ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

By ozcelikdilaraa

2.2M 186K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... More

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler

15.3K 1.5K 1K
By ozcelikdilaraa

Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler

  Rae'nin boşaltılmış sarayının altındaki dehlizlerde dururken elimde olmadan kahkahalarla gülüyordum. Bir yandan gülüyor bir yandan da tam karşımda yükselen aşılması imkansızmış gibi görünen ve en az bir ağacın gövdesi kadar kalın kapıya bakıyordum.

  Rae gözlerini bana diktiğinde kendimi sakinleştirmeye çalışsam da başarılı olamadım. Elimdeki ipe baktım ve bir kez daha son derece çaresiz üstelik işe yaraması da imkansız olan planımıza güldüm.

  Rae bu histerik halime dayanamayarak, "Pekala arsız ve deli kadın," dedi. "Seni neyin bu kadar güldürdüğünü açıklayacak mısın yoksa zihnine sızıp gücümü boş yere üzerinde kullanmamı tercih edersin?"

  Beyaz yüzeyine tozların yapıştığı ipliği elimde evirip çevirdim. "Gerçekten Minator'tan bu ipliği takip ederek kaçabileceğimizi mi düşünüyorsun?" Bir kez daha güldüğümde burnumdan hiç de hoş olmayan bir ses çıktı. "Dehlizlerini bu kadar karmaşık yapacak ne vardı?"

  Rae ipliği elimden aldı, ucunu yumağın içinden çıkartarak bir kısmını serbest bıraktı. "Minator labirentlerde yaşamayı seven bir yaratık, Tanrı Öldürenler için onu buraya getirtmeden önce dehlizlerin bir kısmını onun için labirente dönüştürdüm."

  Sonunda sakinleşmeyi başarsam da planı benim için hala deli saçmasından biraz daha uzaktaydı. "Bizi canlı canlı yiyebilecek bir yaratığa karşı gerçek olup olmadığı bile belli olmayan efsanelerden yola çıkarak bir plan yaptığına inanamıyorum kehanet tanrısı."

  Rae uzanıp kapının üzerindeki karmaşık kilidi açmaya koyulurken, "Sana söyledim," dedi. "Bu bir efsane değil, gerçek. Minos'un Krallığı'na Minator'u yenmek için her yedi yılda bir gönderilen gençleri kendi gözlerimle gördüm, sadece iki kişi kaçmayı başardı onlar da labirentlerde yönlerini bulmak için iplikleri kullandılar." Tüm dikkatini kilidi açmaya vermeden önce bana yan bir bakış attı, ona inanıp inanmadığımı anlamaya çalıştı.

  Minator bize geceleri uyumadan önce anlatılan korkunç bir çocuk masalından başka bir şey değildi. Eh, en azından o zamana kadar ben öyle olduğuna inanmıştım desem daha doğru olacak sanırım. Kendi şehrimdeyken, Penelop berbat geçen bir eğitim gününün ardından bizi sıklıkla Minator'a göndermekle tehdit ederdi. Eğer doğru düzgün davranmazsak bizi bir sonraki yedi yılın sonunda yola çıkacak çocuklardan biri olmamız için göndereceğini söyler sonra da kendi kendine gülerdi. Penelop çarpık bir espri anlayışı olan hasta ruhlu bir kadındı, orası kesin.

  Bizi korkutmaktan hoşlanırdı ve itiraf etmek gerekirse hikayelerini abartılı yalanlarla süslemese de Minator'un oldukça korkutucu bir yanı vardı. Küçük bakire kızların etini yemekten hoşlandığını anlatması belki bir yalandı ama beni asıl korkutan efsanevi canavarın kendisiydi. Anlatılanlara göre Girit Kralı Minos'un günahı yüzünden bu tuhaf yaratık dünyamızın başına salınmıştı. Poseidon'un ona gönderdiği boğayı onun için kurban etmemiş, Poseidon da karısının Minos'un öldürmeye kıyamadığı boğasına aşık olmasını sağlamıştı.

  Hadi ama Poseiodon, gerçekten bu kadar kibirli ve ahlaksız bir piç olmak zorunda mıydın? Zorundaymış sanırım çünkü Minos'un karısı kulağa her ne kadar saçmalığın daniskası gibi gelse de boğadan hamile kalarak yarı insan yarı boğa yaratık Minator'un doğurmuş. Pekala, sanırım çarpık ilişkiler yumağı yalnızca tanrılara özgü değilmiş. Belki de kadınla bizzat birlikte olan, sonrasında da sırf bunu yapabildiği için suçu günahsız boğaya atan Poseidon'un kendisidir. Sonuçta tanrılar bunu yapmazlar mı? Bizi kendi günahlarının bedelini ödetmek için oyunlarına ortak etmiyorlar mıydı?

  Bu garip ve korkunç hikayenin hatırlamadığım kısımları da var. Mesela Minator'un tam olarak hangi noktada nasıl labirentine bekçi olarak dikildiğini hatırlamıyorum. Ama net bir şekilde hatırladığım bir şey varsa o da onun öfkesini yenmek için her yedi yılda bir yedi genç kız ve erkekten oluşan bir grubun onun labirentlerine gönderildiğiydi. Yıllar içinde yalnızca iki genç ellerindeki iplik yumaklarını arkalarında bıraktıkları izlere dönüştürerek ondan kurtulmayı başarmışlardı.

  Rae'nin kilidiyle uğraştığı kapı tok bir ses çıkartarak açıldığında nefesimi tuttum. Dehlizlere açılan kapı aralandığında içeriden gelen yoğun koku suratıma çarptı.

  Rae duvarlara belirli aralıklarla yerleştirilmiş meşalelerden birini alırken bana gülümsedi. "Ölümle yürüdün, Minator'un seni korkutmaması lazım Mara," derken sesi içinde bulunduğumuz duruma hiç de uygun düşmeyecek bir şekilde neşeliydi. "Üstelik kör rahibelerin önünde benimle seviştin, bu senin için çocuk oyuncağı olmalı."

  Elimde olmadan dudaklarımın arasından homurdanmaya benzer bir ses çıkarttım. Bir meşale de ben alıp içeri girmeden önce, "Çiftleşmek," diyerek onu düzelttim. "Orada yaptığımızın bu olduğunu düşünüyordum."

  Rae beni rahatlatmaya çalışarak bana takılmaya devam etti. "Buradan çıkınca yaptığımız şeye istersen sevişme istersen de çiftleşme dersin, karar senin."

  Dehlizlerin korkunç kokusunu almamak için daha uzun aralıklarla nefes almaya çalışarak, "Bir süre sevişebileceğimi sanmıyorum," diye yanıtladım onu ve attığım ilk adım bir kemik parçasına denk geldiğinde onun çatırdayarak kırılmasına neden oldu. "Şu an içinde bulunduğumuz ortamın beni azdırdığını söyleyemeyeceğim."

  Rae'nin kahkahası bir çift meşaleyle aydınlanan karanlık alanda yankılandı. "O halde diğer zamanlarda seni azdırdığımı mı söylemek istiyorsun?"

  "Kes sesini." Az önce üzere bastığım kemiğin neye veya kime ait olduğunu düşünmemeye çalışarak nemli ve pis kokulu koridorda yürüdüm.

  Rae de sessizleşti. Hemen yanımda ilerliyor, bir yandan da parmaklarının arasındaki yumaktan iplikleri parça parça serbest bırakıyordu.

  Dehlizlerin girişinden geçip daha karmaşık tünellerde ilerlemeye başladığımızda yanımdaki bedeni gerildi, omuzlarımız birbirine değene kadar bana yaklaştı. Meşalelerimiz yalnızca birkaç adım önümüzü aydınlatıyordu ama buna rağmen yerdeki kemik parçalarını görüyor, birini daha ezmemeye büyük gayret göstererek ilerliyordum.

  Tek umabileceğim bunların insan kemikleri olmadığıydı.

  Rae daha dar ve karmaşık bir koridora saptığında boştaki elimle elini sıkıca kavradım. Kendimi onun nemli tenine ve sıcak dokunuşuna odaklanmaya zorlasam da bu düşündüğüm kadar kolay olmadı. Çünkü biz ilerledikçe içerideki hava da ağırlaşıyor ve daha çok horultuya benzeyen bir ses giderek yükseliyordu.

  Altı tane dar koridora ayrılan bir açıklığa ulaştığımızda Rae durdu. "Neden durduk?" diye sordum telaşa kapılarak. Bir süredir duyduğum o horultu kesilmiş, yerini yavaş ama kendinden emin adım seslerine bırakmıştı.

  Rae gülümsemek için olağanca gücünü kullanarak, "Çünkü geldik," dedi. "Minator birazdan yanımıza gelecek." Son ip parçasını da iç içe geçmiş ellerimizin arasından aşağı bıraktı. Şimdi beyaz iplikten yolumuz onları takip ederek döneceğimiz anı bekliyordu.

  Hissettiğim yoğun korkunun etkisiyle ona biraz daha yaklaştım. "Bana lütfen bizi yemeyeceğini söyle," derken sesimin titremesine engel olamadım.

  "Buna söz veremem."

  Bana cevap veren kesinlikle Rae değildi. Daha tok, daha insanlıktan uzak bir sesti beni yanıtlayan. Tam karşımızdaki koridorun içinden yükselmiş ve onun sesiyle birlikte elimizdeki meşaleler hafifçe titremişti.

  İnanmadığım tanrılar, buradaydı.

  Minotor sonunda kendini gösterdiğinde nefesimi tuttum. Ne görmeyi beklemiş ya da ummuştum bilmiyorum ama kesinlikle göreceğimi düşündüğüm şeyin bu olması aklıma bile gelmemişti. Ben daha çok kıldan görünmeyen bir beden, toynaklar ve bir boğa kafası beklemiştim sanırım.

  Ama gerçeğinin benim düşündüklerimle uzaktan yakından alakası yoktu. Uzun ve ince örülmüş kaslarla dolu esmer bedeni karanlığın içinden çıkıp geldi. Belinin aşağısında askerlerde görmeye alışık olduğum tarzda deri bir kıyafet varken üst bedeni tamamen çıplak ve yaralarla kaplıydı.

  Her bir ince ve sıkı kasın üzerinde çentiklere benzeyen beyaz yara izleri vardı.

  Ama beni şaşırtan yaralarla kaplı bedeni değil, bizzat kendisiydi. İki uzun boynuz kahverengi uzun saçlarının arasından fırlamış, onun efsanevi bir yaratık olduğunu gözler önüne sermişti.

  Benim onu dikkatle izlediğimi fark eden iri kahverengi gözleri bana döndü. "Gördüğün şey seni ürküttü mü yoksa etkiledi mi?" diye sorduğunda gülümsedi, iki sivri diş kendini belli etti. "Seni şimdiden uyarayım tanrının kadını, bana yalan söyleyemezsin. Eğer söylersen bedelini yüreğinle ödersin."

  Yutkundum, Rae'nin bedeninden güç almaya çalışarak kendimi ona biraz daha yaklaştırdım. "İkisi de değil," dedim tamamen dürüst olarak. "Beklediğim bu olmadığı için şaşırdım."

  Minator başını aşağı yukarı salladığında boynuzları meşalelerden yayılan ışığın altında parladı. "Toynaklarım olmasını bekliyordun sanırım," dedikten sonra bize doğru bir adım attı. "Belki de vardır ve sizden gizlemişimdir."

  "Belki de," diyerek yanıtladım onu.

  Rae gözlerini bu garip adama dikti. "Tanrı Öldürenleri senden geri almaya geldik," dediğinde Minator'un bakışları değişti, sertleşti.

  Gözleri bir alayla parlarken bir kez daha sivri dişlerini göstererek sırıttı. "Beni buraya getirttikten sonra buradaki işimin bittiğini mi söylüyorsun?"

  "Hayır." Rae'nin sesi yumuşak ama emrediciydi. "Dilediğin kadar burada kalabilirsin, yalnızca o silahları senden almamız gerek."

  Minator başını yavaşça sağa ve sola eğdi, kendini esnetmeye çalışır gibi bir hali vardı. Ya da saldırmaya hazırlanıyordu. "Karşılığında bana ne vereceksin tanrı?"

  Karşılık. Elbette. Tanrılarla ve onların yarattığı tuhaf yaratıklarla ilgili öğrendiğim bir şey varsa o da hiçbirinin karşılıksız bir şey yapmayacağıydı. "Ne istiyorsun?" diye sordum sakince.

  Minator'un güzel gözleri yumuşasa da suratı hala sertti. "Mutluluk," dedi hiç düşünmeden. "Mutlu bir anıya sahip olmak istiyorum."

  Rae homurdandı. "Seni salamayacağımı biliyorsun Minator," derken onu tutsak etmenin ne kadar yanlış hissettirdiğini bildiğine emindim. "Seni Girit'ten getirirken serbest bırakmayacağıma yemin verdim."

  Gözler hayal kırıklığıyla parladı. "Bunu biliyorum ve zaten senden özgürlüğümü talep etmiyorum." Bir adım geri çekilerek sırtını pürüzlü taşlara dayadı. "Sadece mutlu hissetmek istiyorum ve beni mutlu edecek bir anım yok."

  O anda onun zorunlu bir kötü olduğunun farkına vardım. Aslında hiçbir zaman korkutucu hikayelerin parçası olmak istemediğini ama zamanın ve tanrıların onu buna zorladığını hissettim. O yalnızca diğerlerini kahraman yapmak için var olan bir adamdı.

  "Mutlu olduğumuz bir anıyı mı öğrenmek istiyorsun?" diye sormadan önce boğazımı temizlemek zorunda kalmıştım çünkü ona karşı hissettiğim acıma boğazımı kurutmuş, konuşmamı zorlaştırmıştı. "Sana birini anlatabilirim."

  Minator başını iki yana salladı. "Anlatmanı değil, o anını bana vermeni istiyorum. Böylelikle onu sonsuza kadar hafızamda yaşatabileceğim."

  İrkildim.

  Rae sert bir sesle, "Bu olmayacak," dedi. "Anılarımız pazarlığa açık değil, özellikle sana verdikten sonra onları unutacaksak."

  Dudaklarımı ısırdım, aklımdaki saçma fikri dillendirecek cesareti toplayabilmek için derin bir nefes aldım. "Senin için mutlu bir anı yaratabilirim," dediğimde Rae bana kaşlarını çatarak baktı. "Senin için gerçekleşmesi mümkün olmayacak bir anı yaratıp onu sana hediye edebilirim."

  Minator'un ilgisini çekmiş olmalıydım çünkü sırtını dayadığı duvardan uzaklaştı. Uzun gövdesi dikleşirken tam göğsünün üzerinde, kalbinin olduğu yerdeki uzun yara izi dikkatimi çekti. "Bunu nasıl yapacaksın tanrının kadını?"

  Hiç düşünmeden, "Hayal ederek," diye yanıtladım onu. "Tanrı Öldürenleri bize geri vermen karşılığında o anı senindir."

  Minator sessizliğe gömülünce onun bu teklifi kafasına tarttığı anladım. Bunu başarabilirdim, hiç gerçekleşmeyecek, yalnızca benim hayallerimden ibaret olacak mutlu bir anıyı ona vermem bana bir şey kaybettirmezdi.

  Minator en sonunda, "Kabul," dedi ve başka bir şey daha söylemeden biraz önce çıktığı karanlık koridorda gözden kayboldu.

  Rae bana karşı çıkacaktı, biliyordum, bu yüzden ondan önce davranarak konuştum. "Sahip bile olmadığım mutlu bir anıyı ona vermek benden bir şey kaybettirmez," dedim. "Bana karşı çıkacağını biliyorum ama kimse onun gibi korkunun öbür yüzü olarak anılmak istemez, en azından bizden karşılık olarak mutluluk istedi, başka bir şey de isteyebilirdi."

  Rae hızlı konuşmaktan nefes nefese kalmış suratıma bakarken uzanıp suratıma dokundu. "Sana karşı çıkmayacaktım," derken sesi yumuşak ve şefkatliydi. "Zekana ve sana aşık olduğumu söyleyecektim."

  Yumuşak sözleri kalbin en kuytu köşelerine bile sızarken Minator büyük bir sandıkla geri döndü. Sandığı gürültüyle yere bıraktığında Rae öne doğru bir adım attı ama Minator elini havaya kaldırarak onu durdurdu. "Önce pazarlığın üzerinize düşen kısmını yerine getirin." Diğer elini de kaldırarak ikisi de bana uzattı. "Bekliyorum tanrının kadını, bana mutlu bir anı ver."

  Meşalemi yere bırakıp Minator'a doğru ilerledim. O kadar uzun boyluydu ki suratına bakabilmek için başımı tamamen geriye atmam gerekiyordu.

  Ellerimi onun büyük ellerine bıraktım, küçüklüğümün bir kez daha farkına vardım çünkü devasa bir kayanın yüzeyine dokunuyormuşum gibi hissediyordum. Minator dikkatli bir şekilde suratımı inceledi. "Hazır mısın?"

  Başımı belli belirsiz salladım, derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım.

  Sonra bir hayal kurdum. Hiç gerçekleşmeyeceğini bildiğim, hiç olmayacak bir hayal.

  Güneşin sıcak dokunuşları tenimi okşarken bedenime çarpan su serindi. Dalgalar yumuşak ama derinden gelen hareketlerle bedenime dokunuyor, suyun içindeki bacaklarımı ıslatıyordu.

  Kendi hayalimin içinde gözlerimi açtım, önümde uzanan uçsuz bucaksız maviliğe baktım. Biraz kulak kabartırsam uzakta giden geminin küreklerini çeken denizcilerin şarkısını bile duyabilecekmişim gibi hissediyordum.

  Üzerimdeki kıyafetlerin ıslanmasına aldırmadan akıntının içinde durmaya devam ettim. Denizin tuzlu suyuyla birleşen tenimin güneşin altında hafifçe kızarmaya başladığını hissedebiliyordum ama bunu umursamadım. Tek umursadığım hissettiğim rahatlık ve hafiflikti.

  Gerçek olamayacak kadar güzel, gerçek olması gerekecek kadar kusursuzdu.

  Eğilip elimi suyun içine daldırdım ve hoş renkli birkaç tane taş topladıktan sonra nihayet kumsala doğru ilerledim.

  Denizin kenarında küçük bir ev vardı. Çok küçüktü ama benim, bizim evimizdi. Biraz önce topladığım hoş renkli taşlar evin duvarlarına yapmaya başladığım süslemeler için iyi olacaktı.

  Evin küçük kapısı açıldı ve o dışarı çıktı. Hareketleri daha yavaş, daha sakindi. Tanrılığın vermiş olduğu kudret hiçbir zaman damarlarında akmadığı için üzerinde dizginlenebilir bir dinginlik vardı.

  Rae sırtını ahşap kapıya dayadı, kollarını göğsünde birleştirdi. "Bütün sabahı denizde geçirmiş gibi görünüyorsun," derken dikkatli bir şekilde ıslak eteklerim ayaklarıma dolanarak yürümemi izledi. Sonunda yanına gidip durduğumda parmağının ucuyla burnuma dokundu. "Kızarmışsın," dedi parmakları bu sefer elmacık kemiklerimin üzerinde gezinirken.

  Suratımı avuçlarının arasına gömerken, "Çok erken kalktım," dedim. "Uyku tutmadı."

  Rae kaşlarını çatarak bana baktı. "Keşke beni de kaldırsaydın," dediğinde bana kızmadığını, sadece benimle fazladan geçireceği birkaç saati ondan çaldığım için üzüldüğünü biliyordum. "Birlikte yürüyebilirdik."

  Dudaklarımı boynuna bastırdım, teni sıcacıktı. "Dün akşam tuhaf bir rüya gördüm." İlgisini çekmiştim çünkü meraklı gözlerle rüyamı anlatmamı bekliyordu. "Sen bir tanrıydın," dedim sırıtarak. "Hem de kehanet tanrısıydın."

  Rae'nin kaşları havaya kalktı. "Benim Apollon olduğumu mu gördün?"

  Omzuna vurdum, eve girerken başımı çevirip ona baktım. "Hayır, senin onun ikizi olduğunu gördüm."

  İçeri girip kendimi sedire bırakırken hemen yanıma oturdu, beni kendine doğru çekti ve çenesini başımın üzerine dayadı. "Bir rüya olduğu belliymiş tatlı Mara çünkü Apollon'un bir ikizi yok," dedi.

  Gözlerimi huzurla kapatıp kalbimi ve ruhumu tamamen onun kokusuyla doldururken huzurluydum. "Evet yok," dedim mutluluktan mayışmış bir halde. "Ve sen de bir tanrı değilsin, sadece Rae'sin, benim Rae'm."

  Hayal ettiğim anı zihnimden sökülüp alınırken gözlerimden bir damla yaş aktı. Ne gördüğümü, neyi hayal ettiğimi bilmiyordum Minator onu benden alırken Rae hemen gerimde hareketsiz bir şekilde bekledi.

  Ellerimi bu efsanevi yaratıktan çektim, yüzümü Rae'ye döndüm. Hiçbir şey söylemedi, sadece acı içindeki gözleriyle bana bakmakla yetindi. Hayal kurarken zihnimin içinde gezindiğini bildiğimden, "Ne gördüm?" diye sordum.

  Minator sandığı kucaklayıp Rae'ye verirken, "Saf mutluluk," dedi sonra da bana döndü. "Ve çaresizlik. Senin de benden bir farkın yokmuş Troyalı Mara, sen de tanrıların sana biçtiği rolü oynamak zorunda bırakılmışsın."

  Minator'un bana tanrının kadını değil, ismimle seslendiğini fark ettim. Her ne hayal ettiysem, ona neyi hediye ettiysem bu onu etkilemiş gibi görünüyordu.

  Minator ya daha fazla konuşmak istemedi ya da konuşacak başka bir şeyi kalmamıştı. Sessizce geldiği karanlık koridora dönerken sessizce gidişini izledim. Yalnızca karanlığın içinde tamamen kaybolmadan önce fısıltısını duydum. "Bana gönderilen çocuklar hiddetimi bastırmak için değil beni öldürmek için geldiler. Çünkü tanrılar hatalarının bedelini daima başkalarına ödetir."

☽✩☽

  Tanrı Öldürenlerin hepsini yakmak için Karr'ın ateşini dört kez harlaması gerekmişti. Silahların yüzeyi yüksek ısının altında ısınıp erirken her seferinde içlerinden ateşe direnen birkaç tanesi çıkıyordu.

  Yanan ateşi Hector'un sarayındaki odamızdan izlemiştim. Kendimi terasın korkuluklarına dayamış, havaya doğru döne döne çıkan dumanın geride bıraktığı izlerden kalan kokuyu ciğerime çekmiştim.

  Odamın kapısı çalındığında arkamı döndüm. "Girin."

  Temiz bir tunik giymiş Hector kapıyı açıp da eşikte belirince şaşırdım. Bu sarayda özgürce dolaşabilirdi, elbette, sonuçta burası onun sarayıydı ama diğer herkes silahların tamamen eridiğinden emin olmak için dışarıdayken onun burada olmasının tek bir anlamı vardı.

  Beni ziyarete gelmişti.

  Hector belli belirsiz gülümsedi. "Umarım rahatsızlık vermedim."

  Şaşkınlıkla hiçbir şey söylemeden sadece ona baktığımın farkına varınca boğazımı temizledim. "Hayır elbette," dedikten sonra, "Sadece buraya gelmeni beklemiyordum," diye ekledim.

  Hector çekingen hareketlerle odadaki geniş sedire doğru ilerleyip oturdu. "Seninle konuşmak istediklerim var, biraz vaktini alabilir miyim Mara?" Troya Kralı'nın bu çekingen hali beni şaşırtsa da bozuntuya vermemeye çalıştım.

  Ne yapacağımı bilmez bir şekilde bir süre odanın ortasında dikilsem de en sonunda ben de sedire aramıza biraz mesafe koyarak oturdum. "Elbette Hector, seni dinliyorum."

  Hector'un gözleri kısıldı, suratı kederle buruştu. "Eskiden erkek kardeşlerimle en çok sevdiğimiz şey sahilimizde at binmekti," diyerek söze girdi, anıların girdabının içine çekilirken gözlerini kırpıştırdı. "Benim onlara göre daha ağırbaşlı, daha sakin olmam gerektiğini biliyordum ama onların arasında olmak bana cesaret veriyordu." Güçlükle yutkundu. "Biraz şarap içelim mi?"

  Bir şey söylemeden kalkıp ikimize de birer kadeh şarap doldurdum.

  Hector şarabı minnetle kabul ettikten sonra konuşmaya devam etmeden önce büyük bir yudum aldı. "En dizginlenemez olansa Paris'ti," dediğinde kalbim tekledi. "Her zaman asi her zaman tahmin edilemezdi. Sparta'ya gitti ve kollarında dünyanın en güzel kadınıyla geri döndü."

  Kadehi dudaklarıma dayayıp hepsini içtim. Boğazım hem Hector'un anlattıklarından hem de şaraptan dolayı yanarken güçlükle, "Sen bana gerçek Hector olduğunu demeye çalışıyorsun?" diye sormayı başarabildim.

  Hector başını yavaşça salladı. "Öbür zamanda başıma gelenleri biliyorum. Akhilleus'un beni öldürdüğünü, cansız bedenimi surlarımızın dibinde günlerce gezdirdiğini biliyorum. Ama bu zamanda Rae beni korumasına aldı, beni yaşattı ve yaşatmaya devam ediyor."

  Kafam karışarak kendime bir kadeh daha şarap doldurdum. "Bana senin öldüğünü, senin anına kraliyette doğan tüm erkeklere Hector ismini verdiklerini söylediler."

  Hector mahcubiyetle başını eğdi. "Kimsenin bilmesini istemedim," diye fısıldadı. "Halkımdan kimsenin benim gerçekte kim olduğumu bilmesini istemedim. İnsan hafızası kandırılmaya müsaittir. Bazen en yaşlılar krallarının değişmediğini fark ediyor ama onlar da sadakatlerinden susuyorlar."

  "Neden?" diye sordum. "Neden kimsenin gerçekte kim olduğunu bilmesini istemedin?"

  Hector bakışlarını benimkilere kaldırdı. "Çünkü utandım, kimsenin başka bir zamanda da olsa şehrimi kaybettiğimi bilmesini istemedim."

  Nefesim boğazımda düğümlendi. "Bana bunları neden anlatıyorsun?"

  Hector tuniğinin bel kısmına gizlediği hançeri dikkatlice çıkarttı, kabzasından tutmaya büyük bir özen göstererek sedirin üzerine, aramızdaki boşluğa bıraktı. "Çünkü bu hançeri senin gizlediğini biliyorum," dedi Tanrı Öldürenin yüzeyi mum ışığında parlarken. "Rae'nin sarayını boşaltan askerlerden biri bulup bana getirdi."

  Hançere uzandım ama Hector beni bileğimden tutarak durdurdu. "Bu çok tehlikeli Mara," derken sesi uyarı yüklüydü. "Hepimiz hata yaptık ama senin yapacağın hatanın geri dönüşü olmaz. Ne şehrim için ne de Rae için hatandan sonra yeni bir başlangıç yapılamaz."

  Elimi ondan kurtararak kucağıma koydum. "Onu sakladım çünkü zamanı geldiğinde en büyük düşmanımı öldürmek istiyorum."

  Hector'un kaşları çatıldı. "En büyük düşmanın kim Mara, Apollon mu yoksa Zeus mu?" Dudaklarını birbirine sıkıca bastırdığında çenesinde bir kas attı. "Yoksa sen misin? Korkarım ki sen kendinin en büyük düşmanısın."

  Hançeri sedirin üzerinde bırakarak ayağa kalktığında ben de arkasından ayağa fırladım. "Bana neden gerçekte kim olduğunu anlattın Hector?"

  Hector yavaşça bana döndü. "Çünkü senin bir sırrını öğrendim Mara, karşılığında da sana bir sırrımı verdim."

  Bir ona bir de sedirin üzerinde duran hançere baktım. "Benim sırrım ne peki?"

  Hector tamamen neşeden uzak bir şekilde gülümsedi. "Rae söz konusu olduğunda gözünü kimsenin görmeyeceğini öğrendim," dedi. "İpin ucunda sallanan Rae ise koca bir şehri bile gözünü kırpmadan katledebilirsin." Dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı. "Hem kurtarıcımız hem de felaketimizsin."

  Hector bir şey söylememe fırsat tanımadan odadan çıktı, beni vicdanımla ve sedirin ortasında parlayan hançerle birlikte yalnız bıraktı.

☽✩☽

  Rae odaya döndüğünde uykumdan uyandım. Olabildiğince sessiz hareket etmeye çalıştığı her halinden belliydi. Ama ona rağmen uyandığımı görünce omuzları çöktü, suratına dökülen saçlarının geriye attı. "Uyandırmak istemedim," dedi sessizce.

  Üzerimdeki örtüleri iterek doğuldum. Hava o kadar sıcaktı ki doğru düzgün uykuya dalmamıştım. "Tanrı Öldürenler, hepsi eridi mi?" diye sorduğumda sesim titremişti.

  Başını sallayıp beni onayladı sonra da yatağa gelerek karşıma oturdu. Ellerimi tutup kucağına koyarken, "Yarın ölüleri yakmak için savaşa bir günlüğüne ara vereceğiz," dedi. "İznin olursa seni bir yere götürmek istiyorum."

  Uyku sersemi bir halde yatakta otururken gözlerimi ovuşturdum. "Nereye?"

  Rae gülümsedi, uzanıp suratıma dokunduktan sonra burnumu öptü. "Bir gün Mara," dedi fısıltıyla. "Sana yalnızca Rae ve Mara olacağımız bir gün vermek istiyorum."

  Suratı benimkine o kadar yakındı ki sökmek üzere olan şafağın altında gözlerindeki parıltıları görebiliyordum. "Nereye gideceğiz?"

  Rae teklifini kabul ettiğimi anlayarak gülümsedi. "Ephesus'a," dedi. "Orada seni tanıştırmak istediğim biri var."

Herkese selam ordu! Öncelikle 400K'dan hepinize selam, ben bu satırları yazarken 408K olduk bile :)

Tiktokta bir video izledim ÖTŞ ile ilgili, bir gün sizin onları son kez okuyacağınız benim de son kez yazacağım aklıma geldi. Sonra size bir hediye vermek istedim. Bir sonraki bölüm mutlu olacağız, belki de ilk defa :(

Şimdiden diyorum soğuk bir şeyler alın yanınıza. Smut isteyen pamuk eller cebe ama . 350 oy ve 700 yorum istiyorum :)

Sizi sonsuzluk kadar seviyorum!

-Kaos.

Continue Reading

You'll Also Like

15.6K 197 17
Şahsıma kurulan şeytani bir kumpas sebebiyle ayak kölesi oldum. Bu durumdan nasıl kurtulacağım (Şantaj Kölesi hikayesinin 2.sezonudur. 35 bölümden de...
838K 9.1K 20
Eğer iki farklı hayat yaşıyorsanız hayat gerçekten zordu. Eğer o iki hayattan biri üst düzey bir bürokratın kızı, diğeri ise en çok aranan bir suç ör...
23.6M 1.4M 78
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
215K 9.5K 50
Güçlü kadın serisi...