ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

By ozcelikdilaraa

2.2M 186K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... More

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler

19.7K 1.8K 1.7K
By ozcelikdilaraa

Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler

"Peki Troya Savaşı'ndan sonra ne oldu Mara, bize anlatabilir misin?" Penelop sunağın önünde her zaman oturduğu yerde sırtını dikleştirdi, yaralı yüzünü bana doğru çevirdi. Beni parçalara ayırmak istiyordu, bakışlarından bunu anlayabiliyordum. Her dersin sonunda beni köşeye sıkıştıracak bir şey bulmaya daima çalışırdı.

Bazen bunda başarılı da olurdu. Başını azametle kaldırır, onu tanrıların kutsadığına bizi de inandırmaya çalışırdı.

Bakışlarımı tavana kaldırdım ve yalnızca haftada bir veya bayram günlerinde geldiğimiz ana tapınağın süslü tavanını inceledim.

Apollon'a sunulmamızdan önceki son aya girmiştik ve ben hala yıllar süren eğitime rağmen onların istedikleri gibi biri olamamıştım. Kadehi düzgün kavrayamıyor, ilahilerin sözlerini bir türlü doğru halleriyle hatırlayamıyordum.

Sikeyim onların istediklerini, ben tam olarak da istediğim gibi biriydim.

Helene yan tarafımda kıkırdadı, kendisi Troya'dan kaçarken atalarımızın bindiği gemide kürek çekenlerin ismine kadar her şeyi bildiğinden Penelop'un sorusu karşısında afalladığımı görmek onu tatmin etmişti.

Sıkkınlıkla nefes aldım, sanki bana bir yardımı olacakmış gibi saç örgülerimi çekiştirdim. İnanmadığım tanrılar, bu lanet olası örgülerden kesinlikle nefret ediyordum. Bir gün elime bir hançer alacak ve saçımı kökünden kesecektim.

Rahip rahatsızlığını ona göre kibarca bir şekilde boğazını temizleyerek belli ettiğinde Penelop'a bir yanıt vermem gerektiğine emin oldum. "Kaçtık," dedim dümdüz bir sesle. "Ve buraya geldik."

Naia burnundan pıskırarak güldüğünde ne kadar uygunsuz kaçtığını anında anlayarak elleriyle ağzını kapattı ama yine de ağzından çıkan sese engel olamamıştı.

Gülmemek için yanağımın içini ısırdım.

Penelop'un ince sopasını kıyafetinin içinden çıkarttığını görür görmez oturduğum yerde ellerimi sakladım. Bu gülüşümün kaybolması için yeterliydi. "Hayır," dedim öfkeyle. "Yalan değil, şehrimizi bırakıp kaçmadık mı?"

Penelop sopayı sakince önüne bırakırken gözleri tehlikeli bir beklentiyle ışıldadı. Bu onun kendine has işkence yöntemiydi. "Şehrimizi terk etmek zorunda bırakıldık. Biz onurlu insanlarız Mara, tanrıları yüceltmek ve onlara ibadet etmek dışında hiçbir şey yapmadığımız için bizi zenginlikle kutsadılar. Akhalar ibadetlerimizin karşılığında sahip olduklarımızı kıskandılar, bizim olanı bizden aldılar."

Gözlerimi devirmemek için bu sefer dilimi ısırmak zorunda kaldım. Yıllardır aynı hikayeyi dinlememe rağmen hala kahramanca bir yanını görmekte güçlük çekiyordum. Onurlu olan Troya'yı savunurken ölen Prens Hector'du, şehirlerini kanlarıyla koruyan askerlerdi. Hatta o Paris zavallısı bile onurlu sayılabilirdi. Şehirden kaçan bir avuç korkak olan atalarım ise kesinlikle onurlu insanlar değildi. Kaçmayı tercih eden hiç kimse tarih sahnesinde oturup onurdan bahsedemezdi.

Ben Troya'da doğsaydım ve savaş benim zamanımda çıksaydı kanımın son damlasına kadar savaşır, orada ölürdüm. En azından bir korkak olduğumu bilerek yaşamak zorunda kalmaktansa kendimce bir şeylerin uğruna savaşımı vermiş olurdum.

Penelop çubuğuna uzandığında bu sefer ona karşı çıkmadım. Onu artık durduramayacağımı bildiğimden avuç içlerimi açarak ona uzattım, her iki elime de bir fiske vurdu. İnce, kırmızı bir iz avuç içlerimde belirdiğinde gözlerimi o noktaya diktim. Bu yıllardır aldığım ilk darbe değildi ve seçilmezsem son darbe de olmayacaktı.

Naia uzanıp elimi tuttuğunda elimi yumruk yapıp ondan uzaklaştırdım. Bana iyi niyet göstermesine ihtiyacım yoktu. Kimsenin bana her şeyin düzeleceğini söylemesine ihtiyacım yoktu. Yalnızca tüm bu saçmalıkların hepsinden kurtulmaya ihtiyacım vardı. O kadar.

Naia'nın kahverengi bakışları hüzünle önüne eğildiğinde bir an için, yalnızca bir an için yaptığımdan pişmanlık duydum. Ama sonra inanmadığım bir tanrı yüzünden yıllardır hapis hayatı yaşadığım gerçeği zihnimin içinde parladı. Bizi burada yan yana, adak için adanan koçlar gibi yan yana tutan oydu.

İçimden en etkileyici küfürlerimi Apollon'a sunduğum sırada tapınağın içinde bir rüzgar dolandı, mumlar söndü. Penelop'un çubuğu kaldıran eli dondu çünkü tapınakta keyifli bir erkek sesi işitildi.

Bir gülüş belki de bir kahkaha. Her ne olursa olsun bu erkeği keyiflendiren bir şeylerin döndüğü kesindi.

Rahip korkuyla olduğu yere sinerken Penelop ayağa kalktı, Apollon'un heykelinin önüne gelince durdu. Başını sadakat ve yalnızca ondan beklenebilecek bir aşkla tanrının heykelinin ayaklarına sürttü. Anlaşılan manyak kadın onun bizimle bir şekilde iletişime geçtiğine inanıyordu. Hepimizi sırada geri itip gelin olarak seçilmek için bir kolundan vazgeçebileceğini çok iyi biliyordum.

Bıkkınlıkla başımı sunaktan yana çevirdiğim sırada birinin beni gözlediğine ilişkin hiç olmayacak bir hisse kapıldım. Sanki biri tam arkamda durmuş, tüm dikkatiyle beni süzüyordu. Bu o kadar yoğun bir histi ki ensemdeki tüm tüyler uyarı verircesine ayaklanmıştı.

Yavaşça başımı çevirdim ama tek gördüğüm tapınağın işlemelerle süslü duvarı oldu.

Naia bana doğru eğildi. "Gerçekten geldi mi?" diye sorduğunda korkusu sesini titretti.

Bu fikre burun kıvırdım. "Zahmet bile etmezdi."

Penelop geri dönüp yeniden yerine yerleşti, kendini toparlamaya çalışırken onun da tedirgin olduğunun farkındaydım.

Onu biraz daha tedirgin etmeye çalışarak, "Belki de tapınağın asıl sahibi gelmiştir," dedim. Tapınağın içinde buz gibi bir hava esmeye başladığında amacımı ulaştığımı anladım. "Sonuçta buraya geldiğimizde burada zaten başka bir tanrının tapınağı yok muydu?"

Penelop'un bakışları bir hançerin ucu kadar keskinleşti. O kadar ki onları rahatlıkla bir silah gibi kullanabilirdi. "Unutulmuş bir tanrının tanrımızın tapınağı üzerinde hak etmesi mümkün değil."

Dilimi keyifle dudaklarımın üzerinde gezdirdim. "Ya o unutulmayı istememişse?" Naia uyarırcasına koluma dokunurken Helene'nin suratı bile buz gibi bir ifadeye bürünmüştü. "Belki de geri dönüp hakkı olanı almak istiyordur."

Rahip boğazını temizledi. "Bu dine küfre girer Mara," derken sesi sakindi. "Bunun için cezalandıracaksın."

Cezanın ne olduğunu o kadar iyi biliyordum ki. Beni dehlizlerden birine atacak ve üç gün boyunca aç ve susuz bırakacaklardı. Daha önce de bu cezaya çarptırılmıştım çünkü daha önce de onların istemediğini yapmış, sorgulamıştım.

Başımı iki yana salladım. "Hayır," dedim şansımı fazlasıyla zorlayarak. "Belki de tapınağın asıl sahibinin geldiğini size kanıtlamam cezadan dönmeniz için yeterli olur."

Penelop kaşlarını çattı, suratındaki küçümseyici ifade yanaklarıma ateş basmasına sebep oldu. "Seslen o halde o tanrıya Mara, buradaysa sana cevap verir ve sen de cezalandırılmaktan kurtulursun."

Bu imkansız ama yine de o dehlizlere atılmaktan daha iyiydi. Oturduğum yerde ağzımı açtım ama Penelop eliyle ayağa kalkmamı işaret etti. Pekala, istediği gibi olsun. Tam olarak ne demem gerektiğini bilmesem de ellerimi iki yanıma açıp, "Tapınağın asıl sahibi," diye seslendim. "İsmini bilmiyorum ama burada olduğunu belli edecek bir şey diyebilir misin acaba?"

Cevabı sessizlik oldu.

Penelop kibirle güldü. "Haydi Mara, seni cezanı çekmeye götüreyim." Ayağa kalkıp kolumu tuttuğunda tapınaktaki mumlar yeniden yandı.

Derinlerden gelen bir erkek sesi, "Buradayım," dediğinde Penelop olduğu yerde donup kaldı.

İnanmadığım yüce tanrılar, gerçekten de buradaydı.

Ama gelmiş olması bile dehlizlerde bir gece geçirmeme engel olmadı. O zamanlar onun kim olduğunu bilmiyordum ama şimdi biliyorum.

O benim tanrımdı, Rae'ydi. Ve şimdi sarayında şehrine kuşatma için gelen gemilerin yanaşmasını izliyordu.

Şehrimize. Troya'ya bir kez daha onu almak için gelen düşmanlar ve onlarla savaşmaya hazırlanan bilinmeyen tanrılar.

Ve benim ölü tanrım.

Rae beni terastan uzaklaşırken Nestor iç çekti. "Sayıca çok azız," derken sesi derin bir kabullenişe teslim olmuştu. "Hiç sansımız yok." Mavi gözlerini hüzünle kırpıştırıp hemen yanında oturan Naia'ya baktı.

Karr göğüs zırhı sanki onu boğuyormuş gibi boynunu büktü. "Yirmi bir gün şu an başladı mı?" Parmakları zırhın yan kısımlarını tutan deri iplere yöneldi, ucundaki düğümü çökmek için kendi çapında bir savaş verdi.

Rae'nin karanlık bakışları ona yöneldi. "Yarın başlayacak, bu geceki ziyafetten sonra." Sesi bir avuç çivi yutmuş gibi acı dolu çıkmıştı. Olduğu yerde omuzları çöktü, gözleri bir kez daha terastan gözüken gemilere kaydıktan sonra başını çevirdi.

Onun benden uzaklaşmasını, Nestor'un önünde duran bir testi şaraba uzanmasını izlerken, "Ne ziyafeti?" diye sordum.

Cevap Tara'dan geldi. Histerik gülüşü gözlerine ulaşmadı, yalnızca dudaklarında sınırlı kaldı. Eğlenmekten öte, sesi daha çok yaralı bir hayvanın acı dolu çığlığını andırıyordu. "Aile yemeği Mara," derken Rae çoktan testiyi dudaklarına dayamış kana kana içmeye başlamıştı. "Savaşlardan önce oturup birlikte yemek yer ve günler sonra birbirimizin gırtlağına sarılmayacakmışız gibi eğleniriz."

Karr homurdanarak Rae'nin elinden testiyi kaptı, büyük bir yudum aldıktan sonra elinin tersiyle ağzından kayan damlaları temizledi. "Tanrıların kaçık dünyasına hoş geldin."

☽✩☽

Nefes almakta güçlük çekiyordum ama bunun sebebi Ephi'nin belime kopartacakmış gibi doladığı kemer miydi yoksa atmak isteyip de bir türlü atamadığım çığlıklarım mıydı bilmiyordum. Tek bildiğim boğulmak üzere olduğumdu. Ya da kusmak üzere.

Belki de ikisini de aynı anda yapmanın bir yolunu bulurdum.

Rae'nin enerjisi odaya o içeri girmeden saniyeler önce doldu. Ben aynada kendimi izlerken arkamdan belime sarıldı, suratını boynuma gömdü.

Konuşmasını, bir şeyler söylemesini istiyordum. Ama o sonsuzluğunu sessizliğiyle mühürlemiş gibi tek bir kelime bile etmiyordu.

"Rae," diye söze başlamaya çalıştım ama arkadan uzanan eliyle ağzımı örttü.

Nefes alıp verdiğinde ılık nefesi boynumdan tüm tenime dolaştı. "Güzelsin," diye mırıldandı. "Seni bu halinle hatırlamama izin ver."

Sözlerinin her biri kalbime saplanan bir hançer gibiydi. "Yapma," derken elimle ağzımı kapatan elini çekip öptüm. "Beni hatırlaman gerekmeyecek."

Rae bir yorum yapmadan aynadan bana bakmaya devam ettiğinde ben de bize baktım. İkimizin de üzerinde gece kadar siyah tunikler vardı. Tacım başımda, kolyem ise boynumdaydı. Birbirimizi tamamlıyor gibi görünüyorduk ve bu canımı daha çok acıtıyordu. Savaşta onu kaybedersem geriye benden kurtarılacak bir şey kalmayacağını biliyordum.

"Bana yapma diyene bak," dedi. "Düşünceleri okumak gibi kötü bir huyum olduğunu biliyorsun arsız ölümlü."

Dudaklarımı birbirine bastırdım, aynadan suratına düşen siyah saçlarına baktım. "Eskiden de bana böyle mi seslenirdin?" Sorum üzerine kaşları çatıldı, güzel suratı gölgelerin içine çekildi.

"Hayır," dedi çenesini boynuma dayayarak. "O zamanlar yalnızca Mara'ydın."

Ona döndüğümde kollarımı gövdeme dolayarak baktım. "Bu da ne demek?" Ağzımın içi telaştan kurudu.

Rae'nin gözleri hala aynadaydı. En sonunda bakışları yavaşça bana döndü, elini uzatıp suratıma dokundu ama hemen geri çekti. "Bu söylediğim kulağa ilginç gelecek biliyorum ama," dediğinde kötü bir şeyler söylerse ona bakmak zorunda kalmayayım diye gözlerimi kapattım. "Önceki hayatında olduğun kişiye çok benziyorsun ama o değilsin."

Almaya çalıştığım nefes gırtlağımda bir yerlerde takılı kaldı. "Anlıyorum," demeyi başarabildiğimde sesim bana binlerce adım uzaktan seslenmişim gibi kısık gelmişti.

Rae'nin parmakları suratıma değdi. "Gözlerini aç."

Ona istediğini vererek gözlerimi açtım ve onun gece kadar karanlık gözleriyle buluştum. "Sorun değil," diye fısıldadım. "Sadece, yani, umarım seni hayal kırıklığına uğratmamışımdır."

Sakince gülümsedi ama gülümsemesinin hüzünden geldiğini bilecek kadar onu tanıyordum. Rae gerçekten gülümsediğinde göz kenarları kırışırdı. "Önceki hayatında tamamen benim için yaratılmıştın Mara. Bunu söylemek kulağa korkunç geliyor biliyorum ama benimle olmaktan başka bir şansın yoktu." Parmak uçları kirpiklerime değdi, elmacık kemiklerimin üzerinde süzüldü. "Bu hayatında ise beni seçtin. Başka seçeneklerin olmasına rağmen beni tercih ettin, özgür iradenle."

"Yine olsa yine yaparım."

"Biliyorum," derken sesi yumuşacıktı. "Bu yüzden eski Mara için öldüğümü düşündüğümde senin için yapacaklarımın bir sınırı olmadığını anlıyorum. Arsız ölümlüm için bırak ölmeyi, dünya yaşamını tamamen ortadan kaldırırım."

Konuşmam gerektiğini, ona bir şey demem gerektiğini biliyordum ama sesim çok uzaklardaydı. Belki de Pandora'nın kutusuna bile saklanmış olabilirdi. Bu yüzden Rae devam etti. "Sana aşıktım. Ama şu anki sana hissettiğim aşkın da ötesinde bir şey Mara," dediğinde gözlerime baskı yapan yaşlarla savaştım. "Ruhumun ve bedenimin içindesin, bunu ancak bu şekilde tarif edebilirim."

Yanağını benimkine dayadığında ağlamamak için derin bir nefes almaya çalıştım. "Bir daha sakın öleyim deme ölü tanrı."

Parmakları sırtıma baskı yaptı. "Birlikte," dedi çenemi nazikçe öperken. "Sen ve ben bunu birlikte başaracağız."

Onu, "Birlikte," diyerek tekrar ettim.

Sıcak elleri benimkilere kaydı, beni de beraberinde odadan çıkarmadan önce yumuşakça öptü. Yalnızca birkaç saniye sürmüştü ama onun korkusunun tadını almama yetmişti.

Rae'nin büyük ziyafet salonunun önüne geldiğimizde bahar rüzgarı duvarlara asılmış kıymetli kumaşları dalgalandırdı. Sol tarafımdaki açık alandan sahile yanaşmış askerlerden gelen ateşleri görebiliyordum. Bu manzara yüreğimi sıkıştırsa da yine de başımı dik tutmayı başardım.

Rae ziyafet salonunu örten kumaşlara uzandı, onları benim için araladı ve geçmem için bekledi. Arkamdan içeri girdiğinde hiç vakit kaybetmeden yeniden elimi sıkıca tuttu. Kendi karanlığını serbest bıraktığında benim gümüş dumanım da ona eşlik etti. İkimizin de gözlerinde evrenler parlarken geniş masada oturan tanrılara ilerledik.

Zeus baş köşede oturuyordu. Siyah saçlarını süse ve ihtişama ihtiyacı olmadığını bilir gibi salmıştı. Gözleri anında benimkileri buldu ve ikimiz de son karşılaşmamız hiç yaşanmamış gibi birbirimizi selamladık.

Savaş başlamış, geçitler açılmıştı. Ve yalnızca yirmi bir gün sonra cenaze ateşlerini bizzat kendi ellerimle yakmayı arzuladığım tanrılar sofradaki yerlerini almıştı.

Masanın sol tarafı benim zamanımdaki, şu an düşmanım konumunda bulunan tanrılara ayrılmıştı. Farah kızıl saçları mum ışığında parlarken hemen Athena'nın yanında oturuyordu. Onların yanlarında ise kıvırcık saçları bahar rüzgarıyla uçuşan başka bir tanrıça ve tanrı daha oturuyordu. Zeus'un hemen yanındaki tanrının mavi gözleri neşeyle parlıyordu. Onun yanında, Athena'yla ortasında ise başka bir tanrı daha vardı. Öfkeli bakışları ve kahverengi dalgalı saçlarıyla tam karşısında oturan Karr'a bakmaktan başka bir şey yapmıyordu.

Ve o da masadaydı. Apollon.

Masanın sonunda, Zeus'tan uzaktaydı. Kanatları ortada yoktu ama sanki varlıklarını hissediyormuş gibi omuzlarını dikleştirmişti.

Troya'yı savunacak tanrılar ise tam karşılarındaydı. Karr ve Tara yan yana oturuyorlardı, Karr'ın bir elinin masanın altından Tara'nınkini kavradığını görebiliyordum. Zeus'un yanında, mavi gözlü tanrının karşısında ise Hades oturuyordu. Bu gece yalnızdı ve yeşil gözlerindeki bıkkınlığa bakılacak olursa Persephone annesinin yanına dönmüş olmalıydı.

Masada neşeli görünen tek kişi Nestor'du ve muhtemelen kendi şaraplarından biriyle çoktan kafayı bulduğu içindi.

Rae masanın diğer ucuna, Apollon'un yanına, Zeus'un tam karşısına oturmadan önce Nestor'un yanındaki boş sandalyeyi aldı.

Kendi oturacağı sandalyeyi kaydırıp hemen yanına bu sandalyeyi koydu. Oraya oturmam için işaret ettikten sonra kendi yerine kuruldu.

Böylece masanın bir baş köşesinde Zeus otururken diğer köşesinde ise Rae ve ben oturuyor olduk.

Masada çıt çıkmıyordu. Ephi sessizce hepimizin kadehlerini doldurdu, Dora yemek servisimizi yaptı. İki kadın da görevlerini yerine getirirken bakışlarını bir an olsun önlerinden kaldırıp tanrılara bakmaya cesaret edememişti.

Sessizliği bozan Zeus oldu. Şarapla dolu kadehini havaya kaldırdı. "Ailemize," dedikten sonra diğer kadehler de ona eşlik ederek havaya kalktı.

Rae de kadehini havaya kaldırdığında onu taklit ettim ama kadehimi tutan elimin titrememesi için tüm gücümü kullanmam gerekmişti.

Herkes şarabından bir yudum aldıktan sonra Hades'in karşısında oturan mavi gözlü tanrı doğrudan ona bakarak konuştu. "Yapma böyle ölülerin efendisi," derken eğlenen sesi en az güneşte yanmış gibi görünen teni kadar ışıl ışıldı. "Seni özlediğimi biliyorsun, ne zamandır gelip beni rahatsız etmeni bekliyorum ama sen geçen bunca yüzyıla rağmen hala karının gidişinin ardından yas tutuyorsun."

Hades'in kadehini tutan eli gerilirken sandalyesinde geri yaslandı, bir kral gibi karşısındaki tanrıyı süzdü. "Bu gece benimle uğraşmamanı öneririm Poseidon," dediğinde sesindeki uyarı açıktı. İnanmadığım tanrılar, Posedion'la aynı masada yemek yiyordum.

Poseion, Hades'e cevap olarak yalnızca gülmekle yetindi.

Zeus omuz silktikten sonra tabağındaki incirle etten bir parça aldı. "Bugün burada olmayan çok kişi var," derken sesi bir aile babasının hüzünlü tonuna bürünmüştü. "İlerleyen günlerde Hera'yla birlikte diğer evlatlarımdan da bize katılan olacak."

Diğer evlatlar, diğer tanrılar ve tanrıçalar demekti. Daha fazla düşman, daha fazla kan.

Oturduğum yerde sırtımı dikleştirdim, korkumu hissetmelerine izin veremezdim.

Zeus'un gözleri Rae ve benim üzerimde gezindi. "Ama en sevdiğim evladım burada," dedi.

Apollon gerildi, Rae de onunla aynı anda Zeus'a dişlerini göstererek baktı. "Öyle mi dersin baba?"

Zeus başını aşağı yukarı salladı, yüzüklü işaret parmağını düşünür gibi dudağına dayadı. "Senin için yarattığım kadın tam yanında duruyor," dedi. "Bence bu masada en çok kime kıyak geçtiğim belli."

Dişlerimi sıktım. "Evet beni onun için yarattın ve sonra da ikimizi de öldürdün. Dünyanın en iyi babası için de olimpiyatlar yapılsaydı kesinlikle defne tacın sahibi sen olurdun," dedim.

Athena dondurucu bakışlarını üzerime dikse de ona bakmadan doğrudan Zeus'a bakmayı tercih ettim.

Zeus keyifle gülümsedi. "Sıradan bir kadın benimle böyle konuşmayalı çok olmuştu," derken ikimiz de yalan söylediğini biliyorduk. "Cesursun ama yine de sıradan olduğun gerçeğinin önüne geçmiyor. Tanrılarla aynı masada yemek yiyorsun ama hepinizin babasına karşı çıkacak kadar aptalsın." Durdu, dudakları bir küçümsemeyle büküldü. "Bir tanrının gelini olmaya niyet öbürüne kısmet."

Rae ellerini sandalyesinin kollarına geçirdi. "Mara kimsenin gelini değil," derken sesi bir tıslamaya benziyordu. "O hür bir kadın."

Poseidon elini çenesine dayayıp bize baktı. "Kadınlar hür olamazlar Rae," dedikten sonra mavi gözleri benim üzerimde oyalandı. "Yalnızca tanrıçalar hürdür." Diğer elinin işaret parmağı dalgınlıkla kadehin üzerinde hareket edince şarap, kadehin içinde dalgalanarak bir girdap oluşturdu.

"Ama ben hürüm," dedim gülümseyerek. "Ve tanrıçalarınızın kıçını da keyifle tekmeleyebilirim. Farah belki de anlatmıştır. Ya da Sabra." Gözlerimi Farah'a diktim. "Sahi o nerede? En son onu neredeyse boğduğumu düşünecek olursak bu gece korkup gelmemesine şaşmamalı."

Farah bana dişlerini göstererek sırıtırken Zeus kahkaha attı. "Mükemmelsin Mara." Abartılı hareketlerle arkasına yaslandı. "Oğlum sana arsız ölümlü demekte haklıymış."

Başımı iki yana salladım. "Bana yalnızca o öyle hitap edebilir," dedikten sonra başımla Karr'ı işaret ettim. "Ve o. O kadar."

Zeus birkaç saniye sessiz kalınca Karr'ın karşısındaki tanrı boğazını temizledi. "Düzgün tanıştırılmadık Mara," dedikten sonra gri gözleri bana döndü. "Ben Ares."

Karr'ı oturduğu koltukta zapt etme görevi Tara'ya düşmüştü. Parmaklarını Karr'ın ellerine kenetlerken Karr'ı yerinde sabit tutabilmek için tüm gücünü kullanması gerektiği sıkılı dişlerinden belli oluyordu. İki savaş tanrısı da birbirine öldürecekmiş gibi bakarken bunu zaten bir kere yaptıklarını biliyordum.

Kıvırcık saçlı tanrıça şarabından bir yudum almadan önce, "Ben de Artemis," diye mırıldandı. Oldukça sakin görünüyordu ama Tara'nın ikizi olduğunu düşünecek olursam sakinliğinin oldukça aldatıcı olabileceğinin farkındaydım.

Sessizliğini korumaya devam eden diğer isimsiz tanrı güldü. "Kendimi yeniden ölümlülere tanıştırıyor gibi hissediyorum, bir keresinde onlara kim olduğumu söylediğimde benim için genç bir kızı kurban etmişlerdi," derken bal rengini andıran saçlarını düzelti, sırtını dikleştirdi. "Hermes."

Apollon şarabından bir yudum daha aldıktan sonra kadehini sakince masaya bıraktı. "Askerlerden biri senin oğlun ve yarı tanrı olduğunu iddia ediyor baba," dedi. "Akhilleus'un komik bir kopyasına benziyor." Güldüğünü duyduğumda bedenimde akan kan bile ona tepki verdi, hızlandı.

Zeus'un kaşları çatıldı. "Hangisi o?"

Athena ona cevap verdi. "Antios, Kartacalı bir komutanın oğlu ama anlaşılan o ki senin oğlunmuş." Sesindeki küçümseme tadına bakabileceğim kadar güçlüydü.

Zeus gülümseyerek şarabından içti. "Mümkün," derken suratında beliren ifade can sıkıcıydı. "Bir noktada yarı tanrı çocuklarımla ilgilenmeyi bırakmam lazımdı." Burun kemerini iki parmağının arasına aldı. "Şımarıkları ve asla tam bir tanrı olmamalarına rağmen kendilerini Olympos'a ait görmeleri canımı sıkıyor."

Rae de güldü. "Babalığa olan aşkın her geçen gün beni şaşırtmaya devam ediyor."

Zeus da aynı eğlenen ifadeyle Rae'ye karşılık vererek, "Senin aksine," dedi. "Bir gün baba olamayacak olman ne kadar üzücü oğlum." Dudakları sahte bir hüzünle büküldü. "Ölümlü kadının savaşı atlatırsa belki olabilirsin ama bu oldukça düşük bir ihtimal değil mi?"

Rae'nin surat ifadesi dondu, çenesindeki bir kas oynadı. "Bir oğlum olacak," dedi kendinden emin bir ses donuyla. "Ve ben de ona senden daha iyi bir baba olacağım."

Bir oğul. Bu mümkün müydü yoksa Rae yalnızca öyle olmasını mı umuyordu?

Farah keyifle etinden büyük bir dilim kesmeden önce, "Antios ve Mara savaş alanında karşı karşıya geldiğinde ne olduğunu görmek için tüm sikkelerimi ortaya koyuyorum," dedi. "Bir yarı tanrı ve ne olduğu belirsiz ölümlü bir kadın, mücadelelerini izlemek Paris ve Akhilleus'un mücadelesini izlemekten daha keyifli olacak."

Hades tehlikeli bakışlarını ona yönlendirdi. "Sikkelerini kayıkçıma saklasan iyi edersin," derken sesi tehditkardı. "Yoksa Mara seni öldürdüğünde ruhun huzura kavuşamaz." Bana baktı ve hafifçe gülümsedi. "Bir tanrıçanın hayaleti oldukça can sıkıcı olurdu ve köpeklerimi huzursuz ederdin."

Farah güçlükle yutkundu, bu hali Apollon'u güldürdü. "Hak ettin," dedi güneş gözlü düşmanım.

Nestor Ephi'ye ona bir kadeh daha şarap doldurmasını işaret ederken, "Mara'nın karşısında hiçbirinizin şansı yok," dedi. "Onunla aynı tarafta olduğum için utanmasam kendime şükrederim."

Tara bir mırıldanmayla onu onayladı. "Kadınlarım onu gördüklerinde saklanacak delik arıyorlar."

Karr neşeli bir tavırla ona döndü. "Sen de öyle huysuz," derken ona göz kırptı.

Tara somurttu, bıçağını önündeki ete saplayarak, "Kes sesini Spartalı," dese de ilk defa Karr'ı gülümsemesiyle ödüllendirdi.

Ne yapmaya çalıştıklarını anlamıştım. Rae'nin neden tacımı giymemi istediği, gözlerimizdeki evrenleri neden serbest bıraktığını anlamıştım.

Onlara göz dağı veriyorduk, onları korkutmaya çalışıyorduk. Savaş alanında onlarla çarpışmamız için yirmi bir günümüz daha vardı ve askerlerinin yanlarına inmeden önce onları geri çekilmeleri için zorlamaya çalışıyorduk.

Rae'nin parmakları bacağımı kavradı. "Mara savaş alanına indiğinde onun heykelini yapacak bir usta bulmamız gerekecek," derken sesinde sahte bir keyif vardı. "O anın ölümsüzleşmesi ve gelecek nesillere aktarılması gerekecek." Durdu, masayı yarım bir gülümsemeyle süzdükten sonra bakışları Hades'in üzerinde durdu. "Belki de Homeros'u sırf o an için ölüler dünyasından geri getirirsin."

Hades kadehini Rae'ye doğru kaldırırken onu, "Oldu bil," diyerek cevapladı.

Hermes bizi ilgiyle dinlerken boynundaki kolyelerle oynuyordu. "Demek o kadar iyisin," dediğinde sesindeki hayranlığı duydum. "Bunu nasıl yapacağını merak ediyorum doğrusu."

Sıra bana gelmişti.

Parmağımı şarap kadehinin üzerinde gezdirdim, o anda masadaki herkesin kadehlerinin içindeki şaraplar dönmeye başladı. Poseidon şaşkınlıkla onun gücünün yansıması olan gücüme bakarken yarı yarıya boşalmış kadehleri testiden çektiğim şaraplarla doldurdum.

Suratıma en tatlı gülümsememi yerleştirerek onları süzdüm, Artemis'le göz göze geldiğimizde tanrıça bakışlarını benden kaçırdı. "Sizin güçlerinizi göreceğim ve onları kopyalayacağım. Sonra da kendi gücünüzü size karşı kullanacağım," dedim. Parmağım durdu, şarapların hareketleri de durdu. Boynumdaki kolye ısınırken omzumdaki yıldızların parladığını çok iyi biliyordum. "Sizi kendi gücünüzle öldürmek çok güzel olacak."

Zeus bir kahkaha patlatırken masadaki diğer herkesin nefesi tutulmuştu. Ares rahatsızca olduğu yerde kıpırdanırken Athena öfkeli ifadesini tamamen benimkilere yönlendirmişti. "Seni öldüreceğim," dedi.

Omuz silktim. "Bunu düşündüğün anda çoktan kayıkçının kayığında olursun."

Athena bir şey diyecek gibi oldu ama Zeus elini havaya kaldırdığında sustu. "Lütfen," derken sesi gürül gürüldü. "Aile yemeğimizi tehditlerle bölmeyelim."

Apollon bana baktığında gözlerimi kaçırmadan onunkilere diktim. Rae'nin bacağımdaki eli sertleşirken öne doğru eğilerek sırtıyla bedenime siper oldu. "Sakın Apollon," dedi. "Ondan uzak durmazsan yapacağım son şey olsa da kanatlarını söker Titanlara atarım."

Zeus ayağa kalktı. "Pekala, bunu gecenin sonuna kadar bekletecektim ama en iyisi güçlerinizi şimdiden sınırlamak olacak," dedi. "Yirmi bir gün sonra güçlerinizin tamamı serbest kalana kadar yalnızca birer tanrı ve tanrıça olduğunuzu size anımsatacak güçlerle yolunuza devam edeceksiniz."

Ayağa kalkıp teker teker sofradakilerin omzuna dokunduğunda iki bileklerinde de altın kalın bilezikler belirdi. "Bu gece sofrada olmayanlara ne olacak?" diye sordu Tara Zeus, Hades ve Poseidon'u es geçerken.

Zeus Karr'ın bileklerini mühürlerken, "Onlar da kısıtlanacak," dedi.

Teker teker herkesi dolaştı, bilezikler bileklerde parladı.

Zeus en son benim koluma dokunduğunda benim de bileklerimde bilezikler parladı ama saniyeler sonra ortadan ikiye ayrılıp yere düştüler. Kafamı kaldırıp gülümseyerek ona baktım. "Ben bir tanrıça değilim unuttun mu?"

Zeus bir kez daha denedi ama yeni bileziklerin de akıbeti öncekilerle aynı oldu.

Rae altın bileziğin parladığı eliyle benim boş elimi tuttu, dudaklarına götürüp öptüğünde Zeus geri çekildi. "Pekala, öyle olsun," derken sesi beklediğimden de dingindi. "Savaş yarın şafakta başlayacak. Her iki tarafın ölümlülerine de bol şans dilerim."

Zeus'un sözleri sonlanır sonlanmaz herkes bunu beklermiş gibi masadaki tanrılar ortadan kayboldu. Zeus da ortalıktan kaybolurken Rae'nin karanlığı beni yakaladı, bizi eğitim alanına bıraktı.

Suratını buruşturmasından bunu yapmanın bile onun için ne kadar güç olduğunu anladım. Güçleri dizginlenmiş, zamanından önce savaşamaması için sınırlanmıştı.

Gece savaşçıları ve Spartalılar Troyalı askerlerin arasına karışmış, bilenmiş kılıçlar ayın ışığının altında parlıyordu. En geride Tara'nın kadın askerleri okları yaylarına yerleştirilmiş bir şekilde bekliyordu.

Seus baştan aşağı savaş kostümlerini kuşanmış bir şekilde askerlerin arasından sıyrıldı. Rae'ye bakarak, "Geçitten birileri daha geldi," dedi ve gözleri bana döndü.

Rae başını sakince salladı. "Kaç kişiler?"

Seus bir an bile düşünmeden, "Beş yüzden biraz daha fazla," diye cevapladı onu.

"Güzel." Rae başını bir kez daha sallayıp elimi tuttu. "Gel benimle Mara," dedikten sonra beni de beraberinde yürüterek asker kalabalığının içinden geçirdi.

Phoiniks'in bir asker kalabalığının önünde gezinip durduğu ön avluya gelene kadar da durmadı.

Askerler bizi görür görmez dizlerinin üzerine çöktüler, alınlarını yere yaslandıklarında Rae en öndeki askerin omzuna dokundu. Asker başını kaldırıp ona baktığında onun Hestios olduğunu anladım. Kendi şehrimden kaçmama yardım eden, heykel dükkanında Rae'yi unutmayarak heykellerini yapan adam şimdi savaş zırhlarının içinde dizlerinin üzerine çökmüştü.

Başı bana döndüğünde suratındaki korkunç yarayı gördüm, Penelop'la giriştikleri mücadeleden geriye kalan bir iz olduğuna emindim.

Rae adamın omzunu sıktı. "Güzel işti Hestios," dedi. "Kendi zamanınızı bırakıp buraya benim için savaşmaya geldiğinizi hiç unutmayacağız."

Hestios başını eğdi. "Buraya Kehanet tanrımız ve Troyalı Mara için geldik efendimiz," dedikten sonra gözlerini yeniden kaldırdı. "Ama buraya gelmemizi ben sağlamadım," dedi.

Rae kaşlarını çattı, gücü sınırlandığı için zihin okuyamadığını anladım. "Kim sağladı?"

"Ben," dedi tanıdık bir ses askerlerin arasından sıyrılıp öne çıkarken. "Troyalı Mara uğruna savaşmaya geldik," dedikten sonra tam önümde dizlerinin üzerine çekti.

Nefesimi tutarak ona baktım.

Meadros'a.

Herkese selamlar arsız ölümlüler! Ölü Tanrının Şarkısı şimdi tam anlamıyla başlıyor diyebilir miyiz? Bence evet:)

Bu hafta Mara ve Rae'nin Lethe'ye konuk olduğu bölümü yazacağım.... Çok garip sdfndsf. Hala Lethe almadıysanız şu anda D&R ve BKM'de dehşet bir indirimde. Güncel kitap fiyatlarından sonra Lethe nasıl 20 lira olabiliyor diye bakıp mutluluktan çıldırmıyor değilim :)

Şimdi aha geldi gelmekte olan. Sınır... Yemin ederim bunu yaptığım için üzgünüm ama günde 9 saat mesai yapıp yazmaya devam etmemin biraz şevke ihtiyacı var. Bölüm cumartesi gelecek ancak 500 yorum ve 250 vote sınırını geçerseniz. Yoksa pazar günü geçse bile yayınlamayacağım maalesef. Sonraki haftaya kalır. Bunu yapmaktan nefret etsem de kendimi mutsuz görmekten daha çok nefret ediyorum.

Bu arada Antios... Bu ismi akıllarda tutun :)

Hepinizi sonsuzluk kadar seviyorum benim arsız ölümlülerim!

-Kaos.

Continue Reading

You'll Also Like

7.4M 335K 64
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
85.9K 3.8K 31
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...
124K 8.7K 14
Tüm diyar, doğudaki savaş yüzünden kaosa sürüklenmiştir. İmparatorluğu ayakta tutmanın ve Wisteria'yı kurtarmanın tek yolu ise Saige Nerth ve Zaiden...
10.1K 592 6
❝Sevmek: kıskanmak, endişelenmek ya da özlemek değildir. Sevmek sadece acı çekmektir. Ve ben sevgilim. Sevgilim değil, sevdiğim. Sana her baktığımda...