ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

Od ozcelikdilaraa

2.2M 186K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... Více

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 42, Ellerimdeki Kan

14.9K 1.7K 1.1K
Od ozcelikdilaraa

 

Bölüm 42, Ellerimdeki Kan

Savaşın gürültülü olduğunu düşünenler çok fena yanılıyordu. Savaş sessiz bir şeydi çünkü, sessizliğinden geliyordu tüm korkutuculuğu. İnansanız da inanmasanız da ölümün bir sesi yoktur, son nefesiniz aldığınız darbeyle sizden kopartılırken cansız bir şekilde yere düşmekten başka bir şey yapamazsınız. Tanrılarınız için yaşayıp dudaklarınızda onların adıyla ölmenize rağmen ölüm anında dualarınızın hiçbir karşılığını bulamazsınız.

Sadece ölür, kendinizi bir Kharon'un kayığında bulana kadar da bunun farkına bile varamazsınız. Cebinize konmuş bir sikke, bir ömür boyunca toplanmış günahlardan arınmış cansız bir beden. Sizden geriye bunlardan başka hiçbir şey kalmaz işte. Hatıranız bile kalmaz günün birinde. Akıllardan önce kalplerden silinir, bir hiç uğruna yaşadığınızı öğrendiğinizde ise her şey için çok geç kalmış olursunuz.

Şan, şöhret? Belki de para. Bunlardan hiçbiri sizinle birlikte ölümün kapılarından geçemez, Hades'in sizden çekip alacağı ilk şey fani hayatınızda sahip olmaktan gurur duyduğunuz şeyler olacaktır çünkü. Onun önünde dizlerinizin üzerine çöktüğünüzde artık bir ölüsünüzdür, eskiden şöhreti olan, ucu bucağı olmayan zenginliklere sahip bir ölü. Ününüz ve paranız bir zamanlar sizi sevdiğini iddia eden insanlar tarafından parçalanırken Kerberos da sizin ruhunuzu parçalar.

Adil ve acımasız. Artık dünyanın öbür tarafında, hesaplaşmanızın gerçekleşeceği korkunç yüzündesiniz.

Ama hala hayatta olanlar, ölümün getirdiği bir anlık sessizlikten sonra yaşayanların hayatta kalmak için attığı çığlıkları duyabilir. Bunun için çabalamanıza bile gerek yoktur aslında. Hayatta kalanların çığlıklarını bir rüzgarda bile bulabilirsiniz. Hayatta kalma isteği her zaman ölme isteğinden daha gürültülü olur. Çünkü yaşamak bir yakarış, ölüm ise bir ağıttır.

Ve ben sandaletlerim kuma gömülü halde ayakta dikilirken yaşayanların seslerini çok yakından duyabiliyordum. Arkamda ordumuz, yanımda Rae varken karşımda bekleyen düşmanın attığı çığlıklar tenimin içine, tüm ruhuma işlemişti.

Rae uzanıp bana güç vermek istercesine elimi tuttuğunda onun sıcaklığına tutundum. Birazdan yaşanacak tüm acı ve vahşete rağmen gece olduğunda dönecek bir sığınağım olduğunu biliyordum. O benim evimdi, uğruna ölmeye ve yeniden yaşama dönmeye yetecek kadar sıcak bir yuvaydı.

Akhalarla aramızdaki mesafe gözümde büyüdü, sanki dünyanın öbür ucunda olacak kadar uzak ama bir nefes kadar da yakınlardı. Apollon tam karşımda, kanatlarını göğe doğru kaldırmış ilk hamleyi yapmamızı bekliyordu. Athena biraz daha geride Farah'ın yanında duruyordu. Sabra ise çoktan kendinden bir tane daha yaratmış, Apollon'un arkasını kollamak ister gibi kendisi ve kendi yarattığı ikiziyle yerini almıştı.

Yutkundum, derin bir nefes almak için ağzımı açtım. Aramızdaki kum savaşla geçen günlerden dolayı ağırlaşmış, askerlerin dökülen kanlarından dolayı koyulaşmıştı. Hava basık ve boğucuydu, nefes almak bile imkansızdı.

Hector bir adım öne çıktı, askerlerin başındaki yerini alarak elindeki kılıcı havaya kaldırmadan önce bize döndü. Miğferindeki kurumuş kanlar güneşin altında acımasızca parladı. "Cesur Troyalılar!" diye bağırdığında sesi içime işledi. "Yaşadığımız gibi cesaretimizle öleceğiz. Bugün ölsek de yarın cennetteki yerimizi alacağız. Şehrimizi, atalarımızı korurken öleceksek eğer uğruna ölmeye değer bir savaş içinde olduğumuzu bilmenizi istiyorum."

Elimdeki hançeri sıkıca tuttum. Tuniğimin açıkta bıraktığı bacağımdaki kemerde üç hançer daha duruyordu. Hiçbiri Tanrı Öldüren değildi. Rae henüz zamanı gelmediğini, eğer elimizde böyle bir silah olduğunu öğrenirlerse Zeus'un onları ele geçirmek için her yolu deneyeceğini söylemişti. Bunlar askerlerimle birlikte gelen, nasıl bir cevherden elde edildiklerini bilemediğimiz hançerlerden üçüydü. Bana aitlerdi ve onlarla savaşacak olan da yalnızca ben ve Gece Savaşçılarıydı.

Hector'un kaslı kolu kılıcı bir kez aşağı indirip yeniden yukarı kaldırdığında herkes ona eşlik etti. Tüm askerler sanki günlerdir savaşmıyorlarmış gibi savaşa aç bir şekilde kılıçlarını, mızraklarını kaldırdı. Hector, "Troya için!" diye bağırdı, tüm askerler bağırdı. "Troyalı Mara için!" diye bağırdığında Rae beni yakınına çekti.

Hector yavaşça gülümsedi, suratındaki kana ve kire rağmen bir kral olduğunu belli edercesine yüzünü yeniden düşmanlarımızdan yana döndürdü.

Ve o tek kelime dudaklarından döküldü. "Savaşın!"

Tek bir çağrı, tek bir emir. Tam o anda tüm askerler, en önde koşan Hector'un peşinden karşı tarafa doğru koşmaya başladı.

Akhalar da savaş çağrısını alarak koşmaya başladıklarında içimdeki tüm gücü serbest bıraktım. Rae'nin karanlığı bizi yakalayıp savaş meydanın tam ortasına bırakmadan hemen önce bana baktı. Elimi son bir kez sıktı ve tüm gücüyle bizi kavradı.

Savaş meydanının ortasına indiğimizde ilk çarpışma yaşandı. Kılıçlar birbirine vurdu, kalkanlar yüksek sesle birbirine çarptı. Bir asker bana doğru gelemeden Rae'nin karanlığı onu kavrayıp hemen gerisindeki askerlerin üzerine fırlattı.

Kafamı kaldırdığımda uzaklarda savaşan, belli belirsiz kanatları gördüm. Hedefim oradaydı, bana fazla yakın olmasa da kat edemeyeceğim kadar uzakta da değildi.

Hançerimi tartmak ister gibi elimde çevirdim ve hiç düşünmeden ileri atıldım. Rae'nin karanlığı beni uyarırcasına geri çekmeye çalıştığında ona döndüm. "Sakin ol arsız ölümlü," derken elindeki kılıcı salladı, tam önündeki bir askerlerin koluna sapladıktan sonra geri çekildi. "Adım adım ilerle, savaşta heyecana yer yoktur."

Haklı olduğunu biliyordum ama yine de hançerimi Apollon'un gırtlağına geçirmeyi her şeyden çok istiyordum. Bana yardım etmesi hiçbir şeyi değiştirmezdi. Şu anda bu savaş alanındaysam eğer bu onun yüzündendi. Kefaret ödemek istiyorsa bunu canıyla ödeyebilirdi. Çünkü istese de istemese de bana yenilecekti. Başka şansı yoktu.

Arkamdan biri atılıp kollarını boynuma doladığında hazırlıksız yakalansam da kendimi hemen toparladım, Phoiniks'in bana öğrettiğini yapacaktım, kendimi savunacak ve en doğru anda saldıracaktım.

Öyle de yaptım. Hançerim Karr'ın ateşiyle kuşanırken alev almış yüzeyini hiç düşünmeden boynuma sarılan düşmanın sert derisine geçirdim.

Rae karşımda gülümsedi, benim üstesinden geleceğime ne kadar inandığını fark ettim.

Onun güvenini boşa çıkartmayacak, benden beklediği gibi üstesinden gelecektim. Bunu hem onun için hem de şehrimiz için yapacaktım.

Asker yanarak benden uzaklaştığında döndüm, hançerimi gırtlağına geçirmeden önce bir an bile düşünmedim. Ama yine de yere düşmeden önce bir hata yaptım, ona baktım. Phoiniks savaşta kimsenin yüzüne bakmamam konusunda beni uyarmıştı ama ben daha ilk andan en büyük hatamı yaparak bu kuralı çiğnemiştim.

Ölen asker gençti, neredeyse çocuktu. Benden bile daha gençti ve yumuşak suratı şimdi ölümün acı gölgesiyle çarpılmıştı. Bunu ben yapmıştım. Onu ben öldürmüştüm.

Ama durup düşünmeye, aldığım canın yasını tutacak vaktim yoktu.

Savaştaydık ve kaybedecek bir an bile Rae'nin ya da benim hayatıma değebilirdi. Onlara acımak için verdiğim bir saniye bizim hayatımızdan gidebilirdi.

Bu yüzden savaşmaya devam ettim. Hançerimi tuniğime sildim ve yeni hedefimi buldum. Hançerimi adamın boynuna geçirdiğimde sıçrayan kan suratıma aktı, saçlarımı ve yanaklarımı sırılsıklam etti. Normal şartlarda bu beni korkuturdu. Ama normal şartlarda değildik, bir savaştaydık ve suratımdaki kan beni kutsuyormuş gibi hissediyordum.

Karr'ın sırtı bana değdiğinde savaş tanrısının attığı nara kulaklarımda yankılandı. İkimizin etrafını saran ateşten çember genişleyerek önüne çıkan herkesi yaktı, Karr keyifle, "Savaşmayı özlemişim," diye mırıldandı.

Çemberi geçmeyi başarıp önüme çıkan bir askere hançerimi saplarken omzumun üzerinden Karr'a baktım. "Bazen senin deli olduğunu diye düşünüyorum," dedim suratıma sıçrayan kanı elimin tersiyle silerken.

Karr güldü, kılıcını yana doğru savurmadan önce, "Ben ise senin deli olduğunu biliyorum," diyerek yanıtladı beni.

Cesur bir Akha Karr'ın önüne çıktığında Karr kılıcını ona doğru döndürse de asker saniyeler içinde boynuna saplanan okla yere yığıldı. Okun ucundan sallanan kırmızı tüyü gördüğümde sahibini tanıdığımı biliyordum.

Karr kafasını kaldırıp bizden uzakta yayını elinde tutan Tara'ya kısa bir anlığına baktı, ama önümüze başka bir asker çıktığında bakışlarını ondan uzaklaştırmak zorunda kaldı.

Rae'nin nerede olduğunu görmek için etrafıma baktığımda Athena'yla karşı karşıya geldiklerini gördüm. Athena elindeki mızrağı keyifle döndürürken Rae ayaklarını kum zemine sabitlemiş, savaş pozisyonunu alarak tanrıçanın hamlesini bekliyordu.

Askerler ikiye yarılmış, nefeslerini tutmuş bir şekilde ilahların çarpışmasını bekliyordu. Ama ben onlar gibi bekleyemezdim.

Dumanıma tutundum ve Rae'nin tam arkasında belirene kadar da onu bırakmadım.

Athena'nın başı hafifçe yana doğru eğildi, gözleri mor kıvılcımlar saçarken gülümsedi. "Bir taşla iki kuş mu diyorsunuz yani?" Hareket ettirdiği mızrağı durdu, uzun parmakları ölümcül aletin gövdesine dolanırken sanki benim boynuma dolanıyormuş gibi hissettirdi. Yutkundum. "Bu ikinizi ayrı ayrı öldürmek kadar zevk vermese de yine de zevkli olacak."

Beklenmedik bir şekilde güldüm, dumanım etrafımda titreşti. "Dene ve öl," dedim sakince. "Hiç tanrı kanı dökmemiştim, bu güzel olacak."

Sözlerim Athena'yı öfkelendirmiş olacak ki hiçbir uyarı vermeden saldırıya geçti. Parlak altın zırhının içinde çevik bir şekilde hareket etti, mızrağını yere vururken altın bir dalga Rae ve beni çarptı.

Savrulmayı bekledim ama öyle olmadı. Aksine ayaklarım yere daha sağlam basıyor gibi hissediyordum.

Rae kendini önüme attı, uzun gövdesi önümde siper ederken güneşli gün karardı. Kara bulutlar etrafı sarıp günü boğarken en az gök kadar koyu bir sis katmanı gökten indi.

Athena durdu ama duran tek kişi yalnızca o değildi. Tüm savaş durmuştu. Herkes ne olduğunu anlamak ister gibi bakışlarını havaya dikerken ben ne olduğunu biliyordum.

Rae'nin karanlığı onu bir gölge gibi sardı, bedeninin etrafında bir katman yaratarak titreşti. Karanlık sis ayaklarının altına inip savaş alanı boyunca yayılırken Athena bir adım geriledi. "Sakın," derken Rae'nin sesi en az etrafını aran gölgeler kadar karanlık ve korkutucuydu. "Sana bir daha ona dokunma izni vereceğimi sanıyorsan yanılıyorsun."

Ve sis Athena'yı vurdu. Tanrıça sis tarafından yutulup uzaklaştırılırken Rae omuzlarını dikleştirdi. Sadece onunla sınırlı kalmamıştı ama, bu ona yetmezdi bu yüzden yeniden hamle yaptı. Savaş alanındaki askerler kaçarken sisi Akhalar'dan birkaçını buldu, onlar daha ne olduğunu anlayamadan başları gövdelerinden ayrıldı, kum zemine düştü.

Athena mor bir ışık saçarak Rae'nin ölümcül gücünden kaçmayı başarsa da zayıf düşmüş olmalı ki fazla hızlı davranamadan Rae'nin ayaklarına dolanan gücü onu yere düşürdü.

Öfkeyle soludum, Rae göz açıp kapayıncaya kadar benden ayrılıp Athena'nın yanına ulaşmış, ellerini onun boynuna sarmıştı. "Ellerin Mara'nın boynuna böyle mi dolanmıştı?" diye sorarken Athena'yı düştüğü yerden havaya kaldırdı. "Onu böyle mi öldürmüştün?"

Athena onunla savaşmayı bırakırken daha çok şaşırmış gibiydi. "Sen neyden bahsediyorsun?"

Rae'nin parmakları sıkılaştı, sanki orada can çekişen Athena değil de benmişim gibi nefesim kesildi. "Mara'yı öldürürken bir an durup düşündün mü?"

Athena mızrağını elinden attı, iki eliyle de Rae'ye tutundu. Sis şimdi onun ayaklarından başlayarak tüm gövdesine dolanmıştı. "Ben Mara'yı öldürmedim," dediğinde sakladığım gerçeğin gün yüzüne çıktığını anladım.

Bunu ona hala söylememiştim. Ona anlatmam için Medusa'yla görüştüğümü de anlatmam ve Persephone'yle yaptığım anlaşmadan da söz etmem gerekecekti. Sadece, sadece bu kadar şeyle uğraşırken bu gerçeği ona anlatmaya cesaret edememiştim.

Rae bir an afallar gibi olsa da kendini toparlayarak Athena'nın gırtlağına daha sıkı yapıştı. "Yalan söylüyorsun," dedi öfkeyle.

Athena zor durumda olmasına rağmen gülümsedi, "Zihnimi oku kehanet tanrısı," diye fısıldadı. "Bunun gerçek olduğunu sen de biliyorsun."

Rae bir süre hareketsiz kaldıktan sonra Athena'yı hala tutmaya devam ederek bana döndüğünde evrenlerin hareket ettiği gözlerinde gerçeğin ağırlığını okudum. Artık biliyordu, gerçeği ondan sakladığımı biliyordu çünkü zihnimde kendime engel olamadan o anları düşünmüştüm. Medusa'yı, Persephone'yi ve beni onlara götüren Karr'ı.

Etraf yoğun bir ışıkla aydınlandı, kara gökte çakan şimşek Zeus'un uyarısıydı. En sevdiği evladının diğer evladı elinde can vereceğini gören bir babanın haykırışıydı.

Rae kafasını kaldırıp şimşeğe baktı, Athena'yı sarsarken gülümsedi.

Bir şimşek daha, bu sefer doğrudan Rae'nin üzerine doğru çaktı.

Bunun üzerinde çok fazla düşünmedim, düşünmeme de gerek yoktu. Tek bildiğim şimşeğin ona ulaşmasını engellemem gerektiğiydi.

Sanki zaman yavaşladı, büküldü. Şimşeğin akışındaki özünü anladığımı fark ettim. Bu bir güçtü, en güçlü tanrının eşsiz gücüydü. Dilimde onun acı tadını alabiliyor, sonsuz ışığının nasıl hissettireceğini neredeyse tahmin edebiliyordum.

İleri atıldım, elimi havaya kaldırdım. Şimşeği ucundan yakalarken bedenime dolan gücü hissettim. Saçlarım ve tüm bedenim havalanırken güç içime aktı, ellerimden girip ayaklarımdan çıkarak toprağa karıştı.

Bize birkaç adımdan daha yakın olan herkes şimşekten gelen akıma kapılıp cansız bir şekilde yere düşerken Rae Athena'yı bıraktı.

Athena hemen gözlerden kaybolurken Rae'nin karanlığı da Rae'yi benden uzağa itti.

Bu güçle ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Daha önce hiç bu kadar saf ve ölümcül bir güçle dolu olduğumu hissetmemiştim. Bu kudretti, eşsizdi. Demek en güçlü tanrı olmak böyle hissettiriyordu.

Şimşeğin özü damarlarıma sızdı, kanımı kırıp parçaladı, yerine dizginlenmemiş bir akım yerleştirdi.

Ayaklarımı yere sımsıkı bastığımda tüm bedenim titriyor, etrafım çatırdıyordu. Şaşkınlıkla ellerime baktığımda kan içinde olduklarını ve parladıklarını gördüm.

Bunu yapmıştım, Zeus'un gücünü kendi içime almayı ve benim yapmayı başarmıştım.

Rae'nin karanlığı açılıp onu yeniden görünür kılarken ondan uzaklaştığımı hissettim.

Yoğun bir güç beni çektiğinde bedenimin içinden çıktım, ruhum zaman ve mekandan azat kılınırken kendimi Olympos'ta, Zeus'un karşısında dikilirken buldum.

Başımı eğip kendime, saydamlığıma baktım. Gerçekten de bedenimden ayrılmıştım. Rae'nin beni aşağıda kucakladığını, savaş alanından çıkartmaya çalıştığını hissedebiliyordum. Ama ben orada değildim, en azından ruhum orada değildi.

Zeus gürleyerek karşımda dikildiğinde altımdaki yer de gök de titredi. "Seni cahil!" diye öfkeyle bağırdı. "Buna nasıl cesaret edersin?"

Parmaklarımın arasında hala çatırdayan şimşeğe bakarak, "Sana söylemiştim," diye mırıldandım. "Seni uyarmıştım."

Zeus'un fırtına rengi gözleri hiddetlendi, ortam değişti. Kendimi bir fırtına bulutunun tepesinde bulduğumda şiddetli yağmurda savrulmamak için var gücümle savaştım.

Zeus gözlerimin önünde büyüyüp irileşirken ilahi formu her bir zerresini sardı, gözlerinin içinden şimşekler akıp gitti. "Seni öldürmediğim için o kadar şanslısın ki." Siyah saçları rüzgarda savruldu.

Gülümsedim. Zaten çoktan anladığım şeyi dudaklarından duymak beni memnun etmişti. "Hiçbir zaman mesele ben olmadım," dedim kendi cesaretime şaşırarak. "Her zaman Rae'ydi. Asıl yenmek istediğin, üstüne basıp geçmek istediğin öz oğlundu."

Zeus bana doğru atıldığında ona ondan çaldığım yıldırımlarla karşılık verdim. Şimşekler aramızda çatırdarken durdu. "Ne biliyorsun?"

"Beni öldürmüyor değilsin," dedim sakince. "Beni öldüremiyorsun. Anlamayacağımı mı düşündün? Bir tanrı olmayabilirim ama aptal da değilim. Rae benim içimde yaşıyor, ölmesini en çok arzu ettiğin parçası benimle korunuyor, ben ölürsem o parçanın ona geri döneceğini biliyorsun."

Zeus yeniden insani formuna dönerken sakinleşmiş gibi durmak için büyük bir çaba harcadığının farkındaydım. Dudaklarını birbirine bastırdı ama hemen sonra yırtıcı bir hayvan gibi gerildi. "Kes sesini kadın," derken tüm kontrolünü kaybetmiş gibiydi. "Hiçbir şey bilmiyorsun."

Gülümsedim, eğer bedenen burada olsaydım kesinlikle kıçımı donduracağına emin olduğum bir rüzgar esti. "Korkuyorsun." Etrafında döndüm, şimşekleri çatırdadı. "Kronos gibi olmaktan korktuğun için kendine kendi ellerinle bir Zeus yarattın. Onu zayıflatmak için zamanı böldün, onu bu zamana hapsetmeden önce de gücünün yarısını öldürmesi için diğer oğlunu kullandın."

Zeus kaşlarını çattığında doğru yolda olduğumu anladım.

Etrafımızdaki bulutlar sıkılaştı, yağmur hızlandı. "Ama o kadar kendini beğenmiştin ki yine de büyüklüğünü göstermekten geri duramadın. Ben zaten hayattayken beni yeniden dünyaya döndürmesi için oğlunun gücünün ve ruhunun yarısını sakladın."

Zeus uzanıp bana dokunmaya çalıştı ama ben yalnızca dokunamayacağı bir ruhtan ibarettim. O bile bana dokunamazdı. "Anlamadığım nasıl böyle bir risk alabildiğin. Öldüğümde onun yarısıyla dirileceğimi biliyordun, nasıl oldu da kibrine yenik düşebildin?"

Zeus'la karşı karşıya geldik. Tanrı çenesini dikleştirip gözlerini benimkilere kilitledi. "Sen söyle Mara, nasıl bu hatayı yaptım?" Suratındaki hırçın gülümseme tüylerimi diken diken yaptı. "Ya da sen öldüğünde sakladığım o parçayı senin içine kim yerleştirdi?"

Son sözlerinin ardından gücü beni çarptı, buluttan aşağı itti. Yeniden kendi bedenime döndüğümde ayak parmaklarımdan başıma kadar sarsıldım. Nerede ve kimin önünde olduğumu umursamadan dönüp kustum.

Eller beni sarıp rahatlatmaya çalışırken hırıltılı nefesler aldım. Naia yumuşacık dokunuşlarla sırtımı sıvazlarken şehir surlarının içinde olduğumuzu fark ettim.

Helene kendime geldiğimi görünce dizlerinin üzerine çöküp elindeki testiyi dudaklarıma dayadı. Boğazım acıdığı için onu itmeye çalıştım ama direterek, "İç," dediğinde ona karşı çıkmadım.

Helene benden uzaklaştığında Rae'yi gördüm. Gölgesi etrafında oynaşırken diğer herkes sessizce onun konuşmasını bekler gibiydi.

Karr onun birkaç adım gerisinde duruyordu, Tara ise sadece gözlemlemeye gelmiş gibi görünüyordu.

Savaş duvarların ötesinde devam ediyordu, tenlerin birbirine çarpma seslerini hala duyabiliyordum. Demir demiri dövüyor, çığlıklar birbirine karışıyordu

Ayağa kalktım, az önce uzandığım yerden uzaklaştım. Savaşa geri dönmeliydim, Zeus'un şimşeğini kullanarak bu lanet savaşın daha çabuk bitmesini sağlayabilirdim.

Birkaç adım daha atmayı başardığımda benden uzakta olan Rae hemen önümde belirdi. "Bizi yalnız bırakın," derken sesi sakin olsa da ne kadar hiddetlendiği belliydi. Karr da diğerleriyle birlikte bizden uzaklaşmak için hareketlendiğinde Rae, "Sen değil," diyerek ekledi.

Savaş tanrısı derin bir nefes alarak olduğu yerde durdu.

Rae beni omuzlarımdan öfkeyle yakaladı. "Bunu nasıl yaparsın?" diye sorduğunda öfkeli sesi suratımı yaladı. "Nasıl Persephone'yle anlaşma yaparsın?"

Titredim. "Hades'le onun bizim dostumuz olduğunu söylediğini hatırlıyorum," demem pek işe yaramamış olacak ki sanki bu mümkünmüş gibi biraz daha öfkeli gözüktü. "Onlara güveniyorum."

Rae benden uzaklaştı, kendini kontrol etmekte büyük bir zorluk çektiğini hissedebiliyordum. "Ona bağlayıcı yemin verdin Mara, bir tanrının ya da tanrıçanın senden ne isteyebileceğini hiçbir zaman bilemezsin." Karr söze karışmak için boğazını temizlediğinde Rae'nin hiddetli bakışları ondan yana döndü. "Sen hiç konuşma. Onun bu tehlikeye atılmasına nasıl izin verebilirsin? Bir kez daha senin yüzünden Mara'yı kaybetme ihtimalini nasıl göze alabildin?"

Rae'nin sözleri külçe gibi tüm ağırlığıyla aramıza düştü. Karr'ın suratında beliren hayal kırıklığı canımı yaktı.

Onun kendisini biraz olsun iyi hissetmesine çalışarak, "Senin suçun değildi," dedim. "Apollon'un beni götürmesi senin suçun değildi."

Karr omuzlarını dikleştirdi, sanki onu affetmeme ihtiyacı yokmuş gibi bana baktı. "Ben çocuk değilim Mara, ben bir tanrıyım. Senin beni affetmene ihtiyacın yok." Kızıl gözleri parladı, Rae'nin üzerinde dolaştı. "İznin olursa verecek bir savaşım var," dedikten sonra benim affım gibi Rae'nin de iznine ihtiyacı olmadığını belli edercesine çekip gitti.

Duvarların dibinde Rae'yle bir başımıza kalmıştık. Göğsü öfkeyle aşağı yukarı hareket ederken sözlerini bir araya getirmekte güçlük çektiğini biliyordum. Bu yüzden onu sakinleştirmeye çalışarak, "Rae," dedim ama bakışlarını görünce bundan vazgeçtim.

"Kendini öldürdün," derken sesi iki duyguyla titredi; öfke ve keder. "Bunu yaptın. Bana gelmek yerine kendini öldürmeyi seçtin."

Ellerimi yumruk yaparak bedenimde sabitledim. Zeus'un şimşeklerinin içimde çatırdayarak yükseldiğini hissedebiliyordum. "Bunu senin için yaptım."

Güldü ama gülüşü son derece tehlikeliydi. "Diğerlerinin sana anlattığını biliyorsun sadece Mara. Sana söylenen şeylere nasıl inanırsın, nasıl böyle bir risk alırsın?"

Kendimi savunmaya çalışarak, "Seni korumak için kendimi öldürmeyi tercih ettim," dedim.

"Bunu yapan sen değildin," dedi acımasız bir tonda. "Oydu, diğer Mara'ydı. Biliyor musun belki de gerçekten haklısın. Tanıdığımı düşündüğüm Mara'yla bazen uzaktan yakından alakan olmadığına emin oluyorum."

Sözlerin sivri uçları olsaydı eğer o anda delik deşik olmuştum. Rae de bunun farkındaydı. Ağzından çıkan her söz tartılmış, hedefinin ne olduğunu çok iyi bilen sözlerdi.

Geriye doğru bir adım atarak ondan uzaklaştım, kendimi korumaya çalışır gibi sırtımı duvara yasladım. "Sen onu seviyorsun," dedim. "Sen o kadını seviyorsun, beni değil."

Rae dişlerini birbirine bastırdı, çenesi gerildi. "Sürekli aynı konuyu önüme çıkartıyorsun," derken sesi bir fısıltı gibiydi. "Ne zaman sana olan aşkımı sorgulamayı bırakacaksın? Ben senin için öldüm."

"Ben de senin için öldüm," dedim hiç beklemeden. "Bu bizi eşit yapar. Belki bir kez daha senin için ölürsem eşitliği bozarım."

Bir şey söyleyecek oldu ama sustu. Sonra elini yavaşça havaya kaldırıp inceledi, kaşları çatıldı. "Bana yemin verdirdin," derken sesi uğradığı ihanetten çatal çatal olmuştu. "Sana bir daha bir şey olursa seni hayata döndürmek için çabalamamam için yemin verdirdin. O zaman biliyor muydun?" Zihnime dolandı, dudakları çekildi. "Biliyordun, benim için kendini öldürdüğünü bile bile bana bu yemini verdirdin."

İkimiz de eşit derecede incinmiştik. Bakışlarımız buluştu, Rae hayal kırıklığı içinde başını iki yana salladı. "Böyle olmasını istememiştim," dediğimde söyleyebileceğim tek şey buydu.

Gülümsedi. "Hayır, hep böyle olmasını istedin. Her zaman bunu yaptın, benden kaçtın. Her zaman. Senin yaşadığını bile bilmeden beş asır seni bekledim ama sen benden sürekli kaçtın."

İçimde yükselen saçımı başımı yolma isteğini bastırmaya çalışarak, "Keşke beklemeseydin," dedim. "Belki de daha mutlu bir adam olurdun."

Rae'nin suratı burkuldu, dudaklarını birbirine bastırdı. Gözleri kolyeme indiğinde onun da ne düşündüğünü biliyordum. Oraya geleceğimiz kazınmıştı ama artık ikimiz de o günlerin gelmeyeceğine neredeyse emin gibiydik.

Yanından geçip giderken beni durdurmadı. Savaş alanına geri döndüğümde beni takip etti ama benim yanımda savaşmak yerine Hermes'in yanındaki yerini aldı.

Hiç düşünmeden gücümü serbest bırakıp etrafımdaki herkesi Zeus'un şimşekleriyle yakarken bir an bile dönüp bana bakmadı.

Bir şeylerin koptuğunu ve gittiğini hissettim.

Sanırım savaşta sadece insanlar değil duygular da yara alabiliyormuş. Hatta bazen ölebiliyormuş bile. 

Herkese selam ordu! Kaos yüklü bir bölümün daha sonuna geldik sldlhspğd. Haydi buraya ilk kitabın finaliyle ilgili bir teori bırakın, çok merak ediyorum.

Şimdiden uyarıyorum, sonraki birkaç bölüm sizi biraz sinirlendirecek dfopdfdf. Bunu bu bölümden de anladığınızı tahmin ediyorum. Bana fazla sövmeyin nolur.

Sınırımız belli 300 oy ve 600 yorum yoksa Rae Karr Allah kimi verdiyse mortingen skfhsdşf.

Sizleri sonsuzluk kadar seviyorum. Haftaya kendi gününde kendi saatinde efendim.

-Kaos.

Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

10.3K 755 28
Hiçbir yere ait olamamak mümkün mü? İnsan bir yere ait olabilir mi? Aidiyeti hissetmek için ne yapabilirsiniz? Nelerden vazgeçebilirsiniz? Doğaüstü...
7.4M 323K 61
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
209K 18.7K 55
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...
69.2K 5K 35
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...