𝑴𝒐𝒏𝒐 𝑵𝒐 𝑨𝒘𝒂𝒓𝒆 / Mi...

Par blueflower_s

45.1K 6.9K 6.4K

Jisung renkleri olmayan hayatına birkaç damla renk istiyordu. Ve o gün hayatına giren o adam, hayatını değil... Plus

Başlangıç
Renklerin sesi - Bölüm 1
Kader değil benim resmimdi karşımdaki-Bölüm 2
Ve renkler akmaya başladı - Bölüm 3
Zamana göre değişen kader - Bölüm 4
Uçurumun kenarındaki camdan çocuk - Bölüm 5
Solmuş kalpte açan renksiz çiçekler - Bölüm 6
Sarı sayfaların kesilmiş satırları - Bölüm 7
Okyanusun derinliklerindeki hayaller - Bölüm 8
Sessiz cehennemin aralık kapıları - Bölüm 9
Ben ve avucumdaki paslanmış anılar - Bölüm 10
Yanlış yol doğru seçim - Bölüm 11
Çalan şarkının isimsiz melodileri - Bölüm 12
Düğümlenmiş kaderi yaralı ellerle açmaya çalışmak - Bölüm 13
Çiçekle birlikte açan sahte sevgi - Bölüm 14
Hayatsız insanların elindeki hayat kalemi - BöLüm 15
Kovalanırken taşa takılıp düşen değersiz zamanlar - Bölüm 16
Başlangıcın ortasına bırakılmış anlamsız sonlar - Bölüm 17
Kendini iyi sanan şeytan anılar - Bölüm 18
Acının tatlı tebessümü - Bölüm 19
Gülümseyen yüzün hıçkıran kalbi - Bölün20
Gidenin ardında kalan kanayan yara - Bölüm 21 (Part 1)
Gömdüğüm yerden tekrar doğan hayat darbesi - Bölüm 21 (Part 2)
Kadere inanıp yolunu bulamayan geleceğin umudu - Bölüm 22
Ben gittim ama kalbim seninle kaldı - Bölüm 23
Yıllar sonra kapıları açılan kafes - Bölüm 24
Final

Cesed kokan satırlar - Bölüm 25

896 144 97
Par blueflower_s

Sınırı geçmediğiniz halde bölümü paylaşıyorum, bu yüzden bol bol yorum yazın olur mu?

Sınır, vote +70, yorum +60

Bölüm şarkısı: Suga - So Far away (진, 정국 Ver.)

Elimdeki kurşun kalemle karaladığım ve her an yırtılacakmış gibi duran kağıdın üzerinde gitgeller yaptığım sırada sınıftaki gürültü her geçen saniye daha da artıyordu. Son sınıfız diye öğretmenler ders çalışmamız için bizi rahat bırakıyorlardı ama bizim sınıfın benden geri kalmadıkları için ders çalışmak yerine akşam hangi bara sahte kimlikle gireceklerini tartışıyorlardı.

Yarışmanın üzerinden bir haftadan fazla bir zaman geçmişti, açıkçası sonucu pek de umurumda değildi, çünkü kazanacağımı düşünmüyordum. Resmimi teslim etmeden önce diğer resimlere kısaca bir göz atmış, kazanma umudunu o salonda bırakıp çıkmıştım. Hepsi o kadar iyi resimlerdi ki uzun zamandır resimle uğraştıklarını kısa bir bakıştan bile anlayabilirdiniz.

"Minho hyung artık daha iyi mi Jisung? Ziyaret etmek istedik ama annesinin yanında olduğu için ertelemek zorunda kaldık."

Changbin omzu düşen ceketimi yukarı çekip geri yaslandığında Beomgyu ve Younghoon meraklı bakışlarını yüzüme dikmişlerdi. Minho hyunga ne olduğunu tam açıklamasam da azdan çoktan bir şeyler biliyorlardı. Eskiden olsa bunu sır olarak saklardım ama artık Minho hyung bunu önemsemediği için durumu kısaca onlara anlatmıştım ve onlar da bu zorlu süreçte bir an bile beni yalnız bırakmamışlardı. Belki da hayatın bize verdiği en değerli hediye de buydu. İnsan ailesini kendisi seçemese bile arkadaşlarını kendisi seçebiliyordu.

"İyi, artık daha iyi ama tedavisi devam ediyor. Ve gelmek istediğiniz gün bana haber verin birlikte gidelim. Annesi böyle şeyleri takan birisi değil, aksine Minho hyungun arkadaşları onu ziyarete geldiğinde çok mutlu oluyor."

"Sevindim, konuşuruz bunları. Peki sen nasılsın Jisung?"

Hiç düşünmeden ağzımdan çıkan "İyiyim." kelimesi uzun zaman sonra gerçekten iyi olduğum için söylediğim bir kelimeydi. "İyiyim ve daha iyi olacağım. Yarışmadan sonra kendimi daha özgür hissediyorum."

"Cidden yarışmanın galibini niye açıklamadı bunlar? Gören de uluslararası yarışma yaptılar sanacak. Resim dalında çok fazla katılan da yoktu, niye bu kadar uzatıyorlar anlamıyorum."

"Adil bir karar vermeye çalışıyorlar Beomgyu. Sen olmayan beynini böyle şeyler için harcama." Beomgyu'nun sitem dolu sesinin aksine çok sakinlikle konuşan Younghoon elindeki ansiklopedinin sayfasını çevirdiğinde Changbin yüzündeki eğlenen ifadeyle burnunun kenarını kaşıdı. Bu ifadeyi biliyordum ben. Kavga çıkartacaktı yine.

"Aaa, Younghooncum, niye öyle diyorsun? Beomgyu arkadaşımız gayet akıllı, kocaman beyne sahip olan bir birey. En son girdiği iq testinde 145 almış birisi."

"İlkokul çocukları için hazırlanmış iq testini mi diyorsun?"

"Yalan o bir kere. Sorular çok zordu. Çözmek ne kadar zordu biliyor musun? Tüm beynimi kullandım işte. Hem sen eline ansiklopediyi almış zeki olduğunu göstermeye mi çalışıyorsun? En son gecenin bir vakti baban tuvalete kalktığında gidip ışığı söndürmüş, adamın korkudan bayılıp hastanelik olmasına sebep olmuştun."

Gülmemek için dudaklarımı birbirine sıkmış ensemi kaşırken benim aksime eğlendiğini tüm mimikleriyle gösteren Changbin bu sefer kolunu Younghoon'un omzuna atarak "Ama Beomgyu arkadaşım, Younghoon arkadaşımız elektrik tasarrufu yaptığını söylemişti. Çok zeki bir çocuk." demişti yüzündeki gülümsemeyle. 

"Gecenin bir vakti ne tasarrufu Changbin?"

"İşte onların evi gece daha çok elektrik yazıyormuş. Sen niye bu kadar ataralanıyorsun anlamıyorum Beomgyu kardeşim."

"Lan Changbin, sen benimle dalga mı geçiyorsun? İngiliz bayrağı gibi nereye estiğin belli değil."

"Ben hak ve adaletin yanındayım."

"Sikerim senin adaletini, gel lan buraya."

Bir anda yerinden fırlayan Beomgyu ve ondan kaçmaya çalışan Changbinle birlikte gürültülü sınıf iyice tımarhaneye dönmüştü. Küçücük sınıfta itiş kakış derken bir anda açılan kapıyla birbirinin yakasına yapışan ikili, sahte gülümsemeyle yakalarını düzeltip yerlerine oturmuşlardı. Bunların üstesinden başkandan başka kimse gelemiyordu.

"Sınıf ahır gibi kokuyor. Az insan olun diyeceğim de sizde insanlık ne gezer. Oturun yerinize delirtmeyin beni. Şu elimdeki tebeşirleri gözünüze sokarım eve gittiğinizde sabaha kadar tebeşir tozu sıçarsınız."

Kızlar yüzlerini buruşturup başkana bağırmaya başladığında Changbin ve Beomgyu kedi yavrusu gibi yerlerine sinmişlerdi. Çünkü o lafların sözde değil de bizzat üzerlerinde icra olunacaklarını çok iyi biliyorlardı. Hatta deneyimlemiş iki bireylerdi.

"Tamam, kes. Başımı şişirdiniz yine sabah sabah. Duyuru yapmaya geldim ben ama yine ortalığı birbirine katıp beni delirttiniz. Neyse, dinleyin beni. Yarışmanın sonucu açıklanmış." Sınıftaki uğultu bir anda kesildiğinde ben çantamdan kitaplarımı çıkarıyordum. Kazanamayacağımı bildiğim için kimin kazandığı çok da umurumda değildi.

"Sonunda bir işe yaradınız. Jisung, yarışmanın galibi sensin. Tebrikler."

İsmimi duymamla birlikte bir anda sınıfta kopan gürültü ve omzuna konulan eller yüzünden sarsılarken tepkisiz bir şekilde kalmaya devam ettim. Mümkün değildi. O resimler içinde en basit ve kötü resim benimkiydi. Kazanma şansım hiç yoktu.

Başkan yüzündeki küçük ama içten gülümsemeyle sınıfı susturduğunda  arkadaşlarım hâlâ mutluluktan yerlerinde duramıyorlardı. Changbin az daha beni kucağına alıp havaya atıp tutacak duruma gelmiş, Beomgyu ve Younghoon yerlerinde hafif bir şekilde dans ediyorlardı.

"Başkan benim olduğuma emin misin? Kazanma şansım gerçekten hiç yoktu. Diğer resimleri görmüştüm ve hepsi çok profesyonelce çizilmişti." Çatık kaşlarım, ağzımdan çıkan hoyratça kelimelerim hâlâ olayı idrak edemediğimi ama en çok da kabullenemediğimi gösteriyordu. Kaybetmeye, görünmemezliğe o kadar alışmıştım ki böyle bir durumda nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum.

"Evet, sensin. Zaten amatör oluşun hoşlarına gitmiş. Müdür özellikle resim yarışmasına önem vermiş, bu yüzden kazananı belirmek için üniversite öğretmenlerini davet etmiş. Diğer resimler profesyonelce çekilse de hiçbir duygu barındırmıyormuş, bu yüzden hepsi yavanmış. Ama senin resmin amatörce ama binlerce duyguya sahipmiş ve bu da çok hoşlarına gitmiş. Hatta resmini o kadar beğenmişler ki şehirler arası yarışmaya okulumuz adından aday olarak gönderilmiş."

Çok fazla şeyler söylemiş, açıklama yapmıştı ama benim aklıma takılan tek şey resmimin binlerce duygu barındırıyor olmasıydı. O an gözümün önüne gelen Minho hyungun bakışları derin bir nefes almama neden olduğunda şimdi daha mutlu hissediyordum kendimi. Yüzüme konan silik gülümsemeyle birlikte kafamı sallayıp arkadaşlarıma döndüğümde en içten gülümsemeyle beni izliyorlardı. Çünkü onlar da resmin benim için ne demek olduğunu ve tabloda birkaç dokunuş yapmak için nelere katlandığımı çok iyi biliyorlardı. Başarmıştım, sonunda özgürdüm.

"Başkan tablo yarışmaya gitti anladık ama nerede bu çocuğun ödülü? Madalya falan vermediler mi?"

"Verdiler tabii ki de. Direkt evine gönderdiler, madalya ve yarışma hediyesini."

Yüzümdeki gülümseme hızla solduğunda kafamı şokla kaldırıp "Nereye gönderdiniz?" diye sorduğumda başkan bir an duraksasa da "Evinize gönderdi müdür. Bir sorun mu va..." sorusunu duymadan koşarak sınıftan çıktım. O ödül ailemin eline geçerse yine en başa dönecektim. Hayır, bu sefer başa bile dönmeyecektim. Özgür kaldığımı söylemiştim ama ben hâlâ tutsak bir çocuktum. Ailemin parmak uçlarına hapsolmuş bir çocuktum.

Korkuyla kasılan kalbimi görmezden gelip son surat koşmaya devam ettiğimde tek umudum evde kimsenin olmamasıydı.

***

Ve umudum beni bir kez daha kapı dışında bırakmıştı. Bir elinde ödülüm, bir elinde tebrik kağıdım ifadesiz bir yüzle bakışları kağıdın üzerinde gezen annemi elimde anahtarlarım, kapının girişinde adım atamaz bir şekilde izliyordum. Diğer elinde tuttuğu ödülümü öyle bir sıkıyordu ki sanki o demir parçası her an patlayıp bir yerlere dağılacaktı. 

"Anne..." diye mırıltı şeklinde çıkan sesim tepkisinden ne kadar korktuğumu bana gösterdiğinde bile yerimden kıpırdayamamıştım. "...anne ben sana söyleyecektim ama fırsatım olmadı." Yalandı. Tamamen yalandı. Öğrenmedikleri sürece hiçbir şekilde onlara resim yaptığımı söylemeyecektim. Çünkü biliyordum. Başıma gelecekleri, karşılaşacağım cehennemin nasıl olduğunu biliyordum.

"Söz vermiştin." 

"Biliyorum, unutmadım sözümü ama..."

"Ama sözünü tutmadın Jisung. Sana bir daha resim yapmaman gerektiğini baban da bende söyledik ve sen de bize söz verdin. Ne bu şimdi?"

Yüzüme diktiği keskin bakışlarının aksine yüzü o kadar mimiksiz, duygusuzdu ki bir an afallamıştım. Resim kelimesini duyduğu an bir anda patlayan yanardağ gibi üzerime yağar, beni sözleriyle, yırttığı çizimlerimle yakıp kül ederdi. Şimdi bu kadar duygusuzca bakması da neyin nesiydi?

"Anne, sözümü tutmadığım için özür dilerim ama resim çizmek benim her şeyim. Şu an nefes alabiliyorsam eğer çizebildiğim için. Ne olur anlayın beni." Sesimi o kadar ılımlı tutmaya çalışıyordum ki sanki karşımda yıllardır bana sevdiğim şey yüzünden eziyet eden kişi değil de her şekilde arkamda duran kişiymiş gibi konuşuyordum. Ve ben yine bir aptal gibi umut etmiştim o an. Belki de bu kelimelerden sonra anlar, yanında olduğumu düşünür sanmıştım. Ne kadar da aptaldım. Daha bir adım atamadan elindeki ödülümü pencereye fırlatmış ve pencerenin yanında durduğum için patlayan cam parçaları yüzünden kollarım, ellerim, yüzüm kesilmişti, bu bile onu durdurmamıştı. Daha acımın derinliğini hissedememişken yakama yapışan iki elle birlikte deli gibi sarsılırken tüm hareketim kısıtlanmış gibiydi. Ne kolumu kaldırıp yakamdaki ellerden kurtula biliyordum, ne de ağzımı açıp Yeter artık diye bağırabiliyordum. İçi boş bir teneke gibi devrilip duruyordum.

"Resim çizen insanlar delirir, bunu sana yıllarca söyledik, yıllarca aşılamaya çalıştık ama sen bizi görmezden geldin. Senin için bunca yıl yaptığımız şeylerden sonra bunu bize nasıl yapabilirsin? Bunu annenle babana nasıl yapabilirsin?"

Dakikalar önce kazandığım için arkadaşlarım tarafından sevinçle sarılan ben, şimdi kazandığım için annem tarafından öfkeyle sarsılıyordum. Böyle bir nefretle ilk kez sarsıldığımda daha dünyanın bu kadar kahpe bir kalple doğduğunu bilmiyordum. Zaman geçti yine bu şekilde karşılarındaki insan değilmiş gibi, yapıştıkları bu yaka kendi evlatları değilmiş gibi sarsıldığımda artık hayatın suçu değil, seçemediğim bir ailede doğduğum için benim suçum olduğunu düşünmeye başlamıştım. Ve yine zaman geçti, yine bu şekilde sarsılıyorum ve bu sefer ne hayat ne de benim suçumun olduğunu düşünüyorum. Ta en başından beri suç yakamdaki ellerin sahibindeydi. 

Gözümden akan yaş yanağımdan süzüldüğünde yüzümdeki yaranın üzerinden geçmiş, acısını hissettirmişti. Yere eğdiğim başımı kaldırıp gözlerimi kendisi dünyaya getirdiği düşmanına bakan anneme diktiğimde sonunda anlamıştım. Kurtulmak, özgür kalmak istiyorsam bunu sadece ben yapabilirdim. Bu yüzden yakamdaki ellerden kurtulup hırsla annemi geriye doğru ittiğimde aklımda sadece tek bir düşünce vardı. Ben artık buna katlanamayacaktım. 

"Yeter! Yeter lan yeter!" Televizyonun önüne dizilmiş çerçeveleri teker teker duvara fırlattığımda, masanı sandalyeleri yerle bir ettiğimde bile kıpırdamadan aynı ifadesizlikle yüzümü izliyordu beni doğuran kadın.

"Yıllarca saçma bir bahaneyle acı içinde kıvranan beni avucunuzda saklamaya çalıştınız. Üç sevgi verip on nefret öğrettiğinizde bile doğru yaptığınızı düşünüp beni umursamadan kendi doğrularınızı kaşığa doldurup ağzıma soktunuz. Beni doyurduğunuzu sandınız, evet doydum da. Gırtlağıma kadar hayal kırıklarıyla, parçalanan umutlarla, gözyaşlarıyla gırtlağıma kadar doydum. Artık önümdeki kaşığın içindekini yutacak gücüm yok. Bu yüzden yeter artık. Senden de, babam da, sizin saçma düşüncelerinizden de bıktım."

Parçaladığım ellerimle annemin kollarından tutup ittiğimde acıyı hissedemez olmuştum. Kalbimin gürültüsü öyle fazlaydı ki vücudumdaki yaraları göremeyecek duruma gelmiştim. Son gücümle itip koltuğa düşmesine sebep olduğum annem ağzını açıp tek kelime söylemediğinde son bir kez yüzüne bakıp "Benden bu kadar. Artık hayatımdan defolun." diyip bir hışımla evden çıktım. Pencereden dışarıya fırlattığı ödülüm ağacın dibine düşmüştü. Ve ben de tüm kalp kırklığım, çocukluğum kabuslarıyla birlikte her şeyimi o ödülün yanına bırakıp uzun bir süre geri dönmemek şartıyla oradan uzaklaştım.
Evet, şimdi gerçekten özgür kalmıştım.

***

Saatlerdir yürüdüğüm için ayaklarımdaki tüm gücüm çekilmişti. Evden çıktıktan sonra sokak sokak gezmiş, yaşadıklarımı gerçekten hakedip etmediğimi kendi zihnimin mahkemesinde tartışıp durmuştum. Ve yine bir sonuca varamamıştım. Suçsuz olduğumu düşünmüyordum. Bunca zaman sesimi çıkarmadan onlara boyun eğen, gösterdikleri yolda itiraz etmeden yürüyen kişi ben olduğum için masum olduğumu düşünmüyordum. Ama bunları yaşayacak kadar da günahkar birisi değildim. Kendini Tanrı sanan yaratıkların arasında büyümeye çalışan bir çocuktan fazlası değildim.

Saatlerce yürümüş, yürüdüğüm kadar da düşünmüştüm ve gecenin bir vakti kendimi yine ve yine bu evde bulmuştum. Minho hyungun annesi bugün evde olmayacağı için hyung kendi evinde kalacaktı. Bu ev benim durağım gibi olmuştu. Nefes almak için duraksadığım mekanımdı.

Elimdeki anahtarı salondaki koltuğa fırlatıp yatak odasına doğru hareket ettiğimde artık ayaklarımı sürüklemek zorunda kalmıştım. Gücümün, sabrımın, insanlığımın son parçalarını kadar kullanmıştım bugün. Artık uyumak, uzun süre de uyanmak istemiyordum.

Saçları yastığına dağılmış, cenin pozisyonunda yatan sevdiğim adamın yanına kıvrılıp yattığımda, çok geçmeden uykusundan uyanıp beni kolları arasına aldığında, son gücümle ağzımı açıp "Yoruldum." dediğimde bile kalbimin sancıları sonuna kadar beni bırakmamıştı.

Finale son 2 bölüm.

Seviliyorsunuz.

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

39.7K 5.7K 20
⤷⋆ᵐⁱⁿˢᵘⁿᵍ İki genç polisten biri, diğerine karşı kabul etmesi imkansız duygular beslemeye başlar.
139K 17.7K 38
2150 yılında robotların hakim olduğu bir sisteme isyan eden 7 genç, başkanın oğlunu kaçırırsa ne olur? minsung✨ 08.07.2021
179K 18.2K 31
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
11.9M 580K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...