ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

By ozcelikdilaraa

2.2M 186K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... More

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım

16.4K 1.8K 1.3K
By ozcelikdilaraa

Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım

Antios benim için gelmişti. Sözleri hem bir yemin hem de bir vaatti. Beni de beraberinde Tartarus'un derinliklerine götürene kadar durmayacak, ikimizin adını tarihe yeni Hector ve Akhilleus olarak kazıyacaktı.

Derin bir nefes daha alıp defne yaprağının kokusu ciğerime yapışana kadar içime çektim. Ekşi kokusu ciğerlerimden aşağı inerken bakışlarım biraz daha karardı. Savaşın beşinci gecesi, katliamın ise en kötü günüydü. Antios'un onlarca askerimizin kafasını gövdelerinden ayırmasını izlerken yapabilseydi aynılarını bana yapacağını çok iyi biliyordum.

Gözlerimi sıkıca kapatıp zihnimi tüm korkularımdan arındırmaya çalıştım. Bir şeyler görmem lazımdı, ihtiyacım olan tek bir kehanetti. Bana bir geleceğim olduğunu anlatacak, tek bir kehanet. Daha fazlasına ihtiyacım yoktu.

"Mara?"

Helene'nin sorgulayan sesi tapınağın duvarlarına çarpıp beni bulurken gözlerimi yeniden açtım. Rae'nin devasa heykelinin ayaklarının dibine çöktüğüm yerden kalkmadan onun bana gelmesini bekledim. Kanıma karışan defne özü başımı döndürüyor, uzuvlarımı gevşetiyordu.

Mumların ışığının altında karanlık bir gölge gibi süzülerek yanıma ulaştı, alevler sarı saçlarında titreşti.

Buz gibi bakışlarını suratımda gezdirirken yanıma oturduğunda onun yalnız olmadığını anladım. Naia da tapınağın gölgelerinin içinden sıyrılarak yanıma ulaştı.

İkisi de yanıma oturduğunda dudağımı ısırdım. "Korkuyorum," diye itiraf ettim. "Ölmekten çok korkuyorum." Kelimelerin dudaklarımdan zahmetli bir şekilde dökülmesine sebep olacak kadar defne yaprağı çekmiştim.

Naia başını omzuma yaslarken Helene uzanıp elimi tuttu. "Ölmeyeceksin," dedi sakince. "Kimse senin ölmene izin vermeyecek."

Yutkundum. Buna izin vermeyeceklerini çok iyi biliyordum ve asıl korktuğum da zaten buydu. Benim ölmemem için kaç kişinin öleceğini tahmin bile edemiyordum.

Helene'nin kolundaki bileziklere dokundum, metal yüzeylerini parmaklarımın arasında hissettim. "Tüm bunlarla nasıl başa çıktın?" diye sorarken boğazıma çoktan güçlü bir yumru oturmuştu bile. "Bir şehir senin için düşerken sen nasıl ayakta kaldın?"

Helene'nin parmakları benimkilerin etrafında kenetlendi. "Kaçtım." Sözleri o kadar keskin ve netti ki canımı acıttı. "Her şeyden, aşkımdan ve gururumdan kaçtım. İsminin başına Troyalı diye eklenmesinin ne kadar ağır olduğunu biliyorum."

Başımı salladığımda suratım Naia'nın sarı saçlarına sürtündü. "Troyalı Helene ve Troyalı Mara," dedim. "İki kadın, iki Troya Savaşı."

Naia yumuşak kahverengi gözlerinin içinde dolanan soru işaretleriyle kafasını kaldırıp bana baktı. "Burada tek başına ne yapıyorsun?"

"Kehanetleri arıyorum," dedim. "Anlaşılan o ki kehaneti bilmezsem fısıldayamıyormuşum."

Naia da uzanıp ikimizin elini sıkıca tuttu, beyaz teni gerilene kadar da sıkmaya devam etti. "Bırak sana yardımcı olalım," dedi kendinden emin bir ses tonuyla. Ona ve cılız kollarına baktım. O kadar kırılgan ve savunmasız görünüyordu ki içimi acıttı.

Kaşlarımı çattım. Bana benden başka kimsenin yardımcı olamayacağını çok iyi biliyordum. Kimseden benim için bir şey yapmasını isteyemezdim. Savaş hepimizi ensemizden yakalamış, bize kaçacak en ufak bir delik bile bırakmamıştı.

Bakışlarım hediyelerden ve adaklardan arındırılıp çıplak bırakılmış tapınağın sütunları arasında dolandı. Buraya ilk geldiğim gün hissettiğim etkilenmeyi düşününce sönük bir kopyasına bakar gibi hissettim kendimi. Savaş ilk önce burayı vurmuştu, halk onlar için değerli olan sevaplarını ilk önce buradan söküp almıştı. Hepimiz kendi günahlarımızla yıkanana kadar da eski haline dönmeyeceğini çok iyi biliyordum.

Helene ondan beklenmeyecek kadar yumuşak bir sesle, "Yardım edebiliriz," diyerek Naia'yı tekrarladı. "Bize izin ver yeter."

Ona baktım ve bakışlarındaki kendine güveni gördüm.

Bana bir şey söylemeden ayağa kalktı, Ephi'nin benim için tapınağa bıraktığı kadehi ve testiyi aldı.

Naia da ona ayak uydurarak arkama geçti, bir süredir kesmediğim için uzayan saçlarımı parmaklarıyla ayırdı. Saçlarımı örerken eskiden olduğu gibi bir şarkı mırıldandı, sesi çıplak tapınağın içinde ilahi bir dinginlikle gezindi.

Helene ustaca şarabı kadehe doldururken gözleri parlıyordu. Bunu birlikte defalarca yapmıştık, başka bir tanrının ayaklarının dibinde, kendimizi ona adamıştık.

Naia saçlarımı örmeyi bitirdiğinde soluma geçti, dizlerinin üzerine çöktü.

Helene de sağ tarafıma geçtikten sonra şarapla doldurduğu kadehten büyük bir yudum aldı. "Kandan kıyafetlerini kuşanıp da, içtiğinde suyundan kehanetin." Kadehi havaya doğru kaldırdı, başını saygıyla eğdi.

Kadehi Naia'ya uzattığında bu sefer Naia şaraptan bir yudum aldı. "Biliriz hepimiz aslında, ona ait bedeni."

Kadeh bana ulaştı, altın yüzeyinin parmaklarım arasında akışına odakladım. Şaraptan dolu dolu bir yudum aldıktan sonra her zamankinden daha güçlü, daha kendimden emin bir şekilde kadehi havaya kaldırdım. "Rae, Rae. Gel de gör beni, kutsal kadınını." Şarabın tadı ağzımda patlayarak dağıldı. "Al da götür beni, kutsal gelinini."

Kehanet gelip beni bulduğunda hazırlıksızdım. Bu kadar hızlı olmasını beklemediğimden ruhumun bedenimden çekilişi bende bir şok etkisi yarattı.

Kendimi mermer bir şehrin ortasında, devasa bir kütüphanenin içinde buldum. İçerideki heykellerden birine sırtım çarptı, gözlerimi acıyla yumdum.

İçerisi o kadar kalabalıktı ki güneşin çarpıp da aydınlattığı sütunların her birine dayanmış birileri vardı. Ellerindeki parşömenleri çeviriyor, birbirleriyle konuşuyorlardı.

Bir şeyden eminsem o da bu şehrin Troya olmadığıydı. Başka bir şehir ve o şehrin insanları olduğunu bilecek kadar Troya'da vakit geçirmiştim.

Kütüphaneden çıkıp yürüdüğümde neredeyse bir at arabasının altında kalıyordum. Arabacı yükünü sağa sola savura savura yoldan aşağı ilerlerken her iki yanımda, yol boyunca yükselen binalara baktım.

O binalardan birinden Karr yanında bir kadınla birlikte çıktı. Kadının suratında somurtkan bir ifade vardı. Bal rengi saçlarının arasına yerleştirilmiş altın tacı çekiştirdi, burnunu kırıştırarak Karr'a baktı. "Şu şey kafamı acıtıyor," derken sesi de en az surat ifadesi kadar can sıkıcıydı. "Kendim gibi hissetmiyorum." Kulaklarından sarkan küpelere dokundu ve sesli bir şekilde iç çekti.

Karr kadının başındaki taca bir bakış attı, ardından da sağ omzunu açıkta bırakan tuniğini süzdü. "Ama bize benziyorsun," dedi. "Böyle giyinmek zorundasın."

Kız tacı bir kez daha çekiştirdi, saçlarının arasından söküp almamak için kendisiyle savaş veriyormuş gibi duruyordu. "Rayen kibirli bir piçin teki," dedi öfkeyle. "Beni meclis üyelerinin önüne atıyor, kendisi keyif sürüyor."

Karr güldü. "Babasının oğlu," dedi. "Ve ayrıca, o bir tanrı kadın, seni buraya hizmetlerin için getirdiğini biliyorsun."

Kadın gözlerini devirdi. "Evet, biliyorum. Sürekli tekrarladığı için unutmam zor oluyor," dedikten sonra sırtını dikleştirdi. Sesini biraz kalınlaştırıp, "Ben Tanrı Rayen, Rae ve Mara'nın oğlu, evrenin hakimiyim," dedi.

Kadın sözlerini tamamladığında arkalarında beliren adamı gördüğüm, yüreğim ağzıma geldi. Onu daha görmeden enerjisindeki tanıdıklığı hissetmiş, kanımın ona doğru aktığını fark etmiştim.

Ahenkli bir sesle, "Hiçbir zaman evrenin hakimi olduğumu söylemedim," dedi. Tanıdık yeşil gözleri kadının suratında dolaştı. "Söylememe gerek olduğunu düşünmüyorum," diye eklerken gülümsedi.

Kadın iç çekti. "Rayen," diyerek onu selamladı. "Meclisine siktir olup gitmelerini söylemen mümkün mü? Canımı biraz daha sıkarlarsa," diye devam edecek oldu ama yanlarından geçen beyaz peploslu bir adamı görünce sustu. Adam akbabaya benzeyen başını eğerek onları selamladı.

Rayen'in babasına benzeyen suratından bir gülümseme geçti, tatlı rüzgar siyah saçlarını havalandırdı. "Sanırım bunu senin söylemen gerekecek gezgin," derken kadına göz kırptı. "Bana ağzına geleni saydırıp onların karşısında sus pus olmana bayılıyorum."

Kadın omuz silkti ama yine de Rayen'e gülümsedi. "Ephesus'un tatlı Tanrısı, siktir git," dedikten sonra yürümeye devam etti.

Rayen kadın uzaklaşmadan önce, "Akşam görüşürüz gezgin," dedi. Kadın yalnızca elini kaldırdı ve arkasını dönmeden yürümeye devam etti.

Karr kadının arkasından bakarken, "İnanmadığım Tanrılar," diye söylendi.

Rayen durdu, yavaşça Karr'a baktı. "İnanmadığın tanrılar mı?" diye sordu şaşkınlıkla, suratındaki bocalamayı görmek kalbimi bir kez daha sıkıştırdı.

Karr başını salladı. "Eski zamanlardan kalma bir alışkanlık," dedi. "Annen eskiden öyle söylerdi. İnanmadığı tanrılar onun en büyük düşmanıydı."

Rayen bir cevap vermek için ağzını açtı ama ben ne söylediğini göremedim. Kehanetin içinden çıktım ve yeniden Rae'nin heykelinin ayaklarının dibindeydim.

Kendime hakim olamayıp ağlamaya başladığımda Helene ve Naia kollarıyla beni sıkıca sardılar. "Oğlumu gördüm," dedim boğazımdan kopan bir çığlık eşliğinde. "Başka bir şehirdeydi."

İkisinin kolları arasında güvende olduğumu bilsem de bunun ne kadar devam edeceğini merak ettim. Bu insanlar beni sonsuza kadar koruyamazdı. Onlar bunu istese bile sonsuzluk onlara izin vermezdi.

☽✩☽

"Bir şeyler yemek zorundasın," dedi Rae tabağımda hiç dokunulmadan öylece duran kurutulmuş ete ve meyvelere bakarak.

Onun gönlü olsun diye salkımdan bir üzüm tanesi kopartıp ağzıma attım ama meyvenin etli yüzeyi ağzımda büyüdükçe büyüdü, zar zor yuttum.

Karr ağzımdaki lokmanın bitmesini beklemeden kadehimi alıp ağzıma dayadı, şaraptan bir yudum alana kadar da geri çekilmedi. "Rae haklı, biraz yemelisin."

Ona sarılmak istedim. Sadece bizim için yaptıkları için değil oğlumuz için yapacakları için de ona minnettardım. Kehaneti kendime saklamayı tercih etmiştim ama bu yine de uzanıp onun elini tutmama engel değildi.

Sarayın iç kısımlarındaydık. Rae'nin odasının da dahil olduğu uç kısımlar kapatılmıştı. Savaşın onuncu günündeydik ve Antios'un bugün yarattığı kıyımın ardından Rae hızla saraydaki herkese iç kısımlara taşınmalarını emretmişti. Sarayın geri kalanı terk edilirken hepimiz iç kısımlarda hayatımıza devam ediyorduk.

Ya da en azından devam etmeye çalışıyorduk.

Helene masanın öbür ucundan bana baktı ama bir şey söylemedi. O gün Naia ile bana sadece sarılmışlardı ama beni bu kadar kötü yapan şeyle ilgili daha fazlasını öğrenmek için üzerime gelmemişlerdi.

Şafak sökmek üzereydi ve savaş birazdan devam edecekti. Kahvaltı soframıza ise bir ölüm sessizliği hakimdi. Rae'nin sert çenesinin öfkeyle kasılmadığı bir an bile yoktu. "Mara," diye söze başlasa da devamını getiremeden sustu. Beni sarsmak istediğini, sorunun ne olduğunu öğrenmek istediğini biliyordum. Kolundaki altın bilekliklere baktığım her an zihnimi okuyamadığı için memnun oluyor, kendimi güvende hissediyordum.

Tabağı ileri ittim, sahte olduğunu hemen anlayabileceği bir gülümsemeyle ona baktım. "Doydum," dedim sadece ve ayağa kalktım.

Her gün aynıydı. Hepimiz en ihtişamlı kıyafetlerimizi giyiyor, Olymposlularla birlikte savaşı izleyeceğimiz yere gidiyorduk. Başımdaki taç bir an olsun çıkmıyor, Ephi her sabah bıkmadan saçlarımı örüyordu.

Rae diğerlerinin yemek yediğimiz odadan çıkmasını bekledikten sonra oturduğu yerden yavaşça kalktı, sıcak elleri bileklerime dolandı. Hiçbir şey söylemeden kaşımın üzerine bir öpücük kondururken derin bir nefes aldı. "Tatlı Mara'm," diye fısıldarken sesi hüzünden çatallaşmıştı. "Lütfen bana ne olduğunu söyle."

Onunla göz göze gelene kadar kafamı kaldırdım, kara gözlerinde hem kendimi hem de onu gördüm. "Bu savaşı kazanacağız," dedim. "Ve sonra yüzyıllarca herkesten uzakta yaşayacağız."

Rae gülümsedi, parmaklarının tersiyle suratımı okşadı. "Bunu yapacağız," derken sesi kendinden emin geliyordu. "Sadece biz olacağız, bir aile olacağız." Kolyeme dokunduğunda elini öptüm.

Karanlığından geri kalanlar bizi diğer tanrıların yanına taşırken suratımı omzuna gömdüm. Kokusunu içime çekerken onun için bu lanet şehri bile yakacağımın farkındaydım. O isterse tüm dünyayı sonsuz bir yangına verirdim.

Diğer tanrıların yanına ulaştığımızda her zamanki yerimize oturduk. Hermes başını eğerek beni selamladığında ona karşılık verdim. Bundan yalnızca on bir gün sonra savaş alanında birbirimize karşı ölümüne bir mücadeleye girmeyecekmişiz gibi bana gülümsedi.

Gözlerim Hector'u aradı. Bir an olsun askerlerin yanından ayrılmamaya yemin vermiş gibiydi. Günlerdir onu savaş alanı dışında görmemiştim. Kıyafetindeki kan ve kir de onun gerçekten yıkanmak için bile sarayına dönmediğini gösteriyordu.

Phoiniks Gece Savaşçıları'nın arasında dolaşırken bir yandan da Seus'la konuşuyordu. Ne söylediklerini tam olarak duyamadım çünkü şimdiden başlayan savaş çığlıkları tüm sesleri bastırıyordu.

Savaşta yeni bir gün başladı ve biz oturduğumuz yerden kayıp giden hayatları izledik. Rae'nin eli benimkini buldu, sıkıca kavradı. Tüm bunları görmek zorunda kaldığım için kendini suçladığını biliyordum. Ama buna gerek yoktu. O yapması gerekeni yapıyor, tanrısı olduğu şehri savunuyordu.

Antios'un mızrağı askerlerimize acımasızca saplanırken duruşumu dikleştirdim. Birkaç adım ötesinde savaşan Seus'a doğru ilerlediğini net bir şekilde görebiliyordum.

Mızrağını ileri doğru savururken hedefinin kim olduğunu anlayan bir Gece Savaşçısı önüne çıktı.

Antios bir an bile düşünmeden mızrağını askerin gırtlağına sapladığında kendime engel olamayarak ayağa kalktım.

Antios askerimi kendine çekti, dudağını onun kulağına dayadı. "Tanrıların sen geberip giderken nerede?" diye tısladı. "Troyalı Mara nerede? Siktiğimin fahişesi Rae'ye verirken sen aklına geliyor musun acaba?"

Mızrağını askerin gırtlağından çekerken genç savaşçı kanlar içinde yere yığıldı.

Rae de arkamda ayaklanmıştı. Herkes duymuştu. Antios'un söylediği sözleri tüm tanrılar duymuştu.

Duvarın kenarına doğru bir adım daha atarken öfkeden titriyordum.

Karr arkamdan, "Orospu çocuğu," diye söylendi.

Bakışlarımı bir an bile Antios'un üzerinden ayırmıyordum. Seus içlere doğru ilerleyip onun hedefinden sıyrılmıştı ama Antios benim hedefime girmişti.

Farah küçümseyici bir şekilde güldü. "Bence haklı," dedi zehir kadar sakin bir sesle. "Sonuç olarak Mara'nın kocası aşağıda onun için savaşırken her gece Rae'nin altında inlediğini hepimiz biliyoruz."

Arkamı dönüp ona baktım ama Rae benden önce davrandı. "Sesi kesmezsen Farah, sikerim seni!" diye bağırdı.

Farah'ın gözleri kısıldı. "Eğer Mara'dan sıra bana gelirse seve seve," dedi.

Öfkem çağlayarak bedenimden taştı, Farah'ı buldu. Benden önce dumanım onu kavradı, hırsla yere çarptı. Üzerine çıkıp oturdum, kızıl saçlarını ellerime dolayıp suratını benimkine yaklaştırdım. "Seni öldüreceğim," diye fısıldadım. "Senin sonun benim elimden olacak."

Hades beni Farah'ın üzerinden alırken ona engel olmadım. Gözlerinde gördüğüm korku bana yetmişti. Bu yalnızca bir uyarıydı, geleceğin habercisiydi.

Zeus kibirli bir tavırla oturduğu yerden, "Şunu yerden kaldırın," dediğinde Apollon ve Artemis Farah'ı ayağa kaldırdı.

Gözleri bana döndü, kaşları çatıldı. "Burada oturacak ve savaşacağın güne kadar hepimizin yaptığı gibi saygıyla savaşı izleyeceksin. Bizim için kanlarını dökenlere bunu borçlusun."

Hades tam arkamda duruyordu, Rae ise Karr'la birlikte Zeus ve benim arama girmişti. "O senden emir almayacak," dedi Rae. "Mara kimseden emir almaz."

Zeus gülümsedi. "Benden alacak, onu ben yarattım."

Belki Zeus'un sözleri belki de Antios'unkiler. Ne yaptığımı düşünmeye fırsat bulmadan arkamı dönüp Hades'e baktım, onunla göz göze geldim. Başını eğip suratıma bakarken gücüm onu kavrayıp kenara itti.

Kimse daha ne yaptığımı anlamadan kendimi surlardan aşağı bırakmıştım bile.

"Mara!"

Rae'nin bağırışı geride kalırken son hızla aşağı süzüldüm, gölgem beni yakalayıp yere sağlam bir şekilde inmemi sağladı.

Savaş alanına indiğimde bütün sesler sustu, tüm çığlıklar daha korkunç bir şeye dönüştü. Başımda tacım ve gösterişli kıyafetimle askerlerin kanlarıyla sulanmış alanın tam ortasında duruyordum.

"Antios!" diye seslendiğimde çevremdeki askerler açıldı. "Senin için geldim."

Onu uzakta gördüm, kollarının arasında cansız bedeni sarkan askeri değersiz bir parça gibi yere atışını izledim.

Hemen yanımda sürücüsü henüz can vermiş iki atın çektiği bir araba duruyordu. Atlar neler olduğunu anlayamamış bir şekilde onları tutan ve arabaya bağlayan parçalardan kurtulmaya çalışırken arabaya bindim.

Sürücüsünü aşağı attıktan sonra deri dizginleri kavradım ve kendime çektim. Atlar öne doğru atılırken dizginleri bir elime dolayıp onlara yön verdim, diğer elimi ise boşluğa savurdum. Karr'ın mızraklarından biri parmaklarımın arasında belirip alev alırken bakışlarımı bir an olsun Antios'tan ayırmadım.

Savaşan tüm askerler durmuş, dizlerinin üzerine çökmüştü. Ben onların yanından geçerken bir tanrıça olduğumu söyleyen askerlere küçümseyerek baktım ama onlar alınlarını çoktan kuma yaslamıştı bile.

Bana eğilmeyen tek bir kişi vardı ve benim de hedefimdeki kişi oydu. Mızrağı attım, Antios'un yanından geçip arkasındaki kumluk alana saplandı.

Bu bir uyarı atışıydı, ikimiz de bunu biliyorduk.

Benim ona doğru geldiğimi görünce arabalardan kurtulmuş atlardan birine atladı ve dörtnala kaçmaya başladı.

Korkak.

Atları tuttuğum dizginleri bıraktım, onların beni götüreceği yöne güvenerek sağ kolumu kendime doğru çektim.

Yayın ahşap yüzeyini tüm tenimde hissettim, okun tüylü ucu çeneme değdi, beni kaşındırdı.

Bir atış daha, ok Antios'un omzuna saplandı. Atın üzerinde dengesini sağlamayarak düştüğünde dizginleri kendime doğru çektim, arabamı durdurdum.

Aşağı indim, okumda yeni bir yay belirirken hiç acele etmeden ona doğru ilerledim. Dumanım onu ayaklarından kavradı ve bana doğru çekti.

Antios onu yakalamamam için elinden gelen her şeyi yaparken bir an bile düşünmedim, dumanımı üzerine çullandırdım.

Etraftaki askerler alınlarını bir an bile yerden kaldırmadı, silah arkadaşlarının gücümün kollarında sürüklenişi hepsinin üzerine korku saldı.

Tepesinde dikildiğimde gözlerinde kendi gözlerimi gördüm. Nefret, kan ve keder. Bütün bu duygular ikimizden birbirimize doğru akarken okumu alnının tam ortasına hedefledim.

O anda Hades'in zihnimin içine seslendiğini duydum. "Mara, dur," dedi telaşla. "Eğer onu şu anda öldürürsen Zeus'a seni cezalandırma hakkı verirsin."

Dişlerimi sıktım. "Onu öldüreceğim," dedim.

"Sakın, savaş bizim için daha başlamadı. İnan bana o eğer gerçekten Zeus'un oğluysa sıramız gelmeden onu öldürdüğün için ona bir can borçlanırsın. Senden Rae'yi ister, bunu sakın yapma."

Yayı tutan ellerim titrediğinde Antios bocalamamdan faydalandı. Kınından çıkardığı hançeri bana doğru savurdu, ucu kolumda boydan boya derin bir kesik açtı.

Kanım ikimizin arasındaki kuma düşerken Rae'nin bedeni benimkinin önüne geçti, tek eliyle Antios'u boğazından kavrayarak yukarı kaldırdı. "Cesaretine hayranım," dedi akan kanım kadar akışkan bir sesle. "Biraz sonra ölecek bir adam olarak gittiğin yerde nasıl bir orospu çocuğu olduğunu anlatabilirsin."

Rae'nin bilekliklerinde çakan şimşekler tenini kapladı, damarlarına sızdı ve onları parlattı. Acı içinde suratını buruştursa da Antios'un gırtlağını sıkmaya devam etti.

İçten içe yanıyordu, Zeus'un anlaşmasının hatırlatıcısı kanına karışırken Rae çektiği onca acıya rağmen dimdik bir şekilde durmaya devam ediyordu.

Arkamda sert bir rüzgar esti, kanatların sesini duydum.

Apollon Rae'nin Antios'un gırtlağında duran elini tuttu. "Sakın," derken Rae'yi düşmanından ayırmaya çalıştı. "Bunu yapma, anlaşmayı ihlal edemezsin."

Rae başını sağa doğru eğdi. "Onu öldüreceğim," dedi. "Mara'ya kimsenin zarar vermesine izin vermeyeceğim."

Apollon'un kanatları açıldı, tüm gücüyle aralarına girip Rae'yi Antios'tan ayırdı. Antios'u ileri itti, onun toparlanmasına izin bile vermedi. "Siktir git buradan."

Antios kumların içinde düşe kalka bizden kaçmaya çalışırken Rae bana döndü, eliyle kolumu kavrasa da bir an sonra dizlerinin üzerine çöktü. Zeus'un şimşekleri suratına ulaşmıştı bile.

Apollon onu iki eliyle kaldırırken, "Korkma," dedi bana. "Birazdan geçecek ama savaş alanından çıkmamız lazım."

En büyük düşmanıma baktım. Bedenim titredi. Sevdiğim adam onun kollarındaydı. "Sakın ona dokunma," dedikten sonra Rae'yi onun kollarının arasından aldım.

Titreyen bedeninin üzerine kapandım, kanım ona doğru akarken bunu umursamadım bile. Kesik derindi ama öldürmezdi. Şu anda benim için önemli olan tek şey acı içinde damarlarında şimşekler çakan Rae'ydi.

Ben Apollon'a engel olamadan bana arkadan sarıldı, kanatları Rae ve benim etrafıma dolandı. Ondan ve o lanet olası kanatlarından kurtulmaya çalıştım ama tutuşu bunu imkansız kılıyordu.

Bu yüzden Rae'ye sıkıca sarıldım, kafasını göğsüme dayarken onu herkesten ve her şeyden korumak istiyordum.

Yeniden tanrıların arasına ulaştığımızda Apollon bizi indirdi. Hala kanayan kolumu sıkıca tuttu, elini kesiğin üzerinde gezdirdi. Kesik iyileştiğinde bizden uzaklaştı, kanatlarını kapatıp merdivenlere yöneldi.

☽✩☽

"Buradayım," diye fısıldadım Rae gözlerini açarken. Etrafımızda yanan mumlar titreşti, nefesi suratıma çarptı. Alnına düşen saçları geriye iterken dudaklarımı onunkilere bastırdım, buz gibi nefesini içime çektim. "İyisin, ben de iyiyim."

Rae'nin kaşları çatıldı. "Arsız ölümlü," derken sesindeki öfkeyi sezdim. "Bu yaptığın en aptalca şeydi."

Alnımı onunkine yasladım. "Biliyorum," dedim. "Özür dilerim."

Rae iç çekti ama başka bir şey söylemedi.

Anlaşmayı ihlal eden her tanrı kendi başlarına geleceklere bizzat şahit olmuşlardı artık. Bu yüzden hiçbirinin bir daha ne benimle ne de bir başkasıyla kavga etmeyeceğine emindim.

İlk birkaç saatin sonrasında şimşekler Rae'nin bedenini terk etmişti ama titremesinin geçmesi için gecenin çökmesi gerekmişti.

Şimdi sarayın iç kısmında yeni yerleştiğimiz odamızda uzanırken başından bir an bile ayrılmak ona ihanet gibi geliyordu.

Doğrulmaya çalıştığında ona yardımcı oldum, sırtını yastıklara dayadı. Yeniden konuşması için birkaç saniye beklemesi gerekti. "Apollon," dedikten sonra dudaklarını birbirine bastırıp sustu.

Ne demek istediğini biliyordum. Gelip bizi savaş alanından almış ve diğer tanrıların arasına bırakmıştı. Ondan sonra ise çekip gitmişti, öylece, şehrimize askerler yığan o değilmiş gibi ortalıktan kaybolmuştu.

Rae beni yatağa yanındaki boşluğa çektiğinde ona engel olmadım, bacaklarımı gövdesine dolayıp suratımı boynuna yasladım. "Ondan ve diğer tanrılardan uzak durmanı istiyorum Mara," dedi bir elini yavaşça kalçama koyarken. "Ama özellikle ondan."

"Biliyorum," derken hala nemli saçlarını sevdim.

Rae derin bir nefes alırken uzanmaya devam etti. Ne kadar yorgun hissettiğini görebiliyordum. Benim için anlaşmayı ihlal ettiğini ve bu yüzden cezalandırıldığını biliyordum.

Lanet olsun.

Kapı yavaşça çalındı, Naia dışarıdan "Mara," diye seslendi.

Beni dışarı çağırdığını anladığımda Rae'ye döndüm, başını sallayarak bana gitmemi işaret etti.

Yataktan aşağı inmeden önce onu bir kez daha öptüm. "Belki döndüğümde yeteri kadar yorulmamış bir taraflarını bulurum," dedim aramızdaki ciddi havayı dağıtmaya çalışarak.

Rae gözlerini devirdi ama yine de gülümsedi. "Biraz uyumama izin ver arsız kadın," dedikten sonra gözlerini yumdu.

Dışarı çıktığımda Naia suratında neler olduğunu anlayamadığım bir ifadeyle beni bekliyordu. Yalnızca elimi tuttu ve beni odadan yeterince uzaklaştığımıza kanaat getirene kadar bırakmadı.

En sonunda taş merdivenlerin önüne geldiğimizde durdu. "Seninle görüşmek istiyor," dedi sıkıntılı bir sesle.

"Kim?"

Hermes merdivenlerin altındaki boşluktan çıkarak, "Ben," diye cevap verdi. Dönüp Naia'ya baktı. "Bana güvendiğin için teşekkürler."

Naia başını sallayıp merdivenlerden yukarı çıkarken ona baktım, ardından yeniden Hermes'e döndüm. "Buraya nasıl girdin?"

Gülümsedi, kıvırcık saçları koridorları aydınlatan meşalelerin alevinde parladı. "Benim istersem giremeyeceğim bir yer yok Mara," dedi. "Özellikle seninle konuşmak isterken bana engel olabilecek hiçbir koruma yok."

Dumanımı ona göz dağı verircesine serbest bıraktım, bu onu gülümsetti. "Seni dinliyorum," dedim.

Hermes yavaşça, hiç acele etmeden beni süzdü. "Bugünkü cesaretine ve öfkene hayran kaldım," dedi. "Bu savaş hiçbir zaman benim savaşım olmadı ama bugün uğruna savaşacak bir şeyler olduğunu anladım."

Kaşlarımı çattım. "Daha açık ol."

Hermes pes eder gibi kollarını iki yana açtı. "Zeus ve diğer Olymposlular olmadan oluşacak yeni düzenin bir parçası olacağım. Rae ve sen uğruna savaşacağım asıl ilahlarsınız."

"Ben bir ilah değilim."

Gülüşü derinleşirken gamzeleri de derinleşti. "İlahtan da öte bir şeysin ve ben onu anlayacak kadar çok yaşadım." Başını sallayarak kendi düşüncesini onayladı. "Bana yardımın karşılığında sana sadakatimi ve tüm gücümü sunuyorum."

Omuzlarımı dikleştirdim, dumanımı onun etrafına iyice sardım. "İstediğin karşılığı söyle."

Hermes sanki söyleyeceklerini duvarların bile duymasından çekinir gibi bana doğru bir adım attı. "Bir oğlum var," dedi fısıldayarak. "Onu Athina'ya sakladım. Onu alıp Demeter ve Persephone'ye vermeni istiyorum."

"Neden ben?"

Hermes'in suratı ciddileşti, alnında bir damar yavaşça attı. "Çünkü diğer tanrılara oğlumun varlığından bahsetmeyeceğine emin olduğum tek kişi sensin."

Haklıydı. Ne olursa olsun hiçbir Olymposluya bilgi vermeyeceğimi ben de biliyordum. "Peki," dedim. "Savaştan sonra oğlunu Demeter ve Persephone'ye götüreceğim."

Hermes başını iki yana salladı. "Hayır, Mara," derken sesi kısık ve ciddiydi. "Bunu hemen yarın yapmana ihtiyacım var."

Herkese merhaba arsız ölümlülerim benim! Öncelikle sizleri kocaman kaosumla kucaklamak istiyorum dfshdpfjsdfsdlşf.

Hemen tat kaçıran sınırı belirteyim, sonra sohbete devam. 250 beğeni ve 500 yorum sınırımız devam ediyor. Haydi göreyim sizi ordu!

Haftaya bayraaaaaaaaaam. Ve biz muhtemelen yeni bölümde 250 bin olmuş olacağız. 2500 kelime smutla kutlamayı planlıyorum skdsjşdsdns. Bayramda eğer perşembe ve cuma da birleşirse bayram haftası iki bölüm atmayı planlıyorummmm.

Sizleri çok seviyorum, çok linçlemeyin beni.

-Kaos.

Continue Reading

You'll Also Like

100K 7.4K 61
Karanlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyordu. Burası normal bir dövmeci gibi görün...
9.7K 555 5
❝Sevmek: kıskanmak, endişelenmek ya da özlemek değildir. Sevmek sadece acı çekmektir. Ve ben sevgilim. Sevgilim değil, sevdiğim. Sana her baktığımda...
181K 15.2K 40
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...
35.4K 1.4K 11
"Seni çok seviyorum Çavê Şîn. Seninle gözlerimi açıp kapatacak kadar. Seninle doğup ölecek kadar. En çokta o mavi gözlerine aşık oldum."