SERÇEYİ ÖLDÜRMEK

By bosverdilan

6.5M 436K 408K

Efsun Zorlu; atandığı Urfa'da mecburi hizmetini yapan tıp fakültesinden yeni mezun, çiçeği burnunda bir hekim... More

I- "Geçmişin Pençe İzi"
II- "Düğünlerden Kalkan Cenazeler"
III- "Kalabalık Kabristanın Sahipleri"
IV- "Sırtı Dönük Namlular"
V- "Vedalar ve Kalanlar"
VI- "Üstü Açık Mezarlar"
VII- "Labirentte Kaybolmuş Anılar"
VIII- "Korkunun Gölgesindeki İtiraflar"
IX- "Kelime Oyunları"
X- "İçerlenmiş Cümleler"
XI- "Kadınlar ve Gemiler"
XII- "Gözden Düşen Cesetler"
XIII- "İnat ve Sabır"
XIV- "Yılanlar ve Kararlar"
XV- "Geleceğin Yanık Mürekkebi"
XVI- "Seçimler ve Vazgeçişler"
XVII- "Yol ve Yoldaş"
XVIII- "Bekârlığa Veda"
XIX- "Şafak Yüz Altmış Bir"
XX- "Körler ve Yaralar"
XXI- "Kediler ve Raconlar"
XXII- "Geçmişin Enkazındaki Gerçekler"
XXIII- "Zeliha Karadere"
XXIV- "Çav Bella!"
XXV- "Dilden Akan Zehir"
XXVI- "Mucize"
XXVII- "Mermi ve Çiçek"
XXVIII- "Şafak Yüz Otuz"
11 MAYIS 2017|ÖZEL BÖLÜM
XXIX- "Laçka Olmuş Gönül Telleri"
XXX/PART I "Kapısı Kaybolmuş Kilit"
XXX/PART II "Kapısı Kaybolmuş Kilit"
XXXI- "Kaybedilmeyen Alışkanlıklar"
26 EKİM 1995|ÖZEL BÖLÜM
XXXII- "SENSEMEK"
XXXIII- "EN GÜZELİ"
XXXIV- "ZİHNİN SAVAŞI"
XXXV- "KELEPÇE"
XXXVI- "Pandora'nın Kutusu"
18 ŞUBAT 1990|ÖZEL BÖLÜM
XXXVII- "ALATURKA"
XXXVIII- "YOLLAR VE DURAKLAR"
XXXIX- "EFSUN GİBİ"
XL- "Hurafeler ve İnançlar"
XLI- "İlaçlar ve Dozları" Part/2
XLII- "MANİFESTO"
XLIII- "Yargıçlar ve Cezalar"
XLIV- "MİLAT"
XLV- "KORKULAR"
XLVI- "TEHDİT-İ İADE"
XLVII- "İNCE KEFEN"
XLVIII- "SERÇEYİ ÖLDÜRMEK"
XLIX- "ETKİSİZ ELEMAN"
L- "TEK CAN"
LI - "Ölümsüzlüğün İksiri"
VEBALI RUHLAR|ÖZEL BÖLÜM
ANAYASA ve MADDELERİ|ÖZEL BÖLÜM
LII- "AHDE VEFA"
LIII- "Haberci Kuşlar"
LIV- "Geçmişin Geçmeyenleri"
LV- "DÜĞÜM"
LVI- "Aflar Teşekkürler ve Pişmanlıklar"
LVII- "Son Bir Direniş"
LVIII- "kabak çiçeği dolması ve az şekerli kurşun kek"
LIX- "siyah gül ve beyaz gül"
LX- "olmayan kızgınlıklar ve bitmemiş kırgınlıklar"
LXI- "yüzleşmeler ve kavuşmalar"
LXII- "ördekli fırın eldiveni"
LXIII- "mutsuzluktan kurtulmuş kalpler"
LXIV- eşsiz kıpırtılar
LXV- yaban mersini
LXVI- "yediler ve yedi kadarlar"
LXVII- "yok olan canavarlar ve son yükler"
LXVIII- isteklere dönüşen dualar
LXIX - sözünü tutan adam
Dilan Durmaz'dan;
LXX-engellenemeyen kader
LXXI-eve varmak

XLI- "İlaçlar ve Dozları" PART/1

71.4K 6.1K 4.1K
By bosverdilan

Biz geldik. Ama yarım geldik. Klavyemin azizliğine uğradım bugün ve son sahneleri istediğim gibi yazamadığımdan bölümü ikiye böldüm. Ama merak etmeyin, yarın ikinci partı atacağım. Harcamak istemediğim sahneler vardı, part olsun hiç olmasın🤍

Bölümü Fetih'ten sonra en ensesi kalın, her üzüntüsünde dolmalık bibere dönüşen ve bugün doğan sevgili uslansanabi ye armağan ediyorum. İyi ki doğdun ve şaka yaptım, Fetih seni tanısa severdi Nur. Sahiden.

Keyifle okuyun!


Mutlaka dedim, açamadım ve sustu. Ben üstüme yürüyen adamla çığlık attım, Fetih aradı ve ben açamadım.

Attığım çığlık bile acımasızca yarım kaldı. Korkuya esir olmuşken en çok kendi sesimin sebep olacakları susturdu beni. Yarınlar yokmuşcasına üzerime yürüyen bedenle arama bir şey koymak istedim. Bir engel, bana gelecek zararı engelleyecek en ufak bir şey ya da. İçinde kalemlerin olduğu bardağı ona fırlatsam da denk bile getiremedim.

Telefonum sustu. Bardak parçalara ayrıldı, dört bir yana dağıldı.

Lakin çok geçmeden mutlaka deyip açamadığım o telefon bir daha çaldı ve Fetih belki bilmedi ama beni çok ince bir ipten aldı. Hem de düşmek üzereyken. Belki bunu hissederek yaptı, belki umarsızca ama yaptı. İkinci kere ilkinden sonra hiç ara vermeden çaldı o telefon, adamın dikkati bir anlığına da olsa dağıldığında yan taraftaki ince ama demirden olan askıyı yerinden kaldırdığım gibi gövdesine vurdum. Beyaz önlüklerden biri başka bir yere savruldu.
Elim demire öyle bir tutunmuştu ki kurtuluşumun bu olduğunu biliyordum. Belki çok büyük bir harabe yaratmadım ama bunu vurmasam geride kaçacağım yer kalmamıştı. Sarstığım gibi kaçtım aradan, kapıya doğru atıldım. Çığlığım bir kez daha inletti odayı.

Belki az önce nutuk çekmek kolaydı ama bu hastanenin güvenlik kadrosu bile bu dönem eksikti. Şimdi çığlık çığlığa da olsam bu kapı çabucak açılamazdı. 

Telefon aralıksız çalıyordu.

Saçlarımda bir çekilme hissettim, tutup çekmek, belki yerden yere vurmak istedi ama yapamadı. Denk getiremedi. Belki tutam değil ama taneyle sayılamayacak kadar da çok saç telim kaldı avucunda ama küfür kıyamet bana saldırmak için hayvani bir dürtüyle hareket eden kişinin avucuna düşmedim. Kapıya vardım, aynı anda dışarıdan tanıdık bir ses geldi kapı kolu da indi. Anahtarı da kavradım ama açamadan geriye doğru çekildim. Anahtar benimle beraber çekildi ve yere düştü.

"Efsun!" diye bağırdı Zafer. Kapı kolu daha hızlı inip kalkmaya başladığında sırtım duvarla bir olsa da "ZAFER!" diye haykırmaktan alıkoyamadım kendimi.

Telefon aralıksız çalıyordu.

Bıçak boynuma doğru havalandı o soğuk metali gırtlağımda hissettiğim an değil dibimdeki adamla göz göze geldiğim an bir şeylerin sonunun geldiğini anladım. İçime bitişin çizgisi çekildi, bana bu şekilde bakan birinin öldürmemesi için hiçbir neden bulamadım. Ben birine bu şekilde baksam saniyeler sonrasında elimde kanı olurdu. Tıpkı benim kanımın birazdan onda olacağı gibi.

Kulaklarım uğuldadı ilk, gözlerimin önüne yıldız şeklinde benekler düştü ve daha az nefes almaya başladım. Üzerimde garip bir hafiflik oluştu. Çizginin tam üzerinde, çizgiyi çekenle göz gözeydim. Beni öldürecekti. Yirmi beş yaşındaydımşimdiye kadar kimse bana beni öldürecek gibi bakmamıştı. Aylar önce başıma gelen anlarda bile kendimi bu kadar dipdibe hissetmemiştim ölümle. Ölüm artık dört harf değildi. Ete kemiğe bürünmüş biriydi.

Kalbim sökülecek gibi atıyorken sanki belli bir atış hakkı vardı ve hepsini durmadan doldurması gerekiyordu. Zamanı da az kalmıştı. Adam bir şeyler söyledi kaos her yerde arttı ama yolun sonunda olduğumu o kadar net hissettim ki zihnim telaşla neyi düşüneceğini şaşırdı.

Telefon aralıksız çalıyordu.

Film şeridi gibi saçma bir şey geçmedi gözümün önünden. Sabah uyandığımı hatırlıyordum. Fetih uyandırmıştı. Kahvaltı hazırdı aşağıda. Fetih tam odadan çıkmadan önce bana atkısını vermişti. Büyüktü biraz, boynuma sarmıştı bir tur. Buram buram o kokuyordu. Hiç itiraz etmemiş almıştım. Gözüme kadar kapatmıştı sonra. Soğuk soğuk diye söylenmiş, ben gözün olurum diye eklemişti. Merak etme düşmezsin demişti. Herhalde biraz canım oyun oynamak istiyordu hiç sorun çıkarmamıştım. Öyle pıtı pıtı mutfağa yürütmüştük, gözüm olmuştu o benim. Bazen iter gibi yapıp korkutmuştu beni ama benimki de lafta korkmaktı.

Fetih hiç Efsun'u iter miydi?

Efsun hiç Fetih varken korkar mıydı?

Olacak iş miydi bu?

İçimi keskin bir sızı kapladı. Neden Zeliha'nın odasına uğramamıştım. Uyuyor olabilirdi, bir kez girip çıkabilirdim. Neden yapmamıştım?

Telefon aralıksız çalıyordu.

Fetih'i az önce zar zor çıkardığım boyun girintimde şimdi bir bıçak vardı. An'a şükretmediğim için çok kızdım o an kendime. Ama çok kısa sürdü bu, bir süre kapanan algılarım ne zaman geçtikçe artan gürültüye ne de çalan telefona ayıldı. Fark etmeden sıktığım sağ avucumun zoraki bir güçle açılmaya çalışılması kendime getirdi beni. O ölüm hafifliği azaldı, can havlini hissettim yine. Ya da sadece ellerim.

Ellerime gelebilecek en ufak bir zarar beni aldı o hafiflikten, irkildim daha çok sıktım avucumu. Belki başka bir yerime bu kadar baskı uygulasa çoktan pes etmiştim ama elim mıhlandıkça mıhlanıyordu. Aramızda bir boğuşma geçti, ellerime yöneltmeye çalıştığı bıçağı tereddütsüz tutmaya çalıştım. Ellerime zarar gelmesini yine ellerimle engellemeye çalıştım.

Ellerim dışında her şey zarar görebilirdi. O bıçak kalbime bile denk gelebilirdi ama ellerimden uzak dursaydı.  Öyle ki tam da bu yaşanacaktı, ellerime gelmesin diye çabaladıkça ben o daha fazla diretmedi bıçağı tam karnımın üzerine saplamak için gardını aldı. Her şey o kadar dengesizceydi ki, bıçak bana saplandığında kanım tükenene kadar başımda bekleyecekti sanki. Ne telefonu duyabiliyordum artık ne de başka bir şeyi. Sadece kendi sesimi. Çığlıklarımı, bir türlü cümleye dönüşmeyen kelimelerimi.

Kapıdan o kadar umudu kesmiştim ki açıldığını ben değil o fark etti. Etmese, kendini koruma içgüdüsüyle dönmese o tarafa bıçağı bana saplayacaktı. Bilincim kapanma seviyesindeyken sırtım duvara yaslanmış olmasaydım yere düşecektim. İlk Zafer'i gördüm. Gözlerindeki endişeyle bakıştım bir an. Dışarıdaki kalabalık, Zafer'e doğru çekilmiş bıçak, Zafer'le beraber odaya dalmış bir tane memur.

Zafer ismimi telaffuz ettikten hemen sonra elini bana uzatsa da bıçak direkt olarak ona yönlendikçe geri çekiliyordu. Yüreğim ayaktaydı, bıçak her santim oynadığında kanım daha çok çekiliyordu benden ama hareket edemiyordum. Zafer'i de, polis memurunu da teğet geçti birkaç kez. Görüntüleri izliyor ama beynime ulaştıramıyordum. Sadece birkaç adım geri çekildiğimi fark ettim. Gözlerim bir şeyler aradı çevrede. Elim enjektöre gitti sakin ama hızlıca. Dikkatini acıyla da olsa dağıtabilmeyi düşündüm o an. Enjektöre doğru birkaç damla kan damladı. Benim kanım olduğunu o an bile algılayamadım. Canım da yanmıyordu zaten. Fiziksel bir şey hissettiğim yoktu.

Omzuna doğru, en zararsız noktaya hamlemi yaptığımda polis memuru da aynı anda bıçak olan eline tekme attı. Bıçağın savruluşu, adamın bağırışı ve Zafer'in beni bu karmaşadan kurtarmak isterken nefreti bitmeyen adamın son hamlesini Zafer'in kafasında kırdığı cam şişeyle yapmasıyla kapının önünde bizi izleyen insanlar hep bir ağızdan bağırıştı.

🕊🕊🕊

"Bu ülkeden siktir olup gittiğim gün var ya," kırık dökük odanın köşesinde oturmuşken sessizce Zafer'i dinliyordum. Bakışlarım dalgın, ellerim çok soğuktu. Koluma dikişin gerek görülmediği ama acısını hissettiğim kesik pansumanla kapanmıştı. Biraz olsun ısınsınlar diye iki dizimin arasına sıkıştırdım ellerimi kafasına dördüncü dikişin atıldığı sinir küpü Zafer'e baktım.

"O günü her sene doğum günü gibi kutlamazsam Allah da belamı versin benim." Hepimiz sessizdik. Sütur atan başhemşire de, odaya girip çıkanlar da, ben de. Polis memurunun Zafer'in önüne koyduğu suyu Zafer bana itti.
"Bembeyaz olmuşsun." Dedi bir an yüzümü süzüp. O kadar bir şey değildi ki onun başına atılan dikişlerden sonra bu halim. Burnumun direği sızladı bir an, suya uzandım. Bir yudum ya aldım ya da alamadım. Boğazımdan geçmedi.

"Bakın şu odanın haline," öfkesi o kadar büyüktü ki konuştukça konuşuyordu. "Daha ağzıma tek lokma almadım en son ne zaman dinlendim onu bile hatırlamıyorum. Niye?" dedi tekrar etrafa bıraktı. "Bunun için mi?" Dudaklarım titredi bakışlarımı kaçırdım. Yarım dakika dolmadı "Senin bir tansiyonunu ölçelim." dese de başımı hızla iki yana salladım.

"Yok ben iyiyim."

Kurumuş dudaklarımı ıslattım ve ayağa kalkmak için kendimde bir güç aradım. Daha fazla oturamayacaktım ama kalksam ayağı devrileceğimi sanıyordum. Bir telefon sesi daha girdi araya, ara ara çalıyordu ama benden uzaktı.

"Urfa Haber sitesine düşmüş olabiliriz," dedi Zafer, yarı alay yarı ciddiyetle. "Aç adam merakta kalmasın daha fazla."

Adam.

Fetih.

Gözlerimi kırpıştırdım. Fetih'ti beni arayan. O an daha iyi anladım sadece bedenen burada olduğumu. Biri bana telefonumu uzattı, ismi okumadan açtım ve ben konuşmadan onun sesini duydum.

"Tamam anons edin," diyordu. "Zorluk çıkarmak istemiyorum ama anons edin, ulaşamıyorum ben."

Cümleleri birleşmedi bir an kafamda. Sorgulayacak hali de bulamadım kendimde sadece ismini söyledim.

"Fetih," dedim o ana kadar anlamadı açtığımı. Kısa bir sessizlik oluştu o az önce gerim gerim gerilen sesinin nasıl yumuşadığını hissettim.

"Efsun," dedi. Şükür der gibi. "Niye açmıyorsun o telefonu Efsun?" Şükrü isyana dönüştü."İçeri almıyor kadın beni," diye sitemle tamamlandı. Yerimden resmen sürünerek kalktım ve kapıya doğru ilerledim. Ayaklarım da titriyordu.
Sesi biraz kısıldı "Hayır bak kızarsın diye kendimi tutuyorum ama bu kadın beni zorla içeri girmeye zorluyor."

Kartımı okutacağım yere doğru ilerledim, bu kapıyı aşamamıştı tam da tahmin ettiğim gibi. Biz birbirimizi görene kadar söylenmeye devam etti.

"Hoş mu bu yaptığın?" diye kızdı. "Mutlaka mutlaka diye bin laf edip açmaz mı insan?"

Bazı anlar vardı, hâlâ hatırlıyordum. Babamı beklerdim. Özellikle o gelsin, öyle ağlardım. Öyle bırakırdım kendimi. Öyle konuşur öyle acımı çekerdim. Tıpkı şu an olduğu gibi. Telefon hâlâ kulağımdayken kapı iki yana açıldı, Fetih'le göz göze geldiğimde yüzündeki gerginliği görebildim ilk. Endişe onu takip etti. Etrafta dolaşan gözleri kısa sürede beni buldu.

Önce yüzümdeki tüm kaslar gevşedi, ardından aynı şey vücuduma da oldu. Telefon elimden kayıp gidecek gibi oldu göz göze geldiğimiz ilk an, dudaklarımdan bir nefes döküldü. Sanki saatlerdir nefessiz duruyordum. Ağlamak, yarasını göstermek için babasını bekleyen küçük bir çocuktan farksız omuzlarım düştü. Fetih'in yüzü benim gibi rahatlamadı çünkü arkamdaki polis memurlarını gördü. Kaşları çatıldı ilk, yüzündeki kemiklerin gerginlikle belirginleştiğini gördüm. Hızla baba doğru adımlarken vücudumda son bir güç kalmıştı.

Ve ben sanırım artık son gücümü Fetih'e harcıyordum.

Koşmak değildi amacım ama koştum istemsizce. Daha çabuk varmak için ona. Bedenim bedenine çarptığı an ona sarıldım ama hayır bu sarılmak değil tutunmaktı. Ceketini avucumun içine aldım sıktım var gücümle, beline sardım kollarımı konuşmadan önce.

"Fetih." sesim titriyordu, az önceki 'iyiyim' diyen Efsun'dan uzaktım. Yüzüm sinesine girdi benim ona tutunmamı onun beni tutmasına çevirdiği ilk an tüm yükümü ona vermek istedim. Verdim de, derin bir nefes aldım. İyi değildim ama yaşıyordum hissetmem gerekiyordu. Hissettim. Fetih'in kokusunu aldım ve dedim ki tamam, ölmemişim. Yaşıyorum. Tüm yükümü ona verişimi çok daha farklı anladı, bilincimin kapandığını sandı "Efsun," dedi dehşetle. O kadar salmıştım ki kendimi üzerine onun beni kucaklaması şu an en olması gereken şeydi sanki. Yürüyecek halim yoktu.



Elindeki ayranı benim tutmama izin vermiyor, bir yudum aldırıyor geri çekiyordu sonra. Baş parmağı üst dudağıma bulaşan yoğurdu temizliyordu. Kulağındaki telefonu bir an olsun indirmemişti, şifreli konuşuyordu. Hatta sadece evet, tamam, sonra tarzında kelimeler kullanıyordu. Zafer'in de ifadesini aldıktan sonra odadan çıkmış polis memuru biraz oldu sakinleştirmişti beni. Çünkü Fetih'le neredeyse burun buruna gelmişlerdi. Fetih'in delirmekle sağlam kalmak arasında, beni sakinleştirmekle ortalığı ayağa kaldırmak arasında bir çizgide olduğunu farkındaydım. Tam bir şey yapacaktı, tam bir şey söyleyecekti benimle göz göze geliyor susuyordu. Susuyordu, saçlarımı okşuyordu, susuyordu saçlarımdan öpüyordu.

Babasını aramıştı birinin numarasını almıştı, şimdi de ondan oraya bağlanıp birilerini dinliyordu. Ve şifreli konuşuyordu. Ben anlamayayım diye. Sormuyordum da zaten. Başımı karnına yaslayasım vardı. Telefonu tekrar kapattı ben tam başkasını arayacak sandım ama daha fazla devam etmedi görüşmelerine.

"Tansiyonunu ölçelim," dedi sonra etrafa bakındı. "Düştüyse çıkalım artık." bunun böyle olmayacağını ona anlatabilmek zaten mümkün değildi o yüzden ölçüp tartmadım. Bir cümle de kursam on cümle de kursam aynı tepkiyi alacaktım.

"Fetih ben yeni geldim." diyebildim ancak. "Hadi ben gideyim diyerek çıkamam." Elindeki bardağı çarparak köşeye bıraktı ve gördükten sonra polis memuruyla arasında münakaşa çıkmasına neden olan koluma uzandı.

"Bu kolla mı çalıştıracaklar seni?" Beyaz önlüğümün üzerindeki kanı gördüğünde yüzünden kanın nasıl çekildiğini hatırlıyordum. Dakikalarca dikiş bile atılmadığından bahsetmiştim. Her şeye o kadar zor ikna oluyordu ki, isyan etmemek elde değildi.

"Kolum kopmadığı sürece evet." Bu cümlem Fetih'in heyheylerini üzerine getirse de Fetih'in arkasında kalan Zafer'in yüzünde çok ince, canımı yakan bir tebessüm doğurdu. Dalıp gittiği boşlukta başını iki yana salladı. Yerimden doğruldum ama ayaklarım tabana değil çocuklar için konulmuş basamağa bastım. Fetih sinirliyken bana eğilmezdi benim ona denk düşmem gerekiyordu. Yüzünü az da olsa ısınmış avuçlarım arasına aldım ama onun teni soğuktu artık. Buradan bir çıkışı olacaktı biliyordum. Kimle ne konuşmuştu bilinmese de buradan bir çıkışı olacaktı.

"Hiç konuşmayalım bunun üzerinde, yormayalım birbirimizi." Dudaklarımı şakağına bastırdığım an beni belimden yakaladı, burnunu derime sürttü.

"Verelim istifanı çık." bunu istemiyordu bu konuda yalvarıyordu. "Devletin işi lazım değil sana. Diploma senin, kimse alamaz elinden. Hadi Efsun, yazalım dilekçeni." eli kalem tutacaktı. İstesem eli kalem tutacaktı. "En iyi şartları sağlayacak bir yer buluruz. Şehir değiştiririz istersen." Saçlarımda gezindi ellerim bir kez de onun dudakları tenimde dolaştı. Daha verdiğim ifadeyi görmemişti. Görmemiş halini bile toparlayamıyordum.

"Fetih yapma," diye konuştum kısık sesle. Yerimizi sorgulamadan kollarımı boynuna doladım alınlarımız birleşikti. "Yorma beni. Hem ben iyiyim, yemin ederim. Sen gelince iyi oldum. Ama Zafer iyi değil, kafasına beş dikiş yedi. Beni o curcunadan alayım derken. Hadi sen onu eve bırak, ben de işimin başına döneyim."

Dudaklarımız birleşmiyordu ama nefeslerimiz iç içeydi. "Efsun." Diye sızland.

"Fetih lütfen," hemen böldüm onu. Yanağından öptüm, ben öptükçe mayışıyordu. "Hadi üzme beni. Lütfen. Zafer'e eşlik et. Bu halde araba kullanamaz, taksiyle de dönmesin. Sen yardımcı ol. Olur mu, tamam mı?"

Belimdeki parmaklarını bastırdı "O polisten bile önce davrandı değil mi?" Zafer'in ifadesini dinlemişti. Gözlerini kırpmadan onu izlemişti ve ilk defa Zafer'e normal bakıyordu, yer fıstığı gibi değil. Başımı salladım.

"Sesimi de ilk o duydu zaten."

Duymuş olsa da bunları tekrar tekrar söylemek istedim. Bir de benden duysun. Başımı sinesine çekti bir cümle kurdu da kulaklarımda baskısı varken anlayamadım. Durulduk bir süre öylece. Benden kopmayacağını biliyordum ben geri çekilmezsem.

"Hadi Fetih," kopar giderim korkusuyla daha bir sıktı beni. "Hadi akşam gel al beni ama şimdi git. Arayacağım ben seni."

Ben açamasam da o açardı. Biliyordum. Ben mutlaka derdim, o demazdi ama mutlaka açan o olurdu.

"Sen de gel."

Çocuklaşıyordu.Bir çocuğun anne ya da babasının işe giderken çıkardığı zorlukla eş değerdi. Zoraki ayrıldım ondan, kopabildiğim kadar koptum. "Emir'i göndereceğim." dedi.

Derince soluklandım, son kez uzun uzun yüzüne baktım. "Hayır desem de faydasız, için rahat edecekse gönder." basamaktan yavaşça indim arkamdan konuştu. Duymamış gibi yaptım zaten, Zafer çıkış için hazır olana kadar da bana bakıp bakıp durdu. Aralık vermeden. 

"İçim sen benimle gelirsen rahat edecek."  

🕊🕊🕊

Yarım saat öncesine kadar savaş meydanı gibi olan odadan şimdi dördüncü hasta çıkarken başından beri araladığım boşluğu yakaladığım ilk an elim telefonuma gitti. Fetih'in hazırda bekleyen numarasına tuşlarken tam da tahmin ettiğim gibi ilk çalışta açıldı. Üzerinde artık bir anahtar olmayan ve açık olan kapıya bakıyordum öylece.

"Efsun," dedi direkt. Boşta olan elimle alnımı ovalarken "Ne yaptınız Fetih?" diye sordum. Zafer'i evine bırakmış olmalıydı. Ondan sonrasında nerede olabilirdi emin değildim. Benim yanımda şifreli konuştuğu telefonların sonu nereye varmıştı bilmiyordum ve şimdi sormak istemiyordum. O cevap verene kadar kafamda birden fazla seçenek oluştu ama hiçbiri tutmadı.

"Çorbacıdayız." dedi aniden.

Herhalde hiçbir cevap dikkatimi bu kadar dağıtamazdı. Ya da toplayamazdı. Dilim tutuldu bir an, ne soracağımı ne tepki vereceğimi şaşırdım.

"Yemek yememiş, yüzüne kan gelsin diye kelle paça içirmeye getirdim."

Ve herhalde hiçbir açıklama aniden beni duygulandıramazdı. Başımdaki elim duraksadı, omuzlarım düştü. Kaşlarımın Küçük Emrah gibi büküldüğünü hissettim. İçime bir kova kaynar su dökülmemişti de üşüyen yerin yanına bir kova sıcak su konulmuştu. Sıcacık oldum. Benim gitmeden sessiz sessiz Zafer için söylediklerimi bölmüş ve tamam demişti, tamam ben de. Merak etme, aklın kalmasın.

"Fetiiih," demekten alıkoyamadım kendimi. Çok tatlı bir ağırlık çöktü üzerime. Ben Fetih'i küçültüp cebime koymak istiyordum. Bana en çok beyaz önlüğü yakıştırırdı, tam da beyaz önlüğümün içine bir cep yapmak istiyordum. Böyle süslü, el emeği, her bir ayrıntısı işlenmiş özel bir cep. Cebimde taşırsam ve o her 'Fetiiih' diye sızlanacağım bir şey yaparsa çıkarıp sevecektim, öpecektim, koklayacaktım geri koyacaktım.

"Kalkıp geleyim diye mi yapıyorsun?" dedi sabırsız bir sesle.

"Ya Fetiiih." dedim ben yine de. Zorlasam kalkıp geleceğini bile bile.

"Efsuun," içi giderek değil, kızarak söylüyordu. Tamam belki biraz içi de gidiyor olabilirdi. İçini sevseydim onun. "Bak yapma."

"Fetih, Fetih, Fetiiiih! Çorbacıya mı götürdün sen Fetiih?"

Turnusol geldi aklıma. Kelle paça ve çorbacı turnusolu. Zafer. Yer fıstığı Zafer. Burnumun ucu biraz daha sızladı başımı masaya bırakacaktım şimdi. Bugün yüzümün gülececeğini hiç düşünmezdim. Fetih'e kadar. Böyleydi işte. Ansızın bir şey yapardı ben yine gülerdim.

"Yapma dedim sana."

Bal gibi de hoşuna gidiyordu ama işte yanında değildim diye balı zehir oluyordu. Zehir oluyor boğazına takılıyordu. Öpebilse bal olurdu. Öpemiyordu zehir kalıyordu. "Tamam söz akşam da yapacağım. Fetiiih diyeceğim böyle uzatarak. Olur mu? Fetiih, Fetiiih diyeceğim."

Elmacık kemiklerim belirginleşti, karşıdan sağlam bir fesupanallah duyunca alt dudağımı dişledim. Yüzünü hayal etmek o kadar kolaydı ki o an benim için. Kaşları çatılmıştı mesela. Ama gözlerinin içi parlıyordu. Derin bir nefesle göğsünü şişirip sonra yavaşça veriyordu nefesini. Dudakları gülümsemek istese de inatla engel oluyor ve bu dudaklarının incelmesine neden oluyordu. Güzeldi bunlar. Fetih'i hayal etmek güzeldi.
Her şey güzeldi de, ta ki Fetih Zafer'e bulaşana kadar.

"Ne var birader ne bakıyorsun?" diye tersledi. "Karımla konuşuyorum ne var?" Zafer'in bakışları az çok canlanıyordu gözümde. Yarın alay da edecekti benimle.
"İç çorbanı, ne bakıyorsun kelle paça var işkembe var?"

Gülüp bunu dinlemekle Zafer'i kurtarmak arasında gidip geldim ve doğru olanı seçtim hızlıca, ortalık karışmadan. "Fetih tamam bulaşma adama," dedim ve ekledim. Çok önemli bir noktayı. "Yaralı o." Neden ve niçin yaralandığını düşünüp yaptığı şeyi bırakacaktı. Biliyordum. Emindim.

"Ben kapatayım, size afiyet olsun." Hazır düzgün bir ortam oluşmuşken bozmak istemedim. Hazır Fetih o turnusola Zafer'i de almışken müdahale etmek istemedim.

"Dur kapatma," dedi hemen. "Emir sana yemek getirecek son lokmasına kadar ye." bunun yaşanmayacağı belliydi. Biliyordu ama yine de söyledi. Bu uyarının aklıma geleceğini ve benim birkaç lokma daha zorlayacağımı biliyordu en azından. Onun hatrına. "Bir şey olursa da kapının önünde. Tamam mı?"

Başımı salladım "Tamam." dedim uslu uslu. İçi rahat olsun istiyordum sadece. Aklı kalmasın. Mümkün değildi ya, en azından aklının tamamı kalmasın.

"Efsun," dedi son kez. En azından önümüzdeki yarım saat için son kez. "Korkma tamam mı?" Gözümün ara ara kapıya kaydığını biliyordu sanki. Sesimi çıkarmadım. "Arayacağım ben seni karşımdaki vitaminsiz çorbasını içtikten sonra." Hadi Allah'a emanet ol."

🕊🕊🕊

Sanırım Emir'le geçen en sessiz yolumuzun sonuna gelmiştik. En sessiz. Sadece başta birkaç cümle kurmuş onun dışında yarım saattir suspustuk. Benim gözüm kulağım bir türlü çalmayan telefonumda onun gözü yoldaydı. Genele yayılmış bir negatif enerji vardı. Ben Fetih gelir beni alır sansam da yoktu, gelmemişti. Üstelik son konuşmamızın üstünden bir saat geçmişti. 'Efsun sonra arayacağım seni.' demişti kısaca. Böyle bir günde bu cümleyi kurmasının ötesinde başka bir şey vardı. Sesi. Ben mi kafamda kuruyordum bilmiyorum ama sesine sinmiş uzaklık, elimi ayağımı durdurmuştu. Soramamıştım bile.

"Fetih'in nerede olduğunu biliyor musun?"

Ama Emir'e son bir hamle olarak sordum. Freni yavaşça çekti, bir an bana baktı. Elim emniyet kemerine bile gitmedi. Araba durunca değil cevap alınca iniş vaktim gelecekti. Kaçamak bakışları birkaç kez gitti geldi, söylemek istemiyor ama mecbur hissediyordu kendini.

"Karakolda hâlâ."

Ne zamanda beridir? Tahminimce Zafer'i evine bıraktığından beri. Saatler devrilmişti. Az daha geçse yarım gün devrilecekti. Ben biliyordum karakolda olduğunu zaten ama ilk kez birine sormuştum, ilk kez cevap almıştım. Fetih söylememişti ve sanki ben anlamayacakmışım gibi de sakin sakin konuşmuştu benimle. Ne yaptığımı sormuştu, yemeğimi yiyip yemediğimi, ne zaman çıkacağımı, üşüyüp üşümediğimi... Son konuşması hariç. O sesi hariç her şey yolundaydı.

"Peki bir şey mi oldu?" bunların muhattabı Emir değildi. Fetih'ti. Çabucak telefonu kapatmasa ona soracaktım. Emir yine bana bakar gibi oldu. Ağzı açıldı kapandı. Adam akıllı bir şey çıkmadı ağzından sadece başını salladı. İçim daha da huzursuzlandı. Belli etmek istemedim ama Emir fark edebildi hemen.

"Bir şey yok yengem hadi sen geç eve gelir zaten abim de." geçiştirişi, beni hemen gönderme çabası. Her şey beni daha da huzursuzlaştırdı. Birkaç kez konuşmak istedim de saçma sapan bir şekilde lafımı böldü, bir şekilde konuyu eve gitmeme getirdi. Daha ne kadar zorlanır bilemedim, indim arabadan.

Geçtim eve, Zeliha'yla durasım bile gelmedi. O da sanki bunu hissetmiş gibi saatler sürecek iki denemeye başladı ben yanına uğradıktan sonra. Sofraya oturmadım, bana düşmanlığı daha çok artan kocasına anladığım kadarıyla hayatı zindan eden Zühre'yle denk gelmedim. Biraz uyumak istedim. Uyuyup kalkana kadar Fetih gelir sandım. Hatta gelir böyle öpüp sarılır, parmakları tenimde dolaşır öyle uyanırım sandım ama olmadı, bir saat ancak uyuyabildim yarı açık bilinçle ama gelen giden olmadı. Aramadı da kimse. Kalkıp duş aldım, saçlarımı baştan savma kuruttum ama dipleri hep ıslaktı. Şöminenin başına geçtim yanan ateşi izledim durmaksızın. Pansumanlı kolumu saklayacak uzun kollu bir kazak altımda beyaz saten geceliğe ait bir şort vardı. Saat dokuza geldi bir zaman sonra. Dizlerime yaslıydı başım. Ara ara gözlerim gidiyordu ama minicik bir hareketliliği Fetih sanıyordum. Uykum açılıyor kapı açılmıyordu.

Muhakkak mühim bir işi var. Çok mühim. Demek ki benden mühim. Olabilir. Gelince anlatır elbet. Yoksa gelirdi. Hiç olmadı arardı.

Kaç kez içimden tekrar ettim bunları bilmiyorum. Aynı cümleler bazen devrikleşti, bazen yer değiştirdi. İçimde müthiş bir güven beni kızgın ve kırgın bir hâlde yatağa gidip uyumaya itmiyordu. Fevri davranamıyordum artık. Fetih yok muydu? Demek ki gelemiyordu daha. Aramıyor muydu? Demek ki vardı bir sebep. Demek ki, demek ki, demek ki... Lûgatıma yeniden giren güvenin devam cümlesi. İçimde üretilen nedenlerin sesi. Öfkemi de bastırıyordu, içimde Fetih'e kaşlarını çatmış tarafı da. Sus diyordu! Cellallenme hemen!

Bilmem ne kadar zaman geçti diyemem, yirmi sekiz dakika daha geçti. Hatta yelkovanın on ikiye varmasına on saniye kaldı. Yirmi dokuz dakikaya varacaktı gelmeyişi. Saat tik tak sesi çıkarmasa da ben o sesi duymuş kadar olmuştum. Kapı ben kollarımı önümde bağlamışken ve telefonumu dikizlerken açıldı. Bedenim engel olmasam doğrulacaktı, heyecanla kalkacaktı yerinden. Ama durdurdum kendimi sadece kapıdan giren adama baktım. Yorgun bir Fetih elbet bekliyordum da, ona baktığımda yorgundan önce dağılmış bir Fetih beklemiyordum. Toplanırdı tamam ama dağılmıştı da. Gözlerimiz buluştu ilk, acımasız bir mesafe vardı bakışlarında. Acımasız ve yersiz. Kesinlikle yersiz. Anlamıyordum. Anlamak da istemiyordum. Neyse mesele içinde çözsün sonra biz kaldığımız yerden devam edelim istiyordum.

Biz; o kadar yerimizde saymıştık ki çok zaman boyunca, ilerlemeye başladığımız yerde geri adıma tahammülüm kalmamıştı. İleriydi tek hedefim. İleri, koşarak, durmadan ileri. Biz bile durduralım istemiyordum artık bizi.

Öyle ki bu gece uyumamızı geciktirecek hiçbir şeye girişmek istemedim. Tartışma ya da gerginlik. Bu gece Fetih'ten sadece çorbacıda yaşanmış bir şeyi dinleyebilirdim en fazla. "Hoş geldin." dedim sadece. Geç geldin.

Bir an durdu ve bana baktı, eli kapının kulbundaydı. "Uyumadın mı sen?" dedi. Demese daha iyiydi tabi. Sesi beni biraz sinirlendirdi beni. Hemen gidip kendini banyoya kapatmalı ve şu olan şeye son vermeliydi. İçim ezliyordu engel olamıyordum. Oda dar geliyordu engelleyemiyordum.

"Hayır seni bekledim." dedim dürüstçe. "Arayacağım dedin aramadın. İşin vardı galiba. Bekleyeyim dedim ben de."

Sesimde ne bir sitem ne de bir ima vardı. Bak ben her şeyi kılıfına uydurdum, evet işim vardı de ve bu yaptığına son ver, dercesine. Üzerindeki kabandan kurtuldu. Birkaç ıvır zıvırdan sonra. Bana cevap vermedi ama yaklaştı bana doğru. Ben öpecek sandım, hatta ileri gittim kucaklayacak yatağa götürecek. Ama o sadece bir kez saçlarımı okşadı sonra bir an çenesini bastırdı başının üstüne ve orada durdu. Öpmedi bile. Sonra geçti karşımdaki koltuğa oturdu. Bazı ufak ve basit şeyler bazı yaşanmışlıklardan sonra çok büyük gelirdi insana çok dokunurdu. Zoruna giderdi. O kadar zoruma gitti ki dudaklarım aralandı ilk bir an tutuldum.

Derin derin nefes alıyordum artık. Tane tane. Terapi yapar gibi. Gidip uyumak, ona dik dik bakmak ya da sormak arasında gidip geliyordum. Üç farklı birbirinden farklı yol. Ama o beni yormadı ben saçlarını karıştıran elini izlerken konuştu. Sesi çok toktu. Hiç benimle konuşur gibi de değildi üstelik. 

"Bir şey soracağım," dedi. Odanın tüm enerjisini sömürdü. Küçük bir oğlan çocuğu gibi saçlarını karıştırıyordu. Derin bir nefes aldı, göğsünü şişirdi. Nefesini verirken sordu. "Numaranı yazıp verirken ne düşündün?" Sorusu bir kuş oldu, beynimin içini gagasıyla eşeledi.

İfademi okumuştu.

Ona anlatmadığım ayrıntılarla.

Taşlar yerine oturdu. O dağılmışlık, o mesafeler, o bana geri dönmeyişler, geç gelişler. Sessizce birbirimize baktık. Cevap vermeme lüksüm yoktu. O şekilde bakıyordu bana artık. Sözleri zorlamıyordu ama bakışları zorunlu tutuyordu. Yutkundum ve dürüst olmaya devam ettim.

"Kadının canını."

Laf kalabalığı yapmak istemiyordum. Fetih gergin miydi, sinirli miydi bilmiyordum. Nabzı yükseltmek istemiyordum. Nettim. Ne sorsa söyleyecektim.
Dudaklarından silik bir gülümseme geçti. Çok hızlı bir andı.

"Anladım." dedi önce. Sonra yine sustuk. Sustukça geriliyordum ben. Bana dikilmiş gözlerden kaçmak istiyordum, bana dünya üzerindeki en büyük şey gibi bakıyordu. Şey. Suçlu desem değil. Yalancı desem değil. Apral desem değil.

"O kadın," dedi tane tane. "bugün böyle bir şiddetin olmadığını ve bunu o gece sana da söylediğini anlattı."

Yüzümden geçmedi belki ama içimden bir şey aktı. Bir şey. Hayal kırıklığı desem değil. Kızgınlık desem değil. Soru sormamış olsa da cevap bekliyordu.Düşünmeden ilk aklıma gelen şeyleri söylemeye devam ettim. 

"Korkuyor tahminimce. Belki de tehdit altında."

Kendimi hazırladım bu cümleden sonra yükselecek bir sese. İrkilmemek için epey bir sıktım kendimi. Vücudum titresin istemedim ama Fetih bağırmadı. Gözlerini yumdu önce, derin bir nefes aldı. Sonra bir tane daha. Sonra bir tane daha. Ondan fazla fazla kez. Gözleri kapalı bir şekilde sadece nefeslendi sonra gözlerini araladı. Yüzünü sıvazladı, tavana bakıp orada biraz durdu. Tek bir noktaya baktı bir süre. Ses tonu aynı kaldı devamında.

"Anladım." dedi tekrardan. Sonra tekrardan başını salladı ve yine belirtti bunu. "Anladım." Neyi anlıyor bilmiyordum. Kafasının içinde neler dönüyor bilmiyordum. Geriye yaslandı ensesini kaşıdı bir an ve sehpaya baktı uzunca bir süre. Ben sıkılmadım o süre zarfında, bilmece gibi yüzüne bakarak çözmeye çalışltığım bir sorun vardı. Ve içimde bir yer şu an kalkıp gitmeye itiyordu beni. Belki yatağa belki oda dışına. Konuşmuyordu. Yıkıca değil, yapıcı ol Efsun. Bir kere. Yıkma yap. Ya da sadece sussan da otur.

Canı istedikçe konuşan Fetih vardı karşımda ve canı istedi. Konuştu. Canımın istediği bu değildi halbuki. Ben bugün atlattığım olaydan dolayı mı hissediyordum bu ilgi açlığını yoksa alışmış mıydım? Alıştıysam durum pek fenaydı!

"Biliyor musun?" Diye sordu. "Bana her şeyin başındayken üç kişi demişti ki böyle bir kadının seninle işi olmaz." cümledeki bu kadın olmak içime kıymık gbi baktı. Kıymık Fetih'in içindeydi, bana ucu ancak vardı. "İki tanesi bir iki kereyle yetindi ama diğeri uzun zaman boyunca söyledi. Kardeşin olmasa seninle aynı sokaktan bile geçmez diyorlardı bana. Vaziyet o ya sen de öyle davranırdın çoğu kez."

İçimden bir ses birini tahmin edebiliyordu. Yavuz'du. Bana da kurmuştu buna benzer şeyler ama ben diğer ikisini saptamak için çabalamadan son cümlesi dağ oldu devrilecek gibi durdu tepemde.

"Fetih," diye müdahale ettim. Hangisine bilmiyorum. Zaten gerek kalmadı da, Fetih dinlemedi beni.

"Hayır hayır yanlış anlama, demek ki öyle davranacak bir şey yaptım o an." bu alçakgönüllülük değildi bu alçaltmaktı. Beni değil kendini. "Yoksa sokakta gördüğü muhtemelen bir daha da denk gelmeyeceği bir cana bile kırk yıllık gibi davranan bir insan bana öyle davranmazdı. Kızmadım sana hiç ben. Özümden uzak bir adamdım o an, sen de adamına göre muamele yapıyordun. Ama kendimi de anlatmaya çalışmadım. Kendimi anlatacak kadar kendimde olsaydım zaten gerek kalmazdı o açıklamaya da. Sen de muhtemelen hiç sorgulamadım ama vazifen de değildi. Sana yine kızmıyorum."

Bana kızmamıştı ama kırılmıştı. Kırıldığı yerden iyileşmişti de ama bugün bir şey eşeliyordu aynı bölgeyi. Nereye varacaktı bilmiyordum. Hayır asla yapmadım diyemiyordum. Çünkü bazı anlar vardı, Fetih öyle bir şeye bürünürdü ki davranırdım. Tam da söylediği gibi. Tamam belki iki sat sonrası aynı olmazdı ama o an davranırdım.

"Sonra sen bazen bana bir şeyler anlatırdın kendinle alakalı, ufacık bir şey muhtemelen sana. Küçük bir anı. Boşluğa düştüğün bir an olurdu çoğu kez." Gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. "Efsun ben senin ağzının içine bakardım sen bana bir şey anlat diye. Sen bana kendinle alakalı bir şey anlat diye gözünün içine bakardım. Sen bana kendinle ilgili bir şey anlatınca o üç kişiyi de yalancı çıkarırdın. Bazen harbiden öyle mi gafletine düşerdim, sen bana bir şey anlatınca vazgeçerdim ama sen de o kadar az anlatırdın ki Efsun, ben kendimi çok kez inandırdım söylenene." 

Anlattı anlattı anlattı. Suspus onu dinledim. Aklıma bazı anlar geldi. Fetih'e yüzlerce anımdan en ufağını anlatıyordum bazen. Duygusal boşluğa düştüğüm bir an oluyordu çoğu kez. Her zaman. Çoğu kez değil, her zaman.

"Sonra bir şeyler oldu Efsun." parmağının ucunu gösterdi. "Şu kadar beklentim yoktu bak. Sana yemin ederim şu kadar beklentim yoktu benim. Olsa kafayı yerdim ama yoktu. Anlatmaya başladın Efsun bana sen. Bir şeyleri anlatmaya başladın. Bu böyle dedin, şu şöyle dedin. Anlatmaya başladın Efsun. Ben sormadan etmeden sen istedin anlatmayı. On sene öncesinden de bahsettin, bir gün öncesinden de. Aklında tutuyordun bazen bazı şeyleri. Bak sana ne anlatacağım diyordun bazen. Ağzından bir şeyler duymak için boşluk beklememeye başladın. Sonra bana tahammül etmenin yanında benimle vakit geçirmeye başladın. Tahammül ettiği insanla mecbur olduğun anlarda denk gelir insan sadece. Benimki hiç tahammül olmadı ama seninki bir yerden sonra tahammülden çıktı."

Gözlerinin içi parlıyordu zaman zaman. Bu bir ışıltı değildi ama. Farkındaydım. Konuşmama tahammülü olmadığını sanardım halbuki bazen ben.

"Bir telaş sardı beni Efsun o zaman. Telaş. Ne yapacağımı bilemedim." Başı ağrıyordu, şakaklarını ovaladı. Halbuki öyle geçmezdi. "Neyin telaşıydı bu? Kendimi yanına yakıştırmanın telaşı. Ne yapacağımı bilemedim bir an. Sana fark etmeden giyeceğim gömleği, takacağım kravatı bile sana seçtirdim çoğu kez. Seni bir yere bırakacaksam, yanına geleceksem sigara içmemeye başladım. Daha tonla şey. Çünkü sen konuşmaya anlatmaya başladın. Bu inan nasıl büyük bir şey anlatamam sana."

Bazen derdi ki Efsun dolaptan gömleğimi çıkarır mısın. Açardım dolabı zaman zaman hangisi diye sorardım zaman zaman kendi istediğimi çıkarırdım. Bazen bu ricası kravatına da olurdu. Onu zaten hiç sormazdım direkt kendi kıyafetime uyanı seçerdim. Kasti miydi bunlar?

"Senin aynı sokaktan bile geçmeyeceğin o adam olmadığımın telaşı. Sen anlatmaya başlamıştın, konuşmaya paylaşmaya başlamıştın. Yanına yakışırsam bu böyle devam eder diyordum. Etti de Efsun. Ben öyle sandım en kötü. Efsun ne olursa gelip anlatır diye kodladım kendimi." Sağ şakağının üzerindeydi parmak uçları. Sesli bir nefes verdi beni süzdü. "Yanlışmış."

Benim anlatmayı bile düşünmediğim ve bunda hiçbir sıkıntı görmediğim ayrıntıyı dev bir şeye dönüştürüp içerlemişti. O kadar içerlemişti ki hatta bana kızmıyordu bile.

"Bazı şeyler hiç değişmemiş. Hâlâ aynı. Başına ne geleceği belli değil, adını yazarak numaranı sıkıştırıyorsun birinin cebine, her şeyi düşünüyorsun da bir kendini düşünmüyorsun. Dahası bana ortaya çıkacağını bile bile bu sabah bile yalan söylemekten bir an bile geri durmuyorsun. Öğrenemem mi sandın?" öğrenirdi ama bu ihtimali düşünmek istememiştim. Bu ayrıntıydı, o adam bir doktora bıçak çektiği, başka bir doktorun kafasını yardığı için tutukluydu. Gerisi ayrıntıydı ve ben sadece polise anlatmıştım.

"Niye Efsun? Böyle bir şey yaptıktan sonra bana gelip anlatmamak neyin nesi? Niye? Hâlâ mı yakışmıyorum yanına? Hâlâ mı anlatacak seviyede değilim? Ne eksik, ne fazla? Söyle bana. Ya bana söyle Efsun," elinin tersini ardı ardına sert olmasa da ses çıkaracak şekilde ortadaki sehpaya vurdu. "Bu sefer dürüst ol ve söyle, kendinle beraber biz de mi aklına gelmiyoruz? Harbi merak ediyorum bak ben bunu. Benim şu dakika canım tehlikeye girse aklıma sen gelirsin. Canımı tehlikeye atsam aklıma yine sen gelirsin. Geldin de. Yemin ederim geldin Efsun. En başından beri geldin hem de. Bir kez olsun ben geçmiyor muyum aklının kıyısından? Dürüst ol Efsun, gelmiyorsun de. Ben hep başıma buyruktum hâlâ öyleyim ha sen varsın ha yoksun Fetih de."

Bunları dedi. Aklıma kalbim için doktorun yanında hissettiklerim geldi. O an aklıma gelen iki kişi. Kendi canım hakkında bir fikrim de zikrim de olmazken onu düşünmüştüm halbuki ben. Zeliha'yı bile ilerletmiştim onda tıkalı kalmıştım. Bu sabah geçen o film şeridinde bile o vardı. Böyle mi düşünüyordu? Sahiden bu muydu?

"Olayı çok yanlış yerlere çekiyorsun." dedim sadece. Ben yapamıyordum Fetih bak o an sadece sen geldin aklıma diyemiyordum. Bir dal var artık hayat dediğin ağaçta, o dalda seninle oturuyorum diyemiyordum. Belki yapamıyordum bunları ama yine de onun anlayacağı şeyler bunlar olmamalıydı. Hissetmiyor muydu? Söylemiyordum ama hissedebilirdi.

"Doğru yere çek o zaman!" diye yükseldi ilk kez. "De bu yüzden bunu yaptım! De bu yüzden anlatmadım! De canımı tehlikeye atarken bunu düşündüm! Konuş Efsun! Konuş kafayı yiyeceğim konuş. Kafayı yiyeceğim konuş. Adam sana bıçak çekmiş Efsun." Aniden tansiyon yükseldi sesi gibi. "Ellerine zarar vermeye çalışmış Efsun! Bıçak dayamış boynuna! O kapı açılana kadar elli yerden saplarım demiş o bıçağı. Sana demiş Efsun!"

Sana dokunur gibi, deyişi geldi sanki ikimizin de aklına. Kabak çiçeği ayıklıyorduk o an. Kabullenemiyordu şimdi. Aniden ayaklandı, dizinin tekini kırıp sehpaya yasladı ve pansumanlı kolumu bileğimden tuttu. "Uzun kollu giyince unutuluyor mu?"

Bileğimi kurtarmaya çalıştım elinden. Ama sıkıca tutmuştu. "Kimse gelmese, Zafer yetişemese ne olacaktı? Kafayı yiyeceğim! Numaranı verirken karısına bunu yapan bana neler yapmaz demedin mi? Demedin mi Fetih bilsin bu yaptığımı?"

Bağırtı diyemiyordum bir taraftan isyan bir taraftan sitemdi. "Ya beni geçtim Zeliha var Efsun, o bile mi aklına gelmiyor? Kendimden geçtim. Beni unutuyorsun tamam. Tamam eyvallah, tamam. Vazgeçebiliyorsun benden hemen tamam. Ama Zeliha? Kendi canın? Bunlar da mı değiştirmiyor bir bok?"

Sehpanın üzerinden atlasa üzerime düşecekti. Ardı ardına soruyordu ama cevabım yoktu. Bu kadar şey arasında tek bir şey hakkında açabiliyordum ağzımı. "Seni unuttuğumu mu düşünüyorsun?" Kendini nasıl bu kadar çabuk çıkarıyordu denklemden? Çok saçmaydı. Fetih'e kendini değersiz hissettiriyor olamazdım. Yapmıyordum bunu. Tamam söylememiştim ama bunun Fetih'le alakası yoktu. Bunun neyle alakası vardı bilinmez ama Fetih'le yoktu 

"Ya ne düşüneyim?" dedi. "Ne bekliyorsun Efsun? Sabahtan beri aynı cümleleri okuyorum ben. Ellerine dikmiş gözlerini! Senin aleyhine ifade veren kadına numaranı yazdığın eline! O numarayı yazarken kestirmedin mi ileride olabilecekleri? Fetih ben böyle bir şey yaptım desen kızacak mıydım sana? Bu kadar mı önemsiz gözünde canın? Bu kadar mı önemsiz geride kalacaklar?" Yerimden doğruldum, altta kaldıkça ezildiğimi hissettim. Düşünememiştim. Tek yanıt buydu. O an telaşla numarayı yazıp koymuştum sonrasında bir ihtimal beklediğim tek şey telefonumun çalmasıydı.

Benim doğrulup kolumu çekmemle sehpadan çekti dizini bedenlerimiz uzaklaştı. "Bir anlık düşüncesizliğimi en saçma nereye çekersen oraya çektin. Aferin sana." yanından çıkmak istediğimde bedeniyle kesti.

"Bir anlık düşüncesizliğin canına sebep oluyordu! Sen farkında mısın?!" Böyle değildi. Bu gece için istediğim böyle değildi. Bütün gün bitsin de evime gideyim diye dakika saymıştım. Bu değildi. Dakika saydıran ev bu değildi.

"Farkında değil miyim sanıyorsun Fetih?" Yaşayan bendim, soran oydu. Alay ediyordu sanki. Bir an yolu sonu sanmıştım. Adam elimi açmaya çalışana kadar bir an öleceğime garanti gözüyle bakmıştım. Kafada bitirmek neyse onu yasamıştım. O an sabah Fetih'in taktiği atkıyı düşünüyordum. O an bunu düşünüyordum! Bana mıydı bu soruları?

"Ben yaşadım! Adam bu elimi tuttu, sıkıca kapatmıştım açmaya çalıştı! Açamayınca uzatmak istemedi direkt saplamayı düşündü! Neyi farkında değilim Fetih?! Ben de tüm gün bekliyorum eve gideyim de Fetih gelsin. Akşama kadar giden gelen bunu sordu bir dakika unutturmadı, gideyim de Fetih unuttursun bana. Aptalım ya ben. Senin benimle tek konuşacağın şey bu konu. Ben akşama kadar kendimi seninle avutayım sen gelip bana bambaşka şeyler söyle. Aynen ne alakası var aklımın kıyısından bile geçmiyorsun sen." O boşvermişlik, açıklamaya tenezzül etmeyen tavrımla çıkmak istedim odadan. Ne kadar uzaklaşacaktım bilinmez ama mutfağa inerdim en kötü. Ağrı kesici içmem lazımdı. Ama izin vermiyordu. Kolumdan tuttu çekiştirdim.

"Bırak Fetih." Tutuşlarımız hırçınlaştı birbirimizi.

"Saçmalama!" Diye karşılık verdi. Ben onu itmeye çalışırken o beni çekiyordu.

"Bırak dedim!"

"Dur dedim!"

İttim, ittikçe çekildim. Çekildikçe hareketlerim kabalaştı. Zapt edemediği yerde beni, belimden yakalandım önce sonra gecenin başında yapması gerekeni yaptı dudaklarıma örttü dudaklarını. Ayaklarım yerden kesilmiş bedenim bedeniyle yapışıkken inadına ona tutunmadım o da daha fazla ayakta kalmadı kucağına beni oturtarak kalktığı yere geri oturdu. Nefes nefese oluşum sinirimdendi. Benim ona temasım yoktu. Tek temas dudaklarımızdaydı. Zamanlaması bok gibiydi. Tüm günü bunu beklemiştim ben. Vücudumun Fetih'e ihtiyacı vardı, sabahtan beri titriyordu. Dürüstçe söyleyecektim gerekirse bu akşam diye tembihlemiştim kendimi. İhtiyacım vardı. Her şeyine.

"Bırakır mıyım sanıyorsun?" dudaklarımın üzerinde konuşuyorken tek eli belimden saçlarım kaydı. İki tarafı da arkaya attı. Saçımın o adamın elinde kaldığını sanırım anlatmamıştım. Ama yine de özenli özenli anlatıyordu.

"Bırak." dedim yine de. -ma ekini dilim eklemedi. Sinir olmuştum. Öpsün istemiyordum, önce kavga edelim istiyordum.

"Akşama kadar beni beklememiş gibi konuşuyorsun." elim yumruk oldu omzuna çarptı. Aklının ucuna gelmiyorum demeyi biliyordu, bu cümleye mi takılmıştı. Benimle kavga etmese daha güzel söyleyecektim ben.

"Sinirlendiriyorsun beni." bacaklarımı bacaklarının arasına aldı sıkıca kelepçeledi ayak bileklerimden.

"Korkutmaktan iyidir." diye karşılık verdi utanmadan. Çenemle dudağım arasında kalan bölgeye bastırdı dıcak dudaklarını. Sonra dudaklarıma sonra sus çizgime. Yol buydu sanki. Güzargah buydu.  

"Öfkelendiriyorsun da." konuştukça bana temas ediyor, temas ettikçe öfkem dağılıyordu. Söylüyordum ama onun kucağındaydım. Tenime an geliyordu o öptükçe. 

"Öldürüyordun bizi." koyduğu çoğullukla kaşlarım büküldü. Yanlıştı işte bu. Ölüm tek kişilikti. Bunu ben de yapıyordum, ikidir ölürsem Fetih ne yapar diye düşünüyor ölümü benden bize çekiyordum. O da ölür demiyordum elbet. Yaşardı yaşanırdı, ben bunu biliyordum. Ölüm iki kişilik değildi ama o bilmiyordu. Bizi demişti. Ama tuhaftır ben ölürsem o bir şekilde nefes alıyordu, mezarımın başında durup kalıyordu ama olması gerektiği gibi yaşıyordu. Ama ne zamanki ben o iki kereye düşünüyor öleceğimi sanıyordum. Halbuki ben iyi bilirdim ölenle ölünmüyordu. Daha neydi bu hissettiklerim?

"Tüm günün hevesini boğazıma dizdin." 

Ellerinden biri birbirine yapışık olan bacaklarımı araladı, dudaklarım istemsizce aralandı. Eli artık iki bacağıma da temas ediyordu avucunun payına düşen bacağımı kavradı. Ne çok kalın ne de çok inceydi üst bacağım avucunu dolduruyordu. 

"Aklımı kaçırıyordum tüm gün." diye karşılık vermeyi sürdürdü. Bacaklarım istemsizce eline daha rahat bir alan bırakmak için biraz açıldı.

Dudaklarımız arasındaki mesafe sıfıra indi sadece o öptü. Isırmadan etmeden, yumuşak yumuşak öptü. İzin verdim. İnsanlar bazen yaşayanın sıcaklığını hissetmek isterdi anlıyordum ben onu. Eli kışkırtıcı bir şekilde iki bacağımın arasında gitti geldi, tenimi sıkarak okşadı. Öpmeyi bıraktığı yerde eli de ayrıldı bacaklarımdan yüzümü avuçladı.

"Efsun," dedi içli içli. Kısılmış gözlerim görebildiğim kadar gözlerindeydi.

"Efsun güzeli." omuzlarım yenilgiyle düştü. Bir buse aldı dudaklarımdan

"Efsunların en güzeli,
güzel Efsun."

Dudakları yavaş yavaş boynuma doğru kaydı eli tekrar çıplak bacaklarıma. Tüylerimin diken diken olduğunu biliyordum. Boynumda iyice ona yer açtım.

"Sana bir anımı anlatayım ister misin?" diye sordum. Belki o an şimdi mi diye düşündü ama dışından sadece mırıldandı. Bunu günün birinde Fetih'e anlatacağımı asla düşünmezdim. Ama madem benden bir şeyler dinlemeyi seviyordu, madem onu canımla beraber boşverdiğimi sanıyordu bilmeliydi. Dilini ve dişlerini her boynumda hissettiğimde belim bir yay gibi esniyor dişlerim dudaklarımla buluşuyordu. Dokunan sadece oydu, hisseden ben. Sıra bana da geçecekti ama önce anlatmalıydım.

"Bir dönem kalbim çok ağrıyordu. Hastayım diyeceğim kadar çok." Bir an durdu yani kısmen. "Doktora gittim. Bazı tahliller yaptılar. Ben de doktor da ciddi bir şey bekliyorduk." Bu sefer durdu tamamen hatta boynumdan çıktı. Bütün dikkatini çekti bu konuşmam.

"Ne zaman yaşandı bu?" Bacağımdaki eli de durdu, dudakları da. Bana baktı ne olduğunu şaşırmış bir hâlde. Gözlerine sinen korkuyla bakışıyordum.

"Yakın bir tarihte."

Çok yakın bir tarihte...

Burnuna baktım, dudaklarına.
"Tahlil sonuçları geldi. Hocam baktı. Ben baktım defalarca ve ne olduğunu gördük. Ölüyorum sandım o an. Ağrım o kadar fazlaydı. Aklıma bir ton hastalık geliyordu. Ama sandığının aksine sen de geldin. Zaten bir sen bir sen bir de Zeliha. İnanmayacaksın belki ama sen geldin Fetih. Hocam konuşmayana kadar ikinizi düşündüm durdum. Hani insan öleceğini de düşünmez mi ama sizden sıra gelmedi." Bedeni gerildi, sertleşti hatta kasları. Bir an soluğu yavaşladı. Renk attı yüzü.

"Bana bir ilaç yazdı sonra."

Bozguna uğramış suratı renk attı. "N-ne demek bu?" Afalladı durdu. Bunları diyebildi ancak. Sanki bugün yeterince korkmamış gibi yine korkutuyordum. Daha fazla dayanamadım gözlerine baktım.

"Doktorum dedi ki günde üç doz sana Fetih yazıyorum."

O cümleyi ben çok zor sindirmiştim ya Fetih? O ne kadar kolay sindirecekti. Anlayamadı bile. "Ne diyorsun Efsun? Ne diyorsun anlamıyorum?!" Dikleşti yerinden. "Neyin var ne diyorsun? Ne hastalığı?"

Sık sık ondan kaçan bakışlarımı tuttu elleriyle yüzümü avuçladı.

"Hasta etmişsin işte beni! Alay konusu oldum doktora. Tahliller temiz çıktı, hiçbir sorun gözükmüyordu. Ama anladı doktorum. Dedi ki," Gözlerimi dudaklarına indirdim. "Günde üç doz eşini yazıyorum. Tok karnına. Hâlâ hastanede karşılaşınca gülüyor bana ama verdiği ilaç işe yaradı. İlaç bilmiyor, her şeyden habersiz. Ben kalp hastası yaptım kendimi, doktorlara gittim, öleceğim sanınca onu düşündüm durdum ama o bilmiyor." Karman çorman neyi nereye koyacağını bilmez bir hâlde bana bakıyordu. Aptallaşmıştı.

"Anlamadın mı?" Diye sordum garip garip. Daha nasıl anlatılır bilmiyordum. Daha ne diyecektim onu da bilmiyordum. Gözlerini kırpıştırdı.

"Sen," durdu. "Sen doktora mı gittin kalbin ağrıyor diye?"

Dudaklarımı büzdüm. Aşağı yukarı salladım başımı.

"Doktor da üç doz beni mi yazdı?"

Tekrar başımı salladım. "Sakın gülme bak, çok kızarım. Giderim. Tutamazsın." Gözlerim gülmek üzere olan onu buldu. "Bak sakın gülme giderim."

Yüz ifadesi iyice bozuldu. Kalkmaya yeltendim ama ayak bileklerim bacaklarımın arasındaydı. "Üç doz?" Diye sordu.

"Ya Fetih yapma şunu. Alay edilecek bir şey yok!"

Dudaklarını birbirine bastırdı başını iki yana salladı. "Ulan," dedi garipçe. "Ulan ne cimri doktormuş! Üç çok az Efsun. Beş yapalım hemen. Hemen beş yapalım. Hemen."

"Alay ediyorsun!" Dedim sitemle. Yüzümü de çektim ondan.

"Allah belamı versin alay ediyorsam Efsun. Yalvarırım onu beş doza çıkaralım."

O sürdürdükçe bunu "Ya bırak," diye direndim. "Bırak uyuyacağım ben. Hadi bırak." Kalçamı kaldırdım bedeninden ayaklarımı kurtaramasam da kalkmaya çalıştım.

Karnımdan tuttu beni, üzerine devirdi ve aynı anda el bileklerimi sırtımın üzerinde kelepçeledi.

"Delirdin mi Efsun nereye?" Diye sordu. İlk kez bugün keyfi yerine geldi. İlk kez. Ve bana gerçekten delirmiş gibi bakmadan önce konuştu.

"Hastasın sen, günlük dozunu almadan, ilacını içmeden nereye?" 

Yarınki bölüm sahne devamıyla olacak. Devamı bende ama hak edildiği gibi yazılmadı. Mazur görün, yarın en erken saate geleceğim. Kocaman sarıldım

Continue Reading

You'll Also Like

3.5M 5.3K 1
Evli miydim? Bundan benim niye haberim yoktu. En önemlisi kocam kimdi? Boşanmak için çıktığım yolculuk benim içinde sürprizlerle doluydu. Hiç hoş sür...
4.3K 504 13
Ve gökyüzünde kuşlar özgür kaldı,benim kalbimde esir... Yılların acısı bir günde gider miydi? Her baktığında içinin acıyla yandığı kişi, ruhuna su se...
2.5M 134K 15
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
6K 622 21
Biz, farklı olanlardık. Çıt çıkmayan, ciddi bir ortamdaki kıkırdamaydık. Biz, tüm renklerin kontrast yaratanıydık. Cennetten kovulan meleğin kanatla...