İKİLİ DELİLİK

By sezgisalman

44.7K 5.7K 434

Yıllardan 2008, Mayıs ayının sonu Fethiye'de Sımsıcak bir yaz gelmek üzere! Merih ve Venüs ikiz kardeşler, do... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
30. Bölüm
Final - Son Söz

29. Bölüm

1.5K 168 8
By sezgisalman

Merih tatilinin ikinci gününde artık biraz daha rahattı. İlk gün yaşadığı o 'babama yalan söyleyerek buralara geldim' psikolojisini dün gece mışıl mışıl uyuyunca atlatmıştı. Aynada son kez saçlarını düzeltip kendini kontrol etti. Alt tarafı denize gideceklerdi ama bu sabah kendine çok özenmişti. İçinden gelmişti. Çıkacağını bile bile hafif bir makyaj bile yapmıştı.

Ali nereye gideceklerini söylememişti. Bugünün sürpriz bir etkinliği olduğunu söylemişti. Merih fazla kurcalamamıştı çünkü Ali'nin onları Simi'nin pek de herkesin bilmediği bir köşesine götüreceğini düşünüyordu.

Ali de o esnada kaldıkları küçük ama çok tatlış otel odasının tuvaletinden çıktı. Üzerinde açık mavi deniz şortu ve beyaz tişörtü vardı. Koyu ten rengi üzerine böyle açık renkli kıyafetler giyince ayrı bir yakışıyordu. Kendisi tuvaletteyken Merih'in de tam bir sevimlilik abidesi gibi hazırlandığını görünce hem şaşırmış, hem de gözleri mutlulukla parlamıştı. Göğüs kısmı dantel motiflerle süslü, dizlerinin hemen üstünde biten, boyundan bağlamalı beyaz yazlık bir elbise giymişti. İçindeki pembe bikinisi çok rahat belli oluyordu. Saçlarını at kuyruğu yapmış, kaküllerini de özenle taramıştı. Hafifçe bronzlaşmış teni ışıl ışıl parlıyordu.

Her şeyden bihaber olmasına rağmen bu kadar güzel hazırlanması Ali'yi çok sevindirmişti.

"Çok güzel görünüyorsun sevgilim," dedi tuvaletin kapısını kapatıp ona doğru yürürken.

"Teşekkür ederim, öyle bir özeneyim kendime dedim. En sevdiğim elbisemi giydim." Merih bir çocuk gibi eteklerini havalandırarak sağa sola dönünce Ali güldü. Uzanıp onun dudaklarına bir öpücük bıraktı. Onun dudaklarının kendine has tadının yanı sıra çilekli dudak parlatıcısının tadını da alınca kendi dudaklarını yaladı. "Hazırsan çıkalım mı o zaman?"

"Tamam, çıkalım!"

Otelden çıkıp el ele merkeze doğru yürüdüler. Merih artık "Ee, nereye gideceğimizi biraz bile çıtlatmayacak mısın hala?" diye sordu.

Ali muzipçe gülümsedi. "Az kaldı zaten sürprizime, gelmek üzereyiz."

Merkezde mi takılacaklardı? Merkezde de denize giriliyordu da, pek de sürprizlik bir şey yoktu burada. Tamam, aşırı kartpostal gibi bir görüntüsü vardı, çok şirin kafelerle restoranlarla doluydu etraf ama, dün akşamüstü baya bir gezmişlerdi burayı zaten.

Fakat Ali onu Merih'in şüphelendiği gibi çarşı içi tarafına doğru değil, kıyı tarafına doğru götürünce Merih iyice meraklandı. Demirlenmiş yatlardan birine doğru yaklaştıklarını fark edince gözleri büyüdü.

"Ali hayır!" dedi korkuyla.

Ali kahkahayı bastı. "Merih hala korkuyor olamazsın!" dedi yüksek bir sesle.

"Ben daha o travmayı atlatamadım. Önümüzdeki seneye kadar hiçbir tekneye, yata falan binmek istemiyorum!"

"E ama buraya feribotla geldik."

"O başka, onda kalsak da hızlıca çözüleceği kesindi."

"Tamam bu sefer de söz hazırlıklıyız. Güven bana, lütfen! Çok güzel olacak."

Ali 'güven bana' dediğinde Merih'in tüm dengeleri bozuluyordu. Ona güvenmekten kendini alamıyordu. Çaresiz bakışlar altında, yatın giriş köprüsüne adım atıp kendisine elini uzatan Ali'nin eline baktı. Ali'nin teşvik edici bakışları 'hadi gel' diyordu. Merih şüpheyle bakmaya devam edince "E hadi ama Merih! Abartma!" dedi Ali. Merih isteksizce onun elini tuttu. Onunla beraber geçen sefer bindiklerinden bir tık daha küçük olan yata bindi. Ali Yunanca selamla kaptanla tokalaştı. Sonra İngilizce devam ederek ondan direktifleri aldı. Soracaklarını sordu. Ardından kaptan onlara iyi eğlenceler dileyerek yattan indi.

Merih yine ufak çaplı bir kısmi kalp krizi yaşayarak yatın arkasındaki yemek masasının gülkurusu rengindeki koltuklarına oturdu. Çantasını masaya bıraktı. Karman çorman bir ifadeyle kendisine gülümseyen Ali'ye baktı.

"Rahat ol, çok güzel yerlere gideceğiz. Ben bu tatil için çok çalıştım. Yemin ederim," dedi Ali bir kez daha. Mutfağa gidip hızlıca dolabı kontrol etti. Her şey hazırdı. İstediği her şeyi dün akşam Merih yıkanırken çıkıp alıp yata getirmişti.

Birer tane bira alıp tekrar güverteye çıktı. Biralardan birini Merih'e verip "Gel hadi, motoru çalıştıralım," dedi.

Merih ağzında geveleyerek "İnşallah çalışır," diye mırıldandı.

Soldaki dar merdivenlerden yukarı çıktılar. Ali önceden görmüş olduğu yatı profesyonelce çalıştırıp, yine önceden planlanmış olan rotaya doğru güzergâha girdi. Birasını içerek, rüzgâr yüzünü yalayıp giderken, tepesinde onu ısıtan güneşle ve en önemlisi hemen sol yanında oturan Merih'le açık denizde olmak muhteşem bir histi. Bugün hiç bitmesin istiyordu. Sonsuza kadar bu yatla böyle gidebilirdi.

Merih'e elini uzatıp onu yanına çekti. Kolunun altına alıp kendine bastırdı. Alnının yanına uzun bir öpücük bıraktı. Sonra onun saçlarını kokladı ve yüzünü onun yüzüne dayadı. Gözlerini kapatıp anın tadını çıkarırken Merih de onun gibi gözlerini kapadı.

"Hayatımın en güzel tatili bu," diye fısıldadı Ali onun burnuna minicik bir öpücük bırakırken.

Merih gülümsedi. "Benim de... benim de öyle. Çok ama çok mutluyum."

Ali geri çekilip biraz onun gözlerine baktı. Sonra uzanıp Merih'i aşkla öptü. "Seni seviyorum Merih'im," derken Merih'in güneşte parıldayan açık kahverengi gözlerinin tam içine baktı.

"Ben de seni seviyorum Ali'm." Uzanıp tekrar sokularak Ali'ye sarılıp başını da onun göğsüne koydu.

***

Merih için tam su kuşu olduğu bir gün olmuştu bugün. Resmen gittikleri hiçbir yerde sudan çıkmamıştı. Ali yemek hazırlamaya gittiğinde bile çocuk gibi suda kalmıştı. Hızlı hızlı yüzerek Ali'yi çokça rencide etmiş, bilumum su şakalarını Ali üzerinde uygulamıştı. O kadar çok gülmüş ve eğlenmişti ki, kendisi için tarihe geçen günlerden biri olmuştu.

Saat yedi gibi, Herke Adası civarındaki cam gibi koylardan birinden ayrılıp, tekrar Simi güzergâhına dönmek için dümene çıkmıştı Ali. Merih yatın ön tarafında Yunan radyosundan bir kanal açmış, Grek müziği eşliğinde, güneş gözlüklerini takmış, boylu boyunca uzanmış güneşleniyordu. Sudan çıkalı ne kadar olmuştu bilmiyordu ama bütün vücudu çoktan kurumuş, hatta saçları bile kurumaya yüz tutmuş olduğuna göre bir hayli vakit olmuş olmalıydı. Şu ana çoktan yola çıkmış olmaları gerekiyordu ama Ali daha motoru bile çalıştırmamıştı.

Şüpheyle gözlerini açıp gözlüğünü çıkararak doğruldu. Belden yukarısını çevirip yukarı baktı. Tam olarak göremeyince ayaklanıp yukarı çıktı. "Neden hala buradayız?" diye sorarken içini çoktan bir korku kaplamıştı.

Ali suçlu bir çocuk gibi ağır ağır arkasını döndü. Endişeyle Merih'e baktı. Hiçbir şey demesine gerek yoktu. Merih bir süre sessizce şok içinde Ali'ye baktı. Konuşabildiği ilk anda "Gerçekten bir yere yıldırım iki kez düşemez ya!" diye bağırdı. Bütün gün kaç defa durup kalkmışlardı, hiçbir sorun çıkmamıştı. Şimdi akşamüstü yine bir şeylerin bozulacağı mı tutmuştu? İnsanlar ne biçim yat yapıyorlardı? Bunların hiç mi bakımı yapılmıyordu? Olacak iş miydi?

"Ali n'olur şaka yapıyorum de ya!" diye yalvardı Merih. Ali iyice utançla arkasına doğru çöker gibi oturdu. Yere bakarken ensesini sıvazladı. "Çok özür dilerim Merih. İnan inip aşağı falan baktım, asla ne olduğunu anlayabilmiş değilim. Yine hiçbir şeyde sorun görünmüyor. Allah'tan bu kez kaptana sinyal gönderebildim. Ama biraz uzaktayız Simi'ye... malum..."

Merih en azından haber gönderebildiklerini duyunca rahatladı ama yine de mutsuzluğunu üzerinden atamadı. Tam yatlarla arasını düzeltmişti, tam ne güzel bir gün geçirdim diye düşünüyordu, olacak iş değildi bu.

"Bak ne diyeceğim, sen in güneşlenmeye devam et, akşam yemeğini ben hazırlayacağım. Arkada balıkları pişiririm. Yardımın gelmesini beklerken bu koyda yeriz artık yemeği. Hiç keyfini kaçırma, tamam mı? Nasıl mutluyduysan o haline geri dön sevgilim."

Merih kararsızlıkla baktı Ali'ye. "Ama olmaz ki öyle de, yardım edeyim ben sana."

"Yok yok. Bu da benim jestim olsun. Sen in güneşlen hadi."

Merih kararsız ve isteksiz halini koruyarak Ali'nin dediğini yaptı. Aşağı inip geri uzandı. Nasılsa birazdan sıcak basardı.

Ali tüm planları tıkırında ilerlerken uçarak aşağı indi. Yarım saat içinde salatayı hazırladı, önceden aldığı mezeleri tabaklara koydu. Elindeki önceden soğuttuğu kaliteli şarabı da açıp hazır etti. Elektrikli ızgarayı çalıştırıp balıkları güzelce yerleştirdi ve pişirmeye başladı. Masaya hızlıca göz gezdirip her şeyin mükemmel olduğundan bir kez daha emin olmak istedi.

O sırada Merih gerine gerine elinde radyoyla yanına geldi. Hemen kalkmayı umarken biraz içi geçtiği için uyumuştu. Ali'nin balıkları pişirmeye yeni geçtiğini görünce rahatladı.

"Çok güzel kokuyor." Radyoyu kenara bırakıp Ali'ye doğru gülümseyerek yürüdü. Sonra ona arkasından sımsıkı sarılıp başını onun sırtına koydu. Elleri ağır ağır Ali'nin karın kasları üzerinde gezinerek okşadı.

Ali bakışlarını yanmamaları ve az da pişmemeleri için bir an olsun balıklardan çekmiyordu. Ama Merih'in üstünde sadece bikiniyle kendisine sarılması çok dikkat dağıtıcıydı. Boştaki sol elini onun ellerinin üzerine koydu. O da Merih'in kolunu okşadı. Merih onun sırtını öpmeye başlayınca gülerek "Merih yapma, balıklar yanacak," demek zorunda kaldı.

Merih durmadı. Sinsi sinsi gülümseyerek dudaklarını Ali'nin sırtında gezdirmeye devam etti. Dilinin ucuyla dokunduğu yerlerde yakıcı yaralar bırakır gibi geçerken Ali içini çekti.

Ali tehdit edercesine "Merih eğer buna devam edersen seni çok pis utandıracağım haberin olsun," dedi.

Merih yine durmadı hodri meydan der gibi. Parmak uçlarına yükselip yetişebildiği kadar Ali'nin omuzlarına doğru devam etti.

"Gerçekten bu ellerini şortumun içine sokacağım, çok az kaldı. Çünkü çaresiz kalmaya doğru adım adım ilerliyorum. Git elbiseni giy de öyle sarıl bari. Ten tene minimum seviyede değsin."

Ali'nin bu sözleri üzerine Merih kıkırdayarak geri çekildi. Ali başını çevirip onun yüzüne bir bakış attı. Muzipçe gülüyordu küçük utangaç sevgilisi. Gidip Ali'nin sözlerine uyarak elbisesini giydi. Açık saçlarını savurarak gelip bu kez Ali'nin tam yanında durdu.

"Kesin adamlara sinyal gitti değil mi Ali? Bak kalmayalım burada. Bu kez yat tanıdık yatı da değil. Kira değil mi? Valla girer parası..."

Ali güldü. "Merak etme, girerse öderiz o kadarını. Olmadı Rodos yakın sayılır buradan. Ben sana tutunurum, sen yüzerek çekersin bizi."

"Ha ha ha! Çok komik."

Ali eğlenerek gözlerini devirdi. "Tabakları almamışım, uzatabilir misin masadan?

Merih masadan tabakları alıp getirdi. Ali pişmiş balıkları tabakların kenarına koyup ızgarayı kapattı. "Hadi gidip bu müthiş balıkları yiyelim."

Merih kurt gibi acıkmıştı. Öğlen de adam gibi bir şey yemedikleri için çok heyecanlıydı şu an. Ali masaya oturmadan evvel sandalye arkasına astığı beyaz keten gömleğini giydi. Normalde resmiyetin ve özenin bir numaralı temsilcisi olsa da hala hava çok sıcak olduğu için sadece üç düğmesini kapattı. "Ben şarabı da alıp geliyorum."

Merih onun arkasından gözden kaybolana kadar baktı. Sonra dirseğini masaya dayayıp çenesini de eline yerleştirdi. Bütün gününün ne kadar romantik geçtiğini düşündü. Rüya gibi bir gündü sahiden de.

Ali elinde beyaz şarap şişesiyle döndü. Sonra yıllardır restoranda çalışan biri olmanın verdiği profesyonellikle şarapları bardaklara özenle doldurdu. Onun şişeyi tutuşu ve dolduruşunu izleyen Merih gülerek "Ben de böyle yapabilirim!" dedi meydan okur gibi.

"İkinci kadehlerde de sizi izleriz Merih Hanım." Ali'nin ses tonu ve hitabeti tam ona müşterilerin etrafında seslendiği tondu. Bu tavrı Merih'i yine kıkırdatmıştı.

Kendisi de sandalyesini çekip tam Merih'in çaprazına, ondan tarafa dönerek oturdu. Kadehini ona doğru uzattı. "O zaman bugünümüze ve geleceğimize!" dedi.

"Bugüne ve geleceğe," diyerek kadehini tokuşturdu Merih. İkisi de birbirlerinin gözlerine bakarak birer yudum aldılar. Ardından Merih kendini tamamen yemeklere verdi. Salatadan, mezelerden bolca alıp tabağını muhteşem bir tabak haline getirdi.

Ali'yse daha çok onu izliyordu. O da acıkmıştı ama heyecandan pek rahat yiyemiyordu. Üstelik Merih'in sevimli iştahı ikisine de yetiyor gibiydi.

"Çok teşekkür ederim bu güzel sürpriz için. Her ne kadar mahsur kalmamız yine tadımı kaçırsa da, bu da keyifli bir deneyime dönüşecek gibi. Neyse ki bu sefer yarına yetişmemiz gereken bir iş yok," dedi Merih. Balığını yerken kendinden geçiyordu. Tadı o kadar güzeldi ki!

"Benim için de muhteşemdi aşkım. İnan hayatımda ilk kez tatil hiç bitmesin istiyorum. Bir işkolik olarak benim için bunun ne kadar büyük bir şey olduğunu tahmin edersin."

Merih başını aşağı yukarı salladı. "Ben de hiç dönmek istemiyorum. Herkes her şeyi bilse de ben normal olamıyorum çünkü."

Merih'in bu sözleriyle Ali de biraz ciddileşti. On gün önce İrfan Bey'le restoranda hep beraber yemek yedikleri gece artık herkes yavaştan her şeyi öğrenmeye başlamıştı. En azından iş arkadaşları ekibi artık Merih'le Ali'nin arasında bir şeyler olduğunu biliyorlardı. İşin ciddiyetini bilmiyorlardı sadece. Merih çok utanmış ve korkmuştu iş arkadaşları öğrenirken. Ama hiçbiri asla onları yargılamamıştı. Aksine bir de çok sevinmişlerdi. Hele de Sıtkı abi, Feyyaz abi falan öyle mutlu olmuşlardı ki Merih şaşırmıştı artık. Şenay "İki çok sevdiğim insanın beraber olması kadar güzel bir şey olamaz şu hayatta," demişti. Sonra Tarık konusunu sormuştu Merih'e. Restoranda Tarık konusunu bilen bir o vardı. Diğerleri sadece Merih'in Tarık'la çıktığını sandıkları döneme hakimdiler. Onu da arkadaşlarına söyledikleri şekilde açıklamışlardı. Aslında Tarık Venüs'le beraberdi de cezalı olduğu için o Merih'miş gibi davranmışlardı diye. Fakat Şenay Merih'in senelerdir Tarık'tan hoşlandığını bildiği için olayın iç yüzünü sormuştu. Merih de üstünkörü durumu anlatıp Tarık'a olan hislerinin basit bir hayranlıktan ibaret olduğunu, Ali'ye gerçekten sırılsıklam aşık olduğunda fark ettiğini söylemişti. Şenay bilmiş bilmiş gülümsemişti bunun üzerine. "Ben tahmin etmiştim onların gençlik hevesi olduğunu ama seni kırmamak adına hiç demedim. Çünkü bir insan o kadar uzun süre öyle dayanamaz. Bir düşünsene Ali'yi senelerce bu yoğunluktaki hislerle uzaktan izlediğini? Onun hayatında başka kadınlar olduğunu? Dayanabilir miydin?" deyip Merih'i yeni bir düşünce silsilesinin içine atmıştı. Doğru söylüyordu. Merih, Tarık başka kadınlarla çıkarken bir kez bile gözyaşı dökmemişti mesela. Ama Ali'nin Aslı'yla beraberliği bile onu defalarca kez acıdan ağlatmıştı. Kıskançlıktan yüreğinin kavrulmasının nasıl bir şey olduğunu anlamıştı onunla beraber. Dördü beraber gece kulübüne gittikleri gece, Aslı'nın birden çıkageldiği o gecenin sonu Merih açısından berbat bitmişti mesela. O gece çok ama çok üzülmüştü. Sonra Ali'nin onu arabada öptüğü ve Merih'in elinin onun aletine çarptığı gece ağlaya ağlaya mesaj atmıştı ona. Bu durumu senelerce yaşadığını tahayyül dahi edemiyordu. Asla dayanamazdı. Ölürdü herhalde acıdan. Ali gözünün önünde başkalarıyla olacaktı, Merih de öyle onu izleyecekti...

Herhalde asla yapmam dediği şeyi yapıp Fethiye'yi bile terk edebilirdi böyle bir şey olsa.

Bir şekilde yavaş yavaş beraberlikleri kulaktan kulağa yayılmaya başlamıştı. Merih ona kim sorsa, insanların yüzünde bir şaşkınlık ama bir yandan da sevinç görmüştü hep. Yüzüne karşı onu 'bu adam nişanlısından daha yeni ayrıldı, senin bu işte bir parmağın mı var yoksa' diyerek yargılayan şimdiye kadar hiç olmamıştı. Arkasından bunu yapan var mıydı, bilmiyordu. Düşünmemeye ve umursamamaya çalışıyordu. En yakınlarıyla bu sorunu pozitif olarak çözmüştü ya, ona bakıyordu ve odaklanıyordu. Herkes sanki bu sevdikleri iki insanın düğününü heyecanla bekliyor gibi bakıyordu Ali ve Merih'e. Çalışırken profesyonelliklerini her zamanki alışkanlıklarıyla korusalar da, ara ara Ali de Merih de, Şenay'ın omuz atmalarına, Esat'ın sataşmalarına maruz kalıyorlardı. Gülüp geçiyorlardı hep.

Ama işte tüm bunlara rağmen hala Fethiye sahilinde rahat rahat el ele yürüyemiyorlardı. Nedense onu yapamıyordu Merih. Ali istiyordu ama Merih korkuyordu. Biraz daha zamana ihtiyacı vardı. Henüz ilişkileri göze batsın istemiyordu.

"Biraz daha zaman tanıyalım kendimize. Her şey düzelecek," dedi Ali onun elini okşayarak. Sonra dudaklarına götürüp öpmeden de duramadı. Merih şımarır gibi gülümsedi.

"Nasıl salıları da gelmeye başladın ama!" dedi Merih ona sataşarak. Tekrar yemeğine döndü.

Ali başını iki yana sallayarak güldü. Doğru diyordu. İki salıdır Merih geliyor diye kendisi de işe gitmişti. Onun olduğu her akşam o da restoranda olmak istemişti. Restoran onların bölgesiydi sonuçta. Merih varsa, Ali de olmalıydı.

"Sezon sonuna kadar böyle!" dedi Ali de balığını keserken. İrfan Bey'in cezası bitene kadar Ali de kendini Merih'le beraber bir cezaya mahkum ediyordu.

"Yalnız şaka maka bulaşık işi korkunçmuş Ali. Ben yürek yiyip tamam dedim ama... Hakkın olan parayı almadan o işi yapmak biraz koyuyor bana."

Ali eğlenerek güldü. "Favori damatlığımı koruyorum. O yüzden her ne kadar sana çok acısam da cezana hiçbir şekilde müdahale edemem. Para veremem ama gelip seninle bulaşık yıkayabilirim."

"Ay yok artık!" dedi Merih gülerek. "Temizliğe daha çok abanacağım ben. Tuvalet temizliği falan daha iğrenç ama daha az yorucu en azından."

"Sen bilirsin. Saatini doldur yeter." Ali'nin söz konusu bu durum olunca aşırı ciddileşmesi Merih'e komik geliyordu. Hiç kendi tarafını tutmadığı için ona kızamıyordu bile.

"Ali bir şey soracağım sana," dedi Merih birden aklına gelen bir anı yüzünden. Çok uzun süredir aklına takılan bir şey vardı. İlk öğrendiğinden beri aklındaydı hatta bu. Ama Ali hep konuşmaktan kaçtığı ve ertelediği için bir daha bahsini açamamıştı. Belki şimdi biraz anlatırdı.

"Sor bebeğim, ne istiyorsan sor!" Ali'nin pozitif sesi aşk doluydu.

"Hani yatta ilk mahsur kaldığımız gecede âşık olma konusunun bahsi açılmıştı. Sen daha önce âşık olup olmadığımı sormuştun. Yani Venüs olarak sormuştun. Ben de sana bilmiyorum demiştim ve senin Aslı'ya aşık olup olmadığını sormuştum. Sen de o konu üzerine 'aşk nedir ki zaten! Ben bir kere' deyip susmuştun. Daha sonra da bu konunun bahsi açılır gibi olunca konuşmamıştın." Merih bir an duraksadı. Sesli bir nefes alıp verdi. "Ben bunu çok merak ediyorum. Seni değiştiren biri var değil mi? Benim hiçbir zaman o yanını görmediğim lisedeki kavgacı çocuk, üniversiteden pamuk gibi döndüğünde o arada bir şeyler olmuş olmalı. Ben seni hep böyle tanıdım. Sen hep sempatik ve dost canlısıydın. Asla kızgın değil, hep sabırlıydın. Ve sadece bana gösterdiğin bu yanın, biri sayesinde senin normal halin haline gelmiş. Bu kişi de senin hep bu susup konuşmaktan kaçındığın kişi..."

Ali çatalını bıçağını bırakıp peçetesine ağzını sildi ve arkasına yaslandı. Şarabından büyük bir yudum aldı. Bu konu tadını kaçıran bir konuydu. Eğer konuşacaksa biraz alkol gerekiyordu.

"Bunu mümkün olan en kısa ve özet haliyle anlatmaya çalışacağım. Çünkü böyle romantik ve muhteşem bir gecede sana eski sevgilimden bahsetmek pek istemiyorum. Ama sen çok tatlı ve nazikçe sorduğun için de geri çeviremeyeceğim."

Merih merakla Ali'den tarafa doğru vücudunu eğerken yine dirseğini masaya dayadı ve bu kez yumruk yaptığı eline çenesini dayadı. Öbür eline de Ali gibi şarap bardağını aldı. Gayet keyifli bir sesle "Yok Ali! Öyle düşünme. Ben öyle bir tip değilimdir. Sanki beni bilmiyorsun! Buna kıskançlık etmem ki ben. Yani ciddi ciddi problem edecek biri değilim," dedi.

Ali tebessüm etti ona. Sonra elinin tersiyle Merih'in yanağını okşadı hafifçe. "Biliyorum, ciddi ciddi buna takılacak biri değilsin ama üzülüyorsun. Aslı'yla tanışmamı dinlediğin günü hatırlatırım."

Merih burun kıvırdı. "Ama çok romantik bir tanışmaymış o da yani ne yapayım? Neyse ki o sana yürümüş de kaçan tadım geri geliyor."

Ali kıkırdadı. Cidden alemdi bu kız! Müthiş tatlı bir insandı.

"Üniversitede ben İngiltere'den gelen bir değişim öğrencisiyle tanışmıştım. Adı Mia'ydı. Meditasyon konusunu anlatmıştım zaten. Biz başta Mia ile normal normal arkadaştık. Ben üniversitede ilk zamanlarda da kavgacıydım. Birinden bir kere kıl kaptım mı asla yıldızım barışmıyordu ve bana biraz sataştılar mı hemen kavga dövüş oluyorduk biz. Mia da bunu görüyordu işte. Sonra dedi ki öfkeni kontrol edebilirsin, böyle herkese sinirlenerek hayatını geçiremezsin, sana zarar... Herkesin söylediği şeyler gibi gelmişti başta. Sonra bir gün beni zorla meditasyona çağırdı kaldığı yurda. İngiltere'den gelmiş kız öğrenci ya, ben de bir heves gittim yani. Kız ne düşünüyor, ben ne niyetle gidiyorum onun yanına..." Ali kendisinin o zamanki düşüncelerine gülerken Merih'in de kıkırdadığını duyunca rahatladı. En azından azgınlığı yüzünden yargılanmamıştı.

"Ben oturdum bununla meditasyon yapıyorum. Aklım başka yerlerde ama. Sonra bu anladı benim kafam toparlanmıyor, bu şekilde olmaz odaklanman lazım dedi. Bahçeye çıkardı bizi. Ben orada kabullendim bir şey olmayacak yani, bari rezil olmayalım dediğini yapayım dedim. Elimden geldiğince uyum sağlayarak yapmaya çalıştım. Bittiğinde bir garip hissettim. Cidden oksijen vücuduma iyi gelmiş gibi daha dinçtim. Ama üstünde durmadım. Sonra gel zaman git zaman aynı zihniyetle birkaç kez daha gittim Mia'ya ben. Her yapışımızda yeni bir şey öğreniyordum ve baya baya etki etmeye başlamıştı artık. Sanki bunu yapmada Mia'ya bağımlıymış gibi onunla geçireceğim zamanı bekler hale gelmiştim. Sonra fark etmiştim ki bunu ben istediğim zaman zaten kendi kendime de yapabilirdim. Şartları sağladıktan sonra temeli biliyordum artık. Bu süreç bizi Mia ile yakınlaştırdı. O zamanlar Türkiye'de meditasyona dair neredeyse hiçbir şey yoktu. Şimdi üç beş bir şey var en azından ama o dönemde ben ne öğrenebilirsem onun kaynaklarından öğrenebiliyordum. O da bana öğretmeye çok hevesliydi. Ailesi böyle işlere meraklıymış onun. Hippi bir ailesi varmış böyle her sene Glastonbury'lere falan giden tipler... Mia da biraz öyleydi... İtiraf etmem gerekirse çok güzel kızdı."

Merih başını salladı hafifçe. Güzel olmak zorundaydı. Ali'yi kendine bu kadar bağlayıp hiç alakasının bile olmadığı işlere sürüklemeye değecek kadar güzel olmalıydı.

"Neyse! Sonraları böyle gözümüz açıkken yaptığımız seanslarda falan, çok fazla göz göze bakardık. Benim tıpkı o seks düşündüğüm ilk zamanlarda olduğu gibi ona dalar giderdim ben. Nefesimi düzenleyeceğime daha çok bozardım. Çünkü anlamıyordum ama o baya baya benim nefesimi kesiyordu." Ali yutkundu ve gözlerini öne şarap bardağına doğru eğerek "Kontrolsüzce aşık oluyordum işte," diye mırıldandı. Sonra şarabını tek seferde içip bitirdi.

Merih medeni olacağına söz vermişti. Medeniliğini koruyordu da. Ama nedense çok çok az da olsa bu hikâyeyi sorduğuna pişman olmuştu. Bunu Ali'ye çaktırmamak için elinden gelen gayreti gösterdi. Çünkü anlatmasını çok istiyordu. Deli gibi kıskanacak olsa da istiyordu.

"O da bana bakarken dikkatini toplayamıyordu. Cümleleri şaşırıyordu böyle. O seanslarda anlamıştım ki, onun da bana karşı benzer bir takım hisleri oluşuyordu. Sonra işte... gerisini tahmin edersin. Ben ona çıkma teklif ettim, henüz daha aramızda resmi hiçbir şey yokken birkaç kez tam onların usulü sayılabilecek randevulara gittik. Birkaç randevunun sonunda sevgili olmuştuk. İki yaz buraya da gelmişti o hatta. 92 ve 93 yazında."

Merih gözlerini kısarak hatırlamaya çalıştı. O zamanlar dokuz on yaşlarındaydı. Ne kadar hatırlayabilirdi ki yani? Ali onu 91 yılının Eylül'ünde tamamen bırakmıştı. Birbirlerini en son Ali üniversite için Ankara'ya gitmeden evvel yine buluşma noktalarında görmüşlerdi. Ali ona veda edip giderken Merih biraz ağlamıştı. Çok sevdiği bir arkadaşını kaybettiğini sanmıştı o zamanlar Merih. O yüzden Ali'ye onu bıraktığı için küsmüştü aklı sıra.

"Ben sana küsmüştüm," diye hatırladığı gerçeği paylaştı Ali'yle. Ali şaşkınca gülümseyerek gözlerini kıstı. "Nasıl ya?" diye sordu.

"Beni bırakıp başka şehre gittiğin için küsmüştüm sana. Sen benim en sevdiğim oyun arkadaşımdın. Sen gidince kimse benimle sokak oyunlarını oynamadı bir daha. Öyle olunca sana daha çok bilenmiştim. O yüzden 91-95 yılları bandında bende pek yoksun. Ben aklım sıra büyüyüp oyun arkadaşı kavramının önemini kaybedene kadar sana küs kaldım. Ama tabii sen beni çoktan unutmuştun zaten. Veledin teki! Neyimi hatırlayacaksın ki?"

Ali alt dudağını büzerek Merih'in dibine kadar girdi. Hüzünle ona bakarken "Ben sana kıyamam. Sen çok mu darıldın bana ya?!" dedi onun yüzünü okşayarak. Merih hafifçe başını sallayınca Ali uzanıp onu öptü. "Bilseydim ben her yaz gelirdim ya senin yanına! Yazıklar olsun bana!"

"İyi ki gelmemişsin, bir de Mia'yı getirseydin sinirimden çatlardım artık başka oyun arkadaşı buldun diye."

Ali kahkahayı basarak arkasına yaslandı tekrar. Uzanıp şarap şişesini alıp şarapları tazeledi hızlıca.

"Eee sen devam et. Neden bugün Mia'yla değilsin de benimlesin bunu inanılmaz merak ediyorum," dedi Merih. Ali'nin tazelediği şaraptan bir yudum daha aldı.

Ali tekrar rahat bir oturma pozisyonu alıp devam etti. "Üçüncü sınıfın ikinci döneminde annesi babası boşandığı için Mia'nın ülkesine dönmesi gerekti. Eğitimine de ülkesinde devam edecekti. Ben tabii ki de ayrılmayı istemiyordum çünkü iki yıl olmuştu ve ben başka bir adamdım resmen. Bu onun sayesindeydi. Onu kaybedersem her şey eski haline döner diye korkuyordum. Bir sürü arkadaş edinmiştim, herkesle iyi geçiniyordum, derslerim iyiydi, kısacası her şey mükemmeldi ve ben bunu ona bağlıyordum. Ve biliyordum ki ikimiz de birbirimize çok aşıktık. Bu geçici ya da basit bir ilişki değildi. Mia öyle gitsin de beni unutur gibi bir düşüncem hiç olmadı. O yüzden o giderken 'okul bitene kadar bunu böyle sürdürelim, mezun olunca belki yanına gelirim' demiştim ben ona. Mia çok ümitsizdi bu konuda. Bu şekilde bir ilişki sürmeyeceğini düşünüyordu. Ben de tüm o ilk aşk saflığımla onun haklı olabileceğine ihtimal bile vermiyordum. İnsan seviyorsa bekler diye düşünüyordum ve bundan emindim. Ama işte öyle olmadı. Üçüncü sınıfın sonunda Mia yazın Fethiye'ye gelecek diye bekledim. Ama gelmedi, ondan mektup geldi onun yerine. Artık ayrılığı kabul etmemiz gerektiğini söylüyordu. Annesi Amerika'ya gidecekti ve Mia da onunla gidecekmiş. Öyle yazmıştı mektubunda. Aramıza daha fazla mesafe girecekti. Her şey daha da zorlaşacaktı. Mektuplaşarak ve telefonlaşarak ilişki yürümez diyordu. Ben hala yürüyebileceği konusunda inat ediyordum. Amerika'ya geleceğimi bile yazmıştım okul bitince. Mia'ysa telefonlarıma bile çıkmıyordu ben mektuplarda yırtınırken."

Merih'in konuya olan merakı iyice tavan yapmıştı. Dikkatle her kelimesini dinliyordu Ali'nin.

"Sonra pes ettim. Galiba 95 Ocak'ında son mektubumu yollamıştım. Onu da işte tamam pes ediyorum diye yollamıştım. Mutluluklar dilemiştim ona. Onun bana öğrettiği ve kattığı hiçbir şeyi mucizevi şekilde bırakmamıştım. Çünkü onu ikna etmeye çalışma sürecimde zaten olası bir sinir harbini kontrol altına almıştım. Ama sonra daha büyük tokadın geleceğinden habersizdim."

Ali yine şarabından iddialı bir yudum alınca Merih gergince "Ne oldu?" diye sordu.

"Meğerse Mia kanserle savaş veriyormuş. Ve ben bunu es kaza öğrendim. Bir gün ortak arkadaşlarımızdan birine yazdığı mektubu buldum. Mektupta okuyup şok geçirdiğim bilgilerden sonra ortak arkadaşımızı sıkıştırarak her şeyi öğrendim. Bütün dünyam başıma yıkıldı. Kalkıp İngiltere'ye gidecektim, beni zor durdurdular. Mia'nın bunu özellikle istediğini söyledi arkadaş. Eğer ölürse üzülmeyeyim diyeymiş. Bu bana o kadar koydu ki! Sana anlatamam. Bu denli bir fedakârlığı hak etmiyordum çünkü ben ona çok kızmıştım. Çok lanet etmiştim arkasından beni bu acıya bıraktığı için. Aşkım karşılıksız kaldı diye aylarca onu suçladım. Çok büyük vicdan azabı çektim o yüzden."

Merih'in gözlerinden pıtır pıtır damlalar dökülmeye başladı. Bunu hiç tahmin etmemişti. Mia sahiden de çok büyük bir özveri göstermişti. Bu hikaye böyle bir şeye dönüştükçe Merih'in içi daha da kavruluyordu. Zaten onların aşkını kıskandığı yetmezmiş gibi, şimdi sanki önüne asla erişemeyeceği bir çıta konmuş gibi hissediyordu.

"Lütfen bana..." diye mırıldandı Merih. Onun cümlesini nasıl tamamlamak istediğini ama yapamadığını Ali ses tonundan hemen anladı. Sinirle güler gibi olunca Merih iyice şaşırdı. Ali şarabını tek seferde bitirdi. Bu kez sinirle bardağı masaya bıraktı.

"Hikayenin sonunu söyleyeyim sana da rahatla. Boşuna akmasın gözyaşların. Merak etme, Mia ölmedi. Yaşıyor hala, Facebook'umda ekli."

Merih iyice şok geçirerek doğruldu. Bu kez o şarabını fondip yapmayı istedi ama ne yazık ki Merih'in o kadar midesi yoktu. Panikten kalbi iyice atmaya başladı. Bu efsane aşkın kahramanlarından biri yaşıyorken...

Sahiden Ali'nin burada Merih'le ne işi vardı o zaman?

Onu da geçmişti, Aslı falan... ne alakaydı?

"Merih sakin ol," dedi Ali gülerek onun tepkilerini görünce. "Mia evli. Çocuğu falan var. Gösteririm fotoğraflarını. Kendisi iyileşince doktoruyla evlendi. Ben de onun arkasından vicdan azabı çekip üzüldüğümle kaldım. Hastalığını öğrenmeme ve öğrendiğimi ona mektupla bildirmeme rağmen benimle iletişime geçmedi zaten. Muhtemelen o arada doktoruna aşık olmuş olmalıydı. Nezaketen bile mektubuma cevap vermedi. Her şeye rağmen yanımda olmanı istemiyorum çünkü ben başkasına aşık oldum bile demedi! En azından bunu diyebilirdi. Ben de aptal gibi ayrıldıktan sonra bile iki yılımı ona vermemiş olurdum."

İşte bu hikâyenin böyle bitmesi Merih'in en son beklediği senaryo bile değildi. Az önce kaderine gözyaşları döktüğü kız yelloz çıkmıştı ya!

"Neyse, geçmiş geçmişte kaldı. Artık kimseye hiçbir şey için kızmıyor ve üzülmüyorum. Bana çok şey öğretti Mia. Hakkını hiçbir zaman ödeyemem. İlk aşkı, nezaketi, sükuneti, meditasyonu ve daha birçok şeyi onunla keşfettim. İlk kalp kırıklığını da öğretti sağ olsun. Neyse ki ilk ve son oldu işte. Bir daha da aşık olmadım ben."

Sonra öne doğru eğilip Merih'in yüzünün dibine kadar girdi. "Sana kadar..." diye fısıldadı.

Merih bu romantik hareketin akabinde alenen iç geçirerek nefes verdi. Kurumuş yaşlarla parlayan, hafif kızarık gözleriyle Ali'nin gözlerinin içine bakarken "Ben sana küsken bile senden vazgeçmedim ki Ali. Büyüdüm, sen büyüdün, döndün, çalışmaya başladın, koşarak geldim ben senin yanında çalışmaya, daha reşit bile değildim ilk garsonluk yaptığımda. Hatırlasana!" dedi.

Ali burukça gülümsedi. "Komiydin o zaman!" dedi şakacı bir sesle.

Merih gülünce gözünden bir yaş damladı. "Ben seni asla bırakmam. Ölürüm de bırakmam Ali. Ben sensizliği hayal bile edemiyorum. Şenay bizi öğrendiğinde Tarık'ı bilen tek kişi olduğu için beni kenara çekip sormuştu 'nasıl' diye. Ben de açıklamıştım 'Tarık'ın hiçbir şey olmadığını Ali'ye aşık olunca anladım, aşk başka bir şeymiş' diye. Sonra Şenay gülerek bana ne dedi biliyor musun? 'Ben tahmin etmiştim onun gençlik hevesi olduğunu. Çünkü aşık bir insan o kadar uzun süre öyle dayanamaz. Bir düşünsene Ali'yi senelerce bu yoğunluktaki hislerle uzaktan izlediğini? Onun hayatında başka kadınlar olduğunu? Dayanabilir miydin?' Şenay bunları dedikten sonra ben hep düşündüm. Ben ölürdüm Ali... Sen Aslı'yla evlenseydin ben sana aşıkken... Düşünmek dahi istemiyorum beni sevmeme ihtimalini... Giderdim diyorum buradan. Seni başkasıyla göreceğime, hayatım boyunca asla yapmam dediğim şeyi yapar ve giderdim Fethiye'den. O yüzden... seni asla bırakmam ben Ali. Asla!"

Ali onu kendine çekip öyle bir sarıldı ki, sahiden biraz daha bastırırsa Merih'i içine sokacaktı. Gözlerini sımsıkı kapatıp defalarca kez saçlarından öptü. Bunlar hayatı boyunca duyduğu en en en güzel sözlerdi. Bu kadını ne kadar sevse azdı! Onu ne kadar severse sevsin, Merih her gün daha fazlasını hak edecekti. Bu kadar saf bir yüreği onun saflığıyla sevebilmek için her şeyini verirdi Ali.

"Ben de seni asla bırakmayacağım Merih. Sonsuza kadar beraber olacağız biz, söz veriyorum sana."

Geri çekildiğinde Merih onun gitmesine izin vermeden dudaklarından uzun bir öpücük çaldı. İkisi de birbirlerine baktıklarında sarhoş gibilerdi.

Ali elini şortunun sağ cebine atarak "Bunu yapmak için yemeğin sonunu bekleyecektim ama galiba bundan daha iyi bir zaman olamaz," dedi. Merih şaşkınca çatılmış kaşlarla ayaklanan Ali'yi izledi. Sonra Ali önünde diz çözünce gözleri kocaman oldu. Bir de üzerine avuçları arasına sakladığı kırmızı kutuyu açınca ağzı da beş karış açıldı Merih'in.

"Sana özellikle her şeyin başladığı yerde evlenme teklif etmek istedim. Çünkü sen de bana her şeyin başladığı yerde evlenme teklif etmiştin. Nasıl bir teklif yaparsam yapayım seninkinin üstüne çıkamayacak ama bunu yapmak zorundayım. Şimdi Merih Özer... ben şey diyecektim... Benimle evlenir misin?"

Ali'nin teklif edişinde, Merih alıklığını taklit edişi, Merih'i biraz olsun şoktan çıkarıp güldürdü. Ellerini yüzüne kapatıp o utanç dolu anı hatırlarken ayaklarını pata pata yere vurdu. Şu an sevinçten içinde havai fişekler patlıyordu. Ali'ninse onun bu halini gördükçe yüzündeki gülümseme daha da büyüyordu. Ağzı yırtılacaktı artık kocaman gülümsemekten.

"Ne demek benim teklifimin üzerine çıkamamak ya! Sırf diz çökmen bile beni yerle bir etmeye yetiyor. Yüzükten bahsetmiyorum bile! Düşün! Çünkü bu yüzüğü kıyaslayabileceğim hiçbir teklif yok!"

Merih öyle takı toka meraklısı bir insan olmasa da gözlerini önündeki tektaştan alamıyordu. Pembe safirli ve pırlantalı bir yüzük almıştı Ali ona. O kadar şirin ve güzeldi ki, Merih bir yüzük olsa ancak bu yüzük olurdu.

"Allah'ım resmen pembe!" diye inledi yüzüğü eline alırken. Ali gülerek kutuyu kapatıp masaya bıraktı. Pozisyonunu hiç bozmadan yüzüğü Merih'in ellerinden alıp onu sol elini tuttu. "Pembe sevdiğini bilecek kadar tanıyorum seni."

"Çünkü insanlar beni ismimden ötürü erkek sanıyorlardı! Ne yapabilirim! Ben de tepki olarak kızsal ne varsa severek büyüdüm. Renklerin cinsiyeti olmamalı ama..."

"Sahiden şu an bana yanıt vermek yerine toplumsal gerçekleri mi konuşacaksın?"

Merih gelen uyarı üstüne biraz utanarak kızardı. Ali yangına körükle gider gibi "Ben sana hemen evet demiştim," deyip omuzlarını silkti.

Merih utansa da bu tepkiye güldü. Saçlarını sağ eliyle düzeltti. Gururla dikleşti. "Evet!" diye güçlü bir sesle konuştu. "Evet seninle evlenirim!" Ali yüzüğü taksın diye sol elinin parmaklarını ayırdı. Ali gülerek ağır ağır yüzüğü parmağına geçirirken Merih yine tepindi ve sevinçten dudaklarından garip bir inleme döküldü. Yerinde sabırsızca kıpırdandı. Sonra yüzüğü takınca Ali'ye eğilip sımsıkı sarıldı. Bir süre birbirlerine sarılı vaziyette durdular. Ardından Ali "Gel dans edelim hadi!" diyerek onu elinden tutup açık alana çekti.

Çalan slow şarkıda bir müddet konuşmadan, sarmaş dolaş salındılar. Bugün cidden tam anlamıyla hayatının en mutlu günü olmuştu artık Merih için. Keza Ali için de öyleydi. Her şey hayal ettiğinden de güzeldi. Mia'yı anmasına rağmen! Hikaye beklemediği bir biçimde Merih tarafında olumlu bir yere sürüklenmişti ve onların duygusal anılarına bağlanarak son bulmuştu. Merih resmen onun ilk meditasyonuydu aslında. Bir çeşit terapi olmuştu onunla geçirdiği vakitler. Ali'yi, ODTÜ'de İşletme kazanacak kadar iyi bir öğrenci haline getirmişti. Gündüzleri okulda kavga edip, öğleden sonrasını Merih'le sakinleşerek geçirmese, akşamlarını ders çalışmaya ayırmazdı belki de. Farkında olmadan Merih'e çok şey borçlandığını yeni yeni görüyordu... Merih onun geçmişiydi, şimdi geleceği de olacaktı. Onun sayesinde daha bir sürü güzel şey olacaktı hayatında.

"Bir şey daha soracağım," diyerek doğruldu Merih yeni bir şarkıya geçerlerken. Şarkı hafif hareketli olsa da onlar slow dans hallerini bozmadılar.

Ali "Sor bakalım bu kez nereye sürükleneceğiz acaba?" dedi gülerek.

Merih kıkırdadı. "Yok yok, öyle değil. Ama doğru cevap vereceksin bana. Basit ve kısa bir soru soracağım." Ali beklentiyle bakınca "Yat gerçekten bozulmadı değil mi?" diye sordu Merih muzipçe

Ali ağır ağır sırıtmaya başladı. Cıklayarak başını geri attı. "Tıkır tıkır çalışıyor hem de. Kimseye bir şey haber verdiğim de yok. Hepsi seni korkutmak, sonra da evlenme teklif edip şaşırtmak içindi. Planladığımdan biraz erken ettim. Senin biraz daha burada kaldık diye gerilmen gerekiyordu."

Merih rahatlayarak bir oh çekti. "Güzel şaka. Ama bir daha yapma," dedi ılımlı bir sesle. Ali onun bu tepkisine bir kahkaha attı. Merih'in gözleri Ali'nin omzuna dayalı duran yüzüklü eline kaydı. Kıpır kıpır yine zıpladı. "Böyle muhteşem bir gelinlik giyeceğim! Kimse Merih erkek adı değil mi diyemeyecek."

Ali yüzünü buruşturarak güldü. "Adın muhteşem! Bırak artık şu adının peşini!" dedi bağırarak.

Merih umursamazca omuz silkti.

"Belki de çocuğumuzun adını Güneş falan koyarız. Zuhal de olabilir kız olursa. Satürn müydü Zuhal?" Ali gerçekten bunu düşünüyormuş gibi bakışlarını yukarı çevirdi.

Merih yüzünü astı. "Yok! Gezegen mezegen yok. Evreni bırak, çık evrenden. Dünyaya in."

Ali gülerek Merih'e döndü tekrar. "Tamam, daha erken buna zaten. Hele bir çocuk kısmına gelelim de o zaman düşünürüz onu. Biz daha düğüne gelemedik."

"Artık herkes bildiğine göre... bir şekilde oldururuz. Yeter ki Aslı'nın kulağına gitmesin."

"Giderse gitsin ya! Yeter! Her şeyin en güzelini biraz da biz hak ediyoruz! Kader biraz da bize gülsün."

Ali'nin bıkkın arabesk çıkışı üzerine bir şey diyemedi Merih. Haklıydı sonuçta. Yeterince sınav verilmişti.

"Çifte düğün yaparız işte. Misler gibi!"

Ali gözlerini kısarak ve biraz geri çekilerek baktı Merih'e. "Gerçekten istediğin bu mu? Tek başına, tek odak noktasının sen olduğu bir düğün hayal etmiyor musun?"

Merih başını iki yana salladı. "Sen ediyor musun böyle bir düğün?"

"Yok ben de etmiyorum da, ne bileyim... genelde kadınlar istemez ya. Gerçi sen değişik de bir insansın."

Merih sırıttı. "İkizi olan insanlar birçok şeylerinin ortak olmasına ve yapılmasına en alışkın insan grubudur. Ben aksine Venüs'ünkinden ayrı bir düğünüm olursa bunu garipseyebilirim. Bugüne dek her şeyim onunla aynı anda oldu benim. Hiçbirinde de odak noktası olma kaygısı yaşamadım. İkimiz de eşit seviyede odak noktası olduk hep. Eğer ortak bir düğün yaparsak yine öyle olacağına yüzde yüz eminim. Bize de, size de eşit ilgi olacak. Bir de insanlar çok ilginç bir şeye şahit oldukları için hoşlarına gidecek. Bir abi kardeş, tek yumurta ikizleriyle evleniyor... Bu yılda kaç kere denk gelebilecek bir şey ki?"

Ali başını hafifçe aşağı yukarı salladı. Merih'in her sözüne katılıyordu.

"Yine de sen ayrı düğün istersen ben her zaman tamamım," dedi Merih.

"Yok yok! Öyle bir talebim yok. Zaten haklısın sözlerinde. İlginç bir deneyim olur bu herkes için."

"Üstelik hesaplı da!" dedi Merih imalı bir şekilde göz kırparak. Geri çekilip parmaklarıyla hesap yapar gibi saymaya başlayarak "Şimdi Venüs'ün birikmişini ve benim bu ırgat gibi çalışmalardan kazandığım tiplerin birikmişini koysak. Sonra araba için vereceğimizi sandığımız ama senin kurtardığın paralar var, onları da kenara koysak. Senin zaten hazırda biraz paran duruyor önceden yalan olan bir düğün sürecin olduğu için. Eh Tarık'ta da üç beş bir şey varsa... Hillside'a ne kadar demişti adamlar?" diye sordu Merih dalga geçer gibi.

Ali onun bu komik haline daha konuşurken gülmeye başlamıştı. Sonda patlattığı soruyla iyice iki büklüm oldu. "Dördümüzü ters çevirip silksen bile çıkmaz Merih."

Merih hüsranla kollarını göğsünde kavuşturup alt dudağını büzdü. Birkaç saniye öyle durduktan sonra Ali'nin kendisine kocaman bir gülümsemeyle ve tepki vermeden baktığını görünce panikle doğruldu. "Şaka yaptığımın farkındasın değil mi? Yani ciddi ciddi Hillside'ı sormadım ben, iki dakikadır şaka yapıyorum, anladın di mi? Hillside'ı istemiyorum ben," diye panikle ve korkuyla konuşmaya başladı. Ali anlamadı sanıp panik olmuştu.

Ali bu kez daha da eğlenerek gülmeye başladı. Toparlanamayınca sandalyesine tutundu. Uzanıp şarabından içerken keyifle Merih'in o panikle Küçük Emrah gibi bakan yüzüne odaklandı.

"Bilemiyorum artık. Her şakada bir gerçeklik payı vardır Merih..." dedi Ali onu korkutarak. Onunla böyle uğraşmaya bayılıyordu.

Merih korkuyla onun koluna yapışarak "Bunda yok Ali ya!" diye bağırdı. "Yemin ederim şaka yapıyordum! Sana sataşayım dedim sadece! Valla billa şakaydı! Beni bilmiyor musun sanki? Bizim tekelin arkasındaki çöplüğün önünde evlensek bile ben mutluluktan deliririm. Venüs biraz çıldırır oraya ama sonuçta bizim için anısı var. Ben oraya bile okeyim."

Ali yine ona kıyamadığı için sataşma sürecini hızlıca bitirmek zorunda kaldı. Merih'i kolunun altına çekip kafasından öptü. "Sen sataşırsın da ben sataşamaz mıyım? Ben de seninle uğraşıyorum sevgilim, sakin ol."

Merih rahatlayarak omuzlarını düşürdü.

"Depo alanda evlenemeyiz orası bit kadar. Kimse sığmaz oraya. Ayrıca Sıtkı abi çöpün yanında kendi yemeklerini servis ettirmez. Dönünce bakarız olası yerlere. Toplaşırız dördümüz, kafa patlatırız biraz."

Merih iyice rahatlamıştı Ali'nin sözleriyle. Tamamen normale dönerken "Peki ne zaman evleniriz ki acaba?" diye kendi kendine düşünür gibi sordu.

Ali alt dudağını büktü bilmem dercesine. "Nasılsa hepimiz buralıyız, tüm işimizi burada halledeceğiz. Bu yıl bitene kadar evlenebiliriz, bence yetişir. Kasım bile olsa dışarıda düğün yapacak hava oluyor."

"Kasıma evlenir miyiz gerçekten?" derken heyecanı sesine yansıdı Merih'in. Üç ay! Üç ay kısacık bir zamandı. Hemen geçerdi. Hemen Ali'yle evlenebilirlerdi.

"Uydurursak daha bile erken olur sevgilim," diyerek onun beline kollarını doladı Ali.

Merih'in yine bir anda içi içine sığmamaya başladı heyecandan. "Ay resmen seninle yaşamaya başlayacağım. Hep beraber olacağız! Bir dakika!.. Biz cidden hep beraber olacağız?" dedi Merih gerçeklerin ayırdına yeni varıyormuş gibi. Gece gündüz hep beraber olacaklardı sahiden de.

"Evet, bu muhteşem bir şey!" dedi Ali gayet kendinden emin bir biçimde.

"Sıkılmaz mısın?" diye sordu Merih çekingence. Erkekler evlenince eşlerinden bıkabiliyorlardı. Çevresinde hep böyle görmüştü. Ya Ali de öyle olursa diye düşünüyordu.

"Niye sıkılayım? Yoksa sen sıkılır mısın?" Ali'nin sesi alıngandı.

"Yok!" dedi Merih heyecanla. "Ben sadece... hani erkekler istemez derler ya sabah akşam sürekli aynı insan... öyle... ondan..." diye geveledi gittikçe sesi kısılarak. Utanarak bakışlarını kaçırdı.

"Az önce renklerden cinsiyetleri kaldırıyordun, şimdi oldu mu bu ayrım?"

"Olmadı di mi?"

Yine cıklayarak olumsuz anlamda başını salladı Ali. Gülerek Merih'in yüzünü avuçları arasına aldı. "Bunu diyen erkekler ya da insanlar her kimse... kendilerine sıkılmak için bahane arıyorlarmış bence. Eğer derdimiz birbirimizi özlemekse, ben çalışırken kendimi bile unuttuğum için merak etme. Teknik olarak akşamları seni görmüyor olacağım. Bakacağım ama görmeyeceğim," dedi Ali komik bir biçimde.

Merih tatlı bir tebessüm etti. Bu konuda haklıydı Ali. "O zaman resmen hemen evleniyoruz!"

"Hem de hemen aşkım! Hem de hemen!"

Continue Reading

You'll Also Like

358K 19.6K 43
Siz: Selamünaleyküm beyefendi Hayırlı Doktor Kısmet: Aleykümselam, kimsiniz? Siz: Teravihte annenizin numaranızı verip, doktor oğlum diye övdüğü kişi...
135K 4.4K 30
Şu ana kadar yaşadığını sanan Scarlett, Londra'ya taşındığında aslında hayatının daha yeni başladığını bir süre sonra anlar. Ve elbette ki bu hayatın...
HAZAN VAKTİ By Fear

General Fiction

342K 7.6K 17
Hepimizin yoğun çabalarla kat etmeye çalıştığı bir yol, şüphesiz her çıkmazda üzerine kapanan bir kapı vardı. Ben Hazan. Bana yuva olan mahallede tat...
482K 20.8K 72
Yaşım 18 - Yarı Texting