NUMUNE ŞAHIS

Oleh Fatma_Zehra446

7K 1.6K 284

Her şey eski taş binaya adımını atmasıyla başladı. İşini çok seven bir gazeteci Numune Şahıs. Çalışmak için b... Lebih Banyak

NUMUNE ŞAHIS-1
SEYYAR SATICI-2
KARANLIKTA AÇIK IŞIKLAR-3
FESLEĞENLER VE SİNEKLER-4
SAYGIN BİR BEY-5
KAYIP İLAN-6
İNŞAAT ÖNCESİ ÖDÜL MERASİMİ-7
İKİ SEÇENEK-8
KARMAŞIK İLAÇLAR- 9
KAZA SONRASI NORMALLİK-10
DÖNEN FENOMEN-11
VATOZ FELSEFESİ-12
İNCİR Mİ ADASI-13
ANTİKA MI PIRLANTA-14
KAĞIT KALİTESİ-15
ÇORAP SÖKÜĞÜ-16
MEMURA HAP-17
ÇİÇEK KAPISI-18
YÜKSEK VE KORKAK-19
İYİ ÇOCUK AMA KORKUT-20
KÖTÜ İZLER-21
MAHZENDE DENGESİZLİK-22
ŞAHIS AİLESİ-23
ALIŞMAK HEM DE ÇABUK-24
İMAMI KAÇIRMIŞLAR-25
BEKLENEN İHTİMAL-26
GELENLER-28
KANLI SİLAH-29
YEŞİL LAZER-30
VEDA ÖDÜLÜ-31
GEÇMİŞE YOLCULUK-32
FİNALDEN SONRA OLMAZSA OLMAZ KONUŞMA
NUMUNE ŞAHIS - 2. KISIM
ZAMANE KORSANLARI - 1
DENİZANASI KUCAĞI- 2
KAPTANIN OYUNU- 3
GÜVERTEDE AKŞAM YEMEĞİ- 4
KONUM; ZAGAZİG- 5
YILAN VE HAMSTER -6
DÜRBÜNLERE KAST - 7
GÖKYÜZÜNDEKİ KUBBE - 8
TAZE LİMON - 9
UZAYLI AYİNİ - 10
MANYETİK MAKARALAR - 11
ALTIN TOZLU ÇORBA -12
KİMYA SİHİRBAZI - 13
KİLİMLERE ÖZGÜRLÜK -14
KARANLIK ESARET -15
NUMUNE ORMANI - 16
İHANET KELEPÇESİ - 17

HESABI KAPATALIM-27

129 38 4
Oleh Fatma_Zehra446

Abimle ortaklaşa hazırladığımız sorulara son kez göz atıp gergin bekleyişlerle bize bakan anne ve babamızın karşısındaki koltuğa oturduk. Yılın son ayı bilgi birikimlerini karşılaştırdıkları aydı. Sorular soruyorduk ve yüksek puan alana hazırladığımız kutuyu veriyorduk. İçinde farklı hediyeler oluyordu, gecenin heyecanı hiç bitmeyecek gibi hissettiriyordu. İki rakip son hazırlıklarını yapıp birbirlerine baktıklarında yarışma başlamıştı.

Soruları çeşitli konulardan hazırlamıştık. Bir kez annem biliyordu, bir kez de babam. Çoğunlukla yerinde zıplayarak cevap veren babam oluyordu. Yarım saatlik yarışma süresi, çok fazla güldüğümüz için uzamıştı yine, daha önceki yarışmalarda da olduğu gibi. Ve nihayet son soruyu sorduğumuzda ikisi de birbirinin yüzüne baktı. Şık vermemiştik, tahmin sorusu da değildi ve ikisi de ortaya atılıp cevap vermediğine göre sorunun cevabını bilmiyorlardı.

"E cevap yok mu?" dedim sırıtarak.

"Bir tahminim var ama..."

"Yanlış cevap verirsen puan babama geçer anne." Abim uyarısını yaptığında annem tahminini söylemekten vaz geçmişti bile. Konuşması kaybetmesi demekti. Masanın üstünde duran kapalı kutu risk almasını engelliyordu. Babam arkasına yaslandı uzun bir bekleyişten sonra. Ellerini göğsünde birleştirdi.

"Anneniz risk almıyorsa ben de almıyorum. Berabere kalmak kaybetmekten iyidir. Yarışmayı sonlandırın." Televizyon programına çıkmış kadar ciddi konuştuğunda abimle birlikte güldük.

"Tamam, yarışma sonlandı. İkinizi de tebrik ederiz. Güzel yarıştınız. Sıra ödüle geldi, bir tek ödülümüz var ve ikiniz bunu paylaşmalısınız." Abimin konuşmasından sonra ayağa kalkıp hediyeyi uzattım. Babam centilmenlik yapıp anneme öncelik verse de merakından yerinde duramıyordu. Hatta paketi yavaşça açmasına sabredemeyip elinden almış ve kendisi açmıştı. Kutuda iki adet kitap, iki adet dolma kalem ve iki adet not defteri vardı. Galibiyetlerini paylaşan anne ve babam, hediyelerini de paylaşırlardı her zaman. Bizlere çokça teşekkür edip, birbirlerini de tebrik ettiklerinde sarıldılar. Bu tabloya dahil olmadan duramazdık tabi. Abimle aralarına girip, ne kadar büyüdüğümüze aldırmadan sıkıca sarıldık onlara.

Aklımızdakilerden soyutlandığımız, hatalarımızdan arındığımız, eleştiri oklarına maruz kalmadığımız, sustuğumuzda anlaşıldığımız, sarılmaktan ve güvenmekten korkmadığımız evimizde; bir daha tekrarlanmasını istediğimiz akşam nihayete ermişti. Tatlı küçük çekişmelerine devam edecek anne babam bir dahaki yılda yarışmak üzere sözleştiklerinde etrafı toparlayıp odalarımıza dağıldık.

Böyle akşamların en sevdiğim yanı, yüzümüze gülümsemeler yerleşmesiydi. Nedenini unuttuğumuz içimizdeki mutluluğun dudaklarımıza yansımasıydı. Uyurken gülümsemek, gülümsediğimiz bir sabaha uyanmaya sebepti. Çocukken ağzımda şekerle uyuduğum geceler, sabaha şeker tadıyla uyanırdım. Tıpkı sabaha ağzımda şeker tadıyla uyanmak gibiydi.

Yatağımın üzerine oturdum. Yine kendimle yalnız kalmıştım. Günlerdir içimden atamadığım burukluğu hatırlatıyordu bana odamdaki sessizlik. Rahatsız edici bir sızı gibi durmadan kendini hissettiriyordu. Üstünü örtmeye çalıştıkça inatla başını kaldırıyordu sanki. Yüzleşmeye korktuğum kelimeler aklımın içinde dönüp duruyordu. Bir anlık kendimi salıversem beni boğmak üzere hazırda bekliyordu. Gözlerimi kapatıp başımı önüme eğdim. Uyumayı unutmuş gibiydim zaten. Hatırlamaya çalışırken büsbütün kaçıyordu uykularım. Ağzımdaki şeker tadı yavaş yavaş yok oluyordu sanki.

"Numune?" Kapının açıldığını fark ettiğimde içeriye gelip yanıma oturan anneme baktım.

"Uyumaya gittiğini sanıyordum" dedim. Takındığı yüz ifadesi, bir şey söyleyeceğinin habercisiydi. Titrek bakışlar, hafif aralanmış dudaklar, kızarmış yanaklar ve gergin kaşlar... Beklemediğim anda elini yanağıma koydu. Tereddütlü bir tebessüm vardı yüzünde.

"Yavrum sen iyi misin?" Bu soru sorulduğunda dünyanın en derbeder insanı oluveriyordum birden. Çocukken düştüğümde çektiğim acıyı bile anlatmak istiyordum. Dudaklarımı araladım ama konuşamadım. Kendimle bile konuşmamıştım henüz. Sanırım annemin beni teselli edemeyeceği kadar büyümüştüm.

"İyiyim" diyebildim fısıldar gibi.

"Çok durgunsun son günlerde. Hatta üzgün gibisin, gözümden kaçmıyor sanma. Sıkıntın neyse anlat bana, buluruz bir yolunu. Yoksa sen, gazeteden ayrıldın diye mi böylesin? Biz senin güvenliğin için oradan ayrılmanı istedik. Ama mutsuz olacaksan bu bizi de mutlu etmez inan bana."

"Yok... o yüzden değil. Zaten orada fazla duramazdım, kapanacaktı."

"Ama benim kızımın kapatamadığı konular var. Yanılıyor muyum?" Başımı salladım, yanılmıyordu.

"Ben... yanıldım biraz, her şey hakkında." Bir nefes verdi, hemen konuşmadı. Söylediğime karşılık sakin ve yerinde bir cevap verecekti.

"Yanıldığını bilmen sana tüm yanılgıları düzeltme fırsatı veriyor kızım."

"Hepsini düzeltemem ama." Başarısız olduğumu kabullenebilirim, daha çok çalışabilirim, yeni uğraşlar bulabilirim ama kaybettiğim her şeyi geri getiremem. Elimi tuttu.

"Zaten hiçbir zaman her şeye hükmedemeyiz. Hem daha yolun başındasın. Her düştüğünde asarsan o gül yüzünü, çabucak kırışır yüzün. Benim yaşıma geldiğinde benden de yaşlı görünürsün."

"Sen yaşlı değilsin anne!" Kıkırdadım.

"Dediğin gibi olsun bakalım. Her şey yeni başlıyor unutma. Çabaların sonuçsuz kalmayacak inan bana." Benim başaramadığımı başarıp, içimdeki rahatsız edici hissin başını kapalı bir kutuya sokmuştu annem. Üstelik hiçbir şey anlatmamıştım ona. Anneler nasıl bu kadar bilge olabiliyordu? Saçlarımdan öpüp bana gülümsedi. Bazı hareketler tarif edilmez bir yumuşaklıktaydı, annemin gülüşü gibi.

***

Yerde bir karış kar vardı. Üç gecedir yağan kar çocukların bozduğu birikintileri tekrar eskisi gibi, hiç dokunulmamış hale getiriyordu. Okullar tatil edilmişti. Sokaklar soğuğa rağmen doluydu. Kaymamak için dikkatli adımlarla yürüyerek fırına ulaştığımda, içerdeki sıcak tüm bedenimi sarmıştı. Taze çıkan ekmeğin sıcaklığı yol boyunca ellerimi ısıtabilirdi, kahvaltı sofrasındaki sıcak çay da içimi.

Sokağın başına geldiğimde ensemde hissettiğim sertlikle irkildim. Çocuklardan biri yanlışlıkla kartopu atmış olabilirdi ama hiç hoşuma gitmemişti bu durum. Hızlıca arkamı döndüm tanımadığım birinin, elinde kartopuyla sırıtarak bana baktığını gördüm. Korkunun verdiği sinirle adamın yanına doğru yürüdüm. Bir yandan da düşmemek için çamurlaşmış karların üzerinden ilerlemeye gayret ediyordum. "Ne yaptığını sanıyorsun sen!" Portakalı havaya atıp tutar gibi oynuyordu elindeki kartopuyla.

"Biraz oyun oynayalım dedim, sinirlenme hemen." Sinirlenmem için gökten zembille inmiş gibi karşımda dururken, sakin kalmam mümkün değildi.

"Senin ne haddine benimle böyle konuşmak!" Elimdeki poşeti sallaya sallaya konuşuyordum. Sokağa girmediğimden sesim arabaların içinde kayboluyordu. Evin önünde olsaydım, çoktan toplamıştım herkesi yanıma. Başındaki bereyi düzeltip elini havaya kaldırdı. "Ne yapıyorsun sen?" dedim baktığı yöne bakarken. Konuşması sinirimi bozarken, konuşmaması çileden çıkartıyordu beni.

"Burası oyun oynamak için biraz dar. Şöyle geniş bir alana mı gitsek?" Gri bir otomobil yanımıza yaklaştığında bana doğru bir adım attı. Hiç iyi şeyler olmuyordu burada. Muhtemelen birazdan kaçırılacaktım. Karşı koyduğumda başarılı olma ihtimalimi hesapladım. Kaçmanın çok daha mantıklı olabileceğini düşündüm. Yanımızda duran otomobil ve karşımdaki adama kısa bakışlar atıp, yerimde zıpladım ve koşmak için öne atıldım.

"Hey hey! Kaçma dur!" Kısa mesafe ilerlemiştim ki montumun kapüşonundan çekmesiyle durmak zorunda kaldım. Çığlık atmak için bile zamanım kalmamıştı. Buz gibi ellerini ağzıma dayayıp beni çekiştirmeye başladığında kolumda başka bir el hissettim. Arabadan inen birisi daha vardı. O kadar çok çırpınıyordum ki net olarak bir şeyleri görmem imkansızdı. Ve beni çekiştiren iki kişiye daha fazla karşı koyamadan, başımı açık kapıya çarpıp içeriye atıldım. Canım o kadar çok yanmıştı ki, gözümün önünde parıltılar uçuşuyordu.

"Bırakın beni! Kimsiniz siz?" Ağzım açıldığında nefes nefeseydim. Kapıyı kilitlemişlerdi, beyhude bir çabayla cama vuruyordum. Gün ortasında kaçırılıyordum ve bir Allah'ın kulu görmüyordu. Boynumda ince bir sızı hissettim sonra. Kısa bir anlığına hareketlerim kısıtlanmış gibiydi. Bir yerlere vurmaktan kızarmış ellerim güçsüzce kucağıma düştü. Yanımda oturan adamın bana ne yaptığını görmek için bile başımı çevirecek kadar gücüm yoktu. Göz kapaklarımı aşağıya doğru çekiştiren küçük insancıklar vardı sanki. Araba hareket ettiğinde şuurum bulanıklaştı. Bir top gibi düşüp yuvarlanmasından korktuğum başımı koltuğa yasladım. Midemde oluşan rahatsız edici dalgalanmaydı en son hissettiğim.

***

Son günlerin en huzursuz uykusundan uyandığımda hiç bilmediğim bir yerde, eski bir süngerin üzerindeydim. Yüksek pencereden içeriye sızan keskin güneş ışıkları kare odadaki toz bulutlarının dansını seyrettiriyordu bana. Başımı tutarak yerimde doğruldum. Hareketsiz yatmıştım muhtemelen, her tarafım ağrıyordu. Ayağa kalkmak için sersemliğimin geçmesini bekleyecektim. Odada gözlerimi dolaştırdığımda iki kapılı eski bir komodinden başka bir şey olmadığını gördüm.

Nerede olduğuma dair hiçbir fikrim yoktu. En son hatırladığım şey arabanın içinde başarısız kaçma denemeleri yapıyor oluşumdu. Kimdi beni kaçıranlar? Dizlerimi karnıma çekip arkama yaslandım. Hava hala çok soğuktu. Başımdaki ağrı beni bayıltmak için kullandıkları iğneden kaynaklanıyor olabilirdi. Daha önce de yüzüme kimyasal bir sprey sıkmışlardı. O da gün boyu devam eden keskin bir ağrıya sebep olmuştu.

Kapının önünde tıkırtılar duyduğumda başımı çevirdim. Kilidin açılma sesini duyduğumda kasvetli demir kapı yavaşça açıldı. Kendime gelmem için biraz daha bekleselerdi çok daha memnun olacaktım. Siyah botlarıyla iki kişi girdi içeriye. Yüzlerine baktığımda birini tanıdım hemen. Bana kartopu atan adamdı ya da beni kaçıran adam. "Günaydın Numune hanım. Rahat bir uyku çekmişsinizdir umarım?"

"İnanılmazdı, teşekkürler." Ellerimi montumun ceplerine sokuşturdum. Hareketsizliğin de verdiği etkiyle üşümeye devam ediyordum. "Niye getirdiniz beni buraya?" Dalga geçmeyi bırakıp esas soruyu sorduğumda karşımdaki ikili cevap vermek yerine kenara çekildiler ve kapıya baktılar. Assolistimiz teşrif edecekti herhalde. Kışa rağmen spor ayakkabılarıyla içeriye giren kişiye verdim dikkatimi. Başı öne eğik, şapkası yüzüne kapalıydı. Karşımdaki her kimse tanıyamıyordum.

"Yeniden karşılaşmak çok güzel Numune." Adam hareketleri kısıtlanıyormuş gibi yavaşça yürüyordu. Daha önce sesini duyduğumu hissediyordum ama bir türlü çıkartamıyordum. Söylediğine göre karşılaşmıştık, çeteden biri miydi? O gece hepsinin yakalandığını zannediyordum. Aklıma kimse gelmiyordu. Adam yavaşça şapkasını çıkartıp başını kaldırdı. Gözlerini gördüğümde tanımıştım onu. Ama ölmediysem, karşımdaki adamı görüyor olmam imkansızdı. Gözlerimi açıp kapattım. Sırıtarak bana bakıyordu.

"Caner?" dedim şaşkınlıktan kaybolan sesimi bulmaya çalışırken. "Ama sen... ölmüştün!"

"Hala ölüyüm, belki sen de ölüsün." Şu belki peşimi bırakacak gibi değildi. Kaşlarımı çattım ve ayağa kalktım. Karşı karşıya duruyorduk. Sakallarını kesmişti. Tıpkı fotoğraftaki gibi gözüküyordu şimdi. Bakışları hiç değişmemişti. Her an boğazıma yapışacak kadar kinle bakıyordu.

"Nasıl oldu bu?" Söylediğimle gülüp arkasındakilere döndü.

"Kötü karakterin en keyif aldığı şeyi yapmanın zamanı geldi. Sandalye getirin çocuklar, ciğerlerim ağrıyor." Biri hızlıca dışarıya çıkıp elinde bir sandalyeyle geldi. Caner elini göğsüne koyup yavaşça oturdu. Vurulduğundan emindim. Görüntüleri izlemiştim. Ölmediyse bile nasıl kaçabilmişti onca polisten? "Sen de otur, hikaye uzun. Yorulma ayakta." Nazik teklifini reddetmeden ince süngerin üzerine oturdum. Hala içimden geçen şey, kalkıp Caner'i dürtüklemekti. "Abi ben dışarıdayım." Elini kaldırıp adamı onayladı. Gözlerini benden hiç çekmiyordu.

"Eğer eskisi gibi yönetimin başında olsaydım tek kelime alamazdın ağzımdan. Ama şimdi tek başımayım ve bence planlarım zekice. Beni takdir ettiğini görmek hoşuma gidecek." Sorguda ağzından kerpetenle laf alınan Caner'in beni kaçırdığı gün çenesi düşmüştü. Kendimi şanslı hissediyordum. Bir kova mısır ve bir de Nigar eksikti şu an. Onlarsız da idare edebilirdim. "Yedi kişiydik işe başladığımızda. Acele etmeden, sessizce sokuluyorduk kurbanlarımızın yanına. Bize güveniyorlardı, hesap defterlerindeki noktaya kadar haberimiz oluyordu. Bu güvenlerine karşılık her şeylerini almıyorduk ellerinden. Her şeyin kontrolünü ele geçiriyorduk sadece. Bir dükkan açacak kadar kasetimiz olduğunda avucumuzun içinde bir sürü insan vardı."

"Şantaj" dedim iğrenir gibi bakarken.

"Biz günahlar demeyi tercih ederdik. Vergi kaçırmaları, yasak mal taşımaları, ihaleler için adam dövmeleri, hatta katil olmaları onların günahlarıydı. Huyumuz kurusun, olay anında orada olup her şeyi kayıt altına alıveriyorduk. Tıpkı senin gibi."

"Ben o görüntülerle şantaj yapmıyorum ama..."

"Her neyse. Zaten hikayenin bu kısmını biliyorsun. İşler büyüdükçe gruba dahil olan bir iki beceriksiz her şeyi mahvettiği için herkes biliyor. Bir şey söyleyeyim mi? İnsanlar çok nankör. Emek verirsin, bu günlere getirirsin ama onlar sana ihanet eder."

"Caner evladını büyüten fedakar bir anne gibi konuşmayı bırakır mısın? Canavarca işler yapıyordun!" Resmen dalga geçiyordu benimle.

"Kırılıyorum ama canavar falan!" Elini göğsünde gezdirip yüzünü buruşturdu. Sessiz olursam hikayenin devamını da öğrenebilirdim ama tutamıyordum kendimi. "Bizim hiçbir yerle bağımız yoktu. Adımız, evimiz yoktu. Her yerdeydik ama hiçbir yerde değildik. Tabi bu düzen uzun süre devam etmedi. Büyüdükçe var olmaya başladık, artmaya başladık. Çoğaldıkça görünür olduk. Bir gün işler rast gitmediğinde de oluşturduğum kalabalık beni dışladı. Kendi oluşturduğum düzenden saklanmak zorunda kaldım uzun zaman. Bir de senin şu inatçı polis arkadaşın ve ekibinden."

"İnsanları öldürdün!"

"Orada olmasaydılar o tır patlamayacaktı! Ben kendi işimi yapacaktım onlar da ölmeyeceklerdi." Laf anlatmak ne kadar da zordu böyle. Sanki beyni kendini savunmaya programlanmıştı. Dediklerim beyhude geliyordu kulağına. Polisler ölmeseydi, o silahlarla başkası ölecekti. "İhbarı kimin yaptığını sonradan öğrendim. Aramıza yeni katılanlardan biriydi. Senin şu yakalattığın çorapçı var ya. Başıma çorap ördü adi herif."

"Neden?"

"İnsanlar kıskanır Numune. Baskın bir rolüm vardı, o ise kalabalığın içinde kaybolmaktan korkan bir beceriksizdi. Her şeyi ele vermesinden de anlaşılıyor. Demiştim ya sana bizim yerimiz yoktu diye. Bir yerimiz olsun istedi. Yerin dibine girdi. Ama saklanmak da beceri ister."

"Sen bu konuda epey başarılısın."

"Teşekkürler." Sandalyeye yaslanıp derin bir nefes aldı. Konuştukça gücü tükeniyor gibiydi. Ayakta dikilen adam da fark etmiş olacak ki koşup bir bardak su getirdi. "Gelelim benim şimdiki halime. Aslında bu halimin sebebi sensin. Bunu birazdan konuşacağız zaten. Uzun süre farklı bağlantılarımı kullanarak, hem kendi düzenimden hem de polisten gizli bir yaşam sürdürdüm. Sınırlardan geçtim, bazen de bir simitçi oldum. Bu hayat bana uzun bir şeyin uzun süre saklı kalamayacağını da öğretti. Bir gün elinde kamerayla öylece dolaşan bir gazeteciye rastladığımda yakalandım. Sıradan bir suçluymuşum gibi ifade verdim ve hapse mahkum edildim. Mahkeme çıkışı iki kurşunla yere yığıldım. Kayıtlara ölü bir suçlu olarak geçtim."

"Kim vurdu seni?"

"Kardeşim." Acı çektiği her halinden belliyken bir kahkaha attı. "Yedi kişinin içinde kardeşim de vardı. Dışlansam da o benimle görüşmeye ve bana yardım etmeye devam etti. Hapse girmemi engellemek için de beni vurdu. Hastaneye götürüldüğümde riskli ameliyatım başarısızlıkla sonuçlanmış gibi gösterildi." Ağzım açık şaşkınlıkla anlattıklarını dinliyordum. "Ama korkma gerçekten ölmedim. Doktorum da fazlasıyla uğraştı. Zaten gözünün önünde karısı ve çocukları varken başka ne yapabilirdi ki?" Gözlerimi kapattım sıkıca. Yerimden ok gibi fırlarken Caner'in yakasına yapıştım.

"Adi herif!" diye bağırdım. Son nefesinde bile her türlü kötü işi yapmaktan çekinmeyen adi herifin tekiydi. Hamlem karşısında ayaktaki adamın sert müdahalesiyle yerime oturtuldum. Nefes alış sesim odanın içindeki duvarlara çarpıyordu.

"Ben de kardeşime öyle dedim. İyi bir nişancıdır. Daha risksiz yerlere ateş etmeliydi. Mermilerden biri koluma girerken diğeri ciğerimin yanında bir yerlere isabet etti. Çocukken kafasına attığım taşın intikamını aldı herhalde."

"Hiç vicdan yok sende!"

"Hala gırtlağına yapışmadığı için o kadar şanslısın ki!" Omuzlarımdan tutup kalkmamı engelleyen adam dişlerinin arasından konuştu. Yapacağı hiçbir şeyden korkmuyordum. Hayatı pisliklerin içinde saklanmakla geçmiş bir adamdan korkmayacaktım! Dik bakışlarla Caner'e bakmayı sürdürdüm.

"Kızımız okuduklarını anlayamıyor Yavuz. Bizim neler yapacağımızı bilmiyor. Bizden korkmuyor!" Tehdit eder bir sesle konuştuğunda güldü.

"Senin gibilerle uğraştım ben, silahlara da kaçırılmaya da alıştım. Korkmuyorum senden!"

"O zaman bana teşekkür etmelisin, çünkü hepsi benim sayemde oldu. Yolunu ben çizdim. Ama dediğim gibi okuduklarını anlayamıyorsun!"

"Ne saçmalıyorsun sen?"

"İnşaata gitmen için gazeteye haber gönderen bendim. İki şirketin inşaat kavgası diyerek kapattığınız dosya çetenin başarı planlarından biriydi. İnşaattakiler ihaleyi alamazsa bazı görüntüler medyaya sızacaktı. Bunu göze almak istemediler. O cani planları yaptılar. Ama artık yakalanmaları gerekiyordu." Harun beyin ölümünün arkasından bile çıkacakları hiç aklıma gelmezdi.

"Peki sen neden onları ihbar ettin? Madem ihbar edecektin her şeyi açık açık anlatsaydın ya."

"Yaralı bir aslan gibi yatıyordum çünkü. Malum kurşun yemiştim, olaylar tazeyken dışarıya çıkmak istemedim. Her şeyi anlatmamış olmam konusuna gelince; onlardan alacağım şeyler vardı. Sen benim dışarıdaki gözümdün."

"Hayır!" Beni kullanmış olması ihtimali korkunçtu.

"Önce olayları öğrenmen gerekiyordu. Dernekler sokağına gittin, sonra matbaaya gittin. Kızcağızı öldürdüğümüzü de öğrendin tabi o sıra. Ama inatçı patronun çenesini o kadar sıkı tutuyordu ki, seni izlerken ha buldu ha bulacak diye beklemekten içim şişmişti. Neyse ki matbaacı fazla uzatmadı mevzuyu. Seni doğruca fabrikaya gönderdi. Sen çeteyi çökerttin. Sonrasını biliyorsun işte."

"İstediğini almışsın işte. Niye beni bunca zaman izledin o zaman?" Sabrım taşmak üzereydi.

"Seninle kapanmamış bir hesabımız var, onu kapatacağız. Ve o huysuz patronundan almam gereken bir şey var. Onu istiyorum."

"Bu kadar çok şeyi nereden biliyorsun? Patronumu ya da onda bir şey olduğunu nereden biliyorsun? Çok uzağımızdaydın." Cebinden küçük siyah bir cihaz çıkardı.

"Teknoloji insana bin göz ve bin kulak veriyor. Size de tavsiye ederim. Gece içeriye girip her tarafa verici yerleştirdiğimizi görebileceğiniz bir kameranız bile yok koca binada." Onca zaman burnumun dibinde bizi izlemişti ve olan biteni fark edememiştim. Sinirlerim bozulmuştu iyice. Adam bizimle dalga geçiyordu, bizi kullanıyordu ve her şeyden habersizdik. "Hale'nin öldüğü gece, ben de oradaydım. Bir kutu vardı kardeşimden almam gereken. Ama alevlerin arasında kayboldu. Sonra bir daha bulamadık. Eğer orada olsaydı mutlaka görevlilerden biri görürdü. Yanacak bir şey değildi. Bizden önce o kutuyu aldılar. Matbaacıyı takip ettik, dinledik. Sonra bir gün öğrendik ki senin huysuz patron bulmuş kutuyu ama ketum herifin teki. Bir türlü nerede olduğunu söylemedi. Şimdi, ben de iyileşip ayağa kalktığıma göre... Artık şu hesabı kapatalım Numune Şahıs!"

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

925K 55.1K 71
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
310K 25.5K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
166K 15.5K 44
Kerem Aktürkoğlu & Kumsal Yıldız
47.3K 787 37
En yakın arkadaşımın abisi mi? Beni gerçekten seviyor muydu? Peki ben ona karşı birşeyler hissediyor muydum? Uyarı: küfürlü ve +18 sahneler vardır.