"GÖLGE" - Magic Serisi I ∞

By rabiaabalta

34.5K 2.6K 2.4K

# WattpadFantasyTR Okuma Listesinde /'Sylvia, kasabaya ilk inişinde tanıştığı kişinin bir kara büyücü olacağı... More

1. Gizem(Kasaba)
2. Gizem(Grimlocks)
3. Gizem(Koruma Kalkanı)
4. Gizem(Açılış Balosu)
5. Gizem(Zehir)
6. Gizem(Ressam)
7. Gizem(Kuyu)
8. Gizem(Duyuru)
9. Gizem(Yasaklı Kütüphane)
10. Gizem(Büyü Tarihi)
11. Gizem(Lanetli Zindan)
12. Gizem(Hayaletin Yolu)
13. Gizem(Ejderhanın Kafesinde)
14. Gizem(Ceza Odası)
15. Gizem(Beni Bekleyen Ev)
16. Gizem(Davetsiz Misafir)
17. Gizem(Hazır Büyü Kitabı)
18. Gizem(Felaketin Habercisi)
19. Gizem(Kehanet)
20. Gizem(Aynadaki Yansıma)
21. Gizem(Vizyon Bağı)
22. Gizem(Erken Bir Veda)
23. Gizem(Derine İnen Kökler)
24. Gizem(Tuval)
25. Gizem(Sorgu)
27. Gizem(Kayıp Anılar)
28. Gizem(Kalitra'nın Kadehi)
29. Gizem(Tehlikeli Bilgi)
30. Gizem(Kara Delik)

26. Gizem(Şüphe)

571 47 14
By rabiaabalta

Takım elbiseli adamı merdivenlerden aşağıya takip ettim. Bir yandan Calvin'le konuştuklarımız bir yandan da asıl yaşananlar aklımda dolanıp duruyordu. Bir yanım yalan söylemenin sadece başıma bela açacağından ve kurtulmak istiyorsam dürüstlükle olan biteni anlatmam gerektiğinden emindi. Öte yandan, Calvin'in haksız olduğunu söyleyemezdim. Ölmeden önce son gördüğü kişi bendim. Hiç tanığım yoktu. Tabii ki şüpheli durumdaydım. Ve dürüst olmak aptallık olabilirdi.

Quamfer'ın odasının önüne geldiğimizde adam kapıyı açtı ve geçebilmem için kenara çekildi. İçeride sadece Quamfer yoktu. Kan çanağına dönmüş gözleri ve yüzünde tükenmişlik ifadesiyle Elliot Kleefleigh kafasını çevirip bana baktı. Bir şey söylemedi.

"Hoş geldin Sylvia," dedi Quamfer. Önündeki sandalyeyi gösterdi. Gösterdiği yere oturdum. "İşleyişi biliyorsundur, sorguya çekilen arkadaşlarınla konuştuysan. Bay Grount'u en son canlı gören sen olduğun için, mümkün olduğu kadar detayı Bay Mosset ile paylaşman gerekiyor."

Dedektif karşımdaki sandalyeye oturdu. Düzgünce taranmış siyah saçlara sahip esmer bir adamdı. Çatık kaşlarla bir süre bir şey söylemeden beni izledi. Cinayet işleme kapasitemin olup olmadığını ölçüp tartar gibiydi.

"Merhaba Sylvia!" dedi az önceki tavrına kıyasla dinamik bir şekilde. "Bize olay yaşandığında olan her şeyi birebir anlatmanı istiyoruz."

Duraksadım. Yapmak istediğim son şeydi bu. Odadaki üç kişi de beklentiyle bana bakıyordu.

"Ben, ben..."

Kekeledim. Sonra öksürerek sesimi düzeltmeye çalıştım.

"Bay Grount'u buldum. Bankın arkasında bir siyahlık görmüştüm. Bay Grount'tu. Yanına gittim. Karnından oluk oluk kan akıyordu. Şey gibi, sanki şey..."

Gözümün önünde Bay Grount'un karnına bastırdığı, kana bulanmış eli belirdi. Kendimi konuşmaya devam etmeye zorlasam da ağzımdan başka bir kelime çıkmadı. Titremekte olan elimle ağzımı kapattım. Gözlerim buğulandı.

"Tamam. Sakin ol," dedi adam. "Derin nefes al Sylvia."

"Karnından bıçaklanmıştı. Kimse yoktu. Anlamıyorum. Anlayamıyorum," dedim gözyaşları yanaklarımdan aşağı süzülürken. Yaşadığım şoku ilk kez şu anda tam anlamıyla hissediyordum.

"Sakin ol," dedi dedektif benimle göz teması kurmaya çalışarak. "Tane tane anlat lütfen. Her detay bizim için çok önemli."

"Elimi tuttu. Benimle zihin bağı kurdu."

"Zihin bağı," diye tekrarladı adam. "Ne vardı zihin bağında?"

Düşündüm. Suyun altı. Yüzeye çıkan kabarcıklar. Önümde beliren iki küçük çocuk eli. Yüzeyden suya doğru bakan insanlar. Ve karanlık.

"Hiçbir şey," dedim. "Karanlık. Çok karanlıktı."

"En küçük detay bile önemli," diye sözlerini yineledi benden gözlerini ayırmayarak.

"Suyun altındaydım sanırım. Bilmiyorum," diye geveledim.

Adam sandalyesinde geriye yaslanarak kollarını kavuşturdu. Bir süre gözleri etrafta dolandı.

"Peki, o zaman olaylar şöyle gerçekleşti. Sen, Bay Grount'un bankın arkasında yerde yattığını gördün. Yanına gittin. Karnından bıçaklanmış olduğunu gördün. O esnada elini tuttu ve seninle zihin bağı kurarak sana su altında bir yeri gösterdi."

Başını bana doğru eğerek bir onay bekledi. Başımı salladım.

"Su altında bir yer değildi," diye ekledim. "Şey gibi. Bir tür kuyu."

"Kuyu," diye yineledi adam. "Bunun ne anlama geldiğine dair hiçbir fikrin var mı?"

Başımı iki yana salladım. Cevabım onu mutlu etmedi. Ağzından nefes vererek başını kaşıdı.

"Son birkaç şey," dedi. "Bay Grount'un öldürüldüğü saatlerde yalnız başınaydın. Değil mi?"

Bu noktada Calvin'in dediğini yapmak ya da dürüst olmak arasında hızlıca karar vermem gerekiyordu. Öte yandan, onlar benim için yalan söyleyecekken benim başka bir hikâye anlatmam çok daha şüpheli olurdu. Bu yüzden Calvin'e güvenmeye karar verdim.

"Hayır. Calvin'le koruluktaydık. Bay Grount'u döndükten sonra buldum."

"Peki," dedi adam. Başını kaşıdı. "Senden önce Elitsa Nightingale'i sorguya çektik. Sınıf arkadaşın."

"Evet, evet tanışıyoruz," dedim.

"Güzel," dedi adam. "Seninkiyle çelişen bir ifade verdi, neden olduğunu açıklamak ister misin?"

"B-ben..." Kekeledim. Son yapmam gereken şey bu olmalıydı. "Anlamadım, ne söyledi?"

"Bahçeyi gören bir pencereden dışarı bakıyormuş. Seni Bay Grount'la konuşurken görmüş. Bay Grount'la tartışmakta olduğunu, sana bağırdığını söyledi."

"Evet, dedim ya, Bay Grount'la konuştum," dedim. "Bana bağırmış olabilir."

"Sana bağırdı mı?" dedi adam yüz ifademi analiz edercesine beni süzerek.

"Zihin bağı için gözlerimi kapatmamı söylüyordu. Ben-"

"Sylvia, demek istediğim," dedi lafımı bölerek. "Elitsa sen onunla konuşmadan önce Bay Grount'un iyi durumda olduğunu söylüyor."

"Bunu niye söylesin?" dedim şaşkınlıkla. "Bu doğru değil. Onu yerde buldum."

Çaresizlikle amcama ve Bay Quamfer'a baktım. İkisi de sorgu boyunca tek kelime etmemişti. Amcam bir kenarda kollarını bağlamış duruyordu. Beni incelerken kafasından bu durumlara nasıl geldiğimizi sorguladığına emindim. Bunun cevabını ben de merak ediyordum.

"Bay Grount'u öldürmedim. Bunun için hiçbir sebebim yok. Ben bir katil değilim!"

"Sadece anlamaya çalışıyoruz," dedi. "Elimizde bariz bir şekilde çelişen iki ifade var. Elitsa'nın seni suçlamak için herhangi bir sebebi olabilir mi sence?"

"Hiçbir fikrim yok," dedim. Aklıma Elitsa'yla yaşadığım hiçbir olumsuz deneyim gelmiyordu. Birden sınıftan çıkarken ne kadar gergin göründüğü aklıma geldi.

"Teşekkürler Sylvia," dedi dedektif. "Şimdilik bu kadar."

Odadan dışarı çıktığımda, amcam da benim arkamdan geldi. Ona doğru döndüğümde dudaklarını sıktı ve kolumu tuttu.

"İyi misin Sylvia?"

Gözlerim doldu. Öne doğru bir adım atarak amcama sarıldım. Tek elini sırtıma koyarak sırtımı sıvazladı. Çok duygusal bir yapıya sahip değildi. Yıllar içinde buna alışmıştım doğrusu. Duygusal travmalarımı kolayca dökebileceğim ve yanında ağlayacağım bir yakınlığımız hiç olmamıştı. Ama çoğu zaman elinden geleni yapardı. Ve sanırım bir süre sonra bu kadarıyla yetinmeyi öğrenmiştim.

Geriye doğru adım attığımda gözlerimi elimin tersiyle kuruladım ve ağzımdan bir nefes verdim.

"Bunların olduğuna inanamıyorum," diye mırıldandım gözlerimi zemine sabitleyerek.

"Ben de," dedi amcam. "Çok iyi biriydi. Başına gelenler çok üzücü."

"Evet," dedim.

"Sylvia," dedi amcam. "Okula devam etmek zorunda değilsin. Ben, sanırım kasabada yaşananlardan dolayı paranoyak davrandım. Üzgünüm. Ne zaman istersen benimle eve dönebilirsin. Biliyorsun, değil mi?"

Olayların geldiği bu raddeden sonra sanırım eve dönmek en mantıklı tercih olurdu. Ama açıkçası bunun yeterli olacağından emin değildim. Beni Lueline'dayken bir kere bulmuştu. Bir kere daha bulması işten bile olmazdı. Grimlocks'tayken kendimi geliştirme imkânım vardı, bana destek olan arkadaşlar edinmiştim. Hayatı henüz yaşamaya başladığımı hissetmişken, hepsini bırakıp eve dönemezdim.

"Burayı seviyorum," dedim. "Burada eğitim almaya devam etmek istiyorum. İmkanları çok fazla. Ömrümde ilk defa özgür gibiyim."

Amcam duraksadı. Tebessüm etti.

"İnsanı kendine bağlıyor değil mi?" dedi. Başını kaldırıp Grimlocks'un duvarlarını adeta canlıymışçasına inceledi. "Babanla ben de buradan ayrılmayı hiç istemezdik."

"O ne yapıyor?" diye sordum sessizce. Babamın varlığı benim için bir halk efsanesi gibiydi. Ortadan öylesine kaybolmuştu ki, hala var olduğuna dair tek kanıtım amcamın zaman zaman ağzından kaçırdığı cümlelerdi.

"Senin için endişeleniyor," dedi. "O da okuldan ayrılmanın en doğru karar olduğunu düşünüyor."

"Başıma ne geldiği umurunda sanki," dedim gülerek.

"Tabii ki umurunda," dedi amcam. "Sylvia, ikiniz de zor şeyler yaşadınız. O... O kendince bir şeylerle baş etmeye çalışıyor."

"Tabii öyledir. Tek kızını beş yıl boyunca bir kez bile görmek istememesi, gerçekten harika bir baş etme mekanizması."

"Bu kadar yeter Sylvia, lütfen," dedi amcam. Babamla ilgili benimle birkaç cümle konuşmuş olması bile şaşırtıcıydı. Şansımı zorlamayacaktım.

"Ben iyiyim amca. Bay Grount başına gelenler büyük talihsizlik. Ama Grimlocks benim için güvenli. Bunu bana kendin söyledin."

"Bir büyücü için hiçbir yer tam anlamıyla güvenli olamaz," dedi amcam gözlerini etrafta gezdirirken. "Sylvia bak, daha çok gençsin. Bazen kaderini, içinde bulunduğun şartların şekillendirdiğini hissedebilirsin. Ama her zaman bir tercih hakkın vardır. Her zaman. Bunu hiç unutma."

Sonra avucunun içinde tuttuğu bir nesneyi elime tutuşturdu. Pürüzlü yüzeyinden bir korunma tılsımı olduğunu tahmin edebiliyordum.

"Bir tane daha mı?"

"Öncekinden daha güçlü," dedi. "Yanından hiç ayırma. Hiç."

Başımı salladım. Önceki tılsımın hiçbir işe yaramadığını söyleyerek amcamı üzmek istemiyordum. Öte yandan, cinayete teşebbüsle suçlanmaya karşı korunma sunan bir tılsım olmaması muhtemeldi.

"Teşekkürler amca. Artık gitmeliyim."

"Kendine dikkat et," dedi. Tereddütlüydü. Beni burada bırakmak konusunda endişeleri olduğunu anlayabiliyordum.

"Sen de," dedim ve tebessüm ettim. Amcamın yorgun gözlerinin kenarında kırışıklıklar oluşturan bir gülümseme yüzünde belirdi. Gözlerindeki tereddütlü bakışlara rağmen elini hafifçe sallayarak beni serbest bıraktı. Geriye doğru birkaç adım atarak elimi şıklattım.

Loş ışıklarla aydınlatılmış koridor karşımda belirdi. İçinden çıkamayacağım kadar büyük bir belaya batmadan önce daha kaç defa paçayı böyle sıyıracağımı merak ediyordum. Koridorda ilerlerken hepsinin ne zaman sona ereceğini düşündüm. Tüm hayatım boyunca yaşamın sıradanlığından şikâyet ederken, şimdi o sıradanlığı özlemeye başlamıştım. Sürekli kendimi ispatlamaya çalışmak yorucu olmaya başlıyordu.

Koridorun ayrımına geldiğimde, sınıfımın olduğu tarafa yöneldim. Attığım her adımla, biraz daha karanlığa gömüldüğümü fark ettiğimde, duraksayarak arkama döndüm. Geride bıraktığım koridor, buraya kıyasla oldukça aydınlıktı. Önüme döndüm ve temkinli adımlarla ilerlemeye çalıştım. Işık gitgide azalıyor, karanlık beni adeta içine çekiyordu. Bir süre sonra, etrafımı seçemez oldum. Kendi etrafımda döndüm, ama dönüş yolunu bulmak adeta imkansızdı.

"Bu da ne?" dedim tedirginlik içinde.

Zifiri karanlığın içinde kaybolmuştum. Ama bu nasıl mümkün olabilirdi? Az önce gücünden şüphe duyduğum tılsımı sımsıkı elimde tutarak gözlerimi yumdum.

"Ne olur, ne olur bir işe yarasın."

Gözlerimi açtığımda, değişen bir şey yoktu. Kalbim delicesine çarpıyordu. Nefes almayı unuttuğumu fark ettim. Panik içinde ciğerlerime birkaç nefes çekerek düşünmek için kendimi zorladım. Oksijene kavuşan beynim, nihayet bana bir büyücü olduğumu hatırlattı. Kemerime taktığım değneğimi elime aldım ve gözlerimi yumdum.

"Glowia!"

Değnekten çıkan ışık patlaması, karanlıkta güneş gibi parladı. Gözlerimi yavaşça aralayarak etrafımı tekrardan inceledim. Karanlığa pek bir çözüm getirememiştim. Bakarken gözlerimi acıtan parlak ışık topu, bir kara deliğin içindeymişçesine, siyahlığa etki etmemişti. Belki de gerçekten bir kara deliğin içindeydim.

Yere eğilerek değneği yere tuttum. Bu sefer, gözlerim zemini seçti. Kirli bej renkteki karolar, hala okulun içinde olduğumu işaret ediyordu. Gözlerimi zeminden ayırmadan ilerlemeye karar verdim. Işığı takip ederek birkaç adım attım ki, başımı bir yere çarptım.

Kafamı kaldırarak önüme çıkan engele baktım, bir kapıydı. Bizim okulun kapılarına hiç benzemiyordu. Kapıyı ittiğimde, gıcırdayarak açıldı. Ve karşımda tozlu bir oda belirdi. Öksürerek elimi havada salladım. Birkaç kez daha kendimi tutamayarak öksürdüm.

"Burası da ne böyle," diye mırıldandım.

İçinde bulunduğum yer bir evin holü gibi görünüyordu. Biraz ileride tozlu, eski bir koltuk, koltuğun önünde ahşap bir masa vardı. Sağ tarafta sandalyelerle çevrili bir yemek masası yer alıyordu. Duvarlar boyunca uzanan kavanozlarla dolu raflar vardı.

Etrafa bakınırken, Grimlocks'ta böyle bir yerin varlığından hiç haberim olmadığını düşündüm. Hala okulun içinde olduğumdan emin değildim.

"Burada kimse var mı?" diye seslendim. "Merhaba!"

İşte tam o anda, çığlığı tekrar duydum. Odamdayken kaynağını bulmak için koridora fırladığım çığlık.

"Sylvia!"

Bu sefer farklıydı. Adımın her harfi kızgın demirlerle beynime bastırılır gibiydi. Başım döndü, bir an için dengemi kaybettim. Zeminin ayaklarımın altından kaydığını hissettim. Ayrıca bu sefer çığlık sesi, tam sağımdaki odadan geliyordu. 

Continue Reading

You'll Also Like

11.2K 4.8K 36
Ve bir mavi kelebek, Son kez çırpacak kanatlarını papatyasıyla vedalaşmak için. Son kez öpecek onu ve diyecek ki fısıltıyla; Kime açarsan aç, Kimde...
3.7K 241 14
Zamanın ötesine uzanan bir efsane... Türk mitinin iki demirbaşı Bükrek ile Sangal'ın savaşı Asya'daki dokuz ulusta yeniden hayat buluyor. Işığın ve k...
4.1K 528 19
"O pürüzsüz buğday tenini süslemiş kirli sakalları, kızarınca yeşile dönen amber rengi gözleri, adeta hükmedici bir gücün kalıba sığdırılmış bedeniyl...
24.4K 313 21
Şahsıma kurulan şeytani bir kumpas sebebiyle ayak kölesi oldum. Bu durumdan nasıl kurtulacağım (Şantaj Kölesi hikayesinin 2.sezonudur. 35 bölümden de...