SERÇEYİ ÖLDÜRMEK

By bosverdilan

6.5M 436K 408K

Efsun Zorlu; atandığı Urfa'da mecburi hizmetini yapan tıp fakültesinden yeni mezun, çiçeği burnunda bir hekim... More

I- "Geçmişin Pençe İzi"
II- "Düğünlerden Kalkan Cenazeler"
III- "Kalabalık Kabristanın Sahipleri"
IV- "Sırtı Dönük Namlular"
V- "Vedalar ve Kalanlar"
VI- "Üstü Açık Mezarlar"
VII- "Labirentte Kaybolmuş Anılar"
VIII- "Korkunun Gölgesindeki İtiraflar"
IX- "Kelime Oyunları"
X- "İçerlenmiş Cümleler"
XI- "Kadınlar ve Gemiler"
XII- "Gözden Düşen Cesetler"
XIII- "İnat ve Sabır"
XIV- "Yılanlar ve Kararlar"
XV- "Geleceğin Yanık Mürekkebi"
XVI- "Seçimler ve Vazgeçişler"
XVII- "Yol ve Yoldaş"
XVIII- "Bekârlığa Veda"
XIX- "Şafak Yüz Altmış Bir"
XX- "Körler ve Yaralar"
XXI- "Kediler ve Raconlar"
XXII- "Geçmişin Enkazındaki Gerçekler"
XXIII- "Zeliha Karadere"
XXIV- "Çav Bella!"
XXV- "Dilden Akan Zehir"
XXVI- "Mucize"
XXVII- "Mermi ve Çiçek"
XXVIII- "Şafak Yüz Otuz"
11 MAYIS 2017|ÖZEL BÖLÜM
XXIX- "Laçka Olmuş Gönül Telleri"
XXX/PART I "Kapısı Kaybolmuş Kilit"
XXX/PART II "Kapısı Kaybolmuş Kilit"
XXXI- "Kaybedilmeyen Alışkanlıklar"
26 EKİM 1995|ÖZEL BÖLÜM
XXXII- "SENSEMEK"
XXXIII- "EN GÜZELİ"
XXXIV- "ZİHNİN SAVAŞI"
XXXV- "KELEPÇE"
XXXVI- "Pandora'nın Kutusu"
18 ŞUBAT 1990|ÖZEL BÖLÜM
XXXVII- "ALATURKA"
XXXVIII- "YOLLAR VE DURAKLAR"
XXXIX- "EFSUN GİBİ"
XL- "Hurafeler ve İnançlar"
XLI- "İlaçlar ve Dozları" PART/1
XLI- "İlaçlar ve Dozları" Part/2
XLII- "MANİFESTO"
XLIII- "Yargıçlar ve Cezalar"
XLIV- "MİLAT"
XLV- "KORKULAR"
XLVII- "İNCE KEFEN"
XLVIII- "SERÇEYİ ÖLDÜRMEK"
XLIX- "ETKİSİZ ELEMAN"
L- "TEK CAN"
LI - "Ölümsüzlüğün İksiri"
VEBALI RUHLAR|ÖZEL BÖLÜM
ANAYASA ve MADDELERİ|ÖZEL BÖLÜM
LII- "AHDE VEFA"
LIII- "Haberci Kuşlar"
LIV- "Geçmişin Geçmeyenleri"
LV- "DÜĞÜM"
LVI- "Aflar Teşekkürler ve Pişmanlıklar"
LVII- "Son Bir Direniş"
LVIII- "kabak çiçeği dolması ve az şekerli kurşun kek"
LIX- "siyah gül ve beyaz gül"
LX- "olmayan kızgınlıklar ve bitmemiş kırgınlıklar"
LXI- "yüzleşmeler ve kavuşmalar"
LXII- "ördekli fırın eldiveni"
LXIII- "mutsuzluktan kurtulmuş kalpler"
LXIV- eşsiz kıpırtılar
LXV- yaban mersini
LXVI- "yediler ve yedi kadarlar"
LXVII- "yok olan canavarlar ve son yükler"
LXVIII- isteklere dönüşen dualar
LXIX - sözünü tutan adam
Dilan Durmaz'dan;
LXX-engellenemeyen kader
LXXI-eve varmak

XLVI- "TEHDİT-İ İADE"

82.1K 6.2K 5.5K
By bosverdilan

Sevgili Karadere konağı misafirleri,

Bölümde yazım hatası fazlaya bilin ki uygulama yaptığım şeyleri bir türlü kabul etmedi.

Yıldıza basalım mı? Yorumları da her bir tarafa saçarsak... Ben de birkaç saate yeni bölüm sayacını açacağım. Artık böyle, evet:)))))

Instagram; serceyioldurmekofficial


Fetih'in ağzından bir küfür duyuldu bu gece bize atılan mesajlara bile odaklanamayacağımız şeyler yaşanmaya başladı. Kapının açıldığını bile o an idrak edemedi. Cebinden telefonu çıkardı. "Zeliha dışarıda." Diye içimi titretecek o cümleyi kurdu. Zeliha dışarıda.

Film sona geldi Dila'nın herkes eninde sonunda bu eve gelir, o kapıyı çalar cümlesini duydum. O zaman kabul görmediğim ve çok saçma bulduğum o anlamsız sözler bir bir doğruya çıktı. Burası yıkılmayan tek kale. Herkes günün birinde gelir bu kapıya. Bir canı alsa da, bir can doğursa da.

Eninde sonunda bu kapıya gelenleri Fetih hariç herkes fark etti. Elinden tuttuğu genç kadına baktım, gözleri neredeyse kan çanağına dönmüştü. Kirpiklerinin ıslaklığını buradan bile fark ettim, kimse bir adım atmayınca ben "Fetih." dedim. Bir şey yapmadıkları gibi konuşmuyorlardı da, donmuş kalmış sadece bakışıyorlardı. Fetih'in pür dikkat kulağındaki telefonda olan odağı ona seslenmemle dağıldı, benim baktığım yere baktı o da. Yüzündeki endişenin üzerinden öfkesi bir cila gibi geçti bir an bir şey yapacak sandım. Yumruk olmuş elini ısırdı "Açmıyor." dedi telefonu kulağından çekerken. Hiçbir şeye odaklanmadı yine telefona baktı, hedefinden şaşacak halde değildi. Bu kez Zeliha'yı aramadı. İsmi tam anlamıyla okuyamasam da Zeliha değildi.

"SİZ KAFAYI MI YEDİNİZ?!" Zühre'nin deli halini her gün görüyordum ama ilk kez sesi konakta yankı yaptı. Öyle ki kısa süre sonra Kürşat'ı da merdivenlerde gördüm.

"Kim kullanıyordu arabayı?" diye tekrar sordu Osman Bey. Olduğum yerde gelen iki kişiye bakarken hâlâ Zeliha kısmı oturmamıştı ki kafamda bir endişe ya da korku yoktu vücudumda. Devran denen adamın boşta olan eline baktım. Kanlıydı. Kan kurumuş elinin çizgilerini belirginleştirmişti.

"Yenge." Dedi sadece. Ötesine bir cümle bulamadı, cümle orada bitti.

"Açmıyor." diye devam etti Fetih. Sesindeki tokluk kayboldu Urfa soğuğunun başaramadığı şeyi titreyen sesi başardı. Üşüdüm o an. Tüylerimin diken diken olduğu, içimin bir an çekildiği çok kan emen bir üşümeydi bu.

Zeliha dışarıdaydı. Ulaşılamıyordu. Kan dökülmüştü. Kız kaçırılmıştı. Zeliha dışarıdaydı. Tekti. Kim vardı ki yanında?

"O da açmıyor, amına koyayım o da açmıyor!" Fetih'in eli ensesine gitti hışımla saçlarını çekiştirdi. Hiç ara vermeden tekrar aradı ve benim gördüğünden bile zar zor emin olduğum adama döndü. "Zeliha'ya bir şey olursa," işaret parmağını ona doğru salladı. Zeliha bir şey olmasından korkuyorlardı. Zeliha dışarıdaydı. Ulaşılamıyordu. Savunmasızdı. Kim ne yapacaktı? Onun bu olayla ne alakası vardı? Neden bunu düşünüyorlardı?

Kürşat yanımızda bitti defalarca kez ablasını sordu durdu anne babasına.

"senin leşini yedi sülalen gelse bulamaz!"

Fetih'in gerginlikten ipince kesilen dudakları dişleri arasında ezildi, telefonu elinde ikiye ayıracak kadar sıkıyorken babası artık ben de ipleri koparacak şekilde konuştu.

"Zeliha'nın telefonu çalmayı bıraktı, ulaşılamıyor."

"Nasıl ulaşılamıyor?" dedim korkuyla. "Şarjını kontrol ettim ben yola çıkmadan önce!"

Vardı. Yarına kadar o telefonun kapanması imkansızdı. En azından kastı olarak kapatıldığı sürece. Bir an adını sanını bilmediğim kızın ağlayış sesini duyduk ama hemen arkasından üzerine yürüyen Zühre'nin yüksek sesi beni her saniyenin ağır ağır işlediği bu zaman diliminde ürkütemedi bile. Başka zaman olsa ödüm kopardı halbuki.

"SEN BİR DE AĞLIYOR MUSUN YÜZSÜZ?!" kocası önüne geçmese vereceği zarar direkt fiziksel olacaktı. Devran bir adım gerisine çekerken kızı Fetih'in attığı kısa mesafeli voltalara baktım. Biri şu an burada birini öldürse göz ucuyla bakmazdı. Hiç es vermeden arıyordu.

"Zühre abla," dedi her şeye rağmen ağlarken. "ailemden hiç kimse Zeliha'ya bir şey yapmaz." dedi. İnanmak istedim. Zeliha o kadar bağımsızdı ki olaydan ona gelene kadar eminim onlarca kişi vardı. Zeliha'dan bahsediyorduk. Daha çocuktu. Ve yoldan geçen birinin ne kadar suçu varsa onun da o kadar vardı. "Yemin ede..." edemedi. Fetih ettirmedi. İnancım yerine oturmadan tuzla buz oldu. Bakışlarını öyle bir sapladı ki konuşan kişiye, Fetih'e bakmasa da hissetti. Önce sustu sonra ona bir kurşun gibi yöneltilen bakışlara döndü. Cümlesi içine gömüldü Fetih'in tiksinircesine onları izleyen gözlerine bakamadı daha fazla.

"Biri şunları alsın benim gözümün önünden!" diye bağıran bu kez Fetih oldu. "Siktirin gidin!" diye açıkça kapıyı işaret ederken Devran'ın gözleri direkt olarak Osman Bey'i buldu.

"Senin şerefini sikeyim!" diye bağırdığında Fetih bir türlü açılmayan telefonunun da öfkesi çıkmaya başladı. Telefonu kulağından çekip direkt olarak Devran'ın üzerine yürüdüğünde kendimi bir an önünde buldum. Bunun sırası değildi, Zeliha'ya ulaşamıyorduk. Hiçbir şeyin sırası değildi. Fetih'in omuzlarına temas eden ellerimin taş kesildiğini ancak kavrayabildim. Konuşmak istedim kelimeler ağzımın içinde karman çorban oldu. Fetih telefonunu elime bıraktı bir yerde, beni geçmeye çalışırken ardı ardına tükürürcesine konuştu.

"Senin adamlığını sikeyim. Bu kapının arkasına sığına sığına yemediğiniz sik kalmadı." Devran tepkisizce Fetih'i dinledi. "Bak benim kardeşime bir şey olsun, Devran Zeliha'nın tek bir saç teline bir şey olsun bana ölmek için yalvaracaksın. Yavşak orospu. Senin kırılmadık kemiğini bırakmayacağım. Duydun mu lan beni?!"

Fetih'in açık olan telefonundan Zeliha'yı arama çabasına girdim o sıra aradan da çıkarıldım zaten. Devran'la Fetih'in temasını bir kala Osman Karadere girdi araya. Telefon çalmayacak sandım ama ilk çalışı duydum. Kapanmamıştı. Fetih Devran'ı "Siktir ol git," diyerek itti. "Git beynini mi dağıtıyorlar tek kurşunla ne bok yaparlarsa yapsınlar. Siktir git!"

İkinci kez çalındı.

Üçüncü kez çalındı.

Dördüncü kez çalındı.

Umut azaldı, beşinci kez çalındı. Kendi irademle kapatıp diğer numarayı aramak üzereydim. Tam bunu yapacaktım. Yanı başımda olan kavga gürültüden nasıl oldu bilmiyorum ama telefon kulağımdan uzaklaşsa da yumuşak bir ses duydum. Ya da hissettim bilmiyorum. Ekranda süre ibaresi belirmese beynimin bir oyunu sanacaktım ama gördüm. Bir saniye, iki saniye, üç saniye. Dördüncü saniyeye izin vermeden telefonu kulağıma dayadım.

"ZELİHA!" diye istemsizce bağırdım. Ben bağırdım, ben bir isim zikrettim ve tüm kargaşa durdu. Zeliha. Su perisi. Bir savaş alanına doğru giden ortamı ismiyle sonlandırdı herkes ne yapıyorsa bıraktı ve bana döndü.

"Efsun ab-ablaaaaa..."

Kelimenin sonu esnediğinden dolayı uzadı. İlk dudaklarımdan bir gülümseme döküldü, elimi kalbime bastırdım istemsizce. Dakikalardır nefesimi içimde tutuyormuşum gibi verişi saniyeler tutan bir soluk çıktı dudaklarımdan. Akıl almaz bir hızla atıyordu kalbim, sağlıklı olanın dışında. Elim dışarıdan görünecek şekilde atışlarıyla titreşiyordu. "Bir şey mi oldu?" dedi her şeyden habersiz. Sorusu kulağıma ulaşır ulaşmaz telefon avucumun arasından çekildi alındı ve Fetih konuştu. Hatta bağırdı.

"YA SEN NİYE TELEFONUNU AÇMIYORSUN?" sesindeki isyan, o kızış ve korku... Parmak uçlarıma yükseldim ve Fetih'in sinesine doğru girdim duyabilmek için."NİYE AÇMIYORSUN ZELİHA O TELEFONU?!"

"Uyuyo-" tekrar esnedi, dünya yansa uyumayı tercih edecekti. "oordum," esnemesi kelimelerini sabote ediyordu bizi de eritiyordu farkında değildi. "Zaten telefonun çekmediği yerlerden şey ediyoruz, o yüzden şey olmuştur. Ne oldu bir şey mi oldu?"

Her zamanki uykulu hali canlandı gözümde. İsmini sorsak düşünerek cevap verecek dakikalar içindeydi o şu an. Alık alık etrafa bakıyor sonra yine gözlerini kapatıyordu ve sık sık saçlarını karıştırıyordu biliyordum. Başı devamlı sağa ya da sola düşüyor, düştüğü yerde ses duymadığı sürece uykusuna devam edecek gibi oluyordu.

Fetih tekrar yükseldi ama sadece bedenen dudaklarından bir kelime çıkmadan kendini kontrol altına aldı, gözlerini yumduğunu ve ardı ardına birkaç kez soluklandığını izledim öylece. "Tamam," dedi sonra sadece. "Mustafa'ya ver telefonu." Zeliha ikiletmeden ya da uykusuna daha çabuk dönebilmek için hiç sorgulamadan telefonu verdi arabaya kullanan kişiye. Az önceki minik terapisi en az yapılışı kadar kısa sürdü "O açmadığın telefonu senin götüne sokarım!" diye tekrar yükseldi. Rahatlayışımla beraber Fetih'ten ayrıldım biraz pür dikkat bizim tarafa bakan beş kişiyi süzdüm bir an. Kalbimin atışları henüz normal seyrinde değildi.

"Zıkkımın kökünü iç!" Fetih'in bağırışı kesilmedi. Birkaç cümlesi daha sövmekten öteye geçmedi. Kendini az da olsa rahatlattığı yerde "En yakın dinlenme tesisinde durdur arabayı bana konum at, Zeliha'nın başından sakın ayrılma. Çevre de sıkıntılı bir durum var mı?" aldığı cevabı yüzünden okuyabildim. Her şey yolundaydı. "Ben gelene kadar Zeliha için en ufak kötü bir şey yaşanırsa kendini yok et, duydun mu?" Merdivenlere yöneldi aniden telefonu bir an kulağından çekse de yeniden birini araması bir oldu. Hiç durmadan arkasından gittim. Ne konuştuğunu duyamıyordum sadece Emir'le konuştuğunu anlamıştım. İkişer ikişer o kadar hızlı hızlı tırmanıyordu ki her geçen saniye aramıza mesafe olarak ekleniyordu. Ben nefes nefese kalmışken odamızın olduğu kata vardık kapıyı kırarcasına açtı "Emir." dedi son kez. Dolaba yöneldi. İşin doğrusu geldiğimden beri bir kere açtığını gördüğüm şifreli kasaya.

Kasanın önünde durdu telefonu kapatmadan şifreyi girmedi. "Bir aksilik çıkarsa ne yapman gerektiğini biliyorsun değil mi?" cevabını aksiliğin belirleyeceği ve sadece iki kişi arasında kalacak bir soru. Tutunduğu ağacın dalından düşmüş ve rüzgar nereye eserse oraya giden ben, sadece izleyiciydim. Başka da bir şey söylemedi ve telefonu kapattı. İlk kez iletişim kurabileceğimiz bir an yakaladık o kasayı açarken.

"Bu telaş sadece önlem değil mi?" Zeliha'nın sesini duyduktan sonra bana gelen rahatlama Fetih'e gelmemişti. "Hem aşağıdaki de söyledi bir şey yapmazlar diye, hani Zeliha'nın bir alakası yok ki olayla. Değil mi?"

Devran'ın kardeşi bile değildi. Kızları kendi istekleriyle kaçmıştı. Burada suçlu biri de yoktu, suçlunun biletini kesecekleri kişi de Zeliha değildi zaten. Neden açıldığını bilmediğim kasanın içine giren eli izledim. Ne var ne yok bilmiyordum şimdiye kadar hiç merak da etmemiştim zaten. Kasa vardı ama kasaya verilen bir ilgi yoktu. Fetih'in uzun ince parmakları kasanın en arkalarından ağır, benden aylar önce onun hoşlanmadığı şakalarımla aldığı ve bir zamanlar benim elimde olan özel tasarım silahına ulaştı, silah ışık hızında beline yerleştirildi. Sanki gizlemek ister gibi. Üzerindeki kravattan çekiştire çekiştire kurtuldu ve rast gele bir yere attı. Silahı kapatsın diye gömleğinin uçlarını kurtardı ve üzerine bıraktı.

Göz göze geldiğimiz an yutkundum, aklım tamamen beline koyduğu silahtayken dikkatimi yüzüne bile toplayamıyordum. Sık sık gövdesine iniyordu gözlerim. Birden fazla düşünce aklımın içinde dallanıp budaklanıyordu. Yanılıyordum Zeliha o silah oradan çıkacak kadar tehlikedeydi. Ve o silah. Fetih'in şu an tam belindeydi. Belki bu gece emniyeti açılacaktı, belki içi tamamen boşaltılacaktı.

"Külahıma anlatsın ailesini o aşağıdaki." dedi Fetih. Kabanını geçirdi üzerine. "Damarında o kanı taşıyan bir tane adam görmedim ben şu yaşıma kadar. Orospu çocuklarının önünde gidenleri, her şey çıkar onların kanından." telefonunu aldı ve odanın çıkışına doğru atıldı. Elim telaşla kendi ceketime gitti ve Fetih'in peşinden gittim.

Fetih elimde ceketimle peşinden gittiğimi fark etmedi. Aklıma gelen korkutucu ihtimali sesim titreye titreye telaffuz ettim "Kısasa kısas mı?"

Zar zor kendini toparlamaya başlamış, yabancıların olduğu ortamlardan bile kaçan, yükselen sesi bile ürkek gözlerle izleyen Zeliha'yı tam da bahsettiğim şeyin içinde düşünmek boğazıma dikenli teller sardı. Titreye titreye adımlarımı hızlandırdım. Fetih de söylediğim cümleyle daha da hızlandı. "Böyle bir şeye kalkışsınlar," dedi kesik, sancılı bir sesle. Zaten bin bir emekle bir şeyler düzeltilirken, yapımı daha bitmemiş olan bina üzerimize devrileceği bir ihtimaldi bu. "Bir kalkışsınlar Efsun." devamını söylemedi. En azından bana. Son katta yukarıya çıkan kalanlarla karşılaştık.

Hiç durmadan "Ben gelmeden siktir olup gidin." dedi Fetih böyle olmayacağını bile bile. Osman Karadere bizimle beraber çıkışa ilerlerken bir anda Kürşat'ta takıldı peşimize. Fetih arkasını dönmediği için oluşan kuyruğu bilmiyordu.

"Bizden önce varacaklar haber gönderdiklerim. Kimse hiçbir şey yapamaz." dedi Osman Bey, daha soğuk kanlıydı. Fetih aracının anahtarını kapıdakilerden birine uzattı ve ilk kez arkasına baktı.

"Sen kal baba," dedi ve evi işaret etti. "Buraya damlayacaklar eninde sonunda. Sen kal ben Zeliha'yı alıp geliyorum." Gözleri sonra ben ve Kürşat'a kaydı. "Siz zaten kalıyorsunuz." dedi net bir şekilde. Ben bir şey demeden Kürşat "Ben de geleceğim." diye itiraz etti. Fetih babasına Kürşat'ı işaret ettiğinde "Zeliha sadece senin mi kardeşin?!" çıkışına aldı aniden. Bu dümdüz bir asilik değildi. Bu endişenin tetikledi bir başkaldırıydı. Osman Karadere "Gir içeri Kürşat." dedi üstünkörü ve tekrar birilerini aradı. Bu telefon evin güvenliği içinken sokağa giren arabayla Fetih Kürşat'ın üzerine yürüdü.

Amacım direkt olarak arabaya binmekken Fetih'in Kürşat'ın ensesinden yakaladığını fark etmedim başta. Ben bir an kaba kuvvetle evin içine sokulacak sandım ama ensesinden yakaladığı çocuğa doğru eğdi başını Fetih. Ben gelen arabadan kimse inmeden direkt bindiğim için beni fark etmeden olmadı. Fetih alın alınayken Kürşat'a bir şeyler söyledi. Kürşat'ın söyleyecekleri daha baskın cümlelerle bölündü, Fetih kısa sürede ne dediyse ikna etti. Ayrılmadan ve beni fark etmeden önce kardeşinin başından öptü ve babasının himayesine bıraktı. Sonra arkasını döndüğü an biz göz göze geldik ve direkt olarak kafasını salladı 'hayırdır' dercesine. Aynı kafa sallayış benden geldi ve gözlerimi kaçırdım. Hayır değildi. Zeliha'yı etrafında olacak olan hareketlilik korkutmuştu şimdi biliyordum ben. Gerilmiş, korkmuş gözlerini etrafında gezindiriyordu devamlı. Travmaları tetiklenmiş olabilirdi, kafasında nefesini kesece şeyleri canlandırıyordu. Ben bunları biliyorken bu evde tek başıma oturup ne yapacaktım? Oturabilir miydim?

Fetih ona açık tutulan kapıdan girerken üzerimden eğildi ve benim kapımı açtı. "İn arabadan."

"Hayır inmiyorum," dedim net bir sesle. Bu bir inat değildi. Zeliha benim için hiç inat olmamıştı. Gözlerim ağırlaştı bir an. Korkuyorsa beni bekliyordu ben biliyordum. "hadi sür. Oyalanmayalım. "

"Efsun in arabadan."

Başımı iki yana salladım, içimde büyüyen sıkıntı beni olabilecek kötü ihtimalleri canlandırmaya itiyordu. Boğazıma bir yumru oturdu. Yabancılardan korkuyordu Zeliha. Hele de karşı cinsten. Nefesim daha da ağır ağır işledi. "İnmeyeceğim. İnsem bile arkadan kendi aracımla gelirim."

"Arabadan in ve eve gir Efsun, lafımı ikiletme." beni riske atmak istemiyordu. Bu demekti ki ben onun yanında bile güvende değildim. Zeliha yalnızdı.

"Zaman kaybediyorsun sür şu arabayı."

Elini aniden direksiyona geçirdiğinde sesi de yükseldi hareketleri gibi. Tüm gerginliği zeytinyağı gibi üste çıktı, sesini bana uzun zamandır yükseltmemişti. En sonuncusunu hatırlamıyordum bile. Yaptığı her hareket Zeliha'nın ne kadar riskte olduğunu haykırıyor beni, bu arabadan inmeyişimi daha da garantiye alıyordu. "EFSUN İN ARABADAN EVE GİR!"

Emniyet kemerimi açtım, "Olur da bir şey olur sana bir kez bile ulaşamazsam kafama göre biner arabama gelirim." bunu bile beklemeyecektim halbuki. "Ne olursa olsun tek başıma gelirim kimse de engel olamaz buna, eğer bir aksilik çıktıysa beni de tek başımayken riske atmış olursun." durdum ona baktım. Zeliha dışarıdaydı, o dışarıdaydı ben ne yapacaktım tek başıma? Sabredemezdim. Çıldırmış mıydı? Benim onun yanındayken riskte olmam mı önemliydi şu dakika?

"İneyim mi?" diye sordum. Kararı o verecekti. Onun arabasında olmam her açıdan daha güvenliydi. Bunu o da çok iyi biliyordu tıpkı arkasından kendi arabamla geleceğimi bildiği gibi. Sabır nefesi aldı büyük büyük. Açtığı kapımı yerinden çıkaracak kadar sertçe çarparak kapattı.

"Kemerini bağla." dedi sadece. Açtığım kemeri geri bağladım, onun beni sıkıca tutunacağım kadar hızla süreceği yolculuk başladı. Telefonlarımız hiç düşmedi elimizden, ben sadece Zeliha'yı o ise birden fazla kişiyi defalarca kez aradı. Yollar boştu, bir gündüz saatinden çok daha kısa sürede uzaklaşmışlardı. Yollar önümüzden hızlıca çevrilen sayfalar gibi akıp gitti, aralıklı beyaz şeritler mürekkebi kağıttan ayrılmadan çekilen bir çizgi gibi bir bütün olarak gözüküyordu. Fetih camı açtı, o yapmasa ben yapacaktım. Dışarıdan çok soğuk bir rüzgar esti, boğulduğumu daha iyi anladım o an. Ama çok geçmeden yüzümüze çarpan rüzgarı bir an bana baktıktan sonra geri kapattı. Zeliha'nın 'ne oldu' soruları Emir olduğu yere varınca kesildi. İkimizde de bir miktar rahatlama da oldu zaten Emir'in varışıyla. Sanırım Zeliha'yı kendi anne babası yaşarken bile Fetih'ten sonra gözüm kapalı bir ona emanet ederdim. Ne annesine ne de babasına.

Büyük, ışıklandırması epey fazla, çoğunlukla otobüs firmalarının tek tek sıralandığı bir dinlenme tesisine doğru kırdığında Fetih arabayı Zeliha'nın içinde olduğu arabayı gözüm aradı ama bir kısım tamamen başka arabalarla donatıldığı için seçemedim bir türlü. Etrafta bir yolculuktan kopmadığı belli olan, üzerindeki takım elbiselerle normal insanların da dikkatini da çeken bir güruh vardı ki bizi görür görmez üstümüze doğru yürüdüler. Fetih'in bir adım arkasındayken üzerimize yürümek gibi bir amacın değil de bize varmak gibi bir gayeleri olduğunu anladım. En çok da 'Fetih Bey.' dediklerinde. Bu bir karşılamaydı. Ev de 'neden burada duruyorlar bunlar' diye sorguladığım kişilere çok benzeyen kişilerin yaptığı bir karşılama.

"Bir sorun var mı?" diye sordu Fetih kendi gözleriyle de etrafı kolaçan ederken. Hepsi aniden çevremizi sardı, etrafta dolaşıp çay dağıtan, otobüs şoförlerine, muavinlere ve dışarıda bir şeyler yiyen ya da içen yolculara kadar herkes bir an durup bizi izlemeye başladı. Kendimi bir an o kadar yabancı hissettim ki bu ortamda ve o kadar ait değildim ki, bir an oturmuş çay içen ve ne olduğunu anlamaya çalışan biri olmam gerektiğini düşündüm.

Daha fazla da durmadım zaten böyle bir ortamda. Zeliha içerideydi biliyordum. "Ben Zeliha'nın yanına geçiyorum." dedim Fetih'e ve ilk onu aştım. Sonra diğerlerini diyemem çünkü zaten iki yana açılan bir kapı gibi direkt olarak yolu açtılar. Yerler arabaların yıkanmasından sebep ıslaktı. Öyle ki üzerimde geceden kalan elbise varken çıplak bacaklarıma sıçradı birkaç su damlası. Hızlıydı adımlarım. Geçtim gittim içeriye girerken birkaç göz beni takip etti. Bunun sebebinin yanından ayrıldığım topluluk olduğunu biliyordum. İterek açtığım kapıdan girdiğimde yarı lokanta yarı market tarzında bir yer karşıladı beni. Gözlerim hızla etrafta gezindi çok geçmedi küçük köşede kalmış bir masada oturmuş iki kişi çarptı gözüme. Zeliha elindeki peçeteye bakarken parçalara ayırıyordu. Önündeki birikintiye bakılırsa ilk peçetesi değildi. Sessizdi. Emir'se gözlerini ayırmadan Zeliha'ya bakıyordu. Bir şey söyledi cevap olarak sadece bir kafa sallama aldı. İstemedi Zeliha ne söylediyse. Sonra bir şey daha söyledi Zeliha bu kez baktı Emir'e. Sonra biraz gülümsedi, nezaketen miydi emin değildim ama yüzündeki gerginlik dağıldı az da olsa. Önlerinde iki çay vardı, ikisi de neredeyse hiç içmemişti. Ortalık biraz gürültülüydü. En azından topuk seslerimi duymayacağım kadar.

Adımlarım serice onlara ilerledi ve ilk Emir fark etti beni. Attığım birkaç adımda Zeliha çoktan tekrar peçeteleri bölmeye devam etmişti zaten. Emir bana başıyla selam verirken gülümsedim ve Zeliha'ya bana bakarak bir şey söylediğini gördüm ama seçemedim. Direkt geldiğimi söylememiş olacak ki Zeliha ilk ona baktı sonra baktığı yöne. Yorgun ve uykulu gözleri bana döndüğü an yüzündeki tedirginliği yerinden kovmak için hiçbir şey olmamış gibi otuz iki diş gülümsedim. O yerinden doğrulamadan ben zaten çoktan varmış ona eğilmiştim. Yüzü avuçlarımın içindeyken o kadar sıkı sıkıya tutuyordum ki yanakları elmacık kemiklerinden pörtledi. Pörtleyen yerlerden öperken ben büzüşen dudaklarıyla konuşmaya çalıştı.

"Efsun abla," dedi titrek bir sesle. Zeliha böyle anlarda yavru bir ceylana benziyordu gözümde. Küçüktü, ufaktı, ince bacakları vardı ve korkuyordu. "Ne oldu?" bir şeyler olduğuna elbet emindi. "Söylemiyor kimse bana." Kıvırcık saçlarını özenle geriye doğru çektim, yüzünü açtım. Kabarmıştı saçları, baş edemedikçe hırçın davranmaya başlamış iyice dağıtmıştı. Evden çıkarken böyleydi.

Zeliha saçlarını sevmezdi. En azından bana kadar. Sevdirmeye çalışıyordum, nasıl ve ne şekilde davranırsa onlara kabarmayacağını öğretiyordum. Sevmeyişinin altında yatan şeyi o bile bilmezken ben biliyordum. Artık daha iyiydi saçlarına karşı, daha iyi anlaşıyordu. En azından stresli değilse. Korkacağı bir şey yoksa.

"Kimse olmuşsun yokluğumda." dedim Emir'e göz kırpıp. Zeliha'nın yanındaki sandalyeye oturdum Emir'in sahte bir sitemle "Öyle olmuşum." dediğini duydum. Zeliha tüm bedenini bana döndürdü "Abim nerde?" dedi. Dili damağı kurudu, hissettim ben. "O neden gelmedi?" Emir'e baktı. Alt dudağı titriyordu. "Bir şey oldu bana söylemiyorsunuz değil mi?"

"Kapının önünde kalite kontrol yapıyor Zeliha." dedim onu tekrar kendime çevirirken. "Gelince kız. De ki ben buradayım niye bekletiyorsun beni. Ben kızınca sabır falan çekiyor, abartılı tepkiler veriyor. İyi herkes. Sadece," duraksadım Fetih olsa heyecan yaratmak için biraz lafı uzatırdım ama Zeliha'ya kıyamıyordum işte.

"Sizin aile biraz şey," dedim. Tam olarak bir kelime çıkaramadım ve tadını seçemediğim bir şey varmış gibi Emir'e baktım. O tamamlasın diye eksiğimi. O da takılı kaldı birkaç kez konuşacak oldu da seçemedi ve en sonunda çok yaratıcı konuştu.

"Şey."

"Çok yardımcı oldun Emir ya, sen de olmasan..."

Zeliha'nın arkasından Fetih'i gördüğümde "Ailenin şu an bu ortamdaki en yaşlı üyesi daha iyi açıklar diyorum ben."

"Babam da mı geldi?" dedi Zeliha hayretle ve arkasına baktı. Yaşlı dediğimden ötürü sanırım öyle bir şey anlaşıldı Emir'le göz göze geldik.

"Otuzunu daha yeni bitirdi." dedi Fetih'i işaret ederken. Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Ömrümü yedin diyor sürekli, kafadan elli ver sen ona. Yaşlandı yaşlandı."

Fetih hızlıca bize ulaştığında hiçbir şey söylemeden kardeşine yöneldi. Zeliha ikinci bir ezile büzüle sevgi gösterisini de ağabeyinden gördü. Bu kızın eziyet çekmek kaderinde vardı, sevilirken bile aynı şeyi yaşıyordu. "İyi misin Zeliha?" dedi Fetih. Benim gibi neşeyle aramıza katılamadı. "Değilim." diye huysuz bir karşılık almayı da hak etti zaten. "Kimse anlatmıyor ne olduğunu bana." Ben de mi kimse olmuştum? Emir'le aynı şeyi düşünmüşüz gibi birbirimize baktık.

Fetih cevap vermeden Zeliha'nın başını karnına bastırırken bize baktı. Bütün stresi yüzüne acıyla yansırken omuzları düştü tüm o kötü şeyleri kocaman bir nefesle dışarı akıttı. Rahatlamıştı o da. "Eve geçelim anlatacağım ben sana." dedi sadece. Dışarısı onun için o varken de tehlikeydi.

^^^ ^^^

Belli bir süre öncesine kadar kusacağım kadar stres yaptığım odanın camından bizi gören Kürşat'ın içeridekileri haberdar ettiğini kıpırdayan dudaklarından fark ettim. Artık her şeyden haberdar olmuş Zeliha eskisine oranla daha sakindi. Bu olayın küçüklüğünden değildi, bu bir alışılmışlıktı. Ona artık olağan geliyordu. Diyordum ya Karadere ailesi biraz şeydi. Şey...

Odanın içine girmeden Fetih'e döndüm. Bir adım arkamdaydı, yorgun yüzlerimiz karşı karşıya kaldı, ayakkabılarımız birbiriyle çarpıştı. "Önce silahı bırakır mısın?" dedim merdivenlerin devamını işaret ederken. Daha fazla tenine temas etsin istemiyordum. Muhtemeldir konumu tam olarak bel gamzesinin üzerine geliyordu. Keşke zaten aylar önce çıkarıp vermeseydim ona geri.

Gözlerimin içini izledi bir süre, konuşmadık ama konuşmuş kadar olduk. "Arabada bıraktım zaten." dedi. Sonra inanmayacakmışım gibi elimi dıştan kavradı ve kabanının içinden sızdırdı. O boşluğu bana hissettirdi, elimi elinden çekmedim ben. Onun bırakmasını bekledim başımı sallarken.

Zeliha'nın açıp girdiği odadan biz de girerken ellerimiz varla yok arasında tutunuyordu birbirine hâlâ. Gecenin artık nerede sonlanacağını bile bilmiyordum, her geçen saniye bir öncekini aratıyordu. Devran boylu boyunca yatarken koltukta üzerindeki kazağı sıyırmışlardı ve karnının sağ tarafına bastırdıkları sargı bezinin rengi beyazdan kırmızıya kırılmıştı. Ve bu ilk bez de değildi zaten. O bez Devran tarafından bastırılırken karnına bu evde ilk kez gelişime bu kadar sevinildi. İstisnasız herkesin yüzünde bana karşı bir memnuniyet gezindi. Osman Karadere yerinden kalkarken yerini Zeliha'ya verdi, hemen yanında bıraktığım gibi hâlâ ağlayan genç kız oturuyordu.

Osman Bey'in bir an eli Zeliha'nın saçlarına kaydı, başının üzerinde tuttu ve sanırım ilk kez eğilip öptüğünü gördüm. Kısa, belki kimsenin dikkatini çekmeyen ama benim takılı kaldığım bir temas oldu. Zeliha bunu bekliyormuş gibi hemen babasının ceketinin eteklerine tutundu. Küçük, kaybolduktan sonra anne babasını bulmuş gibi. Babasının karnına sarıldı bir an. Kısa da da olsa görebildim bunu. Uzun sürse duracak izleyecektim halbuki ama olmadı Osman Bey bize döndü, Zeliha'dan da ayrılmış oldu.

"İyi haber," dedi ve ben gerçekten iyi bir şey söyleyecek sandım. "Kan bizden dökülmüş."

Tam olarak iyi kısmı neredeydi? Cümle mi eksik kurulmuştu yoksa ben mi eksik duymuştum. Daha bizim kapatmadığımız kapıdan Zühre Karadere elinde birkaç şu an bu ortamda işe yaramayacak malzemeyle geldi. İçeri girdiği an odayı taradı gözleri. Zeliha'yı aradı, eminim. Çünkü onu gördü ve onda durdu. Korkmuşlardı. Ben kafamda her şeyiyle kuramıyordum ama onlar olabilecekleri ayrıntısına kadar şekillendirebiliyorlardı. Gözlerini birkaç kez kırpıştırırken dudaklarını yaladığını ve yutkunduğunu gördüm. Gözleri kızının yanında başka bir annenin kızına kaydığında yumuşak başlılığı kısa sürdü. Nasıl bıraktıysam öyleydi.

"Kalk kızımın yanından!" diye tekrardan çirkefleştiğinde zaten hıçkıra hıçkıra ağlamaya meyilli olan kişi yerinden hopladı neredeyse. Alışık değildi hemen korkmuştu mesela bende saç teli oynamamıştı. "Kalk!" diye tekrardan bağırdığında Devran "Yenge tamam." dedi çatallı bir sesle. "Bir şey olmadı geldi işte sapasağlam Zeliha." derken sevgilisi tekrar laf yememek için yerinden kalktı ama kaçamadı.

"Yanına kaçtığın adamın yarasına bez basamayacak kadar korkaksan yapmayacaksın boyundan büyük işler! Kan tutuyormuş da! Ailenin ne olduğunu bilmes-"

"Zühre Hanım." dedim bu hor görülmeye daha fazla tahammül edemezken. Fetih'in umurunda olmadığı gibi alay eder gibi Devran'a yaklaştı alay eder gibi yarasına baktı, hatta hafif baskı bile uyguladı. "Sapasağlam gelmesine mi şükredelim istiyorsun andaval?"

"Tamam." diye devam ettim ben. "Sırası değil." diye kendi eşimden değil belki ama babasından destek aldım. Osman Bey bana bakarak "Seni bekledik." dedi Devran'ı işaret edip. Fetih'in yanına dolaylı yoldan Devran'ın yanına gittim.

"Neden hastaneye gitmediniz?" diye sordum sargı bezini kaldırırken.

"Hastane yok Gelin Hanım." dedi arkamdan. Yarayı o kadar yanlış baskılamışlardı ki kuruyan kandan net göremiyordum.

"Hastane olmaz yenge." dedi Devran. Yüzü buruşuktu, acı çekiyordu.

"Dikişe ihtiyacı var en iyi ihtimalle, ki iç organların zarar görmüş olabilir. Hastane şart."

"Derin değil," dedi Devran başını yastığa bastırarak. Adem elması yutkunuşuyla belirginleşti iyice. "Sıyırdı."

"Hastaneye gidemezler, seni bekledik. Dışarı adım atmamaları gerekiyor bir süre." Osman Bey arkamdan ısrarını sürdürürken gözlerini dikmiş psikolojik baskıyla adamı evden kovan Fetih'e baktım. "Gereken ne varsa söyle aldıralım, burada hallet." diye devam etti arkamdaki ses.

"Eczaneden kafanıza göre her şeyi alamazsınız. En basitinden uyuşturulması gerekiyor, kullanacağım şeyleri eczacı vermez."

Daha net görebilmek için temizlemek istiyordum ama eldiven bile yoktu. Dokunamıyordum. "Tamam uyuşturmadan yap yenge." dedi Devran. Lokal anestesi olmadan dikiş istedi, ne istediğini bilmiyordu halbuki.

"Devran saçmalama!" dedi sol yanımızda adını henüz bilmediğim genç kadın. Kan görmeye dayanamıyordu, sevgilisi uyuşturulmadan bir kumaş parçası gibi dikilmeyi teklif ediyordu.

"Ben kasap değilim, doktorum. Uyuşturmadan kesip biçmek ne demek? Biz şu an illegal bir anın içinde miyiz? Hastaneye bile mi gidemiyoruz?"

Sanki şu an keyfi olarak sorun yaratıyormuş, onlara kasti bir zorluk çıkarıyormuşum gibi hepsi hep bir ağızdan mırın kırın etti. Ne diyeceğimi ne yapacağımı şaşırırken ilk tepki Fetih'ten geldi.

"Egzoz borunuz mu patladı hayırdır?" diye sesini yükseltti. "Doktorun lafının üstüne laf söyleyecek eğitimi olan var mı burada? Yok!" tıpatıp aynı fikirdeydim. "Karımın lafının üstüne de laf söylemeye cesareti olan var mı?" Devran'ın gözünün içine içine baktı. "Olmasın."

"Bakın," dedim daha yumuşak bir sesle. "Risk alamam, hastane ortamında bakılması daha doğru. İşin etik kısmını geçtim, güçlü bir lokal anestesi olmadan ben nasıl sütur atabilirim evde? Dayanamazsın acıya. Üstelik ortam steril değil. Enfeksiyona çok açık."

Devran gözlerini yumdu "Tamam yenge," dedi tavırlı tavırlı. "Eyvallah canın sağ olsun." zaten şu an bile konumu fazlasıyla yanlışken yukarı sıyırdıkları kazağını aşağıya çekiştirmeye çalıştı.

"Devran gidelim doktora." diye sevgilisi aralarındaki mesafeyi kapatırken "Hastane yok." diye kesin bir cevap da aldı aynı zamanda. Müdahale etmediğim taktirde kendine daha çok zarar vereceğini anlarken onun doğrulmasına bir kala dudaklarımı kemire kemire "Tamam dur!" diye yükseldim. "Dur nereye kalkıyorsun, dur!"

Ayaklarımı yere vura vura ona yaklaştım. "Sırtını yavaşça koltuğa bırak!" diğer koltukların arasında kalan birkaç yastığı alıp ona yaklaştım. "Kır bacaklarını dizlerinden." derken oluşan boşluğa konumunu en sağlıklı biçime getirmek için aldığım yastıkları koydum. "Bakacağım sadece." dedim kazağı tamamen ve dikkatlice üzerinden çıkarırken. "Kontrol edeceğim, en ufak içime sinmeyen bir şey görürsem ve sen hastaneye gitmemek için diretirsen ararım ambulansı. Ben sağlıkçıyım, önümü arkamı görmeden hiç kimseyi riske atamam. Terzi değilim ben, kendinize gelin bir ya!" bu cümle istediğim etkiyi yaratmadı eğildiğim yerden doğruldum "Hepinize diyorum!"

Hepsiyle göz göze gelmek için gözlerimi çevirdim etrafa ve Kürşat'ın dizlerine yatmış Zeliha'ya baktım. "Siz hariç." kıyamadım. Çok masum duruyorlardı köşede.

"Şu çocukların şahit oldukları şeylere bakın! Aklınızı başınıza alın Karadere'ler." ne yapıyorlardı bilmiyordum ama çok yanlışlardı. "Ezberden gazel okumuyorum ben, lafımın üzerine gidip kendi bildiğinizde diretmeyin. Bir şey yapıyorsanız da arkasında durun." üzerimdeki kabanımı çıkardım, tamamen benden kopmadan Fetih zaten müdahale edip arkamdan aldı. "Kaçmışsınız gelmişsiniz. Özellikle Devran sen, canına daha çok dikkat etmek zorundasın. Bir kadının elinden tutup bu kadar riske attıktan sonra ölürsem ölürüm gerekirse havasından çık. Burada bir komplikasyon başlasa paşa paşa gideceksin zaten hastaneye. Gelmezsen ben seni zorla götürürüm, ölümünü izleyecek halim yok."

Nörolojik muayenesini yapmak için acıdan debelenen ama hâlâ raconundan hiçbir şey kaybetmeyen Devran'a doğru yaklaştım. Önüme dökülen saçlarımı aniden arkadan bir el topladı, kim olduğunu pek tabi biliyordum. Kimseden ses seda çıkmıyordu. "Ne yaşıyorsunuz zerre fikrim yok ama gerçekten aklınızı başınıza alın. Evlenmek için çözümü neden iki tane yetişkin kaçmakta buluyor bilmiyorum, buldukları çözüm neden Zeliha'nın bile canını riske atıyor onu da bilmiyorum. Herkes tutuştu bu evde bir saat öncesine kadar Zeliha dışarıda diye. Hiçbir şeyle ilgisi olmayan genç bir kızın hayatı tehlikeye giriyor onun on beş yaşındaki kardeşi de tüm tehlikeye rağmen 'ben de geleceğim' diye diretiyor. İkisi de çocuk ve bu olaylarla ilgileri yok ama tam içindeler." Devran bana suskunca tepki verirken bir problem görünürde henüz yoktu.

"Kapıda bir yığın adam var. İki kişilerdi en son şimdi bir yığın. Ne bekliyoruz şu an? Evi mi basacak birileri? Işık hızında silahlandınız." dedim son kelimeyi bastırarak. Bu cümle kimeydi en çok sahibi biliyordu. "Müthiş bir yetenek. Herkesin beli de avucunun içi de çok çabuk doldu. Aklınızı başınıza alın. Elli sene önceki yaşantınızı her an sürdürmeye hazırsınız. Biraz fırsat verilse o günlere geri dönecek gibi davranıyorsunuz. Yıl olmuş 2021. Burası Türkiye Cumhuriyeti. Ben seni hastaneye götürürüm Devran gerekirse," sessizce beni dinleyenlerden tek ismini bilmediğime döndüm. "Ailen mi bir şey yapmaya kalkacak? Ararım polisi! Zaten hali hazırda bir yaramız var. Arar polisi şikayet ederim. Ki şu an da aramalıyız."

Dedim bunu, dedim ama içimden o kadar alay dolu bir gülüş yükseldi ki... Alay kendimeydi. Ben bile söylediğim şeye güldüm. Kendimle alay ettim. Ben ki daha kısa zaman önce benim canıma kast eden ve meslektaşımın başına atılan dikişlerin sorumlusuyla alakalı mesaj almamış mıydım? Dışarıda değil miydi? O zaman polisi aramamıştım, polis beni duysun diye feryat figan bağırmıştım.

"Ben gelene kadar eldiven bulun, ellerimi yıkayıp geliyorum. Fetih çocuklar da uyusunlar artık." kimsenin yüzüne bakmadan çıktım gittim odadan. Daha fazla kanla o kadar içli dışlı olmalarını istemiyordum. Hızlıca ellerimi yıkayıp gelirken Fetih'in yardımıyla eldivenleri taktım. Kürşat ve Zeliha gönderilmişti odadan. İlk işim yarayı temizlemek oldu özenle. Korktuğum ya da beklediğim kadar büyük bir şey çıkmadı. Çok daha ciddi bir şey bekliyordum. Devranın söylediği gibi sıyırmıştı ama epey sağlam bir sıyırmaydı ki hem kanaması hem de ağrısı bu denli fazlaydı. Her bir ayrıntıyı defalarca kez değerlendirdim. Bir karar vermem gerekiyordu ve en doğru olması şarttı.

"Şu an alabileceğim şeyler kısıtlıyken eczaneden reçetesiz alabileceklerim daha da kısıtlı. Canın çok yanacak." yine de yazacağım kağıda reçeteyle satılanı da yazacaktım. Belki bizzat eczanesi olan biri de vardı ben bilmesem de.

Devran başını salladı "Yansın önemli değil." diyerek gecenin son vurucu cümlesini kurdu.

^^^^ ^^^^

"Sana yapma diyemiyorum," sırtım tek kişilik koltuğa dayalı, bacaklarımı kırıp kendime çekmişken yanan şöminenin ateşini izliyordum. "Ama yap demeyi de içim kabul etmiyor Zafer." gözlerim yorgunca açılıp kapanıyorken oda o kadar sıcaktı ki saçlarım çoktan kurumuştu. İçeriden gelen su sesi de kesilmişti.

"Çok kere bunu düşündüm ama hiçbir zaman o kalemi kağıdı elime almadım. Yarın sabah ailemle de konuşacağım, ben katlanamıyorum daha fazla. Efsun benim canım kıymetli." bir gün diye geçirdim içimden, ben de elime alır mıydım o kalemi kağıdı? "Buraya geldiğimden beri bu kaçıncı? Kaç oldu bu? Tehdit mi edilmedim, anneme kardeşime gidecek kadar küfür mü yemedim, çalıştığım yer mi dağıtılmadı? Bir bu kalmıştı. Kafamdaki dikişlerden kurtulamadan ben, adam hapisten kurtuldu böyle bir şey olabilir mi? Ölüp gideceğiz biz bir gün bunlardan birinin elinde. Ya da kalıcı bir darbe alacağız, elimizden kolumuzdan olacağız. Senin eline zarar verseydi? Bak senin elin iyileşmeden o elini kolunu sallaya sallaya cirit atacaktı etrafta."

Telefonu tutmayan elimi bacağıma bastırdım. Gözlerimi kapatırken "Haklısın." diyebildim sadece. Fetih banyoya girince başından beri mesajlarına bile cevap vermeye fırsat bulamadığım Zafer'i aramıştım. Zafer istifa mektubuyla bakışırken.

"Ben böyle haklılığın da ben böyle şehrin de ülkenin de insanın da adaletin de içine sıçayım. Durmadan seni suçluyorlar bir de Efsun. Tüm suç seninmiş gibi verilen ifadeler. Böyle çarkın içine edeyim. Olay kamuoyuna yansımadı, medyaya varmadı diye her şey daha da kolaylaştı. Ben anlamıyorum, yarın tekrar tutuklanması için bu gece tweet mi atmak zorundayız? Şaka gibi abi, şaka gibi akıl tutulması yaşıyorum ben."

Gariptir bunu yapmayı düşünmüştüm. O an söylemeye cesaret edemedim Zafer'e ama o şekilde sesimizi duyursak nasıl olur diye bir an düşünmüştüm. Bunu aylar önce ihtiyaç halinde Zeliha'nın durumu için kullanmak da vardı aklımda. Ama o dönem içimde bir korku vardı, eldeki deliller bir şekilde unutturulursa diye. Olay karmaşık gücüm yetmezse diye. Tek başına yetişemezsem arkamdan birileri gelsin diye. O zaman mantıklıydı, gerek duyulsa yapılabilecek en makul şeydi. Ama şimdi? Her şey çok açık değil miydi? Bu olayda en suçsuz kişi bizdik nasıl gelmiştik bu konuma? Neden bunu ihtiyaç duyuyorduk?

"Ben de." dedim sadece. Çok öfkeliydi, verdiğim cevaplar kısa kısaydı. Yine gelir miydi hastaneye diye içimde bir korku vardı? Geçen sefer hedefi bendim bana bir şey yapamamıştı. Hani bir daha dener miydi? Her an tetikte olamıyordum ben. Daha önce olmuştum ve bunun sonucu çok ağır olmuştu benim için. Psikolojim o konumu asla kabul etmiyordu. Ölüm korkusu değil her an ölebilirim korkusu benim baş edebileceğim türden değildi.

"Ne oldu Efsun," diye aniden bir soru yükseltti bana. Sesinin arkasında ona eşlik eden bir nota vardı. Alaydı. "En büyük Urfa sevici, savunucusu. Ne oldu? Güzelleme yapmaya devam mı? Çok mu güzel her şey? Çok seviyor musun bu şehri hâlâ?"

O ilk zamanlar geldi aklıma. Ne verirsem onu alırım düşüncesiyle o kadar pozitif olmaya çalışıyordum ki insanlar zaman zaman alay bile ediyorlardı benimle. Halbuki bilmiyorlardı sevemezsem, alışamazsam devam edemezdim. Güzelliklerinden bahsediyordum daha güzel olmasını bekliyordum. Zafer artık şehre de tepkiliydi. Zafer artık her şeye tepkiliydi.

"Hayır." dedim açıkça. O bu hayırı sadece hastanedeki olaylara yordu belki ama benim enerjimin de, güzellemelerimin de bitişi çok uzun zamandan önce olmuştu zaten. Urfa bana hiçbir zaman iyi gelmemişti ki zaten. Bir süre sessizce kaldık, hiçbir şey söylemedim ben.

"Tamam Efsun." dedi en sonda. "Günün birinde bu telefon konuşmasındaki ben olacak hale gelmezsin inşallah, bıktırmaz seni bir şey. Yarın görüşeceğiz elbet. Daha fazla bu saatte kafamız şişmesin."

"İyi geceler." dedim sadece, aynı şekilde karşılık aldım ve kapattık telefonu. İsyanımız yarın yüz yüze de sürecekti zaten. Yirmi beş yaşındaydım buraya ilk geldiğimde. Tamam kabul tam yirmi beş de değildim. Daha yaşlı hissediyordum ama elli de değildim. Böyle bir insan da değildim. Bu kadar tükenmişken adım atmamıştım buraya. Daha sivriydim, daha köşeliydim. Ovalleştiğimi hissediyordum. Yeri gelmiş kendim törpülenmiştim yeri gelmiş olaylar ve insanlar ellerinde zımparalarla üzerime çullanmıştı. Engel olamamıştım. Bir kişiyi iterken diğer sivri taraflarım törpüleniyordu, engel olamıyordum. İki elim iki kolum ve bir ağzım vardı. Yetemiyordum. Urfa bana yetişememeyi öğretmişti.

Yalnız kalmayı çok iyi bilen ben, burada mecbur ve mutlak kalabalıklar içinde kalmıştım. Kendini korumayı; insanları itip yalnız kalarak sağlayan birinin, başına gelebilecek en kötü şey buydu.

Oturduğum koltuktan kalktım ve yatağa ilerledim. Boylu boyunca uzanırken cenin pozisyonu aldım. Gözlerim yavaş yavaş açılıp kapanırken banyonun kapısı da yavaşça açıldı. Devran'a atılan dikişten sonra hiçbir şey konuşulmadan herkes odasına geçmişti. Bu gecelik bu kadar yeter, sabah ola hayrola diyerek dağılmıştık.

Açılan kapıya dönmedim zaten o gelecekti yanıma biliyordum. "Efsun," diye seslendi ilk. Kısıktı sesi, uykumu açmamak için. Kaldırdım başımı ona baktım. "Uyumadın mı sen daha?"

Başımı iki yana salladım. Sırt üstü pozisyona geçtim. İçimde sütyen yoktu, üzerimde bol bir tişört altımda şort vardı. "Uyumadım henüz." dedim. Üzerine bir şey giymemişti daha, sadece altında eşofman vardı. Hani yeri ve zamanı değildi, belki de tam olarak yeri ve zamanıydı gözlerim gövdesine kayıyordu zaman zaman. Ağrısı sızısı yetmiyormuş gibi regl döneminin bir de daha farklı bir boyutu vardı ki Fetih ortalıkta böyle dolanarak tuz biber ekiyordu.

Bana doğru eğildi elini saçlarıma geçirirken dudaklarımızı birleştirdi. Yatışımı daha rahat bir konuma getirdim sakallarını okşarken ağzımın içine ittiği dilini karşıladım. Diş macununun o fresh tadını hissettim ilk, sonra nemli saçlarını. Dudaklarını kısa sürede çekerken damağımda yarım kalmış tatla mırıldandım.

"Yoruldun mu?" dedi yanıma kıvrılırken. Üzerine bir şey giymeyecekti. Benim örtmediğim pikeyi bacaklarımın altından alıp önce bana örttü sonra yanıma girdi iyice.

"Çok yorucu bir gün değil miydi?" diye sorusunu ona iade ettim. Elini tişörtümden geçirim çıplak belimden boylu boyunca gezdirdi. Bacaklarım boylu boyunca bedenine temas ediyorken kulağımın altından öptü önce. Elleri bir taraftan dudakları bir taraftan benim canımı çekiştirirken kulak memem dişlerinin arasında ezildi bir an.

"Öyleydi." dedi beni onaylarcasına. "Herkes kafayı yemiş." diye devam etti. Burnunu boynuma sürtüyordu. "Gelmişler beni tehdit ediyorlar Efsun'u alırız diye. Kafayı yemişler yemişler." kendi kendine söylüyordu bunları. Başını köprücük kemiklerimin üzerine bıraktı yastık olarak kullandı göğüs duvarımı. Onun eli karnımı benim elim saçlarını okşadı. Bir süre daha bu konuda söylendi. İçinde kalmasın bir şey diye sadece dinleyici kaldım. O yamacımda kendi kendine sinirlenip tepkiler gösterdi, kızdı bir çocuk gibi ben sadece mırıldandım.

O konuya biraz ara verdim olay değiştirdi. "Annemin meselesi ayrı kesilecek zaten. Tek tek sırayla anlatacak bana, her şeyi bir bir bana da söyleyecek. Kendisi çok iyi bir anne olabilmiş gibi," durdu soluklandı. Cümleyi belki biraz toparlayarak devam ettirdi. "ne hakla senin anneliğini sorguluyor? O meselede sen de çok suçlusun Efsun! Bana niye anlatmıyorsun kızım sen, müneccim boku mu yedim ben? Sen bana anlatmadan ben nasıl bileceğim? Ha Efsun, niye gelip bana bir şey anlatmıyorsun?"

Cevap vermedim sakinleşsin diye saçlarını okşamayı sürdürdüm. Bir süre kaldık öyle sonra başını olduğu yerden alıp başımın yanına koydu. Dertler derya olunca birinin üzerinde pek durmadı diğerine geçti. "Sonra o yavşak başka derdimiz yokmuş gibi gidip kız kaçırdı. Utanmadan bu kapıya geldi bir de. Senelerdir sakin sakin ilerliyor, olay çıkmıyor ya sülalede, rahat batıyor bu şerefsizlere."

Gecenin tamamında merak ettiğim ama bir türlü soramadığım soruyu gecenin sonunda ancak sorabildim. "Kimin kızı Fetih, Melek?" evet adını öğrenmiştim laf arasında. "Niye bu kadar öfkelendiniz, niye bu kadar karıştı ortalık? Nereden geliyor bu anlaşmazlık karşı tarafla?"

Bir bakıma evlilik yaşına gelmiş iki kişinin kaçarak evlenmeyi düşünmesini zaten anlamsız buluyordum. Buna mecbur bırakılmışlardı elbet ve saçmalık tam olarak o kısımda başlıyordu zaten. Kimin arasında her ne geçtiyse bundan ailenin bütün üyeleri muhakkak etkilenmek zorunda mıydı? Hayatındaki bütün kararları tek başına alacak kişilerde mi?

"Urfa'da olup da hâlâ yaşayan, yapacakları pislikler için gerekirse siyasete kadar bile giren, ellerinde olsa devleti yok edip tüm bu toprakları kendileri yönetmek isteyen haysiyetsiz insanlar. Hani sen dersin ya bize bazen hiyerarşiniz batsın diye, onu savunan da kurmaya çalışan da biz değiliz Efsun. Tam olarak bunlar. Seneler geçti ilk günkü gibi devam etmek istiyorlar, daha kaç sene önce bu şehirde bir aileyi açık açık katlettiler de olay o dönemin siyasetçileriyle ters düştükleri için patlak verdi."

Öyle şeyler anlattı ki eve girdiği ilk andan beri ağlayan kişi bile gözümde tüm iyiliğini kaybetti. Bir an belki yanlış belki doğru, ki suçun bireysel olduğunu bilirdim ama elimde olmadan böyle bir ailenin Fetih'in ailesinin ortak bir yola girmesini istemezken buldum kendimi. Evlilik demek sonuna kadar kopmayacak bir bağ demekti.

"Bizim aileyle meseleleri babamın iki üç nesil büyüklerinden başlıyor. Babama kadar da devam etti, ne zamanki biz çekildik, babam elinin ayağını aldı bu tarz şeylerden meydan da bunlara kaldı. Keşke çekmeden kendimizi piyasadan bunların başını taşla ezseydik de bugünlere bu kadar alçaklaşarak gelme..."

"Şşşt," diyerek telaşla dudaklarına bastırdım parmak uçlarımı. "Yapma kullanma öyle kelimeler. Yakışmıyor ağzına." Kullandığı tabirin mecazi olmadığını biliyordum. Farkındaydım.

"Yapsaydık bu zamana bu kadar ağalıklarını taşıyamazlardı Efsun. Kanını çekecektin ki dama..."

"Fetih lütfen." dedim gözlerimi kısarken. Çok canice şeyler düşünüyordu. Onları bugün bu kadar canileştirmemek için zamanında kendilerinin canileştirmesi gerektiğini söylüyordu. Tüylerim diken diken olmuştu. "Çok çirkin şeyler söylüyorsun söyleme. Ağzına da yakışmıyor zaten."

Dudaklarına bastırdığım parmak uçlarımdan öptü. Yüzümü inceliyordu, yüzüm iğrenç bir haldeydi. Derin bir nefes verdi alınlarımız birbirine dokunana kadar yaklaştı bana. "Ben ne yapacağım seninle ya?" derken dudaklarına gezinen parmaklarımı kökünden yakalamış ikimizin arasında tutuyordu. "Biz bir elli sene önce doğsaydık, senden hanım ağa nasıl olurdu düşünemiyorum."

Böyle bir şeyi zaten düşünmem saçmaydı da eşeğin aklına karpuz kabuğu sokmuştu bir kere. Kendimi bir an koydum oraya ama bir şey değişmedi. Aynı Efsun'dum. Topuklularımın üzerine dolanıyordum ve hiçbir değişiklik yoktu. Aşko kuşko bir hanım ağa? Yok hayır olmuyordu. Hayal gücüm yeterince genişlemedi demekti bu hiçbir şey kuramadım çünkü. Aramızdaki elimi onun yüzüne vurdum, gözlerim kapalıydı.

"Sanki senden çok iyi bir ağa olurmuş da benim hanım ağalığımı konuşuyoruz."

İyi ki Fetih... İyi ki olmazmış da konuşamıyoruz. İyi ki kafamda senlik bir şey de canlanmıyor.

Başını yükseltti dudaklarını alnıma denk getirdi. "Tabi kızım," dedi serseri serseri. Ben bu adamın kafasına vura vura vura... "sen benim ağalığımı bir de ortamlarda gör. Ohoo..."

Aklınca şaka yapıyordu ama suratım düştü benim. Gözlerimi kapalı tutmaya devam ettim. "Görmeyeyim Fetih," dedim. Yakışmazdı da zaten ona. Fetih'in üstüne beyaz gömlek, eline kalem yakışıyordu. Aksi yoktu. "Zaten sizin öyle şeylerle alakanız da yok. Bak ne kadar legalsiniz. Siyasetle de işiniz yok." nikah şahitlerimizi düşündüm. Bu sayılmazdı değil mi? "Öyle iğrenç iğrenç şeylerin peşinden giden kimseler değilsiniz siz." duraksadım bana destek olsun diye başımı bastırdım yüzüne. "Değiliz desene!"

"Cık," dedi. "Değiliz. Yıl olmuş 2021 yolumuz da çizgimiz de elli sene öncede kalmadı. Babam bitirdi, devam ettirmedi. Devam ettirse o şerefsizler bu kadar kolay at koşturamazlardı..." bu içine dert olmuştu. Ki bana kalırsa Zeliha üzerinden doğan tehlike zoruna gidiyordu. Yediremiyordu kendine. "Ama işte geçmiş de orada Efsun, gerekirse kapısına geri gidilir. Zamanında eli ayağı meydandan çekildi diye şükrettikleri insanların üzerinden kimse gelip de büyüklük taslayamaz. Uyuyan devi uyandırmamayı bilecekler. Herkes haddini bilecek. Damarımıza basmayacak, canımızı sıkmayacak."

O an ne dersem bu celallenmesi kesilir diye düşündüm ve çok yanlış bir şey buldum. "Fetih Devran onların kızını kaçırmış bulundu aslında. Yani şu an onların damarına basıldı gibi."

Kimse beraber kaçmıştı demiyordu bizzat Devran kaçırdı diyorlardı. Şu an karşı tarafın evinde kıyametler kopuyordu biliyordu. Peki ya bizim ev? Herkes paşa keyfiyle uyuyordu. Bu aile gerçekten biraz şeydi...

"Pezevenk!" diye yükseldi Fetih. "Beynini sikeyim ben onun! Ulan moda mı oldu bu bizim ailede? Niye bu cibiliyetsizler gidip hiç olmayacak insanlara gönlünü kaptırıyor?" Dila kulakların çınlıyor mu Dilaaa... "Dünya üzerinde başka kadın kalmamış gibi. Ulan yavşak sen onu nereden gördün, ne ara sevdin? Bunlarınki var ya, ayranları yok içmeye tahtıravalliyle gidiyorlar sıçmaya hesabı! Eşeğin sikine sürülecek akıl yok. Ulan bari böyle bir bok yiyeceksin ara söyle! Yarak kafalı ara söyle biz de ona göre hareket edelim. Ulan Zeliha dışarıdaydı, Zeliha!"

Belki bu olayın ucu Zeliha'ya dokunmasa bu kadar raydan da çıkmayacaktı Fetih. Tamam yine söverdi ama bu kadar akıl mantıktan uzaklaşmazdı. Başımı geriye çekip gözlerine baktım. "Tamam," dedim artık bu durumu aşsın diye. "bak şu an odada uyuyor. Sadece biraz korktu o da zaten bizim yüzümüzden. Bir şekilde halledilecek bu mesele ama kimseye bir şey olmadı. Sen biraz sakin ol, insanları kovma, kaba davranma, her an dövecekmiş gibi bakma tamam mı?"

Hastaneye bile gidemeyecek kişilere hadi çıkın gidin bakın başınızın çaresine diyemezdik. Fetih kabullenmese de olan olmuştu. Başını benden yana çekti bakmadı yüzüme.

"Çok şey istiyorsun olmaz."

Gören duyan da ne istiyorum sanacaktı ya... "Fetih saçmalama, Devran su istedi diye 'sana yağmurlu günde su yok' dedin." siktir de çekmişti de onu eklemedim.

Gözlerini iri iri açtı kendisi dememiş gibi davranıyordum başta ilk.

Abartmamakinesi1453.

"Ne kadar haklıymışım."

Omzuna ardı ardına parmaklarımla vururken "Yapma şunu, olan oldu artık daha kötüsü de olabilirdi. Yaralanmış adam. Çözüm odaklı bakmamız gerekiyor." umursamazlığı palto gibi giymişti üzerine. Kurtulamıyordu.

"Olmuşun anasını sikeyim de, olmamışa da şükür mü edeyim?"

Omzuna önce kafa attım sonra ısırdım. Sertti de koparmak istesem koparamazdım. Elmacık kemiğim böyle değildi mesela. "Isırma." dedi omzunu geri çekmeye çalışırken. "Efsun bırak!" dedi ben ısırmaya devam ederken. Birazcık hoşuma gitti. Hani neden diye sorulursa söyleyemezdim ama Fetih beni anlardı. Ellerim istemsizce çıplak gövdesine dokundu, daha çok ısırdım ama ileriye gidemeden "Ulan seni var ya!" diye yükselerek çenemden yakaladı ve eti pahasına çekti aldı beni altına attı. Etinin dişimden ayrıldığı yerde ettiği küfrü duymamak imkansızdı. Bedenim yatakta olmasına rağmen Fetih'in uyguladığı tarifeyle yatağa çarptı. Saçlarım etrafa dağılırken ısırdığım yere baktım.

Ooo... Tamam. Daha erken bırakabilirmişim.

Dudaklarımı yaladım, nedense sinirlendi buna. Parmaklarının baskısını çenemde hissettim bir balık gibi büzdürdü dudaklarımı. "Beni bu kadar tahrik etme Efsun, zaten canım burnumda." Onu ısırmamda herhangi bir tahrik olmadığını, acı onu tahrik ediyorsa bu durumun beni ilgilendirmediğini, bu halde onun beni daha çok tahrik ettiğini söylemek istedim ama büzüşmüş dudaklarımdan sadece mırıltılar döküldü, kelimeye dönüşmedi.

Eğildi eziş büzüş olmuş dudaklarımı ağzının içine aldı, bu öpüşmek değildi bu bildiğimiz beni yemek için daha küçük bir şeye dönüştürmekti. Ellerim rahat durmadı uzun tırnaklarımı huylanacağı şekilde karnının üzerinde gezdirmeye başladım. Önce yanaklarımdaki parmaklarını bıraktı ve dudaklarımı normal bir hale çevirdi. Öpemiyordum zaten diğer türlü. Isırmama öfkelendi ya iyice bozulsun diye dengesi dudaklarını da ısırdım. Kanama ihtimalini göz ardı ederek hem de. Ben ısırdıkça bel boşluğumdaki elini bir stres topuyla oynar gibi sıktı geri açtı sıktı geri açtı. Stres topunu değil etimi. Tırnaklarım sırtında gezinirken dudaklarından aldığım tat yetmedi tatmin etmedi beni dilimi de ittim ağzının içine.

İnledi, inledikçe bana sürtünmeye başladı. Sürtündükçe bir ilişki için ne kadar kıvrandığı ve tetikte olduğu bir kalp gibi atıyordu tenime değen yerde. Yanlış bir zamanda ileri giden bir yakınlaşmanın içine düştük, bir hapşırma kadar refleksif olarak sürtünüşüne karşılık verdim.

Aramızda olan birkaç ince kumaşın etkisi neredeyse yoktu, eriyip gidecekti ansızın. Son hareketim beni boynumdan tutmasına ve dudaklarımızı ayırmamıza sebep oldu. Çoğu kez yaptığı şeyi yapmama katlanamazdı. Hızlı hızlı soluklanırken "Bazen o kadar yaramaz bir kadın oluyorsun ki Efsun," dedi. Benim ondan daha aklı başımda ve kontrollü olduğumu sanıyordu. Kafayı yemişti!

"Senin; yorulmayan tek kasın kalmayana kadar, değil yaramazlık yapmak kalkıp banyoya yürümeyecek kadar alsam şu takatini, bir canın kalsa yanımda, bacakların tutmasa, gözlerini bile açamayacak kadar yorgun düşsen hallolacak her şey inan. Bitecek şu tükenmek bilmeyen enerjin, seninle o kadar uğraşsam ki senin benimle uğraşacak dermanın kalmasa."

Tabi o sırada sen ve sana ait olan her şey de rahatlasa, hafifleseniz bir kuş gibi...Öyle bir anlatıyordu ki sanki ona değmeyecekti hiçbir şeyin ucu. Sesin bir rengi olsaydı ben şimdi duyduğumuz iki sese de en koyu tonu biçerdim. "Ya sen?" diye sordum gözlerinin içine bakarak. Mesele sadece ben değildim ya.

"Banyoya gitmeye takati olmayan sana ne yapmam gerekiyorsa onu yapardım."

Kaşlarım havalandı dudaklarımı yaladım. Yardımsever bir adam...

"Yıkanmaya takati olmayan sana ne yapmam gerekiyorsa devam ederdim yapmaya. Sıcak su dinlendirir derler ben senin dinlenmene izin vermezdim ama."

Dudaklarımızın birleşmesi bir bahane oldu ve gözlerimi yumdum. Bir banyonun görüntüsü göz kapaklarımın altında bekliyordu resmen bu anı. Bu kez bir birleşme olduğu daha net hissedildi, dudaklarımız o sesin ahengiyle öpüştü. Dudaklar her birleştiğinde ve ayrıldığında çıkan sesler beni o banyo görüntüsüyle bu an arasında savurdu durdu. Fetih'in dudakları bir an yanağıma kaydı, öpmedi öpüştü. Dudağıma nasıl bir muamele yapıyorsa aynı ilgi yanağıma da veriliyordu.

"İçine sütyeni beni daha çok delirtmek için mi giymedin yoksa çıkarmak için bana zahmet vermemek için mi?"

Bu kendine yoruşu beni kıkır kıkır güldürdü. "İkisi de değil," dedim keyfini kaçırırcasına. Duraksadı biraz "Regl oldum, çok hassaslar. Rahat edemedim." dudaklarının teması çekildi üstten bana baktı.

"Regl mi?" diye sordu tekrardan ama cevap almadan devam etti. "Ağrın var mı?" başımı salladım yavaş yavaş. "Ara ara artıyor ama şimdi biraz." ona bunu ne düşündürdü bilmiyorum ama elini alnıma bastırdı, ateşimi kontrol etti. Fetih sanıyordu ki benim herhangi bir yerimde ağrı olunca bir bütün olarak hasta oluyordum.

"Sıcak su torbasını getireyim mi, ayakların altına koyarız?"

"I-ıı," dedim. "Şimdilik gerek yok ama mutfakta Meltem teyzemlerin getirdiği tatlı var onu şey edebilirsen çok şey olur." canım istiyordu ama mutfak çok uzaktı gitmeye üşeniyordum. Üstelik üstüm çok sıkıntılıydı, donardım inene kadar. Ama bu hoşuna gitmedi onun. Git çorba yap desem üşenmez yapardı ama mutfakta hazır olan şeyi gidip almazdı. Fetih'e ha zehir içeceğim diyordum ha tatlı yiyeceğim.

"İnerim birazdan." dedi. Sonra gözlerini göğüslerime indirdi. Bir iki gözüm bir göğüslerim. Sırayla durmadan. Bana yaramaz demeden kendine bakmalıydı. Cıklayarak omzumun üzerine yattım ama o da hemen yanıma koydu başını.

"Neee?" diye çıkıştım sırıtmaya giden yüzüne bakarken.

"Onlara da özgürlük diyorsun."

Dudaklarına vurdum parmaklarını. "Seni var ya," diye kızmaktı amacım ama zaten Fetih bu cümleyi kızgınlık olarak anlamıyordu ki...

"Yalvarırım yap, n'olur ne geçiyorsa aklından..."

Dudaklarını yaladı tişörtümü arkadan büzerek darlaştırdı. "Urfa feminizm kurulu başkanım; lütfen benim çıplaklığıma sinir olup eşitliği sağla."

Gözlerim iri iriyken açacaktım ağzımı yummadan gözümü ama avuç içini ağzıma bastırdı. "Başkanım lütfen feminist olmadığını söyleme," diye yalvardı. "Değilsen de hemen ol yoksa ben sabaha kadar feministliğimi ilan edip eşitliği sağlayacağım."

Ağzı o kadar iyi laf yapıyordu ki, öylece dinliyordum. Avucunu çektim ağzımdan. Tişörtümü daralttıkça göğüs uçlarım belirginleşiyordu ve Fetih bundan çok memnundu. "O zaman eşitliği sağlayıp giyin, gelmişsin ağrıdan kıvranan eşinin yanında çıplak çıplak yatmışsın."

Cıkladı başını iki yana salladı durdu. "Ben seni soymayı tercih ederim." elini tişörtümün içine sızdırdı. Morlukları duruyordu hâlâ öyle ki ilk sert temasıyla inledim. Urfa'ya geldiğimden beri bu dönem her şeyiyle daha sıkıntılı oluyordu. Daha geç, daha sancılı, daha hassas. Değişen hava, beslenmem, uyku, stres, hormonlar. Hepsinin bir bir etkisini görüyordum.

Yaptığı çok hoşuna gitmedi, "Ama senin ilgine gelemeyecek kadar hassasız diyorsan," dedi ve eli karnımın üzerinde sürünerek kasıklarıma kaydı. "Bu gecemizi masajla geçirebiliriz."

Sahiden o kadar hassastık ve bir masaja hayır demezdim. Ya da belki de demeliydim bilmiyorum. Fetih'in eli kasıklarımda uzun uzun dairesel hareketlerle dolanırken iyi gelmişti kabul ama o eline alışına kadar kafamda beş karış havadaydı.

^^^^ ^^^^

"Dilerseniz arabada bekleyebilirsiniz." yanımda korkuluk gibi dikilen adam sanki dediğini yapacakmışım gibi arabanın kapısını açması için arkadaşına işaret etti.

"Hayır," dedim ve araba kapısını açmaya çalışan adama elimle durması için işaret ettim. "Neden arabada bekleyeyim?"

"Daha güvende olursunuz?"

Sabah bu konuyu arabada, ben yanımdaki kişileri fark ettikten sonra Fetih'le uzun uzun konuşmaya çalışmıştım ama kestirip atmıştı. Gerçekten atmıştı ama. Arabadan. Kapıyı açıp 'İn hadi in, geç kaldın.' diyerek beni kovmuştu arabadan. Öfkeyle kapısını bir tekmelemediğim kalmıştı. Sinirlerimi bozuyordu.

'Yerini mi daraltıyorlar, dursunlar işte ne zararları var sana?' açıklamasıyla başlamıştı her şey. Yerimizi daraltmayan her şeyin Fetih'e göre hayatımızda yeri vardı. Mesela Atakan küçücük bedeniyle yatağımızda yerimizi daraltırdı ama evinin önüne diker gibi bir devlet hastanesinin önüne diktiği kişilerin benim yerimi daraltmadığını iddia ederdi. Ama ben buna itiraz edecek olayım, dünyanın en saçma şeyini söylüyormuşum gibi abartılı abartılı tepkiler verirdi.

Bir önceki mesele de ikna edemeyince ben i 'Burası halka açık devletin yeri değil mi? Müdahale edemezsin. Hakkın yok. Görme şu adam senin gözüne batıyor mu onlar battı?' diye kapı önünde bekleyen hastalardan birini göstermişti. Sonra beni insan ayrımı yapmakla suçlamıştı. Bir ara konu ırkçılığa bile gitmişti. Oraya nasıl geldi ben de bilmiyorum bir şekilde yine psikolojik oyunlarla kafamı karıştırıp sonra da arabadan kovmuştu. Çok sinirliydim tüm gün, aramalarını da açıp kapatıyordum. Açıyordum konuşmadan kapatıyordum. Açmasam korkardı diye açıp başkasıyla konuşuyordum. Duyuyordu geri kapatıyordum.

"Şu an güvende olduğumu düşünüyorum ama çok absürt duruyoruz böyle yan yana. Gelen geçen bizi bakıyor." özellikle beni tanıyanlar. Sözde halkın içine karışmak niyetiyle meydana çıkıp etrafında sayısız korumalar olan siyasetçiler gibiydim. Öyle saçma, öyle anlamsız.

"Uzaklaşmamı mı istiyorsunuz?" diye sordu. Boyu da çok uzundu kafamı kaldırıyordum ona bakmak için. Başımı salladım ve uzaklaşmasını bekledim. Bir adım attı ve sonra... Sonrası yok sadece bir adım attı.

"Uzaklaştın mı şu an?"

Başını salladı. Derin bir nefes aldım başımı gökyüzüne kaldırdım. "İnan şimdi daha saçma duruyoruz, en azından az önce yan yanaydık." gözümü rast gele yere dikecektim ama bakışlarım adamın elinde kaldı. Kaşlarım çatıldı dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Kedi mi tırmaladı seni?"

Başını salladı yüzüme bakmadan. Göz teması neredeyse hiç kurmuyordu benimle, bense gözünün içine bakıyordum. "Şu verdiğiniz mamaları dökerken siyah olan biraz..." cümleyi toparlayamadı "Öyle." diye kesti. "Kuduz olmaz değil mi?" diyerek elini kaldırdı. Onun az önce açtığı bir adımı kapatıp eline daha iyi baktım.

"Hayır hayır olmaz," derken çantamdan minik sprey dezenfektanımı çıkardım. "Sık bunu iyice temizle yeter." aldı tırnaklanan kısma sıkıp bana geri uzattı.

"Kalsın sende. Seni daha çok tırmalarlar." diye itiraf ettim. Sabah göstermiştim ama yaş mamayı dökerken çok acemice davranıyordu. Üzerine atlarlardı, tırmalarlardı öğrenene kadar.

"Yarın da mı besleyeceğiz?"

"Sen her gün yemek yemiyor musun?"

"Haklısınız efendim."

"Estağfurullah, efendin değilim."

"Anladım efendim."

Dışarıdan gözüken o iri yapısı bana efendim dedikçe kendimi tuhaf hissediyordum. Fetih utanmadan beni bekletirken bir de ben de sohbetine doyum olmayan yanımdaki kalkanla konuşmaya devam ettim.

"Fetih senin sigortanı yapıyor mu?"

Evet kafaya taktığım bir durumda Fetih'in çalışanlarının maaşları ve sigortaları. Cimriydi ya hani. O yüzden bir kontrol etmem gerekiyor gibi hissediyordum.

"Yapıyor Efsun Hanım."

Durdum karşıdan bizi izleyen adama da baktım bir süre. Tamam ama resmiyette ne işleri vardı ki? Görevleri neydi? "Ne olarak gösteriyor peki? Yani pozisyonunuz ne?"

"Ofiste çalışıyormuşuz gibi gözüküyoruz."

Bak... Bak, bak, bak.. "İllegal yani?" diye sordum kendi kendime. O da cevap vermedi zaten. "Şikayet etsem Fetih'i?"

Adamın gözleri ilk kez beni buldu "İşimden olurum." dedi şaşkınca. Bir an heyecanla yükselmiş enerjim geri düştü.

"Hıı," diye mırıldandım. "Ucu size dokunur yani. İyi tamam korkma şikayet etmeyeceğim." telefon ekranından saate baktım. Aramıyordum da inadımdan.

"İyi işiniz çok zor değil gibi. Kedi besliyorsunuz." eli geldi aklıma. "Tabi kendine göre zorlukları da var ama olacak o kadar. Alışırsanız daha kolaylaşıyor zaten. O zaman arabamdaki mamaları sizin arabaya koyayım, benim çıkışım bazen gecikiyor yoğunluktan ötürü. Hava soğuk başka yerde aramasınlar yemek. Onun dışında başka bir beklentim yok. Bir de veteriner işleri oluyor arada biriniz halledersiniz onu. Sormak istediğin bir şey var mı?"

Gözleri ciddiliğimi ölçmek için yine yüzümü buldu. Buraya belli başlı hayallerle gelmişlerdi muhtemelen. Fetih'ten çok Osman Bey'i bilirlerdi. Osman Bey'in gelinini koruyacaklardı falan. Hayatlar kedi beslemek olmuştu ama bu amaçla buraya gelen herkesin sonu buydu. Hepsinin Emir kadar çabuk uyum sağlamasını temenni ediyordum.

Çalan telefonumla aynı anda biri kornaya yüklendi. "Hadi sana iyi akşamlar, mesain bitti paydos!"

Önce aramasını meşgule attım sonra arabasının içine bakmadan geçtim oturdum yan koltuğa. Kemeri bağlarken "Kovacaksan yine arabandan kendi irademle baştan ineyim." kapıları kilitledi. Tamam bu da bir cevaptı.

"Niye açmıyorsun telefonlarımı?" kıstığım gözlerimi ona çevirdim. Yüzünü görür görmez üzerime bir ağırlık çöktü. Girip fotoğraflarına bakmayayım diye galerimi kilitlemiştim bu yüzden miydi?

Dilimi yutmadan "Açmadığım tek bir telefonun bile olmadı." dedim. Çok alışmıştım şu anın bir kavuşma olmasına, bana yaklaşmasına, öpmesine, kirli sakallarını tenime sürtmesine. Şimdi biraz sinirli tavırlı tavırlı bakıyordu, içi de benim gibi erimemişti galiba.

"Hiçbirinde benimle konuşmadın?"

"Olabilir."

"Efsun ters tarafından mı uyandın bugün?"

"Alakası yok."

"Ya bana bak," diye isyan etti. Huysuzdum biraz, sinirleniyordum da ara ara. Tersleyesim geliyordu ve terslenecek şeyler yapıyordu. "keyfimden kimseyi dikmiyorum buraya. Anlıyor musun?" tane tane anlatıyordu bunları. Ben de saatlerdir kendime bunları anlatıyordum. Benzer cümleleri kuruyorduk. "Hoşlanmıyorsun anlıyorum, ben sabahtan beri seni anlamak için olağanüstü bir çaba içindeyim. Böyle bir şeyin içinde de olmak istemiyorsun ona da tamam ama bir şeyleri halledene kadar sana ve kimseye zararı olmayan birkaç kişi çevrende olsa, senden hiçbir şey gitmez. İçimin rahat etmesi için şart bu, sen de bunu anlıyor musun?"

Direksiyondaki elini çarparken orta yere diğer eliyle freni çekti. Freni çeken eli çarptı gözüme. Eklemleri kanlanmış, tahriş olmuştu derisi. "Fetih," dedim telaşla. "Eline ne oldu?" Elini frenin üzerinden alırken ısısı çok yüksekti.

"Önemli bir şey yok." diye geçiştirdi ve ellerimizi ayırıp freni çekti. Elini takip ettim bir süre o arada araba yola çıkmıştı. "Devran'ın büyük ağabeyi geldi. Gidince bir oturup konuşacağız ne olacak diye." diye son durumu özet geçti. Yolumuz şu an veterinere doğruydu.

"Ben seni anlıyorum," dedim yola bakarken. "Sadece alışık olmadığım şeyler olunca herkesi huzursuz ediyorum kendimle beraber, istemsizce. Sabahtan beri geçici ve kısa bir şey olduğunu kendime anlattım. Anladım da." ellerimi kucağımda birleştirdim. "Ama beni arabadan kovman yine de hoş değildi."

"Kovmadım, işe geç kalıyorsun dedim."

"Hayır kovdun, in seni arabamda istemiyorum dedin."

Başını bir domino taşı gibi bana çevirdi iri iri açtı gözlerini. "İnden sonrasını içinden söylemiş olabilirsin."

"Fesuphanallah." dedi ve sabır çekti.

^^^^ ^^^^

Tekniker kadın bizim aldığımız şeyleri bir bir poşete koyarken ben baksın önünde eğilmiştim. "Ama biz gerekiyorsa yine de yanında sıcak su torbası bulundurabiliriz." dedim yanımdaki veterinere. Fetih "Temassız var." diyerek kartını post cihazına okuttuğunda gözümü artık gözlerini açmış, tam olarak yürüyemese de daha kıpır kıpır olan yavruya dikmiştim.

"Bulunduğunuz ortamın sıcak olması yeter. Sadece dediğim gibi severken çok fazla sarsmayalım, beslenme ve dışkılaması için de gerekli şeyleri biliyorsunuz. Bir şey olursa yazabilirsiniz en yakın zamanda da bir kontrole alalım."

Fetih'in yanıma geldiğini anlayınca sarsmadan aldım baksı kucağıma "Tamamdır, biz en yakın zamanda tekrardan geleceğiz yanınıza." dedim son kez. Kısa bir vedalaşma faslından sonra veterinerden çıktığımız gibi koştur koştur arabaya gittim. Soğuğa maruz kalmaması lazımdı. Aracın klimaları zaten çalışıyordu. O kadar durmadan ve canlı bir sesle miyavlıyordu ki on gün ona iyi gelmişti her anlamda.

İyiydi, annesi yaşamasa da kendisi yaşıyordu ve sağlıklı gözüküyordu.

Baksın kapağını açtım ve durmadan konuşan yavrunun yüzünü Fetih'e çevirdim. Baksın en sonundaydı kapı açılınca bacaklarını iki yana aça aça çıkışa doğru bas bas bağırıp yürümeye başladı. "Artık kediye benziyor değil mi?" dedim hevesle. Bir haftaya kalmaz dünyanın en şekerli tatlısı olacaktı ama bu hali de kediye benziyordu. Fetih baktı, baktı, baktı... Elim baksın önündeydi ne olur ne olmaz diye. Kaşlarını çatmış bir ifadeyle bir süre yavruyu izledi.

"Yürümeyi bilmiyor mu?" dedi bu kez. Elime kadar ulaştığında baksı kendime çevirdim.

"Öğrenecek." dedim hevesle. "Öğreneceğiz değil mi bebeğim?" aldığım miyavları bir evet olarak aldım ve şu anlık nasıl bir tepki gösterir bilmediğimden gerisini içimden söyledim. Öğrenecek babası, öğrenecek...


Kürşat, uzaktan uzaktan Zeliha ve yavruyu izlerken bize yaklaşmıyordu. "Sevmek ister misin?" diye sordum öteden. Öyle kucaktan kucağa taşıtmak değildi amacım ama olduğu yerden biraz sevebilirdi. Bir an gelecek sandım ama benimle göz göze geldiğinde başını iki yana sallayıp gözlerini çevirdi.

Fetih oturduğum sandalyenin tepesinde dikilmiş süt tozunun içeriğini okuyordu galiba. Ona doğru yükseldim biraz oda kalabalık olduğundan kısık sesle konuştum.

"Yatak sipariş verelim bu akşam." dedim beraber seçmek için. Dünyanın en önemli şeyini okuyormuş gibi dikkatle içindekileri okurken başını salladı o sırada Osman Bey kediyi gördüğü andan itibaren yüzündeki memnuniyetsizliği sesine de yansıttı.

"Burada mı kalacak?" diye isteksiz olduğunu tam da beklediğim gibi belli etti. Devran yarı yatar pozisyonda yatarken düne göre daha iyiydi, sevgilisi de. En azından ağlamıyordu. Sevgilisinin yanında sessizce bize bakıyordu.

Ben tam kendi odamızdan çıkarmamaya özen göstereceğimizle alakalı sularına gidecekken Fetih yumuşak başlı olmayı tercih etmedi. "Evet," dedi. "Evin kapısı hep açık gelen gelene zaten. Avucum kadar kediyi de sığdırırız herhalde."

Zeliha işaret parmağı ve nahif dokunuşlarıyla yavaş yavaş başını okşuyordu. Başını paketten kaldırdı umarsızca herkese bir baktı. "İtirazı olan?" diye sordu rahatça. Ben de baktım bir şey söyleyen olacak mı diye, Zühre bile bir şey demedi. Zaten dünkü masadan sonra çok göze çarpacak şeyler yapmıyordu. Unutulmaktı belki amacı ama oğlunun hiçbir şeyi unutmayacağı kesindi.

"Güzel," dedi oluşan sessizlikle. "İtirazı olanın da, itirazı kabul edilmeyecekti zaten."

Paketi bana uzatıp yanıma bir sandalye çekti. Herkese oturduğu yeri sorgulatacak şekilde tek tek baktı yine. Kimse çıkmıyordu. Devran'ın ağabeyi ve eşi de gelmişti. Sanırım anne babası ölmüştü, en küçük çocuktu. Gelen adamla arasında epey yaş farkı vardı. Babası sanardı insan ilk bakışta.

"Eee," dedi Fetih "Böyle birbirimizi mi izleyeceğiz? Doymadınız mı?" herkes sıkıntılı nefesler aldı verdi minik yavru miyavlamalarıyla bu ortamın tek sesiydi. "Zeliha'ya evden çıkma yasağı getirdik, karım devlet kurumuna peşinde adamlarla girip çıkıyor, Kürşat bugün okula gitmedi. Daha sayayım mı yoksa söveyim mi?"

Dirseklerini dizlerine yaslamış, elleri konuşmasıyla uyumlu hareket ediyordu. "Ortalıkta çok pis laflar dönüyor," dedi Osman Bey ve bir an Melek'e baktı. Çok rahat konuşamadıklarını anlıyordum. "Olay ya büyüyecek ya da halledeceğiz."

Ferman Bey, Devran'ın ağabeyi, "Olayı tatlıya bağlamaktan başka hâl çare yok. Gidelim bir kapılarına, oturalım konuşalım. Aramıza kan girmemiş bir şey olmamış sonuçta."

"Onların mı kapısına gideceğiz?" Zühre Karadere yangına körükle gitmeye yemin etmiş gibi bu ihtimale karşı çıktı.

"Yenge," dedi Devran. Artık onun da dayanamadığını o an hissediyordum çünkü tahmin ediyordum ki Zühre Karadere sabahtan beri devamlı laf çarpıp duruyordu. "Ne benim ne Melek'in aranızdaki olaylarla bir ilgisi yokken bizi buna sizin meseleleriniz zorladı."

İşte burada çok haklıydı. Katılıyordum. Yapmadıkları sorumlu olmadıkları şey hayatlarını etkiliyordu. Hiç kimse kaçarak evlenmek istemezdi. Kimse ailelerin düşman olmasını da istemezdi.

"Ben ben," diye kendini işaret etti Zühre hiddetle. "Bu kızın ailesiyle arası düzelsin diye bu ailemizin bizzat ben zamanında yapacağım her şey yaptım."

"Bu değil Melek." diye girdi araya Devran ama bilmiyordu ki karşısındaki laf anlamazdı.

"Barış gelsin, düşmanlık olmasın diye bu kızın ablasını ailemize gelin getirmeyi kabul ettim!"

Ne?

Ne, ne, ne?

"Ne yaptılar, onlar ne yaptı..."

"Efendim?" Zühre Karadere o kadar hızlı konuşuyordu ki kimse yüzündeki ifadeyi atıp tepki bile veremedi benden başka. "Anlamadım bir dakika."

"Anne," diye isyan sesi duydum yanımdaki sandalyeden. "anne, anne..." diye devam etti ağzının içinde. Başını eğdi Fetih'i yumruğunu ısırırken gördüm.

"O ne demek, ne oluyor biraz daha açar mısınız dediğinizi?"

Yine ve yeniden Fetih'in geçmişinin içine düştüm. Yine bir kadın vardı ve Fetih yanına konulmuştu.

"Hayır hayır," diye dünden beri ağzından birkaç kelime duyduğumuz Melek'in bu konuda konuşası geldi. "Ablam şu an evli. O zaman da şu anki kocasını seviyordu, istemedi. Biz reddettik."

Gözlerim Fetih'e kaydı bana baktı o da. "Haberim yoktu." dedi bıkmış bir ifadeyle. "Yemin ederim haberim yo..."

"Ya siz kimsiniz benim oğlumu reddediyorsunuz?!" Zühre kafa olarak da bambaşka bir yerde yaşadığı için hiç olmadık bir yer dokundu ona. "Reddetmişmiş kims-"

"Anne!" Fetih bağırmadı. Dişlerini bastırmış birbirine o darlıkta bu kelimeyi resmen tükürmüştü. Eli havalandı. "Anne sus anne! Sus artık sus!" titreyen eli yumruk olup açıldı, yumruk olup açıldı. Beti benzi atmıştı yanında. Boğazında ve alnında bir damar belirginleşmiş kalp gibi atıyordu.

Tansiyonunu şu an ölçsem beni korkutacak rakamlar görecektim.

"Tamam." dedi bir kez daha Osman Bey. "geçmişin sırası değil tamam." Yüzümü kediye döndüm Zeliha'da artık bizi dinliyordu sadece. Yatırdığımız yumuşak parçayla beraber kucağıma alırken kediyi "Efsun." diye seslendi Fetih bana. Geriye kalan büyükler istişarelerine devam ederken ben ortamdan soyutlandım bir baktım Fetih de gelmiş yanıma. "Efsun." diye tekrar etti.

"Efendim." dedim sakince kediye bakarken. Ben hariç herkes yakıştırılmıştı Fetih'in yanına. Ben hariç herkes. Benle Fetih'i de bir ben bir de Zeliha yan yana güzel buluyordu sanırım. İki kişi.

"Bana bakar mısın?"

"Tamam bir şey yok haberin yokmuş zaten." dedim. Belli ki yine Fetih İstanbul'da işinde gücündeyken , hiç kimseyle alakası yokken, kariyeri için çabalarken, yine çalışanlarına daha çok çalışalım hep çalışalım diye baskı kurarken, bir taraftan Zeliha'yı özleyip diğer taraftan beni bekliyordu habersizce. Tabi ismimi bile bilmiyordu ama bekliyordu. Tabi Efsun, tabii! Kesin her gece dua da ediyordur Efsun nerdeyse çıksın artık karşıma diye!

"Hadi bak bana." diye daha da nazikleşti sesi. Artık benim mecburen bakacağım kadar. Başımı ona çevirdim, eğilmişti biraz göz teması kurmak için.

Aniden "Özür dilerim." dedi. Bu içinden kopup gelmiş bir af dileğiydi. "İçine düşsem kafayı yiyeceğim duruma ikidir düşürüyorum seni." bizim dışımızdaki konuşmaların harareti arttıkça arttı. Benim Fetih'e baktıkça daha fazla kulak kabartacağım noktaya ulaştı.

Başımı salladım "Odamızda konuşuruz." dedim sadece. Konuşmazdık ya da bilmiyordum. Daha önemli meselelerimiz vardı. Mesela kucağımdaki yavrunun çişi ve kakası. Bin bir şeyi yine aynı anda düşünürken üç dört kişinin hararetli konuşmasının içine daldım.

"Osman Bey doğru söylüyor," diyerek bütün dikkatleri üzerime çektim. "Gidip konuşmaktan, bu olayı çözmekten başka çare yok. Devran kimseyi zorla kaçırmadığına, Melek de istediğine göre tek taraflı bir saldırı olmamalı. Gidelim bize yakışır bir şekilde konuşalım."

Kime? Bize. Yakışır?

"Gelmek isteyen gelir," dedim Zühre Karadere'ye bakarken. Zorluk çıkarıyordu durmadan. "Gelmek istemeyen de kendisi bilir. Bu evin en büyük oğlu ve gelini olarak biz üstümüze düşeni yapacağız. Gideceğiz o kapıya."

Zühre Karadere kan dökülmesini bile göze almış olabilirdi ama ben almayacaktım. Böyle bir şey de olmayacaktı zaten. Fetih bir daha o silahı da eline almayacaktı. Fetih'in sözü geçiyordu, Fetih'e bir şeylerin devamı gözüyle bakıyorlardı, Fetih kaale alınıyordu madem o zaman biz de elimizden geleni yapacaktık. Başka da bir çözüm yolu yoktu. Hem ne kadar zorluk çıkarabilirdi ki karşı taraf? Olan olmuştu. Değil mi?

^^^^ ^^^^

"Annesi bunu yalayarak yapıyor." elimde ıslattığım makyaj pamuğum yavrunun poposunu ovalarken nutku tutulmuş bir şekilde beni izliyordu. "Hatta hani diğer yavruların dışındaki zar daha çıkmamıştı ya, işte normalde anne o zarı yiyerek çıkarıyor. O zarla beraber bütün yavrularının kakasını da yalayıp yaptırıyor. Çıkan kakayı da yiyor."

Fetih elindeki biberonu tiksinerek yere bıraktı "Ne yapıyor ne yapıyor?" diye midesi bulanarak sordu. Başını iki yana salladı hayretle. "O kadar da değil saçmalama, o kadar da değil."

Gülümsedim pamuğa sızan kakaya baktım. Dibimdeki poşete atarken yeni bir havlu aldım. Fetih ıslatmıştı yedekte bekliyordu. "O kadar. Hem de afiyetle yiyor. Anne doğum yaptıktan sonra birkaç gün yemek aramaya gidemez. Bunlarla tok kalır."

Kakasının bittiğine emin olana kadar ovaladım sonra göbeğinden öperek onun için hazırladığımız kutudan geçici yatağının içine koydum. İkimiz de yere oturmuştuk ben kalktım Fetih oturduğu yerde kaldı. Ellerimi yıkayıp gelene kadar da aynı yerdeydi. Hatta kafasını biraz uzatmış yavruyu izliyordu. Yatağa geçerken iki saat sonrasına alarm kurmak için telefonumu alırken Fetih de yanıma geldi.

"Hiç normal varlıklar değil bunlar ben sana söyleyeyim." diye söylenmeye devam etti. "Tipleri de bir garip gün gün değişiyor her bir tarafı. Sürüngenlik aşamasındayız daha kediliğe varamadık. On gün oldu anasını satayım." başımı yastığımdan kaldırıp Fetih'in omzuna yasladım.

"İki saat sonra uyanıp karnını doyurmam lazım." telefonu köşeye atarken omzumun üzerine döndüm yanağım neredeyse Fetih'in kalbinin üzerindeydi.

"İnan sana sen uykuna devam et ben bakarım derdim ama elimde kalabilir Efsun."

Henüz daha hiç dokunmamıştı... "Öğrenirsin birkaç güne." dedim gözlerimi kapatırken.

"Ha illaki uyan sen de bak diyorsun."

Tam olarak o değildi söylediğim ama alışsın istiyordum. Alışsın ki ben de rahat rahat babası diye dolanabileyim ortalıkta. Yavruyla konuşurken babamız diyebileyim. Çünkü derdim biliyordum. Bir yerden sonra çıkardı ağzımdan.

"Yok canım, yok ben uykumu bölemem dersen ben bölerim her türlü. Ama nöbetlerim oluyor ya... Gerçi Zeliha çok hevesli ona bırakırım."

Sonra durdu durdu ve durdu. Sessizliğini ben, uyanamam deyişine yordum. Öyle sandım ama o bir yerden sonra söyledi söyleyeceğini.

"Öğrenip bakacağız paşa paşa. Bugün olmazsa yarın bir gün elbet bölünecek o uyku."

Kalbinin dakikadaki atış sayısı arttı. Net olarak bir sayı veremezdim ama normal bir gecede o uyurken ve iki sayısı benim kabusum olmuşken saymıştım yetmiş bir kere atıyordu. Bu normal nabızdı. Her şey yolunda demekti. Otuz yaşında bir adamda almak istediğimiz bir sayıydı. Ama bu cümleyi söylediğinde yüksek nabza bir geçiş yaptı. Mesleki deformasyondan olacak her şey yolunda mı diye saymak istedim. Tabi bir yanım da Fetih'in günün birinde tansiyon hastası olmasından korkuyordu ya, daha temkinliydim.

Ama bir türlü sayamadım başta. Kafam karıştı. Konu hâlâ kedi miydi yoksa o yarın bir gün bize en az dokuz ay on bir gün uzak mıydı? O kadar çok allak bullak oldum ki Fetih'in kalbi normal seyrine yaklaşmadan yarım yamalak saydım. Bu kendime kanıt gibiydi. Kalbi gerçekten hızlandıysa, bunu ben böyle hissetmiyorsam o bölünen uykular kedi için değildi.

Yetmiş biri geçtik. Seksen biri de geçtik. Doksan biri de. Yüz biri de. Ya kırk sekiz ya da kırk dokuz kere normal nabzının üstünde attı. Sonra yavaş yavaş normale döndü.

Heyecanlanmıştı...

Eli saçlarımda ben kalbinin atışlarıyla kendi kalbimi sakinleştirmeye çalışırken "Ne düşünüyorsun?" dedi sessizliğime karşılık. İnan Fetih, inan ben de bilmiyorum...

"Fesuphanallah, yarın gideceğiz ya konuşmaya, ne giysem diye düşünüyorum." salladım tamamen. Ama sallayınca gerçekten düşünmeye başladım.

"Gitmemizi sorun etmiyorsun ne giyeceğini mi sorun ediyorsun?"

Odaya geldikten sonra dakikalarca bunu konuşmuştuk. Seni nasıl öyle bir ortama sokayım naraları atsa da nafileydi. Bu bir vazifeydi gitmem gerekiyordu. Fetih tek mi gidecekti? Eşi olarak yanında bulunmayacak mıydım?

"Evet," dedim umarsızca. "Takacağın kravatı ben seçeceğim kıyafetime göre, hiç kafana göre takma bir şey haberin olsun."

Komiğine gitti söylediğim ya da sinirleri bozuldu o yüzden güldü. Emin olamadım. "Ya sen nereye kadar bu kravat seçme işini sürdüreceksin?"

Öyle daha güzel duruyorduk. Kimse yakıştırmasa da yakışıyorduk. Uyumlu oluyorduk. Her şeyiyle tas tamam hale geliyorduk.

"Çok, çok, çoook uzun bir zaman." dedim sonrası kısa bir soru cevapla geçti. Gülümsediğimi hatırlıyordum sona doğru.

"Beş ay sonra da mı?"

"Evet."

"Bir yıl?"

"Eveet."

"Beş?"

"Tabi ki."

"On?"

"Hıhı."

İlahi bakış açısı

Fetih Karadere ışığı yanan mutfakta kimin olduğunu pek tabi bilerek gecenin bu saatinde odasından çıkmış, buraya kadar inmişti. Yirmi dört saati aşkın süredir an kolladığı, fırsat yaratmaya çalıştığı bir gerçekti ve sonunda bu süre daha fazla artmadan yakalayabilmişti. Zamanlaması doğru muydu bilinmez. Herkes uyuyordu, Efsun kendi çocuğuna ancak gösterebileceği bir özenle kalkıp o kedi yavrusunu beslemiş ve üzerinden yirmi dakika geçmişti. Çoktan uykuya dalmıştı. Zaten dalmadan uykuya Fetih kalkamazdı yanından. Elini tutardı uyuyana kadar, işin doğrusu parmağını. Başını yaslardı koluna ya da omzuna. Öyle kolay değildi Efsun uyumadan o yataktan kalkabilmek.

Kapalı olan mutfak kapısının ardında, yorgun ve baş ağrısıyla uykuları kaçan kadın önüne aldığı ilaçla sandalyelerden birine çökmüş evinin sessizliğini dinliyordu. Bu belli bir olgunluğa geldikten sonra sık sık yaptığı bir şeydi. Seviyordu. Tüm gün bir farklı gürültüyü bağrında büyüten ve senelerini verdiği bu evin sessiz halini dinlemeyi çok seviyordu.

Açılan kapıyla bir an korktu. Saniyelik sürdü bu. Eşi geldi sandı. Yokluğunu hissederdi ve onu sessiz sedasız bir yerlerde bulurdu. Ama gelen eşi değildi, şu an hiç mi hiç yüz yüze gelmek istemediği oğluydu. "Fetih." dedi donuk bir sesle. Elindeki bardağı sıktı bir an hiçbir şey olmamış gibi davranmayı tercih etti.

"Hayırdır oğlum?"

Fetih'in içini tırmaladı bir kelime. Rahatsız oldu. Hayırdırdan mı? Saçma. Oğlumdan mı? Sahi diye geçirdi Fetih içinden bomboş, oldu mu o kadar? Geldi mi bu noktaya? Geldi! Hem de en âlâsından!

Fetih cevap vermedi bir bardak su koydu kendine annesinin yanından geçerken önündeki ağrı kesiciye baktı bir an. "Başın mı ağrıyor?" diye sordu. Zühre Karadere'nin içine su serpildi. Tamam sakin olmalıydı, telaşlanacak bir şey yoktu.

Başını salladı oğlundan gelecek bir şefkate ne kadar hasret kaldığını hissetti. Eskinin özlemi ince bir keder olarak dolandı içinde. Eskiden olsa Fetih bir kez annesinin başının tepesinden öpmeden oturmazdı ya o karşıdaki sandalyeye. Ama oturdu bu gece. Dün gece olsa yine otururdu.

"Zor oluyordur tabi," dedi Fetih, işaret parmağını şakağına vurdu iki kez. "Bu da bir parça. Yoruluyordur. Hele de seninki," suyundan bir yudum aldı annesine bakarak. Telefonunu bir kez elinde döndürdü. "Bunca kötülüğe, fitne, fesata, nefrete, öfkeye hangi kafa dayanır? Ha anne?"

Zühre Karadere elindeki bardağı aldı ve doğruldu. "Gece gece başım çatlıyor, dinleyemeyeceğim seni." oğlunun yanından geçmek istedi de kolundan tutuldu. Bu Fetih'in uzun zamandır ona olan ilk temasıydı.

"Otur." dedi Fetih kalktığı yeri gösterip. Zühre tekrar gitmek için hamle yapsa da izin verilmedi. "Otur diyorum sana, benim tadım daha fazla kaçmasın."

Zühre'nin geri vites gibi bir özelliği yoktu. Daima ileri daima ileri. Çocukları da ona çekmişti. Zeliha hariç. "Anneni mi tehdit ediyorsun?" diye sordu. Sonra kolunu çekti ve gidip kendisi oturdu. "Buyur konuş. Söyle ne söyleyeceksen."

Fetih onu bir yanlıştan döndürmek ister gibi ardı ardına cıkladı. "Ben konuşmayacağım sen konuşacaksın. Hadi bana da anlat aldığın kararları bir bir. Ama sakın atlama."

Elindeki bardağı çarptı masaya. Fetih bu üste çıkma davranışlarını büyük bir sakinlikle izliyordu. İstediği kadar yapsaydı şovunu o kadar inancı yoktu ki oğlunun ona.

"Ya hayatından kaç kere gördüğün kadının teki bir şeyler zırvaladı masada, sen de bir bir inandın geldin bana mı anlatıyorsun?"

Fetih usulca telefonuna uzandı, ekranı kaydırır kaydırmaz ekranda gözüken ismi annesine gösterdi. "O zaman biz o kadını arayalım, yüz yüz getirelim sizi. O anlatsın sen anlat. Bakalım hanginiz doğru söylüyorsunuz." halbuki emindi kimin doğru söylediğinden. Sadece bir yem koydu önüne ve sonucu bekledi.

"Saçmalama!" diye çıkıştı kadın! Hatta öyle ki telefona bile uzanmaya çalıştı. Endişesi öfkesinin önüne geçti. Masadaki yemi bir çırpıda yedi. "Hiç tanımadığın kadına mı inanıyorsun bana mı?"

Fetih artık emin olduğu şeyle öyle bir köpürdü ki annesinin tekrar telefonu alma çabasını avucu masaya vurarak sonlandırdı. "Ben düşmanıma inanırım sana inanmam bu saatten sonra sen kime neyi anlatıyorsun?" cümleleri kurşun gibi sekti annesinin kalbinde yer buldu. "Biliyordum," dedi Fetih. "yaptığın başka haltlar da var ve bu kadın biliyor bunları! O yüzden dün masada sesin soluğun çıkmadı!" Aksi halde asla susmayacağını bilirdi Fetih annesinin. Burcu dün 'yüzü burada inkar etsin' dediğinde bile açmamıştı ağzını. Ortaya dökülecek başka pislikler vardı. Tam o an anlamıştı Fetih.

"Ulan," dedi Fetih elini saçlarına daldırdı. Neredeyse yoldu saçlarını. Yüzünü bir kağıdı yırtarcasına ovuşturdu. "ya benim aklım almıyor senin gibi bir kadının nasıl Zeliha gibi bir kızı var o da yetmiyor senin gibi bir kadına nasıl Efsun gibi bir gelin denk geldi benim aklım almıyor. Benim senden midem bulanıyor anne."

Daha ağırlarını duymuş muydu Zühre? Duymuştu. Kimin içindi onlar? Efsun için. Yine duyuyordu? Yine kimin içindi? Efsun için.

"Kendimden tiksiniyorum ben anne! Sen beni doğurdun diye kendimden tiksiniyorum! Milyonlarca kadından babam sana denk geldi diye babamdan tiksiniyorum. Allah bizim belamızı versin ki sana denk geldik. Zeliha sana denk geldi, Efsun sana denk geldi! Allah belamızı versin!"

Fetih'in öfkesi öylesine büyüdü ki, önce bu odayı sonra evi en son şehri taştı. Kabullenemiyordu. Efsun'un bu aileye yaptıklarından sonra bu muameleyi görmesini, buna engel olamamasını kabullenemiyordu. Onun önüne el birliğiyle dünyaları sermelilerken ona kendi küçük dünyasını bile zehir etmelerini kabullenemiyordu. Narin, dokunsa izi kalan vücudunun annesinin söyledikleriyle tir tir titrediğini kabullenemiyordu. İçi yanıyordu. Efsun'un o halini hayal ettikçe içi eziliyordu. Kafasını duvardan duvara geçiresi geliyordu.

Annesi biliyordu Zeliha'nın hayatını ona borçluydu.

Annesi bilmiyordu ama oğlunun hayatını da ona borçluydu bir yerde.

"Ya o kadın," dedi ve yukarıyı işaret etti. "Sana rağmen bile, seni avucumun içine bırakmıyor. Ulan sana rağmen sana! Senin gibi birine rağmen! Ben kafayı yiyeceğim! Ben karımı senin gibi bir caninin elinden koruyamıyorum kafayı yiyeceğim!"

Zühre Karadere'nin aklına bin bir an geldi. "Sen karını sütten çıkm-"

"KONUŞMA!" avucunu geçirdiği masa yerinden oynadı, sular etrafa dağıldı. "KONUŞMA!" elinden bir kaza çıkacak diye korktu Fetih, duraksadı sadece nefeslendi. Sakinleşmek için güzel şeyler düşünmek istedi. Mesela Efsun'u. Her zaman yardımcı olurdu bu. Güzel bir şey diye yola çıkar ve Efsun'a denk gelirdi. Ama bu kez Efsun'u düşünmek değil sakinleştirici onu daha da krize sürüklerdi.

"Sen bugüne bugün anne oldun da mı Efsun'a annelik dersi vermeye kalkıştın? Durdun dedin mi ben ne yapıyorum diye, Zeliha'nın suratına bakıp utandın mı, ulan ben hangi kafayı yaşıyorum diye sorguladın mı? Yüzün kızardı mı anne?" Zühre'nin aklına binlerce fedakarlığı geldi neredeyse hepsi Fetih'eydi. Anne olamadığını söyleyen Fetih'e.

"Efsun var ya, doğurmadan senden daha anne sen kime neyi öğretiyorsun? Senin oturup Efsun'dan bir şey öğrenmen gerekirken sen kime neyi öğretiyorsun?! Zeliha da mı aklına gelmedi?!"

Fetih tek bir cevap bekliyordu. Biliyordu halbuki. Gelmezdi. Annesinin aklına gelemezdi.

"Bir gün benim kulağıma gelmeden kendi iradenle anlat anne!" dedi bastırarak. Bu son şans değildi, bu süreci uzatmamak için bir çabaydı. Elbet öğrenecekti. Gerekirse gidecekti Burcu'nun kapısına. Önceliği Efsun'du ama zorlamak mümkün değildi onu. Gerekirse çalacaktı o kapıyı da. "Ne var ne yok anlat bana!"

Zühre Karadere dolmuş gözlerini kaçırdı başka bir yere baktı. Konuştu dudakları titredi. "Sana yazıklar olsun! Bir kadın için annenin kalbini bu kadar eziyorsun ya... Sana yazıklar olsun."

Fetih yerinden kalktı parmağını kaldırdı annesine doğru. "Bir gün senin yüzünden anne o bir kadın benden giderse, ben öyle bir giderim ki şu sıfatıma iyi bak!" derken çehresini gösterdi. "Öldüğün gün bile göremezsin. Zeliha'yı, Kürşat'ı senden öyle bir koparırım ki bu koca evde tek başına bu masada ağlarken bugünü hatırlarsın. Sen benden koparırsan anne onu, senin hakkın olmayan herkesi senden sonsuza kadar koparırım. Ölümün bile tek başına olur. Duydun mu beni? Sakın aklından çıkarma bu dediklerimi!"

Fetih dün gece birer birer yediği tehditleri bu gece, bu masada teker teker annesine yedirdi. Masadaki bardağı aldı mutfaktan çıkmadan önce tezgahın içine kıracağını bile bile fırlattı. Zühre Karadere tir tir titrerken ikinci kez bu tehdidi, bu kez gençliğini, ömrünü adamış oğlundan aldı. Bir kriz geçirir gibi titreyen vücudunu zapt etmekse tek başına kaldığı bu yerde saatlerini aldı.

Continue Reading

You'll Also Like

2.7K 1.6K 65
Mürekkebinin gözyaşıyla dolu olduğu bu mektupların hepsi sana Tanrı'm! Bir gün yanına geldiğimde, mürekkebim bitmiş olacak ve bu sefer gözyaşlarımı...
694K 39.9K 34
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
643K 22.3K 63
"Anlıyorum çok iyi anlıyorum ben sizi, orda ne duygular içinde olduğunuzu anlıyorum." "Anlayamazsın öğretmen yaşamadan anlayamazsın en yakınını kaybe...
8.2K 2.2K 200
acı çekmek, savt, ses sada Ne şiir tadında, Ne söz tadında, Ne söyleşi tadında, Nede yazı tadında. Ortaya karışık... :)