Sana Teslim Oluyorum (Umut Se...

By seyma_demir

246K 19.2K 11.5K

Yüsra, ömründe ilk kez ağabeyinden gizli bir yola gitti. Üstelik, oldukça riskli bir yola... Görev icabı sını... More

Tanıtım
1. "Komutan"
2."Tabip"
3."İnci"
4. "İddia"
5. "Onur"
6. "Yasak"/1
7. "Yasak/2"
9. "Görev"
10. "Öncü"
11. "Baloncuk"
12. "Kabus"
Kızıl Kardelen Yeniden ön satışta!
13. "Seçim"
14. "Askerin elleri"
14. "Öncü'nün İnci'si"
15. "Yansıma"
Yeni Hikaye yayında!
16. "Seni Kaybetmedim"
Kitap Fuarı!
17. "Affet Beni Akşam Üstü"
18. "Armağan"
19.Aile
(Bölüm Kesit)Uzun Zaman Sonra Merhaba
20. Yedi Taş
21. Doğum ve Ölüm

8. "Kıskançlık"

12K 951 559
By seyma_demir

O iştahı beklediğime değdi. Sonuna kadar hissiyatla yazdığım bir bölüm oldu. Deli gibi güldüm, ağladım, sevdim. Yüsramla beraber çarpıntıyla yazdım bu bölümü. Tugay en yoğun erkek karakter listesinde başı çekmeye başladı. Sizi de bu yoğunlukla baş başa bırakıyorum. Pencereleri açarak okuyun, biraz terletebilir. :)

Bölüm şarkısı sağ olsun, Tugay'ın tüm hislerini güzelce aktardım. Dinleyerek okumanızı öneririm. 

Kapkara ve ateş saçan gözleri üzerinde hissederek, dikkatle ne içmek istediklerini sordu. Gözlerin sahibi tekli koltukta, en köşede oturuyordu. Asker kıyafetini giymemiş olsaydı bile, saç tıraşından, gözlerinde ki tedbirli bakıştan asker olduğu anlaşılırdı. Onun gibi askeri kıyafetlerle olan arkadaşları, odanın en uzak köşesinde, sandalyeye oturmuş ve fısıldaşıyorlardı. Yüsra'nın suratı asıldı. Elbette, onu konuşuyorlardı. Çağla'nın üstten bakan gözlerini üzerinde hissediyordu. 

"Çay," dedi Tugay, misafirler yerine cevap vererek. Sonra açıkladı. Ellerini önünde bağlayıp öne eğilir ve konuşurken, gelen talip adama bakıyordu. "Henüz kahve içtik, midemizi ağrıtmayalım." 

Polis olduğunu hatırladığı adam pek mesleğini yansıtmıyordu. Yüsra genelde onları atılgan ve konuşkan bulurdu ancak bu adam sessiz ve gözlemci görünüyordu. 

"Çay olur," dedi yumuşakça ve Yüsra'ya kısa bir an bakıp gülümsedi. "Ama zahmet etmeseydiniz."

"Ne zahmeti?" derken Yüsra'nın yüzüne kan hücum etti. Öyle bir karmaşanın ortasındaydı ki, odadan çıkıp mutfağa girene kadar ellerinin titrememesinin en büyük sebebi, mesleki deformasyondu. Çaydanlığı aynı sakinlikle koydu ve odaya geri döndüğünde, neredeyse boş yer olmadığını gördü. Tugay doğruldu, aynı zamanda polis talipte doğruldu. İkisi de aynı anda yerlerini verdi. 

Yüsra sersemleyerek yere baktı ve iç çekti. "Arka odada bir sandalye daha olacaktı. Nezaketiniz için teşekkür ederi..." Sözleri tamamlanmadan, Tugay bahsi geçen arka odaya doğru ilerledi.

"Siz oturun Tabip Hanım, ben getiririm."

Yüsra dikkatli bakışlar altında, oldukça pasaklı haliyle oturdu. Neyse ki elini yüzünü yıkayacak vakti olmuştu ancak üstü başı toz içindeydi. 

"Kusuruma bakmayın, bugün bahçeyle ilgilendim," diye açıkladı kadınlara.

Talip bey üstüne alınarak söze karıştı. "Estağfurullah, asıl biz habersiz geldiğimiz için kusura bakmayın. Ama yarın sabah erken yola çıkmam gerekiyor..." Adam sözlerine devam etti ama Yüsra onu bir pusun altında dinledi. Çünkü Tugay koca sandalyeyi bir koluyla taşıyordu. Onun, arkadaşlarının yanına oturacağını, özellikle Çağla'nın yanına oturacağını sanan Yüsra yanıldı. Adam ona doğru geliyordu. Pencere kenarındaki tekli koltuğun hemen yanına sandalyesini çekti, oturdu. Kollarını bağladı ve ayaklarını çaprazlayarak, gözlerini polise dikti.

Askerler ve polisler arasında bir husumet mi vardı? Yüsra oturduğu yerden bir ellerine, bir halıya, bir avizeye baktı. Odadakilerle göz kontağı kurmaya korkuyordu. Bir girdabın ortasına düşmüş gibi hissediyordu. 

"Misafirlerinizin olduğunu bilmiyorduk," dedi görücü kadınlardan biri. 

"Gelirken haber verseydiniz bilirdiniz," diye homurdandı Tugay paçalarını düzeltiyormuş gibi yaparken eğilip, Yüsra'ya döndü. Gözlerinde tehditkar bakışı gören Yüsra, ne demek istediğini anlamak için kaşlarını çattı.

"Misafir değiliz biz." diye yüksek sesle misafirlere döndü. Sonra tekrar Yüsra'ya baktı. "İş arkadaşıyız. Yarın iş başı yapacağız değil mi Tabip Hanım? Sohbeti kısa kesip, herkes evine dağılmalı."

Yüsra, her ne kadar ona öfkeli olsa da bu insanlara yeşil ışık yakmak da istemiyordu. Nasıl yakabilirdi ki? Üç sene boyunca bunu defalarca yaşamış ve insanları nasıl uzaklaştıracağını çözmüştü. Onun için evlilik yoluna girmek bir yana, bunu hayal etmek bile rüya olmuştu. Bunu hayale dönüştüren adama kısaca baktı ve mahcupça kabul etti.

"Evet, bugün yatılı misafirim de olacak. Kusuruma bakmayın lütfen."

Görücü kadınlar birbirine baktı. En sonunda annesi olduğunu tahmin ettiği kadın polis talibin kulağına eğildi ve fısıldadı. Adam gözlerini Yüsra'ya dikmişti. Bakışları, Yüsra'yı biraz tedirgin etti. 

"En azından on dakikanızı ayıramaz mısınız?" diye sordu adam nezaketle ama Yüsra soğuk terler döküyordu. Şimdiden onu nasıl reddedeceğini düşünüyordu. Hiç bir taliple konuşmayı bırak, onlarla böyle yüz yüze gelmemişti. Allah affetsin, içi almıyordu. 

"Ben bir çaya bakayım," diye doğruldu Yüsra. Tugay da aynı anda doğrulunca, genç kız şaşırarak önünde yükselen adama baktı. Adam doğrudan görücülere bakarak konuşurken, burun delikleri öfkeyle genişlemişti.

"Bugünlük yeterli bence, saat çok geç oldu. İki hanımı uyumaları için yalnız bırakalım."

Yüsrai hayal kırıklığıyla Çağla'dan da bahsettiğini fark etti. Elbette onun güvenliği de Tugay için önemliydi. 

"Haklısınız," dedi polis. Yüsra ani bir rahatlamanın omuzlarına çöktüğü hissetti. "Yarın akşam  yola çıkacağım, yarın müsait olduğunuz bir zaman, kısacık bir anınızı bana ayırır mısınız?"

"Yarın çalışıyor." Sesiz duran Çetin söze girdi. Sesinde alay vardı ama gözlerini Tugay'a dikmişti. Yüsra, onun bir şeylerden şüphe duyduğunu anlayarak tedirgin oldu. Tugay'ı dürtüklemek istedi. Daha demin mutfakta ona çok belli ettiğini söylemişti. Meslekleri tehlikedeydi. Şimdi o ne yapıyordu?

Yüsra müdahale etmek için, düşünmeden konuştu. "Yarın erken çıkarsam..."

Tugay'ın aniden sandalyeyi arkaya itmesiyle odada gürültülü bir ses çıktı. Yüsra kuruyan dudaklarını gererek sözlerini yineledi. "Çıkamazsam, kusuruma bakmazsınız."

"Ben beklerim," dedi adam neşeli bir sesle.

"Çok beklersin," diye homurdandı Tugay. Yüsra inanmayarak odada göz gezdirdi. Neyse ki kimse duymamıştı çünkü vedalaşma sesleri yükseliyordu. Yüsra öne doğru adım attı. Misafirleri geçirmek için, kalabalığa yaklaşıyordu. Tugay onu elbisesinin arkasından tuttu ve kendine doğru çekti. Sırtı ona dönük olan Yüsra, sıcaklığını her yanında hissediyordu. Dokunmadan nasıl hissedebiliyordu? Adam öne doğru eğildi ve fısıldadı. 

"Polis katili olmama ramak kaldı."

"Vatan haini misin?"

Tugay burnundan soludu. "Hain olan sensin."

Yüsra gülümserken döndü ve Tugay'ın gözlerine kısa bir an bakıp, fısıldadı.

"Dedi, sevgilisini evime misafir olarak getiren asıl hain."

"Sana sevgilim değil dedim."

"Eh, bende yarın meşgul olmayabilirim."

Tugay'ın elleri yumruk olup iki yanına düştü. "Göreceğiz," deyip arkadaşlarının yanına gitti. Her şey yeterince zor değilmiş gibi, şimdi Çetin'in sürekli ikisini izlemesi vardı. Yüsra misafirleri ve askerleri uğurladığında, üstünde koca bufalo sürüsü tepinmiş gibi hissediyordu. 

Asıl meseleye gelince...

"Bu koltuklarda yatarsam sabah doğrulamam," diye yakınan Çağla'ya iç çekerek baktı. Kız etrafa sanki onu her an yiyecek böcek sürüsü varmış gibi bakıp, göz kenarıyla Yüsra'ya döndü.

"Sendeki iyi cesaret. Burada tek başına nasıl yaşıyorsun?"

Yüsra elinde çırptığı yastığı yatağa yerleştirdi ve gülmemek için kendini tutarak cevapladı. "Görüldüğü gibi."

"Zor olmuyor mu ama? Şahsen, sapık mı vardır, katil mi belli değil."

"Askerler koruyor." Yüsra artık uyumak istiyordu. Kızla ne kadar konuşursa, o kadar sinirleri geriliyordu. Kız mini dediği valizini açtı, içinde Yüsra'nın bir hafta giyeceği kadar elbise vardı. Gece bakımını yapan kızı arkasında bırakıp, evi şöyle bir düzenledi, rahat pijamalarını giydi. Saçlarını salık bırakmadan yatamadığı için tokasını çıkardı. Şimdi başındaki zonklama hafiflemişti. Kafasına masaj yaparken odaya girdi, kızı yatağında oturmuş telefonunu havaya tutarken buldu.

"Burada internet neden çekmiyor anlamıyorum."

Yüsra, gözlerini devirdi. "Baz istasyonları çok uzak ondan."

Kız aniden içini çekince, Yüsra şaşırarak ona döndü. Yatağına attığı adım havada kaldı. Şaşkın mavi gözlerini ona dikmişti. Yüsra bir gariplik arayarak kendine baktı, sonra yeniden kıza baktı. Bu sefer bakışlarında soru vardı.

"Sen epey güzelmişsin," deyince, Yüsra sinirden kahkahalarla gülmek istedi. Bu iltifat mıydı?

"Sağ ol," dedi kuru kuru. "Senin yanında hiç bir şeyim."

"Üstündeki pespayelerden kurtulup, saçlarını açınca ne sakladığın ortaya çıktı."

Yüsra ışığı kapatırken amacı yüzünün gerginliğini kızdan saklamaktı. Neden sözcükleri ona, Tugay'ın annesini bu kadar hatırlatmıştı? Yüsra yatağa uzandığında, kız susmadan devam etti. 

"Saçların kendinin mi?"

"Evet."

"Boya gibi duruyor ama bu kadar açık sarı olması genetik mi?"

"Evet."

"Neden onu saklıyorsun?"

"Öyle tercih ediyorum."

Kız sonunda susmuş gibiydi ancak Yüsra tam uykuya dalacakken yanıldığını anladı. "Tugay iş yerinde nasıl biri?"

"Efendim?" İnanamadı çünkü. Böyle bir soruyu ona mı sormuştu?

"Sen aynı iş yerinde çalışıyorsun. Onun burada nasıl anıldığını öğrenmek istiyorum."

Yüsra'nın içinde intikam alevi parıldadı. Yüsra ışığı daha çok harlayarak konuştu:

"Ona Zehir Öncü diyorlar."

Kız şaşırmış gibi bir ses çıkardı. Yüsra acımasızca gülümsemek istedi. İçinden kahkaha atıyordu. "Askerler onu gördüklerinde yönlerini değiştiriyor. Katı, kuralcı ve zehir gibi bir Komutan."

"Bu anlattıkların pek Tugay'a benzemiyor."

Şimdi Yüsra'nın içinde kıskançlık alevi parıldadı. Bu sefer kız ışığı harladı ve Yüsra patlamaya hazır bomba gibi hissetmeye başladı.

"Tugay centilmendir. Mesafeli ancak saygılı. Her zaman ortamda nasıl konuşulduğunu ve nasıl davranılması gerektiğini bilir."

"Onunla oldukça yakın gibisiniz."

Yüsra bunu söylediğine pişman oldu. Kızın eline, onu kudurtması için koz vermiş gibi oldu. Kız onun içine öyle bir kor attı ki, hiç bir yağmur bu koru söndüremezdi.

"Beraber büyüdük sayılır. Ailelerimiz arkadaş. Bizim için iyi bir gelecek diliyorlar."

"Mübarek olsun," diye homurdandı Yüsra yatağında dönerek. Kız, "Hıh?" diye sordu. Yüsra çenesini kasarak oldukça normal bir ses tonuyla mırıldandı. 

"İyi geceler diyorum. Bugün epey yoruldum, yarın iş başı yapacağım."

...

Tugay köpürüyordu. Köpürmek mi? Aç kalmış ve dayak yemiş köpekler gibi kuduruyordu. O gece uyuyamadı. Sabah erkenden iş başı yaptı. Revirin kapısından ayrılamadı. Tabip Hanım işe tam vaktinde geldiğinde, bir asker ağaçtaki kozalakları topluyordu.

"Hayırlı Sabahlar Komutanım."

Kızın tavrı, Tugay'ın öfkesini harladı. "Size günaydın. Bugün erkencisiniz?"

Kız saatine baktı. "Aslında vaktinde geldim."

İnce bileklerini saran beyaz bir saat takıyordu. Bilekleri o kadar inceydi ki, Tugay'ın ellerinin arasında kaybolabilirdi. Genç adam silkilerek kaşlarını çattı. 

"Neyse ki vaktiyle geldiniz. Bugün epey işiniz olacak."

"Öyle mi?" Kız kaşlarını kaldırdı. Sonra kafasının üstünden gelen sese bakarak ağzını şaşkınlıkla açtı.

"Mükremin, senin orada ne işin var?" diye sordu.

Genç asker hafifçe gülümsedi. "Kozalaklar yere düşmeden önce topluyorum."

"Neden?" diye sorarken meraklı görünüyordu. Etrafta buz kesen bir sessizlik oldu. Askerler yerleri süpürmeyi bıraktı, Mükremin elinde kozalakla donakaldı. Tugay, askerlerin ona attığı kısa bakışları görerek homurdandı.

"Çünkü yukarıdan düşmeden toplarsa, parçalanmayacak ve daha fazla iş çıkmayacak. Siz işinizin başına döner misiniz Tabip Hanım?"

Kız ona öfkeyle baksa da alaylı sesiyle, "Emredersiniz Komutanım," dedi.

Bugün onu öldürmeye karar vermişti. O beyaz elbiseyi niye giyerdi? Tugay, onu ilk kez beyaz elbiseyle görüyordu. Üstünde yer yer ufak lavantalar olan, yaz gibi kokan bir elbiseydi. Tugay'da ona sarılma isteği uyandırıyordu. Kollarını birbirine sardı ve özleri hafifçe askerlere kaydı. Onlarında Yüsra'yı hayranlıkla izlediğini fark etti. Belki ellerinde değildi, çünkü kız güzelliğinden bir haber bu erkek ordusunun içinde, taze açmış çiçek gibi savruluyordu ama Tugay, öfkesine onları anlaması konusunda söz geçiremedi.

"Höst!" diye bağırdı aniden. Sesi dağda yankılandı. Merdivenlerin başındaki Yüsra bir yerinden zıpladı. "İşinizin başına dönün yoksa etrafınızı göremeyecek hale getiririm sizi!"

Telaşlı temizlikleri devam ederken, Tugay da kendini meşgul etmek için tankları kontrol etmeye başladı. Öğleden sonraya kadar reviri dolduran askerleri memnuniyetle izledi. Askeri araçların motor sesleri kalabalığı sustursa da, gözleri her daim o tarafa kayıyordu. Bir ara pencereye yaklaşan kızın siluetini gördü. Elini boynuna koymuş, yorgunluğunu belli edercesine ovuyordu. Tugay'ın vicdanı birazcık sızladı. Ama saate bakınca bu sızı yerini öfke nöbetine bıraktı. Saat daha öğleden sonra üç bile değildi. Neyse ki, kızın işi bitmemişti.

Tugay elinin yağını temizledi ve yemekhaneye gitti. Yemekleri kontrol ederken, şansına bugünün menüsünde eksiklik olduğunu fark etti. İçinde neşe patlak verdi. Yemek masasına oturdu ve görevli askerlerden birine, "Tabip hanımı çağır," dedi.

Çayını içerken tabip hanım içeri girdi. Yorgun adımları kararlıydı. Direk Tugay'a doğru yürüyordu. Onu kimin çağırdığını asker söylemiş olmalıydı.

"İyi öğleden sonralar tabip hanım," dedi Tugay çayını yudumlarken. Kız önünde durdu ve öfkeyle kalkan sinesine bakılırsa, pek de iyi saatler geçirmiyordu.

"Bugün askerlerin kontrole gelmesi emrini mi verdiniz Komutanım?" Sakin kalmaya çalıştığını görmek Tugay'a inanılmaz zevk veriyordu. Burnu sızladı. Şu surat ifadesine bakıp, onu öpmeden nasıl duracaktı?

"Ayda bir kontrol etmeleri gerek öyle değil mi? Hepsinin sağlığından biz sorumluyuz."

"Bugün olması tesadüfi yani?"

Tugay kollarını masaya dayadı ve öne doğru eğildi. Gözleri elaları esir aldı. "Neden bugün özellikle önemli bir gün mü?"

Yüsra kızardı. Ten rengi o kadar beyazdı ki, hiç bir hissini saklayamıyordu. Tugay ona bu yüzden hayranlık duyuyordu. Kişiliği de ten rengi gibi açıktı. Onda yalana dair tek iz yoktu.

"Kontroller bitince mutfakta iş çıkması da rastlantı o zaman?"

"Orası tamamen sizin başınızın altından çıktı tabip hanım." Yanındaki sandalyeyi çekerek oturmasını istedi. Yüsra tereddüt etti. Onları dikkatle izleyen askerlere bakış attı. Tugay başıyla işlerine bakmalarını işaret etti. Askerler tencerelerin başına kaçtı. 

Yüsra sandalyeye oturdu ve öne doğru çekti. Pencere açıktı. İçeriye hafif bir esinti geldi. O rüzgar, Yüsra'nın eşarbını hafifçe salınmasına sebep oldu ve muhtemelen saçlarının kokusu olan o koku, Tugay'a doğru hızla çarptı. Tugay bir kaç saniye aklını yitirdi. Gözlerini yumdu ve nefesini içine çekti. Bu kızla ilgili her şey, aklını yitirmesine sebebiyet veriyordu. Onunla ilgili her şey, Tugay'a özel gibiydi. Onu mahvetmek için sadece gözleri yeterdi; kokusu, varlığı, tüm o ihtişamlı güzelliğiyle bu katlanarak çoğalıyor,  Tugay'ı düşmanın yapamayacağı kadar kolayca yerle bir ediyordu.

Gözlerini araladığında kızın kendine garip ve yorun gözlerle baktığını gördü. Onu omuzunda dinlendirmeyi ne çok istese  de, listeyi önüne itti. 

"En başta sen ilgilendiğin için, listeyi düzenlemelerine yardım etmelisin. Askerler işi biraz karıştırmış."

Yüsra öfkeyle kalemi eline aldı. Sesini bile çıkarmadan listeyi yeniden düzenledi, el yazısı o kadar karmaşıktı ki Tugay güldü.

"Bunu sadece sen okuyabilirsin. Size tıp fakültesinde nasıl kötü yazacağınızı mı öğretiyorlar?"

Yüsra ona dik dik baktı, sonra dudaklarını büzerek kağıda geri baktı. Tugay gafil avlandı. Bu onda daha önce görmediği bir ifadeydi. Daha önce hiç böyle dikkatle bir işe gömüldüğünü ve yenilecek kadar tatlı olduğunu görmemişti. Boğazını temizledi.

"Ben yazabilirim."

Yüsra ona alayla baktı. "Kıdemli Subay liste mi yazacak?"

"Kıdemli, adını nereden aldım sanıyorsun? Önce böyle şeyleri tecrübe edindim."

"Peki o zaman." Listeyi ve kalemi önüne itti. Tugay kalemi parmaklarında çevirerek söylemesini bekledi. Yüsra bir süre ellerine baktı. Tugay sessizce kızın yutkunmasını ve gözlerini kaçırmasını izledi. Listeyi saydı, Tugay muntazam bir tablo çizmeye koyuldu. Listeledi. Hatta saatlerine kadar not aldı. Liste bittiğinde, hava kararmaya yakındı. İki çay bitirmişler ve arada birbirlerine takılmaları dışında, konuşmamışlardı. 

Yüsra doğruldu ve belini hafifçe gerdi. "Bugünlük yeter bence Komutanım," dedi. Bu sefer alay etmiyordu. Tükenmiş görünüyordu. 

Tugay'ı bir telaş aldı. Onu tutacak başka bir şey aradı ama bahaneleri tükenmişti. Mesaisi bitmişti, artık evine dönecekti. Evinden önce, "O adamla" buluşabilirdi.

Yüsra toparlanınca, Tugay aniden ayaklandı. "Bugün seni ben bırakayım," diye teklif etti askerler işlerini bitirdiği ve yalnız kaldıkları için samimi dile geri döndğ. Yüsra anlamayarak kaşlarını çattı. 

"Ben giderim." 

Tugay bahane bulmaya çalışırken soğuk terler dökmeye başladı. Endişe içinde filizlendi. Kız ona bir kere bile bakmadan yemekhaneden çıkmaya başladı. Tugay o telaşla, düşünmeden hareket etti. Koşturdu ve kızın önüne hızla geçti. Yüsra aniden durmasa, birbirilerine çarpacaklardı. Kafasını kaldırdığında Tugay kızın gözlerinin kan çanağı gibi olduğunu gördü. Güzel elaları mahzunlaşmıştı. Yorgunluktan mı? Yoksa başka sebepten mi?

"Ne istiyorsun Tugay?" diye sorarken, sesi öyle yılgın, yorgun geliyordu ki Tugay kendini aciz hissetti. 

"Gitmeni istemiyorum." 

"Neden?" Artık tükenmiş gibi ellerini açtı ve sordu. "Neden?"

"İstemiyorum işte."

"Evime değil de, beni bekleyene gitmemi istemiyorsun."

Tugay'ın çenesi kasıldı. "Sende gitmek istemiyorsun."

Yüsra kafasını iki yana sallarken, kendiyle alay ediyormuş gibi güldü. Acı gülüşü Tugay'ı yaraladı. "Şimdi de aklımı mı okuyorsun?"

...

"Aklını değil, kalbini biliyorum. O sana göre biri değil."

"Kim bana göre biri?" Yüsra kafasını hışımla kaldırdı. "Sen kendine göresini bulmuş görünüyorsun, bu durumda da ben uyumsuz, kimseye layık olmayan, asla mutlu olmayacak olan o kız olmalıyım."

"Ben kendime göresini buldum evet!" Tugay ona doğru eğildi ve öfkeyle hırıldadı. "Ama o arkasına bile bakmadan beni geriye attı."

"Şimdi boşuna bana eskilerden bahsetme. Söylesene, Çağla'ya gösterdiğin o centilmen nerede? Belli ki sadece saygı duyduğun kadınların önünde gösteriyorsun?" 

Tugay inanamıyormuş gibi iç çekti. Ona doğru adımladı. Yüsra, fazla damarına bastığından korktu. Askeriyenin ortasındaydılar. Etraflarında duvarlar olabilirdi ancak her an içeri bir asker girerdi. Daha bir günler geçmişti onunla çadırda yakalanmasının üstünden, bir de bu vaziyette görülürlerse, Yüsra artık kendini asla açıklayamazdı. 

"Uzak dur," diye sızlandı. "Başımızı yakacaksın."

"Centilmen olmadığımı söylüyordun ya hani." Yüsra'nın sırtı duvara geldi. Karalık köşede sıkıştı. Tugay'ın sırtından vuran ışık, onu daha geçilmez ve büyük gösteriyordu. Tugay kaplanın damarına basmış, şimdi de cezasını çekiyordu. Ona doğru eğildiğinde, Yüsra hem heyecan hem de korku hissetti. Uygunsuz hallerine duyduğu bu heyecan kendinden nefret etmesine sebep oldu. Heyecan duyuyordu çünkü aşık olduğu adama yakın olmak, kalbinin patlayacak gibi atmasına, aklının yerinden çıkmasına sebep oluyordu. Onu kışkırtarak ne yapıyordu? Bunu mu istiyordu? Sınırları aşmak mı?

Tugay gözlerini yüzünde gezdirince, Yüsra yüzünü yana çevirdi. Adam eğildi. Burnunun ucu neredeyse eşarbının üstünden kulağına değecekti. "Centilmen olduğum bunca zaman ellerimi senden uzak tuttum," diye fısıldadı. "Eğer kendime engel olmasaydım, o nikahı kıymak zorunda kalacaktın. Sana vazgeçme şansı bile vermezdim."

Yüsra titreyen bacaklarını engelleyebilmek için belini duvara dayayarak, daha çok destek almaya çalıştı. Bir yandan da, adamdan olabildiğince uzaklaşmaya çalışıyordu. Çünkü kokusu, sesi, nefesi bile onu kucaklarken, Yüsra onunla o nikahı kıymak, o sınırı aşmak istiyordu. 

"Üstümden çekil," diye fısıldadı. 

"Dilin böyle söylüyor," Elini kaldırdı ve bileğine koydu. Bir doktor çevikliğiyle, iki parmağıyla nabzını buldu. "Kalbin başka atıyor."

"Kalbim aptal." Yüsra zorlukla yutkundu. "Onun için kim doğru bilmiyor."

"Kim doğru?" Tugay hırsla çenesini tuttu ve kendine bakmasını sağladı. "Kim doğru senin için? Senin seçtiğin mi? Ağabeyinin seçtiği mi?"

Yüsra yanaklarını kemirdi. Gözlerinden yaşlar adamın eline damlayınca ağladığını fark etti. Adamın parmak ucu silmek için uzanınca, Yüsra yüzünü ellerinden kurtardı.

"Ya senin için?" diye sordu. "Annenin ve babanın çoktan seçtiği Çağla mı en doğrusu?"

Tugay tokat yemiş gibi oldu. Hafifçe geri çekilse de, önünden çekilmedi. Ellerini ceplerine koydu. Sanki kendini korumaya alıyordu. "Bunu sana kim söyledi?"

Yüsra sessiz kaldı. Tugay bir dizi küfür mırıldandı. Yüsra yüzünü ekşitti, ona kırgınlıkla ve öfkeyle bakmaya devam etti. Nihayet konuşan Tugay'ın sesi suçluydu.

"Başka ne konuştunuz?"

"Ne kadar harika bir erkek arkadaş olduğundan bahsetti." Tam olarak böyle demese de, Yüsra öyle anlamıştı. "Ne kadar kibar, anlayışlı, centilmen..."

"Erkek arkadaşı değilim. Annemin ve babamın bu işte parmağı olduğu doğru ama hiç bir zaman onunla sevgili olmadım."

Yüsra dudaklarını kemirmeye başladı. İçi kavruldu. Sormazsa ölürdü. "Hiç mi?"

Tugay ona bakarken iç çekti. Özlemle yudumluyormuş gibi yüzünü taradı ve gözleriyle buluştu. "Sana söyledim. Beni başkaları için işe yaramaz hale getirdin."

Yüsra derin bir nefes verse de, göğsü ağrıyordu. Ona bakarken gözleri yeniden nemlendi. Yanaklarındaki yaşı omzuna sildi. Tugay'la öyle sessizce durdular. En sonunda konuşan yine Tugay oldu.

"Böyle yaşayamayız," dedi. 

Yüsra ayaklarına baktı. Ayakkabılarının burun buruna durduğunu fark etti. Kendi ayakları öyle küçük görünüyordu ki, Tugay'ın koca botlarının yanındaki görüntüsü Yüsra'ya özlemle ilgili bir çok şey hatırlattı. Onu çoğu zaman böyle hayal ederdi. Önünde. Ona bakarken. Ancak bunlara ikisinin de hakkı olduğu zamanlardı hayalinde. İkisi de helaldi. Birbirine aitti.

"Uzak durmamız gerek," diye fısıldadı Yüsra. "Ateşle kor gibiyiz."

"Uzaktayken de zordu ama sürekli gözlerimin önündesin."

Yüsra yanaklarının yandığını hissetti. Dudaklarının altından sordu, sesini kendi bile zor duyuyordu.

"Ne yapmak istiyorsun?"

Tugay yılgınca nefes verdi. Yüsra onun teklif edeceği şeyden korktu. Tugay bir elini duvara yasladı ve öne doğru eğildi. Onları kimsenin görmediğini bilse de, genç kız tedirginlikle ayakkabısının içinde parmaklarını kıvırdı.

"Bana mı soruyorsun?" Tugay gözlerine imayla bakınca, Yüsra yeniden yere baktı. Ayaklarına. Botu parmak uçlarına değiyordu. Bu görüntü Yüsra'yı sersemletti. Adamın sesi kafasının üstünden o iç yakan tonuyla gürüldedi. "Benim ne yapmak istediğimi biliyorsun İnci. Bana sorma. Kendine sor."

"B-ben..." Yüsra kekeledi. Ne diyeceğini bilemedi. Tugay anlamış gibi iç çekti.

"Yüsra ya bana gel, ya da git Allah'ın aşkına," dedi. Yüsra onun ağzından bu kelimeleri duyunca içinde hem acı, hem de taşkın bir sevinç belirdi. Allah'ı andığı ilk sefer değildi, belli ki sık sık düşünüyordu. 

Yüsra tam ona asla cesaret edemeyeceği şeyleri söyleyecekti, kapıda bir hareketlilik hissetti. Tugay'ı itmesine gerek kalmadı. Adam panter gibi içgüdüleriyle hızla uzaklaştı. Ama yeterince hızlı olamamıştı. İçeri girip ışığı yakan Çetin onları bir arada gördü. Kaşlarını kaldırdı. 

"Burada ne yapıyorsunuz?"

Yüsra kızardı. Asla yalan söyleyemezdi. Tugay aksine, hızla cevapladı. Sesi güven verse de, yüzünün rengi, aldığı nefes sanki deminki heyecanını ele veriyordu. Heyecanı... Yüsra ile yan yana olmak halen ona heyecan mı veriyordu?

"Yemek listesini yaptık, onu tartışıyorduk."

"Karanlıkta ve ayakta mı?"

"Ne yapacaksın Çetin?" diye bağırdı Tugay. "Ne bu sorgu? Tabip hanım yardımcı oldu, o kadar. Uzatma."

"Tabip hanımı sordular," diye imayla Tugay'a baktı Çetin. "Bende onu aramaya çıktım. Şu sırtlan gibi gülen talibi. Polis olan."

"Ne dedin?" Tugay elini kemerine taktı. Çetin sırıttı. 

"Tabip hanımın talibi çok dedim."

Yüsra kıpkırmızı kesildi. İması genç kızı utandırdı, hatta yerin dibine soktu. Bulunduğu hal pek de masum değildi. Üstelik, Çetin'in ona bakışından da hoşnut olmadı. Tugay, bunu hissetmiş gibi bir kaç adım attı ve adamın görüşünü kapattı.

"Bazen ağzının ayarı kaçıyor Çetin." Tugay daha çok yaklaştı ve adamla burun buruna geldi. "Tabip hanımla ilgili düzgün konuş."

"Aksine ona iltifat ettiğimi düşünüyorum." Alayla güldü. "Nereye baksam ona hayran birilerini buluyorum. Niyeyse, sen de hep orada bitiyorsun."

"Seni ilgilendirmeyen konulara burnunu sokmaktan hiç vazgeçmiyorsun değil mi?"

"İlgilendirmeyen mi? O İzmir sabahını unuttun mu arkadaşım?" Yüsra'ya doğru bakınca, Tugay görüşünü yeniden kesti. Yüzünün rengi beyazlamış gibiydi, Yüsra neden bahsettiklerini anlamadı.

"Daha fazla saçmalama. Biz sadece işimizi yapıyorduk."

"Bana kalırsa işinizi böyle bir başınıza yapmaktan vazgeçin. Yoksa o meşhur dedikodu alıp başını gidecek."

"Bu beni ilgilendirir." Yüsra kendini tutamadı. "Ayrıca işimi yaparken kiminle yapacağımla ilgili hesap verecek değilim."

"Ov," Çetin ellerini havaya kaldırdı. "Doktor hanım iğnesini çıkardı."

Tugay onu görmezden geldi. Yüsra'ya döndü. "Sizi evinize bırakayım."

Yüsra itiraz etmek için ağzını açtı, Tugay sözünü kesti. "Hava karardı. Tek başınıza tehlikeli olur."

Genç kız sessizce yola düştü. Çetin'i arkalarında bırakamayacaklardı. Adam kesinlikle şüpheleniyordu, üstelik karakteri öyle rezildi ki, kıskançlıktan gözü dönmüş görünüyordu. Yüsra anlayamıyordu. Ona asla yumuşak davranmamıştı. İmalarını sertçe reddetmiş, yüzüne bile bir saniyeden uzun bakmamıştı. 

Karanlıkta yürürken, Tugay yer yer ona kolunu uzattı. Kolay yürümesine yardım etmek istiyordu. Yüsra reddetti. Bugün yeterince sınır aşmışlardı.

Eve yaklaştıklarında kendini tutamadı. "İzmir sabahı derken ne ima ediyordu?"

Tugay gözlerini kaçırınca bir şeyler sakladığını anladı. Durdu ve onun kendiyle konuşmasını istedi. Tugay ellerini cebine iliştirip yıldızlara  göz attı. Sonra teslim oldu ve Yüsra'ya baktı.

"Seni ilk o gördü."

"Nasıl yani?"

Yüsra yüzünü Tugay'a döndü. Adam halen yüzüne bakamıyordu. Ayağıyla toprağı eşelerken, yer yer sadece kısa bakışlar atıyordu. 

"Deniz kenarında. Bankta oturuyorduk. Gençliğimizde çok yapardık bunu. Çetin hep bir haşarılık bulurdu ama onu affederdik. Neden yapardık bilmiyorum sanki onu aramıza almasak, büyük kötülük yapıyormuşuz gibi gelirdi. O gün de av peşindeydi. Ona göre kızlar üniformalı erkeklere tav olurdu. Seni gördüğünde, gözlerinin aldığı o iğrenç hali halen hatırlıyorum. Sanki bataklıkta inci bulmuş gibiydi."

Yüsra'ya göz attı ve fısıldadı. "Bu sefer gerçek bir inci keşfetmişti. Seni gördüğümde, Çetin'in kafayı taktığı hiç bir kıza benzemediğini fark ettim. Genelde dışa dönük, flört etmeyi seven kızlara bakardı. Ama orada durmuş, duru güzelliğinle denizi seyrederken onu kışkırttım. Çünkü Çetin'in seni asla tavlayamacağından o kadar emindim. Seni hak etmediğinden o kadar emindim ki, yapamazsın dedim. O da hırslandı ve bir iddiaya girdi."

"İddia mı?" Yüsra'nın rengi kaçtı.

"Yanlış anlama hemen. Bu aramızda bir iddia değildi. Kendi kendine hırs yaptı ve seni tavlayacağını söyledi."

Yüsra gözlerini kıstı. Tugay elini boynuna attı. "Seninle karşılaşmamış tamamen kaderdi." Kaderden de bahsetmişti. Yüsra, Tugay'ın derinlerde sakladığı inancını artık görebiliyordu. Yine de içinde filizlenen bu endişeyi atamıyordu.

"Bana yaklaşman..."

"İnan bana hiçbirini planlamadım. Seni gördüğümden o yana aklımdan hiç çıkaramadım ama asla tekrar karşılaşacağımızı sanmıyordum."

"Çetin'den saklamanın sebebi bu muydu?"

"Çetin hırslıdır ve intikamcıdır. Öğrendiği anda, seni ondan çaldığımı iddia edecekti."

"Ben mal değilim beni çalasın."

"Biliyorum."

"Biliyorsun ve o iddiadan hiç bahsetmedin. Şuan bile bu iddia sürüyor ve ben aptal gibi neler döndüğünden bir haberim."

"İnci."

"Gene İnci oldum. Sana bir şey deyim mi? Tüm yaptıklarına katlanıyorum, evimde sevgili adayını tutmana izin veriyorum, bana ettiğin zulümleri hoş görüyorum hatta çoğu zaman anlıyorum. Ama bazen," Dişlerini sıktı ve ayağını yere vurdu. Ani bir patlamayla onun omuzuna vurdu. "Allah affetsin ama seni öldürmek istiyorum!"

...

Tugay onun kızgın yüzünün kızardığını görmek isterdi ancak gecenin karanlığı buna izin vermedi.

"Şu kıza 'sevgilin' demekten vazgeçecek misin?"

"Sen bunu ona söyleyecek misin?"

"Söyleyeyim mi?" Tugay artık dudaklarının kıvrıldığını hissetti. Yüsra gözlerini kaçırdı. Tugay kafasını yana eğdi ve sorusunu yineledi. "Ona ne diyeyim İnci?"

Yüsra daha çok kızardı. "Ne istersen onu söyle!"

Hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladı. Tugay dış kapıya varmasını izledi, içeri girmeden önce bağırdı. 

"Ona bir kızı asla unutmadığımı söyleyeyim mi?" Yüsra durdu. Tugay tekrar bağırdı ama sesi boğuklaşmıştı. "Ona, bana gelemeyecek kadar cesaretsiz olan ama hep kalbimi esir alan bir İnci'yi beklediğimi söyleyeyim mi?"

Yüsra ona döndü Tugay, elini kalbinin üstündeki isimliğine götürdü. "Ona, bu soy ismi yalnızca birine verebileceğimi, o kişiyi sonsuza kadar kaybettiğimi söyleyeyim mi?"

Yüsra dış kapıyı kapatarak içeri kaçtı. Tugay onun eve girmesini bir süre bekledi. Uzun sürdü. Umarım ağlamamıştır, diye düşündü. Bu aklı karışık olan kız, Tugay'ın ölümü olacaktı. İzmir'deki o sahil kenarında olduğu gibi, sırtını ağaca yasladı ve gökyüzünü seyrederken, Yüsra'nın kokusunu anımsadı. Yanakları özlemle yandı. Elleri karıncalandı. Bir kadına dokunmak istemeyeli üç sene olmuştu. Tek kadına dokunmak istiyordu. Geri kalanı, Yüsra'nın inancında olduğu gibi, Tugay'a haram gibi hissettiriyordu. 






Continue Reading

You'll Also Like

Zehir By Şeymanur

Teen Fiction

7.1K 933 20
Alt-üst olan hayatlar, zorluklarla karşı karşıya kalınan bir sevda ve bu hikayeyi anlatan mektuplar... Yıllar sonra genç yüreklerde filizlenen taptaz...
2.5K 337 7
"Nasıl tanıyacağım seni?" Diye sordu genç adam tebessümle, yüzünde merak dolu bir ifade vardı, ilk defa karşılaşacak, görecekti. Yüzünü delice merak...
381K 22.8K 35
O gün, o balkonda Asrın cebinden bir yüzük çıkarıp kıza evlenme teklif ettiğinde Nur bir rüya görmekte olduğuna kanaat getirmişti. Bakışlarını yüzükt...
591 95 5
Her şeyin bir açıklaması vardır. Açıklaması olmayan şeyin bile. Asmin hayatının yalan olduğunu canından çok sevdiği kişinin ona çektirdiklerini öğren...