ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

Av ozcelikdilaraa

2.2M 186K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... Mer

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun

19.2K 1.8K 1.2K
Av ozcelikdilaraa

  Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun

Karr odanın içinde dönüp dururken son yarım saattir yaptığı gibi ağzını açıyor ama sonrasında kararını değiştirip dudaklarını düz bir çizgi halini alana kadar birbirine bastırıyordu.

Söylemediği sözler boğazında birikirken bana baktı, tekrar bir şey söyleyecek gibi oldu ama yeniden vazgeçti. Nestor'un ona uzattığı kadehi aldı ve başına dikti.

Rae kendi kadehini masaya bırakırken gözleri yorgunlukla yarı yarıya kapalıydı. "Hermes'e güvenip güvenemeyeceğimizi kestiremiyorum," dedi en sonunda. Hala Zeus'un şimşekleri damarlarında gezinir gibi suratını buruşturdu. "O bir Olymposlu, neden bizim tarafımızda yer alsın?" diye sorarken bakışları benimle buluştu. "Seni tehlikeye atmak istemiyorum."

Ona gülümsedim ya da çalıştım desem daha doğru olur. Suratımda sanki ağırlıklar asılıymış gibi gülümsemem aşağı doğru çekiliyordu.

Tara yanımda oturduğu yerde sırtını dikleştirdi. "Mara gidecekse ben de ona eşlik edeceğim," dedi. "Sonuçta Hermes tek başına gitmesini şart koşmadı."

Karr en sonunda odanın içinde dönüp durmaktan vazgeçti, kollarını gövdesinde birleştirdi. "Hayır," dedi Tara'ya öfkeyle. "Sen hiçbir yere gitmiyorsun."

Tara Karr'ın cesaretine tek kaşını kaldırarak karşılık verdi. "Sana fikrini sorduğumu hatırlamıyorum Savaş Tanrısı." Sözleri o kadar keskindi ki benim bile canım yandı. Ama Karr sabit bir şekilde durmaya ve Tara'ya bakmaya devam etti. "Hiçbir zaman da sormayacağım."

Karr'ın kızıl gözleri alevlendi. "Bu oyunu oynamayı ne zaman bırakacaksın?"

Aralarındaki gerilim Olympos'tan yukarı tırmanır gibi artarken Rae'ye baktım ama o başını iki yana sallayarak bana bu konuşmanın dışında kalmamı işaret etti.

Tara huysuz bir tavırla omuzlarını silkti. "Oynadığım bir oyun yok."

Karr kollarını iki yana açtı. "Beş asırdır oynadığın bir oyun var ve bunu sen de çok iyi biliyorsun Tara," derken sesi sıvı alevlerden oluşma gibiydi. "Dur artık."

Tara ayağa kalktı, üzerindeki kısa tuniği hiç acele etmeden düzeltti. "Ben duralı asırlar oldu." Masanın etrafında dolaştı, Karr'ın karşısında geldiğinde başını geriye atıp ona baktı. Elini uzatıp Karr'ın suratına dokunduğunda savaş tanrısı suratını onun avcına yasladı. "Neden Naia'ya gitmiyorsun?" dediğinde sesi dokunuşun aksine zehir gibiydi. "Ben seni hiçbir zaman sevmeyeceğim, anla artık bunu."

Karr olduğu yerde titrerken Tara ondan uzaklaştı.

Tara'yla bakışlarımız birleşti, gerçekler dudaklarımdan kayıp gitmek için çırpınsa da sustum. Bir gün Karr'a her şeyi anlatacaktım. Ölümün Tara'dan aldığını geri vermeyi bulduğum gün tüm gerçekleri ona söyleyecektim.

Karr Tara sanki ona oklarından birini saplamış gibi sarsıldı, hiçbir şey söylemeden odadan çıktı.

Rae memnuniyetsiz bir tavırla başını iki yana salladı. "Bu kadar acımasız olma," dedi kız kardeşine. "Onun bir tanrı olması parçalanmayacağı anlamına gelmiyor."

Tara öfkeyle biraz önce kalktığı yere yeniden oturdu. "Kimse senin gibi sevdiği kadını beş asır beklemek zorunda değil," dedi. Buz gibi bakışları birkaç saniye benim üzerimde oyalandı. "Her hikayenin sonu sizinki gibi bitmek zorunda değil."

Nestor yüzüklerinden birini hafifçe elinde tuttuğu kadehe vurup dikkatimizi kendi üzerine çekti. "Onların da hikayesi bitmiş değil." Zarifçe ayağa kalktı, odanın açık perdelerinin ardından gözüken geceye baktı. "Savaş zamanlarında hikayeler yeniden yazılır, hak edenler ise destana dönüşür."

Rae parmaklarını çenesinde gezdirdi. "Hermes'in yeteneklerini küçümseyemeyiz. Bizim için çalabileceklerinin sınırı yok," dedikten sonra, "O gücünü en iyi saklamayı beceren tanrılardan biri," diye ekledi.

"O zaman gidiyoruz?" diye sordum cevabı onaylamaya çalışarak.

Rae başını hafifçe sallayarak onayladı ama suratında hala temkinli bir ifade vardı. "İkinizi tek başınıza bırakmak hoşuma gitmiyor," dedi.

Tara erkek kardeşinin yanına gitti, ondan görmeye alışkın olmadığım sıcak bir tavırla elini onun omzuna koydu. "Şehrini yalnız bırakamazsın," dedi. "Ben Mara'yı koruyacağım, o da beni koruyacak."

Rae onun omzundaki elini tutup öptü. "Teşekkür ederim," dedi yavaşça.

Kuruyan dudaklarımı dilimle nemlendirdim. "Hermes çocuğu aldıktan sonra nereye götürmem gerektiğini söylemedi."

Nestor, "Persephone çayırlarına," dedi. "O çayırlar tanrıçanın Hades'e kaçtığı yer, Demeter'in diyarına açılıyor."

Kaşlarım elimde olmadan çatıldı. "Hades onu kaçırmamış mıydı?"

Nestor bilmiş bir şekilde gülümsedi, mavi gözlerinde haylaz parıltılar gezindi. "Tanrılarla ilgili anlatılan her şeye inanma Mara." Yüzüklü parmakları çenesini sıvazladı, gülümsemesi daha da derinleşti. "Persephone o cadaloz annesinden kendisi kaçtı, kendini yeraltı şehrine attı ve Hades onu geri gönderemesin diye o meşhur narı yedi."

Rae de onu onaylayarak başını salladı. "Hades'in ne kadar öfkelendiğini tahmin bile edemezsin. Bir fırtına gibi tapınağıma daldı ve geleceklerini söylememi istedi."

Persephone'yle yaptığımız anlaşma aklıma geldi. Belirsiz bir gelecekte ona yardım etmemi istemiş, bana yemin verdirmişti. "Geleceklerinde ne gördün?"

Rae cevap vermeden önce duraksadı, Nestor'a baktı. Nestor sadakatinden şüphelendiğini anlarmış gibi gözlerini devirdi. "Şu hayatta en az sevdiğim tanrıça Demeter," diye itiraf etti. "Artıdan taşaklarımı seviyorum, Hades'in onları söküp köpeklerine yem edeceğini de çok iyi biliyorum."

Rae cevabını tarttıktan sonra en sonunda, "Çok sonra," diye yanıt verdi bana. "Ayrı düşecekler ama birbirlerini yine bulacaklar."

"Hades bunu biliyor mu?"

"Elbette," dedi Rae. "Geciktirmek için elinden geleni yapıyor ama o gün mutlaka gelecek."

Merakla devam etmesini bekleyerek, "Ne zaman?" diye sordum.

Rae başını iki yana salladı. "Yeraltı dünyasının kralı düşmüş kral olduğunda," dedi ve sonra hiç vakit kaybetmeden, "Bu bizim meselemiz değil Mara," diye ekledi. "Bu tamamen başka bir hikaye, bizden ve savaştan çok sonra gerçekleşecek."

Daha fazla üstelemedim. Yeniden ana konumuza dönerek, "Çocuğu aldıktan sonra Persephone çayırlarına nasıl ulaşacağız?" diye sordum.

Tara rahat bir tavırla arkasına yaslandı. "Zeus güçlerimizi sınırladığı için uzun bir at yolculuğu bizi bekliyor," dedi. "Geri döndüğümüzde muhtemelen tanrıların savaşı başlamak üzere olacak."

Cevabı içime bir külçe gibi oturdu. Rae savaşacaktı. Sevdiğim herkes savaşa dahil olacaktı.

Rae sanki hala düşüncelerimde gezinirmiş gibi ayağa kalktı, sandalyemin arkasından bana yaslandı. Dudaklarını yumuşakça boynuma dokundurdu. "Korkma," dedi. "Daha önce de bu savaşı verdik."

Başımı kaldırıp ona baktım. Siyah dalgalı saçları alnından aşağı dökülmüş, beyaz suratını mühürlemişti. Kara gözlerinde hala acının izleri vardı ama o yine de dudaklarını bir gülümsemeyle kıvırmayı becermişti.

Dudaklarımı çenesine bastırdığımda Nestor homurdandı. "Bir de bana Libidos derler," dedi.

Elimde olmadan güldüm. Rae gülüşümü uzun parmaklarıyla sevdi. "Bu gülüşü görmeyi özlemişim," dedi.

İçim özlemle sıkıştı. Antios'un ve Farah'ın sözlerinin aksine, savaş başladığından beri sevişmemiştik. İnsanlar ölüyordu ve bizim son düşüncemiz askerlerimiz kanlarını bizim için akıtırken birbirimizin içinde kaybolmaktı.

Ama yine de.

Ama yine de onu özlemiştim.

Rae'nin bakışları karardı, aklımdan geçenleri güçleri sınırlandırılmış olsa da bildiğini biliyordum.

Nestor bir kez daha homurdandı, midesi bulanırmış gibi bir ses çıkarttı. "Ya burada hemen sevişip beni de mutlu edin ya da gözümün önünden çekip gidin," dedi.

Rae benden uzaklaştı ama az önce kalktığı yere oturmak yerine arkamda durmaya devam etti.

Kapı yavaşça tıklatıldı, Ephi çekinerek içeri girdi.

Rae onu bir gülümsemeyle içeri buyur etti. "Gel lütfen yoldaş Ephi," derken sesi sıcacıktı.

Ephi kafasını eğmeden önce bakışlarını kaçırdı. "Efendim," derken sesi en az mum alevleri kadar titrekti. "Meadros sizinle görüşme talep ediyor."

Bedenim gerildi. Rae'den önce ben, "Hayır," diyerek yanıtladım onu. "Ona onunla görüşmeyi reddettiğimizi söyle." Sesim fazla sert çıktığı için pişmanlık duyarak, "Lütfen," diye ekledim.

Rae beni onayladığını belli edercesine elini omuzlarıma koydu.

Ephi başını kaldırdı, rahibe kıyafetlerinin içinde çok genç duruyordu. Olduğundan da daha gençti. "Savaşla ilgili ve önemli olduğunu söyledi, siz onunla görüşene kadar da gitmeyi reddediyor."

Rae başını eğip bana baktı, onayımı beklediği belliydi. "Peki," dedim yenik düşerek. "Onunla görüşelim."

Ephi bir kez daha başını eğip odadan çıkarken Nestor Rae'ye döndü. "Bazen odadaki ilah hanginiz karar veremiyorum," dedi. "Tebrikler kızım, bir tanrıyı dize getirmişsin."

Rae üzerimden uzanıp şarap kadehimi aldı, kendi dudaklarına götürdü. Büyük bir yudum almadan önce, "Ben onun tanrısıyım," diye cevap verdi Nestor'a. "Ama o benim her şeyim."

☽✩☽

Rae'nin kabul salonu sarayın iç kısımlarında olmayıp da kapatılmayan tek bölümdü. Gecenin karanlığında salon mumlar ve meşalelerle aydınlatılıyordu.

Bir yerlerden hafif bir tütsü kokusu geliyordu. Tatlı koku çoktan ciğerlerime inmiş, bana tuhaf bir rahatlama sunmuştu. Bu defne yaprağı değildi, daha yumuşak daha sevecen bir kokuydu.

Rae oturduğu kırmızı tahttan elini uzattı, parmakları benimkilere kenetlendi. Onunkinin hemen yanına yerleştirilmiş, aynı yükseklikteki bir tahtta da ben oturuyordum. Buraya ilk geldiğim günü hatırladım, sanki asırlar öncesi gibiydi. Yine aynı tahtta oturmuş, yoğun bakışlarını benimkilere kenetlemişti.

Ephi ve Dora hemen önümüzde dizlerinin üzerine oturmuş bir şekilde bekliyordu.

Tara ve Nestor ise kabul odasının bir köşesinde, sırtlarını sütunlara dayayarak duruyordu.

Karr ortalarda görünmüyordu. Belki de Tara'nın istediğini yapmış, kendini Naia'nın kollarına bırakmıştı.

Kapı açıldı, iki nöbetçi Meadros içeri girerken kapıları onun için açık tuttu.

Meadros aksayan adımlarla salonun mozaikli zemininde yürürken dişlerimi sıktım. Bitik durumdaydı. Savaş sanki onunla birlikte saraya sızmış, kan kokusu dehlizlere dolmuştu.

Mavi gözleri hala parlıyordu ama o gözlerde savaş görmüş bir adamın yorgunluğu gizliydi.

Doğrudan bana baktı, dudakları yorgun bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Mara," derken sesi temkinliydi.

Kandan ve kirden koyulaşmış sarı saçlarını, çamur ve başkalarına ait vücut sıvılarıyla kirlenmiş savaş kıyafetini inceledim. "Meadros," diye cevap verdim.

Rae'yi süzerken suratı kasıldı. "Tanrılar," diye mırıldandı. "Yanında başka bir adam olduğunu görmek bana hala tuhaf hissettiriyor."

Rae rahat oturuşunu bozmadı ama gölgesi dizginlenen tüm gücüne rağmen etrafını kapladı. "Umarım bize boşanma haberini vermeye vermişsindir," derken dişleri sıkılı, suratı ise sertti.

Meadros güldü, bu tehlikeye yapılmış bir çağrıydı. "Hiç gelemeyecek bir haberi beklemek bir tanrı için zor olmalı."

Tara odanın öbür köşesinden, "Geri bas," diye seslendi. "Saygısızlığın bedelini sana ödetmeden önce kapat çeneni."

Rae'nin elini sıktım, yeniden Meadros'a döndüm. "Neden bizimle görüşmek istedin?" Sesimi olabildiğinde yumuşak tutmaya gayret ettim. Yıllarını beni severek geçiren birine karşı kötü olmak bana fazlasıyla acımasız geliyordu.

Meadros Rae'yle göz temasını bozarak tekrar bana döndü. "Gece Akhaların kampına sızdık," dedi sanki çok sıradan bir şey yapmış gibi. Bu aksayan ayağını ve kan içindeki tenini açıklamaya yeterdi. "Antios'un çadırına ulaşmayı başardık."

Rae kaşlarını çattı. "Gece vakti savaş durur," dedi. "Bu bir ihlal."

Meadros sakince, "Savaşmak için değil bilgi toplamak için gittik," diye cevap verdi. "İyi ki de gitmişiz. Antios'u başka bir askerle konuşurken duyduk. İsmi Potros, güneydeki ada şehirlerinden birinin veliaht prensi."

"Evet," diyerek onu devam etmesi için zorladım. "Ne olmuş o ikisine?"

Meadros Rae'ye bakarak, "Yara aldığında, darbe bir tanrıdan gelmediği sürece ne oluyor?" diye sordu.

Rae'nin kara kaşları çatıldı. "İyileşiyorum," dedi. "Yalnızca bir tanrının darbesi iyileşmemi yavaşlatabilir."

Meadros durumu değerlendirir gibi bir süre sessiz kaldı. "Tahminen ne kadar sürede iyileşiyorsun?"

Rae sırtını dikleştirdi, elini elimden çekip tahtının kenarlarına koydu. "Ne oldu ölümlü, beni yaralama planları mı kuruyorsun? Eğer öyleyse sana bol şans, saniyeler içinde iyileşirim ve gırtlağını keserim."

Meadros'un omuzları düştü. "Ama Mara saniyeler içinde iyileşmedi," dedi. Cevabı kabul odasına huzursuz bir havanın hakim olmasına neden oldu. "Gördüm, kanı savaş alanına akıyordu. Saniyeler içinde de iyileşmedi."

Dudaklarımı birbirine bastırdı. "Ben bir tanrı değilim de ondan," diye yanıtladım onu.

Meadros başını salladı. "Buna onlar da emin olmuş oldu." Tara ve Nestor bize doğru yürürken Meadros'un gözleri bu sefer onların üzerinde dolaştı. "Antios Potros'a bunu söyledi. Kanının bir ölümlü gibi aktığını, bir ölümlü gibi öldürülebileceğini anlatıyordu."

Dehşet içinde nefes almaya çalıştım ama Ephi kemeri yine çok fazla sıkmıştı. Ağzımı çaresizce açtım ama sanki odadaki tüm hava çekilip alınmış gibiydi.

Rae ayağa fırladı. "Açık konuş," diye emretti ona.

Meadros bir adım geri çekildi. "Zaten açık konuşuyorum." Kelimeler hançerin keskin kısımları gibi dudaklarından döküldü. "Antios ne yaptıysa Mara'yı sınamak için özellikle yaptı. Onun bir tanrı gibi hemen iyileşip iyileşmeyeceğini görmek için yaptı, ona öldürmek için değil onu yaralamak için saldırdı. Şimdi tüm Akhalar onun bir ölümlü gibi kanadığını, bir ölümlü gibi öldürülebileceğini biliyor."

Tara öfkeyle, "Apollon," diye tısladı. "Antios'a bu aklı veren o olmalı, sonuçta onun askeri."

Apollon'un yarama dokunup onu iyileştirmesi ve sonradan ortadan kaybolması aklıma geldi. Belki de soluğu hemen Antios'un yanında almıştı. Birlikte benim ne kadar öldürülebilir olduğumu tartışmışlardı.

Oda üzerime gelmeye başlarken ayağa kalktım, öne doğru bir adım attım ama ayağımı yere sağlam basamadım.

Meadros bana doğru hareketlense de Rae ondan hızlı davrandı, beni kendine yaslarken her şeye karşı korumaya hazırlanır gibi omuzlarını dikleştirdi, çenesi kasıldı. "Başka ne söylediler?"

Meadros Rae'nin belimdeki sıcak eline bakarak, "Seni devirmeden önce Mara'yı halletmeyi planlıyorlar," dedi. "Onun senin en büyük silahın olduğunu konuştuklarını duydum. Onu öldürürlerse senin de öleceğine eminler." Bakışları sertleşti. "Antios Potros'tan bunu tüm askerlere yaymasını istedi."

Rae'nin belimde duran eli canımı yakacak kadar sıkılaştı. "Potros'u bana getirebilir misin?"

Meadros gülümsedi, çatlayan dudakları gerildi. "Bunu isteyeceğini tahmin etmiştim."

Nöbetçiler kapıyı bir kez daha açtı. Hestios ve tanımadığım başka bir askerler beraberlerinde bir şeyi sürükleyerek getirdi.

Getirdikleri şeyi önümüze, ayaklarımızın dibine attıklarında onun bir şey değil bir insan olduğunu anladım. Dora ayağa kalkıp Ephi'yi de beraberinde geri çekti.

Kanlar içindeki adamın Potros olduğunu anlamam için kimsenin beni onaylamasına ihtiyacım yoktu.

Potros onu yere bıraktıklarında inledi, ağzından akan kanlar mozaiğin temiz yüzünü kirletti.

Rae'nin tutuşundan kurtuldum, öne doğru eğilerek ona baktım. Onu tanımıyordum ama tanısam bile bu haliyle kimsenin onu tanıyamayacağına emindim. Suratı kesiklerle ve morluklarla doluydu. Aldığı her hırıltılı nefeste ağzından kanlar sızıyor, yerde bir göl oluşturuyordu.

Rae dizlerinin üzerine çöktü, Potros'un suratını tutup kendine çevirdi. Potros acıyla inlerken Rae'nin suratında yırtıcı bir ifade vardı. "Demek Mara'yı oyuna getirdiniz," derken onun ağzını zorla açtı, dilini tutup çekti. "Bu zehirli dilini kopartmamam için bana bir neden ver ölümlü adam."

Tara Rae'nin tepesinde dikilip onu geri çekti. "Sınırı geçme," diyerek onu uyardı Rae'nin bileğini işaret ederek.

Rae Potros'un dilini bıraktı ama yine de ondan uzaklaşmadı. Bir süre daha adamı inceledikten sonra doğruldu, tahtına geri döndü. "Kaldırın onu."

Hestios ve diğer asker Potros'u kaldırdı, Rae'nin önüne götürdü. Hestios dizine vurduğunda Rae'nin önünde dizlerinin üzerine çökmek zorunda kaldı.

Bu Rae'nin kehanet tanrısı yüzüydü. Acımasızdı ve hiçbir ölümlünün karşılaşmak istemeyeceği kadar karanlıktı.

Gözlerim Potros'un yere dökülen kanındaydı. Meadros boğazını temizlediğinde kendime geldim, ben de Rae'ninkinin yanındaki tahtıma döndüm.

Sanki bir tahta değil de kemikten yapılma bir lahde oturmuşum gibi hissediyordum. Belimdeki sıkı kemeri tuttum, biraz olsun gevşemesi için uğraşsam da başarısız oldum.

Rae'nin karanlığı titreşti. "Konuş," dedi ölümsüz sesiyle. "Kimlere anlattın?"

Potros bir cevap vermedi, patlamış kaşından akan kanlara rağmen gözlerini yine de Rae'ninkilere dikti.

Meadros belinden hançerini çıkarttı, Potros'un başını kavrayıp geri yatırırken hançeri de gırtlağına dayadı.

Rae bir kez daha, "Konuş," diye tekrar etti. "Üçüncü kez söylemeyeceğim."

Potros'la göz göze geldim, bakışlarımı ondan kaçırmaya çalıştım ama bunu yapamadım. Korkaklık etmeyecektim, beni öldürmek isteyen bu adamla yüzleşmek zorundaydım.

En sonunda hırıltılı bir sesle, "Hiç kimseye," dedi. "Ama Antios anlatacaktır."

Rae gözlerini kibirle kıstı. "Size bu aklı kim verdi?"

Potros'un başı öne düşer gibi oldu ama Meadros ona engel oldu. "Kimse. Her şeyi Antios planladı."

Rae tahtından bir kez daha indi, sakince Potros'un önüne gelip durdu. "Yalan söyleme ölümlü adam," dedi. "Sakın bana yalan söyleme."

Meadros hançeri daha sıkı kavrarken Potros nefes alamadı ama bir cevap vermedi.

Rae bir an bile düşünmeden, "Öldürün onu," dediğinde Meadros hazırlandı.

Patros, "Yalvarırım," dedi. "Her şeyi anlatacağım. Yalvarırım beni öldürmeyin."

Rae bunu beklermiş gibi gülümsedi. "Dinliyorum."

Potros'un gözyaşları akmaya başladı. "Babası, ona bu aklı babası verdi." Suratı acıyla buruştu. "Zeus söyledi, o Zeus ona ne söylediyse onu yapar. Yıllardır Antios'u ziyaret ediyor."

Öfkeden tüm bedenim titrese de yine de ayağa kalkmayı başardım. "Zeus'un ondan haberi olmadığını sanıyordum," dedim.

Potros'un gözleri büyüdü, bocaladı. "Haberi yok," diyerek yalan söyledi.

Elimi Meadros'a uzattım. "Bana hançeri ver."

Meadros beni ikiletmeden hançeri uzattı. Metalin ağırlığını elimde bir süre tarttıktan sonra kavradım, Potros'un bacağına sapladım.

Acıyla haykırdığında onu saçlarından tutup suratını benimkine yaklaştırdım. "Bana her şeyi anlat." Hançeri bastırdım. "En başından."

Titredi, daha fazla yalan yoktu. "Bana anlattığına göre Zeus onu uzun zamandır ziyaret ediyormuş. Annesi Assoslu bir fahişe ve babasının kim olduğunu hiç saklamamış. Buraya onu Zeus çağırdı." Öksürükleri sözünü kesti, gözleri kan çanağına döndü. "Zeus seni öldürmesini söylemiş."

Bu kadarı yeterdi.

Onu bırakıp geri çekildim. Olympos'a davetsiz ziyaretimin sonuçlarının olacağını zaten tahmin etmiştim.

Ondan uzaklaştım, tahtıma geri döndüm.

Ben oturduğumda Meadros meraklı bakışlarını üzerime dikti. "Ona ne yapalım?"

Potros'un suratına bakıp gülümsedim. "Dilini kesin ve bir sandığa koyun." Sırtımı dikleştirdim. "Umarım Antios ve sevgili babası hediyemi beğenir."

☽✩☽

Güneş doğmak üzereydi. Doğuda gök çoktan aydınlanmaya başlamış, Athina'ya yapacağımız yolculuğa bizi çağırır gibi parlamaya başlamıştı.

Üzerimde yol için beni rahat ettirecek bir tunik vardı. Ephi'ye o lanet kemerlerinden birini belime takmaması için dik dik baktığımdan kız korkuyla geri çekilmişti. Saçlarımı bile örmeye vakit bulamadan neredeyse odadan kaçıp gitmişti. Belki de suratıma baktığında aklına Potros'un kesik dili ve dili kesilirken çıkarttığı korkunç şeyler geliyordu, kim bilir.

Rae kapıyı açıp içeri girdiğinde saçlarımı beceriksizce örmeye çalışıyordum. Bu halim dudaklarının keyifle kıvrılmasına yol açtı. "Tüm Olympos senden korkuyor ama sen saçlarını örerken savaş veriyorsun."

Tam olduğunu düşündüğüm anda deri kayış elimden kaçtı.

İç çekerek hiçbir şeye benzemeyen örgüyü bozdum. "Eskiden saçlarımı Naia örerdi," diye itiraf ettim. "Sonra da Ephi ördü."

Rae yatağa oturdu, bacağına hafifçe vurdu. "Gel arsız ölümlü," dediğinde lafını ikiletmedim.

Dizinin üzerine oturduğumda uzun parmakları saçlarıma dolandı. Daha önce Ölümün tapınağındayken de saçlarımı örmüştü.

O gün yaşananların anısı gözlerimin önünde canlandığında gerildim.

Rae'nin saçlarımdaki parmakları durdu. "Sorun ne Mara?"

Kafamı çevirip ona baktım. Gözlerimiz birleştiğinde sırtımı göğsüne yasladım. "Keşke yola hemen çıkmak zorunda olmasaydım."

Rae ellerini saçlarımdan ayırıp belime doladı, dudakları boynumu bulup bir süre orada oyalandı. "Buraya ilk geldiğinde en zorlandığım kısım seninle göz göze gelmekti."

Kaşlarımı çattım. Parmakları uzanıp kaşlarımın arasına dokundu, elmacık kemiklerimi sevdi. "Fazla mı düşmancaydı?"

Gülümsedi, derin bir nefes aldı. "Hayır aksine fazla davetkardı," diye fısıldadı. "Seni o kadar çok özlemiştim ki aklımı kaçırmak üzereydim. Bana her baktığında, her dokunduğunda patlayacak gibi oluyordum."

Bileğinin iç kısmını öptüm. "Neden kendimi sana sunduğumda beni hemen getirmedin?" diye sordum.

Dudaklarını diliyle ıslattı, ardından alt dudağının yavaşça dişlerinin arasına aldı. Bu görüntü nefes almamı zorlaştırsa da yine de kendime nasıl nefes alındığını hatırlattım. "Seni o zaman öldürürdü Mara," derken Zeus'u kastettiğini çok iyi biliyordum. "Kehanetlerim doğru anın o zaman olmadığını fısıldadı ve ben de onları dinledim."

Elimde olmadan güldüm. "Ve sonra kehanetlerini çaldım."

Alnını benimkine dayarken o da gülüyordu. "Cesaretine hayranım," dedi, ılık nefesi dudaklarıma çarptı. "İçimde alevler yakıyorsun."

Çok ama çok yavaşça öpüşmeye başladık. İlk başta yalnızca dudaklarımız birbirine sürtüyor, nefeslerimiz karışıyordu. Ama sonra Rae'nin elleri kalçalarıma indiğinde öpüşmemiz de şiddetli, dillerimiz birbirine değdiğinde aynı anda inledik.

Rae benden yavaşça ayrıldı, elini göğüs kafesime yerleştirdi. Ama ben onun benden ayrılmasını istemiyordum. "Hayır," dedim kucağında dönüp bacaklarımı beline dolarken. "Hala vaktim var."

Tuniğini sıyırmaya çalıştığımda bileğimi tuttu, suratında haylaz bir gülümseme vardı. "Senin tadını yavaş yavaş çıkartmayı sevdiğimi biliyorsun."

Kucağında yavaşça kalkıp kendi tuniğim baldırlarıma çektim, yeniden üzerine yerleştiğimde gülümseme sırası bendeydi. Kendimi ona bastırdığımda dudaklarını ısırdı. "Hile yapıyorsun," dedi sahte bir ayıplamayla. "Beni baştan çıkartmaya çalışma arsız kadın."

Çenesini tutup onu öptüm ve daha fazla konuşmasına engel oldum. Gülüşü dudaklarından benim dudaklarıma karışırken beklentiyle kendimi ona daha fazla bastırdım. "Çalışmama gerek yok."

Rae nazikçe beni kucağından kaldırıp yatağa yatırdı. Üstüme gelmesini ve bir an önce birleşmemizi bekledim ama o bunun yerine arkama uzandı.

Göğsünü sırtıma dayarken bir kolunu alttan geçirip belime doladı. Diğer eliyle önce bir mememi sonra öbürünü yavaşça sıktı, elbisenin üzerinden uçlarıyla oynadı.

Eli yavaşça aşağı indi, bacaklarımı araladı. "Mara," diye fısıldadı tenime doğru. "Seni o kadar çok istiyorum ki aklımı kaçırabilirim."

Üstteki bacağımı kavrayıp hafifçe havaya kaldırırken kendini araya soktu. "Seviş benimle," dedim daha fazla dayanamayarak.

"Sen nasıl istersen."

Rae bacağımı hafifçe kırıp ileri doğru itti, dizimi yatağa dayadı. Yavaşça doğrulduktan sonra arkamdan gelen hışırtılardan tuniğini çıkarttığını anladım, çıplak bedeni bir kez daha bana dayandı.

Onun sertliğini hissettiğimde beklentiyle başımı arkaya yatırdım. Rae fazla vakit kaybetmeden aramızdaki boşluğu her bir parçasıyla tamamlarken inlememe engel olamadım.

Boynumu yavaşça kavradı, gözlerimizi birleştirdi. "Seninle sevişirken gözlerimin içine bakmanı istiyorum Mara," dediğinde belim ona doğru kıvrıldı.

Yanıyor gibi hissediyordum. Tüm bedenim eriyor, sanki ona doğru akıyordu. Rae'nin de aynı şekilde hissettiğine emindim çünkü kalçalarının hareketi hızlandıkça ve sertleştikçe gözleri kararıyor, ağzından ilkel sesler çıkıyordu.

Zevk içimde dalga dalga yükselen bir sancıya dönüşürken tırnaklarımı boynumda tuttuğu elime geçirdim. Karşılığında eğilip kulak mememi ağzına aldı, dişlerini hafifçe tenime geçirdi.

Belimdeki eli uzanıp birleştiğimiz yeri okşamaya başladığında daha fazla dayanamayıp haykırdım. Hissettiğim zevkle kendimden geçerken tüm bedenim titriyordu.

Rae son bir kez kendini içime gömdü, dişleri omzumu sıyırdı. Şiddetle inip kalkan göğsü sırtıma yapışık bir şekilde bir süre öyle bekledik.

En sonunda bacağımı ve çıplak belimi öptü, beni yattığım yerden doğrulttuktan sonra tuniğimi düzeltti.

Eğilip kendi tuniğini giyerken onun çıplak bedenini seyrettim. Rae gözlerini kıstı. "Bakışların konusunda ne demiştim?" dedikten sonra son bir kez sertçe dudaklarını benimkilere bastırdı.

Beni yeniden kucağına çekip saçlarımı örmeye başladığında nefesim hala tam olarak düzene girmemişti. Rae deri kayışla saçlarımı tutturdu. "Bir dahaki sefere," derken dudakları bir yemin verir gibi boynumda dolaştı. "Bağladığım şey saçların olmayacak."

☽✩☽

Atlar sanki biraz sonra çıkacakları zorlu yolculuğun farkındalarmış gibi huzursuzdu. Tara kendi siyah atını benim koyu kahverengi atımın yanına getirdi.

Rae'nin suratı yeni doğmuş güneşin altında huzursuz görünse de bir şey söylemedi. Sadece alnını benimkine bastırdı, "Sonsuzluk kadar," dedikten sonra geri çekildi.

Atın üzerine çıkmama yardım ettikten sonra son bir kez atımın iki yanından aşağı sallandırılmış eşyalarımın tam olup olmadığını kontrol etti.

Tara her şeyin tamam olduğunu anlayarak kendi atının üzerine tırmanmaya hazırlanmıştı ki Karr'ın gergin bedeni ahırların önünde belirdi.

"Tara!" Seslenişi daha çok bir kükremeye benziyordu.

Rae bir sorun olup olmadığını anlamak için Karr'ı izlerken elinin bacağıma koydu. Her an beni geri indirip saraya götürmek için tetikte bekliyordu.

Tara atından bir adım uzaklaşıp meraklı bakışlarla Karr'a baktı. "Bir sorun mu var, ne oldu?"

Karr tam karşısına geldiğinde suratını sıkıca kavradı, dudaklarını onunkilere sertçe bastırdı. Bir kalp atışı kadar süre sonunda geri çekildi. "Sadece seni istiyorum," dedi geri adım atarken. Sonra bana baktı, bir adım daha geriledi. "Birbirinize sahip çıkın."

Rae'nin ya da benim bir şey dememize fırsat tanımadan geldiği gibi hızla ahırlardan çıktı.

Tara biraz önce hiçbir şey olmamış gibi atına tırmandı ama yerleşirken bedeninin titrediğini gördüm.

Herkese selam arsız ölümlü ordusu! Çünkü bence bir orduya yakın bir şeysiniz. Ben bölüm sonu notunu yazarken 261 bin kişi olduk! Orduya yeni gelen arsız ölümlüleri sıkıca kucaklıyorum. Hepinizi sonsuzluk kadar seviyorum.

Can sıkıcı yazar notu, beğeni sınırı 200 yorum sınırı ise 500, can sıkıcı yazar notu sonlandı skdsjş.

Aranızda hala Lethe okumayan var mı??? Bkm'de deli bir indirimde. Haydi size spoi, Hermes'in oğlu Lethe sayfalarında gizli :) İkinci ciltte de Mara ve Rae de görünecek ben daha ne yapayım skdsşdi.

Bölüm sonu Karr ve Tara severlerin çığlık attığını duydum sdklsşd. Ben de çığlık attım. İmdat! Tara bir kendine gel ya adam ölüyor senin için hala Naia'ya git, yolarım seni.

Hepinizi sonsuzluk kadar seviyorum. Şimdiden bayramınızı kutlarım. Allah'ım nolur bana tanrıları yazıyorum diye kızma. Amin.

Yorumlarda görüşmek üzere arsızlar, bölüm sınırlar geçilirse kendi gününde kendi saatinde dfdjğfdnf Kanal D Aşkı Memnu fragmanı gibi oldu.

-Kaos.

Fortsett å les

You'll Also Like

70.3K 5.1K 36
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...
166K 7.2K 15
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
43.1K 151 16
Tecavüz,şiddet,taciz ve sex içerir.Bu bir sexting eseridir.
755K 17.4K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...