremedim," derken tahtından kalktı. Düşük seviye bir Nympha koşarak ona ambrosiasını getirdiğinde keyifle içkiyi kabul ederek iri ellerini som altından kadehe doladı. "Onun yeniden doğacağını sana düşündürten nedir?"

Nypmha bana da bir kadeh uzattığında onu kibarca reddettim. "Çünkü sözünü tutacağını biliyorum, kadının yeniden doğmasına er ya da geç izin vereceksin."

Zeus güldüğünde haklı olduğumu anladım. Ahlaksız bir adam ve berbat bir baba olabilirdi ama sözünü er ya da geç kendi yöntemleriyle olsa da tutardı. Bu baş tanrı olmanın getirdiği bir meziyetti ve bununla her zaman gurur duyardı. "Kadın yine onu seçecek," dedi. "Bunu biliyorsun."

Derin bir nefes aldım. "Eğer geçmişini bilmeden doğarsa seçmeyecek." Sözler dudaklarımdan o kadar kolay çıkmıştı ki bu kadar usta bir yalancı olduğuma şaşırdım. "Onu kendime istiyorum."

Zeus çenesini dikleştirdi. "O şehirdeki kadınlarla ne yapacaksın?" Gözlerini doğrudan benimkilere diktiğinde titrememek için kendimle savaştım. "Neden sadece Mara'yı değil de orada doğacak tüm kadınları istiyorsun."

Dizlerimin üzerine yeniden çöktüm, belimdeki hançere uzanıp elimi kestim. Kanım yere damladığında altına dönüştü ve Olympos Sarayı'nın zeminine karıştı. Bu benim ona güvence verme, sadakatimi sunma şeklimdeki. "Kadınları eğiteceğim," dedim gerçeğe biraz olsun yaklaşarak. "Onların günün birinde sana sadık askerler olmasını sağlayacağım."

Zeus keyiflenerek elimdeki hançer izine baktı. Hala acı içinde kıvranmadığıma göre doğruyu söylediğimi düşündüğünü biliyordum. "Peki ya Mara?" diye sordu. "Onu neden istiyorsun?"

Hançer yaram eğer Zeus'un önünde yanmaya ve beni acı içinde kıvrandırmaya başlarsa yıllardır planladığım her şey tehlikeye girecekti. Bu yüzden yine büyük bir gayretle gerçeğe olabildiğinde yakın bir cevap vererek, "Onu kadınların başındaki savaşçı yapacağım," dedim. "Sana ve Olympos'a sadakatle bağlı bir savaşçı."

Yaramdan ince bir acı sızdı ama yine de acıyı gülüşümle gizledim. Şimdi olamazdı, şimdi acı içinde haykıramazdım.

Zeus yeniden tahtına döndü. "Öyle olsun," dedi en sonunda acı içinde kıvranmama çok az kala. Ona belli etmeden yumruğumu sıkmamın ya da acıyı bastırmamın bir imkanı olmadığı için tek yapabildiğim her şey yolundaymış gibi davranmaktı. "Kız dünyaya yeniden özgür iradeyle gelecek, zamanı geldiğinde de kendi özgür iradesiyle senin gelinin olacak."

Kaşlarım istemsizce çatıldı. "Gelinim mi?"

Zeus güldü. "Bilmiyor muydun? İlk kızları bakire ve sana gelin olarak yetiştiriyorlar."

Siktiğimin hançer yarası beni dağlamak ister gibi içten içe yanıyordu. "Onlardan gelin olmalarını istemedim ben."

Zeus keyifle arkasına yaslandı, kadehini dudaklarına götürdü. "İnsanlar böyledir oğlum, sen onlara yürü dersin onlar koşar, sen onlara öl dersin kendiyle beraber binlercesini öldürürler." Uzun siyah saçları uhrevi bir rüzgarla dalgalandı. "Ama gelin olmalarının romantik bir yanı olmadığını söyleme bana, yıllar sonra ozanlar sizden Apollon ve gelinleri olarak bahsedecek."

Bedenimdeki tüm tüyler havaya kalktı. Burada biraz daha durursam yaradan sızan yalanın acısı beni inim inim inletecekti. Bu yüzden Zeus'un huzurundan çekilmeye karar verdim.

Zeus ben altın kapılardan çıkmadan önce, "Oğlum," diyerek beni durdurdu. Gözleri hala açık yaramın üzerindeydi. "Sadakatin bana mı?"

Derin bir nefes aldım ve verirken titrememeye gayret ettim. "Sadakatim daima sana baba," dedikten sonra huzurundan çekilmeme izin verdi.

Olympos'tan aşağı inene kadar kendimi tutmayı başardım ama indiğimde yalanım açık yaramın içinden sızdı, beni içten dışa acımasızca parçaladı.

Haykırarak dizlerimin üzerine çöktüğümde kanatlarım açıldı ve gökteki güneş tutuldu. Acı tüm bedenimi dağlarken ruhuma da sıçradı. Bu yarayı kendim açmıştım ve her yalanın bir bedeli vardı.

Siktiğimin her yalanının bir bedeli vardı.

Ve her ne olursa olsun ben bu bedeli ödemeye hazırdım.

☼☼☼

Son bir itişle kendimi kadının içine gömdüğümde kadının başı omzuma dayandı. Nefes nefese kalmış bir şekilde inlerken ondan uzaklaştım ve kendimi sırt üstü yatağa bıraktım.

Kadın hemen dönerek dizlerinin üzerine çöktü ve yatakta bana doğru ilerledi. Uzun tırnakları bedenime ulaşmadan onu bileğinden yakalayıp durdurdum. "Yapma," dedikten sonra onu bıraktım ama beni dinlemeyeceğini bildiğim için kalkıp tuniğimi giymek en iyisi olacaktı sanırım.

Kadın hayal kırıklığı içinde yatağa çökerken koyu renk saçlarının dağınık buklelerini düzeltmeye çalıştı. "Bana hala ismimi sormadın," dedi. Zeytuni teni biraz önceki pek de yumuşak sayılmayacak sevişmemizden ötürü kızarmış, bakışları ise hülyalı bir tavırla allak bullak olmuştu. Güzeldi ama benim için yeterli değildi.

Tuniğimin tokasını takarken ona baktım. Hakkı vardı; üç yıldır düzenli olarak onu ziyaret ediyordum ve ismini bir kez bile sormamıştım. "İsimlere gerek yok," dedim insansı formumdan sıkılarak. Uzun süre bu formda kaldığımda kanatlarım rahatsız olarak sırtımı zorlamaya başlıyordu. Bir an önce bu odadan çıkmalı ve kanatlarımı özgürce germeliydim.

Kadın hayal kırıklığıyla yatağa uzandı, çıplaklığını gizleme gereği bile duymadan orada uzanıp beni öylece izledi. "Senin kim olduğunu bilmiyorum ama yatağıma girmene izin veriyorum." Ayak bileklerini rahat bir tavırla birbirinin üzerine koyarken güzel kaşları hafifçe çatıldı. "Kocam döndüğünde belki de ona bizden bahsederim."

Kadın ismini öğrenmeme bile gerek olmayan şehir devletlerinin birinde kraliçeydi. Kocası uzun yıllardır Sparta'yla savaşta olduğu için yalnızlığını benimle azaltıyordu. Geçmiş zaman kullanıyorum çünkü artık yatağını ısıtacak başka birini bulma vakti gelmişti.

"Keyfin bilir," dedim ona bakarak. "Beni bir daha görmeyeceğin için istediğini söylemekte özgürsün."

Kadın dirseklerinin üzerinde şaşkınlıkla doğrularak bana baktı. "Bu da ne demek?"

Ona gülümsedim, yatak odasının açık camına doğru giderken artık gizlenmem o kadar da önemli değildi. "Ne duyduysan o, ne düşündüysen o."

Kendimi camdan dışarı bıraktığımda kanatlarım hapsoldukları yerden kurtularak iki yanımda açıldı. Bedenim kanatlarım tarafından yukarı taşınırken kollarımı iki yanımda açtım ve güneşin tüm enerjisinin bedenime dolmasına izin verdim.

Kanatlarım nereye gideceklerini bilerek şehrime, Troya'dan kaçanların kurduğu şehre doğru süzülürken gözlerimi kapattım ve yalnızca bu yolculuğun tadını çıkarttım.

Bazı şeyler en sonunda başlayacak ve bitmesi gerekenleri son sürükleyecekti. Artık sadece an meselesiydi.

Tapınağın hemen önüne indiğimde ilk kadınların şehrin tepesinde beklediğini ilahi gücüm vasıtasıyla gördüm. Beni göremiyorlardı ama gücümü hissettiklerine emindim. Kadınlar beş kişiydiler ve adıma adanan adaklar gibi süslenmişlerdi.

Bu görüntü beni güldürse mi yoksa sinirimi mi bozsa bilemedim. Bunu ben istememiştim. Ben sadece ihtiyaç olduğum kadının bana gönderilmesini istemiştim o kadar. İnsanların tanrıların sözlerini anlama biçimleri gerçekten de çok farklıydı. Belki de babam haklıydı, bu garip soy bizim sözlerimizi çarpıtmaya ve kendi istedikleri gibi yönlendirmeye çok daha yatkınlardı.

Beş kadın da şehrin tepesinde yan yana bekliyordu. Bir rahip öne çıktı, onun kadınlardan birini seçeceğini anladığımda güldüm. Sevimsiz adam konuşmaya fırsat bile bulamadan tapınaktan sızan güç güneşe karıştı ve en ortada duran kadının üzerine doğdu.

Rahip dizlerinin üzerine çöküp kendisine kalmadan seçilen gelini selamlarken tüm halk nefesini tutarak benim tarafımdan seçildiğini düşündükleri kadının önünde eğildi.

Kadın, rahip ve rahibeler tarafından tapınağıma getirilirken sadece bekledim. Belki de böylesi daha iyiydi. Onları tapınağın temelinde bir sandıkta yatan gücün değil de benim seçtiğimi düşünmeleri çok daha iyiydi.

Kadın tek başına şehrin kapılarından çıkıp tapınağıma yürürken ben de nihayet tapınağa girdim. Niyetim doğrudan belirip kadına kendimi göstermekti ama kadın dizlerinin üzerine çöktüğünde bekledim.

Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da,

İçtiğimizde suyundan kehanetin,

Biliriz hepimiz aslında,

Ona ait bedenimiz.

Apollon, Apollon.

Gel de gör bizi,

Kutsal bakirelerini.

Al da götür bizi,

Kutsal gelinlerini.

Kız sustuğunda bedenimden bir titreme geçti. Bu bir duaydı ve ilk defa duyuyordum. İlahi gücüm ben ona izin dahi vermeden beni çarpıp görünmezliğimi kırarken şaşkınlıkla kadına baktım.

Turuncuya çalan kızıl saçlarıyla hem çok güzel hem de çok korkmuş görünüyordu. "Efendim," diyerek önümde eğildi.

Kadının önünde durdum ve çenesini tutarak başını kaldırdım, bana bakmasını sağladım. "Bu duayı sana kim öğretti?"

Kadının dudakları titredi. "Tapınak bana fısıldadı," dediğinde başka bir şey sormama gerek yoktu. Onun gücü kadınları çağırmıştı, onun gücü beni çağırmıştı. O da bunu istiyordu.

"İlk gelinim," diye seslendim kadına onların uydurduğu bu oyuna devam ederek. "Neden burada olduğunu biliyor musun?"

Kadının dudakları bir kez daha titredi, kahve gözleri korkuyla iyice irileşti. "Hayır efendim," diye fısıldadı. "Bilmiyorum."

Onu ayağa kaldırdım, yavaşça suratını sevdim. "Sen burada bir yeniden doğuş için bulunuyorsun," dedim ona. "Sen kutsal bir kadının varlığı için buradasın."

Herkese selam ordu! Öncelikle bu hafta beni delirttiğinizi söyleyerek söz başlamak istiyorum. Üzülmemeye çalışıyorum o yüzden hayalet okuyuculara bu sözlerim. Aranızda bilmeyenler vardır, ben avukatım. Haftanın beş günü insani şartlar dışında mesailerde çalışıyorum ve haftasonu evde oturup bölüm yazıyorum. Sizden para istemiyorum, okumak kesinlikle ücretsiz. Bu kitaba devam etme şevkim için oy ve yorumlarınız önemli yoksa maalesef zorunlu bir ara vereceğim, haberiniz olsun.

Bu bölüm sınırı geçmek için her şeyini ortaya koyan arsız ölümlü ordusuna gelsin! Sizleri çok ama çok seviyorum hepiniz iyi ki varsınız.

Haftaya sınır hala 700 yorum/350 beğeni umarım bu haftaki gibi ucu ucuna geçmeyiz.

Her neyse :) Apollon :) Yorumlarınızı çok ama çok merak ediyorum.

VE İLK KİTABIN FİNALİNE SON 10 BÖLÜM BAŞARDIK BE! Duru ve Ela'nın yönettiği instagramdaki olutanrininsarkisi hesabına bakmayı unutmayı çünkü her hafta bölüm öncesi alıntı gelecek:)

Sizleri sonsuzluk kadar seviyorum!

-Kaos.

Seguir leyendo

También te gustarán

120K 8.5K 14
Tüm diyar, doğudaki savaş yüzünden kaosa sürüklenmiştir. İmparatorluğu ayakta tutmanın ve Wisteria'yı kurtarmanın tek yolu ise Saige Nerth ve Zaiden...
209K 18.7K 55
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...
36.8K 4.6K 39
Memur bir kızın çözmesi gereken vaka için gittiği ormanda karşılaştığı şeylerin hayatını değiştirmesine sebep olmasını anlatan bir kurgudur Alıntı; O...
9.7K 556 6
❝Sevmek: kıskanmak, endişelenmek ya da özlemek değildir. Sevmek sadece acı çekmektir. Ve ben sevgilim. Sevgilim değil, sevdiğim. Sana her baktığımda...