İKİLİ DELİLİK

By sezgisalman

44.9K 5.8K 434

Yıllardan 2008, Mayıs ayının sonu Fethiye'de Sımsıcak bir yaz gelmek üzere! Merih ve Venüs ikiz kardeşler, do... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
Final - Son Söz

7. Bölüm

1.1K 198 3
By sezgisalman

Merih derin bir iç geçirerek omzundaki şalı vücuduna daha sıkı sardı. Ağustos böceği sesleri seyrekleşmiş, gece kuşlarının ormandan gelen sesleri koyda yankılanmaya, sakin denizin üzerinde yakamozlar dans etmeye başlamıştı. Rüzgarsız ve ılık bir yaz akşamıydı. Hava muhteşemdi. Yıldızlar gökyüzünü resmen bir halı gibi kaplamışlardı. Bulundukları yerde gram ışık olmadığı için pırıl pırıl parlıyordu hepsi. Birer ateşböceği gibi göz kırparcasına yanıp sönüyorlardı. Hilal şeklindeki ay da çok güzel görünüyordu. Onun da ışığı öyle parlaktı ki, yatın bu ön kısmında hiçbir ışık açık olmamasına rağmen apaydınlıktı her yer.

Bakışlarını gökyüzüne sabitleyip sessiz sessiz yukarıyı izlemeye devam etti. Ta ki yanına gelen Ali'nin ayak seslerini duyana kadar.

Ali kenardaki iplere tutunarak Merih'in oturduğu, yatın ön kısmına çıktı. Onun yanına çökerken çok dingin görünüyordu. Yorgun gibi ama bir yandan da dinlenmiş gibi.

"Halam yattı kamarada. Geç bile kalmışmış. Huzurevinde hep daha erken uyurmuş. Öyle dedi."

Merih gülümseyerek hafifçe başını salladı.

"İstersen diğer kamara boş, sen de yatabilirsin."

"Yok, saat daha henüz on, çok erken. Bu gece de çok güzel bir gece. Kendimi yıldızlara bakmaktan alamıyorum."

Ali Merih'in sözleri üzerine bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Yüzünde bir tebessümle o da bir süre Merih gibi gökyüzünü izledi. "Sahiden çok güzel. Galiba ilk kez burada tıkılı kalmamıza sevineceğim bir neden buldum."

Merih sessizce güldü. Gerçekten burada kalakalmış olmalarına tek sevinen Zehra Hanım olmuştu. Başta onun neşesine anlam verememişlerdi. Sonra yemekte sürekli "Buna çok ihtiyacınız vardı, iyi oldu işte, biraz işten güçten uzaklaşmış olursunuz. Değerini bilin böyle talihsizliklerin" diye öğütler verip durmuştu. Ali başlarda hiç sakin olamamıştı. İşe gitmeyecek olmak onu çok germişti. Sonra Merih'in de kafasına dank etmişti. Kendisi de işe gidemeyecekti bu akşam. Ve kimsenin dünyadan haberi yoktu. Döndüklerinde restorandakiler neden gelmedin diye sorduğunda Ali kıllanacaktı. Çünkü o şu an burada Venüs'le olduğunu sanıyordu. Yani Merih'in işe gitmemesi için bir nedeni yoktu.

Buna döner dönmez bir çözüm bulmalıydı. Hasta olduğunu ve haber bile veremediğini uydururdu belki. Allah'tan asıl Venüs bu akşam şehir dışındaydı. Yani kimse onu görüp kendisi sanamazdı.

Ah ah! İnsanlar endişeleneceklerdi, ortalık karışacaktı. Babası gece fark etmezdi ama sabah yokluğunu fark etme ihitmali yüksekti. Ortalıkta göremeyince de neredesin diye arardı. O yüzden umuyordu ki sabaha kadar onları biri bulmuş olsundu. Ve de babası uyanmadan eve gidebilsindi.

"Kalan abur cuburlardan ve meyvelerden getireyim ben." Ali tekrar ayaklanarak arkaya, mutfağa gitti. Üç dört dakika sonra elinde bir hayli fazla erzakla geri döndü.

"Bütün stokumuzu şimdi tüketirsek, burada mahsur kalırsak ne olacak?" dedi Merih şakayla. Bu konuda şaka yapılabilecek seviyeye gelip gelmediklerini bilmiyordu ama.

Neyse ki Ali'nin yüzündeki gülümseme iyiye işaretti. "En kötü yarın öğlen on ikide kurtulacağız. O yüzden sıkıntı yok. Ayrıca daha çok yiyecek var, merak etme."

"Umarım o kadar geçe kalmaz," dedi Merih endişeyle. On iki geçti. Daha erken kurtulmaları gerekiyordu.

"Balıkçı teknelerine güveniyorum. Erman abi hep güneş bile doğmadan çıkıyor."

Merih başını salladı hafifçe. Ali elindeki İsveç çakısındaki tirbuşon yardımıyla şarabı açıp kadehlere doldururken "Ben almasaydım?" dedi Merih çekingence. Birayı çok kaçırmıştı zaten. Hala onun çakırkeyiflik etkisi sürüyordu.

"Bu güzel akşamda beni yalnız bırakamazsın. Bu şişeyi beraber bitireceğiz."

Merih çekingence kadehi aldı. Bir yudum aldığında ağzında çok hoş bir tat kaldı.

"Şu üzümlerden de yesene," dedi Ali. Kendisi önerisini yerine getirerek önce şarabından içti, sonra bir tane üzüm attı ağzına.

Bir süre sessizce oturup gece seslerini dinlemeyi ve şaraplarını yudumlamayı sürdürdüler. En sonunda Ali "Eee Venüs! Anlat biraz bakalım," dedi.

Merih gergince gülümseyerek Ali'ye baktı. Bu adama bakarken hep aynı şekilde gülümsüyordu nedense. Çekingen, afallamış ama bir şekilde içten. "Ne anlatayım?"

"Bilmem. Her şey olur. Büyük halacım sağ olsun bugün hep benden konuştuk. Hiç seni dinleme fırsatım olmadı. Merih'i az çok biliyorum ama seni pek bilmiyorum."

"Sen sor, ben cevaplayayım."

"Sen de Muğla Üniversitesi'nde okumuştun, değil mi?"

Merih onaylarcasına başını salladı. "Evet, tarih bölümünde."

Ali gözlerini kısıp baktı. "Peki bir sporcu neden tarih seçti?"

"Sözelciydim ben. Klasik ne olmak istediğini ya da ne okumak istediğini bilmeyen sözelcilerdendim. Babam Merih'in de, benim de, hep öğretmen olmamızı hayal ederdi. Sanırım bunun etkisiyle tarih seçtim. En kötü öğretmen olamazsam tarih bilgisiyle tur rehberliği gibi bir şeyler yapabilirim burada dedim. Hiçbiri olmadı. Yine hoca oldum ama babamın istediği gibi bir hoca olmadım sadece. Sevdiğim şeyi yapıyorum günün sonunda."

"Pilates ve yogayla uğraşmak güzel. Özellikle yogayı ben de severim."

"Gerçekten mi?" dedi Merih şaşkınlığına hiç mani olamayarak. Biraz abartı bir tepki vermiş olabilirdi.

Ali onun bu tepkisine güldü. "Evet. Senin gibi erbabı sayılmam ama... Ben on beş yıldır meditasyon yapıyorum. Düzenli olarak. İnsanlar bunun ne olduğunu bilmezken başlamıştım. Sene kaçtı..." derken düşünür gibi duraksadı Ali. "91-92 yıllarında falan başlamışım. Sen düşün artık ne kadar eski."

"Vay canına! Çok şaşkınım. Hiç bilmiyordum. Cidden çok eski bir zamanda başlamışsın. On beş sene çok uzun bir süre. Çok ustalaşmış olmalısın."

"Ustalığı bilemem. Ama benim hayatıma çok etkisi olduğunu inkar edemem. Meditasyon benim büyük bir kurtarıcım. Eğer bunu yapıyor olmasaydım bugün bambaşka bir adam olabilirdim. Belki bilirsin, gençliğimde biraz kavgacı bir tiptim. Kolay sinirlenirdim. Agresiftim."

"Evet, biraz hatırlıyorum."

"Aileme çok çektirdim. Ama sonra üniversitede biriyle tanıştım. Sonradan çok yakın arkadaşım oldu kendisi. Yurtdışından gelmiş bir öğrenciydi, meditasyonu da o anlattı, öğretti. İlk başta neredeyse hiç ciddiye almamıştım ama bir iki kez yaptıktan sonra etkisini görünce bırakamadım bir daha. Hala her gün yaparım. Bazen çok uzun vakit ayıramasam bile mutlaka her gün yapıyorum."

"Ne güzel!"

"Yine kaşla göz arasında konu bana döndü. Senden konuşuyorduk. Merih seni hep delidolu olarak anlatır. Ama bana anlatılandan daha sakin geldin açıkçası. Hala tam anlamıyla seni tanımış sayılmam ama."

Merih hızlıca saksıyı çalıştırdı. Yine kendisini gömerek "Merih o kadar sakin ve durağan bir insan ki, onun yanında ben Kuşum Aydın gibi kalıyor olabilirim tabii," dedi tebessüm ederek.

Ali Merih'in benzetmesi üzerine bir kahkaha attı. "Doğru söylüyorsun," derken bitmiş şarabını tazeledi. "Yani Merih'in sakin yapısı konusunda. Kuşum Aydın kısmını bilemeyeceğim."

Merih kıkırdadı. "Yani aslında normal sayılırım. Yerine göre eğlenmesini bilen, yerine göre de adaplı davranmasını bilen diyelim."

"Şu huzurevi cezasının iç yüzünü anlatacak mısın?"

Merih'in yüz ifadesini görünce Ali acıyarak ona güldü. "Tamam tamam, panik olma hemen. Sadece bu benim çok komiğime giden bir şey aslında. Ondan soruyorum."

"Gerçekten çok pişmanım o konuda." Bu doğruydu. Venüs pişmandı en azından. "Bir hataydı. Sinirli bir anıma denk gelmişti ve kendimi tutamadım. Kesinlikle tanımadığım üstelik de yaşlı bir insana çatıp hırsımı ondan almam doğru değildi. Bunu savunmak için söylemiyorum ama... Bir anlık sinir işte..."

"Gerçekten 'kıçı buruşuk yaşlı bunak' dedin mi?" diye sordu Ali ürkek bir sesle. Suratında kendini gülmemek için zor tutan bir ifade vardı.

Merih elleriyle yüzünü kapattı. Geri döner dönmez yapacağı ilk şey Venüs'e dünyayı dar etmek olacaktı.

"Tamam tamam. Unuttun mu ben agresif çıkışların aranan yüzüyüm. Seni asla yargılayacak değilim. Bunu en son yapabilecek kişiyim."

Merih yarısını dizlerine gömdüğü yüzünü tam kaldırmadan Ali'ye baktı. Ali'nin yüzündeki eğlenen tebessüm bu akşamın olayıydı. Hiç silinmiyordu.

"Erkek arkadaşın var mı?" diye sordu birden Ali. Gelen soru Merih'i öyle bir afallattı ki, sorudan nasıl kaçacağını bilemeyerek şarabını fondip yapıverdi.

Ali uzanıp sormadan onun bardağını tazelerken "Haddim olmayan bir soru sormadım inşallah? Arkadaşlığımızın samimiyetine dayanarak sordum tamamen," diye açıkladı kendini.

"Yok canım estağfurullah," diye mırıldandı Merih güç bela. Boğazını temizleyince devam etti. "Yok, yani erkek arkadaşım yok," dedi. Bildiğim kadarıyla yok yani. Venüs birileriyle flört ediyorsa da bilmiyorum. Tarık dışında...

"Bir gün Merih'i Şenay'a yakınırken duymuştum. Üniversitede çok sevgilin olurmuş, Merih'in aksine." Ali yine kıs kıs güldü.

"Sen gizli gizli çalışanlarını mı dinliyorsun yoksa?" dedi Merih ayıplar gibi bakarak.

Ali bir kez daha kıkırdadı. "Merih çok yüksek sesle yakınıyordu diyelim bu konudan."

'Ah o dilim tutulsaydı' dedi içinden Merih. Ali haklı olabilirdi. Zaman zaman bu konudan çok yüksek sesle yakındığı olurdu.

"Üniversitede herkes öyle değil midir? Yeni bir dünya gibi gelir insana. Her şeye heves edersin. Ben de öyleydim işte. Aklım bir karış havadaydı. Ama sonraları ayaklarım yere bastı. Seçici olmayı öğrendim. Açıkçası uzun süredir de ciddi kimse yok hayatımda."

"Belki sen de Merih gibi bulursun."

Merih şarabından bir yudum aldı. "Umarım," diye mırıldandı.

"Bugün büyük halamın anlattıkları benim aksime senin bir hayli ilgini çekti. Sen inanıyor musun söylediklerine?"

Merih bir süre duraksayıp uzun uzun denize doğru baktı. "Ben... inanıyorum galiba," diye mırıldandı. Sonra utanarak başını dizlerine gömdü hep yaptığı gibi. Tekrar kaldırdığında Ali'ye ancak gözlerini kaçırarak bakabildi. "Annem babam ben küçükken boşanmış olabilirler ama ben umutsuz romantiklerdenim sanırım. Bunu konuşmak istemiyorum, utanıyorum."

"Utandığını fark ettim. Ama bunda utanacak bir şey yok. Haklı olabilir halam. Ben de yüzde yüz reddetmiyorum sözlerini. Sadece daha önce bu açıdan bakmayı hiç denememişim."

Ali'nin ilk kez şakacı tavırlarla gülmeden, ciddiyetle söylediği sözler üzerine, Merih onun samimiyetine inandı. Elinden geldiğince utanmayı bırakarak ona bakmaya çalıştı. Hatta biraz fazla uzun incelemişti. Üzerinde beyaz bir tişört ve haki yeşili bir şort vardı. Gülüşünü nadir gördüğü kadar Ali'nin böyle giyindiğini de nadir olarak görürdü Merih. İş dışında mutlaka rahat bir tarzı olmalıydı ama Merih onu iş dışında çok az gördüğü için bu tip kıyafetlerin de ona ne kadar yakıştığını yeni fark ediyordu. Dizlerine dayadığı dirsekleri, elinde tutuğu şarap kadehi ve denizden dağılmış saçlarıyla duruşu, tam tabloluk bir duruştu.

Şarabının sonun içip, yeniden doldurmak için şişeye uzandığında başının döndüğünü fark ederek yere tutundu. Ali hemen ona döndü. "İyi misin?"

"İyiyim. Galiba biraz çarpıldım. Ben içkileri karıştırınca hep böyle olurum."

"Konuşman falan gayet iyi ama... İstersen daha içme?"

"Yok, bu akşam içilmesini gerçekten hak ediyormuş." Merih uzanıp şişeyi aldı ve kadehini yarıya kadar doldurdu. Yavaşça yerine geri döndü.

"Çok pis içime kurt düşürdü kadın ya!" diye söylendi ağzının içinde Ali. Merih onu tam duyamamıştı. Ama yine de tekrarlamasını rica etmedi.

"Sen daha önce aşık oldun mu Venüs?" diye sordu bu kez de.

Merih içinden bir 'Hayda!' patlattı. "Bilmem," dedi incelen komik bir sesle. Venüs'ün bizzat kendisi bile buna cevap veremezdi.

Aklına gelen dâhiyane cevabı yapıştırdı hemen. Alkol olmasa bunu asla söylemeyeceğini biliyordu. "Merih'in Tarık için hissettiklerini ben daha önce birine hissetmedim."

"Sence Merih Tarık'a aşık mı?" dedi Ali yüzünü buruşturarak. Kendisi pek öyle düşünmüyormuş gibi bir ifade vardı yüzünde.

"Valla ben kendimi bildim bileli ona aşıktı yani. Ömrüm bunun derdiyle geçti benim," dedi Merih.

Ali kaşlarını indirip kaldırarak gözlerini devirdi. Şarabından bir yudum aldı. "Ben Merih'in aşık olduğunu sanmıyorum ama eğer öyleyse bu kötü olurdu. Tarık ona hiç öyle aşık değil. Olur mu onu da bilmiyorum."

"Neden?!" dedi Merih yükselmesine mani olmayarak. Neler diyordu böyle bu adam?

"Tarık oldum olası aklı beş karış havada bir çocuk olmuştur. Bunu daha önce de konuşmuştuk. Hala bana güven vermiyor. Kabul ediyorum, son zamanlarda sürekli Merih'ten bahsediyor evde. Çok heyecanlı. Ama bu kalıcı mı bir türlü emin olamıyorum. Umarım kalıcıdır. Onu yarı yolda bırakmasını hiç istemem."

Merih duyduklarına sevinse mi üzülse mi bilemedi. Demek Tarık evde sürekli ondan bahsediyordu. Bu süper ötesi bir gelişmeydi. Bir yandan da Ali'nin hisleri düşündürücüydü. Ama bunlar onun kişisel görüşüydü. Doğru olmak ya da doğru çıkmak zorunda değildi.

"Peki sen?" dedi Merih bir cesaret. Dışarıdan herkese yorum yapabiliyordu beyefendi. Biraz da o açık açık konuşsundu.

"Ben?"

"Aslı'ya aşık mısın?"

Ali bir süre ne diyeceğini bilemeyerek kalsa da en nihayetinde "Onu seviyorum," dedi. Sonra hemen hızlı bir savunmaya geçti. "Zaten aşk ne ki? Aşkın kendisi kalıcı mı? Ya da gerçekten var mı?.. Bilmiyorum Venüs. Ben bir kere... Neyse!" Ali omuzlarını silkerek şarabını tek seferde içerek ayaklandı. "Ben bir lavaboya gidip geliyorum."

Merih gözden kaybolana kadar Ali'nin arkasından baktı. İşte! Başkalarının hakkında yorum yapmak kolaydı! Zor olan kendi hislerini analiz etmekti. Bu adam daha kendi hislerini analiz edemiyordu. Bir de Tarık ve Merih hakkında mı ahkâm kesecekti?

"Hah!" dedi Merih burun kıvırarak. Umursamazca şarabını yudumlamaya ve geceyi izlemeye devam etti.

***

Gecenin ilerleyen saatlerinde, saat neredeyse gece yarısı olmaya yaklaşmışken Merih kendini tamamen kaybetmişti. Ben içkileri karıştırınca kötü oluyorum sözünü unutmuşçasına biten şarabın akabinde biraya geçmişlerdi. Bunu teklif eden de "Bira kaldı mı ya?!" şeklindeki sorusuyla Merih olmuştu. Madem bu gece buraya tıkılmışlardı, kendini istediği kadar salabilirdi.

O hiçbir yere varamadıkları felsefik bir fikir alışverişi bile olmayan aşk sohbetinden sonra kendilerini tamamen komik anıları konuşmaya vermişlerdi. Ali tuvaletten dönerken radyoyu da alıp dönmüştü. Merih normalde asla eğlenerek anlatmayacağı anıların hepsini güle güle anlatmıştı Ali'ye. Ali'yi de ilk kez bu gece bu kadar çok üst üste kahkaha atarken görmüştü.

"Ay en kötüsü de o pasta vakasıydı!" dedi Merih kalbini tutarken. Ali'nin omuzları hala sessiz gülüşlerle sarsılıyordu. "Gitti Merih'in suratına yapıştırdı eşek kadar pastayı. Hayatımda Merih'ten o kadar korktuğum başka bir an hatırlamıyorum. Böyle on saniye falan şok geçirdi kantinin ortasında. Herkes suspus! Kimse konuşmuyor. Sonra bir bağırdı Nilüfer'e çığlık çığlığa "Geri zekalı ben Merih'im!" diye. Nilüfer'den önce ben saklanmıştım bir yerlere. Bütün gün korkumdan çıkmadım karşısına."

Ali anlatılanları hayal ettikçe kendini tutamıyordu. Bir de Merih öyle bir şevkle anlatıyordu ki, ona kapılıp gitmemek imkânsızdı. Merih'se kafasını bir bütün halinde tutmakta zorlandığının çokça farkındaydı. Nasıl hala Venüs'müş gibi davranmayı başarıyordu hiçbir fikri yoktu. Şu ana kadar bunu şaşırmaması bir mucizeydi.

Radyoda çalmaya başlayan şarkıyı duymasıyla, dikkati ani bir şekilde bu şarkıya kaydı. Zaten dikkati o kadar dağınıktı ki bir saattir konudan konuya, olaydan olaya atlayıp duruyordu. "Bu şarkı çok güzel. Çok eğlenceli!" Yavaşça kenara tutunarak ayağa kalktı. Ali onun düşme ihtimaline karşı hep tetikteydi.

Serdar Ortaç'ın bu sene yeni çıkan, tabii ki de yaza damgasını vuran şarkısını dans ede ede söylerken, Ali zaman zaman ona bakıyor, bazen de bakışlarını denize çevirip sakince birasını içiyordu.

Merih kontrolsüzce zıplaya zıplaya "Can üzülür buna taş değil, çekilecek gibi aşk değil, bu gönül her şeye aç değil, doyuracak mı bilen yok!" diye şarkısını söylemeye devam ederken yatı çevreleyen korkuluklara ne kadar yaklaştığını fark etmemişti. Yapmaması gereken üçlü kombini yapmış bulunuyordu. Sarhoştu, zıplıyordu ve korkulukların kenarındaydı. Ayağı, yatın tümsekli bölümünü süpürgelik gibi çevreleyen bir çıkıntıya takılınca tabii ki de dengesini kaybederek yatın önünden cumburlop suya yuvarlanması kaçınılmaz oldu. Buz gibi suyla hemen buluşmadan önce ağzından çıkan çığlıkla, olayı saniye saniye şok içinde izleyen Ali'nin yerinden fırlaması bir oldu. İlk anda o kadar büyük bir şok geçirmişti ki, olayın olduğu o iki saniyelik süreçte sadece Merih'in düşüşüne bakabilmişti.

Çığlığıyla kendine geldiğinde "Venüüs!" diye haykırarak düşünmeden suya balıklama atladı hemen. Tüm kıyafetleriyle...

Merih su yüzüne çıktığında boğulur gibi çırpınarak "S*ktir! Buz gibi! Buz gibi!" diye bağırdı boğazı yırtılırcasına. "Gece daha soğukmuş bu su! Nefes alamıyorum!" Bağırtıları sürerken Ali hızla ona doğru yüzdü. Merih'i belinden kavradığı gibi sıkıca tuttu. Gerçekten nefes verirken buhar çıkıyordu ağızlarından. Hava çok sıcaktı ama su, Soğuk su koyuna yakışır bir şekilde buz gibiydi sahiden de. Gece halini ilk kez deneyimliyordu Ali de.

Ali Merih'i sımsıkı tutmuş, var gücüyle yatın arka tarafındaki basamaklı kısımlara doğru yüzmeye çalışıyordu. Her ne kadar erkekliğine malum şeyi sürdürmek istemese de bacakları tir tir titriyordu soğuktan. Zor hareket ediyordu.

Bir de tüm bu işkence yetmezmiş gibi Merih inleye inleye yüzünün dibinde soluk alıp veriyordu. Saçlarından gelen deniz tuzu kokusu, çiçekli parfümünün kokusu ve içtiği şarabın kokusu karışarak; Ali'nin düşünme yetisini sanki yeterince baltalanmamış gibi biraz daha baltalıyordu.

"Her yerim sızlıyor. Kendim yüzeyim diyeceğim ama," diye kekeleyerek fısıldadı Merih.

Ali onun konuşmasının işleri daha da zorlaştıracağını düşünerek "Tamam geldik neredeyse, sık dişini," dedi.

Dişleri takırdıyordu, nasıl sıkabilirdi?

Ali güç bela basamaklara varıp tırabzanları tuttuğunda sevinçten ağlayacaktı. Önce Merih'in çıkmasına yardımcı oldu. Sonra da kendisi hızlıca kendini yukarı çekerek sudan çıktı. Merih durduğu yerde kollarını kendine sarmış titriyordu.

Ali hemen koşarak ona iki tane havlu kapıp geldi. "Elbiseni çıkar, böyle daha çok üşüyeceksin. Havluyu saralım üstüne," dedi.

Merih korkuyla Ali'ye doğru kaldırdı bakışlarını. Birkaç saniye tereddüt etse de dediğini yaparak yavaşça elbisesini çıkarmaya başladı. Bir de bunu Ali'nin bir adım önünde yapmasa iyiydi. Gerçi Ali pek bunu umursuyormuş gibi durmuyordu. Bakışlarında hala yaşananların korkusu vardı.

Merih daha elbiseyi kafasından çekip çıkarmadan havluyu ona sardı Ali. Diğer havluyu da omuzlarına doğru sıkıca sararak düzeltti. "Gel otur şöyle."

Merih'i bej rengi deri L koltuğun çevrelediği masaya doğru götürdü. Onun koltuğun ucuna oturmasını sağladıktan sonra havluyla onu kurulamaya başladı. Merih hala titremekten hareket edemiyordu.

"Sen de kurulan, donacaksın, hasta olacaksın," dedi Merih. Hala kekeliyordu ama biraz daha yüksek sesle konuşabiliyordu neyse ki.

"İyiyim ben," derken önüne düşen ıslak saçlarını geri attı Ali. Merih'in önünde çöküp, iki eliyle özenlice onun saçlarını kuruladı. Sonra elleri biraz yüzüne kaydığında yavaşladı. Gözleri onun gözlerini bulduğunda aralarında ciddi bir sessizlik oldu. O soluk alışverişler bile öyle durulmuştu ki, hala yatın ön kısmında çalmakta olan radyodan gelen sesi duyulabiliyorlardı.

'Bırak saygından kuşkum yok
Hatırımdan kalıyorsan, hiç kalma bırak'

Ali'nin bakışları, Merih'in dudaklarına kayarken saygısından çok kuşkusu vardı. En çok da kendine olan saygısından. Ama engel olamıyordu. Şu an her şey kontrolü dışındaydı.

'Keşke oyunlar oynamasaydık, üzülmeseydi şarkılar
Hala sana yazılıyorlar, hala buram buram sen kokuyorlar'

Ali'nin dudakları yavaşça kendisininkilere yaklaşırken Merih'in gözleri otomatikman kapandı. İçinden bir sürü keşke sıralıyordu ama hiçbirini umursayamıyordu şu anda. Hiçbir şey düşünemiyordu. Ali'nin yumuşacık dokunan dudakları kendi dudaklarını bulduğunda, bir anda vücudundaki bütün soğuk yok olup gitmişti. Tüm bedenini bir saniye içinde öyle bir ısı sarmıştı ki, içi cayır cayır yanmaya başlamıştı.

O kadar güzel bir öpücüktü ki bu! Hayatında ilk kez birinden bu kadar naif bir öpücük alıyordu. İlk kez öpüştüğü erkek bile onu böyle öpmemişti. Zaten bugüne kadar bir elinin parmaklarını geçmeyecek kadar ancak öpüşmüştü. Bu çok güzeldi, belki de en iyisiydi. Eğer Ali'ye aşık olsaydı ya da en azından ondan hoşlanıyor olsa çok romantik bulabilirdi.

Ali'ye aşık değildi.

Ali nişanlı bir insandı.

Kendisi Ali'nin kardeşi Tarık'a aşıktı.

Kendisi Venüs değildi Tanrı aşkına!

Panikle geri kaçarken yanlışlıkla ayağıyla Ali'nin bacağına vurdu. Ali ahlayarak düşmemek için masaya tutundu. Bu muhteşem öpüşme sonlanabileceği en kötü şekilde sonlanmıştı gerçekten.

"Çok özür dilerim!" diye panikle Ali'nin dizine baktı Merih. Elleriyle ağzını kapattı.

"İyiyim, iyiyim," dedi acıyla iç çekerek Ali. Hafifçe Merih'in vurduğu yeri ovuşturdu. Sonra adam gibi doğrulup bir sandalyeyi çekti ve oturdu. Masaya dayanıp soluklandı. Sırılsıklamdı, biraz üşüyordu, hafif çakırkeyifti ve nişanlıyken bir başkasını öpmüştü.

Bir bir bu maddeleri düşününce başını geriye atarak gözlerini kapadı. Bir süre öyle durdu. Merih hala mumya gibi havlulara sarınmış vaziyetiyle ürkek bakışlarla Ali'ye bakıyordu.

Ali elleriyle yüzünü ovuşturarak tekrar başını doğrulttu. Derin bir nefes vererek kolunu masaya dayadı ve cesaretini de topladıktan sonra Merih'e baktı.

"Her ne kadar yanlışlıkla yapmış olsan da beni tekmelemek en doğal hakkındı Venüs. Asıl ben özür dilerim," dedi. Kendisi açısından kesinlikle bir bahane değildi ve Venüs'e de bunu bir bahane olarak sunacak değildi ama yine de ekledi. "İçkiyi biraz fazla kaçırmış olabilirim bu akşam. Normalde pek içki içen bir insan sayılmam."

Merih sanki daha sıkı sarınması mümkünmüş gibi havlulara iyice asıldı. "Sorun değil," dedi kısık bir sesle. Gözlerini kaçırmış öne bakıyordu. "Benim de hatam sonuçta. Ben de biraz... karşılık verdim gibi oldu," diye mırıldandı. Gerçekten hatasını kabul etmesi gerekiyordu. Zira gayet de adamın dudaklarının tadını alınca hiç düşünmeden karşılık vermişti. Gibisi fazlaydı. Tüm yükü Ali'nin üstüne atıp adamın vicdan azabından kahrolmasını kabul edemezdi.

Ali Merih'in ince düşünceli açıklamasından sonra buruk bir tebessümle ona baktı. "Neyse ki sen nişanlı değilsin," dedi gerçekleri daha çok kendi yüzüne vurmak ister gibi.

Merih panikle dizlerini kendine çekmiş olduğu pozisyonundan, dizlerinin üstüne oturur pozisyona geçiş yaptı. "Bu olmamış gibi davranırız. Sıkıntı değil!" dedi heyecanla karışık paniğiyle. "Zaten çok içki içtik. Eksi elli derece olan bir suya düştük ve bilincimizi kaybettik. Ne yaptığımızı bilmiyorduk ki!"

Ali onun vicdan rahatlatma çabalarına güldü. Bilincimizi kaybettik bile demişti.

İç geçirerek ayaklandı. "Haklısın, olmamış gibi davranmak en doğrusu. Kimseye söylemeyelim."

"Kesinlikle!"

"Ben fön makinesini alıp geleyim. Bir de kuru kıyafetler giyeyim. Sen de kuruyunca üstüne kuru bir şeyler giy tamam mı?"

***

Gözleri tamamen kapalıydı. Kasmamıştı kendini ama. Vücudundaki hiçbir kas kasılı değildi. Şu raddeye gelebilmesi ilk defa on dakikasını falan almıştı. Normalde çok kısa bir süre içerisinde bedenin her yerini hissederek, kendini rahat bırakabileceği bir kontrol sağlayabiliyordu. Ama bu gece kafası öyle fena olmuştu ki... Zihni hala berrak değildi. Düşüncelerinden tam olarak sıyrılamıyordu. Saat gecenin dördüydü. Ortalıkta in cin top oynuyordu. Ağustos böcekleri, gece kuşları bile susmuştu. Yalnızca iki metre ötesinde Merih uzanmış uyuyordu. Onun sessiz soluklarından başka hiçbir şey yoktu.

Derin bir nefes alıp, havanın tüm vücudunda dolaşmasına izin verdi. Yaklaşık yarım saattir meditasyon yapıyordu. Alkol almışken bununla uğraşmayı denemezdi ama şu an acayip ihtiyacı vardı.

Hala Merih'i öptüğüne inanamıyordu. Tabii o Venüs olduğunu sanıyordu. Bir de Merih olduğunu bilseydi kim bilir ne olurdu.

Bu çok garipti. Onu öperken öyle duygular sarmıştı ki içini, olan bitene hiç anlam verememişti. Tek bildiği onu öpmeyi hiç bırakmak istemediğiydi o anlarda. Eğer Merih geri çekilmeseydi, Ali hiç duramayabilirdi.

Bu kız kendisinden dokuz yaş küçüktü bir de. Yani teknik olarak yanlış bir şey yoktu, ikisi de reşitti ve bu olabilirdi ama Ali böyle bir insan değildi ki. Nişanlı olmasaydı da bugüne kadar kendisinden yaşça küçük insanlara hiç meyletmemişti. O gözle hiç bakmazdı. Ama Venüs ilginç bir şekilde farklıydı. İnsanı yörüngesine çekiyordu adeta.

Venüs kendisini yörüngesine çekiyordu.

Tekrar derin bir nefes alıp zihnini dağılmadan toparladı. Tam çizgisini bulmuşken ve kendini dış dünyaya kapatabilmeye başlamışken o sesi duydu. Bir motor sesi duyuyordu!

Heyecanla gözlerini aralayıp, bağdaş pozisyonundaki dizlerinin üstündeki ellerini indirdi. Ellerinden destek alarak ayağa kalktı hızlıca. Yatın önünden eğilip gözlerini kısarak ufuklara doğru baktı.

Bir balıkçı teknesi geliyordu! Işığını görebiliyordu. İlk önce oldukça yüksek sesli ve iddialı iki parmak kullandığı bi ıslık çaldı. Islığının sesi öyle keskindi ki, onları çevreleyen kayalıklarda birkaç kez yankılandı. Merih aniden uyanıverdi.

Ali koşarak dümenin olduğu yere çıkıp yatın ışıklarını açıp kapamaya başladı dikkat çekmek için. Çabası bir buçuk dakikanın sonunda sonuç verdi. Balıkçı teknesi onlara doğru gelmeye başladı.

Merih uyku sersemi bir halde ayaklanırken gözlerini kırpıştıra kırpıştıra esnedi ve Ali'ye baktı başını kaldırıp. "Kurtulduk mu?" dedi mahmur bir sesle.

Ali neşeyle gülümsedi. "Kurtulduk! Sonunda kurtulduk!"

Continue Reading

You'll Also Like

91.4K 9.5K 20
Ahir Zamanda Masallar 1 . . . Adar'ın kusursuz saydığı hayatı vücudunda tedavisi mümkün olmayan yaralar çıkınca tepe taklak olur. Sahip olduğu ne va...
66.8K 8.3K 35
Dört arkadaşın geçmişten günümüze uzanan hayatları Arkadaşlık onlar için seçimdi, aşksa onlar için bir tercih. Çocukluktan beri yakın arkadaş olan bu...
232K 51.6K 40
KARA KİRAZ SERİSİNİN İKİNCİ KİTABIDIR. ∆∆∆ ~ Kadın bir okyanustu. Adam ise ona muhtaç kuru bir toprak. Toprak okyanusuna küstü. Okyanus, güneşin ke...
486K 20.8K 72
Yaşım 18 - Yarı Texting