TEDH +18

بواسطة melisunkrman

2.2M 56.6K 20.2K

YETIŞKIN IÇERIK +18 Parmakları eteğim altından ince çamaşırıma dokunduğunda başını boynuma yaslayıp hırıltılı... المزيد

Giriş
Bedel
Mucize
Başlangıç Part 1
Başlangıç Part 2
Karmakarışık Hisler
Şüphe Tohumu
KESİT
Derin Duygular
Büsbütün
KİTAP
Kesit
Gökyüzü
Kayıp Şehir
Korku
DUYURU
Mesafeler
Kalın Duvarlar
İpin ucundaki düzen
Babadan oğula
Acılar ve Zaman
Yenilik
KESİT
Yenilik Part II
Duyuru

İhtiyaç

116K 3.7K 2.4K
بواسطة melisunkrman

Selammmm! Nasılsınız?

Bölümü Alfadan sonra yazmaya başladım ve bitirmem epitopu ancak iki gün sürdü ama aynı zamanda da uzun zamandır bölüm atmadığım Siyah Resim için bölüm yazıp paylaştım. Bunu da normalde 28-29 Mayıs'ta atacaktım ama sınavlarım başladı yine ve yine bu yüzden hem size hem kendime moral olsun diye atıyorum ahahah

Bölüme başlamadan önce sizinle küçücük bir konuşma yapmak istiyorum. Daha öncesinden de uyarmıştım ama ciddiye almamakta o kadar çok ısrarcısınız ki ne yapsam nafile... Arkadaşlar yorum yapmakta, eleştirmekte özgürsünüz. Benim düşüncelerim, klavyem size uymayabilir ve sizde eleştirebilirsiniz. Saygım sonsuz ama benim klavyem size uymadığı gibi birbirinize de uymayabilir. Rica ediyorum yorumların altında birbirinize karşı saygı çerçevesi içerisinde eleştirilerde bulunun. Hiç kimsenin hiç kimseye hakaret etme özgürlüğü yok. İkili tartışmalara olabildiğince müdahale içinde olmamak istiyorum ama haddinizi aşıyorsunuz. Öyle ki birbirinize karşı olan tutumunuz çoğu zaman beni bile rahatsız ediyor. Çoğunuz belli bir yaş grubu içerisindesiniz, zamanla zihniyetiniz değişecek ve bu yaptıklarınızı ergenlik olarak nitelendireceksiniz ama burada aşağıladığınız herhangi birisi için bu yalnızca ergenlik adı altında yapılan bir tartışma olarak kalmaz. Bu konuşmayı sizinle son kez yapalım lütfen. Aksi halde hiç istemediğim halde tartışmalarınıza müdahale edip kalplerinizi kırmak zorunda kalacağım. Zorbalık övünülecek ya da gurur duyulacak bir şey değildir.

Bunu son kez dillendirdiğimi düşünerekten ikinci bir konuya değinmek istiyorum. Aranızda bazıları var canı sıkıldıkça rastgele bir bölüm açıp spoiler veriyor. Manyak mısınız siiz? Dhadhahdhssb hayır bunu artık o kadar günlük rutin haline getirdiniz ki ertesi güne ne yapacaksınız diye merakla beklediğim oluyor :)

Bu bölümde yetişkin içerik 🔞 bulunmaktadır, rahatsız olanlar ve 16 yaşından küçükler rica ediyorum okumasın! Başladığı yeri belirtirceğim.

Bu bölümün ithafı başladığımız günden bu yana yanımızda olan tüm papatyalara gelsin! 💌

Satır arası yorumlarda buluşalım!

2000 Oy|1500Yorum ❣️

Bölüm şarkısı,

DKTT | Anamız babamız yok deriz

Can Ozan | Öyle kolay aşık olmam

İyi okumalar...

🔱

İki gün. Dile kolay iki gün geçmişti Zeyd ve Umut'un birbirini kucaklamasının üzerinden. Bu iki günden bu yana Umut yuvaya gitmemiş Zeyd ise oğlunun dibinden ayrılmamıştı. Öyle ki Umut benim varlığımdan bile bir haber sürekli babasının kucağındaydı. Günümün çoğu günlerdir biriken işleri halletmem için ofisimde geçiyordu. Turgut Bey yılbaşı için her sene olduğu gibi bir davet düzenleneceğini, Hancıoğlu Holding ile ortaklıklarını duyurmak istediğini ve bu davet için de benim sorumlu olmamı istiyordu.

Bunu söylerken kararsız kalsa da asıl niyetini anladığımdan kabul etmiştim. Bunca yıldır mesleğim dışı hiçbir iş yapmadığım için garipsemiyor aksine 2 hafta sonraki gece için gerim gerim geriliyordum. Daha öncesine dayanan bir organizasyon geçmişim yoktu bu yüzden Ela ve yanıma aldığım stajyer kız Berin ile görüşmüş kafamdaki mekanı anlatıp yer bulmalarını istemiştim.

Gözlerim sağ elimdeki milyon dolarlık yüzüğe takıldı. Zeyd ile gerekmedikçe konuşmamıştık. Dün sabah uyandığımda yatağın ucundaki komodinde kutusu açılı bir halde görmüştüm. Hiçbir şey söylemeden sağ elimin yüzük parmağına takmış ve doğruca işe gitmiştim. Kafam kadar taşı görenler için bir süreliğine şirketin dedikodu malzemesi olduğuma emindim ama umurumda olduğu söylenemezdi. Turgut Bey görünce ise yüzünü koca bir gülümseme kaplamış tek laf dahi etmemişti. Gün boyu Ela'nın imalı bakışlarıyla karşılaşsam da o da Turgut Bey gibi tek laf etmemişti. Akşamına eve geldiğimde ve oğluma sarıldığımda Zeyd yerde Umut'un oyuncaklarına bakarak oturuyordu. Gerekmedikçe konuşmadığımız gibi gerekmedikçe göz temasına da girmiyorduk. Gözleri, babasına seslenen oğluna döndüğünde anlık ellerime değmiş ve oğlunun yüzüne çevirmişti ama hemen sonrasında yeniden şaşkınlıkla elime bakmıştı. Şaşkınlığını saatlerce izleyebilirdim ama o çabucak toparlayıp ağzını bile açmadan gözlerime bakmıştı. Ne ben ona tek kelime etmiştim ne o bana bakmaktan öteye gitmişti.

Yüzümde karmaşık bir tebessüm büyüdü. Nefret ettiğim adamın yüzüğünü parmağımda taşıyordum. Belki de çocuğumun babası olmasaydı ona karşı hissettiğim nefret, öfke daha sahici olurdu. Ondan intikam almak isteyen bir yanım vardı ama ne için intikam alacağımı bilmiyordum. Geçtiğimiz şu son bir hafta da yaptıklarımın mantığa sığar tek bir izahı yoktu. Önce liseli ergenler gibi hormonlarıma sahip çıkamamış sonra çocuğunu kaçırıp memleketime gitmiştim. Yetmemiş kafamda kurup kurup kendimi doldurmuştum. Gerçekten olaylar zaman geçtikçe daha anlaşılır, normal ve bir o kadar garip geliyordu.

Ne olursa olsun çocuğumun babasıydı. Ne onun bir suçu vardı ne de benim. İkimizde teraziye koyulsak eşit basardık. Ben ne kadar o geceden habersizsem o da benim kadar habersizdi. Ne o bilebilirdi benim deneyimsizliğimin nelere yol açacağını ne de ben bilebilirdim hiç tanımadığım bir adamı arzulayıp ileri gidebileceğimi...

Bu hikayenin suçlusu ya da daha suçlusu diye bir şeyi yoktu. Bu hikayenin bir tek masumu vardı ve o masumu da bizim oğlumuzdu. Bizim oğlumuz, Arden Umuttu...

Şimdi ise iki gündür kararlaştırmaya çalıştığım eve doğru gidiyordum. Zeyd ve Umut, Ecevit Beylere gitmişti. Akşam yemeğinde orada olacaktık. Öğrendiğim kadarıyla Turgut Bey ve Demirle de bu gece aynı sofraya oturacaktık. Bir anda olup biten bunca şeye ayak uydurmaya çalışmak beni yoruyordu. Yalnızca birkaç günde ise bu kadar kalabalığın ortasında olup, ilgiden boğulmak ve babasının koynundan ayrılmamak ise Umut'a hiç dokunmuyor, şikayet dahi etmiyordu. İşe gidip geldiğim sürelerde Yağız iki kez şirketten çevirilmiş Ceyda ise Ebru aracılığı ile benimle konuşmaya çalışmıştı. Israrla aramalarından mütevellit numaramı değiştirmiş ve kimseye verilmemesine dair kesin bir uyarı yapmıştım.

Daha fazla Ceyda ve Yağızı düşünmekten kaçınmaya çalışıyordum çünkü bunca yıldır yanımda olan, değer verdiğim iki insandı. Bu ihanetti. Sonucun ne olduğunun pek bir önemi yoktu ama bende Yağızı aldatmıştım. Bunun vicdan azabıyla kavrulurken Yağız ve Ceyda'yı görmek içimi bir nebze rahatlatsa dahi daha büyük bir sarsıntı yaşamamıştım. İkisi de yakın arkadaşımdı. Belki bir anlıktı ya da yıllardır sürüyordu ve ben bir aptal gibi bunun farkına varamamıştım. Gerçekten o kadar kötü hissediyordum ki camımdan gelen sesle birlikte irkilerek başımı sola çevirdim.

Orta boylarda göbekli, pala bıyıklı bir adam çattığı gür kaşlarıyla ısrarla cama vuruyordu. Ne olduğunu anlamak için etrafa bakındığımda trafik ışıklarında durduğumu ve çoktan yeşil ışığın yandığını farkettim. Adam onu farketmeme rağmen ısrarla cama vuruyordu. Kaşlarım çatık vaziyette ona baktığımda arabayı çalıştırmak için hamle yaptım ama adam ısrarla tombul parmaklarıyla cama vuruyor ve ataerkil düşüncelerini bağırarak dile getiriyorken çevreye insanlar toplanıyordu.

“Elinizin hamuruyla neyinize sizin trafiğe çıkmak be!” duyduğum sözler beynime kanın sıçramasına sebep oldu ve ben nerede olduğumu unutup hışımla kemerimi çözdüm ve ittirerek kapıyı açtım. Geriye çekilen adam çevredeki insanlara elini sallayarak aklınca kadınları aşağılıyor bunu da şov yapmaktan geri durmadan bağıra çağıra yapıyordu.

“Ne diyorsun lan sen!?” ayarlarım bozulmuş, asiliğim gün geçtikçe ortaya çıkmaktan geri durmuyordu. “Bak bak.” dedi gevrek gevrek gülerek. Eliyle beni gösterdi ve pala bıyığını okşayarak ağzının kenarlarını sildi. Kaşlarım çatıktı. “Bunların sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin.” pis pis baştan aşağıya vücudumu süzdü. Üzerimde kışlık kalın bir elbise vardı ve üstüne de gri bir kaban giymiştim. İnce yağan kar rüzgarda etrafa dağılıyordu. İnsanlar arabalarından inmiş, çevremize bakınıyorlar ama kimse de müdahale etmiyordu. Trafik hınca hınç dolmuşken korna sesleri de susmak bilmiyordu.

Bedenim duyduğum sözlerin öfkesiyle saf bir vahşiliğe kapıldı ve ben açık saçlarımı umursamadan kafamı önümdeki adamın kel kafasına geçirdim. Doğrulmasına izin vermeden sağ bacağımı üzerimdeki elbiseye aldırmadan kaldırıp bacaklarının arasına geçirdim. Acıyla geriye çekildiğinde araya birkaç kişi girdi. Bel altı onlarca küfürü acıyla yüzüme bağırırken beni tutan adamı umursamadan karşımdaki adamın üzerine atlamaya çalıştım ve aynı saldırganlıkla karşılık verdim.

Yanımıza gelen üç sivil polis tarafından ellerimiz kelepçeli iki farklı arabaya tıkıştırıldık. Polisler tek arabalı oldukları için ve sanırım en saldırgan olanı ben olarak gözlerine kestirdikleri için karşımdaki adamı bağırmaya devam ederken kendi arabalarına aldılar. Ben ve yanımdaki iki polisle birlikte kendi arabamla gittik. Adam gözden kaybolunca bir nebze sakinleşmiş olsam dahi arabaya biner binmez yeniden sayıp dökmeye devam ettim.

Belki biraz fazla toksit feministler gibi tepki vermiş olabilirdim ama kesinlikle haksız olduğumu ve abarttığımı düşünmüyordum. Yarım saatten fazla süren yolculukta bir nebze de olsa duruldum. Avukat olduğumu öğrendiklerinde mesleğime saygılarından olsa gerek benden söz alıp kelepçemi çözmüşlerdi.

“Yahu tamam dalmışım trafikte haksızım ama geçmiş cama tak tak vuruyor. Yok elimizin hamuruyla trafiğe çıkmak bizim neyimizeymiş. Yok sırtımıza sopa karnımıza sıpaymış. Cibiliyetsiz herif, hayattaki tek gayen o göbeği kaç evrede büyütebilirim. Çıkmış karşıma bir de aklınca kadınları aşağılıyor millete şov yapıyor.” uzun soluklu konuşmamdan sonra derin bir nefes aldım. Bir avukat olarak, hele de büyük bir Holdingin baş avukatı olarak, şu düştüğüm durum rezaletten farksızdı.

“Haklısınız, ben olsam ben de öyle yapardım. Şerefsiz köpek” hemen yanımda oturan kadın memur da anlayışlı başını sallayıp bana katıldığında arabamı kullan memur Bey duruma kendini kaptırmamış olacak ki “Sema” diyerek uyardı iş arkadaşını.

“Afedersiniz komiserim.” Sema ciddiyetini geri kazandığında ben de nihayetinde susup kuzu kuzu oturdum ve yolun bitmesini bekledim.

*

Ellerim kucağımdaki avuç içimde dumanı tüten çaya bakarken sessizce bekliyordum. Araçtan inipte karakolda o adamın yüzünü görene kadar sakindim ama ondan sonrası yine cinsiyetçi bir lafını duyunca benim ayarlarım iyice bozulmuş kendimi onca polisin içinde adama saldırırken bulmuştum. Bunun sonucunda onu bir tarafa beni başka bir tarafa götürüp bu kez avukatlığımı bile umursamadan beni nezarethaneye atacaklarına dair ciddi bir konuşma geçirip susmamı sağlamışlardı.

Şu durumda arayacak hiçkimsem yoktu çünkü hiçkimseye bu rezilliği izah edemezdim. Öncelikle bu konuda iki tarafında ifadesi alınıp sorgulanacak ve peşisıra şikayetçi olup olunmadıkları sorulacaktı. Fiziksel saldırıya ilk geçen bendim belki ama karşı tarafında tamamen haklı olduğu savunulamaz ve dahi benden beter suçlu çıkartılabilirdi şayet insanları suça teşvik ettirmede oldukça maharetliydi. O adamı perişan etmekte o kadar kararlıydım ki şuan konuşmak yerine yine o bir çocuk annesi prestijli avukat Aden Nazlı Keskin moduma bürünmüştüm. Bu olay patlak verirse prestijimden geriye ne kadarı kalırdı bilmiyordum ama umurumda da değildi.

O herifi süründürecektim.

Yaklaşık 2 saattir öylece oturuyordum ki yanıma yaklaşan ve adının Sema olduğunu öğrendiğim polis memuruyla düşüncelerimden sıyırıldım. “Aden Hanım, benimle gelin lütfen.” nereye neden diye sorgulamadan elimdeki çayı oturduğum sandalyeye bırakıp tıpış tıpış peşinden gittim.

Bir odanın karşısında durduğumuzda kapıyı çalıp kenara çekildi. Erkan Akman. Müdür'ün odasına neden geldiğimizi bilmeden içeriye girdiğimde gözlerim doğruca tekli koltukta oturan laciverte çalan mavileriyle oldukça öfkeli bir adamla çakıştı.

Zeyd Hancıoğlu...

Büyüyen gözlerime engel olamasam da sertçe yutkunup kendimi topladım ve masanın başında oturan ellilerinin başındaki adama baktım. Yüzündeki ifadeyi anlamlandırmak zordu ama anlayışla gülümseyince bende daha fazla orada dikilmek yerine zoraki bir tebessümle kapıyı kapattım.

“Hoş geldiniz. Demek şu ünlü Aden Hanım sizdiniz. Geçin lütfen.” utanç tüm bedenimi ele geçirdiğinde daha ilk dakikadan nasıl ortalığı birbirine kattığım aklıma geldi ve ben gözlerimi kaçırma ihtiyacı hissettim ama bu kez de Zeyd'in gözleriyle çakıştı gözlerim.

Gerçekten öfkeli olmalıydı. Öyle bir bakıyordu ki, kırmızı görmüş boğadan farksızdı. Dudak içimi dişlerimin arasında ısırıp karşısındaki tekli koltuğa oturdum.

Şuan ciddi bir konuşma yapmam gerekiyordu belki ama aklım karşımdaki adamdayken ağzımı bile açamıyordum. Bu yüzden mahçupiyetimi bakışlarımla anlatmaya çalışıp Müdür Beye baktım.

“Trafikte uyuya kalmak nedir Nazlı. Allah aşkına bunu bana bi' anlat, çok merak ediyorum çünkü ben nasıl olurda yorgunken o aracı kullanırsın birde uyuya kalırsın. Bunun nasıl bir izahı var gerçekten çok merak ediyorum.” çocuk mu azarlıyordu bu adam, bu nasıl bir üsluptu öyle? Üstelik uyuya falan da kalmamıştım. Sadece dalgındım.

Kaşlarım benden bağımsız çatıldı ve yanımızdaki adamın varlığını tamamen unutup karşımdaki adama döndüm. İki günden sonra adam akıllı benimle iki kelam ediyordu ve bu durumda bile beni azarlıyordu.

“Ben uyumadım! Sadece dalgındım biraz ve dikkatimi dağıldı o kadar!” yüzünü avuç içlerinde hapsedip kendi kendine bir şeyler mırıldandı. Sanırım sabır diliyordu ama kusura bakmasındı benim sabrım yoktu zaten birde o adamın lafıyla beni yargılıyordu.

“Özrün kabahatinden büyük! Tamam hadi ona da tamam. Seni uyaran adama ne diye kafa atıyorsun kızım sen!? Manyak mısın?” evet bunu yapmıştım ama gerçekten hak etmişti.

“Çocuklar” dedi araya girmeye çalışan Müdür ama biz duymadık. “Hah beni uyaranmış! Ne uyarmak ama! Ne yapsaydım? O şerefsiz gözleriyle beni soyarken, üstelik pislik pislik imalarda bulunup beni aşağılarken oturup özür mü dileseydim? Siktir git kendin dile!” bu onun ayağa kalkmasına sebep oldu. Ona küfür etmemden hoşlanmamıştı sanırım çünkü gözleri şimdi tam olarak lacivertti ve kelimenin tam anlamıyla kırmızı görmüş boğadan daha beterdi.

“Nerede o it?” bana bakıyordu ama muhatabı ben değildim.

“Erkan abi nerede o it!” gözleri bu kez ayağa kalkan müdüre döndüğünde daha fazla beklemedi ve koşar adımlarla kapıyı açıp dışarıya çıktı. Müdürde dışarıya doğru koşturduğunda hiç istifimi bozmadan yerimde rahat rahat oturmaya devam ettim ve dumanı tüten Zeyd'in kahvesine uzanıp dudaklarımın arasına aldım.

*

“Bravo size! Anne-baba olacaksınız birde! Bir karakoldan toplamadığım kaldı sizi, aferin!” Beş saatin sonunda nezaretten çıkmış, Erkan Müdürün azarı yetmediği gibi birde Poyraz'ın azarını yiyiyorduk. Ben rahat rahat otururken Zeyd sinir küpünden farksızdı. Birde işin içine benim rahatlığım eklenince daha da çıldırmıştı. Birbirimizle kavga ederken bile bu kadar kontrolünü kaybetmemişti.

Kapıdan çıktığı gibi eliyle koymuşçasına adamı bulmuş, benim kırdığım burnunu iki farklı yerden kırdığı yetmemiş gibi bir de çenesini kaydırmıştı. İlaveten duyduğum kadarıyla gözünü dahi açamıyordu. Yani Zeyd Hancıoğlu benim kavga etmemden ötürü bir torba azar çekerken adamı linç edip hastaneye paketlemişti.

Bütün bunları Sema Hanım'ın gelip beni nezarethaneye atmasıyla Erkan Müdürden duymuştum. “Kalın burada karı-koca aklınız başınıza gelsin” demişti. Bir hayli öfkeli görünüyordu ama Zeyd kadar olduğunu düşünmüyordum.

“biz karı-koca değiliz” diye ufak bir düzeltme yapmıştım ama bu Zeyd'i daha fazla öfkelendirmekten öteye gitmemişti. Bana o kadar sert bakmıştı ki ciddi ciddi bir köşeye çekilip çocuk gibi omuz silkmiştim.

Çocuk diyince aklıma oğlumun gelmesiyle Umut'u sorduğumda sakinleşmiş ve hemen ardından o orosbu çocuğu yüzden oğlundan ayrı kaldığını söyleyip daha da sinirlenmişti. Ne söylesem bir şekilde o adam aklına getirip dört dönüp sinirle bağırmıştı. Bir ara artık o kadar çok dolanmıştı ki yan taraftaki bir grubun dikkatini çekmiş bu kez de onlarla kavga etmişti. Parmaklıkların arkasında sayıp döktüğü yetmemiş gibi birde dışarıya kavgaya çağırmış hepsini tehdit etmişti.

Bir zaman sonra tüm bu gürültüyü kaldıramayan başım kucağıma düşmüş uyuyakalmıştım. Uyuduğumdan mı yoksa yorulduğundan mı bilinmez susan adamla herkes rahat bir nefes almıştı. Havanın kararmasıyla birlikte Poyraz da bir yığın avukat ile gelmiş, aile dostlarına tonla dil döküp bizi çıkartmıştı.

Şimdiyse arabada bir tonda o sayıp döküyordu. Kedi gibiydim. Tek derdim mışıl mışıl uyumaktı ama Poyraz'ın beni uyutmak gibi bir niyeti yoktu.

“Hadi bunu anladım.” diyerek eliyle kardeşini gösterdi. “Ele avuca sığmıyor, kavga ediyor. Ya sen? İki günde kendine mi benzetti seni?” yanımda oturan Zeyd alayla güldüğünde kısık bakışlarla Poyraz'a bakıyordum.

Yüzüm bağırmasıyla istemsizce buruştu. Hemen solumda oturan adam başımı tutarak çekti ve göğsüne yatmamı sağladı. Üzerimde sigara ve parfümün karıştığı bol ceketde kendisine aitti. “Abi tamam.” diyerek uyardı abisini. Hiç itiraz etmeden ayaklarımı kalçamın altında toplayıp göğsüne kıvrıldım. Onlar birbirini yiyebilirdi ama benim uykum vardı. “Eve gittiğimizde uyandır.” dedim. Sesim varla yok arasında çıkmıştı ama duyduğundan emindim. “Uyu sen.”

Eli saçlarımın üzerine uzanıp bir tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Tenime değen ellerinin soğukluyla vücudumdan bir ürperme geçtiğinde “Klimayı aç.” dedi. Nihayet aklına gelmişti.

Poyraz'ın sabır çektiğini duydum ama ağzını açıp tek kelime etmedi. Bende gözlerimi kapatıp kendimi derin bir uykunun kollarına attım.

*

“Sessiz olun uyuyor.”

“Oğlum iki lokma bir şey yeseydiniz. Yazık kızcağız kaç saattir perişan olmuştur oralarda.” Hafsa Hanım'ın sesiyle birlikte uykum yavaş yavaş dağılsada gözlerimi açamadım. Ciddi anlamda günlerdir doğru düzgün uyuyamıyordum.

“Annem yine uyuyakalmış babam.” oğlumun sesini duyduğumda içimin ısındığını hissettim.

“Uyumuş babam.” dedi Zeyd ve ben sesindeki merhametle gözlerimi açtım. Arabaların kapısı kapandığında hafif bir gürültüyle çalışan araba yavaşça hareket etti.

Hemen karşı koltukta yan yana oturan baba oğul gözlerimi açmamla bana dönmüşlerdi. “Annem uyanmış babam” dedi ve güldü. Günlerdir babam babam diye dolaşıyorlardı ve bu bende sebepsiz bir tebessüme yola açıyordu. Bedenimi doğrulttuğumda Zeyd'in dikkatli bakışları yüzümdeydi.

“Bebeğim.” kollarımı açıp oğlumu koltuk altlarından tuttuğum gibi kucağıma aldım. Boynundan seslice soluklanıp saçlarının üzerine öpücük kondurdum. Günlerdir babası yüzünden pabucum dama atılmıştı ve tam anlamıyla oğluma hasret kalmıştım. Ellerini boynuma sarıp göğsüme yattı.

“Anne cilveleşmek ne demek?” duyduğumla birlikte kaşlarım çatıldı ve sorarcasına Zeyd'e baktım. O da anlamamış gibi kaşlarını çatıp göğsümde yatan Umut'a baktı. “Nereden duydun onu?”

“Ecevit dedem söyledi.” gözlerim kocaman açıldığında ters bakışlarımın hedefinde Zeyd vardı. “Poyraz amcam sizin yanınıza gittiğinde Ecevit dedem dedi ki; onlar şimdi cilveleşiyorlardır siz hiç ellemeyin” ellerimle oğlumun kulaklarını kapatıp Zeyd'e şokla baktım.

“Babanla acilen konuşsan iyi edersin.”  o da kaşlarını çattığında “niye?” diye sordu. Sorması gereken bir soruydu ya zaten. “Evli ve çocuklu olan herkes cilveleşir. Ne var bunda?” çocuğumun kulaklarındaki elimin baskısını biraz daha arttırıp kocaman gözlerle yüzüne baktım.

“Evli değiliz biz” dedim. Bugün ikinci kez bunu düzeltişimdi ama sonuçta biz evli değildik. “Evleneceğimiz gerçeğini değiştirir mi? Üstelik yüzüğümü takıyorsun” diyerek gözleriyle sağ elimi işaret etti. “4 yaşında bebek o daha!” dedim.

Konuyu acilen çevirmem lazımdı ve değişen bakışlarından anladığım üzere başarılı olmuştum da.

“Konuşurum.” diyerek güldü ve kucağımdaki çocuğu çekip kendi kucağına aldı.

Çatık kaşlarla ona bakarken beni hiç umursamadı ve oğlunun ellerini tutup avuç içlerinden öptü. “Babam.” bir kez de başını öpüp boynundan sesli bir nefes çekti. Öyle yüksek sesle aldı ki bu nefesi sanki onu koklamazsa ölecekmiş gibi sanki nefesi oğlumun boynuymuş gibi...

Oğlum da “Babam.” dediğinde gözleri ışıl ışıl eğdi başını “Söyle babam.”

“Hiç gitme.” dedi oğlum.

Hayır oğlumuz.

“Bir daha gitme tamam mı? Seni çok seviyorum ben.” minicik ellerini babasının beline sardığında birkez daha kalbim vicdan azabıyla yandı. “Gitmem.” dedi Zeyd.

“Bir daha hiç gitmem.” çivit mavisi gözleri gözlerimde asılı kaldı. Sözleri bir ok gibi çıkıp kalbime saplandı.

*

Hafsa Hanım Umut'un karnını doyurduğu için eve gelir gelmez babasıyla birlikte odasına çekilip uykunun yolunu tutmuştu. Son iki gündür olduğu gibi bugün de Zeyd tarafından üzeri değiştirilmiş, masalı okunmak için yataklara girilmişti.

Sabahtan beri tek lokma girmeyen midem açlıkla guruldadı. Yemeğe yetişemediğimizden bizim için küçük kaplara yemeklerden koyup göndermişti. Bunun için ayriyeten Hafsa Hanıma teşekkür etmeyi aklımın bir köşesine not edip sıcak yemekleri ısıtma gereksinimi duymadan kendime açtığım servise yerleştirdim. Yaprak sarması, kabak dolması ve Rus salatasından birazcık tabağıma yerleştirip sıcak su koydum.

Kabak ve patlıcan ile yapılan her şeye bayılırdım. Özellikle de yaprak sarması gözümün nuruydu. Yemek için oturduğumda Zeyd mutfak kapısından girdi. Gözleri öncelikle tabağımdaki yemeklerde sonrada kutusunda duran yemeklerde gezindi. Çorba ve tatlılardan almamıştım.

“Yiyecek misin?” yemeyecekse çekilebilirdi çünkü onunla tartışmaya niyetim yoktu. “Evet.” dediğinde ağzıma Rus salatasını atmıştım. Mayonez ile yapmışlardı, normalde sevmezdim ama tadı hoş olmuştu.

Kaşlarımı kaldırıp ne yaptığını sorguladım. “Sana servis açmayacağım.” tekrardan yemeğimi yemeye devam ettim.

Kalkıp kendi servisini açtı ve karşıma oturdu. Bolca yaprak sarmasından alıp bir tabakta kendisi için çorba aldı. O sakin sakin çorbasını içerken bende yemeğimi yedim. “Kafana yatan bir yer buldun mu?” sarmayı çiğnerken kaşlarımı kaldırıp dilimi damağıma vurmak suretiyle sorusunu yanıtladım.

“O herifi öldüreceğim.” yeniden kendi kendini dolduruşa getirip hiddetlendiğinde “Ay yeter artık.” dedim. “Gerçekten sıkıldım.” kaşlarını çatarak bana baktığında elindeki kaşığı koydu. Konuşmasına fırsat vermeden tekrardan konuştum. “Yarın bakacağım bir ev var, müstakil. Bahçesi de oldukça büyük, açıkçası benim çok hoşuma gitti. Yani sen iste ya da isteme ben o evi alacağım ve orada kalacağız.” kaşları alayla kalktığında umursamazca omuzlarımı silktim.

“İstersen senin için de bir oda ayarlayabiliriz. Orada kalırsın.” sözlerim birkaç gece öncesine ithaftı. Yaptığım imayı anladığı için bakışları sertleşti ve çene kasları seğirdi.

Onunla tartışmamakta oldukça ciddiydim bu yüzden konuyu şakaya vurdum. “Yani tabii sende alabilirsin karun gibi zenginsin sonuçta bence bir evin lafı olmaz ama benim üstüme olursa.” onun parasını kabul edecek değildim. Onun evinde yaşayacak hiç değildim ama konuyu bir şekilde başka yerlere çekmem gerekiyordu.

“Sahi ya biz evlenince senden boşanıp tazminat davası açsam kendim için büyük bir büro kurabilirim.” buna yönelik güldü.

“Sana bir büro alabilirim.”

Sana bir yatak alabilirim.

Aklıma gelen anılarla birlikte bakışlarımı kaçırıp yemeğimi yemeye devam ettim.

“Koca parası ne kadar cazip gelsede sağ ol” dedim yapmacık bir gülümsemeyle. “İşimden memnunum.” yüzü bir anda ciddiyetle bürünüp tabağını itti ve ellerini masanın üzerinde birleştirdi.

“İki gündür.” konuşmasını bekledim ama sadece kaşlarını çatmakla yetindi. “İki gündür o herif seni görmek için geliyormuş.” başta ne söylediğini anlamadığım için boşluğuma denk geldi ve “Kim?” diye sordum ama hemen sonra bahsettiği kişinin Yağız olduğunu anlayıp kaşlarımı çattım.

“Onunla aramda olanların bittiğini söyledim. Daha ne istiyorsun?” bıkkınlıkla elimdeki çatalı bıraktım. Şu saçma sapan Hancıoğlu muhabbetini yapmaktan gerçekten yorulmuştum. Her önüne gelenle yatan, aldatan birisi olarak mı görüyordu beni?

“Gerçekten.” gözlerimi kapatıp sakinleşmek adına derin bir nefes aldım. Bu gece onunla tartışmayacaktım.

“Bu kadar mı güvenmiyorsun bana?” konuşmak için dudaklarını araladığında sağ elimi kaldırıp ona doğru uzattım. “Evleneceğiz dedin, tamam dedim. Parmağımda senin yüzüğünü taşıyorum.  Oradan bakınca cidden böyle mi görünüyor? Aldatan, sadakatten bi' haber aklı bir karış hava da bir kadın mı görüyorsun?” kaşlarını çattı ve konuşmak için dudaklarını araladığında elimi kaldırıp ikinci kez susturdum. Sandalyemi geriye ittirip tabağı ve çatalı tezgahın üzerine bıraktım. Parmağımdaki yüzüğü çıkartıp masanın üzerine koydum ve parmaklarımla ona doğru itekledim.

“Madem ki bu kadar güvensizsin al. Sürekli saçma sapan şeyleri bahane ederek beni yargılayan bir adamın yüzüğünü taşıyacak değilim.” masadan uzaklaşıp seri adımlarla mutfaktan çıktım ve odaya doğru ilerledim.

Devamlı olarak ısıtıp ısıtıp Yağızı önüme koyuyordu. Bitti demiştim. Hâlâ neyini anlamıyordu? Madem ki bana güvenmiyordu, inanmıyordu ve beni takip ettirebiliyordu o halde ne diye masama yüzük bırakıp onu takmamı istiyordu? O mu dengesizdi ben mi aptaldım da yaptıklarına anlam veremiyordum. Cidden artık kafayı yemek üzereydim. Bu adam benim ayarlarımla oynuyordu ve ben her an yakıp yıkabilirdim.

Odanın kapısını kapatmak üzereyken parmakları bileğime dolandı ve benimle birlikte kendiside odaya girip kapıyı kapattı. Şaşkınlığımdan dolayı tek kelime etmedim. Sırtım kapının yanındaki duvara çarptığında ellerim omuzlarına tutundu. Onun elleri iki yanımdan belimi kavrarken yüzü de yüzüme sabitlenmişti.

“Ne yapıyorsun?” sesim hissettiğim duygu akımından dolayı bir fısıltıyı andırıyordu. Bir eli az önceki tutuşuna nazaran naifçe sağ koluma uzandı ve avuç içlerinde okşayarak elimi tuttu. “Sana güvenmiyorum.” itirafıyla başımı dikleştirdim. “Bana mecbur değilsin.” dedi baş parmağı yüzük parmağımı okşarken. Hiçbir şekilde gözlerime bakmıyordu. Baktığı tek nokta yüzük parmağımdaki, az önce yüzüğünü çıkardığım o boğumdu.

“Oğlumuz... O olmasa bir dakika daha burada, yanımda kalacağını zannetmiyorum.” alaylı bir kahkaha attı bu kez. Gözleri doğrudan gözlerime çıktığında boğazımın düğümlendiğini hissettim çünkü doğru söylüyordu. Onaylamamı bekledi. Başımı salladım. Bildiği bir gerçeği benden duymaktı maksadı ama sanki bunu istemiyormuş, yanılmak istiyormuş gibi dudağının kenarı sola doğru kıvrıldı.

Diğer eli de belimden çekildiğinde bu kadar çabuk beni bırakmasına karşılık çok kısa bir an şaşırdım. Vakit kaybetmeden tuttuğu elimi kendine çekip boşalan parmağıma soğuk metali geçirdi. “Ama sen yinede kal. Hiç değilse deneriz. Deneyemez misin?” bir çocuk gibi çıkan sesiyle gülümsedim. Benden şans mı istiyordu? “Kendini mecbur hissetme, beni sevmek zorunda değilsin. Gerçi zaten nefret ediyorsun. (Alayla kıvrıldı dudakları.) ama en azından oğlumuz için denemedik demeyiz be Nazlı.” o bu kadar açık olursa eğer ben onunla savaşamazdım. Kaçak oynamalıydı. Canımı yakmalı hatta birkaç gece öncesinde ondan nefret ettiğimi söylerken ki nefretimi iliklerime kadar hissettirmeliydi. Cevap vermediğimde tenimdeki teni gerildi.

“Deneyemeyecek kadar bile mi nefret ediyorsun?” sesi kırıktı.

Senden nefret ediyorum.

Bu onu bu kadar mı sarsmıştı. Üç kelime... Canını yakabilir miydim? Yakmış mıydım sahiden? Oysa sadece yıllar sonra öğrendiği çocuğunun annesiydim. Bana aşık değildi. O da bunun farkındaydı ama anlamlandıramıyordum. Anlayamıyordum.

“Sözleşmeye dokunmak yasaktır diye ekledin mi?” tek kaşımı kaldırarak sorduğum soruyla başımı omuzuma doğru yatırdım. Elimdeki elleri düşüp belime uzandığında gözlerim sağ elimdeki yüzüğe takıldı. Sözlerime inat avuç içimi göğsünün üzerine koydum. Bedeni biraz daha yaklaştı bana ve başını hafiften eğdi. Etrafımızda kimse yoktu ama sanki birisi bizi duyacakmış gibi fısıltıyla konuşuyorduk.

Yüzüme yaklaşan yüzüyle sol elimi de omuzlarından kaydırıp sakallarının arasına uzattım. Dokunuşumla gözlerini kısa bir an kapatıp açtı. “Birbirimizi kandırmasak mı acaba?” gözlerimi kısarak başımı biraz daha yukarıya kaldırdım. Burnu burnuma değiyordu ve dudaklarımızın arasında santimler vardı. Bel boşluğumdaki eli kor misali dokunduğu tenimi yakıyordu. Parmakları usul usul kalın kumaşın üzerinden tenimi okşuyordu.

“Nasıl?” gözlerim dolgun dudaklarının etrafını çevreleyen sakallarında gezindi. Gözleriyle uyumlu lacivert tırnaklarıma baktım. Siyah sakallarının arasında ahenkle, yavaş yavaş dolaşıyorlardı. “Biliyorsun.” nefesi dudaklarıma dokunduğunda nefesini solumak için dudaklarımı araladım.

“Bilmiyorum.” dedim. Neyi biliyordum ki? Güldü. Gözlerim kararan gözlerine değdiğinde kirpiklerimin arasından ona bakmaya devam ettim. Uzun tırnaklarımı sakallarının arasında ince ince batırdım ve alayla gülümsedim.

“İki gündür kavga etmiyoruz.” ne demek istediğini anlamadığım için kaşlarımı yukarıya doğru kaldırdım. “Biz bir araya gelince ya kavga ediyoruz ya da sevişiyoruz.” gözlerindeki haylaz pırıltılara bakarak güldüm ve gözlerimi göğsündeki elime çevirdim.

“Az önce kavga ettik.” dedim ona hitaben.

Belimdeki elinin birisini çekip çeneme uzattı ve başımı ona doğru kaldırmamı sağladı. Gözlerimiz yarı yolda buluştuğunda çenemdeki eli yanağıma, oradan da boynuma uzandı.

“Az önce birbirimizi çok yanlış anladık.” kaşlarım çatıldığında yüzümdeki elini biraz daha bastırıp okşamaya devam etti. “Bana güvenmediğini söyledin.” başını salladı.

“Bana ihanet edeceğini söylemedim. Sadece bilmiyorum.” kaşlarını çattı ve bakışlarını kaçırdığında bu kez ben yüzündeki elimle onu kendime çevirdim.

“Ne demek istiyorsun?”

“Bildiğim tek şey seni yanımdan ayırmak istemediğim.”

“Bana aşık değilsin.”

“Değilim.” dedi. “peki ya niye saplantılı bir aşık gibi davranıyorsun?” kaşları bu kez ciddi olarak çatıldı.

“Özür dilerim. Ben, ben bunun farkında değildim. Gerçekten öyle mi hissettin?.” geri çekilmeye çalıştığında göğsündeki elimi de yüzüne çıkartıp onu kendime çektim.

“Beni bir şeylere mecbur bırakma. Biraz olsun bana güven olur mu? Onunla aramda ne varsa bitti!” başını salladı.

“Biliyorum. Seni suçlamıyorum. Sadece o adamın yakınında olmasına tahammül edemiyorum artık. O şerefsiz bunca yıl seni aldat-” daha fazla konuşmasına izin vermeden dudaklarımla dudaklarını kapattım.

🔞

Öpmedim, sadece bekledim. Gözlerimiz eş zamanlı kapandığında dudaklarımın üzerinde gülümsediğini hissettim. “Kendi sözleşmeni mi feshediyorsun?” dudaklarımın üzerinde kıpırdayan dudaklarına kendimi biraz daha itekledim. Bedenlerimiz birbirine yapışmışken belimdeki elleri kalçama doğru hareketlendi.

“İhtiyaç.” dedim. “İhtiyaçlar sözleşmeye dahil değildir.”

“İhtiyaç” diyerek beni taklit ettiğinde dudaklarım aralandı ve yapboz parçası misali birbirine sarıldı. Tırnaklarım yavaşça sakallarında dolaşıyor oradan boynuna uzanıp ensesini çiziyordu. Alt dudağını dişlerimle tutup çektiğimde dilini üst dudağıma vurdu ve biz aynı anda inledik. Elleri eş zamanlı olarak elbisenin altından kalçama sıkıca tutundu ve ben bacaklarımı beline doladım. Kısa bir an dengemizi kaybedince sırtımı duvara bastırıp Zeyd'i üzerime çektim.

“Dokunmakta ihtiyaçtır.” nefes almak için geri çekildi ve alnını alnıma yasladı. Çıplak etime değen parmakları rahat durmaktan çok uzak ince çamaşırın kenarından ıslanmaya başlayan kadınlığıma uzandı. Soğuk parmakları, sıcak organımla temas edince ikimizde yüksek sesle inledik.

“Dokun o zaman.” maraton koşmuşumcasına nefes nefes göğsüm hızla inip kalkıyorken onun göğsüne çarpıyordu.

Her nefes alış verişimde kalp yaka elbisenin göğüs dekoltesinden dışarıya taşan dolgun ete kısa bir an bakıp yeniden gözlerimi hedefine aldı.

Dokundu. Orta parmağı kadınlığımda tüy kadar yumuşak bir şekilde aşağı yukarı hareket ettirdiğinde her saniyesinde ılık ılık aktığımı hissettim.

Orta parmağı iç dudaklarımı ayırıp girişime dokunduğunda yüksek sesle adını dudaklarına doğru inledim.

“Zeyd!” naifçe dudaklarımı öptü. “Ses çıkarma.” parmaklarını kadınlığıma kaydırdı ve girişimi okşadı. “mmh” gözlerimi kapatmak istiyordum ama onun lacivertlerinden ayıramıyordum. “ses çıkartmaya devam edersen kendimi tutamam.” kalçamdaki parmakları tutuşunu sertleştirdi.

Durmasını istemiyordum. Başımı olumsuzca salladığımda dişlerimle dudaklarımı çekiştirdim. Gözleri daha da karardı. Parmakları yukarıya doğru kayıp küçük tepeciği bulduğunda sertçe okşadı. “A-ah” dişlerimden kurtulan dudaklarım açıldığında alt bedenini bedenime çarpıp başımı arkamdaki duvara bastırdım. Dili aralık dudaklarımdan içeriye girmeden önce dudaklarımı çenemden yukarıya yaladı. “Sadece ihtiyaç” başımı salladım ve boğuk bir tonda onu onayladım.

“Sadece ihtiyaç.” dili dudaklarımın arasından girip dilime dolandı ve ben kendimi bu ihtiyaçla ona bastırdım. Orta ve yüzük parmağı girişimdeki ıslaklığı dağıtırken baş parmağıyla da klitorisimi okşadı. Ağzımdaki dilini emerken dudaklarımız birbirini kana kana içti. Beline sardığım bacaklarımı biraz daha aralayıp parmaklarını daha iyi hissetmeye çalıştığımda iki parmağını da içime doğru itekledi ve ben iki parmağıyla bile dolduğumu hissettim. Dudaklarım nefes alma ihtiyacıyla geri çekildi ve başım arkaya düştü. Aralık dudaklarıma bakıp baş parmağının dairesel hareketlerini hızlandırdı ve eş zamanlı olarak içimdeki parmaklarını ileri geri hareketlendirerek parmaklarını ıslatmamı sağladı.

Başım geride, dudaklarım yarı açık doğruca gözlerine baktım. “Zeyd! Ah evet” kendimi iyice duvara bastırdığımda gözleri öne çıkan göğüslerime kaydı. Gözlerini gözlerime sabitleyerek yüzünü elbiseden taşan göğsüme yaklaştırdı ve dolgun eti dudaklarının arasına alarak emdi. “Ah” aldığım zevkle gözlerim kapanmadan hemen önce gözlerime bakarak burnuyla elbiseyi çekiştirip meme ucumu baştan aşağıya yalayan Zeyd'i gördüm.

Kasıklarım acıyla yanıyordu ama içimde ritimle hareket eden parmakları bu yangına çare olmak istercesine içimde kıvrılıp bükülüyordu.

“Zeyd.”

“şşt” dedi. Hareketleri hız kazandı ve çıkardığımız ıslak sesle yüksek sesle inledim.

Dolup taştığımı hissediyordum ve artık durmak istiyordum. Canım fena hâlde yanıyordu ve ben patlamak üzereydim. Göğüslerimdeki dudakları da parmaklarıyla birlikte baskısını arttırdı ve ben ellerimi saçlarına geçirip yüksek bir uçurumdan atlıyormuş gibi nefes nefese kaldım. Bacaklarıma akan sıvının farkındaydım ama titremelerime ve baş dönmeme engel olamıyordum. Kollarında olduğum adama daha sıkı tutunup gözlerimi kapattım ve çığlıklarımı bastırmak adına omuzunu ısırdım.

Sakinleşmemi beklediği birkaç dakika sonrasında vücudumu kaldırıp yatağın üzerine bıraktı ve üzerimdeki elbiseyi çıkardı. Hareketleri aceleciydi. “Dayanamayacağım.” derken aceleyle kemerini açıp bir kenara attı ve ben bu acelesine kıkırdamakla yetindim.

Aşk sarhoşu dedikleri şey bu muydu? Üzerindekileri çıkardığında uzun erekte halindeki erkekliğini görmek benden yana sesli bir yutkunuşa sebep oldu.

“Canını yakarsam söyle” bacaklarımın arasına girip parmaklarını parmaklarıma geçirdi ve başımın kenarında sabitledi. “Tamam mı?” diye sordu. Kendini o kadar çok sıkıyordu ki bir an önce onu onaylamamı bekliyordu. Başımı belirli belirsiz sallayıp “tamam” dedim. Sesim bir fısıltıdan farksızdı. Gözlerim gözlerinden ayrılmazken erkekliğini girişime sabitleyip inleyerek içime itti. Başım geriye doğru kalkıp dudaklarım aralandığında parmaklarına sarılı parmaklarımı sıktım.

“Siktir! Yalnızca başını aldın ve hareket etmeme izin vermiyorsun.” canı gerçekten yanıyor olmalıydı. Kendimi kastığımın farkındaydım ama engel olamıyordum.

“Devam et” sesim acıdan boğuklaşmıştı. Uzatmadan kendisini bir anda içime ittiğinde kesilen nefesimle sesli bir nefes aldım ve gözlerim kaydı.

“Bakire misin?” sorusu gözlerimi açıp hissettiğim acıya rağmen kahkaha atmama sebep oldu.

“4 yaşında bir oğlumuz var.” dedim. Söylediği cümlenin saçmalığını yüzüne vurmaktan geri durmazken. “Niye bu kadar darsın.” yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Bacaklarımı kalçalarına sarıp topuğumla hareket etmesi için kendimi kaldırıp indirdim.

Senden sonrası çok oldu demişken geri adım atamıyordum şimdide ama o çoktan anlamış gibi yüzünde aptal bir sırıtışla bana baktı. “Benden sonraki deneyimlerine rağmen ilk günkü kadar sıkısın”

“kes sesini” kalçamı bir ileri bir geri hareket ettirirken o da daha fazla beklemedi ve önce yavaş yavaş sonra da hızla içimde kaymaya başladı. Az önceki doluluğu yeniden hissederken kendini her geri çekip ileri itişinde ona karşılık vermeye devam ettim. İtiraf etmeliyim ki ilk birleşmemizde bile bu kadar canımın yandığını söyleyemezdim çünkü kafam Bir milyonken farkında bile değildim.

“İyi mi böyle?” yakaladığımız ritimle başımı salladım. Konuşacak durumda değildim ve o her git gelinde nefesim kesilip inliyordum. “Daha hızlı” parmakları avuç içindeki elimi ve parmaklarımı sıkıca sarmalayıp bedenini üzerime bıraktı ve hareketlerine alabildiğine hız kazandırdı. Başı boynuma düştüğünde nabzımın üzerinde hissettiğim diliyle kendimi ona daha sıkı sardım ve içimden çıkan erkekliğine doğru kalçalarımı kaldırdım. İçimi her dolduruşunda içimdeki aletini sıkıp, daha fazla kalmasını sağlıyordum.

Onu hissetmek hoşuma gidiyor ve beni tatmin ediyordu.

Hareketleri her saniye daha da hızlandı ve bedenlerimiz birbirine çarptıkça ıslak ses tüm odada yankılandı. Seslerimizde hareketlerimizle eş zamanlı yükseldi. “Kasma kendini geleceğim.”

“İkincisi her zaman daha uzun olur.” başını yukarıya kaldırarak gülmek ve inlemek arasında garip bir ses çıkardı.

“Hadi.” dedim. Başını salladı ve iki kez daha içime sert darbelerle girmesiyle ona doğru aktım. Benim sıvım onun içime bıraktığı ılık sıvıyla karşılaşıp hızlandı. Bedeninin tüm ağırlığını üzerime bırakıp durulmayı bekledik. Ben altında inleyerek titriyorken o da bedenimi sabitleyip gerilen kaslarına rağmen sakinleşmemizi bekledi.

Nihayetinde durulduğumuzda yavaşça içimden çıkıp kendini hemen yanıma attı ve ince pikeyi üzerimize çekti. Kalkıp duş almam gerekiyordu ama halim yoktu. İhtiyaç demiştik. İhtiyaçtı. Başka bir anlam yüklemenin anlamı yoktu. Yanımdaki bedenine sırtımı dönüp yatağın diğer ucuna çekildim. Gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım. Sesli bir nefes alıp verdiğini duyduğumda dahi hareket etmedim.

Dakikalar geçti. Gözlerim en nihayetinde uykuya yenik düşüp kapandı.

İkincisi demiştim. Bu ne ilkti ne de son olacaktı.

Sadece ihtiyaçtı ve biz birbirimizin ihtiyaçlarını karşılayacaktık.

Bölüm Sonu!

Alaz alaz yandı buralar 🤭

Bölümü nasıl buldunuzzz!?

Adenin trafikte yaşadığı sorunun hemen hemen benzerini hatta ve hatta daha beterini yaşamış birisi olarak sinir küpü bir halde yazdım o sahneyi ahahahaha resmen o günü yeniden kafamda yaşayıp küfür ederek yazdım desem yeridir.

#ZeyNa çiftimiz için ilk adımı attıkk!

Çok konuşmayacağım! Bol bol öpüldünüz, yeni bölüm de görüşünceğine dek hoşça kalın papatyalarım!

Instagram|sunkrman ✨

2000 Oy|1500 Yorum

( ben bölümü yazıp 20 Haziran'da atacağım ama sınırı ne kadar zorlayabiliriz merak ettiğim için size sınır koydun. Çokta şey etmeyin ama sınır olurda geçilirse bölümü daha erken atabilirimm!)

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

32.3K 2.2K 41
05*********: Not defterinin sahibi? Siz: Efendim? 05*********: Tariflerin yazılı olduğu not defteri diyorum, içinde sizin numaranız vardı. Siz: O def...
2.3K 540 16
"Gelme!" Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlıyorum. Acıyan gözlerimi yüksekliğini bilmediğim yerden aşağıya çevirdim. Çok yüksek burası. Soğuk rüzgar canım...
1.3M 91.4K 51
0526******: Hocam inşAllah bu evde kalma sorunsalım biterse nikahımı kıyar mısınız? Hoca Efendi: Ne? 0526******: Nikah diyorum hocam, kıyar mısınız? ...
1.1M 78.7K 46
Hayaller Zümrüdü Anka kuşunun rengarenk tüyler ile bezeli kuyruğuna tutunup, Kaf Dağı ardına uçmak gibiydi bazen. Benimde hayallerim vardı, en toz pe...